@orenda
|
Öptüm yedim yuttum sizi. İyi okumalar😘
Amasya'ya ulaşıldığında gerçekten kapı önünde öylece bekleyen çocuklara ilk selamları kornalar oldu. Musabın zıplaya zıplaya içeri koşması ve onunla beraber Ünzilenin, Tahirin hızlı adımlarla kapıya çıkması heyecanlarını gösteriyordu.
Arabalar durup, herkes indiğinde büyük bir curcuna koptu. Sarılanlar, kahkaha atanlar, Güneşi Halilden alıp sevmeye çalışan amca ve dayılar...
Yol yorgunluğuna eklenen açlık hissiyle hazır olunan sofraya kuruldu önce herkes. Ünzile dört dönüyor ve misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalışıyordu. Aylardır yüzlerini göremediği çocuklarına da hasreti çok fazlaydı. Nazenini durup durup öpüyordu. Minik Güneşin kucağına verilmesiyle gözleri dolmuştu. Kendi kızıyla yaşıt Nazlısını anne olarak görmek çok duygulandırmıştı onu. Meyranın kolunun altına kedi gibi girip sevilme sırası beklemesi, kız kardeş kabul ettiği Züleyha ve Süreyyanın onun kızı için ondan çok hazırladığı çeyizlerle eve girişi, mutlulukla çırpınan kalbine çok fazlaydı.
Kızının gelin ediyordu Ünzile. Kendinin aksine çokça sevildiği, değer gördüğü bir aileye gelin değil, evlat diye gönderiyordu. Kızının gözünün içine bakan bir adam, kendine bir oğul oturuyordu masanın bir ucunda.
Sanki almaya çekinecekmiş gibi ne varsa Asafa yedirmeye çalışmaları, maviş bakışlarındaki sevinci gördükçe elinin sürekli saçlarına dokunarak okşaması farkında bile olmadığı şeylerdi. Nişan için geldiklerinde Tahir Beyle yaptığı konuşmaya günlerce göz yaşı dökmüştü. Hem kimsesizliği çok üzmüş, hem de kızına verdiği değer gerçekten bir evlat gibi benimsemesine vesile olmuştu.
Her anne dediğinde üç evladından duyduğu anne kelimesi gibi içini titretiyordu.
Aylarca ne acılarla sınanan ailenin, şu an gülen yüzlerine ortakçı olmak çok kıymetliydi Ünzile ve Tahir için.
Sofralar toparlanıp çay faslına geçildiğinde guruplaşmalar da başladı. Kadınların sofada kendilerine yer ayarlaması, erkeklerin salonda yüksek kahkahalarının duyulması derken oldukça keyifli bir akşam geçiriliyordu.
Züleyha, Nazlı biraz otursun diye Güneşi kucağına almış hem muhabbete ortak oluyor hemde minik boncukla iki adımlık voltalar atıyordu.
"Yandın Züleyha. Alışmış bu kız kucağa."
Ünzile çayını içerken, Süreyyanın omzuna omzuyla çarpmış, taze anneanneyi göstermişti. Züleyha da gerçekten kucakta gezerken keyfi yerinde olan bebeği az havaya kaldırıp yeşil gözlerinin güzelliğini izlemişti.
"O kadar adam kucağımızdan düşürmeyince olacağı buydu. Aman gezsin kucakta işte. Çocuk dediğin ana koynunda büyür. Bu kadar adamız, bakamayacak mıyız el kadar boncuğuma? Demi kızım? Herkesleri nasıl hizaya sokuyo minik boncuğum? O huylu babasına nasıl bok temizletiyo çitlenbiğim? "
Boynuna da hemen dudaklarını bastırıp çekti. Küçük bebekle sohbet eden kadın kahkaha sebebiydi.
"Vallahi uzaktan baksam annesi derim. Hiç anneanne havası da vermiyorsun ki."
Süreyyanın kıkırtısı Züleyhanın da hoşuna gitmiş. Göz süze süze Nazlıya baktı.
"Nazlı hanım iş karıştırmasa ben kırk yaş bebesinin tadına da bakacaktım da neyse artık. Önümü kesti, bununla yetineceğiz."
Çayları tazeleyen Meyra ve Nazenin bu sefer Güneşe yaklaşıp, kapmaya çalıştılar. Züleyha da geçip yerine oturdu.
"Yarın çeyizleri dizmeye başlıyoz ele bacım?"
Ünzile mahçupça başını salladı. Bütün bu işler onun vazifesiydi aslında ama Züleyhanın ısrarıyla beklemişti onları.
"Züleyha keşke ben halletseydim, o kadar yoldan geldiniz bir de bunlarla mı uğraşacaksınız?"
Çayını içip başını iki yana salladı. Sinirliymiş gibi de kaşlarını çattı.
"Kız beni mi sınıyon sen? Ne dedim, beraber edecez ne edeceksek. Gudubet eltinin hırsını başka türlü atamam ben. Bir çeyiz serecez senle Ünzile, kadına inme inecek. Ona el atmazsak yaşım geldi az hastalanıp köşemde oturayım demeyecek belli ki."
Aslında utanıp, başını eğerdi Ünzile bu laflara ama öyle bir tonlamayla söylüyordu ki kıkırdarken buluyordu kendini.
"Zülüş ben bir sürü yeni gelin sayfalarından havlu katlama stili falan kaydettim. Nevresim takımlarından kuş yapıyor o kadınlar, çok ilginç."
Meyranın hevesli hevesli anlattığı şeyler ve aferin bekleyen bakışlarına göz kırptı.
"Kız Süreyya ne güzel doğurmuşun sen bu kızı benim için. Aferin annem, pratik oluyo sana da. Nazenine kuş, sana kuğu yapacaz yavrum."
Meyra artık her lafın sonuna kendiyle ilgili bir ima yemekten çekinmiyordu. Tuhaf bir şekilde alıştırıyordu kadın kendi fikirlerinin desteklenmesine.
"Nazenin de hevesimizi alsak Zülüş, biz dümdüz nikahla kapatsak mevzuyu."
Kucağına fırlatılan bademle cevabını almış oldu.
"Beni zıvanadan çıkarma yer biti Meyra! Nazenine Adana da zaten düğün yaptırmadınız! Seninkinde istediğim gibi kapımda düğün yemeği dağıtacam. Çeyiz bohçalarını da sergileyecem. Sor anana! Sor hadi o istemiyo mu?"
Meyra kaşları kalkmış onları dinleyen annesine bakıyordu. Süreyya da hadi başka bir şey de dermiş gibi bakan kadından sonra kızına çevirdi bakışlarını.
"Şey Meyra... İzmirde pek kimsemiz yok annem. Yani güzel olur tabi nasip olursa. Hoşuna gitmez mi? Sen seversiniz bebeğim öyle eğlenceleri."
Meyra tabiki çok severdi. Hatta Nazlı ve Nazenine göre geleneksel yapılan tüm adetleri en çok Meyra severdi. Olurda Yiğit bey bir yüzükle evlenme teklifi edebilirse annesinin de dediği gibi kimseleri yoktu. Kafasında bu işleri bir yere oturtamıyordu. Züleyha ablası Nazeninin gelin alma töreni için küpünü bile ta Adanadan getirmişti.
"Yani ben zahmet olmasın diye demiştim aslında."
Süngüsü düşmüş haliyle annesi ve Züleyha ablasının gülümsemesi büyümüştü. Sonra yine hafif kaşları çatılmış baktı ikiliye.
"Siz gelin güvey oluyorsunuz ama konunun muhatabından bir haber yok farkında mısınız?"
Meyra gerçekten evlilik meraklısı biri değildi ama yaktığı yeşil ışıktan sonra da o Yiğit danasının kesilen sesine ifrit olmuştu. Daha ona yaptığını da unutmamıştı ama o başka zamanın soğuk yenilecek yemeğiydi.
Züleyha omuz silkip, çay yanı için hazırlanan atıştırmalıklardan aldı ağzına.
"Çocuk bir aydır ev yüzü mü görüyo? Kıçından nefes aldı kıpçık gözlü kuzum. Asaf evleniyo diye boş kalamadı. Halil desen lohusa sayılır, kırkı çıkmadan bebesinin, karısının peşinden ayrılamıyo. İşlerinin tüm yükünü Yiğitim çekti."
Halil için yaptığı yorum, yine herkese kahkaha attırdı.
"Meyra kuşu, sen annemin oğullarına laf etmeden önce bin kere falan düşün çiçeğim. Züleyha Sulhan oğluşlarına toz konduramaz. Mesela geçen gün azıcık Halile, Güneşi sen kucağa alıştırdın dedim burnumdan getirdi."
Nazlı, nazlanarak annesine bakmış sonra da Meyraya dönmüştü. Bu sefer ki fındık Nazlıya çarptı.
"Oğlan gözünün içine bakıyo, dibinizden ayrılmıyo şükürsüz zilli! Kucağa alıştırmışmış! Alıştıracak efendim! O kızı doğurana kadar canımızı dişimize taktık. Kendi haline mi büyütecektik? Hem hasreti azalmıyo oğluşumun, az gönlü doysun."
"Demedim bir şey anne. Gezdiririz torununu da ne olacak? Ben, siz yoruluyorsunuz diye söylemiştim."
"Olmaz bişey yavrum. Yaşlı söylenmesi onlar. Ayaklanana kadar kucağında oluyolar, sonra yakala ki alasın. Tadını çıkara çıkara büyüyün. Kız ben seni kaç yaşına kadar koynumda uyuttum."
Nazlı son söylediğiyle öpücük atıp, sırıtmıştı. Bunu Sultan teyzesi de söylerdi hep. Gururdan heveslenen Nazlı, beraber yatmak için gizli gizli gelir ve sessizce yatağa girerek uyurmuş. Kucaklara sığmayana kadar da annesinin kucağından inmediğini biliyordu.
"Neyse, onu bunu bırakın. Dört gün çeyiz serme yapıyoz bacım. Cuma günü kınamız olacak inşallah. Cumartesi salon düğünümüzü yapıyoz ve pazarda gelinimizi alıyoz. Var mı eksiğimiz, gediğimiz?"
Ünzile hızla ki yana başını salladı.
"Yok bacım, ne eksiği? Bir de dünya kadar yeni bohça taşıdınız. Vallaha değecek olsalar içim yanmaz."
"Değsin değmesin, bana ne Ünzile. Ben oğlumun hak ettiği gibi düğününü kurarım, kızımın mahçup olmayacağı kadarıyla bohçalarını yaparım. Dudu hanım da basur mu oluyo, oturduğu yerden çıban mı çıkıyo onun bileceği iş."
Züleyha aslında kin gütmezdi. O kavgalarını yapar, yoluna devam ederdi. Ama onun sınırlarının en kalını çocuklarıydı. Ünzilenin zoruna gidecek, onu telefonda ağlatacak kadar öksüz, yetim çocuğun ardından konuşan kadından tam anlamıyla nefret ediyordu. Kadın, dertlenmek için bile Züleyhayı yoldaş bilmişken, Asaf için gerçekten hala kabul etmişken, dert ortağını da o olarak görmüştü. Asafa da kalbinin ısınmasıyla, kendi evladına edilmiş gibi o laflar zoruna gidip göz yaşı dökmüştü iki hafta önce. Tahir Beyin hatrına bir çok şeye susan Ünzile o gün susmamıştı. Kim bilir kimin artığı dedikleri oğlu için ilk kez sesini yükseltmiş, bunca yıllık gelinliğinde kayınpederinin varlığını önemsemeden eltisine bağırmıştı.
Nereden duyduysa Asafın yetiştirme yurdunda büyüdüğünü öğrenen kadın, bile isteye kayınpederine de duyurmuştu. Erkeklerin evde olmamasını fırsat bilen eltisi, bu çok büyük bir günahmış gibi daha çok doldurmuştu kayınpederini. Zaten eltisinin laflarına meyilli adam da yan çizen cümleler kurmaya başlamıştı. O sırada Tahir gelmiş, konuyu öğrenince babası benim deyip susturmuştu herkesi. Ama Ünzile bu susuşun kısa süreli olduğunu biliyordu. Sürekli dilleri ve dişleri arasında yılan gibi tıslayarak devam ediyordu söylenmeler. Ama umurunda bile değildi. Kendine yağılanlara susacak olması kızına da yapılabileceği anlamına gelmiyordu nihayetinde.
Ertesi günün iş yoğunluğuyla erken yatılmaya karar verilmişti. Asaf az çok durumları bildiği için Tahir babasına baktı.
"Baba, biz otele geçelim. Sabah geliriz, yardım edilecek, alınacak bir şeyler varsa hallederiz."
Asafın ayaklanmasıyla, bu konuyu daha önce konuşan Yiğit, Halil, Gurur da oturdukları yerden kalktılar. O sırada içeri giren Ünzile de ne olduğunu anlamadı. Tahir kaşlarını çatmış, ona bakan adamla göz göze geldi.
"Hayır olsun oğlum, bu saatte ne oteli?"
Asaf gözünün kenarıyla Ünzile annesine ve eniştesine de baktı.
"Baba, sıkıntı çıkacak bir durum olmasın. Bu bir hafta biz merkeze inelim. Dede, amcalar hoşlanmazlar burda kalmamdan."
Tahir de ayaklanıp hiç Asafın dediklerini muhatap almıyormuş gibi eşine baktı.
"Yerlerimiz hazır mı Ünzile hanım? Dinlensin çocuklar. Uzun yoldan geldiler. "
Ünzilenin "Hazır olmaz mı? Kaç gün öncesinden kurdum yatakları" demesiyle tekrar Asafa baktı.
"Babanın evinde kalmandan rahatsız olacak olan varsa buyursun olsun evladım. Saidle, Musap yatağında yatıyor. Bak kimse de ne işleri var demiyor. Hadi geçip, dinlenin."
Ordan sonra pek bir şey denilmeye lüzum kalmamıştı. Asil geçerken omzunu sıkmış ve ısrar etme mesajı vermişti. Gelmeden önce bu konuyu eniştesiyle konuşan oydu. Asilin de emin olamayışından sebep onaylaması, doğru bir şey yaptığını düşündürmüştü. Şimdi sessiz bir uyarıyla kal diyen adama uyacaktı tabiki.
Gece hızlı geçti. Ertesin gün ise oldukça büyük bir koşturmacayla ilerledi. Nazeninin odası tamamen boşaltılıp, çeyiz odasına çevirildi. Meyranın dediği gibi havlular bile şekiller verilerek asılmıştı. Misafirlere gösterilebilinecekler açıkta bırakılmış, bazıları bavullanıp, bavulu süslenmişti. Kimisi de tüllerle kaplanıp öyle sergilenmeye hazır hale getirilmişti. Çok gerekli değildi aslında. Bir çok insan da yapmıyordu ama annesi, babası başında olmadı diye her şeyine kulp bulunacak çocuk için, annesi babası olanlardan daha fazlasını yapacaktı Züleyha. O yetimlik ne demek bilirken, öksüzlüğün bıraktığı mum hala içinde yanarken anne-babası olsaydı sözünü kimseye ettirmeyecekti.

Gerçi ona kalsa nevresimleri bile duvara asacak kadar işi büyütürdü de kızlar yeni dönem çeyiz sergileme şekline uyulmasında ısrarcı olmuştu. Yoksa Züleyha, Nazeninin çatal bıçak takımının kalitesini, Dudu hanım kaşığın yansımasındaki sıfatsız suratını izleyerek görsün çok istemişti.
