Yeni Üyelik
55.
Bölüm

Cehennem Buz Tutana, Şeytan Namaz Kılana Kadar Burdayız!

@orenda

 

Selam yavru ballar. Kısa bir kurgu olacak diye başladığımız yolda düğüm düğüm 1800 sayfalık kitap olmuşuz.

 

Düğümlü yazarken yüzümü güldüren, içimi sıcacık eden bir hikaye oldu benim için. Herkese böyle aile Allahımmmm! diye naralar attığım o kadar çok zamanım var ki o satırlar arasında. Elimde büyümüş yavrularımın son satırını yazarken yalan yok ağladım. Ama çok da gururlu bir anneyim. Hepsini çok seviyorum, sizi çok seviyorum. Eğer ki bu kitap kötü bir andan azıcık bile sıyırıp, çekip aldıysa sizi ben çok şey kazanmış olurum.

 

DÜĞÜMLÜNÜN kıymetli düğümleri, başka satırlarda tekrar kucaklaşana kadar kendinize iyi bakın.

 

 

Güzel bir veda olsun bizim için. Yıldızlarımız, yorumlarımız dolup taşsın.💙💙💙💙💙

 

FİNAL

 

Sabahın ilk ışıklarından beri gözleri açık yanındaki bedeni izliyordu. Havanın sıcaklığının da verdiği bir hisle olabilecek en dağınık şekilde, uykunun en tatlı yerindeydi. Sarı saçları darmadağınık olmuş, gece öpmekten berelediği dudakları şişmiş, bacağının biri yukarı doğru yayılmış diğeri ise yatağın kenarında öyle konumlanmış kadın onun karısıydı artık. Yüzündeki muzip tebessüm azıcık bile eksilmeden uzun uzun izledi.

 

Meyrayı ilk gördüğü an bile ne çetin ceviz olduğunu anlamıştı. Onu uğraştıracağından, sinir krizlerine sokacağından ilk andan beri çok emindi. Çoğu zaman da yanıltmamıştı ya Yiğiti.

 

Ama şimdi dönüp baktığında hayatında geldiği nokta kıkırdamasının önünü kesemedi. Bilinçsizce çıkan ses de yanında uyuyan karısının kıpırdanmasına neden olmuştu.

 

İlk elleri saçlarına gidip dağınık tutamları daha da dağıtmış, yumru yaptığı eliyle gözünün birini ovalamış sonra da sanki biriyle kavga etmeye her an hazırmış gibi yasığına elinin tersiyle çarpmıştı. Sonra ovalanan tek göz açılıp sağa sola baktı.

 

Mavilerini sabahları daha bir seviyordu Yiğit. Renginin değiştiğine yemin bile edebilirdi. Sonra göz göze geldiği taze karısı ilk bir irkilmiş ve hızla toparlanmıştı. Bu tepkisi Yiğitin daha çok sırıtmasına neden oldu.

 

"Yiğit?"

 

Meyra sağa sola baktı. Sonra karşılarında duran saatin yediyi daha yeni geçtiğini fark edip kaşlarını çattı.

 

Yeni yeni ayılan zihni onu gerçekliğe taşımıştı sonunda.

 

"Evlendik dimi lan biz?"

 

İşte tam o anda Yiğitin gür kahkahasıyla tüm uykusu açıldı.

 

"Bu tepkiyi vereceğinden o kadar emindim ki."

 

Meyra gerisin geri yatağına yatıp Yiğite doğru döndü.

 

"Saat sekiz bile değil çipil göz, kargalar bokunu yiyeydi be adam."

 

Yiğit de yumruğuna yaslı duran başını Meyranın yastığına koyarak iyice dibine yaklaştı.

 

"Sabah beşte uyandım ben. Ne uykucusun kızım ya."

 

Meyra gözlerini daha bir iri açıp gerçek mi söylüyor emin olmak için irdeleyerek baktı. Sonra hafif korku sinmiş bakışlar yüzünü santim santim dolaştı.

 

"Allah aşkına yerimi yadırgadım da ondan horoz gibi tependeyim de. Yiğit ben zorunluluk olmazsa hayatta erken kalkmam."

 

Yiğit burnunun ucuyla burnunu iteeleyip kendine daha çok yer açtı yastıkta.

 

"Bu ilişkinin duygu dinamiğini ben ayakta tuttuğum için erkenden kalkıp seni izledim sarı susam. Evliliğimizin ilk gün heyecenını diri tutan o koca yürekli kişi benim şurda, bozma beni."

 

Meyra tatlı bir melodi gibi kıkırdayıp, biraz evvel Yiğitin yaptığı gibi burnunu burnuna dokundurdu.

 

"İşte aradığımız kan. Bende bir an uyurken girdiğim halleri videoya çekip bana şantaj yapacaksın sanıp, endişelenmiştim."

 

Yiğit teessüf eder gibi bakıp -cık -cık sesleriyle Meyrayı kınadı.

 

"Aşkolsun limonlu şeker, tabiki bunu da yaptım. Uyurken çarşaf, yastık, yatak başlığı dahil her şeyle kavga ediyorsun. Bu anı ölümsüzleştirmem gerekiyordu."

 

Meyra hiç yadırgamadı, o aklına gelenin başına gelmesiyle tanınmış biriydi neticede.

 

"Tuhaf fantezilerin var çocuk, inşallah boyut atlamaz."

 

Yiğit yanağının altında birleştirdiği iki elinden birini kavrayıp ilk avuç içini öptü sonra da kendi yüzüne bıraktı.

 

"Sen birde benim arşivde stokladığım fotoğraflarını gör papatya, hepsi birbirinden doğal. Ama bugünün konusu seni nasıl kafalayıp, nikahı kıydığımdı."

 

Meyra sahte bir şaşkınlık içeren yüzünü bozmadan Allah Allah diye konuya dalışını yaptı.

 

"Kafaladın?"

 

Yiğit yüzündeki elden tutup Meyrayı göğsüne doğru çekti. Saçları vücudunda daha güzel görünüyordu bu açıdan.

 

"Suratsız, nemrut, küfürbaz Meyraya nikahı nasıl bastım izledin dimi dün şovumu?"

 

"İzlemez miyim? Hırsından ortalığa işetecektin beni dana."

 

"İşimi garantiye almayı severim diyelim. Daha ilk günden gerçi emindim bu maçı benim alacağıma da teknik arızalar tarihi öteledi."

 

Meyra başını çevirip çenesini Yiğitin göğsüne yaslayınca göz göze geldiler.

 

"Teknik arıza dediğin de abinin başımıza açtığı ajan ajan işler ve Güneşin doğması. Ayrıca nasıl emindin evleneceğimizden, bak çok meraklandım?"

 

"Ne istediğini bilen bir erkek olmanın ekmeğini yiyorum, ya da dün gece yedim diyelim."

 

Meyra elini çıplak gövdesine çarpınca tiz bir ah sesi çıkardı.

 

"Cinsellikte şiddet eğilimin var senin sarı, deneyelim bunu birgün."

 

"Allahın bana imtihanı! Şurda iki sohbet edilmiyor senle megolaman! Bir şey soruyorum değil mi?"

 

"Yahu neyini soruyorsun. Nazlıya geldim Bursaya, seni gördüm, suratını eğdin bana, ben duymuyorum sanıp bu dallama mı Yiğit dedin ve işte orda düğümü attın. Ondan beri damatlık bakıyorum bende kendime."

 

Meyra oldukça dikkatini çeken konuyla yattığı yerden hemen doğrulup, iri maviliklerini merakla Yiğite çevirdi.

 

"Yalan söylüyorsun. Biz bir kere, daha ilk andan beri sinir olduk birbirimize."

 

Yiğit de kendini yatak başlığına yaslayıp kollarını göğsünde topladı.

 

"Tabi bir miktar sinir oldum yalan söylemeyeceğim ama ilgim de kabarmadı diyemem."

 

"Vallahi mi lan?"

 

"Vallahi diyorum kızım. İnsanın suratına bakmıyorsun bak o çok kıl bir hareket, ayıp ettin bana. Birde benim gözler bozuk olduğundan görev dağılımında kulaklar çok iyidir sarı. Ardımdan söylediğin her şeyi duydum. Hadi itiraf et, görür görmez dibin düştü bana da söylemek zor geldi."

 

Meyra salak deyip elini bu sefer dizine çarpmıştı Yiğitin. Yiğit de şortun açık bıraktığı yerde ince bir sızı bırakan şaplağın olduğu yeri ovuşturdu. Yan yan da ona sinirle bakan kızı süzdü.

 

"Bak işte tam bu yüzden uzamamışsın sen. Sinirden! Sinir sendeki büyüme hormonlarını yemiş."

 

"Deli ediyorsun beni deli!"

 

Yiğit tekrar yayvan bir gülüşle uzanıp bir anda dudağına hızlı bir öpücük bıraktı Meyranın.

 

"Biliyorum sarı papatyam, bende sana deli oluyorum. "

 

Meyra sinirleri bozulmuş gibi gülüp, başını iki yana salladı. Sonra da hep yapıyormuş gibi bir alışkanlıkla Yiğitin göğsüne doğru uzanıp yerine geri yerleşti.

 

"Hadi uğraşma benimle de doğruyu söyle. İlk görür görmez mi aşık oldun bana çipil göz? Nazlıyı bahane edip hep Bursaya benim için geliyordun değil mi? Hakkımda bilgi almak için falan da uğraştın mı canım danam?"

 

Yiğit saçlarını okşarken tekrar -cık diye bir ses çıkardı.

 

"Nazlıdan laf almak için emek vermeye asla gerek olmuyor sarı. Napıyorsunuz, var mı bana anlatacağın dedikodu dediğim anda döküyor ne var ne yoksa ortaya. Sahi bak aklıma geldi. O kadar kavgaya müdür niye yurttan atmadı seni?"

 

"Lan onu da mı söyledi? Gerçi neye şaşırıyorsam, Gurura da gece yemek siparişlerini almak için kuryeye çarşaf sarkıttığımızı anlatıyordu. Ayrıca nereye kovuyor, tüm yılın parasını peşin ödüyordum. Parayı seviyordu yelloz."

 

Yiğit kıkırdayıp başının üzerine güçlü bir öpücük bıraktı.

 

"Doğru düzgün yüzüme bakmayışın çok sinirlerimi bozuyordu ama."

 

"Senin de dik dik insanın gözünün içine bakışın benim sinirlerimi bozuyordu. Ayrıca saçlarıma bok sarısı dedin dingil!"

 

"Hah bak orda bi adam gibi yüzüme bakıp, cümle kurdun! Gerçi küfür etmek içindi ama sonuçta emelime ulaştım mı ulaştım."

 

"Her şeyime laf edip, sinir krizi geçirttikten sonra susmamı bekleyemezsin heralde."

 

"Yüzün domates gibi oluyor ya çok tatlıydın. Ama asıl Nazlıyla Adanaya geldiğinde tamam dedim. Bu kızı alıyorum kendime, rezerve bu hatun artık."

 

Meyra yine kıkırdayıp minik bir çimdik bıraktı karnına.

 

"Salak çocuk!"

 

"Halamın yanında hem bana sayıp sövmek istiyorsun hem de hanım bir kız olma imajından vazgeçemiyorsun ya çok komiktin."

 

"İlk kez geldim, ne bekliyorsun? Birde Nazlıyı da seviyorum, ailesi beni sevsin de annemmmm o kızdan uzak dur yavrummmm demesin diye elimden geleni yapıyorum işte. Sen salça olmasan oldukça iyi gitmişti."

 

"O çabanı izlemek çok eğlenceliydi. Halam bayıldı sana."

 

"Bende Zülüşe bayıldım. Nazlıyla daha yeni bir arkadaşlık kurduğum zaman Bursaya gelmişti Asil abiyle. O kadar iyi davrandı ki. Benim pek arkadaşlarımın aileleri sevmez beni. Ağzım bozuk ya, kötü örneğim neticede. Zülüşün Nazlı gibi Nazenin ve beni hemen sevip, bağrına basması..."

 

"Hatırlıyorum. Bursadan dönerken arayıp, yol boyu konuşmuştuk. Nazlı arkadaş sevmiyor, kimseyi hayatına almıyor diye kadın dert sahibi olmuştu. Sırf bu yüzden Bursaya gönderdi ya. Sizi de öyle görünce mutlu olmuştu."

 

Meyra bunları hatırlıyordu. Züleyha ablası da Asil Ağabeyi de

Nazlının arkadaşları olarak tanıştırmasını hatta tek kişilik odadan çıkıp üç kişiliğe geçiş yaptıklarını söylemesini gülen gözlerle izlemişlerdi. Gözüm arkada kalmayacak artık diye giden kadının peşinden uzun uzun bakmıştı Meyra. Uzak durulacak o kızken ne ara arkadaşa göz kulak olacak kişiye dönüşmüş hiç anlamamıştı bile.

 

"Yine de bana kötü davrandın sürekli dana!"

 

"Nazlı flört eden herkese siktiri çekiyor dedi senin için. Ne yapsaydım? Bak burda da aşırı kuruluyum sana, ağız tadıyla yavşayamadım bile lan!"

 

Meyra kibirli bakışlarını boydan boya taze kocasında gezdirdi.

 

"Hiç şansın yoktu çekik gözlü çocuk. Boşluğuma geldin de kafaladın beni."

 

Yiğit üzerine atılıp tiz bir çığlık atmasını sağladı. Tüm ağırlığını bile isteye Meyraya yıkmıştı.

 

"Ezdin dana ezdin!"

 

Yiğit sağını solunu öpüp ellerini de üzerinde gezdirirken hiç çığlığını umursamadı.

 

"Burnun düşse yere almazsın halbuki yere de yakınsın. Kızım ölüyordun hasretimden. Telefonun başında çaresiz bekliyordun. Küfürü bastığın sonra da lütfen sesini duyayım en azından dediğin ses kayıtların arşivde şantaj için bekiyor. "

 

"Ya Yiğit! Ay nefes alamıyorum. Eziliyorum diyorum ama ya!"

 

Yiğit sırıtmasını büyütüp çenesine minik bir ısırık bıraktı.

 

"Uyandın uyanalı izliyorum hiç sızlanış falan yok. Bu ne demek sarı?"

 

Meyra ne dediğini anlamadığı için kaşlarını çatıp kendine sırıtarak bakan adamla göz göze geldi.

 

"Ne demekmiş?"

 

Yiğit dudaklarını çocuk gibi büzüp alt bedenini Meyraya biraz daha bastırdı.

 

"Geceyi hasarsız atlatmışız demek beynini çorba yapıp içtiğim. Sabah sevişmesi için ortam aşırı müsait demek. Bana olan aşkın hazır coşmuşken gündüz gözüyle bir daha şu tadına bakabilirim demek."

 

Meyra gerçekten ciddi bir şey söyleyecek diye alık alık dinlemesinin sonunda okkalı bir küfür için açılan ağzının sıcak dudaklarla örtülmesini sadece inleyerek karşılayabildi.

 

Yiğitin yüzünün her yerinde gezen dudakları ve üzerindeki incecik geceliği çıkarmak için uğraş veren ellerine mani olmadan kollarını boynuna doladı.

Sonuçta evlilik böyle bir şeydi değil mi?

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Eylül ortasına ulaşıldığında Züleyha zorla Zümrütü okulun ilk günü için yataktan kazımış, söylene söylene saçlarını örmüş ve çocukları en sonunda göndermeyi başarmıştı.

 

Eli belinde yeni yeni canlanan evi süzdü. Güneşin çığırtısı üst kattan bile duyuluyordu. İstemsiz kıkırdayıp kahvaltının hazırlandığı odaya geçtiğinde Asil kahvesini içmeye başlamıştı bile.

 

"Hani beni bekleyecektin kocam?"

 

Yanına geçip oturduğunda Asil tebessümünü büyüttü.

 

"Zümrütle kavgan uzun sürünce en aznından benimki soğumasın dedim."

 

Tam cevap vereceği zaman itişe kakışa Yiğit ve Meyra girdi yemek odasına.

 

"Kızım verdim ya sana bilgisayar yine niye diktin gözünü benimkine?"

 

Meyra can simitine yapışmış gibi elindeki bilgisayara sarılmıştı.

 

"Kandırmışsın beni! Hiç yüzünde kızarmıyor şunları söylerken! Bunun işletimci sistemi muazzam niye bunu vermedin bana?"

 

"Lan ne işine yarayacak o senin. Altı üstü bir kaç program var."

 

Meyra hiç umursamadan ardını dönüp masaya doğru yürüdü.

 

"Vermem boşuna konuşma! benim bu!"

 

Yiğitin oflayıp, omuzlarını düşürmesini karı koca sessiz gülüşlerle izlediler. Meyra Yiğitin tişörtleri dahil her şeyine göz koyan bir arsızdı. Neyi çok sevdiyse bir kaç gün içerisinde o şey Meyraya geçiş yapıyordu.

 

Züleyha kendilerine gülümseyerek bakan Meyraya göz kırptı.

 

"Günaydın zilli! Yine ambargo koymuşsun çocuğun bişeyine."

 

Meyra sanki tüm ayıp Yiğitteymiş gibi gözünün kısarak kocasına baktı.

 

"Beni kandırmış Zülüş. Kötüsünü vermiş bana."

 

Züleyha ve Asil bu dediğine zerre inanmaz bir halde ilk Meyraya baktılar sonra Yiğite.

 

"Yalan söylemekten uzayamamış bu kız hala. Her yalan bir santim uzama hakkını yemiş!"

 

Züleyha eliyle geçiştirir gibi bir hareeket yaptı.

 

"Sabah sabah ben sıramı savdım, sizi çekemem. Hem siz niye gitmediniz yine evinize?"

 

Meyra hiç de alınmadan geçip masadaki yerine oturdu. Birazdan diğerleri de gelirdi nasıl olsa.

 

"Gece geç olmuştu Zülüş. Aşkolsun kovuyor musun bizi?"

 

Keşke gerçekten alınmış gibi bir tipe bürünseydi. Böyle sinsi sırıtması hiç ciddi görünmüyordu. Yiğit de geçip yerine oturdu.

 

"Erindik."

 

Züleyha burun kıvırıp sanki gerçekten sessiz söylüyormuş gibi Asile eğildi.

 

"Erinenin oğlu kızı olmaz derlermiş, umudumu kesiyim ben bu iki şoştardan."

 

"Uğraşma çocuklarla."

 

Asilin hafif uyarır tondaki sesine omuzlarını silkerek karşılık verdi.

 

"Zülüşüm ama bak vallahi kırılıyorum. İkimiz de işe gidiyoruz, özlüyorum seni ben."

 

Züleyha karşısında oturan Yiğitin sırıtan suratına sinirli bir bakış atıp Meyraya doğru eğildi.

 

"Gözünü sevdiğim evi sizden esirgeyen mi var da yavrum az başbaşa mı kalsanız? Bak ben burda hayırlı haber bekliyom ele annem?"

 

Meyra mavi gözlerini iri iri açıp Asil ağabeyini kontrol etti.

 

"Ya kadın hani anlaşmıştık biz senle. Bir süre sadece Güneşi sevecektik. Yoklukta mı kaldın da bana sardın anlamıyorum ki!"

 

Züleyha çocuk sever gibi başını okşayıp gözlerini tatlı tatlı kırpıştırdu.

 

"Anlaştık tabi de bal kızım, ben yine de aklında bulunsun diye diyim dedim. "

 

Meyra pes etmişlikle başını iki yana sallayıp önüne döndüğünde yemek odasının kapısı aralandı. Önde kucağında Güneşle Halil girdi ardından Nazlı geldi. Ama kapı kapanmadan onları Gurur, Asaf, Nazenin takip etti.