Erkekler ise bu süreçte gelen misafirler için ikramları ayarlamayla uğraştılar. Geniş kapı önünü çeviren, ahşap çit kaldırılıp, gelin alma kısmı için düzenlendi. Uzamış bahçe otları temizlenip, Gururun deyimiyle kapı ağzı halayına hazır hale getirildi.
Ünzile bir içeri bir dışarı koşturup iki tarafında ihtiyaçlarını karşılamıştı. Bir ara çitleri ağıla taşıyan Asafın ter içinde kaldığını görmüş, bir koşu da yeni tişört kapıp gelmişti. Tutulacak her tarafın, üstünü değiş öyle devam et oğlum diye zorla odasına yollanan adam, bir elindeki tişörte bir de küçücük boyuyla kendini iteleyen kadına baktı. Başını iki yana sallayıp gülümsedi. Durup durup kendilerine içecek taşıyan, sürekli açlığını, tokluğunu soran kadın pervane oluyordu etrafında. Ama bundan da güzeli Nazeninin, onları izlerken yüzünde eşsiz bir gülümseme oluşuyordu. Asafa verdiği aileden mütevelli hem şefkatli, hem gururlu, güzel bir gülümseme...
Halil ise fırsat bulduğu her an kızının yanına koşup, kızını öpüp, Nazlısını da gördüğünden emin olup geri dönüyordu.
Şimdi olduğu gibi pusetinde uyuyan kızına yaklaşmış, elini koklamıştı. Sonra da Meyra ile tül kaplanmış bir bohçaya çiçek takan Nazlıyı baştan aşağı, aşağıdan yukarı süzmüş, geri çıkmıştı.
Çıkan adamın ardından bakan kadın cık-cıkladı.
"Böyle böyle kafayı yemezse iyi."
Süreyya katlayıp, fiyonkladığı mutfak havlularından başını kaldırıp, ne diyor anlamaya çalıştı.
"Efendim Züleyha."
"Halil diyom... Kafayı yiyecek. Manyak olup çıkacak yavrum."
Boş kapı ağzına bakıp, kızları gözledi bu sefer de Süreyya.
"Neden ki?"
Züleyha iç çekip, yerini beğenmediği bohçaları başka bir köşeye bıraktı ve üstten baktı.
"Biri cebine koyup, götürür diye saat başı içtima yapıyo sıpa. Kız! Nazlı!"
Kızına seslenince Nazlı başını kaldırdı.
"Bu kocan, tam olarak ne zaman düşecek yakandan. Elli dokuzuncu dakkayı, atmış etmeden kontrole geliyo."
Nazlı kıkırdayıp, uyuyan kızına bir bakış attı.
"Buranın havası iyi geldi anne. Uzun uyudu ya özelmiştir. Bilerek geliyor, uyandıramıyor kızarız diye ama çaktırmadan öpüp, dokunarak uyansın diye çabalıyor."
Güneşten sebep kısık kahkahalar elleriyle kapatılarak durduruldu. O gün tamamen çeyiz düzenlemeyle geçti. Ertesi gün ise başlı başına bir hengame sayılırdı. Davetiyede yer alan çeyiz ağırlama sebebiyle eş, dost, akraba ne kadar insan varsa ara ara ziyaretlerine başladılar. Tuhaf bir şekilde asıl beklenilen o gün de gelmedi.
Akşam Nazeninin lise arkadaşlarının gelmesiyle çeyiz odasında müzik açılıp, oynanarak eğlence yapılmıştı.
Ertesi gün ise akşam için büyük kaynı geleceklerini haber vermişti. Hep beraber hazırlanan sofralarla çok da yolu gözlenmeyen misafiri beklediler.
"Ne oldu zümrüt göz? Suratın düşmüş."
"Misafir misafiri sevmez, ev sahibi hiç birini sevmez kocam. Allah vere de edepleriyle otursalar. Düğün öncesi şerrimi üstlerine sıçratmasalar."
Yan yana oturan karı koca kendi seslerini duyacak bir tınıda kanuşuyordu. Asil Züleyhanın elini kavrayıp, sıktı.
"Sakin olmaya çalış. Çocukların güzel günleri burunlarından gelmesin. müdahale edilecek yer olursa bende dahil olurum."
Züleyha da kocasının elini sıkarak teşekkürünü böyle etmiş oldu.
"Aslan kocam... Asil sen dedenin yularını tut, ben öbür fırıldağı hallederim. "
"Kavga yok Züleyha. Çocuklar için bak!"
"Asil saç saça girişmeyecem kimseyle!"
Asil kısık, kısa bir kahkaha attı.
"Dilinle dövdüklerin kavgadan sayılmıyor mu?"
Züleyha omuz silkip, hiç bir şey demedi. Neyle karşılaşacağını bilmeden kimselere söz veremezdi.
Dışardan gelen seslerle herkes ayaklanmış oldu. Gurur mutfaktan elinde salata tabaklarıyla çıkınca millet niye ayakta anlamadı.
"Şahane bir ezme yapmış olmamın taktiri mi bu?"
Nazenin kıkırdayıp elindekileri aldı ve masaya yerleştirdi.
"Acısı bol olsaydı annem."
Züleyha salon camından görünen kişilere bakarak söylemişti bunu. Tahir ve Ünzile kapıya çıkmışlardı. Gurur annesine baktı ama onun kafası başka yerdeydi belli ki.
Nazenin Asafa bakıp dışarıyı işaret etti. Anne ve babası gibi gelen misafirleri onlar da kapıda karşılasa iyi olurdu. Beraber sofaya çıktılar.
"Asaf... Tatsız bir şey olursa sakın üzülme tamam mı canımın içi?"
Nazeninin çekingen sesiyle Asaf gülümsedi.
"Sıkma canını böyle şeylere güzelim. Çok canları istiyorsa söylesinler. Ben umursamıyorum."
Sesi gerçekten olabilecek en umursamaz tonda çıkmıştı. İlk dede girdi içeri. Şöyle bir suratsızca süzdü herkesi. Sanılanın aksine iş bozulsun falan istemiyordu o. Ama son zamanlarda sesi çok çıkan gelini ve ona destek veren oğlu gözüne batıyordu. Homurdanarak içeri doğru ilerledi. Nazeninle Asafa adettendir diye elini öptürüp, salona geçti.
Amcalar daha güler yüzle girdiler eve. Diğerlerinin aksine onlar durumdan memnundu. Evin ardındaki tarlaya yetersiz gelen ahır için ek ahır yapılırken, izleyici olmak, mal sahibi gibi işçilere emir vermek gayet güzeldi. Ünzilenin küçük eltisi de keyifle girip, selamlaştı. En sona gelen ve gelmemek için belli ki baya çaba verip, yenilen kadın girdi. Yaz günü omzuna aldığı şala sarınışı, gözünün kenarıyla bile kimseye bakmadan içeri geçişi ahvalini anlatıyordu.
Diğerlerinin aksine Dudu gerçeği görecek bir kadındı. Önceden kendi yağlarında kavrulan, ataya, büyüğe sesi çıkmayan kaynının ve eltisinin Nazeninin takıntısı yüzünden başına açtıklarını görüyordu. Saf kocası farkında değildi ama Tahir aldığı destekle hepsini bir bir silecekti. Hiç bir ihtiyacı kalmamıştı sonuçta onlara. Öyle ki aylardır ahıra yardıma gelin diye bir kere bile aramamıştı abilerini. Gerçi kimsenin gidesi yoktu ama önceden daralıp, bunalınca el mahkum arayan adam zerre tamah etmez olmuştu. Birde biti kanlanmıştı artık. Eskiden hayvanların süt parasını getirir kendi teslim ederdi. Şimdi kocası ya da Aydın gelip istemek zorunda kalıyordu. Büyüklenip, kendilerini adam yerine artık koymadıklarını göstermek için yapılan bir şey olduğunu koca evde sadece Dudu görüyordu.
Yeni ahır bitip de diğer hayvanlar geldiğinde Tahirin kazancı onken yüz olacaktı ama kendi on ineğinin verdiği süt aynı kalacaktı. Ünzile hanımın havasından geçilmezdi artık.
Nazenine öfkesi daha bir arttı. Okuma bahanesiyle gittiği yerden getirdikleri kırk yıllık düzeni darma duman etmişti.
Geçip yerine oturunca kimseyle muhatap olmamak için bakmadı. Gerçi edepsizler sonradan gelene hoşgeldin demeyi akıl edememişlerdi bile. Gözü bir ara çiyan gözlü kadına takıldı. Hafif meşrep kadınlar gibi kahkaha ata ata herkese bulaşıyordu. Şu kadar erkeğin içinde kocasıyla gülüşmekten hiç utanmıyordu.
Şöyle bir bakılsa hiç yakışık alır mıydı ailesiyle bunlar? Hiç büyüğün yanında koca adam bebeği öyle sevip, dolaştırır mıydı? Karısına verdiği yüzden elbet bir gün pişman olacaktı. Gerçi biri değil hepsi tuhaftı. El kadar bebenin oyuncağı olmuştu koca koca adamlar. Birbirlerinin ellerinden bebek kapmak ne oluyordu öyle? Hiç büyükle mi konuşuluyor, ev içinde yaşlı mı var demeden kahkaha ata ata dalaşıyorlardı birbirlerine. Gerçi böyle bir kadından da kendi Aydını gibi sessiz, efendi çocuklar olmazdı ya. Nazenin dahil üç kızı da gözünün altından süzdü. Kendinin gül gibi kızlarının yanında nasıl da oynak oynak geziniyorlardı. Hele Nazlı dedikleri kızın hiç hayası yoktu. Milletin içinde kocaya öyle gülünür müydü hiç?
Dudu kime ne dese boştu. Evin babası baba olacaktı önce. On yaşını geçmiş çocukları kucağında oturtan adamı mı sayardı bu ipsizler?
Bütün akşamını hiç sesi çıkmadan eve gelenleri izleyerek geçirdi. İşgüzar eltisi yüzünden de çeyiz odasına bakmak durumunda kaldılar. Salak kızları az daha ağızlarının suyunu akıtırsa eve gittiğinde burunlarından getirecekti.
"Bunları ne ara aldın Ünzile? Hiç haber de vermiyorsun? Bende yaptırırdım kızıma tülbentlerden."
Küçük eltisinin gösterdiği tülbent sepetine baktı Ünzile. Hemen gülümseyip Züleyhaya çevirdi başını.
"Yok abla, onları Züleyha getirmiş. İğne oyaları çok güzelmiş değil mi? Bende çok beğendim."
Nuray gözünün kenarıyla bahsedilen kadına bakmış, eğreti bir gülümseme yollamıştı. Bilmeden Dudu ablasının sinirini çekmişti hiç yoktan üstüne.
"Pek güzel olmuş, elinize sağlık."
"Sağolasın, sen söyle beğendiğini ben yaptırır, gönderirim kızına. Bizim oralarda pek işli kadınlar var. Benim artık çok elimden gelmiyo da yaptırıyoz böyle işte kızlarıma."
Beklediğinden samimi aldığı karşılığa daha gerçekçi bir gülümsemeyle karşılık verecekken yine eltisiyle gözgöze geldi. Yalandan bir teşekkürle başını çevirdi.
Çeyizde de bakılacak başka bir şey kalmayınca çay faslı için tekrar salona dönüldü. Dudunun kurt gibi kaynayan içi karşısında oturan çocuğa değdikçe daha çok bileniyordu. Kendi yeğenini beğenip, adam yerine koymamışken soyu sopu belirsiz adamı baş köşeye oturtmuşlardı.
"Yaz bitmeden hayvanları yerlerine yerleştiririz hacı amca. Tahire anlattım, biliyor. Benim kayınço da ortak olmak isteyince sayıyı büyüttük. Yerli besi bizim orda çok kıymetli. Sadece kendimiz için değil iki ahbabım içinde hayvan besleyeceğiz."
Çayından büyük bir yudum alan hacı başını salladı. Keyfi yerindeydi. Yüz hayvan diye başlanılan iş üç yüz büyük başa dönmüştü.
"Oh oh maşallah. Allah bereketlendirsin Asil Bey. İyi de nasıl bakılacak onca mal?"
Asil yönünü iyice döndü yaşlı adama.
"Sen merak etme, sistem modern olacak. İdare edecek de üç kişi ayarlayacağız. Günlük gelip sabah ve akşam hayvanların bakımları ve yemlenmesiyle ilgilenecekler. Tahir o üçünü denetlese bizim için yeter."
Hacı başını yine ağır ağır salladı. Sonra karşında kalan yeni damada dikti gözünü. Dudu hiç haz etmiyordu oğlandan. Gerçi soyu kim belli olmayışı onun da canını sıktı. Araya böyle büyük ortaklık girmese, hiç kapısından sokar mıydı da iş yabana atılacak gibi değildi.
"Senin de sesin hiç çıkmıyor damat."
Asaf ilk kez muhatap alıp, konuşan adama baktı.
"Konuşulanları dinliyorum efendim."
"Polis dedilerdi senden için ama pek bi mülayimsin. Kelepçe takabiliyon mu bari?"
Hacı dede kendi çapında komik olduğunu düşündüğü şakasına ilk kendi kahkaha attı. Peşine ise en çok sesi çıkan Yiğit oldu. Tam çay içerken hacının söyledikleri yüzünden çay genzine kaçmıştı. Halilin de Asafa sırıtarak, kardeşinin sırtına pat pat vurması sadece odadaki bir kaç kişinin anlayacağı bir espiriyi gizliyordu.
"Sen bakma onun mülayimliğine hacı amcam. Allah düşmanı etmesin onun."
Yiğit bardağını havaya kaldırarak Asafa doğru bir jest yapıp, söylemişti bu sözleri. Hacı da sırıttı.
"Polis diyonuz da e bu oğlan aylardır Adanada. Ne işi var orda? Bak işsiz güçsüz kaldıysa bilelim ha!"
Dudu konuşulan muhabbete olabildiğine konsantre olmuş, dinliyordu. Sahi bu oğlan nasıl polisti öyle? Adana da kız peşinde koşmayla, iş güç sahibi mi olunuyordu? Asaf ağzını açacakken bu sefer Halil girdi devreye.
"O sadece polis değil hacı amca. İkna edebilirsem yeni kurulacak şirketin temel taşı."
Sözler olabildiğine imalıydı. Duyan rica sanabilirdi, Asaf içinse sıkıyorsa ikna olmasın anlamı taşıyordu. Kafası karışan hacı bu sefer bu muhabbeti irdeledi.
"O nasıl işmiş? Mesleği mi bıraktı öylece?"
"Güvenlik şirketi kuruyoruz hacı amca. Asaf bu şirkette bizimle beraber olacak."
Zerre kadar anlamıyordu aslında ama şirket denildiğine göre o da büyük bir işti. Bu da bir hoşuna gitti. Sorana polis demektense şirket ortağı demek daha evla görünüyordu.
O ana kadar hiç sesi çıkmamış kadının da konuşası tuttu.
"Maşallah maşallah pek tutkunsunuz birbirinize. Ne işiniz olsa beraber yapıyorsunuz. Siz nereden tanışıyordunuz bizim taze damatla?"
O sırada Ünzile ve Süreyya ile sohbet eden Züleyha, kadının sesini duyar duymaz ağzındaki lafı yarım bırakıp yönünü döndü.
"On sekiz yaşımızdan beri beraberiz Halille yenge."
Dudu hmmm diye bir ses çıkarıp, baş sallamıştı.
"Sen yurttan çıkınca demek tanıştınız. Sahi on sekizden sonra o yurtlar çocukları yolluyormuş, sen ne ettin o zaman oğlum?"
Soruyu soran kişi Dudu olmasa masumhane bile kabul edilirdi şu cümleler. Züleyha gözlerini dikip, bakmaya başladı.
"Ben okumaya devam ettiğim için öyle bir sorunum olmadı yenge. Devlet okuyan çocuklara imkanlarını sunmaya devam ediyor. Okumuyorsa da iş bulup, hayatını kurtarması için imkan sağlıyor."
Şimdi oturup aldıkları eğitimleri anlatamayacağı için en makul olan açıklamayı seçmişti. Karşısındaki kadın yine başını sallayıp iç çekti.
"Zor tabi tek başına idare etmek. Maşallah pek güzel yarenlik etmişsiniz birbirinize. Anasız babasız büyümek zor. Sahi kaç yaşında hakkın rahmetine kavuştulardı ailen oğlum?"
Asaf bir kaç saniye dümdüz baktı. Bu muhabbet ne kadar ileri gider tartmaya çalışıyordu.
Asafın hayatı hep bir şeyler öğrenerek geçmişti. Şu son yedi ayda ise Asil eniştesi ona kendi elinde olmayan hiç bir şeyin yükünü taşımamayı, başkasının utanç duyması gereken durumları da üzerine almamayı öğretmişti. O yüzden hiç başını eğmedi.
"Bilmiyorum Dudu yenge. Beni yetiştirme yurduna bıraktıklarında yeni doğmuşum. Haklarında da bir bilgi olmayınca, tam manasıyla cevap veremiyorum size."
Züleyhanın dişlerinin gıcırtısı Nazlıya kadar ulaşınca Nazlının korkak bakışları bir annesi bir de Asaf arasında gidip geldi.
Dudu da gözlerini Tahire dikmişti. Kocasının sinirle bakan yüzüne hiç yönünü çevirmedi. Nerden geldiği belirsiz biri için verdiği sözden dönen kişi konumuna düşmüştü. Evin büyüğü olarak adam yerine konulmamıştı.
"Tahir! Ben yeğenimi dillendirince kırk soru sorduydun. O soruları damadına da sordun mu hiç?"
"Dudu!"
Kocasının sesiyle anlık baksa da geri gözlerini kaynına çevirdi. Hırsı içini deli gibi yaktıkça dili ağzında şişiyordu. Artık mesele sadece Fatihle olmayacak evlilik de değildi. Sünepe kızlarının Fatih yerine seçtiği artıktaydı!
"Ne oldu ki şimdi? Merak ettim bende. Benim yeğenimin yedi göbek soyu belliyken yediği lokmaya kadar sorduydun. O soruları başka da sordun mu Tahir?"
Tahir elindeki bardağı biraz şiddetli bıraktı sehbaya. Ortam bir anda buz kesmişti. İlk babasına baktı. Sonra evi dolduran misafirleri süzdü. Kimseye mahçup olmak istemezdi ama en çok oğlum dediği çocuğa mahçup olmaktan korktu.
"Sormadım yenge! Lüzum görmedim."
"Niye? Fatihin neyi vardı? En azından başın dara düşerse hesap soracağın anası babası var!"
Bu kadar pervasız bir soru tam da şu an sorularak neredeyse tüm ipleri de koparmış oldu. Tahir ağzını açacakken Asil girdi bu sefer araya. Belki karışmaması lazımdı ama denildiği üzere Asafın ailesi sıfatıyla buradaydı onlar.
"Bahsettiğiniz kişi yeğeniniz mi Dudu hanım?"
Şimdiye kadar tek kelamı olmayan adamın neden ona laf attığını anlamadı Dudu ama başını sallayarak onayladı.
"O zaman bir hayli güveniyorsunuz!"
Dudu öne düşük durun omuzlarını dikleştirdi.
"Elbet güveniyorum. Aydınımdan bir farkı yoktur Fatihin de."
Asil yine ağır ağır başını salladı.
"Kefil olursunuz yani. Öyle bir güven."
Bu muhabbet nereye gidiyor pek anlamadı ama yine başını salladı. Bu devirde kim kime kefil olurdu?
"Bende oğluma kefil oluyorum Dudu hanım. Şimdi Asaf önüme boş kağıt bıraksa düşünmez imzalarım. Tıpkı Gurur, Halil, Yiğit, Yağız gibi. Muhatap bir aile istiyorsanız biz onun ailesiyiz. Sizden rica ediyorum bir daha benim oğlumu böyle bir konuyla incitmeye çalışmayın! "
Asil yüzünü bu sefer hacı dedeye çevirdi.
"Ben bir konu hakkında tek sefer konuşurum hacı amca! Nazenin kıymetlimiz, gönlü incinsin istemem. Siz de akrabamızsınız, yüz yüze bakacağız. Ama bir daha böyle imalı bir konuşmaya tanık olursam, çocuklarımdan her hangi birine hadsiz bir söylem duyarsam benim akrabalık bağım Tahir ve Ünzileyle sınırlı kalır! Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Ben ailemin içerisine kalp kırıp sonra da bundan utanç duymayacak kimseyi dahil etmem!"
Asilin tek düze sesinde ne yükselme ne alçalma olmamış ve konuşmasını aynı seyirde bitirmişti. Hacı ağzını açacakken bu sefer Tahirin sesi duyuldu. Seslendiği Asildi ama gözleri karşısındaki kadından çekilmiyordu.
"Böyle laflar duymazsın bir daha yengemden Asil. Zira babası benim, anası Ünzile. Kimse kimsenin çocuğu hakkında ileri geri konuşamaz öyle değil mi? Yengem böyle bir laf daha ederse büyükmüş, emeği üzerimde çokmuş, hatırmış gönülmüş demeden evimin kapılarını yüzüne kapatırım dediydim ben ona, unutmuş! "
Sonra tüm bedenini, gözlerinin saplı olduğu kadına doğru çevirdi. Anlık sesi çıkmayan abisine baktı ama umurunda da değildi artık. Biraz evvel arkadaş, dost, dünür dediği bir adama karşı utandırılmıştı. Ondan da önemli daha üzerinden kaç gün geçtiği belirsiz kavga da Asafın kim olduğunu söylemişken yine aynı yere gelen konu epey canını sıkmıştı. Onun peygamberi öksüz, yetimlere babayken, kimse bunu açık yaraya tuz basma fırsatı göremezdi.
"Sana aylar önce de dedim yenge. Senin dilin evlatlarıma değdiğinde bendeki tüm emeklerin kaybolur gider. Senin lafların bu gün evladıma değdi!"
Dudu kaçıp durduğu kocasına o an baktı. Karşısında utanmadan ona had bildiren kaynını, misafir koltuğunda oturup, ev adamlığı yapan adamı gözleriyle şikayet etti. Ama basiretsiz kocası hırslı hırslı kendine bakmanın ötesine geçmiyordu. Bu sefer medet diye kaynatasına dikti gözlerini.
"Kötülük için mi diyorum baba? Sen de bir şey desene! Aldılar bu oğlanı getirdiler, parmağına yüzük taktılar. Yeğenim diye de yutturdular! Oğlanın doğuranı bile belli değil!"
Hacı ağzını açamadan Tahir ayaklandı.
"Abi! "
Sonra da abisine baktı
"Sizin misafirliğiniz bitti abi! Yengemi al, eve götür. Tansiyonu çıkmış besbelli. Dinlensin! Yormasın kendini buralara kadar artık!"
"Tahir hele bir dur sende. Yengen öyle demeyecekti."
"Önemi yok. Ne dediğinin de niyetlendiğinin de bende zerre kadar değeri kalmadı artık. Al karını evine götür abi!"
İlhan ne yapsa şu ortamı toparlayamazdı artık. Başını ağır ağır sallayıp, hırstan kızarmış suratıyla bakan karısına döndü.
"Toparlan!"
Daha kötü laflar etmemek için dilini ısırıp durdu. Ömrü boyunca ne çektiyse ağzına büyük gelen dilinden çekmişti karısı. Şimdi de o dil sebepleri olmuştu. Ama bunun hesabını evde soracaktı. Bu kadar adamın içinde rezil olduğu yeterdi.
Toparlanıp giden ailenin peşinden küçük eltisi ve kaynı da ne yapacaklarını bilememişlerdi. Kalkıp gitseler babaları oturuyordu. Kalkmasalar taraf tutmuş gibi görünüp, öbür tarafla araları bozulacaktı. Sessizce babalarının lafını beklediler. Hacı da aslında ne yapacağını bilemedi.
Gelini iyiydi hoştu da aklı kıttı. Hırsına yenilip, yağlı kapıyı sert kapatmıştı. Sanki biraz evvel ortalık karışmamış gibi Nazeninden çayını doldurmasını istedi. Sert geçen kışın Adana'da ki halini merak edesi tuttu. En olmadı eskinin adam boyunu geçen karına hasretini dillendirdi.
O saatten sonra pek muhabbet dönmemişti. Araya giren bir saat sonunda kalkan dede ve karı kocayla derin bir nefes alındı.
Züleyha yavaş yavaş Asile yaklaşıp, koluyla dürttü kocasını. Asil de yan bir bakış atmakla yetindi.
"Kocam ben dilimle dövüyom da sen sakat bırakıyomuşun. Maşallah evimin direğine."
"Çok hoşuna gidiyor değil mi kavgalar?"
"Tabi de gidiyo. Hele bi de hakkıyla yeniyosam değme keyfime. Ama maşallah çeke çeke içim geçti bu akşam. Herkesi nasıl da hizaya soktun."
Asil sonunda yüzündeki ciddiyeti kırıp, gülümsemişti.
"Fenasın zümrüt göz. Çok fenasın."
"Ne fenalığımı gördün Asil? Bak hiç bişey etmeden hanım hanım oturdum. Torun sahibi kadınım canım, köşemde izledim işte."
"Kadına oh çekmediğin kaldı Züleyha. Ben o bakışları bilirim."
"Valla kapıdan çıkarken bi an göz göze geldik orda bi oh dedim sanki de suratı alaf atan, o hırsdan beni gördü mü bilmiyom."
"Haddini bilir umarım. Fırsat bulursan Asafa bak karım. Kendi burda ama aklı uzakta. Canını sıktılar çocuğun en güzel günlerinde."
Züleyha dediğiyle başını çevirip ona bir şeyler söyleyen Gururu sonra da Asilin dediği gibi dinliyormuş gibi görünen ama boş bakan Asafı izledi.
"Lalet karı! Şu çocukların sebebi olacağını bilmesem orta sehbayı o yayık ağzına sokardım ben onun!"
Züleyhanın göz altından Asafı izlediği gibi Nazenin de durgun bir ruh haliyle bakıyordu. En sonunda dayanamadı. Kalbi sanki karşısında oturan kalp tarafından çağrılıyordu. Kimseye belli etmeden telefonundan Asafa mesaj yazdı.
Bir bahaneyle salondan çıkar mısın canımın içi???
Asaf cebinde titreyen telefonuna gözünün kenarıyla bir bakış atmıltı sadece. Sonra ikram diye konuşan ama tatsız ortam yüzünden tabakta öylece kalan tatlıdan eliyle bir lokma aldı.
"Ben elimi yıkayayım, geliyorum birazdan Gurur."
Ayağa kalkıp çıktığında, mutfakta hazır bekleyen kızda hemen odaların bulunduğu küçük koridora girdi. Asafı Meyra ve Süreyya ile kaldığı odaya çekiştirdi hemen. Ona itaat eden adamdan aldışı güçle de odaya girer girmez boynuna sarıldı.
"Asaf..."
Sesi inler gibi çıkmıştı. Nazenin kalbinde nefret barındırmayı pek beceremezdi ama birinden nefret edecek olsa bu yengesi olurdu. En sevdiğinin, kalbindeki kapanmayan acısını kanatmış olması çok zoruna gidiyordu. Yengesi anne ve babası belli olmayan dediği anda ayağa fırlayacakken annesi tutmuştu onu. Annesinin her daim güleç yüzü öylece babasına bakıyor, herhangi bir şey yapacak mı diye öylece izliyordu. Nitekim beklenilen olmuş ve babası asla yapmayacağı bir şey yaparak evindeki misafiri kovmuştu.
"Çok özür dilerim Asaf. Ben çok çok özür dilerim." Asaf boynunda sıkıca sarılı kolları yumuşatıp Nazeninin yüzünü görecek kadar geriye çekildi. Hafif bir tebessüm vardı simasında.
"Büyüm... Güzeller güzelim neden özür diliyorsun?"
İri gözlerini dolduran yaşlara şevkatle baktı.
"Bilerek canını yakmak istedi. Artık istemiyorum onu yakınımda. Gelmesin asla düğünüme falan. Canını çok yaktı."
Asaf yutkunup, alnına bir öpücük bıraktı Nazeninin.
"Nazenin bunlar olacak şeyler. Lütfen üzülme. Sen beni buraya davet ettiğin ilk günden beri bekliyorum zaten. Ben üzülmedim bebeğim."
Nazenin alnını çenesine yaslayıp, yüzüne aşağı akan yaşın kuruması için oyalandı.
"O zaman benim kalbim niye böyle çok acıyor? Ben sevdiğimi bilmiyor muyum?"
Çenesinde yaslı alna bir sürü öpücük bıraktı.
"Üzülmüyorum güzeller güzelim. Yenge annesi babası yok dedi Tahir babam ben kimin diye sordu? Sonra Ünzile annem var. Benim kendimi açıklamama bile fırsat vermeyen ailem var. Eniştemi ilk kez biriyle öyle konuşurken duydum ben. Ne olursa olsun misafir olduğu evde asla yapmaz, bunu diyecek kadar tanıdım artık. Ama bak o bile kendi çizgilerini benim için geçip, anlayana çok da ağır sözler söyledi."
Asaf tekrar Nazeninin yüzünü avuçlarının içerisine aldı. Burnunun üstüne minik bir buse bıraktı.
"Sandığının aksine oldukça keyifliyim Nazenin. Dudu yengenin dediği gibi kimsesiz falan da değilim. Asıl kimsesiz o. Bak eniştem ve babam neler söyledi ama destek olacak kimsesi yoktu orda. Beni kimin doğurduğunu hiç merak etmedim. Etmeyeceğim de. Ama kimin ailem olduğunu biliyorum."
Nazenine ninni gibi gelen sesiyle tane tane konuştu Asaf.
"Sen benim ailemsin Nazenin. Halam, eniştem, kardeşlerim, babam, annem... Hepsi benim ailem. Kimse beni burdan acıtamaz."
Nazeninin parlayan koyu kahve gözleri, hayran hayran bakan bakışlarıyla yüzündeki gülümseme daha da arttı. Üzüntüsü hafiflesin diye göz kırptı.
"Çok mu yakışıklıyım Nazenin?"
Bu cümleyi dudaklarına oldukça yakın bir mesafede söylemişti. Nazeninin iç çekişiyle gözleri kapandı.
"Çok yakışıklısın... Ama ben sendeki güzelliği daha çok seviyorum."
Dudaklarına sürtünerek söylenilen aşk sözlerinden sonra naif bir öpücük kondu Asafın dudaklarına. Minik minik öperek dudak çizgisini gezen kızın, verdiği hissi iyice özümsemek için gözleri kapandı.