 

"Al bak bunlara da boşa kira ödüyoz. Sen yeni bi bebe daha bekle dur Züleyha. Bunların sularına bişey katmadan zor alın o bebeyi kucağına."

 

Kendi kendine hüzünle mırıldanmasını kimse duymadı. Gurur kimse yerine yerleşmeden Halilden Güneşi kapmıştı. Masaya yerleşmeleri, gürültüyle kahvaltı etmeleri uzun bir sürece yayıldı.

 

"Yarım oturt sadece, beli incinir."

 

Gurur kucağında Güneşi tutmuş, parmaklarını ısırarak kahkaha attırıyordu. Başını kaldırıp kendine dik dik bakan adam ne diyor anlamadı.

 

"Daha yeni başladık oturtmaya, yarım oturtuyoruz! öyle patetes çuvalı gibi tutma kızımı, incinir beli."

 

Gurur boş boş bakışlarını yüzünden çekmeden denileni yapıp Güneşin belini eliyle destekledi.

 

"Halil abi bitse artık seninle şu aramızdaki kin! Abi Allah aşkına ne nefret doluymuşsun bana, ilk fırsatta canıma okudun yeter artık."

 

Nazlı dudağını ısırmış, kıkırdamasını durdurmak için gözünün altından kocasına bakıyordu. Halil ise çok özenli bir hareketle elindeki çay bardağını tabağına bırakmış, içmeyeceğini belirtmek için kaşığı bardağın üzerine kapatmış, ağzını peçetesiyle silmişti. En sonunda kendine kedi bakışları atan gurura kaşları çatık bir halde baktı.

 

"Kızımı gezdirmek istediğini söyleyip dışarı çıkardığın gün Adanaspor- Gençlerbirliği maçına götürdün!"

 

Gurur medet dilenir gibi ilk annesine baktı. Babasına hiç gözü değmemişti ziraa yediği azar hâlâ kulaklarında yankılanıyordu.

 

"Abi özünü bilmesin mi çocuk? O saf kan Adanalı olsun diye elimi taşın altına koyduysam suç mu?"

 

Halil sakin bir nefes alıp tek kaşını kaldırdı.

 

"Senin! Yüzünden kızım Adananın yerel kanalında maç özetleri arasında ekranda göründü. Kızıma ne dediklerini hatırlıyorsun değil mi?"

 

Gurur sırıtan suratıyla kucağındaki kıza bakmış, şap diye alnına bir öpücük bırakmıştı.

 

"Adananın löppüşü oldu bu fıstık. Dayısının gururu, büyük güllem benim. Abi totem yaptık biz. Bak kazandık sende gördün. Güneşin olduğu maçlarda kaybetme ihtimalimiz yok diyorum sana. Beşiktaş'ı bu sene şampiyon yapabiliriz, niye büyük resmi görmüyorsun?"

 

Halil dilinin ucunu ısırıp gözlerini kapattı. Nazlının elinin birini hızlı hızlı okşamasının maksadını da zaten şu an zerre anlamıyordu. Masadakilerin bıyık altı gülüşleri bir miktar sinir tahribatı yapsada Nazlıya söz verdiği için sakin kalmaya devam etti.

Başını Asile çevirdi.

 

"Baba?"

 

Asil onaylar gibi başını salladı.

 

"Bugün ben götürüyorum oğlum, soğutucuların bakımını yapıp temizleyecek. Yarın yine gelir seninle.

 

Gururun iniltisiyle artık kendini tutmaya çalışan herkes kahkahayı bırakmıştı.

Bundan on gün önceki maça türlü yalan ve dalavereyle Güneşi götürmüştü Gurur. Kimsenin haberi olmadan da gayet güzel kurtarmıştı günü. Keyfi yerindeydi. Maçı almışlardı, şahane bir gün geçirmişlerdi.

Ne olduysa o akşam babasının Adana yerel kanalını açmasıyla olmuştu. Hiç huyu bile değilken bir anda maç sonucunu merak edesi tutmuştu.

Gurur kanalı kapatmak için harekete geçtiğinde ise her şey için çok geçti.

 

Maçın ilk golüyle bağıran spikerle beraber stad da dolaşan kamera bir anda hiç olmayacak bir yerde durmuştu. Gurur Güneşi koluna doğru yatırmış, sanki elinde bir tüfek tutuyormuş ve ateş açıyormuş gibi havaya kaldırmış bir halde hareketler ediyordu. Güneşin alnında Adanaspor yazılı bir bandana takılıydı. Ellerini de heyecanla açıp kapatıyor ve kahkaha atmaktan tüm yüzünün yarısını kaplayan ağzı, dayısının hareketlerinin verdiği keyifin tadını çıkarıyordu.

 

Evdeki herkes donmuş bir halde ekrandaki görüntüyü izliyordu o anda. Duyulan tek ses coşkulu spikerin "işte güzel Adanamızın löppöşü, işte büyük güllemiz , bizde Adana tutkusu cülük gibiykene başlar" cümleleriyle kamera Güneşi daha bir zoomlayarak ekrana vermişti.

Halilin gözü seğiriyordu ve gördüğü tek şey Gururun silah yapıp, ateş ediyormuş gibi kullandığı kızının salyası aka aka kahkaha atan görüntüsüydü.

 

O andan sonra ortalık elli altı olmuş, Gururu Halilin elinden almak için tüm ev halkı önüne atlamak zorunda kalmıştı. Bu hadiseden sonra Asil ve Halil sırayla Gururu kendi iş yerlerine götürüyor ve yaptırılacak her türlü angaryayı üstüne yıkıyorlardı.

 

Dün Halilin spor tesisindeki ekipmanları temizlemişken bugün de Yüreğirdeki restoranın bakıma ihtiyaç duyulan kısımlarını elden geçirecekti.

 

Gurur acılı bakışlarını annesine çevirip baktı. Züleyha hızlı hızlı başını iki yana sallayıp benden medet dilenme demeye getirmişti. O sırada telefonu çalan Meyra sessiz bir izinle masadan kalkıp dışarı çıktı.

 

"Baba bir gün bari izin kullanayım. İnsafınız yok mu sizin ya? Dün tüm ağırlıkların yerini değiştirtti bu adam. Sonra tekrar eski yerine çektirdi. Kollarım kalkmıyor artık."

 

Asil yüzündeki gülümsemeyi bardağından aldığı bir yudum çayla kapattı.

 

"Okul açılana kadar böyle."

 

Gurur inler gibi bir ses çıkardı. Sonra yeşil-kahve gözlerinde küçük parıltılarla tekrar babasına baktı.

 

"O zaman haftaya gidiyorum Ankaraya. Neyse bir hafta daha sıkarım dişimi ne olacak? Okul açılıyor malum."

 

Yiğit sağ yanında oturan çocuğa sırıtıp, elindeki bardağı önünde yarısı içilmiş çay bardağına çarpıp kahkaha attı.

 

"Unut o işi koçum, enişten geçen hafta okulunun yirmi bir ekimde derslere başladığını bizzat arayarak teğit etti."

 

Gurur dehşetle araladığı gözlerini bir süre Yiğit de tuttu, şaka yapıyor demesi için bu sefer dudağı kıvrılmış ona bakan Asafa baktı. En son küstah bakışlarla kendine bakan Halille göz göze geldi.

Bunun sonunda her şeyin suçlusu Nazlıymış gibi öfkeli gözler Nazlıya değdi.

 

"Bu adamı başımıza sen bela ettin boncuk! Gidip efendi uslu, zeka seviyesi yaşayacak kadarına yeten birini bulamadın!"

 

Nazlı konunun kendisine nasıl geldiğini bile anlamamıştı. Şaşkın şaşkın kendine bağıran kardeşine çemkirmek için hemen açtı ağzını.

 

"Aaaa sen benim kızımı minicikken holigan yap, yavruma löppüş dedirt, ben sana ağzımı açmayım sonra gel bana çemkir öyle mi? Ne kadar utanmazsın sen be? Anne oğluna bir şey söyle!"

 

Gurur tam aynı şiddetle Nazlıyla kavga etmek için ağzını açmıştı ki Meyra bembeyaz bir suratla içeri girdi. Yüzündeki tüm kan çekilmiş gibi ayaklarını sürüye sürüye masaya doğru ilerledi.

 

"Meyra!"

 

Yiğit hızla ayağa kalkıp karısına doğru atıldı.

 

"Meyra neyin var? Meyra ne oldu güzelim? "

 

Meyra sadece yutkunup kendini kollarından yakalamasa düşecek gibi bir halde ona korkarak bakan herkesde gözlerini gezdirdi.

 

"Tövbeler olsun! Kurban olduğum ne oldu? Annem kötü bişey mi oldu?"

 

Züleyha eli göğsüne yaslanmış korkuyla aralanmış gözlerini kızdan bir an bile çekmiyordu.

 

Meyra sanki cevap telefondaymış gibi elindekini gösterdi.

 

"Zülüş..."

 

"Oy gözümün nuru, ne oldu?"

 

Meyra tekrar elindeki telefona bakıp onu merakla bekleyenlerde gözlerini gezdirdi. En son yine Züleyha ya baktı.

 

"Beni beklerken canın sıkılmasın diye annem..."

 

"Kız noldu Süreyyaya? Anam Asil ne oldu?"

 

"Hamileymiş!"

 

Meyranın tek kelimelik cümlesiyle attığı adım havada kaldı Züleyhanın. Yiğitin küçük gözleri bile iri birer bilyeye dönmüştü. Kendi düğünlerinden bir ay sonra Süreyya ve Yavuz küçük bir nikahla evlenmişlerdi. Bir buçuk ayı daha yeni geçiyordu evllikleri..

 

Nazenin ve Nazlı ağızları açık, Gurur kucağındaki Güneşin burnuna parmağını itmesini umursamayacak kadar şaşkındı.

Meyra yutkunup minicik bir tebessümle kendine öylece bakan kadına dudak büzdü.

 

"Annemin benden umudu olmayınca kendi bu işe el atmış galiba Zülüş. Ben ablası olacağım ama sen ne olacaksın şu an akraba çizelgesini çıkaramadım ben."

 

"Kız!!! Vallaha mı diyon!"

 

" Gözün aydın Zülüş."

 

Ordan sonrası ise çok büyük bir curcunaydı. Meyra girdiği şoktan çıkamamıştı ama Yiğitin kahkahaları, dalga geçmeleri, Asilin gülmemek için kendini sıka sıka tebrik edişi, Gururun Yavuz abisindeki potansiyele yazdığı methiyeler derken bir süre boş boş ortama baktı.

 

Annesi telefonda ağlayarak test yaptığını söylüyordu. Çift çizginin anlamını sormak için de kendi kızını aramayı seçmişti.

 

Meyra başına her şeyin geleceğini bilirdi ama yirmi dört yaşında abla olacağını asla tahmin etmezdi. Öylece oturup karşısında bir sağa bir sola giden kadını izliyordu. Yiğit ise sağ elinin parmaklarını Meyra için kıtlatma çabasına girmişti. Halbuki şu an Meyranın rahatlaması gereken en son yerdi elinin eklemleri.

 

"Sarı papatyam... Kızım çık artık şu şoktan."

 

Meyra hâlâ Züleyha ablasının eli belinde, kulağındaki telefona laf anlatışını ilginç bir hadiseymiş gibi takip etti.

 

"Yavrum mavi ekran veriyorsun şu an. Tamam, şoku atlattık. Bitti gitti diyorum sana. Hayır bir bebek yani. Ya baldız ya kayınço geliyor bana. Bak bir şey diyor muyum?"

 

Meyra boş boş Yiğite bakıp geri Züleyhaya döndü.

 

"Tamam gözünü sevdiğim, ne ağlayıp duruyon? Tövbe çek kız, Allahın gönlüne güç varır!"

 

"..."

 

"Oraya getirtme beni Süreyya, saçını başını yolarım. Ne var kız bizim yaşımızda?"

 

"..."

 

Züleyha gözünün kenarıyla ev halkına göz gezdirip, en son Yiğite baktı ama geri telefonda ağlayan kadına döndü.

 

"Aman Süreyya! Nerde senin kızda ana olacak heves? Onu bekleyene kadar kocardık valla, iyi ettin."

 

"..."

 

"Yahu onlara ne oluyomuş? Kız onların kıblesi bile belli değil, kim güçlüyse ona secde ediyolar işte! Arsız gibi çıkıp tebrik etmeye geldiler demedin mi sen? Bi daha tebrik edilecek sebep çıktı diye zil takar Gülsüm kokmuşu."

 

"..."

 

"Oy valla başıma ağrı girdi Süreyya. Vallaha da bi daha bu yaştan sonra de oncacık saçını ben yolarım. Bizim yaşımızdakiler daha yeni evleniyo canım. Biz erken kalkıp yol aldık!"

 

"..."

 

"He... Öyle diyom bacım, kimse de kınayamaz! Kınayana kurban olduğum beş tane birden versin."

 

Züleyha kıkırdayınca Meyranın da yüzünde minik bir tebessüm oluştu. Annesi sakinleşmişti galiba ki Züleyha ablasının çatık kaşları düzelmişti.

 

"Hah bak, sen dinle beni. Üzme tatlı canını da. Şükür et Süreyya, ikinci baharına ikinci bebek geliyo kız. Hadi bacım, kalk yüzünü yıka, kız yüklüsün sen ağlanmaz o kadar."

 

Tebessüm ederek sonunda kapattı telefonu. Gözü merakla onu izleyenlerde bir tur dolaştı.

 

"Sanki dünkü çocuk, bu yaştan sonra deyip duruyo canım."

 

Kendi kendine kıkırdayınca Nazlı ve Nazenin de eşlik ettiler. Züleyha göz süze süze tekli berjerde onu izleyen kocasına baktı. Sonra gözü Meyraya değdi.

 

"Pek korkmuş ama iyi şimdi, sende merak etme annem. Valla benim olsa hiç yok demem, neyine nazlanıyosa?"

 

"Züleyha!"

 

Asilin uyarı dolu sesiyle gözünün kenarından bir bakış attı. Allahtan Halil ve Asaf işleri olduğu için çıkmışlardı. Yoksa bu uyaran sese cevapsız kalırdı.

 

"Kötü bişey mi dedim Asil? Ne olmuş sanki olduysa? Benim de olsa Allahtan der susarım diye misal veriyom."

 

Asil gözünün altından Yiğite bakıp geri Züleyhaya döndü.

 

"Örnek verme sen karım. Örnek işine çok girme."

 

Züleyha tek omzunu silkip geri Meyraya baktığında Meyra da oturduğu yerden ayaklandı. Ter içinde kalan avuçlarını ilk pantolonuna sildi.

 

"Ben... Şey yapayım."

 

Züleyhanın bakışlarından kaçıp Yiğite döndü bu sefer suratını.

 

"O çok panikler şimdi. Dayımları düşünür, etrafı düşünür, yaşını dert eder. Yanına gitmem lazım Yiğit."

 

Yiğit başını sallayıp ayağa kalkınca bu sefer Züleyha atladı lafa.

 

"Hah ağzın bal yesin sarı kızım. Onu diyecektim ben de. Şöyle toplanıp iki günlüğüne gitsek yanına. Ben şimdi konuştum ama hiç içime sinmez böyle. Doktora gidecekmiş zaten. Yaşım da yaşım deyip duruyo. Sağlığından da korkuyo belli ki. Gitsek beraber, az destek olsak. Az aklını toparlasak. Meyra siz gidin dicem de valla benim de aklım kalır. Çocuk gibi geliyodu sesi."

 

Meyra tam da istediği şeyi duymuş olmanın verdiği ferahlamayla omuzlarını düşürdü.

 

"Vallahi mi Zülüş? O kadar iyi olur ki."

 

Züleyha başını sallarken tekrar Asile baktı. Kocasının gözünü açıp kapatmasıyla gülümsemesi büyüyüp, Meyraya sarılmak için uzandı.

 

"Gidek de bir de yüz yüze göz aydınlığı verek şu anana. Kız doğru ya akıl mı kaldı bende. Seni de tebrik etmedim doğru düzgün."

 

Sesindeki eğlence nasıl da belliydi. Meyra da sinirleri bozulmuş gibi kıkırdadı.

 

"Son zamanlarda bir bebek daha deyip duruyordun al işte sana bebek. "

 

Züleyha geri çekilip sırıtarak bakan Yiğite göz kırptı.

 

"Anam ben şu dua işini hep şaşırıyom. Ayrıntı vermek lazım unutup duruyom ya. Neyse bi dahakine bebeği kime istediğimi de derim."

 

Meyranın inleyişiyle Yiğit daha büyük kahkaha attı. Sonra da küçük karısını kolunun altına çekti.

 

"Hala dua edeceğin zaman seninle konuşalım, bir kaç detay var atlama lütfen."

 

Meyranın bel boşluğunı çimdikleyen parmakları zerre etkilemeden gözleri parlayarak bakan halasına göz kırptı.

 

Halil ve Asaf şu sıra oldukça yoğunlardı. Aslında Yiğit de öyleydi ama özel durumu için kimse ses çıkarmadı. Nazenin sık sık izin kullandığı için tekrar izin almaya utandı. Nazlı ise Güneşin şu sıra sancıları başlayan ama çıkması bir kaç ayı alacak olan dişleriyle uğraşıyordu.

 

Züleyha, Asil, Meyra ve Yiğitin İzmire gitmek için hazırlanmaları kısa sürdü. Hızla yola çıkmak için acele ediyorlardı.

 

Öğleden sonra Meyra sokaklarına giriş yaptığında yerinde duramaz hale gelmişti. İçinde nasıl hissetmesi gerektiğini bilemeyen bir yer vardı. Annesinin hamileliği için tabiki üzülmüyordu ama büyük bir sevinç de yoktu içinde. Tedirgindi sadece. Bu da daha kötü yapıyordu ya onu. Sevinmesi gerekmez miydi? Böyle düşünerek kötü bir insan mı oluyordu acaba?

 

Arabadan indiklerinde Yiğit elini sıkıp ona bakmasını sağladı.

 

"Gevşe biraz. Annen iyi, kötü bir durum yok ortada."

 

Meyra alt dudağını ısırıp başını salladı.

 

"Gerginim sadece."

 

"Farkındayım. Anneni görünce geçecek ama."

 

Başının üstüne dudaklarını bastırıp önden ilerleyen halası ve eniştesine doğru karısını çekiştirdi.

 

Züleyhanın bismillah çekip kapıyı çalması gülümsemesine neden olmuştu Meyranın. Kapı aralandığında Yavuz abisini gördü. Onların geleceğinden haberi olan adam tebessümle geriye çekilip geçmeleri için yol verdi.

 

"Hoşgeldiniz. Bende arayacaktım şimdi."

 

İçeri hole girdiklerinde Meyra etrafta gözlerini gezdirdi. İlk evlendiklerinde Yavuzun evinde yaşamaya başlamışlardı ama Süreyya bahçesini, verandasını o kadar çok özlemişti ki iki hafta sonra yine evlerine taşınarak bulmuşlardı çareyi. Neyseki Yavuz abisi böyle şeyleri kendine dert edecek bir adam değildi. Şu an Meyra yine kendi evlerine gelmiş olmanın hıuzurunu yaşayamayacaktı yoksa.

Ona sarılmak için uzanan adamın boynuna kollarını doladı.

 

"İyiki geldiniz Meyra. Doktordan geldik bizde iki saat önce. Annenin sana çok ihtiyacı var."

 

Meyra geriye çekilip tebessüm etti.

 

"Tebrik ederim Yavuz abi, sağlıkla doğsun inşallah."