Öpücük oldukça masumdu aslında ama sürünerek dudaklarında ilerleyen dudaklar, çok başka şeylerin de çağrışımını yapıyordu. Boğazını kupkuru edecek şeyler arzulatıyordu. "Nazenin" diye mırıldandı gözleri hâlâ kapalıyken.
"Canım..."
"Evleniyoruz..."
Nazenin sağ dudağının köşesini öperken söylemişti bunu. Anlık o köşede kala kaldı Nazeninin dudakları. Uzaklaşmadan o da konuştu.
"Evleniyoruz..."
Asaf işte o zaman gözlerini araladı. Nazenin hep gökyüzüne benzetirdi mavilerini. Şimdi dalgalar güzel bir okyanusu anımsatıyordu. Tekrar yutkunuşuyla hareket eden adem elmasına takıldı bakışları ve geri gözlerine çıktı.
"Nazenin ben... Çok sabırsızlanıyorum."
Nazeninin yüzünde kademe kademe bir gülümseme çiçek açtı. Sonra yakınındaki dudakları sürtünerek yanağına doğru ilerledi. Güçlü bir öpücük bıraktı Asafın özenle traşlanmış suratına.
"Bende çok sabırsızlanıyorum Asaf..."
Sonra geriye çekilip daha büyük bir gülümsemeyle bakıp kapıya doğru yürüdü.
"Çok kaybolduk ortadan, merak ederler" diye mırıldanıp çıktı. Asaf öylece bir süre kaldı. Yanağına dudakları çarpa çarpa kurulan cümlenin anlamı kendinin de ima ettiği gibiydi değil mi? Düğün için dememişti Nazenin. Emin de olamıyordu çünkü aklı sıcak dudakların yaydığı titreşimle biraz pusluydu.
Yok gayette Nazeninin nabzını yoklamak için sorduğu açık uçlu soruya aynı şekilde karşılık almıştı. Yoksa alamamış mıydı? Kızın etkisindeki aklı oyun mu oynuyordu ona?
Hep sınırları olan bir ilişkileri olduğu için pek bu konular üzerine konuşulmamıştı aslında. Gerçi zorlu geçen zamanda dört aydan fazla Nazenin Bursadaydı. Adanaya geldiği zaman ise Nazlı için o kadar korku içerisindelerdi ki kendilerini düşünecek zerre mecalleri yoktu.
Ama şimdi...
Başını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Evin diğer odasında anne ve babası otururken kızları hakkında böyle düşünmese iyi olabilirdi.
Sonra kapıya uzanan eli duraksadı. Benim de nişanlım ama diye mırıldandı. Hatta karım olmasına çok az kaldı demesini engelleyemedi. Kendi kendine gülümsediği gerçeğini es geçti.
"Benim karım..."
Giden dede ve küçük amca sonrasında biraz daha normale dönmüştü herşey. Bir sonraki gün kına yapılacağı için de kimse bir hadsizin lafının peşine düşecek kadar boş değildi. Özenle serilen çeyizler son misafirlerini ağırladı. Sonra yine özenle toparlandı. Adanaya, Nazeninin yeni evine gönderilmek için paketlendi.
Kına için ise erkekler kapı önünü ayarladı. Halil ve Yiğit sandalye masa düzeni yaparken Gurur ve Asaf ışıklandırma için asılabilecek her yere küçük fenerler astılar. Ses sistemi en az on kez kontrol edildi. Kına için hazırlanan müzikler sıralandı. İkramlar merkezde ayarlanmıştı. Kına saatinden önce ulaştı ellerine. Evin erkekleri içerde kendi hallerinde sohbet ederken kadınları kınalarını yakmak için kapı önünde olacaktı. Amasya kınalarında pek erkek bulunmazdı. Sadece kına yakılacağı zaman damat ve sağdıçları gelir, kınası yakılır, bir turda gelinle damadın oynayışı seyredilir geri gönderilirdi.
Meyra ve Nazlı odada giyinirken Güneş babasının kucağında geziyordu. Havanın güzel oluşu en çok Güneşe yaramıştı. Halil de prenses kızına anlayabilecekmiş gibi meyvelik kısmındaki ağaçları tanıtıp, kırklı bebeğine tavuk ve horozları gösteriyordu.
Nazlı ve Meyra hazır olunca hızla Nazeninin saçlarının yapıldığı odaya girdiler. Bindallısı asılı bekliyordu. Makyajı biter bitmez giyinecekti. Nazlı o arada kendi makyajını yapmaya başladı. Meyra da saçlarının sönen dalgalarını belirginleştiriyordu.

Bahçeden gelmeye başlayan müzik sesiyle ikisi birbirine bakıp sırıttı.
"Gurur ses sistemini deniyor."
Meyra başını pencereden uzattığında Yiğitle ortada oynayan çocuğa kahkaha attı.
"Oynanırken rahat mı diye zemini de test ediyorlar."
Nazlı rujunu sürüp, neyden bahsettiğine bakmak için pencereye doğru yürüdü.
"Deli bunlar ya. Ay Halil geliyor. Meyra sesten rahatsız olur mu Güneş? Kulakları minik benim kızımın."
Meyra yan yan baktı Nazlıya.
"Götünü millete dönmüş, babasının omzunda uyuyarak hiç birinizi zerre iplemiyorum diyen kızından mı bahsediyorsun? Nazlı dışarda dilara çalıyor senin kızın zerre takmadan uyumuş. Hayır evde hepimiz parmak üzerinde geziyoruz sesimiz çıkmasın diye uyumuyor. Buraya geldi geleli gözünü açık göremedik."
Nazlı biraz daha eğilip baktığında gerçekten kendilerine dönük yüzünde, gözlerinin kapalı olduğunu gördü. Halil akşam serinliği çıkar diye üzerine penye battaniye atmıştı. Eli de sürekli sırtında bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu.
"Ayyy çok tatlılar ama ya. Telefonum nerde benim. Çekeyim fotoğraflarını."
Meyra yana yakıla telefonunu arayan kıza başını salladı sadece. Aynı pozdan milyon tane yokmuş gibi yenisi çekmesine söylenmedi.
Nazeninin biten saçı ve makyajıyla, bindallısını giydirmeyi yine kızlar üstlendi.

Meyra geriye çıkıp baştan aşağı arkadaşını inceledi. Islık çalmayı ihmal etmedi.
"Nazenin kuşu, çok güzel oldun çiçeğim. Asaf bayılacak sana."
"Ayy güzel oldum mu gerçekten? Biraz bol mu oldu sanki? Ya bu oturuyordu benim üzerime, bol oldu gibi ya."
"Yok kızım ya! Ne bolu mis gibi oldun valla. Şanslı zibidi Asafın gözleri yerden toplarız artık."
Nazenin anlamamış gibi baktığında iki kız kıkırdadı.
"Erir diyorum erir. Dünden beri bir haller var zaten seninkinde. Gözünü dikip dikip bakıyor. Nikah sonrası çanları çalmaya başladıysa demek ki."
"Ya Meyra ya..."
Nazeninin cilveli bir kıkırtıyla utanmış yüzünü saklayışı yine güldürdü.
"Dalga geçme benim çiçeğimle. Çok güzel oldun bal peteğim. Meyra haklı, Asaf eriyecek. Yazık benim abime ya."
"Bu da ne abi meraklısı çıktı. Hayır böyle abi düşkünlüğün vardı zamanında Halile diyeydin ya."
Nazlı pis pis sırıttı ilk önce. Sonra da alt dudağını ısırıp göz kırptı.
"Ben vizyonu geniş, ön görüsü mükemmel bir kişi olduğum için hiç o topa girmemişim Meyroşum. Direk lalil menim oşşun diye noktalamışım konuyu."
Meyra kınayıcı bir bakış attı.
"Birde bana çirkef diye laf edersiniz! İki yaşında göz koyduğun adama yirmi ikinde nikah kıyıp, yirmi üçünde çocuk kondurdun kucağına be."
Nazlı gayet arsız bir gülüşle karşılık veriyordu. O çocuğu kucağa kondurana kadar çektiği hiç bir şey aklına bile gelmiyordu. Pencereye dönüp ortada kızıyla dans eder gibi sağa sola salınan kocasına baktı.
"Allahım çok yakışıklı."
Dalmış izlediği Halil rüyasından koluna vurulan elle uyandı.
"Allahın belası! Bakma şu adama şöyle. Valla tüm tüylerim ayağa kalkıyor. Kız Nazenin! Allahını seviyorsan üç beş ay korunursun. Ne olur yavrum, sık dişini hı. Asafa falan da güvenme, bu salak kocasına güvendi tüm ailenin içinden geçtiler."
Nazenin öylece baktı. Meyra aklına soktuğuna kadar hiç düşünmediğini fark etti. Tabi önce korunma gerektirecek hallere de girmek lazımdı değil mi? Niyeyse bu konuda kim ima yapsa Nazeninin gülesi geliyordu.
"Bana bak lan!"
Meyranın sert çıkan sesiyle daldığı düşüncelerden çıkıp öylece baktı. Gözlerini kısmış, kendini dikkatle izleyen kız elini ayağını dolaştırıyordu hep.
"Ya Meyra bakma öyle ne olur?"
"Nazenin?"
"Hı..."
"Siz Asafla konuştunuz değil mi yavrum bu konuyu? Çocuk hakkında ne düşünüyor biliyorsun değil mi çiçeğim? Gerçi o çocuk hakkında sen ne düşünüyorsun bilmediğimi fark ettim Nazenin. Söyle bal peteğim... Söyle canımın içi ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sende beni hemen teyze yapmayı planlıyor musun aşk bahçem?"
Böyle tatlı tatlı konuşuyordu ama nedensizce de bir ürperti geliyordu Nazeninin üzerine. Gözleri medet dilenir gibi Nazlıya değdiğinde onun da kaşları kalkıp, cevap beklediğini gördü.
"Allahım! Allahım sen bu kıza akıl ver. Kız siz yarın evleniyorsunuz ve hiç... Nazlı ben yanlış mı anlıyorum Nazlı?"
"Ya gitme kızın üstüne. Evlenince konuşurlar. Korkutuyorsun ama."
Meyra sonra tekrar Nazenine baktı. Gerçekten korku hissediyor mu emin olmaya çalışıyordu. Utanç vardı bakışlarında ama zerre korku yoktu.
"Allah akıl fikir versin Nazenin. Siz birinci seviyeden devam mı lan aylardır? Vallahi Asafda ki sabır beni bile çatlattı. Helal olsun taktir ettim ama. Elin kobraları gibi değil adam. Efendi uslu düğününü bekliyor."
Koluna yediği şaplakla Nazlıya sırıtarak baktı.
"Aferin Nazenin kuşu. Nazlı kötü örnek olmamış sana. Maşşallah benim Amasya elmama."
Nazlı gidip Nazeninin ardından sarkan tülü düzeltti.
"İki de bir laf soktuğun Nazlı, Nazenine değil ama sana kötü örnek olmuş demek ki zilli Meyra! Bize anlatmadığın cinsel hayatını konuşalım mı? Yiğit olmayan memeni dikizliyor da sık sık. Konuşturmak ister misiniz beni?"
İbrenin ona çevrilmesiyle sırıtan suratı kademe kademe düzeldi.
"Sen eskiden bu kadar şerro değildin Nazlı. Çok değiştin çok. Hadi çıkalım artık. Kocan sırtını görsün de sende Hilil bini biğinmiyir diye zırlama!"
Meyranın kaçar gibi odadan çıkasıyla iki kız kahkaha attı. Sonra Nazlı, Nazeninin eline uzanıp kavradı.
"Gece seninle sohbet edelim kuşum. Merak ettiklerin vardır, konuşalım olur mu?"
Konuyu bildiği için Nazenin bakışlarını kaçırıp gülümsemesini tutmak için dudaklarını ısırdı. Başını da ağır ağır salladı. Nazlının omzuna sataşır gibi omzuyla çarpması kıkırdamasını engelleyemedi ama.
Kına başladığında kalabalık artmıştı. Said sadece bilgisayar başında müzikleri ayarlıyordu. Diğer erkekler içerde, kendilerine hazırlanan sofrada keyifle atıştırıp, sohbet ediyorlardı.
Kadınlar ise çoğaldıkça coşkuları da artıyordu. İlk kızların zoruyla ortaya geçen Süreyya ve Züleyha herkesten çok oynamış, ayakları ağrımıştı. Bir ara mahsun bakan Ünzileyi bile keyfi yerine gelsin diye aralarına katmıştı. Aslında kız annesinin oynaması pek de münasip değildi ama Züleyha da münasip sayılan çoğu şeyi iplemezdi.
Eğlence devam ederken Nazlı içeri doğru yöneldi. Nereye gittiğini merak eden Meyraya doğru eğildi.
"Güneş acıkmıştır, emzireyim ben."
Meyra sırıtıp, giden arkadaşına baktı. Kadınlar rahatsız olur endişesiyle içeri erken giren kocası görememişti bakımlı Nazlıyı. Kına başlamadan önce de Züleyha ablası getirip, emzirmesini istemişti. Şimdi koştura koştura sadece kızını emzirmeye gitmediğini biliyor ve kahkaha atmasını engelleyemiyordu.
Nazlı içeri girince lavabodan çıkan Yağızı gördü.
"Hah ablacığım, senden bir şey isteyeceğim."
Yağız ablasına doğru yürüdü.
"Efendim abla. Meyve suyu mu getireceğim dışarı?"
"Yok! Yok balım. Sen şimdi Halil eniştenin yanına gidip kulağına ablam Güneşi getirsin dedi der misin? Acıkmıştır dayısı bebeğimiz. Ama Halile söyle direkt. Yüksek sesle söyleme."
Yağız anlayışla başını salladı.
"Tamam. Uyandı zaten Güneş. Ama ağlamıyor diye kucağında tutuyor eniştem."
Nazlı hızla başını salladı. O kadar giyinip, süslenmişti ama kocası rahat rahat görememişti bile Nazlıyı. Ayrıca yalan da değildi ki. Kızını emzirmesi lazımdı. Göğüslerine inen süt, ağrı yapıyordu.
Halil kucağında Güneşle salondan çıkınca, sadece camdan bir kaç saniye gördüğü karısına baktı. Etek boyu baya kısaydı. Kaşları biraz havaya kalktı. Pek sevmezdi Nazlı bu kadar kısa giyinmeyi. En azından kına kadınlar arasında derken Nazlının düğünde ne giyeceğini merak ederken buldu kendini. Tam o an başka bir ışık yandı kafasında. Bile isteye hiç elbise konusunun lafını geçirmemişti boncuk hanım.
"Halil kına yakılmadan emzireyim bebeğimi. Acıktı mı?"
Uzanıp kucağında ki minik kızını aldı. Henüz tam olarak göz koordinasyonu kuramadığından bazen gözleri kayıyor şaşı gibi bakıp, sevimli suratını daha çok tatlı hale dönüştürüyordu.
"Anneciğim...Işık prensesim. Acıktın mı sen bebeğim?"
Sonra dikkatle hala ona bakan Halille göz göze geldi. Beğenilmişti... Ama şimdi hiç farkında değilmiş gibi davranması lazımdı. Yoksa Halil kurnazı kendi için özenildi sanabilirdi. "Odaya geçelim mi? Ben çok yalnız bırakmayım Nazenini. Bu gün de sen ilgilen babası."
Ardını döndüğünde hızlı alınan bir nefes duydu. Gülmemek için kıvranan yanakları acımıştı. Sırtındaki dekolte ve fiyonk hoşuna gitti mi sormamak için dilini ısırması gerekiyordu.
Odaya girdiğinde çekyat olarak kullanılan koltuğa oturdu. Göğüs kısmı oldukça oturuyordu elbisenin. O yüzden bu şekilde açması pek mümkün değildi. Sonra Halilin çocuğunu beslemede ona yardımcı olabileceği geldi aklına.
"Halil... Omuzlarımdaki detay yüzünden göğsümü açamıyorum. Fiyonk kısmının ardındaki kopçayı açar mısın?"
Halil durgun bir ifadeyle Nazlıya baktı. Bilerek yada bilmeyerek defalarca canına okuduğu yetmiyormuş gibi şimdi de onu soyundurmasını istiyordu. Derin bir nefes aldı ve onaylar gibi başını salladı.
"Yardım ederim Nazlı... Güneşi emzir diye açarım elbiseni, ne olacak?"
Nazlının duyacağı kadar yüksek sesle başlayan konuşma ardına geçip fiyonka bakınca kesildi. Kürek kemiklerini tutan fiyonkun altında beşgen şeklinde bir dekolte vardı. Beline kadar iniyordu. Fiyonkun ortasındaki kopça açılınca ama üst bedeninin çıplak kalacağı bariz ortadaydı. Sabır diye inleyen nefsi için tekrar bir nefes aldı. Kopça açılınca tahmin ettiği gibi omuzlardaki askılar inmeye yüz tutmuştu. Ama beklemediği şey Nazlının o askıları da kollarından sıyırıp iyice kendini çıplaklaştırmasıydı.
"Nazlı! Nazlı ne yapıyorsun?"
Nazlı ensesine nefesi çarpan kocasının biraz yükselen sesiyle başını geriye doğru çevirdi.
"Ne yapacağım Halil? Kızımızı emziriyorum. Güneş emerken diğer göğsümden süt geliyor, elbisemi ıslatmasın diye çıkardım."
Halil onu azıcık tanıyor olmasa o kadar mantıklı bir açıklamaydı ki bu, inanabilirdi. Ama yüzünün yarısını gördüğü karısının o tebessümünü Halil kendini bildi bileli tanıyordu. Eziyeti yetmemiş gibi sırtına doğru akan saçlarını tek omzunda toplayıp, iyice görüş açısını genişletmişti. Kurumuş dudakları bir damla su diye kıvranıp, yutkundu.
"Nazlı... Nazlı sen hiç mi acımıyorsun bana?"
Mırıl mırıl konuşurken sağ omzuna doğru yaklaşmıştı dudakları.
"Ne yaptım ki Halil?"
Bir yandan bebeğini emzirirken gerçekten bir şey yapmıyormuş gibi çıkmıştı ses tonu. Ama sıcak nefesini ensesinde hissettiği kocası yüzünden tüyleri diken dikendi. Halilin tekrar "boncuğum" diye mırıldanışlarıyla dudakları aralandı.
"Çok güzelsin sevgilim."
Halilin ensesine değen dudaklarıyla dilinin ucunu ısırdı.
"Öyle miyim?"
"Çok hem de..."
Hareket etmiyordu ama ensesindeki o noktaya dudakları değmeye devam ediyordu.
"Bende yakışmamış galiba elbisem diyordum. Hiç beğendiğini söylemedin ya..."
Halilin gülümsediğini ensesindeki dudakların hareketinden hissetti. Resmen uyuşmaya başlamıştı o kısım.
"Çok güzel olduğunu biliyorsun boncuk. Bu yüzden salına salına oynuyor, aklımı sende koyuyorsun."
Nazlı omuzlarını silkip hiç Halilin ensesine yaptığı zulümden etkilenmiyormuş gibi göğsünü emen kızının başını okşadı.
"Günahımı alıyorsun Halil. Doğum yaptım ya çok çirkinleştim. Biraz süslenmek, güzel görünmek istedim sadece."
Boynuna doğru sürtünen dudaklar minik ısırıklar bırakmaya başladığında Nazlı biraz daha nazlanacak cümlelerini yarıda kesti. Halilin erkeksi, kısık kıkırtısı yüzünden karnına sancı girmişti ve bu mecalsiz bırakmıştı.
"Sen mi çirkinleştin Nazlı? Sen!"
"Öyle... Yorgunum ya sürekli, saçlarım, yüzüm hep darmadağınık."
Halilin çıplak sırtına vuran sıcaklığı hem çok iyi hissettiriyor hem de kalp ritminde sekmeye neden oluyordu. Birde elinin içi koluna değip, hafif hafif sürtündükçe yüksekten düşer gibi bir his sarıyordu içini.
"Sen beni bir kere benim gözümden görsen boncuk. Ah bir kerecik görebilsen. Anneliğin nasıl bu kadar yakıştığını, güzel olan yüzünün müptelası olduğumu ah bir kere görsen..."
Kolunda oyalanan elin tersi bu sefer sırtına aşağı kayarak inmeye başlamıştı. Bel oyuntusunda oyalandıkça Nazlı yeri gelirse söylerim diye aklına kazıdığı sitemleri unuttu.
"O zaman... Yani... Şey yapmıyorsun... Off... İlgilenmiyorsun... Şey için..."
Kafası böyle karışıkken nasıl mantıklı cümle kuracaktı ki? Unutmuştu işte. Halilin tekrar gülmesiyle daha çok sinirleri bozuldu.
"Gülersin tabi. Hoşuna gidiyor beni böyle darma dağınık edip sende yaprak kıpırdamaması!"
Sırtında oyalanan el, karnına doğru kayıp, Halilin göğsüne yaslanmasını sağlayınca duruşu istemsiz dikelmişti. Sağ omzunun başına bırakılan güçlü öpücüğü daha iyi hissetmek için gözleri kapandı.
"Ölüyorum aylardır hasretinden Nazlı. Yanına, yanınıza geldim hala zerre azalmadı. Bakarken bile özlüyorum. Öyle çok yorulup, yıprandın ki benimle ilgilen, beni de sev diye yalvaracak hale geldim ama ağzımı açamıyorum. Kızımız için çok çabalıyorsun, koskoca adamım ondan artanları bekliyorum geride."
Mırıl mırıl tıpkı Güneşle konuşurken kullandığı ses tonuyla söylemişti her bir kelimeyi. Nazlı kızını öyle iyi anlıyordu ki. Babası konuştukça neden sakinleşip, öylece tek bir yere bakıyor o kadar hak veriyordu ki...
Halil insafsızca hem kızını hem annesini büyülüyordu.
"Halil..."
"Hep adımı söylüyorsun artık..."
Nazlıdan ses gelmeyince devam etti.
"Nazlı bundan bile çok korkuyorum. Sevgilim demiyorsun hiç. Sana olan özlemim, tutkum buna deliriyor. Daha mı az seviyor beni diye içten içe bitiriyor. Benim boncuğum çok güzel aşk sözleri söylerdi. Şimdi hiç öyle seslenmiyorsun..."
Halil söyleyene kadar bunu yaptığının farkında bile değildi. Aylarca adını yüksek sesle hiç dillendirmediğinden belki şimdi bilinci dışında hep adını duyurmaya çalışıyordu kulakları.
"Kızgın mısın bana Nazlım? Affetmedin mi henüz?"
"Hayır... Yani kızgın değilim. Değilim vallahi. Anlıyorum ben seni. Yani neler yapmak zorunda olduğunu biliyorum. Değilim kızgın."
Uyumuş kızına odaklanıp, biraz kendini toparlamaya çalışıyordu ama olmuyordu asla. Tüm tüyleri acı verircesine sızlarken o dikkat Halilin konuşurken boynuna değen dudaklarından uzaklaşamıyordu.
"O zaman sana dokunsam kızmazsın değil mi boncuğum?"
Duydukları ve karnındaki elinin biraz daha aşağı kaymasıyla Nazlı kucağındaki kızıyla nasıl ayağa kalktığını bilemedi.
"Hayır hayır hayır! Düğün var hayır! Dışarda... Ay Allahım !"
Kaşları kalkmış öylece kendine bakan adamın karşısında üst bedeni çıplak, altını da sağolsun elbisenin dar belinin tutuyor olmasıyla kalakalmıştı. Kıpkırmızı yüzünü santim santim ürpertici bir gülümsemeyle izleyen kocasına kaşlarını çattı.
"Pislik! Hep aynısını yapıyorsun. Al kızını da geç otur yerine. Pisliksin Halil!"
Halilin sırıtması büyümüş bir halde ayaklanıp, uyuyan kızını kucağına alırken gözlerini de Nazlıdan çekmemişti. Tek koluyla sarmaladığı kızının başına bir öpücük bıraktı. Sonra boştaki eliyle Nazlının süt vermesi nedeniyle büyümüş göğsünde işaret parmağının ucunu gezdirdi. Nazlının elektrik yemiş gibi geriye çekilmesi ve hızla kollarını askıların içine sokması aynı anda gerçekleşti. Boncuk gözleri sinirle bakıyordu kendine. Ama bu sadece keyfini yerine getiren bir hareketti. Uzaklaşmış karısına iki adım daha yaklaştı.
"Benim sana olan düşkünlüğümü sorgulama Nazlı. Ucunu bucağını yakalayamazsın. Sana ne kadar hasretim emin ol göstermeyi çok isterdim. Kanamanın bir hafta önce bittiğini bilirken, sen karşımda yarı çıplak bana böyle bakarken kendimi durdurmak hiç kolay değil çünkü."
Uzanıp sağ şakağına uzun bir öpücük bıraktı karısının.
"Düğünde dilediğin gibi eğlen güzel boncuğum. Evmize gittimiz de çok daha fazla yorulacaksın çünkü. "
Halil kızıyla beraber kapıdan çıktığında bile Nazlı öylece ardından bakıp kalmıştı. Bacakları titriyordu sanki.
"Allahım ya..."
Sitem eder gibi çıktı sesi. Ardındaki fiyonkun kopçasını oldukça rahat bir şekilde takmıştı. Azıcık Halili sınamak için girdiği hallerde, yine perperişan kendi kalmıştı.
"Ya Allahım ama ya! Ben onu etkileyip, ardımdan bakarken nazlı nazlı salınarak çıkacaktım odadan ama ya."
Üstünü başını düzeltti. Odaya girince çıkardığı ayakkabılarını geri giydi. Dolabın yüzündeki aynadan kendine bakıp, tuhaf görünen bir yeri var mı diye kontrol etti. Sanki kendisine kızar gibi bir tur da aynaya söylendi.
"Vallahi bıktım ya! Öpmedi bile, düştüğüm hâle bak! Ya of ama Allahım ya!"
Söylene söylene çıktı odadan. Gidip Nazenine kına yakacak sonra da Halilin içinde oluşturduğu enerjiyi boşaltmak için saatlerce oynayacaktı. Malum Halilin bu konuda bir şey yapamayacağı ortadaydı.
Nazlı kapı önüne çıktıktan sonra kına için gerekli her şeyi hazırlamaya başladılar. Genç kızlar içerde ellerine mumları alırken Nazlı kına tepsisini tutmaya başladı. Meyra da kına yakılacağını erkeklerin olduğu yerde duyurup damadı ve sağdıçlarını çağırdı. Nazeninin yanına, Asaf için de yerleştirilen sandalyeye yönlendirdiler. Yiğit, Halil, Gurur ise Asafın ardında koruma gibi dikilmeye başladılar. Asaf kırmızı örtü yüzünden yüzü görünmeyen Nazenine kaçamak bakışlar atıyordu. Herkesin gözü üzerindeyken örtüsünü kaldırıp, ağlayıp ağlamadığına da emin olamamıştı. "Nazenin..." diye mırıldandı sadece. Nazeninden aynı kısık tonda adını duyunca yine etrafta dolanan bakışlarını kırmızı örtüye değdirdi. "Ağlamasan büyüm. Adetten diyorlar ama gözünün yaşını görmek istemiyorum." Asafın sözlerine Nazeninden kısık bir kıkırtı duyuldu sadece. Normalde çok duygusal biriydi Nazenin. Ama bu gece hep gülesi geliyordu. Çok mutluydu bir kere.
Malum kına gecelerinin vazgeçilmezi şarkı başladığında ise ortaya oturtulmuş, başına kırmızı duvağı örtülmüş Nazenin ve omzuna yeşil örtü atılmış Asafın etrafında şarkıyı söyleye söyleye döndüler. Nazeninin örtüsünü Meyra kaldırıp bakmış ama hiç ağlama emaresi göremediği kızla "ağlamıyor vallahi gülüyor bu kız" diye kahkaha atmıştı. Kınasını yakmak için kaynana olarak Züleyha geçti karşısına.
"Kız niye ağlasın? Buldu efendi, yakışıklı, maviş oğlumu gülecek tabi. Gül annem sen, gel yakalım biz kınanı."
Züleyhanın yüksek çıkan sesini duyanlar da güldü. Geçip karşısına oturduğunda iki avucuna da altınını bırakıp, dualarla parmağının ucuna aldığı kınayı avuç içine bıraktı. Züleyha köşede gözünün yaşını eşarbının ucuyla silen Ünzileyi görünce sanki gelin almıyormuş gibi ahiretliğine eşlik edecekti. Ama kimsenin de ağlamasını istemiyordu.
"Bak bak bak! Millet kınamasın diye nasıl da ağlıyomuş gibi kenardan izliyo kızını. Ünzile nur topu gibi bi oğlun daha oldu bacım, hayırlı uğurlu olsun."
Nazeninin elini sardıktan sonra Asafa geçti. Serçe parmağını kınalarken bile isteye sesini duyurarak konuşmaya devam etti.
"Oy halası sevsin bunu. Maşallah oğluma. Kız Ünzile, gül gibi damadın oldu vallahi bacım. Ağlayacağına oku çocuğuma, nazar değecek valla."
Hiç böylesi kaynana görmeyen insanlar ilk bir şaşırmışlardı ama Züleyhanın hallerine de gülmeden yapamamışlardı. Ünzile de yanlarına gelip kızının başının üstüne öpücük bıraktı. Sonra Asafın omzunu sıkıp onun da başını bir anne şefkatiyle öptü.
"Akşamdan beri okumaktan adam akıllı ağlayamadım bile Züleyha. Maşallah benim çocuklarıma. "
Geriye çekildiğinde Asaf da Nazeninin örtüsünü açmış, bir kaç saniye güzel yüzüne bakıp alnına küçük bir öpücük bırakmıştı. Yiğit ve Gururun ıslıklarıyla alkışlar da yükseldi. Kısılan müzik sesi son ses açılıp gelin ve damadı ortaya çektiler. Dışarda eğlence dururken babasının yanında sıkıla sıkıla oturan Gururun ceketini çıkarmasıyla gözler ona döndü.
"Gel abi gel! Yaşlı dinlemekten içim çekildi. Adana rüzgarı estirelim Amasya topraklarında."
Bağıra çağıra ortaya geçip oynamaya başlayan çocuk Yiğit ve Halile kocaman bir kahkaha attırmıştı. Halil, Güneşi babasına bırakıp çıkmıştı dışarı. Ceket de giymemişti zaten. Katlı kollarıyla didişip durduğu Gururun karşısına geçti. Yiğit de kendi ilerlerken ensesinden yakaladığı Meyrayı kattı önüne.