 

Sözlerinden sonra Yavuzun yüzünde kademe kademe büyüyen gülümseme, gözlerindeki parıltı o an Meyraya bambaşka bir farkındalık kazandırdı. Yavuz ondan çekiniyordu.

 

Bu duruma hoş tepki vermezse diye temkinli yaklaşmıştı demek ki ilk an. Sonra aynı şeyi annesi için de düşündü. Yoksa o da bu yüzden mi ağlamıştı? Meyra onları yargılar diye mi korkmuştu?

 

"Ben... Çok sağol kızım. Biz çok şaşırdık tabi ama ne yalan söyleyeyim Meyra çok heyecanlandım da."

 

Meyra gülümsemesini büyüttü. Kendi içindeki çelişkileri düşünüp insanları gereksiz yere üzmeye hakkı yoktu.

 

"İlk bende çok şaşırdım ama dediğin gibi bir bebek çok güzel bir şey Yavuz abi. Annem yukarda mı?"

 

Yavuz başını salladı. Sonra Yiğitle de selamlaşmak için Meyranın önünden çekildi. Meyra Züleyhaya bakınca Züleyha da ağırca başını salladı.

 

"Asil, siz oturup dinlenin kocam. Bizde Süreyyaya bakalım. "

 

"Gel Asil ayakta kaldınız. Yol rahat geçti mi?"

 

İçeri doğru giren üç erkekten sonra Meyra ile Züleyha aynı anda hızlı adımlarla merdivenlere doğru koşturdu.

 

"Bu anan valla dayaklık Meyra. Adamın da sevincini kursağında koymuş."

 

"Ben kızarım diye korkmuştur Zülüş. "

 

"Kız neyine kızıyomuşun?"

 

Meyra yarı yolda durup kendine iri iri bakan kadına gözlerini devirdi.

 

"Kadın anladık herşeyi normalleştirme gibi bir huyun var da yirmi dört yaşındayım. İstesem benim çocuğum olur ben anneme çocuk tebriğine geldim."

 

Züleyha tek elini beline atıp kendinden hayli kısa kızın üzerine eğildi.

 

"İsteyeydin! İstedinde önüne mi durduk? Bu ne canım? Siz büyüdünüz diye ölek mi biz? Gencecik kadın, niye doğurmuyomuş? Ben kendi köyümde ne kadar gördüm biliyon mu gelin kaynana beraber doğuran insanları? Hadi kına da başına gelsin!"

 

Meyra sinirleri bozulmuş gibi başını salladı.

 

"Ay onu da mı gördün köyünde? Kınamıyorum ayrıca, korkuyorum sadece. Kırk dört yaşında ya belki sağlık olarak zorlanır diye endişeleniyorum."

 

"Bişeycik olmaz. Ayağının dibinde oktor var. Az da dikkat eder yediğine içtiğine tansiyonuna. Sezeryan doğurmuş zaten seni bunu da öyle yapar, alır bebesini kucağına. Şöyle toparlak bi oğlan olsa ya. Annam nasıl güzel olur?"

 

Kendi kendine sorunu çözen, amaca ulaşan ve en son hayalini de araya sıkıştıran kadına kıkırdayıp geri merdivenleri çıkmaya devam etti. Züleyha ablasının en çok bu huyunu seviyordu. Kimseyi yargılamıyordu. Kime ne olursa olsun insanız başımıza her şey gelir deyip noktalıyordu olayı.

 

Kapıyı tıklatıp içerden gelen sesle girdiler. Süreyya duş almış, aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. Aynanın yansımasından görünen ikiliyle elindeki tarak düştü.

 

"Meyra!"

 

"Anneciğim."

 

Süreyya ayağa kalkıp hemen kızına atıldı. Kollarını sıkıca sarıp şaşkın kadının kendine gelmesini bekledi.

 

"Aman Allahım! Züleyha! Niye geleceğinizi söylemediniz? Bende Yavuz bakar diye hiç üstüme alınmıyorum. Çok sevindim, ne iyi ettiniz, çok sevindim ben."

 

"Kız ben uzaktan uzağa bacıma göz aydınlığı verir miyim? Geliyim de kendi gözümle hamile Süreyyayı göreyim dedim."

 

Süreyya geriye çekilip minik bir tebessümle bakmış, gözlerini kaçırmıştı hemen.

 

"Doktora gittik bizde emin olmak için. Dört haftalık gibi görünüyor."

 

"Oh oh yaz bebesi olacak. Allah analı babalı büyütsün Süreyya. Valla kendimin olsa bu kadar sevinmem. Kız içim açıldı ya."

 

Meyra yan yan bakıp annesinin kolları arasına girdi.

 

"Son zamanlarda çok ima yapıyorsun Zülüş. Hayır varsa bir şey bilelim yani. Bizimi alıştırıyorsun anlamadık ki."

 

Meyranın eğlenen sesiyle Süreyya sanki omuzlarından yük kalkmış gibi derin bir nefes almıştı. Züleyhanın dudak büken ifadesine kıkırdadı.

 

"Yok anam nerde? Doktor müsade vermiyo, biliyonuz benim durumu. Tansiyon sıkıntısı çıkarırmış. E zaten benim zaptiye de ağzımı açsam ağzıma tıkıyo lafı. Bende işte hevesimi sizden çıkarıyım diyom."

 

"Heves mi?"

 

Meyra gerçekten hayret ediyordu.

 

"Gözün doysun be kadın. Dört tane çocuğun var, Allahtan kork!"

 

Züleyha hiç umursamadan geçip odadaki tekli berjere oturdu. Sağ ayağını da dizine çıkarıp ovalamaya başladı. Yol yormuştu.

 

"Ne var? Çok şükür bakacak malım mülküm var, hevesim var, kocamın da Allaha bin şükür gücü kuvveti yerinde niye beş olmasın? Oğlan çok evde ben bi tane de kız istiyodum. Yağızla Zürütte büyüyo şöyle son beşik olsa da yaşlılığımızda yanımızda büyüse kötü mü olurdu?Ama yok anam, ben bi daha gebeyim desem kocasız kalırım. Asil kalpten gider sabim babasından olur."

 

İki kadın da kıkırdadı içli içli dert yanışına. Gerçekten sağlığı el verse hiç de boyumu geçen çocuklarım var demeden bir tane daha doğururdu.

 

"Zülüş biz varız ya bizle yetin artık. Bak vallahi iki üç kere söyledin Asil abinin rengi mora çaldı. Ben gibi o da şüphelenmiş olmalı. Laf arasında hamile olmadığını duyur, yazık adama. "

 

Birbirleriyle uğraşa uğraşa yarım saati geçirdiler. Süreyyanın iyi hissetmesi için çok fazla bebek üzerine konuşmasalarda ara ara yeni bir canın ne kadar iyi olacağı üzerine laf soktular araya. Beraber yemekler hazırlayıp, keyifli bir akşamı daha tamamladılar.

 

Meyra odasındaki çarşafları değiştirdiğinde Yiğit duş alıyordu. Aşağı su almaya indiğinde ise mutfaktan fısıltı gibi gelen seslerle duraksadı.

 

"Doğru söyle

Züleyha, Meyra bir şey dedi mi? Of Yiğite hiç doğru düzgün bakamadım bile. Çok utandım Züleyha."

 

"Kız vallaha kötü bişey demedi. İlk bi şaşırdı ama şimdi seviniyo bile bana sorarsan. Hem Yiğite ne oluyomuş canım? Yavuz abiye baksında az feyz alsın."

"Bilmiyorum... Yani ilk çok korktum, kırk dört yaşındayım az değil ki. Doktor da zaten kontrolleri, beslenmeyi falan dikkat etmemiz gerektiğini söyledi. Of Allahım ben nasıl doğuracağım bu çocuğu? Millet neler der arkamdan?"

 

"Aman onlara neymiş? Güçleri yetiyosa kendileri de yapsın canım. Onu bunu bırak sen nasılsın onu de. İyice alıştın mı evliliğe? Yavuz abi gözüyle izliyo sürekli, gönlünü hoş ediyomu Süreyya?"

 

Süreyyadan bir süre ses çıkmadı. Meyra sırtını duvara yaslamış bu sorunun cevabını bekliyordu. Ödü koptu kötü bir kelime duyacak diye. Eli hızla çarpan kalbinin üstünde annesinin ağzından duyacağı bir kaç kelimeyi bekledi.

 

"Züleyha... Ben yirmi beş yılımı elimle ateşe atmışım çok iyi anladım . Ben kendimle beraber Meyramı da yakmışım. Bir olmazın yanında heba etmişim bebeğimi. Yavuzun her hareketi, o inceliği, gülümseyeyim diye yaptığı her şey yüzüme bunları vurdu sanki."

 

Züleyha elini masanın üstünden tutup, sıktı.

 

"Öyle deme. Nasibin öyleymiş demek ki. Yoksa sen ister miydin? Geçmişe dönüp yanılmaz Süreyya. Önüne bakmayanın ayakları hep taşa takılır."

 

Süreyyanın burnunu çekişiyle Meyranın da gözünden bir yaş kaydı.

 

"Doktordan çıktık eve gelirken bebek mağazasının önünde durdu. Koca adam çocuk gibi sevinip gidip patikle tulum aldı biliyormusun daha varlığı belli olmayan bebeğe. Meyramda hak ediyordu böyle sevinçle beklenilmeyi. Halbuki hamile olduğumu söylediğimde ilk duyduğum şey niye dikkat etmedin olmuştu. Yavuzdan da o kelimeyi beklerken koştura koştura doktora götürdü beni. Sanki toy çocuklar gibi elimi tutan eli titredi. Ben çok tuhaf hissediyorum Züleyha. Geçen gün serada sohbet ediyorken Jülide bir şey söyledi boş bulundum kahkaha attım. Bir anda elim ayağım boşaldı. Levent yüksek sesle kahkaha atılmasından nefret ederdi. Öyle bir korkuyla Yavuza baktım ki..."

 

Süreyya sızlayan burnunu sıkıp derin bir soluk aldı. Kendine hüzünle bakan kadına iç parçalayıcı bir tebessüm yolladı.

 

"Yavuz gülümseyişimi izliyordu. Leventin susturduğu kahkahamı izliyordu. Ben neler yaşadığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Eğer Yavuzla yaşadığım şeyler evlilikse Leventle olan neydi Züleyha?"

 

"İmtihandı bacım. Yolun Yavuz abiyle kesişsin diye imtihandı. Meyra da babadan gülmediyse kocadan güler. Yiğit de onu bebek gibi seviyo. Böyle yapma, karnındakine eziyet olur. Kötü kocan vardıysa da gül gibi kızın oldu, bi halta yaradı mendebur."

 

Züleyha yüzü düşmüş kadını azıcık güldürmek için bulaşmaya karar verdi. Elinin üzerine eliyle küçük bir şaplak attı.

 

"Hem bebe istemem diyon Süreyya hanım hem de o bebeyi oraya koyuyon. Madem istemiyodun aklın neredeydi yaparken?"

 

Süreyyanın kıkırdayan sesiyle Meyranın yüreğine serin sular serpildi.

 

"Züleyha ya..."

 

"Utanıyon mu zilli Süreyya? Evleneli iki ay olmadan bebeyi oraya koyduğunuza göre pek utanmamışın gerçi ya."

 

Süreyya yanağı yana yana öne doğru eğildi. Gören gerçekten boyu kadar kız var demezdi.

 

"Züleyha ben korunmayı hep unuttum. Yani nasıl diyeyim şimdi... Züleyha ben ömrüm boyunca kaçtım hep birliktelikten şimdi..."

 

Züleyhanın kıkırtısı biraz daha doldurdu mutfağı.

 

"Hoşuna gitmiş bacım, oh oh maşallah."

 

Süreyya başını ağır ağır salladı.

 

"Meyrayı doğurduktan sonra uzunca bir süre vajinusmus çektim Züleyha. Öyle zorlandım ki... Sonra tedavi oldum ama yine de benim için biran önce bitmesini istediğim bir şeydi. Biri bana kırk dördünde evleneceksin sonra üstüne bir de ilişkiden keyif alacaksın dese ölsem inanmazdım."

 

Züleyha gözlerini iri iri açıp Süryyaya baktı. Anladığı şey gerçekmi emin olmak ister gibi bir kaç saniye konuşamadı.

 

"Süreyya sen hiç... Kız hiç olmadı mı? Vallaha mı Süreyya? Hiç mi?"

 

Süreyya başını iki yana sallayıp geriye yaslandı.

 

"Ne keyif alması Züleyha acımasın diye dua etmekten zevk isteyecek halim mi vardı benim?"

 

Züleyha öylece karşısındaki kadına baktı. Ömrü boyunca hiç orgazm hissi yaşamadan evlilik geçiren insanların varlığını elbette biliyordu ama kimseyle de böyle muhabbetler kurmadığı için konuşmuşluğu yoktu. Şimdi kız kardeş olarak gördüğü kadının çektiği sıkıntıları dinledikçe geçip gidene beddua etmeye geri başladı dili.

 

"Südüklüğüne taş çakılasıca! Kanı içine aksıca mendebur. Kasım kasım kasılacağına karına kocalık yapamamışın ya! Domuz götüne benzeyen sıfatını yağlayacağına gidip iki satır okuyaymış mikrop! İnim inim inleyesice münafık!"

 

Sıra sıra saydığı beddualarla Süreyyanın düşmüş yüzü aydınlandı. Kısık tutmaya çalıştığı kahkahası doldurdu mutfağı.

 

"Ay Züleyha... Allahım onlar nasıl sözler? Hiç güleceğim yoktu, Allah iyiliğini versin."

 

Züleyha umursamazca omuz silkti.

 

"Evrene mesaj yoluyom bacım. Nazeninle yapıyoz bunu. Bişeyi çok isteyince çok da demek lazımmış. Bende adama benzemedik için mesajımı yolayım bakalım iletilecek mi?"

 

Süreyya yine kıkırdadı.

 

"O başına gelenlerden sonra daha fazlasına ihtiyaç duymaz bence Züleyha. Bana değil ama kızıma yapmadığı babalık hatrına girdiği yerden çıkamasın diye bende çok dua ediyorum."

 

Züleyha boşver der gibi elini sallayıp yine Süreyyanın elini ttuut.

 

"Neyse adını almıyak mikrobun, üç harfliler gibi damlamasın başımıza. Onu bunu bırak da sen bi kez daha söyle,

içim rahat etsin. Şimdi iyisin, bi sıkıntın yok, yatağından da korkmuyon ele bacım?"

 

Süreyya sevgiyle gözlerini kıstı. Ne güzeldi onu ondan çok düşünüp, derdiyle dertlenecek bir kardeşin varlığı. Yine keyifle kıkırdadı.

 

"Ben niye korunmayı unuttum sanıyorsun Züleyha? Aklım başıma gelene kadar hamile kaldım bile."

 

İkisinin kahkahasından sonra Meyranın da yüzünde durgun bir tebessüm oluşmuştu. Duyduğu bir çok şey onu çok üzmüştü ama en son söylediği içindeki tüm korkuyu, sıkıntıyı alıp götürmüştü. Annesi gerçekten mutluydu ve bir kadının hak ettiği gibi sevildiği o evliliğin içindeydi. Sessiz sessiz odasına doğru çıkarken eliyle kıkırtısını kapattı. Annesi öyle mutluydu ki Meyraya bir kardeş yapacak kadar aklını kaçırmıştı.

 

Odaya girdiğinde Yiğit belindeki havluyla banyodan çıkıyordu.

 

"Sarı?"

 

"Su içmeye indim de... Sen yeni mi çıkıyorsun?"

 

Yiğit saçlarını el havlusuyla kurularken yan bir bakış attı karsına.

 

"Gelirsin diye oyalandım ama nerde sende öyle ince düşünceler?"

 

Meyra kahkahasını atıp kocasının nemli yanağna sıkı bir öpücük bıraktı.

 

"Kudurma danacığım, ev insan dolu. Annemle halan mutfakta oturuyor hâlâ."

 

Yiğit tek gözünü kısıp dırum değerlendirmesi yaptı.

 

"Züleyha Sultan terapiye başlamış demek ki. İyi iyi annenin moralini yerine getirir. Suç işlemiş çocuk gibi kafasını kaldırmadı bütün akşam."

 

Meyra dudağını büzüp, başını salladı.

 

"Bizden utanıyor, onu ayıplarız sanıyor. El alemi düşünmekten belki de hevesleneceği bir şeyi keyfince yaşayamıyor ya en çok ona üzülüyorum."

 

Yiğit burnunu ucuna minik bir fiske attı.

 

"Biz ne kadar normal karşılarsak o kadar rahatlar. Yarın bahçede mangal yapalım diyordu Yavuz abi. Biz gidelim alışverişe, dönerken de bebek için bir kaç şey alalım. Heveslendik, çok beğendik dersek bebek için sevindiğimizden emin olur. Annen senin tepkine göre davranacak belli ki."

 

Meyra da onaylar gibi başını salladı.

 

"Mutlu olsun istiyorum ben. Tamam şaşırdım ama hayır ne diyebilirim ki? Sadece abla olacağım hiç aklıma gelmezdi."

 

Sona doğru istemsiz kıkırdadı. Yiğit de kısa bir kahkaha attı.

 

"Valla bende kayınçom mu olacak baldızım mı diye düşüneceğimi aklıma getirmezdim ama bak şimdi kafa patlatıyorum."

 

Yiğitin sevimli tepkisi daha çok güldürdü Meyrayı. Tekrar uzanıp dudağının kenarına bir öpücük daha bıraktı.

 

"Canım danam benim. Kıpçık gözlerini yerim senin."

 

Sonra geriye çekilip ardını döndü Yiğite. Meyra üzerindeki tişörtü çıkarıp kendi dolabından ince bir tişört aldı. Eli sütyen kopçasına gittiğinde Yiğitin elleriyle durdu.

 

"Meyra...."

 

"Hmmm..."

 

"Sen bu yatakta mı uyudun yıllarca şimdi?"

 

Sütyeni bedeninden ayıran adam dolabın içine doğru fırlatmıştı. Meyra da başını yana eğmiş sadece yüzüne bakan Yiğite kaşlarını kaldırdı.

 

"Evet?"

 

Yiğit alt dudağını ısırıp çok da geniş sayılmayacak yatağa baktı.

 

"Sarı papatyam?"

 

"Danam?"

 

Yiğit alt dudağına hızla dilinin ucunu sürtüp bu sefer tekrar kaçamak bir şekilde yatağa bakmış sonra da merakla konuşmasını bekleyen Meyraya dönmüştü.

 

"Meyra ya tuhaf olacak ama ben çok tahrik oldum ya."

 

Meyra hâlâ kaşları kalkık kocasına seyrediyordu.

 

"Neyden?"

 

"Ya kızım geçen gelmemde de merak etmiştim odanı zaten. Şimdi böyle... Ya kızım anlasana işte. Meyra valla sessiz oluruz ya. Hem yatap küçük birimizin mecbur üstte olması lazım. Sen şöyle üstüme çıksan..."

 

"Yatak küçük?"

 

"Hadi sarı papatyam, yahu yemin ediyorum bilmeden bir şey mi yedim içtim naptım. Banyoda da senin yıllarca orda duş aldığını düşünüp azdım zaten. Vallahi uyuyamam ben, kafaya taktım bir kere. Hem kaç gündür hastayım diye götünü dönüp yatıyorsun."

 

Meyra Yiğitin koyulmuş gözlerine bakıp yutkundu. Bilinçsizce yatağa bakma gafletinde bulundu. Ve daha fenası yutkunma cürretin gösterdiğinde de Yiğite gerekli cevap verilmiş oldu. Bir anda dudaklarına yapışan adamın saçlarından tutunarak hızla kucağına tırmandı. Yiğitin düşen havlusunu zerre umursamadı bile.

 

Yatağa beraber düştüklerinde boynuna aşağı inen dudakların ıslaklığını hissetti.

 

"Yiğit..."

 

"Vallahi durmam daha sarı!"

 

"Hişşşttt! Sessiz ol pislik, kapıyı kilitle hadi. Rahat edemem."

 

Yiğit aldığı onay sonucu hızla kapıya ulaşıp kilidi çevirmiş ve yarı çıplak onu bekleyen karısının üzerine kendini geri bırakmıştı.

 

"Hızlı ol ama tamam mı? Biri duyarsa vallahi kimsenin yüzüne bakamam?"

 

"Sus da öp o zaman. Giyme şu pantolonu beş tane düğmesi var şerefsizin!"

 

Söylene söylene omuzlarına öpücük bırakırken pantolonun düğmelerini de açmayı bitirmişti. Eğilip karnının üzerinde dudaklarını dolaştırmaya devam etti.

 

"Meyra...."

 

"Hmmm...."

 

"Kariyer olayında ciddi misin?"

 

Bunu söyleken bel kemiğine dişlerinin minik minik sürtüyordu.

Meyranın kapanan gözleri aralandı. Yiğiti omuzlarından tutup yatağa çevirirken hiç zorlanmamıştı. Kendini Yiğitin üzerine attığında kocasının elleri hemen göğüslerine gitti.

 

Meyra bedenini aşağı kaydırıp sertleşmiş penisine kendini sürttüğünde Yiğitin hareket eden adem elmasına gülümseyerek baktı.

 

"Bir süre... kardeşimi büyütmekle ilgileneceğiz kıpçık göz..."

 

Yiğitin elleri belini kavrayıp kendini biraz kaldırmasına yardımcı olunca aralarına sıkışmış sert uzvu girişine doğru konumlandırdı. Ağır ağır üzerine oturduğunda minik bir inleme kaydı dudaklarından.

 

"Beraber... Biraz hızlansana kızım! Büyüseler?"

 

Meyra bedenini kaldırıp indirdikçe Yiğit hızlanması için beline baskı yapıyordu.

 

"Olmaz! Kardeşim büyüsün az ahhh..."

 

Hareketlerinin Yiğit ne kadar hızlandırmak için teşvik etse de Meyra dirayetini korumaya devam etti. Ağır ağır can acıtıcı titreşimleri başlattı.

"Offf... Şansımı deneyeyim ahhh hadi... Dedim sadece. Tamam hızlan hadi."

 

Meyra alışan bedenini Yiğitin sözleriyle azıcık daha hızlandırdı. Yiğitin bir eli göğsüne kayıp sıktığında öne dağılan saçlarını eliyle toparlayıp ardına attı. Açığa çıkan iki göğsüne aç bakışlar atan kocasına sinsi, kışkırtıcı bir gülümseme yollamıştı. Yiğitin bedenini biraz doğrultup diğer göğsüne dudaklarını kapatmasıyla başı geriye düştü.

 

"Kariyer... Yapacağım ahhh ben."

 

Yiğit dişlerini sürte sürte çekiştirdiği ucu rahat bırakıp kendine baygın bakışlar atan, istediği devinimi ona vermeyen karısına sinirle baktı sonra bir anda kolunu beline dolayıp Meyranın içindeyken yönlerini değiştirdi. Şimdi üstte olan Yiğitti.

 

"Kariyerini sikeyim Meyra. İnadının da sikeyim tamam! Aç şu bacaklarını kurudum burda. Bir kaç yıl sonra söke söke alacağım o çocuğu senden."

 

Meyranın kıkırtısını hırslı dudakları kapattı. Diz kapaklarının altına ellerini geçirip bacaklarını istediği aralıkta açmış ve bedenini sertçe içine itmişti. Ağzının içine yayılan inleme kesilmeden yeni bir sert itişle istediği ritmi yakaladı. Dakikalardır Meyradan istediği hızı kendi gerçekleştirerek ulaşmak istediği doyum için hareketlerini bir an bile kesmedi. Meyranın kasılan bacakları ve ağzını rahat bırakmadığı için gırtlağından gelen seslerin yoğunlaşmasıyla darbeleri daha sert bir hâl aldı. Titreyen bacaklarından birini omzuna alıp sıkışmışlık hissinin tadını çıkardı. Bir haç hamlesinden sonra karısının kasılıp gevşeyen kasları ve kalçalarındaki ince titremelerin bitmesini beklemek için dişlerini sıktı. Meyra gevşediği an kendini bırakma izni vermişti bedenine. Rahatlayan bedeni ter içindeki karısının üzerine yığıldı. Bir kaç dakika öylece içinden çıkmadan soluklarının toparlanmasını bekledi.

 

"Yiğit..."

 

"Hmmm..."

 

"Eziliyorum..."

 

Yiğit boynuna sesli bir öpücük bırakıp kendini yana atarken Meyrayı da yarı üzerine doğru çekti.

Meyra işaret parmağını göğsünde gezdirirken yine adını seslendi.

 

"Yiğit?"

 

"Söyle papatyam."

 

"Çocuk konusunda anlaşmıştık. Sen..."

 

Yiğit başının üstüne de bir öpücük bırakıp göz göze gelmek için Meyranın yüzünü kendine yaklaştırdı.

 

"Kızım şansımı deniyorum şurda kesme önümü. Anlaştık dedik ya. Yavuz abiyi kıskandım sanırım. Adam bizden sonra evlendi bizden önce bebek işini halletmiş."

 

Meyra kıkırdayıp göğsüne eliyle vurdu. Sonra kendini iyice Yiğitin üzerine yerleştirdi.

 

"Onlar yaşlı canım danam, fazla vakit kaybetmeden halledelim demişler. Biz çıtırız daha, az birbirimizin tadını çıkaralım. Sonra istediğin çocuk olsun aslan parçası yaparız, elimize mi yapışacak."

 

Yiğit çıplak kalçasına ses getiren bir şaplak attı.

 

"Sen halamın tedrisatından geçmeye başladın başlayalı pek tatlı dillisin bakıyorum da. Gel şu diline banyoda da bir bakalım."

 

Kalçasını avuçlayan ele şaplak atıp ayaklandı Meyra.

 

"Uzak dur kıpçık göz! Bir haftadır kardeş kardeş yatıyoruz diye annemin evinde azıtmana ses çıkarmadım ama vallahi daha fazlası olmaz. Banyo havalandırması ses taşıyor tüm odalara."

 

Ayaklanıp Yiğitin biraz evvel üzerinden düşen havlusunu bedenine sardı. Odasındaki küçük banyoya giderken de sataşmak isteyen yanlarına da engel olmadı. Kapıyı aralayınca keyifle onu izleyen kocasına bakıp sevimli bir gülümseme yolladı. Elini sanki Yiğiti okşar gibi kapı pervazına bir iki kere sürttü. Kendine gözlerini iyice kısmış bakan adama dudağını ısırarak göz kırptı.

 

"Keşek banyo havalandırması ses geçirmeseydi Yiğit, tadına bakardım..."

 

Yiğit yataktan ok gibi fırladığında hızla kapıdan kendini içeri atıp titreyen elleriyle de kapıyı kilitlemişti.

 

"Aç lan kapıyı?"

 

Meyra kıkırdamaktan başka bir şey yapmıyordu. Yiğit de ses gitmesin diye kendini olabilidiğine kasıyordu.

 

"Kızım aç kapıyı söz bir şey yapmayacağım."

 

"Yalancıyı sikselerdi oturamazdın Yiğit bey!"

 

Yiğit kapıyı bir iki kere daha zorladı. Onun her kapıyı zorlama çabasında da Meyranın kıkırtıları kulağına doldu.

 

"Biz eve gideriz sarı! Senin ağzın yine bozulmuş, eve gidip kendi banyomuzda dolduralım o bozuk ağzını da terbiye olsun!"

 

Meyra artık istese de kendini tutamayıp kahkaha atmıştı ve hızla elini ağzına kapattı. Bayılıyordu Yiğiti delirtip, peşinde koşturmaya.

 

Ertesi gün tam da planladıkları gibi bir gün geçirdiler. Mangal alışverişine Yiğit ve Meyra gitti. Döndüklerinde ise elleri kolları paketlerle doluydu. Sözde bir kaç şey alıp annesinin içini rahatlatacak olan kız gerçekten kendini kaptırıp büyükçe bir alışveriş yapmıştı. Kendine denk yarım akıllı kocası da su damlası kadar bile olmayan kardeşine oyun konsolu almaya niyetlendiğinde durabildiler.

 

Eve girip de salonun ortasına tüm paketleri açtıklarında Süreyya öylece bakıp kalmıştı. Meyra aldığı zıbın ve tulumları sıra sıra diziyor, Yiğit de onlara kombin olsun diye patikleri üstüne yerleştiriyordu. Tüm arsızlıklarıyla cinsiyeti belli olmadığı için ara renkler aldık diyecek kadar da şuurlarını yitirmişlerdi.

 

İki kadının kendilerine ağzı açık bakmasını hiç umursamadan çıngırakların yapıldığı malzemeyi sayıp bir de doğaya hiç zararı olmadığını anlatıp hak ettikleri övgüyü beklemişlerdi. Züleyhanın çocuğun kalbi bi ataydı önce sözlerini duymazdan gelip ablalı enişteli övgüler içeren zıbınlar için kendi aralarında tartışmışlardı bile.

 

Süreyyanın mavi gözlerinin dolup, taşması, ikisine sıkı sıkı sarılıp birde uzunca ağlaması sonucunda ortaya saçılan tüm bebek eşyaları toplandı.

 

Yemeklerini yedikten sonra toparlanıp geri Adanaya dönmek için kapıya çıktıklarında Yavuz, Meyraya sıkı sıkı sarıldı. Defalarca teşekkür edip, sık sık gelmeleri için söz aldı. Aynı samimiyetle Yiğiti de kucaklamıştı Yavuz. Süreyyayla hayatına dahil olan herkes öyle iyi gelmişti ki Yavuzun uzun süredir yalnız geçirdiği hayatına, hepsine gönülden bir sevgi besliyordu.

 

Ama en çok ikinci baharına birde demet demet çiçek açtıran kadınaydı aşkı. Onu kırk sekiz yaşında tekrar baba olma duygusuyla göklere ulaştıran Süreyyasınaydı...

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Zaman su gibi akıp gitmeye devam ederken hayatları da rayına girmeye başlamıştı. Halil, Yiğit ve Asaf aldıkları sorumluluğu hakkıyla yerine getirmişlerdi. Oldukça dikkat çeken bir güvenlik şirketinin yönetimini üstlenip, altından kalkmışlardı. Yiğit sanal ağda güvenlik ihtiyacı olan şirketlerin koordinesini sağlarken Asaf ise Şirket binasından ayrı bir konumda bedensel saldırı ve suvunma içeren eğitimlerin başında bekliyordu.

Halilin hayatı ise işi ve evi arasında, hiç olmadığı bir düzende ilerliyordu. Güneş büyüyor ve bir anını bile kaçırmamak için hep yanında oluyordu.

 

Kışın sonlarına doğru Nazenin işten çıkmış ve yemeği dışarda yiyeceklerini kararlaştırdığı kocasını almak için arabasını çalıştırmıştı.

Asafın da onu beklediğini bildiği için olabildiğine hızlı arabasını şirket binasına sürdü.

 

Asaf, Nazeninin arabasını görür görmez adımlarını hızlandırıp yolun karşısına geçti ve hızla arabaya bindi. Hava bugün oldukça ayazlıydı.

 

"Çok mu beklettim hayatım?"

 

Nazenin öpsün diye yanağını uzatırken sormuştu bu soruyu.

 

"Yok güzelim, biraz önce Yiğit ve Halil gittiler zaten. Yeni çıkmıştık. Ne yaptın bugün?"

 

"Hahsetmiştim ya Murat abiler bir tohum getirecekler diye filizlendirme için sera alanı oluşturduk. Senin nasıl geçti günün?"

 

Konuşa konuşa yol alırken bir süre önce konusu geçen ama gitme fırsatı bulamadıkları restorana doğru yola çıktılar. Yerköprü taraflarında ormanın içerisine kurulan ve büyük bir alana yayılan restorana doğru ilerlerken Asafın sesiyle nazenin ani bir fren yaptı.

 

"Nazenin! Dur!!! Dur çabuk!"

 

Ne olduğunu bile anlamayan kız panikle hemen arabayı durudurunca birden arabadan fırlayan kocasının peşinden indi.

 

"Asaf! Asaf ne oluyor?"

 

Asaf yol kenarında kalan ve havanın da çok aydınlık sayılmadığı için net göremediği ağaçların altına doğru koşturmuştu.

 

"Asaf dur! Ne oldu?"

 

Asaf ardına bile bakmadan ağaç dallarında tutunup yolun aşağısına doğru inmeye başladı.

 

"Nazenin çabuk ambulansı ara! Araba şarampole yuvarlanmış çabuk!"

 

Nazenin panikle hemen arabaya geri dönüp denileni yaptı.

Ambulansa yerini tarif ederken elleri titriyordu.

 

"Asaf! Arabada kimse varmı?"

 

Kocasından ses çıkmayınca o da dallardan tutuna tutuna çok dik sayılmasa da inişi zor olan kısımdan inmeye başladı.

 

"Asaf!"

 

"Gel arabadalar, çıkarmamız lazım Nazenin. Çabuk ol!"

 

Nazenin iki metre aşağı indiğinde gördü küçük bir arabanın iki ağaca çarpmış, ön tarafının darma dağınık olduğu halini. Adımları daha da sıkılaştığında Asafın şöför koltuğunu açmaya çalıştığını gördü. Aynısını kendi de yapıp yan kapıyı zorladı. Nazeninin kolaylıkla açtığı kapı sayesinde de korktukları manzarayla karşılaştılar. Bir erkek ve bir kadın bilinçsizce öne doğru savrulmuşlardı. Kadının emniyet kemeri bağlıydı ama adamınki takılı değildi.

 

"Kapı sıkışmış açılmıyor."

 

Nazenin cevap veremeyecek kadar şoktaydı. Elleri titreye titreye uzandı.

 

"A-asaf! Asaf gel buraya! Asaf kadın hamile gel!"

 

Asaf kapıyı zorlamayı bırakıp Nazeninin söylediklerinden sonra hızla diğer tarafa geçip Nazeninin emniyet kemerini çıkarma çabasına yardım etti. Kadının nabzına baktıklarında attığını görüp derin bir nefes almışlardı.

 

"Çabuk! Çabuk çıkarmak zorundayız! Boynuna dikkat et. Kemer karnına zarar vermiş olmasın Asaf! Of adamın nabzına bakabildin mi?"

 

Asaf hiç sesini çıkarmadan hızla kontrollü bir şekilde kadını çıkarıp yanında, biraz engebeli kısıma kadını yatırdı. Hızla uzanıp, patlayan cam yüzünden kan içinde kalmış adamın nabzına baktı. Dişlerini sıkıp Nazenine kafasını onaylamaz gibi sallayarak cevap vermiş oldu. Nazenin yaşadığı anın şokuyla sadece titriyordu.

 

"Nerde bu ambulans? Kadının da nabzı çok zayıf. Asaf..."

 

"Tamam... Tamam gelecekler dur bir saniye. "

 

O andan sonra ambulans ve polis ekiplerinin gelmesi, müdehale ve hastane için yola çıkılmasıyla geçti. Olay yerinde hayatını kaybeden İbrahim Taşın ailesine haber verildi. Ağır yaralanan Sevim Taş ise acil ameliyata sokuldu.

 

Nazenin ve Asaf yaşadıkları her şeyin şokuyla ilk Asile haber vermişlerdi. Sonra ameliyattaki kadının akrabalarına ulaşmak için polislerle görüştüler.

Tüm aile bir anda hastaneye dolup, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

 

Ameliyathanenin kapısında adından başka hiç bir şeyi bilmedikleri bir kadını beklerken buldular kendilerini. Doktor bir saat sonra çıkmış, bebeğin sezeryanla anneden alındığını söylemişti. Annenin ameliyatı devam ediyordu ama doktor hiç de umutlu bir konuşma yapmamıştı. İki saat sonra ise yeri göğü yıkan bir bağırtıyla ayaklandılar.

 

Kaza yapan adamın ailesi gelmiş, annesi çığlıklarıyla hepsinin yüreğini yakmıştı. Nazlı, Züleyha, Meyra, Nazenin hiç tanımadıkları bir kadını teselli etmeye çalıştılar.

 

Olay yerine gelen polisler ise direksiyon hakimiyetini kaybettiğini, bu yüzden yoldan çıktıklarını söylemişti. Araba eski model olduğu için airbagleri yoktu.

 

Sakinleştirici verilen kadının başında beklerken başka insanlarda koştura koştura geldiler. Sevim Taş' ın ailesi korkuyla elleri göğüslerinde bir haber sorarken Asil durumu anlatma metanetini gösterdi. Yaşları oldukça ilerlemiş karı koca oldukları yere yığılıp ağlamaya başladığında Sevimin ağabeyi ve karısı da çok kötü haldeydi.

 

O an olmaması gereken bir şey olmuş ve İbrahimin annesi, Sevimin annesine saldırmış, olanların kızı yüzünden olduğunu, çocuğunu kızları yüzünden kaybettiğini haykırıp tekrar bir sinir krizi geçirmişti.

 

Vardiya çıkışı ailesini görmek isteyen Sevim ve İbrahim Ceyhandan, Karslılara doğru yola çıkmışlar. Biraz da yolu uzatıp Adanada dolaşmışlar. Oğlunun yorgun argın yola çıkmasını istediği için tüm suçlunun Sevim olduğunu söyleyen kayınvalide ise tüm acısını öfkeyle harmanlamıştı.

 

Oldukça uzun geçen bir geceden sonra eve geldiklerinde hepsi bitkindi. Kendilerini salona atıp öylece sessizce beklediler. Bir zamandan sonra Züleyha dayanamayıp sanki cevap kocasındaymış gibi Asile baktı.

 

"Hiç bebeye bakmadılar ele Asil?"

 

Asil de sıkıntıyla bir soluk bıraktı. Başını iki yana salladı.

 

"Çok öfkeliler. Çocuğu sormak o öfkenin arasında akıllarına bile gelmedi. Gencecik bir can gitti. Kadın da yoğunbakımda, durumu çok kötü."

 

Züleyha başını ağır ağır salladığında Nazlı başını annesinin omzuna koydu.

 

"Daha otuz bir haftalık. Doğdu ama ne annesi var ne babası var yanında. Ne yapacak o bebek anne?"

 

Züleyha da en çok bunu düşünüyordu. Doktorla anne için hiç ümitli değildi.

 

Meyra da Yiğite doğru yaslanmış öylece mahsun mahsun bakan Nazeninle göz göze geldi.

 

"Kadının anne babasına çok üzüldüm. Gerçekten onlar suçluymuş gibi kaldılar öylece. Yaşlı da insanlar. Ne yapacaklarını bilemediler."

 

O günden sonra hastaneye sık sık gittiler. Ama yoğun bakımdaki Sevim dördüncü günde tekrar bir iç kanama geçirip ölünce her şey çok daha kötü bir hale geldi. İbrahimin ailesi oğullarının cenazesini alıp gitmiş, bir daha hiç gelmemişti. Sevimin ailesi ise perperişandı.

Küvözde hâlâ kendi solunumunu yapamayan bebek bir anda kimsesiz kalmış, hiç bir şeyden habersiz öylece hayata tutunmaya çalışıyordu.