"Tabi oğlum ne sandın? Adanalılar nasıl gelin alıyor görmesin mi millet?"
Hem oynayan hem ıslık çalan ikiliyle diğerleri de coştu. Şarkılar değişti ama hiç oyun olanı boş kalmadı. Oynamaktan pek anlamayan Asaf bile ortada alkış tutarak Nazeninin etrafında dolaştı.
Ünzilenin "ayıp" söylemlerini zerre takmayan Züleyha, Süreyyayla aldılar ortalarına kızlarının gelin oluşunu, oğullarının damatlığını kutladılar. Gece yarısına kadar da devam etti kına eğlencesi.
Gece Nazenini yakalamaya çalışan kızlar kendilerinden kaçıp anne ve babasının odasına giren kıza kahkaha atmışlardı. Nazlı sana ders vereceğim dediğinde "ben okudum her şeyi, ne yapmam gerekiyor biliyorum" diye cırlamıştı. Nazlı kaşlarını kaldırmış öylece bakarken Meyra sırıtmıştı. Bu gece anne ve babasıyla uyuyacak kızın ardından baktılar. Nazlı "teori ve pratiğin ne kadar farklı olduğunu yaşayarak öğren kuşum" diye söylenirken koluna bir şaplak yedi.
"Senden ders almadığı iyi oldu. Kızı zavallı Asafın üstüne lava dönüştürüp salardın ilk geceden. Kuduruk boncuk, kimseye akıl falan verme sen!"
Nazlı kaşlarını oynatarak Meyraya sırıttı.
"Fena mı olur işte? Asaf bulduğu nimetin şükrü için teşekkür etsin bana."
Meyra ters ters baktı.
"Libidona sıçayım senin Nazlı! Yürü git yat artık. Halile cilve yapacaksın diye kıvırmaktan fıtık oldu belin."
Nazlı önüne düşmüş saçlarını iki yana atıp yine sırıttı.
"Haklısın çiçeğim. Gideyim de kocam kopçamı açsın, ay elbisenin kalıbından göğüslerim sızladı. Rahatlasınlar biraz."
Meyra öylece kırıtarak giden kuduruk boncuğun ardından baktı.
"Kaç gün oldu lan bu kız doğuralı?"
Parmaklarını hesaplar gibi saydı. "Otuz dokuz olmuş" diye mırıldandı. Güneş hanımın kırkı Nazenin teyzesinin düğününe denk geliyordu.
"Ha otuz dokuz ha kırk diye inşallah milletin evinde bir boklar yemezsin Nazlı. Yan odanda ben yatıyorum zerre acımam duvarı yumruklarım Allahın azgın lohusası!"
Söylene söylene annesiyle kaldığı odaya girdi.
Ertesi gün tam bir curcunayla başladılar güne. Merkezde tutulan salona gidilmek için ayarlanmış otobüsler geldi önce. Ayak üstü kahvaltı yapıldı. Erkekler kontrol edilmesi gerekenler ile ilgilendi. Kadınlar toplanıp ayarlanan kuaför salonunun yolunu tuttu. İşi biten, Güneşi avutma sırasına giriyordu. Nazenin ise her an bayılacakmış gibi bir heyecanla kim ne derse onu yapmanın peşindeydi.
Bakımları bittikten sonra saç ve makyaja geçilmişti. Daha dış çekim yapılacaktı. Saatini kaçırmadan hazır olması için kaç kişi uğraşıyordu. Züleyha, Süreyya ve Ünzilenin işleri hepsinden önce bitti. Nazlı kızını son kez emzirip annesine verdi. Her ihtimale karşı sabah gelmeden süt sağmıştı.
"Anne bir şey olursa ara sen, ben gelirim. Uslu duruyor ama belli de olmaz. Babası da yok tutamazsanız hemen ara."
"Korkma annem, hakkından gelirim ben bu boncuğun. Gel kız buraya."
Güneşi kucağına alıp, çantasını da omzuna taktı. Meyra da fırsattan istifade hemen öpmüş geriye çekilmişti.
"Zülüşü yorma teyzesinin pıtırcığı. Dünya kaç bucak kırkının çıktığı gün belledir sana "
Kıkırdayıp Züleyhaya göz kırptı.
"Essah kırkını da düğünlerde oynarken çıkaracaz bal kızım. Oy kurban olsun Zülüşü bunu verene."
"Kandırma bizi kadın. Bunu bile bilerek ayarlamışsındır sen. Züleyha Sulhanın torunu, herkeslerin çocuğu gibi komşu gezmesinde kırk uçurmuş dedirtmezsin sen."
Meyranın dedikleri pek hoşuna gidince salınır gibi iki yana çevirdi bedenini.
"Bak nasıl biliyo kaynanasını? Kıskanma annem senin bebenin kırkını da Gururu everirken uçuracam. Hevesin kalmasın annem."
Yine bir şekilde kendine çarpan lafla iç çekti Meyra. "Ben seninle baş edemem Zülüş. Sal beni ne olur? Sal be kadın."
Yine kahkaha sesleri Meyranın serzenişini örttü. Anneler, Güneşi de alıp Gururun kornaya basmasıyla çıktılar dışarı. Kızlar da son hazırlıklar için Nazeninin gelinliğini giymesinde yardımcı oldular.
"Ay ben çok heyecanlıyım. Of düşmem değil mi? Düşecek gibiyim ben Nazlı."
Duvağını düzelten Nazlı tebessümle baktı arkadaşına. Heyecanını o kadar iyi anlıyordu ki.
"Hiç bir şey olmayacak sana çiçeğim. Ama seni gören Asafın inşallah dili tutulup kalmaz."
Nazenin utangaç bir tebessümle baktı. Hem çok güzel olduğunu duymaya ihtiyacı vardı hemde söylendiğinde utanç hissediyordu.
Çalan korna sesleriyle gözleri hemen kapı tarafına döndü.
"Geldiler! Vallahi geldiler. Rujum güzel oldu mu Nazlı? Öbürünü mü sürseydim ki?"
Telaşlı haline iki kız kardeşi sadece tebessümle baktı. Önde Asaf gerisinde de Halil ve Yiğitin girmesiyle Nazenin ardını dönüp minik bir tebessüm gönderdi sevdiğine.

Nazenin öylece elinde çiçeğiyle beklerken karşısındaki mavi gözler nereye bakacağını şaşırmış gibi her tarafında dolaşıyordu. Çok sonra yaklaşması gerektiğini akıl etmiş gibi ilerlemeye başladı. Onları ilgiyle izleyen herkesten soyutlanmış, sadece birbirlerinden asılı kalmışlardı.
"Çok... Çok güzelsin sen."
Asaf bunu iltifat etmek için söyler gibi değildi. Daha çok hayret vardı kelimelerinde. Nazenine gelinliğinin fotoğrafını göstermesini istemişti bir kere. Uğursuzluk getirir diye göstermemişti. İyi ki de göstermemişti.
Böyle bir güzelliği düşünmekten günleri geçmezdi ki. Mavi gözleri zerrelerine kadar inceliyordu. Karşısındaki efsun, onun karısı olacaktı.
"Ben bu kadar şanslı olamam Nazenin. Aklımın oyunu gibisin."
Titrediğinin bile farkında olmadığı elleri gözlerine değdiği anda kaçan gözleri daha iyi görebilmek için yüzüne uzandı. Avuç içiyle kavradığı yüze daha da yaklaştı. Ceylan gibi gözlerine bakıp gerçekliğinden emin olmak için kalbine izin verdi.
"Se... Sende çok yakışıklı görünüyorsun."
"Yanına yakışacak kadar değil... Asla güzelliğine yetişecek kadar değil kara saçlı büyüm."

Sözcükleri bittiğinde dudakları alnına yaslanıp bekledi. Kokusunu derin derin soludu. Yoldan çıkan kalbinin soluklanmaya çok ihtiyacı vardı. Hiç hayalini bile kurmadığı o virajı dönüyordu. Yol onu düşünmeye bile cesaret edemediği bir yere taşıyordu.
O gün neredeyse Halille, Bursa'ya gitmeyecekti. Neredeyse hayatının en büyük şansını kaçıracaktı. Halilin ensesine yapışıp, onu da sürüklediği yolun cennete götüreceğini bin yıl düşünse akıl edemezdi.
Heyecanları her yanlarından akan ikili, bırakılsa saatlerce birbirlerini izlerlerdi. Yiğitin araya girip dış çekimi hatırlatmasıyla kendilerine gelebildiler. Nazenin koluna girdiğinde yada Halilin kullandığı arabayla çekim yapılacak alana gelene kadar gözlerini bir an bile çekmedi müstakbel karısından. İçinden sürekli bir ses bu kadar şanslı olmasının mümkünü olmadığını fısıldıyordu. Asaf gibi bir hayat yaşamış insanların böyle güzel bir şeye sahip olmalarına imkan yoktu.
Ama yaşıyordu da. İmkanı olmadığı için asla hayal etmediği o şeyi Asaf şu an yaşıyordu. Ve Çekimler sırasında sürekli eli ayağı şaştı. Nazenin ona yaklaştıkça, sarıldıkça ya da poz vermeleri için birbirlerinin kişisel alanlarını zorladıkça oldukça karışıyordu. Saniyeler içerisinde bir kaç bıçağı aynı alana fırlatabilen refleksleri körelmiş gibi ellerini kontrol edemiyordu. Fotoğrafçının "sarılmayı bırak artık" uyarısını duyana kadar ellerini Nazeninin üzerinden çekemiyordu bile.
Sonra yine arabaya binildi. Nazenin dikiz aynasından gözgöze geldiği Halile soru sorar gibi bakıyordu. Karşılık olarak onay işareti aldığında gülümsemesi büyüdü. Asaf ise gitmeleri gereken yolu kullanmadıklarını fark edince Halile baktı. Nazlı da kıpır kıpırdı.
"Halil?"
"Efendim."
"Yol yanlış!"
"Değil."
Nazlının kıkırtısı büyüdüğünde ne döndüğünü anlayamadı.
"Nereye gidiyoruz."
Nazlı koltuk arasından uzanıp ardındaki Asafa baktı.
"Gelinin sana bir hediyesi var abicim. Sabırlı olursan çok sevinirim."
Asaf kaşları kalkıp bir halde bu sefer Nazenine baktı.
"Sabırlı ol canımın içi."
Sonra yolun eve doğru evrildiğini fark etti. Bir şey unutup unutmadıklarını aklında sorgularken araba evin önünde durmuştu. Nazlı hemen çıkıp, Nazenine yardım etmek için indi aşağı. Halil ve Asaf da indiğinde hala soru soran bakışları bir cevap bulamamıştı.
"Güzelim?"
Nazenin önüne doğru ilerleyip başını eğdi ve tatlı tebessümüyle alttan alta Asafa baktı.
"Sana bir sözüm vardı, tutmak istiyorum Asaf."
Başını kaldırıp ona bakan maviliklere değdi hareleri.
"Endüriz ağacının altında bir fotoğrafımız olacaktı seninle. Yapacağımız aile albümünde ilk sayfada olmasını istediğim fotoğrafı çekinmek için geldik."
Unutmuştu!
Gerçekten verilen o sözü Asaf unutmuştu. Nasıl unuttu aklı almıyordu ama Nazenin diyene kadar hiç düşünmemişti. Yüzünde kademe kademe büyüyen gülümsemeyle elini tutup onu yürüten kıza baktı.
Aile albümlerinin ilk fotoğrafı için adımlarını hızlandırdı. Bahsedilen büyük ağacın altına geldiklerinde daha yeni yeni siyahlaşmış endürizlere baktı. Çoğu yerde şifa olarak kullanılan, bir çok derde deva diye yetiştirilen endürizlerin tüm dertlerini nasıl ondan alıp gittiğini izledi.
Nazlının yanında getirdiği fotoğraf makinasıyla ilk yanyana bir resimleri oldu. Sonra ise daha fazla dayanamadan Nazenine döndü yüzünü. Onu gördüğü ilk andan beri yapmak istediği şey için daha fazla dayanamadı. Dudaklarını güzel dudaklarına değdirip, kokusunu soludu.
"Sen bir insanın başına gelebilecek en güzel şeysin. Nazenin bilsem ki sana gelecek yollar için tüm geçmişim yalnızlık içindeymiş, zerre kadar üzülmezdim. Ve sana yemin ederim ucunda böyle bir mükafatın olduğunu azıcık düşlesem sevinçle kabullenirdim bende eksik olan her şeyi."
Dudakları bu sefer çok daha güçlü bir öpücük bıraktı sevdiğine. Sevgilisine... Ailesi, geleceği, sürekli dillendirdiği gibi büyüsene...
Oradan sonra her şey çok daha hızlı ilerledi. Düğün salonuna girişleri, nikah masasında ikisinin de sesleri titreyerek evet deyişleri...
Bütün akşamları deli gibi eğlenerek, gülerek, oynayarak geçti. Gururun halay başını kimseye bırakmadığı, Yiğitin Meyradan bir adım uzaklaşmadığı düğünde Halil ve Nazlı dans ederken bile kızlarını aralarında tutmuştu.
Nereye baksa evlatlarının mutluluğunu izleyen Asil de Züleyhasını kendine yaslamış, keyifle akşamını yaşıyordu.
Gece geç bittiğinde Asil ve ailesi merkezde kalacaktı. Ertesi günkü gelin almaya hazırlık yapılması lazımdı sabah erkenden. Nazeninin de anne ve babasıyla bekar olarak geçireceği son gecede sakinliğe ihtiyacı vardı.
Tahir ve Ünzile yirmi üçlerindeki bebeklerini dün olduğu gibi yine aralarına aldılar. O sırada Musapın pıtı pıtı adımları, Saidin ise geride dursa da odanın içine uzanan başıyla büyük yatak üç evlat ağırladığından daraldı.
Yarın kızlarını yeni bir hayata yolcu edecek anne ve baba üç çocuğuna sıkı sıkı sarılarak yattılar. Üç evladın aksine anne ve babanın zerre uyumadan çocuklarını izlediği, kısık sesle doğduğu anı yaad ettikleri bir geceydi.
Ertesi gün kalkılıp, aceleyle kahvaltı yapılması ve gelin uğurlamaya gelen eş, dost, akraba tarafıyla erken başlamıştı. İlhan en azından ele güne karşı ayıp olmasın diye gelin uğurlamaya Duduyu getirmesi gerektiğini söylemek için aramıştı ama Tahir sözünü bitirmesine müsade etmeden "yorulmasın buraya kadar yengem" deyip kapatmıştı.
Kendine olanı zaten kabul etmişti. Yumuşak kalpli karısı da ona destek olmak için yıllardır her sözlerini yutmuştu. Ama bardak kırılıyordu. Alabildiğinden fazlası yüklenirse o bardak mutlaka kırılıyordu. Evlatlarına sıçramış sular bardağı darma dağın edebiliyordu.
Dışardan gelen korna sesleriyle kalabalık kapıya üşüştü. Bir sürü araba sıra sıra kapının önüne geldiğinde kornalar devam ediyordu.
Nazenin heyecanla gelinliğinin eteklerini toplayıp pencereye yaklaştı. Gelin arabasının ardına sıralananlar teker teker çıkmaya başladı. Nazlı, Meyra, Gurur, Yiğit hatta Züleyha ve Süreyya ablası bile ayrı ayrı araçlardan çıkarken Nazlının doğumunda gördüğü iki adam ve daha önce görmediği bir kaç kişi daha inmişti aşağı. Gelip Asafa sarılanların onun yaptığı işte arkadaşı olduğunu anladı.