 

Asaf ve Nazenin beraber İbrahimin ailesiyle görüşmeye gittiler. Kapıdan bile alınmadılar. O kadın ve ondan olana karşı öfkeleri çok şiddetliydi.

Sevimin anne babası ise yaşlı ve hasta iki insandı. Asaf bebek için dayısıyla konuşmak istediğinde adam yüzüne bakamadan beş çocuğu olduğunu söylemiş, asgari ücretle bir bebeğin daha sorumluluğunu alamayacağını mırıldanmıştı.

Öylece camın gerisinde burnunda hortumla uyuyan, bir el büyüklüğündeki bebeği izlediler.

 

"Asaf..."

 

Asaf başını bebekten çekmeden başını salladı.

 

"Ne olacak şimdi ona?"

 

Nazenin konuşsun diye bir süre öylece kocasını bekledi. Asaf parmağının ucunu cama değdirip okşar gibi bir iki kere sürttü.

 

"Küvözden çıkınca yetiştirme yurduna gidecek. Şanslıysa hemen aile edindirilecek. Ama prematüre bebeği kolay kolay kimse istemez."

 

Sonra hiç bir şey söylemeden elini kavramış ve Nazenini peşinden sürükleyerek ordan çıkarmıştı. Evlerine gittiklerinde ağzını saatlerce açmadan öylece oturmuştu Asaf. Ağzına tek lokma sokmamıştı. Nazenin üzgün gözlerle kocasını izliyor, bebeği düşündükçe için çok acıyordu.

 

Gece olup yataklarına girdiklerinde Nazenin Asafı göğsüne doğru çekti.

 

"Asaf... Ne olur? Çok perişan ettin kendini. Hiç bir şey de yemedin. Sana bir şey olacak diye çok korkuyorum."

 

Asaf kollarıyla can simitine sarılır gibi sarıldı beline. Nazenin saçlarında parmaklarını dolşatırdı.

 

"Canımın içi..."

 

"Yurt Annelerin işleri hep çok fazla, fırsat bulup kimse onu beşiğinden alıp, gezdiremeyecek. Altı kirlendiğinde ağlayacak ama her an onu gözleyen biri olmayacak. Öylece bir beşik içinde uykuya dalana kadar ağladığı günlerle dolu olacak hayatı."

 

Nazeninin gözünden aşağı kayan yaş sayısı hızlandı.

 

"Asaf..."

 

"Büyüyecek, yaşadığı hayatı bile idrak edemeden piç diyecekler. Gittiği her yerde kimsesizliği yakasına yapışacak. Uzak durulması gereken o çocuk olacak. Belki de kimsesizliğinin içinde öyle boğulacak ki kaybolacak."

 

Nazeninin boynuna değen ıslaklık sızı oldu tenine. Dudaklarını birbirine sıkı sıkı bastırdı hıçkırmamak için.

 

"Yurdun duvarları çok soğuk olur Nazenin. Çok üşüyecek..."

 

Nazenin hiç bir şey diyemedi. Bütün gece koynunda uyuyan kocasının başını okşadı sadece. Gözlerini bir an bile kırpmadı.

 

Asafın her kelimesi bağrında kocaman bir ateş yakmıştı. Hayata geldiği anda kimsesiz kalan o bebeğin üşüyecek canını düşünüp göğsündeki alevi harlamıştı.

 

Ertesi gün tek kelime etmeden evlerinden çıktılar. Asaf önce hastaneye uğrayıp işe geçeceğini söylemek için ağzını açtı sadece.

 

Nazenin arabasını yeni kurdukları seralara doğru sürerken yarı yolda öylece durdu. Bir süre boş yolda öylece bekleyip daha sonra yolunu tam ters istikamete doğru çevirdi. Olabildiğine hızlı bir şekilde Yüreğire doğru ilerledi.

 

Restorandan içeri girdiğinde kimseye hiç bir şey sormadan merdivenleri tırmanıp kapıyı tıklattı. İçerden gelen sesle kapıyı aralayıp girdi.

 

Züleyha şaşkın şaşkın geleceğinden haberisiz kendine bakıyordu.

 

"Nazenin? Yavrum ne oldu? Yüzün bembeyaz kızım kötü bir şey mi oldu bebeğe?"

 

Nazenin boğazına düğüm olmuş her şeyi yutmak ister gibi kendini zorlayıp Züleyhaya doğru ilerledi.

 

"Nazlıya... Nazlıya nasıl anne oldun Züleyha abla? Yani... Onu nasıl kendi canından gibi sevdin, bağrına bastın?"

 

Züleyha şaşkın şaşkın karşısındaki kıza baktı.

 

"Nazenin?"

 

Nazenin ilerleyip ona hafif korkulu gözlerle bakan kadına sarıldı. Kollarını sıkı sıkı doladı.

 

"Bebeği yetiştirme yuruduna gönderecekler Züleyha abla. Babannesi istemiyor, anneannesi yaşlıyım diyor. Dayısı da istememiş. Asaf söyledi... Oranın duvarları çok soğuk olurmuş, hasta olur orda. Nazlıya nasıl anne oldun Züleyha abla? Öğretirsen bana öğrenirim."

 

Züleyhanın havada kalan elleri kendine sarılan kızın sırtına dolandı. Ağır ağır bir anne şefkatiyle okşadı. Nazeninin ağlaması yavaşlayana kadar öylece bekledi. Ne zamanki Nazenin geriye çekildi öyle bıraktı kollarını. Yüzünü ıslatan yaşları avuç içiyle sildi.

Yüzünde huzur veren bir gülümseme vardı.

 

"Sen anne mi olacan kuzum?"

 

Nazeninin titreyen çenesini parmak uçlarıyla okşarken sormuştu bu soruyu.

 

"Ben... Yapabilir miyim? Bir bebek bu. Yani öylece tamam bizim olsun diyecek cesareti bulamadığım için sana geldim. Bana yol göster lütfen. Sen Nazlıya çok güzel anne oldun. Öyleki Nazlı söyleyene kadar biz onu senin doğurmadığını anlmadık bile. Şimdi... Asaf mahvolur Züleyha abla. O bebek buz gibi duvarları olan bir yurda verilirse iyileşemez. Ben onu düşündükçe kendime gelemem."

 

Züleyha tebessümünü azaltmadan yüzünü okşamaya devam etti.

 

"Dünyada annasız babasız ne canlar var kuzum, hepsine mi bakacaksınız?"

 

Nazenin başını iki yana salladı.

 

"Hepsine değil belki ama gözümüzün gördüğüne... Züleyha abla ben yapabilir miyim? Sen söylersen, sen bana yol gösterirsen..."

 

Nazenin ilk önce annesini aramak istemişti aslında ama sonra en yakınında bunu birebir yaşamış birinin varlığıyla araması gereken kişinin annesi olmadığını fark etti. Koşarak Züleyha ya geçtiği yolları ona öğrettmesi için yalvarmaya geldi.

 

Öylece gözlerinin gördüğü bir bebeği yok sayamazlardı. Asaf gece koynunda kendi çocukluğu için gözünden yaş akıtmıştı. O bebeğin neler yaşayacağını bilerek söylediği her söz omuzlarına dağ olmuştu Nazeninin.

 

Züleyha elinden tutup ikili koltuğa doğru yürüttü Nazenini.

 

"Nazenin ben sana çıkıp da şöyle edecen böyle edecen diyemem ki yavrum, herkes kalbinin ekmeğini yer. Sen şimdi geçip karşıma bana anne olmayı öğret diyosan, hiç bağın olmayan bi bebenin üşüyecek canını dert ediyosan anne olmuş olmuyon mu zaten? "

 

"Ama korkuyorum. Ona iyi bakamazsam, bir anda aldığım kararla ona iyi anne olmazsam ya?."

 

"Kork yavrum. Korku annenin en önemli yoldaşı. Ömrümüz korkuyla geçiyo bizim. Üşüdü mü, acıktı mı, hasta mı olacak, terledi mi, geç kaldı başına bişey mi geldi, yüzü asık kötü bişey mi duydu... Hep korkacan ki zaten. Sen şimdiden başlamışım idmana."

 

Sonra doğru takılıp, göz kırpmasıyla küçük bir tebesüsüm yolladı.

 

"Üvey annesi olacağım. Bu onu üzer mi? Ben ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyorum daha. Benden anne olur mu?"

 

Züleyha - cık diye bir ses çıkarıp iki kaşını kaldırdı.

 

"Çıkıp işsizin biri üvey diye laf çıkarmasaydı hiç böyle derdimiz olmazdı biliyon mu? Taaa en başından anasız kalmış bi bebe başkasının kollarına bırakılırken anası sensin artık diyelerdi hiç birimize o melanet laf yük olmayacakmış. Nazenin ben öz ana elinde büyüdüm de ateşe atanlardan biri annemdi. Beni doğuran yanışımı izledi. Sonra adını bile duymadığım Dilber annem çıkıp geldi de kör kuyulardan çıkardı beni. Ha bak Ünzileye, Süreyyaya. Onlar doğurdukları için canını verir. Şimdi sorsam ikisine Asafla Yiğit için de canlarını verir. Kalbi güzel olanı ana yapan rahmi değil Nazenin. Rahim dediğin dokuz ay tutuyo içinde ama bi bak yüreğe. Tüm ömrü içindekini saklamakla geçiyo. Nazlı benim öz kızım Nazenin. Gurur, Yağız, Zümrüt gibi içimde büyüdü sevgisi. Kanımız bir değil diye üvey mi olacak? Nazlı benim gönül sancım, yaralarımın merhemi. Hepten kimsesiz kaldığım bi vaktin kurtarıcısı. Sen şimdi geldin benden medet dileniyon da ben ne deyim yavrum sana? Daha soluğunu bile kendi başına alamayan bi bebeyi karnında büyütmüşün büyütmemişin ne olacak? O ilk ana diye senin koynuna konduktan sonra doğurmuşun doğurmamışın kime ne? Sen kendini sorgula Nazenin. İçine bi bak bakalım karnında açmadı diye o tohum kalbinde filizlenmez mi? İyice bi yokla kendini ama. Verdiğin karar kaç hayata sebep iyi bil. Öyle kollarını aralarsın."

 

Nazenin bir süre daha Züleyhanın yanında kalmış sonra ayaklanıp bu sefer de hastaneye gitmişti. Dört hafta boyunca kuvözde kalacak minicik bedeni izledi saatlerce. Bir buçuk kiloluk minik bedene baktıkça canı çok yandı.

 

Ama hiç farkında olmadığı anlarda hayal kurduğunu bile idrak edemeyeceği kadar bebeğin görüntüsüne dalmıştı. Elini cama yaslayıp okşamaya başladığını bile fark edemedi.

 

"Umut koyarız adını..."

 

Fısıltısı öylece havada asılı kaldı.

 

"Yatak odasının yanındaki ütü odasını sana oda yapsak... Ama şimdi çok küçüksün, bizim odada kalırsın. Beşik alırız ilk."

 

Bebeğin ayağının birini hafif kaldırıp indirmesini tebessümle seyretti.

 

"Musap kesin kıskanır ama Said bayılır sana."

 

Çıplak bedeni neredeyse mor denecek bir kızıllıktaydı. Kolları o kadar inceydi ki tutmaya kalkılsa kırılacak gibi duruyordu.

 

"Bir süre işe ara vermem lazım ama. Çok narinsin, bağışıklığında çok zayıf olur yazıyordu internette. "

 

Kendi kendine yaptığı planlamaları, yaptığının bile farkına varmayacak kadar zihninde kaybolmuştu. Başı uykusuzluktan dolayı çok da ağrıyordu. Tabi birde hiç bir şey yemediği için çok halsizdi. Ama gidesi de gelmiyordu. İzledikçe daha fazla izleyesi, her zerresinin kalbine nakış gibi işleyesi vardı.

 

Ardından bir el sırtına dokunduğunda olduğu hayalden sıçrayarak sıyrıldı.

 

"Nazenin?"

 

Asafın sesini duyduğunda ardını dönüp şaşkın şakın baktı. Sonra gözleri kolundaki saate gittiğinde beş olduğunu görünce şaşkınlığı daha da bir arttı. Saaatlerdir buradaydı ve zerrre kadar bunun farkında değildi.

 

"Ben..."

 

Asaf ardındaki bebeğe bakmış, dudağında minik bir tebessümle bir kaç saniye izlemişti.

 

"Doktoruyla konuştum. Kilo almaya başlamış, beş gram ama artış olduğu için bu güzel bir şeymiş."

 

Nazenin başını salladı. Ona da aynısını söylemişti buraya girmeden önce konuştuğu doktor.

 

Sonra derin bir nefes daha alıp ardında öylece dikilen kocasına döndü yüzünü. Omuzlarını düzeltti. Kurumuş dudaklarını ıslattı.

 

"Asaf?"

 

Biraz öncekinin aksine sesi oldukça kararlı çıkmıştı. Kendine dönen yorgun mavilerle Asafın eline uzanıp parmaklarını geçirdi.

 

"Adını koymadık. Var mı aklında bir isim."

 

Asaf kırık bir tebessümle geri camın ardına baktı.

 

"Gittiği yerde koyarlar nasıl olsa."

 

Nazenin onaylar gibi başını tekrar sallayıp iki adım daha atarak iyice yaklaştı Asafa.

 

"Onun için soruyorum. Gittiği yer bizim evimiz olsun Asaf. Biz koyalım adını."

 

Asaf soru dolu gözlerle Nazenine baktı.

 

"Onu soğuk duvarları olan bir yurda göndermeyelim. Prematüre zaten. Hemen hasta olur. Kimse ilgilenmezse kolayca büyüyemez. Bizim evimiz sıcak hem. Üşütmeyiz hiç. Çok kalabalığız, beşiğinde kendi kendine ağlayarak uyumak zorunda da kalmaz. Hepimiz Güneşi olduğu gibi onu da kollarımızda uyuturuz. Sonra... Sonra Züleyha abla söz verdi, yardım edecek bana. Üstelik annem de var. Gelir kalır bizimle. Kimsesizliğinin içinde kaybolmak zorunda kalmaz. Annem de Züleyha abla da öğretir bana."

 

Asaf şaşkın şakın bakmanın ötesine geçemiyordu. Ağzı aralandı. Sormak istediği bir çok şey vardı ama o sadece "neyi?" siye fısıldayabildi.

 

Nazenin ardındaki bebeğe tebessüm ederek bakıp, kendini nefes almadan bekleyen kocasına döndü yüzünü tekrar.

 

"Anne olmayı... Ona anne olmayı bana öğretirler. İster misin Asaf? Göndermeyelim onu, bizim bebeğimiz olsun. Babası olmak istersen ben ona anne olmayı çok isterim. Üşütmeyiz hiç, ağlatmayız da. Kucağımızdan hiç indirmeyiz. Bir süre işe ara vermek benim için sorun değil. Güneşle beraber büyürler. Kalabalık bir ailesi olur. Kimse ona öyle kötü kelimeler kullanamaz. Kimsesizliğin acısıyla kalmak zorunda olmaz. Bizim olsun Asaf. Ben Umut ismini çok seviyorum, sende istersen adını da Umut koyarız hı?"

 

Nazenin bir cevap beklerken hızla yüzünü kavrayan eller ve dudaklarına örtülen dudaklarla elleri havada kala kaldı. Asafın, onu içine çeker gibi öpüşlerine karşılık veremeyecek kadar şaşırmıştı. Elleri yüzüne dokunup küçük küçük okşarken Asafın öpüşünün tadını çıkardı.

 

Günlerdir buz gibi olan mavilere can gelmiş, gökyüzüne dönmüştü hemen. Geriye çekilip yüzünün her yanını o parlak gökyüzü gözleriyle tavaf edip geri ses çıkaran öpücükler bıraktı teninin her yanına.

 

"Sen... Ölürüm senin için. Güzeller güzeli büyüm."

 

Burnu, yanakları, kaşları, gözleri, yüzündeki her bir milim Asafın dudaklarının busesiyle şenlendi. Her öpücük sonrası güzel bir kelime bırakıyor, Nazeninin gülümsemesini daha da büyütüyordu.

 

"Ne yaptım ben? Kime nasıl bir iyilik yaptım? Seni hak edecek nasıl bir sevap işledim?"

Nazenin dursun diye sabırla beklese de Asaf bir an bile yüzünden dudaklarını çekmiyordu. Kıkırdaması artınca elini dudaklarının üzerine kapatıp geriye doğru başını çekti. Asaf beline kollarını öyle dolamıştı ki bedeninden uzaklaşamamıştı.

 

"Dur dur lütfen hemşireler geliyor sık sık. Biri görecek Asaf."

 

"Çok seviyorum seni Nazenin. Onlar da görsünler. Benim kalbi güzel karımı nasıl sevdiğimi herkes görsün. Ben ne kadar şanslıyım hepsi baksın, anlasın."

 

Nazenin kollarını boynuna dolayıp, sıkıca sarıldı.

 

"Kimseye vermeyelim onu. Bizim bebeğimiz olsun. Madem hiç olmayacak bir halde yolumuz kesişti vardır bir sebebi. Bizim oğlumuz olsun Asaf."

 

Asaf boynuna gömdüğü başıyla derin bir soluk çekti içine. Göğsünün üzerine konan taşı Nazenin nasıl da iki üç cümleyle kaldırıp fırlatmıştı. Asafı öyle büyük bir azaptan dakikalar içerisinde nasıl da almıştı? Hayatının en zor gecesi dünken bugün göğsüne sığmayan bir neşe yerleşmişti. Öyle zor olacaktı ki kendi için bebeği yurda teslim etmek. Öyle canı yanacaktı ki...

 

Ama şimdi hayatının en güzel yanı, en kıymetli kısmı kurtarmıştı Asafı. Onunla beraber kimsesizliğiyle dermansız kalacak minicik bir bebeği de sarıp sarmalamıştı. Nazenin bu hayata öksüz ve yetimliğini unutturmak için gönderilen melekti. Kendi gibi bir başka öksüz-yetimi de kalbine saklayacak kadar yüce gönüllüydü. Asafın en büyük şansı, deli divane aşık olduğu büyüsüydü.

 

"Olsun Nazenin. Umut bizim bebeğimiz olsun. Ben ona çok güzel baba olacağım söz. Sen zaten nereye dokunsan güzelleştiriyorsun. Kimse incitmesin Umutumuzu."

 

Çocuk neşesi taşıyan bir sesle söyledi bunları. Nazeninin üzerindeki tüm tereddütler de Asafın gülen gözleriyle yitip gitti. Herkes yapıyorsa Nazenin de yapardı. Şimdi hamile olmuş olsa ben bilmiyorum demezdi ya. Umut için de öyle olurdu. Öğrenirdi her şeyi. Annesi zaten elini üzerinden hiç çekmezdi. Züleyha ablası, Nazlı, Meyra hep yanında olur, yol gösterirdi. İyi bir anne olmak için her şeyi yapabilirlerdi. Asafı böyle istekle ona kucak açarken gördü ya Nazenin çok güzel anne olurdu.

 

Nazenin geriye çekilip bu sefer biraz tereddütlü bakışlarını kocasında gezdirdi.

 

"Asaf ben biraz araştırdım ama evlat edinme kısmın evlilik süremiz, benim yaşım olmuyor. Sıkıntı çıkar mı? Ne yapmamız lazım?"

 

Asaf kaşlarını hafif çatıp karısının elini tuttu. Peşinden çekiştirerek yeni doğan ünitesinden çıkardı Nazenini. Eli hızla telefona gitmişti.

 

"Korkma sen, her şey güzel olacak. Düşünme bunları."

 

Telefonun açılmasını beklerken Nazeninin gönlünü de ferahlatmaya çalıştı.

 

"Halil... Müsait misin?"

 

"..."

 

"Umutu yani bebeği evlat edinmeye karar verdik Nazeninle. Ben yasal vasilerle konuşacağım. O süreçte sende prosedürle ilgilenir misin? Beş yıllık evlilik şartı ve otuz yaşı doldurma olayı sıkıntı çıkarabilir. Sosyal Hizmetlerden, Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığından yardım alacağımız birileri lazım. Biliyorsun işlemleri başlatsak bile kuvözden çıkar çıkmaz bize vermezler."

 

"..."

 

"Hayır! O yurda gitmeyecek! Evimize gidecek bebeğimiz. Ayarlamamız lazım."

 

"..."

 

"Tamam. Ben imza alırım, diğerleri bir kere bile sormadı zaten. Kadının annesiyle babası da bakamayacak durumdalar. Karşı çıkacaklarını sanmıyorum."

 

"..."

 

"Halledelim kardeşim şu işi. Süreç tamamlanana kadar da bizde kalmasını sağlamalıyız."

 

Asafın yüzü yumuşamış bir halde kapattı telefonu. Onu merakla dinleyen karısına döndüğünde gözlerindeki tedirginlik içini sıcacık etti. Uzanıp yanağına ıslak bir öpücük bıraktı.

 

"Halledeceğiz güzelim, sakın bunu düşünüp üzülme. Burdan çıktığımızda evimize gideceğiz. Hadi biran önce başlayalım..."

 

Asaf ve Nazenin ilk olarak şirket avukatlarından biriyle görüşüp, akşam saatleri olmasını umursamadan Sevin Taşın aile evine gittiler. Durumu anlatıp, yaşlı karı kocaya ne yapmak istediklerini söylediler. Anneannesi şeker ve kalp hastası bir kadındı. Dede ise orta seviye parkinsonluydu. Küçük bir bebeğin bakımını üstlenemeyecek kadar yaşlılardı. Dayısına karşı Asaf istemese de tepkiliydi ama. Kardeşinden kalan emaneti böylece bırakışı zoruna gidiyordu. Gerçi dayının maddi olanaklarını da gittikleri evde kendi gözleriyle gördükleri için bir şey diyememişlerdi. Ordan çıktıklarında evlerine gittiler. Ne olur ne olmaz diye ertesi gün İbrahim Taşın ailesiyle de konuşacaklardı.

 

Bir hafta boyunca hastane ve evlat edinme işlemleri arasında koşturdular. İki taraftan da velayet konusunda ilerde sıkıntı çıkarmayacaklarına dair yazılı beyan aldılar. Halilin de müdahalesiyle uzayacak süreç kolaylıkla hallolacaktı. Umut hastaneden çıktığında işlemler bitmese bile Nazenin ve Asaf evlerine götürecekti bebeklerini.

 

Olayları duyan ve çocuklarının niyetini öğrenen Ünzile ile Tahir hemen yola düştüler. Gelip çocuklarının yanında olmak için bir an bile tereddüt etmemişlerdi.

 

Her günleri bebekleri için hazırlıkla geçti. Nazenin tam da istediği gibi küçük odasını bebek odasına çevirdi. Yatağının yanına da küçük bir beşik ayarladı. İhtiyacı olabilecek her şey için de Züleyha ablası ve annesiyle beraber kapsamlı bir alışveriş yaptı. Umutu hastanede beklediği anlarda ise prematüre bebeklerin gelişimi için yazılmış kitaplar okudu.

 

Bir ay sonra Umutun ciğerlerindeki ve böbreklerindeki gelişim tamamlanınca doktor çıkış yapabileceklerini söylemişti. Sonunda kilosu iki kilo iki yüz elli grama ulaşmıştı.

 

Bebeklerini hazırlamak için giden hemşirenin gelişini Nazenin olduğu yerde sağa sola volta atarak bekledi.

 

"Nerde kaldılar Asaf? Offf çok sürmedi mi? Giydirecekler sadece."

 

Asaf ardından sarılıp çenesini omzuna yasladı.

 

"Sakin ol büyüm. Son kontrolleri için doktor muayene edecek. Birazdan gelecek."

 

Nazenin parmaklarına eziyet etmeye devam ederken bekleme odasına kucağında mavi bir battaniyeyle hemşire girdi. Nazeninin bacakları bile titriyordu.

 

"Anne ve babaya merhaba deme zamanı."

 

Nazeninin dolu dolu gözleri ona uzatılan battaniyeyle taştı. Asaf ellerinin titrediğini ilk kez hissetti. Kalbi deli gibi çarpıyordu.

 

Nazenin kucağına aldığı bebeğinin minik aralıktan yüzüne baktı. Asaf merakla battaniyeyi tamamen araladığında onun için aldıkları yıldızları olan beyaz tulumun içinde bile minicik oluşuyla dudakları titredi.

 

 

 

"Çok küçüksün. Miniciksin sen. Hoşgeldin bebeğim, bize çok hoşgeldin."

 

Asaf titreyen ellerine rağmen kolunun birini Nazenine diğerini küçücük bebeğine doğru sarıp ailesini kollarına aldı.

 

"Büyütürüz. Yanımız da ya büyütürüz el birliğiyle."

 

Nazenin hızlı hızlı başını sallayıp yüzüne aşağı akan yaşın aksine çok güzel bir gülümsemeyle baktı Asafa.

 

"Ama çok güzel."

 

Ağır ağır başını salladı. Gerçekten de çok güzeldi. Eğilip kokusunu hissetmek için yüzünü yaklaştırdı.

 

"Hadi evimize götürelim onu büyüm. Tüm aile yolumuzu gözlüyor. Ama kafasına şapkasını takalım, üşür böyle Nazenin."

 

İkisi sarsmaktan korkan adımlarla arabalarına ilerlediler. Nazenin gözünü bir an bile kucağındaki bebekten çekemiyordu. Sık sık kokusunu içine çekiyor, dudakları sevgi kelimeleri fısıldıyor, kendi kendine gülüyordu. Asaf dikiz aynasından ona bahşedilen cenneti izlerken hiç olmadığı kadar mutluydu.

 

Herkesin kendilerini Sulhan konağından beklediğini bildikleri için direkt oraya doğru ilerlediler. Kapıyı onlara Miniş ablaları açmıştı. Herkesin salonda olduğunu söylediğinde bebekleri üşümeden hızla içeri girip, salona doğru ilerlediler. Kapı aralandığında ise Gururun her zamanki neşesiyle patlattığı konfetilerle bir anda kala kaldılar.

 

Tüm salon süslenmişti. Umutun adının yazılı olduğu balonlar tavanda uçuşuyordu. Masanın üzeri ise bin bir çeşit yemekle donatılmıştı. Üst üste duran paketler yeni sahibine kavuşmak için orta sehbanın üzerini doldurmuştu.

 

"Ama ne yaptınız siz?"

 

Nazeninin sesiyle onu bekleyen herkes üzerine doğru ilerledi.

 

"Teyzeleri tabi ki de Umutumuzu öyle karşılamayacaktı? Ay ay ayyy bakalım şu minik erkeğe."

 

Meyra atılıp Nazeninin kucağından bebeği alacakken Nazlı kapmıştı bile.

 

"Gel bakalım Nazlı teyzene bal peteğim. Nazenin bu nasıl bir şey? Ay çok tatlısın sen. Anne minicik ağzı burnu."

 

Ünzile ve Züleyha elden ele alıp hemen okuyup üfleme işine girişmiştiler. Gururun dayılığı, Yiğitin de amcalığı kaptığı bir paylaşım yaşandı. Yağız Güneşten dolayı dayı olduğu için Umuta amca olmayı istediğinde Gurur çocuğa yan yan bakmıştı.

Tahirin kucağına alıp adını kulağına seslendiği saatlerde ne olduysa evin kadınları gözlerini sile sile izlemişlerdi.

 

Herkes yemeklerini yeyip bebek üzerine sohbet ederken Asaf kucağında uyusa bile gezdirme ihtiyacı hissettiği oğluyla dolaşmaya devam etti. Nazenin elinde mamasıyla çıkıp geldiğinde bebeklerini korka korka besleyişlerini herkes yüzlerinde güzel bir tebessümle izledi.

 

Nazeninin her kıpırdayışında doğru mu anne sorusu, Asafın elinde mendille hazır olda bekleyişi en çok Yiğit ve Gururun dalga konusu oldu.

 

Halil kucağında yeni uykudan uyanmış kızıyla Asafa doğru yaklaştı.

 

"Prensesim. Bak burda kim var."

 

Güneş eli ağzında babasının gösterdiği kundağa merakla baktı. Yeşil gözleri iri iri açılmış inceliyordu.

 

"Kardeşle tanış babacığım. Çok tatlı değil mi ışığım?"

 

Güneş hecelemeye başladığı zamanlardaydı. yüzünde büyük bir gülümsemeyle ıslak parmağını kundağa doğrulttu.

 

"Ba-ba-ba-ba"

 

"Evet babacığım, kardeş. Amcanın bebeği. Kızım abla oldu. "

 

Asaf başını kaldırıp ona gülümseyerek bakan Halille göz göze geldi. Halil başını yana yatırmış, yüzündeki gülümsemeyi büyütmüştü.

 

"Kardeşim baba oldu..."

 

Asaf alt dudağını dişleriyle kıstırıp tekrar Umuta doğru eğilip dudağını alnına sürttü.

 

"Baba oldum kobra. Ailemi buldum."

 

Kuş olup Nazenine doğru uçan kalbi bu sefer minicik bir bebek için kanat çırpıyordu. Hayat ona kırıldığı yerden iyileşme fırsatı veriyor, çok daha güçlü bir dalla meyve vermek için zamanını bekliyordu. İncitilmiş, üşümüş zerrelerine umut tohumları ekiliyordu.

 

Tüm zamanlarını yeni bebeğe en doğru şekilde aile olma çabasıyla geçiriyorlardı. Öyle ki evhamlı halleri Züleyha ve Ünzileyi delirme noktasına taşımıştı.

Üşümesi, doymuş olup olmaması, yanlış tutulup tutulmadığı sürekli dillerindeydi. Boğazına azıcık mama kaçsa ve öksürse panikten dört dönüyorlardı evin içinde.

 

Ama bir yandan da tam Nazeninin dediği gibi Umut da Güneş gibi kocaman bir ailenin içerisinde, hiç üşümeden büyüyordu. Yaz gelip geçerken, kışı atlatırken, bahar da çiçeğe duran ağaçları izlerken birbirlerine düğümlenmiş hayatlarının içinde çok güzel bir ömür akıp gidiyordu.

 

Meyra istediği gibi tasarım alanında kendini geliştirmek için yüksek lisans yapmaya karar vermişti. Yiğitin sürekli kayınço dediği bir erkek kardeşi olmuştu. Adını Ege koydukları, annesinin ve kendinin gözlerine benzeyen, insanı canından bezdirecek yaramazlıkta bir fırlamaydı. Halil, Yiğit ve Asaf işlerini düzene sokmuş bir halde başarıyla ilerliyorlardı. Gurur okulunu bitirmek için ondan beklenilmeyecek bir öz veri gösteriyor ama bir çok huyu onunla beraber devam ediyordu. Nazlı, Güneş ikinci yaşını doldurunca mesleğini yapmak için bir kolejin ana sınıfında öğretmenliğe başlamıştı. Nazenin ise Umut üç yaşını doldurana kadar çalışma hayatına dönmemişti.

 

Zaman tutması imkansız bir akarsuydu neticede. Halil kucağına oturttuğu kızının parmaklarına barbi pembesi ojeleri sürerken tam da bunu düşünüyordu işte. Kollarındaki ışığı yarın dört yaşına girecekti. Annesi alışverişteyken onu oyalama görevi de kendine kalmıştı.

 

"Bebeğim kıpırdama ama bulaşacak şimdi."

 

Güneş kıpır kıpır ediyor, babasının kucağında sakin oturamıyordu. Birde babasından fırsat bulduğu şekilde parmaklarına sürülen ojeyi tam görebilmek için olabildiğine üzerine eğiliyordu.

 

"Ama babacığım ben göremiyorum sonra kızıyorsun kötü oldu diye."

 

Sol elinin serçe parmağına da sürdüğü ojeye üflerken söyledi bunları. Güneş parlak yeşillerini parmaklarında ki ojelerden ayıramıyordu bile. Pirinç gibi dişlerinin hepsi ortadaydı.

 

"Çok güşel ommuş mu babacım?"

 

"Çok güzel oldu prensesim. Ama anlaştık değil mi? Sadece doğum günü için. Sonra sileceğiz."

 

Güneş hiç söylenenleri duymamış gibi babasının ona bakan yüzüne doğru iyice yaklaştı. Halilin gözüne işaret parmağını uzatıp kıkırdadı.

 

"Bu da güşel ommuş mu babacım?"

 

Halil bile isteye duymazdan geldiğini o kadar iyi biliyordu ki.

 

"Evet bebeğim o da çok güzel. Doğum günü sonrasında sileceğiz ve sen hiç ağlamayacaksın değil mi?"

 

"Peki ya bu taklı ommuş mu babacım?"

 

Baş parmağını diğer eliyle tutup onun da güzelliğinden emin olmadan vazgeçmeyeceğini tabiki biliyordu. Belini eliyle kavrayıp uzatılan minik baş parmağını dişleriyle kıstırdı.

 

"Hmmm çok tatlı olmuş babacığım. Dur bakayım diğerleri de tatlı mı?"

 

Sıra sıra hep parmağı dişleriyle kıstırarak Güneşin kahkahalarını çoğalttı.

 

"Anne gibi duymak istemediğini nasıl da savuşturuyorsun ama."

 

"Annim gemmemiş mi babacım?"

 

Halil küçük oje şişeşini tutup kapağını kapattı sonra da kızını iki eliyle kavrayıp ayağa kalktı.

 

"Senin elbiseni alacak ya prensesim, sonra balonların, süslerin ha pastanı da kontrol edecek. Ama bizim bazı konularda seninle anlaşmamız lazım. Öğlen uykusuna giderken bu meseleyi halledelim Güneş hanım."

 

"Nunuyuda ayalım mı babacım?"

 

"Alalım bebeğim, oda uyusun bizimle."

 

Güneş gözlerini iri iri açıp ağzından çıkan her şeyi dinlerken merdivenleri çıkıp, odalarına girdiler.

 

"Gördüğümüz kimseye hediyemi aldınız mı demek yok tamam mı prensesim?"

 

Kendini yatağa bıraktığında Güneşi de karnına oturttu. Güneşin en sevdiği oyuncağını yanlarına yatırırken kızını belinden tutmayı ihmal etmemişti. Güneşin düşünür gibi büzülen dudakları bunu ilk uyarıda kabul etmeyeceğini anlaması için yeterliydi.

 

"Anlaştık değil mi bebeğim?"

 

"Linit amcam?"

 

"Amcan da dahil Güneş. Ayrıca Umuta pasta vermem gibi şeyler söylemek yok değil mi güzelim? Kalbini kırmayalım kardeşin."

 

Güneş dudaklarını büzüp minik omzunu silkti.

 

"Ama o bana üfnetmedi."

 

"Ama sen ablasın bebeğim. Sen izin verirsen o da doğru olanın bu olduğunu öğrenir. Ege de gelecek biliyor musun? Yiğit amcan yarın dönerken senin için Egeyi de getireceğini söyledi."

 

Güneş suratının yarısını kaplayan bir gülümsemeyle ellerini alkış yapmıştı bile. Uzanıp ıslak dudaklarıyla babasını da öpmeyi ihmal etmedi. Sonra alışılmışlıkla başını babasının göğsüne koydu. Halil sırtını okşarken, gevşeyen bedenini hissedip dudaklarını yukarda toplanmış saçlarına bastırdı.

 

Yavaş yavaş uykuya çekileceği anda birden açılan kapıyla Güneşin sıçraması bir oldu.

 

"Ay!!! Uyutuyor muydun? Offf ama ya!"

Nazlı elindeki bir kaç paketi kapı yanına bıraktığında Güneş tekrar doğrulmuş ve babasının karnına oturmaya devam etmişti.

 

"Bir kaç dakika daha versen bize tamamdık boncuk."

 

Halil uykuya kolay dalması için kaç saattir türlü oyunlarla oyalamıştı halbuki. Yüzündeki küskün ifadeye Nazlı kahkaha atıp Güneşi kollarından tutarak kucağına aldı.

 

"Ama ben çiçeğimi öpmeden uyusaydı çok özlerdim. Anneciğimmmm... Aşkım çok özledim ben kızımı. Oynadınız mı babayla bal peteğim?"

 

Güneş sanki Nazlının gerçekten sevineceğini düşünmüş gibi parmaklarını gözlerinin önüne uzattı hemen .

 

"Bakkkk babacım ne yaptı? Güşel ommuş mu annecim?"

 

Halil hayretle açtığı gözleriyle kızına bakıp kalmıştı. Sonra kendini açıklamak için başını iki yana hızla sallayıp kaşı kalkmış Nazlıya baktı.

 

"Nazlı vallahi çok ısrar etti. Doğum gününden sonra çıkaracağız diye söz verdiği için ikna oldum. Babacığım sen şimdi niye öyle söylüyorsun? Nazlı kandırdı beni diyorum ya."

 

Nazlı, Güneşin bu kadar küçükken böyle kimyasallarla haşır neşir olmasını istemiyordu. Zaten kızı her şeye çok meraklı biriydi, azıcık yüz verildiğinde oje toleransının ruj, rimel, allık isteğiyle genişleyeceğini biliyordu.

 

Halile keskin bir bakış atıp kucağındaki kızının parmak uçlarına öpücük bıraktı.

 

"Çok güzel olmuş bebeğim, rengine bayıldım ama babaya verdiğin sözü tutacağız unutma sakın. Doğum gününden sonra çıkaralım. Çünkü ben kızımın kendi parmaklarını daha çok seviyorum. Onları hep öpmek istiyorum, böyle benim prensesimin parmaklarına benzemiyor ki."

 

Güneş dudağını büzüp mecbur kabullenmişlikle omuzlarını düşürdü.

 

"Tamam annecim. Ama güşel ommuş mu?"

 

Nazlı kocaman bir öpücük bıraktı boynunun altına.

 

"Çok güzel olmuş bebeğim. Uykuya devam edelim mi şimdi? Gözlerin küçülmüş, uyutalım onları."

 

Güneş kollarını boynuna doladığı annesiyle yatağa doğru uzandı. Halil ve Nazlının arasında kalan kızının saçlarını okşarken Güneş annesine dönmüştü yüzünü.

Halil de kısılmış gözleriyle Nazlıya bakıyordu.

 

"Nazlım..."

 

Nazlı elleri kızının teninde, yüzünü izlerken hmm diye bir ses çıkardı sadece.

 

"Nazlı vallahi söz verdi diyorum. Çok ısrar etti, kıramadım."

 

Nazlı alaycı bir gülümsemeyle Halile baktı.

 

"Tam da bu yüzden bana hiç söylemeyip seni yalnız yakaladığı zaman manikürünü yaptırdı kocacım. Parmağında oynatıyor seni."

 

Halil annesinin gömleğindeki detaylarla oynayan parmaklara gülümseyerek baktı.

 

"Yerim o parmakları. Gözlerini büyük büyük açıp babacığım dediğinde beynim ambele oluyor boncuk."

 

Kendini acındırıp Nazlının oteriteye itaat tiradlarından sıyrılmaya çalıştı. Tam o anda yüzüne dokunan elle gözlerini karısından çekti.