Sonra arkadan gelen kısa kamyonetten beş farklı davulcu ve zurna çalan kişiler inmiş, insanın kulağını zorlayacak bir gümbürtüyle çalmaya başlamışlardı. Kıkırtısına engel olamadı. Züleyha ablası davul sesinin yengesini zıplatacağını söylerken asla abartmamıştı.
Adettendir diye beline kırmızı kuşağını Said bağladı. Musabın asılan yüzüyle bir turda ona bağlattılar. Bu adetin aslını biliyordu Nazenin. Gününe evrilen anlamı için kullanılmadığından keyifle de eşlik etti bu adete. Gayret kuşağı derlerdi ona. Gelinin yeni hayatındaki gayretini temsilen bağlanırdı insandaki gücü simgeleyen bele. Yeni ailesine harcayacağı gayreti, bağlılığı, inancı, sadakati, sevgiyi temsil ederdi.
İçeri giren erkek tarafıyla Nazeninin duvağı örtülmüş, üstüne kırmızı örtüsü atılmıştı. Düşündükçe bile hemen gözlerini dolduran o ayrılma anı şimdiden genzini yakıyordu. İçeri ilk Asaf girdi. Yanına yürüyüp, yüzü görünmeyen gelinine baktı. Sonra Züleyha ve kızlar yakınlarına geldiler. Ayrılık vakti geldiği için iç çekti Nazenin. Kardeşleriyle sarıldığında gözleri yaşlı annesine bakmak öyle zordu ki. Sıkı sıkı sarıldı annesine. Ünzilenin her ağzı açıldığında yeni hayatındaki mutluluk için dualar döküldü. Asaf da annesinin elini öpmüş, sıkıca sarılmıştı.
Nazeninin en zorlandığı kısım babasının karşısında beklemek oldu. Öpmek için uzandığı eli, babası tarafından tutulmuş ve öpülmüştü. Tahir örtülerin üzerinden kızının başına da yasladı dudaklarını.
"Çok mutlu ol kara kızım. Layıkıyla babalık edemedim belki ama sen helal et hakkını."
Nazenin "baba" dedikten sonrasını getiremedi. İç çekişi hıçkırık olarak duyuldu. Kınasında bir türlü akmayan yaşlar şimdi sağanak gibi yağıyordu.
"Babacığım."
Tahirin bedenine sıkı sıkı sarıldı.
"Güzel kızım benim. Allah yolunuzu, bahtınızı açık etsin. Her daim açık kapımız. Kocanın elinden tutup, sürekli gelin. Yollarınıza hasret bırakmayın bizi."
Tahir kızı daha fazla üzülmesin diye kendini zorlaya zorlaya geriye çekildi. Bu sefer Asafa döndü yüzünü. Gözleri sızlıyordu ama baba olarak ağlamak istemiyordu. Bir evladı daha olmuşken neden ağlayacaktı hem?
"Sana kızımı emanet etmiyorum oğlum. Ben iki evladımı birbirine emanet ediyorum. Nazeninin olduğu gibi senin yerin de hep bu evde hazır. Seni uyaracak kelam da etmem. Gözünde kıymetini gördüm çünkü. Güzel bakın birbirinize. Ahiretin cennetine denktir dünyada eşin güzelliği. Cennet olun inşallah. Gözümden sakındım kızımı, sende sakın evladım."
Asaf uzanıp elini öptü ilk. Sonra da Tahiri beklemeden sıkıca sarıldı. Geriye çekilip babasının gözlerine baktı.
"O bizim kıymetlimiz baba. Senin sakındığına denk becerebilir miyim ama ilk geldiğimde sana verdiğim sözü ölsem unutmayacağım."
Züleyha gelin alan o değilmiş gibi Ünzileye sarılmış göz yaşı döküyordu. Hiç gelemezdi zaten o böyle duygusal anlara.
"Kurban oluyum ağlatman beni! Kız alıyom gözümde yaşın işi ne benim?"
Dağılan duygusal havanın etkisiyle Nazlı da parmağının ucuyla gözünü sildi.
"Annem şu an bizi sepetleyip sizinle gideceği İzmir tatilini düşünüyor Ünzile abla. Ağlayıp dikkatini dağıtıyoruz hepimiz."
Nemli gözlerin aksine gülümsetmişti bu yorum hepsini. Züleyha düğün sonrası Süreyyayı bahane ederek kısa bir tatil planlamıştı. Geride kalan anne babanın evde boş boş üzülmesini en iyi böyle engellerdi.
"Hiç doğru düzgün yaz vakti gidip de keyfini süremedim. Süreyya bizi iyice bi gezdirir ele Süreyya?"
"Çok güzel olacak vallahi. Sen hiç gelmedin evime Ünzile. Bu sayede sonunda seni de ağırlayacağım." Ünzile eşarbının ucuyla gözünü kurulamış, başını sallamıştı. Züleyha kolunun altında kalan bedenini daha bir sararak kavradı taze kaynananın.
"Kız ordan da Adana sefası süreriz sizle. Bunlar da ne halleri varsa görsünler. Hem daha ben yerinde inceliyecem bazı şeyleri."
Bunu Süreyyayı süzerek söylemiş, Yavuz Bey mesajını alttan alta giydirmişti. Bu ima Ünzilenin de hoşuna gitti hemen.
"Değil mi bacım? Yerinde görmek daha münasip olur. "
Dağılan hüzünlü havayla sonunda gelin çıkarma da sorunsuz geçti. Hacı dede oturduğu yerden el öptürme dışında pek dolaşmadı ortada. Küçük amca da misafir gibi geldi gitti. Büyüğün gelecek hali kalmamıştı artık.
Kapı önüne çıkıldığında davullar tekrar çalmaya başladı. Sese uyanıp babasının kucağında öylece duran kızına doğru koşturarark yürüdü Nazlı. Akıl alır gibi değildi ama bu kadar gürültü resmen hoşuna gidiyordu. Davullar çaldığında Güneş korkacak diye aklı çıkmışken, arabada sıkılıp ağlamaya başlayan kızı susmuştu hemen. Birde anlıyormuş gibi küçük boynunu dikip etrafa bakınıyordu.
Asafın görev arkadaşlarının tamamı düğüne yetişemeseler de gelin almaya gelmişlerdi. Boylu poslu erkeklerin davul etrafında bir tur oynayışını misafirler ağızları açık izledi. Hepsi aldığı eğitimler yüzünden diğerlerinden ayrılan bir kütleye sahipti. Dikkat çekmemeleri imkansızdı. Kızların kıkırdayarak izleyen bakışları, yaşlıların maşallahları arasında davulun hakkını verircesine Yiğit ve Gururun da dahil olduğu dokuz erkek ortalığın tozunu kaldırdı. Avcı gelin arabasına Halilden önce atılıp binmiş ve kornadan elini çekmeden konvoyu başlatmıştı.
Merkeze kadar gelin alayı kornalarla ilerledi. Dün gece kaldıkları otele ulaştıklarında Halilin eski ekibi yeni damadı tebrik etti. Sonra ise görev tanımı değişen liderleri kobrayla sarıldılar. Avcı ve Mahir yeni düzende Halilin yanındaydı ama diğerlerinin saha görevi bitmemişti. Denk geldikçe görüşme sözü vererek ayrıldılar otelden.
Gelin ve damat burdan hazırlanıp balayına gitmek için yola çıkacaklardı. Yiğit, Meyra, Halil, Nazlı, Gurur Adanaya dönecekken Züleyha ve Asil çocukları da alarak planlanan İzmir tatili için Tahirlere geçeceklerdi.
Nazenin ve Asaf onlar için tutulan odada hazırlanmak için asansöre bindiler. İkisinin de şaşkın, heyecanlı halleri üstlerinden akıyordu.
Asansör durduğunda avcının şaka ile karışık uyarı maksatlı gelini kucağında taşıyacaksın, heyecandan unutma sakın diye uyarması kulağında çınladı. Nazenin ne olduğunu anlamadan bir anda belinden kavranmasını ve kucağa alınmasını kısık bir çığlıkla karşılamıştı.
"Asaf!"
"Adetten büyüm. Odamıza kucakta gireceksin."
Kıkırdayıp kollarını boynuna doladı. Asafın çenesine bıraktığı hızlı öpücükle gözlerini kaçırdı hemen.
Şimdi mi yola çıkacaklardı acaba? Biraz dinlenirsiniz falan demişlerdi aşağıda da Asaf hiç bir şey dememişti ki. Odaya şöylece bir bakındı. Kaçamak bakışları Asafa da değiyordu. Onun da kendinden farkı yoktu hiç. Irmağa bakan camla ilgileniyormuş gibi yapıp gelinliğinin eteklerini sıktı. Asafın ceketini çıkardığını görünce de aldığı nefesi bir süre öylece tuttu.
Asaf ensesini kaşıyıp odada gözlerini gezdirdi. Sonra pencere kenarında öylece duran karısına baktı. Karısı... Ne kadar güzel bir kelimeydi.
"Nazenin... Eee nasıl yapalım? Şimdi mi hazırlansak?"
Nazenin gözlerini iri iri açtı.
"Hemen mi?"
"Yani neden bekliyoruz ki? Yavaş yavaş ilerleriz. Karanlığa kalmayalım."
"Ama karanlık daha iyi olmaz mı? Yani gece olmaz mı o işler?"
Asaf anlamadığı için kaşlarını hafif çattı.
"Gündüz daha iyi olur gibi."
Nazenin yine odada gözlerini gezdirdi. O kitaplarda okurdu ama hep yabancı yazarların kitaplarını okuduğundan kendilerine göre onlar biraz farklıydı.
"Yani... Tamam öyleyse... Yani öyle istiyorsan..."
Asaf bir kaç adımla yaklaştı.
"Sen istemiyor musun?"
Sesi meraklı çıkmıştı. Nazenin gözlerini iri iri açtı. Yanlış anlamasını falan istemiyordu.
"Hayır hayır! Tabiki istiyorum. Neden istemeyim, evlendik ya biz."
Aklı hep geçmişte yaşadığı travma yüzünden Asafın ona çok rahat davranmadığını fısıldardı. Şimdi de öyle düşünsün istemiyordu. Nazenin öyle bir korku ya da çekince hissetmiyordu Asafa karşı. Gayette de istekli bir eşti.
"Tamam" Asafın hala soru işaretleri dolu tek kelimesiyle bakmanın ötesine geçmedi.
"O zaman... Sen gelinliğini çıkar. Rahat olursun."
"Ama..."
Nazenin bunu beklemiyordu. Galiba gerçekten Asaf onun çekindiğini düşünüyordu. Biraz daha cesur davranmaya karar verdi. Duruşunu dikleştirdi.
"Sen çıkarmayacak mısın gelinliğimi? Yani öyle yapılmıyor mu? Damat çıkarır."
"Nazenin?"
Nazenin de bir iki adım öne geçti. Elinin içindeki gelinliğin tülleri ıslanmıştı neredeyse terlemekten.
"Asaf... Ben senden rahatsız olmuyorum biliyorsun değil mi? Sen benim kocamsın. Yani gelinliğimi çıkarman beni tedirgin etmez. Hem ben de senin damatlığını çıkarmalıyım, öyleymiş."
Asafın bir anda irileşen gözleri ve yutkunuşuyla neyi yanlış yaptığını anlamadı.
"Asaf? Ben yanlış bir şey mi söyledim? Çıkarmayım mı damatlığını?"
"Nazenin! Sen neden bahsediyorsun?"
"Nasıl neden? Sen dedin ya işte. Şimdi sevişmeyecek miyiz?"
Asafın mavi gözleri daha da ayrılmış, buna da ek olarak ağzı aralanmıştı. Her şeyi beklerdi. Bu hayatta her şeyi duyabilirdi ama böyle bir soruyu ölse aklına getiremezdi. Ne yaptığını bilmeden kahkaha attı. Karşısında şaşkın şaşkın bakan kızın ensesine elini dolayıp hızla dudaklarına kapandı.
Nazenin ne olduğunu bile anlamadan dudaklarında hissettiği baskıyla afallamıştı. Sesi ağzını örten ağız yüzünde boğuk çıktı. Eğer konuşabilse neden güldüğünü soracaktı. Sonra Asafın diğer eli de yüzünü kavrayıp öpücüğü büyüttüğünde dikkati çok farklı yerlere kaydı.
Asaf acelesi varmış gibi hızlı hızlı öpüyor, Nazeninin ona yetişmesine asla fırsat bırakmıyordu. Soluksuz kalan kıza bir kaç saniye müsade etmek için geriye çekildi.
"Nazenin sen nasıl bir şeysin?"
Nazenin soluk soluğa nefes almaya çalışırken ne olduğunu hala anlamamıştı.
"Asaf, ben ne yaptım ki?"
"Ben yola çıkmaktan bahsediyordum güzel karım ama görünen o ki yola gece çıkacağız. Güzeller güzeli bir büyü benimle sevişmek isterken başka bir şey düşünemem."
Asafın söyledikleriyle Nazeninin gözleri irice açılmıştı. Konuştukları her şeyi zihninde tekrarladı. Dehşeti arttı iyice. Neler söylemişti? Asaf neyden bahsederken o neler söylemişti öyle? Meyra Nazlıya kuduruk derken bu yaptığını duysa onu parçalardı.
"Aman Allahım ben! Ben yanlış anladım ama ben! Yani ben bilmeden! Of..."
Asaf sevimli sıratını tekrar avuçlarının içine alıp ses getirecek şiddette bir kaç öpücük daha bıraktı.
"Hayatımda yaptığım en keyifli yanlış anlaşılma sohbetiydi güzel karım. Şimdi damatlığımı çıkarırsan sevinirim. Bende gelinliğini çıkaracağım. Sonuçta böyle olması gerekiyor."
Nazeninin utançla inleyişi Asafın tekrar dudaklarına kapanmasıyla yarıda kesildi. Biraz önceki öpücüğün aksine daha ıslak bir hâl almıştı Asafın baskısı. Sadece dudakları değil dişleri ve dili de bir saldırıyı yönetir gibiydi. Nazeninin ellerini kavrayıp gömleğinin düğmelerinin üzerine bıraktı. Kendi de bedeninin okşayarak sırtındaki minik inci düğmeleri aralamaya başladı. Titreyen eller her gömlek düğmesini aralığında Asaf onu geri geri yürütüyordu. Sırtında hissettği serinlikle gelinliğinin açıldığını idrak edebildi.
Asaf geriye çekildiğinde öpülmekten şişmiş ve rujunun dağılmasıyla kızarıklığı artmış dudaklardan çekmedi bakışlarını.
Nazeninin gözlerine baka baka gelinliğinin üst kısmını öne doğru çekip straplez kesim sutyenini ortaya çıkardı. Onun gömleği üzerindeydi ama ön kısmı tamamen açılmıştı. Heyecandan dudakları titreyen karısına öpecekmiş gibi yaklaşıp dudaklarını aralayışını keyifle izledi. Sonra önünde diz çöküp belini tutan son inciyi açtı. Gelinliği avuç içleriyle sıyırarak aşağı doğru indirdiğinde Nazeninin içinden çıkması için yardım etti. Ayağında ayakkabıları, dizlerinde hoş dantel detaylarıyla ince çorapları ve sutyeninin takımı çamaşırla öylece onu izleyen Nazenini aşağıdan da bir tur süzdü. Sonra topukları yüzünden acıttığını düşündüğü ayakkabılardan ilkini çıkardı. Tüm hareketleri nizami bir sırayla ilerliyordu. Odadaki tek ses Nazeninin sık sık aldığı nefesiydi. Kasığına dudağını yavaşça bastırdığında Nazeninin ürperen tenine doğru istemsiz gülümsemişti. Ayakkabılarla işi bitince ayağa kalktı.