 

"Ben de boncukum dimi babacım?"

 

Başlamıştı Güneş hanımın nazlandırılma saati.

 

"Minik boncuğumsun prensesim. En güzel boncuğumsum, kıymetlimsin, ışığımsın."

 

İstediğini duyduğu anda tekrar poposunu babasına dönüp annesinin saçının ucunu tutmuştu. Uykuya geçmeye hazır oluşunun ilk sinyali buydu işte. Güneş yıllardır uyuyacağı zaman mutlaka Nazlının saçından bir tutamı avuç içinde bekletiyordu.

 

"Bitirdin mi işlerini güzelim?"

 

Nazlı başını sallayıp, dirseğini yastığı iyice yerleştirdi.

 

"Bitti sayılır hayatım, elbisesi çok güzel olmuş prensesimin. Süsleri Meyra getirecek yarın sabah. Pastayı da gecikir falan diye korktuğum için Nazenin ben alır gelirim dedi. Ben salonu hazırlamakla uğraşırım."

 

"Organizasyon tutsaydın koşturmazdın kaç gündür."

 

Nazlı hiç Halilin uyarısını umursamayıp kızının kaşına dudaklarını değdirdi.

Gözleri kapandı kapanacaktı.

 

"Kızımın doğum gününü ben düzenliyorum sevgilim, hep de ben yapacağım. Siz ne yaptınız ben yokken?"

 

Kaşını tekrar kaldırıp küçümseyici bir bakış attı.

 

"Kendi istekleri için seni kandırmadığı zamanlarda!"

 

 

Halil dişlerini göstere göstere gülümsedi. Güneşin oyuncağına sarılıp uyuyuşuna iç çekti.

Sonra sanki sadece Güneşe bakıyormuş gibi gözünün altından Nazlıyı izledi.

 

"Linanın kardeşi doğmuş. Kreşe gelmemiş bugün de onu anlattı. En son aramak durumunda kalınca yakamı bıraktı."

 

Güneş kreşte kurduğu arkadaşlıklar içinden en çok Linayı seviyordu. Bir zaman sonra Nazlı ve Linanın annesi Melisa arkadaş olmuşlardı kızları sayesinde. Bazen birbirlerine o gün kreşte giyecekleri kıyafetin resmini atıp kızlarını uyumlu giydirdikleri bile oluyordu. Güneş ve Lina buna bayılıyordu.

 

"Hmmm doğmuş mu Melisayı aramadım, yarın ararım o zaman. E Lina gelemeyecek mi doğum gününe?"

 

Halil kaşlarını kaldırıp indirdi.

 

"Yok babası bırakacakmış. Zaten pazartesine kadar duramazdı yerinde. Yarın uzun uzun kardeşini anlattırır artık Linaya."

 

Nazlı her kelimenin bir ima yüklü olduğunu öyle iyi anlıyordu ki. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kızından azıcık bile ayırmıyordu.

 

Linanın bir kardeşi olacağı haberi en çok Güneş tarafından konu olmuştu evde. Halil şu ana kadar bir kere bile ikinci çocukla ilgili konuşmasa da Nazlı ne kadar çok istediğini biliyordu. İlk hamileliğinde yaşadığı sıkıntılar yüzünden Nazlı istemeden Halilin bir çocuğumuz daha olsun demeyeceğinden de adı kadar emindi. Ama bazen dayanamayıp Güneş üzerinden bebek muhabbetini sürdürmeye devam ettiği anları da yok değildi.

 

"Bebeği görünce başımızın etini yiyecek tekrar."

 

Nazlı kahkaha atmak istese de kendini sıkıp sadece başını sallar gibi onayladı. Son zamanlarda gelecek bebeğin konusu sürekli Güneşin dilindeydi. Ama ilk kez geçen hafta bana da hastaneden kardeş alın diye tutturmuştu. Linalara gittikleri gün bebeğin odasını, beşiğini ve elbiselerini görünce Güneş için kardeş kavramı oyuncak bir bebekle eş değer bir statüye yükselmiş ve çok çekici bir hale dönüşmüştü.

 

O gün Halilin araştıran bakışlarla kendini izleyişine dayanmak çok zor olmuştu Nazlı için. Bir de yalandan her gördüğümüz istenilmez kızım diye düzenbazlık yapıyordu.

 

Kendini bir gün daha sıkmak için dişlerini alt dudağına geçirdi.

 

"Konuşurum ben onunda sevgilim. Senin de dediğin gibi her gördüğümüz istenilmez dimi ama?"

 

Halil dilini ağzının içinde gezdirmiş Nazlıya dik dik bakmış ama hiç bir şey demeden başını yastığa geri yaslamıştı.

 

"Bende uyuyacağım kızımla. Yoruldum bütün gün. Avluda koşturdu durdu beni. O küçücük sandalyesinde çay saati yapacağız diye ayaklarım ağrıdı. Sende iki saat diye çıktın ama kaç saatte gelemedin boncuk!"

 

Söylemek istediği başka şeyler varken kendini sıkıp bambaşka konularla trip atışına neredeyse kahkaha atacaktı.

 

"Uyu tabi sevgilim, yorulmuşsun madem. Sarıl kızına tadını çıkar uykunun. Bende kalkıp anneme bakayım. Mutfaktalar mı?"

 

Halil tek gözünü açıp keskin bir bakış atarak geri yumdu gözünü.

 

"Babamla restorana geçtiler. Gururu kontrole gittiler büyük ihtimalle."

 

Nazlı biraz önceki konudan dolayı zaten gülmek isterken bahanesini bulmuş oldu. Kıkırdayışıyla Halil gözlerini kısıkça açtı.

 

"Vallahi çok şaşkınım. Resmen annemle babamı kovdu restoranlardan. Kendi çok şahane idare ediyor. Ondan böyle disiplinle çalışmasını beklemezdim hiç."

 

Halil teessüf eder gibi başını eğdi.

 

"Babamın tansiyonu yükselip, yığılıp kaldığında çocuğun aklı çıktı. Ben tam da bu tepkiyi vereceğini o gün anlamıştım. Bu saatten sonra çalıştırmaz bizimkileri. İşleri de gayet güzel yürüttüğü için babam bir şey diyemiyor. Annemin de canına minnet."

 

Nazlı başını salladı. Bundan altı ay önce babası restoranın ortasında yüksek tansiyondan yığılıp kalmıştı. Gururun sadece uğramak için yanında olduğu bir zamanda gerçekleşen hadise sonrası Gurur tüm işlere ambargo koymuş, babasına ilk kez ciddi bir şekilde çalışmayacağı konusunda direktif vermişti. Asil bir şeyi olmadığına oğlunu ikna etmeye çalıştığı anda Gururun bağıra çağıra ona böyle bir korkuyu yaşatmaya hakkı olmadığını seslenmesiyle Asil bir daha üstelememişti konuyu.

 

Aslında Gurur yurt dışına yüksek lisans yapmak için çıkacağı bir zamanda böyle bir karar vermesini kimse beklemiyordu. Herkes kendi mesleği üzerine bir kariyer planlayacağını düşünürken iki restoranın da idaresine bir günde el koymuştu.

 

"Restoran cirosunda düşüş yok, gayet güzel götürüyor. Bir şey diyemez babam. Zorunlu emekliliğin tadını çıkarsın artık. Ödümüz koptu Halil bir şey olacak diye. Annem bu işe seviniyor aslında da Gurur kendi planlarından vazgeçti diye içine dert ediyor o."

 

Halil başını iki yana salladı.

 

"Bence Gurur tam da istediği şeyi yapıyor şu an. Yüksek lisans işi bile etki altında verilmiş bir karardı bana sorarsan."

 

Nazlı kaşlarını çatıp başını onayladı.

 

"Daha yeni yeni kendini toparladığı için sormak bile istemiyorum ama o kızı elime geçirsem gerçekten boğarım. Çocuğu tek kalemde sildi ya. Sözde çok seviyordu İtalya planları bozulur bozulmaz telefonda ayrıldı."

 

"Böylesi bir nevi iyi bile oldu. Kendi verdiği değer kadar karşılığı olmayan bir ilişkinin içerisinde olduğunu anladı böylece."

 

Nazlı üzgünce kocasına baktı.

 

"Ama çok üzüldü. Pislik! Hiç utanmadan ortak arkadaşlarıyla yeni ilişkisinin haberini göndermiş biliyor musun? Vallahi kalkıp İtalyaya gitsem, evire çevire dövsem içim soğumaz."

 

Halil sessizce kıkırdadı.

 

"Senin bu Gurur düşkünlüğünü ne yapacağız boncuk?"

 

"Kardeşimi üzdü Halil! Ya bir insan bir buçuk yıl sevgili olduğu kişiyi öylece bırakır mı ya? Uzun mesafe ilişkisi yaşayamazmış! Denemedin bile ya! Ama vallahi iyi oldu. Seviniyorum ben Gurur adına. İki yüzlü biriyle hayatını geçirmek zorunda kalmadı. İyi gün aşkı hak etmiyor benim kardeşim."

 

Halil tam da bundan bahsediyordu aslında.

 

"Gurur da artık bunu idrak ettiği için eskisi kadar acı çekmeyecek hayatım. Hatta öyle bir zaman gelecek ki giden için hayata teşekkür edecek. Ama merakını yenilip o anlatmadan lütfen kızın adını anma Nazlı. Yaraya tuz basmayalım."

 

"Şeytan duysun adını! Hiç de sormam. Kendi kaybetti aptalın. Gurur gibi birini hayatı boyunca bir daha asla bulamayacak."

 

Halil gerçekten kızı Nazlının önüne bıraksalar parmaklarıyla parçalayacağına emindi.

 

Gururun Adanada kalma planıyla sevgilisinin ayrılmak istemesi arasında saat bile olmamıştı. Babasının durumunu anlatıp, yanında kalmak istediğini ama sık sık onu görmek için İtalyaya geleceğini söylemesine rağmen kız böyle bir ilişki yaşayamayacağını söyleyip kapatmıştı telefonu. Gurur bir kaç kez aradığında ise söylediği tek şey onunla beraber İtalyaya gitmediği sürece bu ilişkinin devam etmeyeceği sözleriydi. Halil tesadüfen telefon konuşmasına şahit olduğunda bir süre dertleşmişlerdi. Gurur babasının sağlık sıkıntısını anlatırken başka kardeşlerinin varlığını söylemişti kız. Babasıyla ilgilenmesi için diğerlerinin uğraşmasını, bunun Gururun sorumluluğu olmadığını dile getirmişti. Hiç bir kerdeşi bunu Gururdan istememişti ki zaten. Ailesine destek olmak isteyen kişi Gururdu. Ama bunu bile önemsemeyip, sen ne istiyorsun deme zahmetinde bulunmamıştı Kübra.

 

Bunu Kübra adına Halil sordu o akşam Gurura. Asıl istediğini söylemesini, eğer gitmek istiyorsa babalarının durumunu düşümmemesi üzerine teminat vermişti. Halil restoranlarla bizzat ilgileneceğine dair yemin etmişti. Ama Gurur bunu ailesi için kendi yapmak istiyordu. Babasının yorulan vücudunun artık dinlenmek için kenara çekilmesini ve ailesi için bir şeyler yapan kişinin artık kendi olmasını amaçlıyordu.

Eğer Kübra bunu anlamayacak kadar Gurura sevgi beslememişse ayrılmaları en doğru karardı zaten.

 

"Hadi sen üzerini değiştir boncuğum. Uyur kalırsam akşam yemeğinden önce uyandırır mısın beni?"

 

Nazlı uzanıp kocasının dudağının kenarına öpücük bıraktı. Sonra uykuya dalmış kızının tombul yanağına bir öpücükle geriye çekildi.

 

"Tamam hayatım. Kaldırırım ben sizi."

 

Yemek saatinde Halil ve Güneşi kaldırdığında annesi, babası ve Gurur aynı anda girdiler eve.

 

Gurur ne kadar bildikleri gibi olsa da artık çok daha olgun olduğunu görebiliyordu Nazlı. Babasının sağlığı için kendi hayatına bambaşka bir yol çizermişti. İlişkisini kapandığı yerde tamamlayıp, dillendirmezken ve üzerine aldığı sorumlulukları hakkıyla yerine getirmek için çok çalışırken üzerine hoş bir olgunluk oturmuştu.

 

Ertesi gün erken başladılar. Güneş için tüm ev ahalisi hazır oldaydı.

 

"Nazlı! Yıkadım annem ben bu fittiriği, şimdi mi giydirecen? Ne yaptın annem, geliyom yardıma birazdan."

 

Nazlı salondan çıkıp, yukardan kendine bağıran annesine bakmak için merdivenlerin başına geçti.

 

"Yok anne şimdi giyse kirletir hemen. Sen şimdilik dolabından bir şeyler giydir. Meyra ve Nazein yoldaymış. Biz hallederiz sen Güneşle ilgilensen büyük iyilik olur bana."

 

"Zünüş üşüdüm ben."

 

Kucağında bornozuyla sarmaladığı kıza ters ters baktı Züleyha.

 

"Vallaha ısıracam artık o dilini. Kız anlaşmadık mı biz senle? Anneanne diyeceğidin ya! Ne aldırdın o ayakkabıyı o zaman bana?"

 

Güneş kıkırdayıp başını eğdi.

 

"Ama Meyna teyşem de Zünüş diyo."

 

"Onunda bacaklarını ayırmak lazım ya. Sen anneanne de balım. İyice amerikalı ailelere döndük canım. Bu ne ki böyle? Hadi gidek üstünü giyek tamam mı balım? Şimdi de bakıyım anneanne diye."

 

Güneş yine kıkırdadı.

 

"Zünüş..."

 

"Hay Zülüşler kovalasın sizi. Sonradan geleni de çekirdekten biteni de ömrüme törpü kurban olduğum. O ayakkabıyı da alıyım senden kendim giyiyim de gör bi Zülüşü sen!"

 

Güneşle çekişe çekişe seslerinin kayboluşunu Nazlı kıkırdayarak izledi. Çalan kapıyla salona dönmeden "ben bakarım" diye mutfağa seslenerek kapıya yöneldi.

 

Meyra ve Nazenin elleri kolları dolu içeri girdiklerinde Meyra etrafa gözlerini gezdirdi.

 

"Kim var evde? Yiğit bir saate orda oluruz diye mesaj atmış. Başka birileri var mı?"

 

Nazlı başını iki yana sallayıp Nazeninin elindeki pastayı kaptı.

 

"Dur strese sokma beni yine. Sabahtan beri mesaj atıyorsun sapığım gibi. Kızımın pastasını mutfağa bırakıp geliyorum."

 

"Çabuk ol Nazlı. Allahım çok heyecanlıyım. Senin sesin niye çıkmıyor kızım ya?"

 

Nazeninin yüzü bembeyazdı.

 

"Panikletiyorsun beni Meyra. Korkuyorum ya."

 

Meyra kıpır kıpır olduğu yerde çişi varmış gibi zıplıyordu.

 

"Ay Meyra zıplama ya, bir şey olacak!"

 

"Vallahi kafayı yedin. Dur daha bilmiyoruz olacak mı olmayacak mı? Yapmadın değil mi Nazenin? Bak parçalarım seni!"

 

Nazenin ellerinin sıkıp sıkıp gevşetiyor, sık sık soluk alıp veriyordu.

 

"Yok! Vallahi yapmadım. Çok heyecanlıyım. Korkuyorum da. Ya ne işler açtın başımıza Meyra ya? Stres topuna döndüm kaç haftadır. Asaf da sende bir haller var deyip duruyor."

 

Meyra ters ters Nazenine bakıp mutfak kapısına dikti gözlerini. Bir pastayı bırakıp gelememişti Nazlı hanım.

 

"Size ne oluyor be! Asıl ben çatlayacağım şimdi. Nerde kaldın beceriksiz Nazlı? Dolaba koyacaksın lan altı üstü!"

 

Nazlı lafı bitmeden mutfaktan çıktı o anda.

 

"Ay geldim, hadi odama gidelim. Annem Güneşi giydiriyor."

 

"Allahım bayılacğım şimdi. Çok heyecanlandım ben ya."

 

"Nazenin bayılırsan yüzüne tükürerek ayıltırım, karnım ağrıyor zaten. Tüm gece uyumadım stresten."

 

"Kapayın çenenizi de hadi çıkalım. Allahım ne hallere düştük?"

 

Nazlı önde Meyra ve Nazenin ardında çıktılar yukarı. Nazlı odanın banyosuna girip elindeki testlerle çıktığında Meyra da çantasından en az on tane gebelik testini yatağın üstüne boşaltıyordu.

Nazlı şaşkın şaşkın yatağın üstündeki testlere baktı.

 

"Meyra! Onlar ne?"

 

Meyra kınar gibi dudaklarını büzdü.

 

"Uzay mekiği! Neye benziyor? Hamilelik testi tabiki."

 

"E ben aldım dedim ya manyak."

 

Nazenin gidip farklı farklı markalara ait testlere bakmaya başlamıştı.

 

"Ya kesin çıkar dimi? Of Allahım ne olur hamile olayım ben bu stresi bir ay daha çekemem. Zaten Asaf azdım sanıyor her gece her gece."

 

Nazlı, Meyrayla konuşurken Nazeninin dediğiyle ona şaşkınca baktı.

 

"Ne?"

 

"Nasıl her gece? Kızım sen her gece mi?"

 

Nazenin kaşlarını çatıp ikisine baktı.

 

"Nasıl, siz her gece yapmadınız mı? Ama beraber hamile kalacağımız için çok çalışmamız lazım demediniz mi siz bana?"

Meyra ve Nazlı aynı anda püskürür gibi gülmeye başlamışlardı.

 

"Ama çiçeğim çok çalışalım derken de full mesai yapalım demedik ki."

 

Nazenin sorgular gibi Meyraya baktı bu sefer. Meyra omuzlarını silkti.

 

"Valla ben ekstraya girmedim o kıpçık gözlü zehir hafiye hemen anlar. Sadece baştan çıkardım ara ara. Şimdi hamile kalırım kalmam dert sahibi olur, beni de dert sahibi yapar."

 

Nazenin küskün bir çocuk gibi dudağını büzdü.

 

"Pislikler! Adamı uykusundan uyandırıp, yoldan çıkardım ben ya. Eğer ikiniz hamile kalır ben kalmazsam hamile kalana kadar konuşmayacağım sizle."

 

Nazlı yanına yaklaşıp yanağını öptü arkadaşının.

 

"Aşkım beraber gittik ya doktora. Folik asit de başladık, istediğiniz zaman olabilir dedi doktorun. E günün de geçti tamamız bence. Gerçi ben eminim de Meyrayı bilemem."

 

Meyranın sırıtan suratı bu yorumla durulup, gözleri iri iri açıldı.

 

"Sakın! Valla büyük olay çıkarırım. İlaçları bırakalı üç ayı geçti, bence tamamım. Beş gündür de regli olmuyorum. Ulan Nazlı kendinden emin emin konuşup stresimi coşturma yolarım saçını başını! Hadi yapalım şu testleri. Emin olmak için farklı markalardan da aldım. Allahım sen bana değilse de çocuk haberi bekleyen kıpçık gözüme acı yarabbim."

 

Elini yüzüne sürüp beş testi eline almıştı bile.

 

"Meyra hevesim kursağımda kalırsa ben de seni yolarım , ya düştüğümüz şu hale bak. Hep senin yüzünden!"

 

"Aaaa ben ne yaptım be?"

 

Nazlı testleri alıp eşit bir şekilde ellerine tutuştururken Meyraya ters bir bakış attı.