"Ben üzerime düşen görevi yaptım büyüm, sen çıkarmayacak mısın damatlığımı?"
Nazenin dudağına dişini iyice bastırıp omuzlarına uzandı. Asafın ona yaptığı gibi avuçlarını sürterek gömleğini çıkardı. Sonra gözü kemerine takıldı. Zaten çıplak bir halde karşısında durmak çok zordu. Şimdi birde bu halde kocasını soyunduruyordu. Üstelik buna sebep olan tamamen onun saftirikliğiydi.
Kemeri açmak için kıpırdayan elleri bir türlü beceremedi. Sonunda da Asaf ona merhamet edip ellerini avuçlarıyla kavrayıp kendinden uzaklaştırdı. Sırayla iki eline de öpücük bıraktı.
"Bu günlük ben çıkarayım güzelim. Eğer seni beklersek geçrekten geceye kalabiliriz."
Nazenin gözlerini utançla kapatıp Asaf diye inledi.
"Bunu hep söyleyeceksin değil mi?"
Asafın gülümsemesi tehlikeli bir sırıtmaya dönüştü.
"Benimle sevişmek için geceyi bekleyemediğini mi? Bu unutabileceğim bir şey değil güzeller güzeli büyüm."
Tekrar dudaklarına asıldığında belini kavramış ve ardında kalan yatağa düşmelerini sağlamıştı.
Öpüşlerinin arasında saçlarını tutan tokaları nazik hareketlerle çıkarmaya başladı. Her toka sonrasında bir parçası açılıyordu kara saçların. Saçları açıldıkça beyaz yatağa kara bir büyü gibi yayılıyordu.
Asafın çıplak bedeni, bedenine değdikçe içinde harlı bir ateş baş gösteriyor, kendi bile fark etmeden onu bedeninin üzerine iyice çekiyordu Nazenin.
Okuduğu hiç bir kitapta böyle şeyler yazmıyordu halbuki. Şehvet, tutku, arzu hep dillendirilen hislerdi. Ama böyle güzel bir şefkat, büyük bir aşk, avuçlarından tenine akan merhamet ruhunda büyük büyük rüzgarlar estiriyordu.
Asafın öpüşleri boynuna indikçe başını geriye yatırdı. Karnının altındaki sancı gitgide sıcak bir hal almaya başlamıştı.
Sonra dudaklarının sutyeninin üzerinde durduğunu hissedince gözleri aralandı. Bilinçsiz bir dürtüyle Asafa bakmak istemişti. Göz Göze geldiklerinde onu beklediğini fark etti. Sutyeni dişleriyle sıkıştırıp aşağı doğru çekiştirirken kendinden saniye bile ayrılmamıştı maviler. Açığa çıkan göğsünün gerçekliğiyle utanç boynunu yakmaya başladı. Ama sürekli öptüğü dudakları göğsünün üstünde hissettiğinde başı tekrar geriye düşmüş ve acı çekiyormuş gibi inleyişini engeleyememişti. Tahrik olmasından kaynaklı iyice kendini belli eden tomurcuğunu dişleriyle kıstırması tutmaya çalıştığı çığlığını durdurmadı. Asafın göğüs ucuna sataşır gibi dilini sürtmesi, dişlerinin verdiği sancılı haz bacaklarının arasını yakıyordu.
Asafın ağzı onu delirtirken elinin bacağında kayarak ilerleyişiyle paniğe kapıldı. Ne yaptığını bilmeden bedenini doğrulttu.
"Asaf!"
Kendi gibi geriye çekilen adama üzerine doğru bedenini tekrar yasladığında ilk dudaklarını sürttü tenine.
"Nazenin... Kara saçlı, güzel gözlü büyüm. Arala bacaklarını güzelim, ıslandın mı?"
Nazenin, sesindeki şehvetle anlık gelen panikten sıyrılıp geri yatağa bıraktı bedenini. Asaf da elini bacağında ilerletmeye devam etti.
"Sona dokunacağım güzeller güzeli karım. Sıcaklığının tadına ilk parmaklarım bakacak. "
Mırıltıyla konuşarak asıl büyüyü Asaf yapıyordu. Kullandığı bu ses tonu, erotik kelimeler kramp gibi sancı yayıyordu kasıklarına.
Nazeninin benliğini terk eden aklı bacaklarının arasına sürünerek ilerleyen ellerini en hassas yerinde hissedene kadar fark edememişti çünkü. Elektrik çarpmış gibi bir hisle sıçradı. İki parmağının verdiği yoğun haz aklını oynattıracaktı sonunda.
Boynu açığa çıkacak şekilde başı geriye kaykıldı. Ağzından mırıltıyla kocasının adı çıktı. Parmakları medet dilenir gibi çarşafa saplandı. Asafın dudakları boynuna örtüldü bu sefer. Eli ise onu tahmininden bile fazla isteyen karısının kuytularında dolaştı. Nazeninin tenini ince bir ter tabakası kaplayana, bacakları kasılıp elini sıkıştırana kadar buna devam etti.
Onu yalancı bir cennete davet edeceği an parmakları durdu. Bir anda girdiği tatlı sis havuzundan nasıl çıktığını anlamadı Nazenin.
Asafın gözlerine baka baka geriye çekilmesini, kemerini aralamasını, fermuarını açıp pantolonunu çıkarmasını hipnozlu bir hasta gibi izledi.
Altında sadece siyah boxerı kalmıştı. Aklı kendiyle biraz doğru orantılı ilerlese o çamaşırın saklayamadığına böyle dikkatli bakmazdı. Asafın tekrar kendineyaklaşmasını ve sırtındaki kopçayı açarak sutyenini tamamen çıkarmasını donuk bir halde izledi. Sonra mecalsiz halinin farkında olan kocası tekrar gülümsedi kendine. "Kalçalarını serbest bırak güzelim."
Eliyle yataktan destek alarak söylenileni yaptı. Gerçekten büyülenmiş miydi acaba? Çünkü Asaf ne söylerse yapacak kadar iradesiz hissediyordu kendini.
Tamamen çıplak olan bedeniyle sere serpe yatarken bacaklarının aralanışını, araya giren iri bedenin üzerine yaptığı baskıyı zevkle kabul etti. Boynunu, omuzlarını emerek öpen adamın sırtında dolaştırdı ellerini. Bir çamaşırın ardında hissettiği sertlik ona sürtündükçe ne yaptığını bilmeden karşılık verdi. Kendinden uzaklaşan beden iki bacağını da beklemediği bir açıklıkla aralamış ve onu utanca boğacak şekilde ortaya sermişti. Asafın koyulaşmış gözleri mahreminde dolaştıkça Nazenin delirecek gibi oluyordu. Nazenin daha ne olduğunu anlayamadan belinin altına bir yastık yerleşmişti ve kalçaları biraz yükseldiğinde Asaf başını eğip Nazenine gerçek bir çığlık attırmıştı.
"Asaf ne yapıyorsun???"
Asafın baş parmağı klitorisine sürtündüğünde yutkundu. Sonra koyulaşmış mavi gözler kendi kahvelerine değdi.
"Bu andan zevk almanı sağlıyorum bebeğim. Sen zevk alırken tadını çıkarmak istiyorum."
Nazenin ağzını aralayamadan kasığına sıcak dudaklarını bastırmış sürtünerek en hassas yerine doğru ilerlemişti. Dilinin ıslaklığı ve sıcaklığı bir an nerde olduğunu unutturdu Nazenine. Gözleri tavanda saplı kaldı. Dudağını kanatacak kadar ısırdığını bile fark edemedi. O dil bir noktaya hiç bilmediği bir his yaydı. Sonra daha fazla... Sonra biraz daha fazla...
Nazeninin sıkılıp kalmıştı, dişleri gevşediğinde haz dolu bir inleme daha kaçtı genzinden. Solukları hızlandı. Asaf dilini ileri geri hareket ettirdikçe karnını kasıp kavuran o arzu büyüdü, yaktı, yanarken kıvrandırdı. Hem biran evvel bitsin istediği hem de sonsuza kadar sürmesini beklediği bir titreşim bedenini sardığında Asafın diline dişleri de eşlik etti. O andan sonra Nazeninin attığı kısa çığlıkların seyri değişti. Başını iki yana sallarken parmakları bembeyaz olmuştu sıktığı çarşaf nedeniyle. Kasılıp gevşeyen kadınlığından bir his aktı. Tüm her şeyi unutturan ve tüm her şeyi yeniden hatırlatan. Sadece Asaf diyebiliyordu ve lütfen diyerek yalvarır bir tonda kıvranıyordu. Sonunda tükenen bedeninin durulmasıyla Asaf bacaklarının arasından çıktı. Gözüne baka baka kendini saklamayan çamaşırını sıyırdı ve zevk arayışıyla morarmış uzvunu sıvazlayışını hayret dolu bir ifadeyle izledi.
Dayanma eşiğini geçip Asaf tamamen çıplaklığa eriştiğinde Nazenin bilerek hiç gözlerini Asafın gözlerinden ayırmadı. Biraz evvel gördüğü şeyi asla unutamayacaktı. Korku ve heyecan arasında sıkışıp kalışı bocalamasına neden oluyordu. Ama o korkuyla gölgelenmeyecek kadar güzel bir şey yaşıyordu şu an.
"Kapatma bacaklarını, arala güzelliğim. "
Bacaklarının arasında sıcak bir sertlikle kısık bir çığlık attı. Bu refleks gibi bir şeydi. Biraz önce hissettiği sürtünmeler en yalın haliyle tenine değdikçe inleyişleri yükseldi. Çıplaklığın verdiği his muazzamdı.
Asafın bacağının birini kavradığını da baskısını artırdığını da fark edemeyecek kadar kaybolmuştu.
Gök yüzü gibi güzel maviliklerde uçuyordu...
Sonra bedeninden içeri kaymaya çalışan sertlikle bilinçsizce kastı kendini.
"Hişttt... Yok bir şey Nazenin. Sakinleş bebeğim."
"Asaf... Ben..."
"Çok iyi hissettiriyorsun. Nazenin sen gerçekten büyücüsün galiba."
Konuşması sırasında gevşeyen bedene doğru biraz daha baskısını artırdı. İradesinin son demindeydi ama karısını da memnun eden bir erkek olmak istiyordu.
"Biraz daha... Bacakların güzelim... Onları kapatma. Sana kavuşmama izin ver."
Nazenin başını hafifçe onaylar gibi salladı. Derin bir nefes alarak Asafın dediğini yaptı. O an baskı daha güçlenmişti ve acı hissedilecek kadar varlığını belli ediyordu.
Çenesini öpen dudaklar dikkatini dağıttığında acı çok daha güçlü bir hal aldı ve Nazenin düşündüğünden biraz daha şiddetli çığlık attı. Asaf yarısı içine girmiş uzvuyla duraksadı.
"Bebeğim... Nazenin... İyi misin?"
Asafın gerilmekten demir gibi olan vücudu kaskatı kesildi. Güç toplayabilmek için Nazeninin boynunda soluklanamaya çalıştı. Şu an eğer azıcık irade kaybı yaşarsa deli gibi bir hızla eriştiği bu hissi kovalardı.
"Nazenin? Bir şey söyle bana..."
"Lütfen dur... Azıcık... Acıdı."
Azıcık falan acımamıştı. Bariz çok acımıştı. O kitaplar da yalancının tekiydi. Dişlerini sıkarak yanma hissinin geçmesini bekledi. Ne yazıyorsa yapmıştı işte. Asafın ona her türlü dokunmasına müsade etmişti. Utansa bile sesini çıkarmamıştı. Kendi de dokunarak ona eşlik etmişti. Aslında ağzıyla yaptığı şey tahmin ettiğinden bile güzeldi ama şimdi... İstemsiz kandırıldığı için kızarken acı dağıldı, ağrı gibi olan his hafifledi.
"Canın yanıyorsa duralım Nazenin. Böyle olmaz."
Bir kaç derin nefes alıp gözlerini araladı. Kendine tedirgin bakışlar atan kocasına gülümsedi.
"Hayır! Dur lütfen geçiyor. Tamam azıcık kaldı. Tamam yani. Şey yap sen."
Ne yapacaktı? Ne deseydi ki? Yeterince rezil olmuşken doğru kelimelerle devam etmesini istemeliydi.
"Devam edebilir miyim? Nazenin?"
Asaf ondan beklemeden sormuştu işte. Cevap vermeden hızlı hızlı başını salladı. Daha yavaş hareketlerle hissettiği devinim bir süre sonra hoşuna gitmeye başladı. Parmakları ona dokunurken hissettiği şeyin daha güçlüsü, kasıklarında doğdu. Her an patlayacakmış gibi bir his yüzünden sızısını unutup, Asafa eşlik etti. Sorsalar bacaklarını Asafın beline ne zaman doladı cevap veremezdi. Ya da omzuna tırnaklarını geçirip bedenini ne ara yataktan kaldırıp, kucağına çıktığını anlatamazdı. Kendi bile farkında değilken kovalayıp durduğu o hissi yakalamaya çalıştı. Asaf içine girip çıktıkça kalçalarıyla onu karşıladığınım bile farkında değildi.
Sonunda kasıklarını sızlatan hissin bacaklarının arasından akarak yok oluşuyla alamadığı tüm nefesleri tek seferde alır gibi ciğerlerini doldurdu. Sırtını sıkıca kavrayan kol yüzünden geriye düşmemişti halsiz bedeni. Asafın dizleri üzerinde öylece durduğunu da idrak edemiyordu. Kendi nefesleri Asafın tenine çarptığı gibi onun da solukları tenini yakıyordu.
"Nazenin..."
Asafın omzuna sürtünen dudakları adını fısıldadı. Nazenin sırtındaki elini kaydırarak ensesine, oradan saçlarına daldırmıştı. Asafın başını boynuna iyice bastırdı. Hala içinde hissettiği erkekliği, sızılarını artırıyordu ama yaşadığı hissin bedeninde oluşturduğu depremin etkileri geçmemişti ki kendini toparlasın.
"Bir şey söyle güzeller güzelim. İyi olduğunu bilmem lazım."
Nazenin omzuna dudaklarını bastırıp kıkırdadı. Sesini kapatsın diye Asafın tenine daha çok yasladı ağzını.
"Nazenin?"
"İyiyim... Endişelenme iyiyim ben."
"Gülüyorsun?"
Nazeninin kıkırtısı kahkahaya dönüştü.
"Sana dedim ya..."
Asaf elinin tekiyle sıcak ve biraz da terlemiş sırtını okşadı karısının.
"Ne dedin?"
Nazenin azıcık geriye çekilip Asafın berrak gökyüzüne baktı.
"Geceyi beklemeyecek miyiz diye."
Asafın dudakları hatırladığı konuşmayla kıvrıldı.
"Hmmm..."
"Sende böylesi daha iyi demiştin. Haklıymışsın Asaf. Ben çok sevdim seninle sevişmeyi. İyiki beklememişiz geceyi...."
|
0% |