 

"İkinci bebek istediğimi söylediğimde hep beraber hamile kalmamız için Nazenini ikna eden kimdi?"

 

Meyra sırıta sırıta Nazlının omzuna kolunu attı.

 

"Ama boncuğum tek başıma doğuramam ben, korkarım. Fena mı olacak çocuklarımız bir arada büyüyecek. Şahane bir organizasyon bence. Nazenin de Asafı mahvetmiş bu ay, bak gayet de istekliymiş bebek için. İtelemeye ihtiyacı varmış sadece."

 

Nazlı kıkırdayıp Meyrayı banyoya doğru iteledi.

 

"Yürü de şu testlere işe manyak. Sırada işemek için iki kişi daha bekliyor haberin olsun."

 

Meyra banyoya girdiğinde Nazenin volta atmaya başlamıştı bile.

 

"Nazenin sakinleş sende balım, altı üstü bir test."

 

Nazenin gözlerini iri iri açıp sakince bekleyen Nazlıya baktı.

 

"Ya hamile değilsem? Ya ben umut beş yaşına gelene kadar yapmayacaktım bebek falan, hep sizin yüzünüzden. Bir haftadır karnım azıcık ağrısa regli olacağım diye korkudan neler yaptım biliyor musun? Asaf sen bir şey mi yedin diye sordu ya! Kudurdum sanıyor zavallı kocam."

 

Nazlı kahkahasını engelleyememişti.

 

"Hem sen niye bu kadar sakinsin Nazlı ? Doğru söyle gittin mi doktora, ya da yaptın mı test falan?"

 

"Aşkolsun bal peteğim, söz verdim ya. Ama hayatım on iki gündür regli olmuyorum yani sence de emin olmam için yeterli değil mi bu süreç? Sadece size uyum sağlamak için gitmiyorum doktora."

 

Eli karnına gidip tatlı bir tebessümle karnını okşamıştı.

 

"Ama biliyorum, bebeğim burda. Babaya sürpriz için bekliyor."

 

O sırada Meyra tuvaletten çıkmış şeffaf bir kaba sıraladığı testlere gözlerini dikmişti.

 

"Sıradaki girip işesin. Beş dakika bekleyeceğiz. Nazlı bunlar kesin sonuç veriyor değil mi ya?"

 

"Meyra bilir kişi kurulu muyum ben? Öyle yazıyor işte internette!"

 

"Aramızda tek doğuran sensin boncuk, kime soralım? Hadi Nazenin. Bir aydır çalışmalarının meyvesi var mı yok mu görelim."

 

Nazenin de girince elindeki kutuyu bomba tutar gibi tutuşuna Nazlı yine kahlaha attı.

 

Meyra ters bir bakış atıp geri kutudaki testlere bakmıştı.

 

"Seni şu rahmine olan güvenin yarısı bende olsa dünyayı feth ettiydim boncuk. gevşek gevşek gülme, asabım bozuluyor."

 

"Çok sıkıyorsunuz kendinizi. Muayene olduk, eğer hamile değilsek de zamanı var demektir. Bir sorun çıkmadı üçümüzdede. Folik asitleri de kullanıyoruz. Gerisi nasip işi."

 

Meyra başını hızlı hızlı sallasa da testlerden ayırmadı gözünü. Nazlı yine bu haline kıkırdadı. Nazenin de çıktığında bu sefer kendi girip testleri yaptı. o kendinden neredeyse emindi ama madem üçü kalkışmıştı böyle bir işe uyum sağlayacaktı.

 

Testleri masaya koyup süre dolsun diye odanın içinde gezinmeye başladılar.

 

"Allahım!"

 

Nazeninin sesiyle ikisi birden sıçradı. Vallahi tamam bakın. tamam hepsinde de silik de olsa çizgi var. Vallahi tamam, yaptım. Hamileyim!"

 

"Ay ay ayyyyy Nazenin çiçeğim, tebrikler balım. "

 

"Nazlı! Nazlı hepsinde de aynı silik çizgi var. Nazlı üçümüz de ıskalamamışız. Başardık vallahi! Aynı anda doğuruyoruz, oldu diyorum kızım!"

 

Nazlı uzanıp şifonyerin üzerindeki testlerde gözlerini gezdirip kıpır kıpır eden Meyraya yaklaştı bu sefer.

 

"Kafaya taktın aynı anda doğurmaya, hiç aksini düşünmemiştim bile. Yiğit delirecek sevinçten. Yüksek lisansını bitirmeni bebek için beklemediyse bende Nazlı değilim."

 

Üçü aynı anda sarılıp oldukları yerde zıp zıp zıplarken kahkahaları birbirine karıştı.

 

"Durun lan! Zıplamayın çocuklar sarsılıyor içerde. Tamam! Sakin oluyoruz şimdi!"

 

Elini saçlarında dolaştırıp rüzgar yapmak ister gibi ellerini salladı.

 

"Nasıl söylüyoruz? Hemen mi söylüyoruz? Ay Yiğit delirecek. Allahım Allahım aklını oynatacak. Ay bebeğim olacak."

 

Heyecanla saydığı her sözün sonunda bir anda ağlamaya başladığında Nazlı hemen uzandı ellerine. Nazenin de ne olduğunu anlamamıştı.

 

"Meyra kuşum, neden ağlıyorsun? Ama bunu istiyordun ya çiçeğim, çok güzel olacak her şey. Bebeklerimiz de bizim gibi hep beraber olacaklar. Ağlama bende ağlarım ama şimdi."

 

Zaten ağlayan birinin göz yaşını bekleyen Nazeninin gözleri de hızla doldu.

 

"Meyra, bak bir bana balım. Tamam sakin ol, yok bir şey. Heyecandan bitanem."

 

"Ay ben niye böyle oldum? Nazlı vallahi çok sevindim ya. Anne olacağım, ama durduramıyorum kendimi."

 

Sinirleri bozulmuş gibi hem gülüp hem ağlarken bir süre ikisini sakinleştirmek Nazlıya kalmıştı.

 

"Hadi kendimize geliyoruz kızlar. Gelir bizimkiler, salonu düzenlemedik. Pasta üflenene kadar sıkın dişinizi, kızımın gününü bozarsanız yerim ikinizide. Paketler bende hazır, dün aldım. Seninki emzik Meyra cadolozu. Yiğitin ağzına verirsin artık. Ben tulum aldım, Nazenin senin için de patik seçtim. Çok tatlı görmelisin. Ama önce doğum gününü kutlayacağız Güneşimin. Anlaşılmayan bir şey?"

 

Meyra burnunu çekip gözlerindeki ıslaklığı eliyle kuruladı.

 

"Makyajım aktı benim. Yeni aldığın rimeli kullanayım mı Nazlı?"

 

Nazlı başını iki yana sallayıp Nazeninin elinden tutup odadan çıkmak için harekete geçirdi.

 

"Kullan Mera, çalarsan parçalarım seni ama!"

 

Aşağı inip salonun süslemesini bitirirken Meyra da yanlarına gelmişti. Gözlerin kırpıştıra kırpıştıra Nazlıya bakarken Nazlı ters bir bakış attı.

 

"Hayır Meyra! Vermem! Dokunma rimelime."

 

Meyra yanına yanaşıp başını omzuna sürtmeye başladı.

 

"Nazlı boncuğum..."

 

"Diktin gözünü değil mi? Bırakmayacaksın. İki kere bile sürmedim ya!"

 

"Tamam rimeli almayım canım arkadaşım .Zaten sana daha çok yakışıyor, benim kirpiklerimde çok siyah oldu sanki."

 

Nazlı hiç çamurlaşmadan vazgeçişiyle afalla.

 

"Meyra?"

 

Meyra Nazeninin elindeki balonu alıp şişirirken gözlerini parlattı.

 

"Ama o parfüm benim Nazlı! Çantama koydum bile. Sakın isteme aşerdim ben onu. Hamileyim ben, alamazsın onu artık."

 

Nazlı ağzı açılmış, rimeli kurtarırken sekiz bin liralık parfümünü kaptırmasının şokunu yaşıyordu.

 

"Otlakçı pislik! Beş kuruş harcamadan geçiriyorsun şu hayatı yemin ediyorum ya!"

 

İtişe kakışa ama en çok hamilelikleri üzerinden eğlenerek salon süslemesini bitirdiler.

 

Kapı çaldığında küçük bir işi halletmek için dışarı çıkan Halil ve Asaf aynı anda, omzundaki Umutla girdi içeri.

 

Halil tam da Güneşin istediği gibi hazırlanmış salonu gözleriyle gezdi.

 

"Nazlı... Bayılacak buraya."

 

 

 

Güneş prenses tutkunuydu. En çok istediği şey ise doğumgününde prenses olmaktı.

 

Nazlı yaklaşıp kolunu kaldıran kocasının beline sarıldı.

 

"Kızına sürekli prensesim dersen kendini öyle zanneder Halil Bey. Daha görmedi. Annem yukarda oyalıyor."

 

Halil başını ağır ağır sallayarak etrafta gözlerini dolaştırmaya devam etti.

 

"Anneciğim, eğlendin mi babayla oğlum?"

 

Nazenin Umuta uzanıp Asafın omuzarından aşağı indirdi. Oğlu gözlerini etrafta gezdirirp, kendine hiç pas vermiyordu.

 

Nazenin gülümseyip Asafa baktı.

 

"Uslu durdumu canım? Tuvalete götürdün değil mi Asaf? Dışardayken söylemiyor."

 

"Hallettim güzelim, oyun parkından çıkmadan yaptırdım. Siz bitirmişsiniz burayı. Çok güzel olmuş."

 

Nazenin de etrafa bakıp gülümsedi. Asaf tavandaki balonları izleyen oğluna bakıyordu.

 

"Bizden de örümcek adamlı bir şeyler isteyecek bak görürsün. Doğum gününe kadar dinleyeceğiz. Hediyesini bile akşama kadar bulmuş olur. Ayrıca canıma okudu bugün. Karşılığını isterim Nazenin."

 

Nazenin uzanıp parmaklarını Asafın eline doladı.

 

"Bakalım... O gün gelsin de. Hem ben senin için bir hediye hazırladım bitanem, doğum günü bitsin vereceğim."

 

Asaf gülmek isteyen dudaklarını niye tutmak istiyor anlamamıştı. Gözlerini kısıp muzurlukla kendine bakan yüzüne yaklaştı.

 

"Başka bir gecelik mi?"

 

Sesini kısık tutmuştu. Bu ara aldığı hediyeler oldukça iştah açıcıydı. Nazeninin kıkırtısıyla gülümsemesi büyüdü. Narin narin omuz silkip gülümsedi sadece karısı.

 

Tekrar çalan kapıyla bu sefer Meyra ayaklandı.

 

"Sonunda geldiler."

 

Kapıya doğru ilerlediğinde Züleyha da kucağında giydirdiği Güneşle aşağı iniyordu.

 

"Dayanamadım Nazlı, pek yalvardı. Hem söz verdi, kirletmeyecek."

 

Güneşe elbisesini giydirmişti bile. Nazlı başını iki yana sallayıp kapıya giden Meyranın peşine takıldı. Güneş nasıl olsa istediğini yaptırabilmek için sözler dağıtma konusunda sorun yaşamazdı.

 

Kapı aralandığında Yiğit kolunun altına sıkıştırdığı Egeyle içeri daldı.

 

"Kolları kaldır kayınço, ablan temizleyene kadar hiç bir yere elleri sürmek yok. Oğlum saçına bile bulaştırmışsın lan çikolatayı."

 

"Ya yiğit! Bu haliniz ne?"

 

Elindeki çantayı bırakıp kolunun altındaki çocuğu bu sefer iki eliyle tutarak havaya kaldırdı. Kendinden olabildiğine uzak tutuyordu.

 

"Yolda sıkılıp, su koyverince bende eline bir şeyler verdim. Her yere sürmüş at hırsızı. Al şu kardeşini Meyra, lan oğlum koluma niye sürüyorsun elini?"

 

Meyra uzanıp Egeyi aldığında Ege "ablaaa" diye çığlık atmıştı bile.

 

"Ablacığım bu halin ne senin ya? Gel yıkayalım hemen gel. Hoş geldin kıpçık göz, temizleyip geliyorum ben hemen."

 

Alt kattaki lavaboda temizlemek için hızlı adımlarla ilerledi Meyra. Yiğit uzanıp halasının başına öpücük bırakırken Güneşi de kapmıştı bile.

 

"Fındık kurdum nasıl güzel olmuşsun sen böyle. Amca yesin bu kızı, dört yaşına girmiş Güneşim."

 

"Amcammm..."

 

"Amcasının balı, öp kız bakıyım şöyle sulu sulu. Özledim seni."

 

"Bana hediye aldın mı Linit amca?"

 

Halil o kadar tembihin hiç bir işe yaramadığı kızına usanmışlıkla baktı.

 

"Linit amcan götünü yesin senin almam mı hiç? Aldım tabi, dayının hediyeden çok benimkini seveceksin fare, yoksa ısırırım kulaklarını."

 

Güneşin göbeğini yer gibi hareketler yaptığında kahkahası her yana dağılmıştı.

 

"Hoşgeldin halam. Süreyyalar gelemedi ele? Ben belki dayanamaz dediydim."

 

Yiğit başını iki yana sallayıp Züleyhaya baktı.

 

"Çok yoğunlar bu ara. Egeyi başlarından attıkları için bana üç kere sarıldı. Bu titan mahvetmiş onları. Çok selamı var ama. İşlerini hafifletsinler Yavuz abiyle ziyaretinize geleceklermiş."

 

Tekrar kolunun birini Züleyhaya sarıp kaşını öptü. Geriye çekildiğine Halil tokalaşmak için elini uzatmıştı.

 

"Hoşeldin abim, uzun sürdü."

 

Yiğit başını sallayıp kafalarını tokuşturmak için Halile uzandı.

 

"Sistemi oturtmak için bir gün daha gerekti. Şimdilik iyi gidiyor gibi. Ana binadan sürekli bağlantımız olacak zaten. "

 

En son aldıkları bir şirketin güvenlik ağını kurmak için ekibiyle beraber İzmire gitmişti. Halledip dönmesi bir haftayı geçri. Dönerken de Güneşin doğum günü için Egeyi getirmişti Yiğit.

Nazenin ve Asafla da görüştüğünde Meyra temizlediği kardeşinin elinden tutarak yanlarına yaklaştı. Güneş amcasından sıkılıp babasına uzandığında Yiğit boşa çıkmış kollarını karısı için araladı.

 

"Kocana hoşgeldin diyemeden kardeşini kaptın sarı."

 

"Hoş geldin çipil göz, normal bir girişiniz yok asla eve. Kulağının içine kadar çikolata olmuş hale bak."

 

Yiğit kahkaha atıp Meyranın yanağına sıkı bir öpücük bıraktı.

Kısa süre içinde Güneşin kreş arkadaşlarını aileleri sıra sıra bırakmak için gelmeye başlamışlardı.

 

Erkekler mutfakta karınlarını doyururken kadınlar da her taraftan fışkıran çocuklarla ilgilenerek saatlerini geçirdiler. Mumlar üflenip, pastalar yenildikten sonra Güneşin sabırla beklediği hediye kısmına geçilmiş oldu. Tüm arkadaşlarının hediyesini açıp gününün keyfini çıkardı.

 

Yavaş yavaş doğum günü bitip çocuklar gitmeye başladığında derin bir soluk almışlardı.

 

"Anam ev battı ya. Kız o neydi öyle? Ben çocuk seviyom da belli bi sayıya kadar seviyomuşum. Perdeye ağzını silen çocuk kimin çocuğuydu Nazlı?"

 

Züleyha söylene söylene boşalmış salondaki yere dökülenleri çöp poşetine topluyordu. Meyra ve Nazenin masanın üzerini temizlerken, Nazlı süsleri ve oyuncakları toparlıyordu.

 

"Zülüş sen birde koltuğundaki izlere bak istersen. Biz buraya bir temizleme şirketi getirtelim. Sultan teyzemi de burdan uzak tutalım. Kadın hık diye kalpten gider.

Züleyha karma karışık salona eli belinde bakıp iç çekti.

 

"Doğru diyon, burayı biz adam edemek. Anam hep kurabiyeler yerlerde, çarpılıp ağzımızla götümüz yer değiştirmese bari. "

 

Söylene söylene üstün körü toparladılar. Akşam yemeğini Gurur restorandan getireceği için hiç mutfakla uğraşma derdine girmediler.

 

Çocuklar yemek odasında Güneşin oyuncakları ortaya döküp oynarken masanın etrafına doluşmuşlardı bile.

 

"Salonun kapıyı açmasın kimse. Yarın temizlenecek. Babanı aradın mı Halil?"

 

Salatayı ortaya koyarken sormuştu bu soruyu. Halil aradım diyemeden kapı sesiyle de soru cevabını bulmuş oldu.

 

Züleyha ve Nazlı kapıya çıkıp Gurur ve Asili karşılarken ellerindekini almak için uzanmışlardı bile.

 

"Hoşgeldiniz Asil, geç kaldınız kocam."

 

Asil yan yan Gurura bakıp elinde poşetlerle mutfağa ilerledi.

 

"Babasını dinleyip, muhasebeciyi değiştirmeseydi geçe kalmazdık karım."

 

Gurur başını iki yana sallayıp yarısını Nazlıya verdiği poşetlerin kalanını mutfak masasının üzerine bıraktı.

 

"Eski sistem hesap mı tutulur baba? Doğru düzgün kaydetmek lazım her şeyi. Al bak lazım oldu beş yıl öncenin faturalarını bulana kadar canımız çıktı. Anne babamı restorana gönderme kurban olayım ya. Sinir hastası olacağım, adam hiç bir şeyi beğenmiyor."

 

"Oğlum sen onun düzenine yetişemen, he de geç yavrum. Hadi kızlar sofrayı hazırlarken bende odasından çıkmayan baykuşları alıp geleyim."

 

Züleyha Yağız ve Zümrüte seslenmek üzere yukarı giderken kızlar masaya gelen paketleri tabaklayarak yerleştirdiler.

 

Tam ergenliğin en sıkıntılı zamanında oflaya puflaya inen ikiliye ters ters bakıyordu Züleyha.

 

"Birinizin telefonunu diğerinizin test kitabını yedirecem o olacak! Yüzünüzü göremez olduk iyice!"

 

Yağız geçip masaya otururken annesine bir bakış atmıştı.

 

"En azından ben üniversite planlarım için yüzümü saklıyorum sizden. Kim kimden ayrılmış, kim kimle çıkıyormuş dedikodusu için saatlerimi telefonda da geçirebilirdim."

 

Zümrüte attığı laf sonrasında tabağının yanında hiç de simetrik olmadan duran çatal ve bıçağını düzletti. Zümrütte yerine geçip otururken yeşil gözleri hemen harlanmıştı.

 

"Şu beni dinleyip durma demiyormuyum ben sana? Baba kulağı benim odamda, bişey de artık oğluna!"

 

"Akşam akşam çok yüksek sesle konuşuyorsunuz, birbirinize de saygılı olun çocuklar. Hadi Züleyha otur sende. Nasıl geçti doğum günü benim Güneşimin?"

 

Asil, Nazlının masaya oturtup, yakasına peçete taktığı Güneşe göz kırparak söylemişti bu sözü. Güneşin dudaklarını büzüp öpücük atmasına aynı şekilde karşılık verdi.

 

"Çok güzel geçti baba. Sende beğendin değil mi anneciğim?"

 

"Çok güşeldi dedecim, premses oldum ben. Ama Ege pastama elini soktu dede."

 

Meyra Yiğitle ortalarına oturan kardeşinin kollarını geriye katlıyordu. Güneşe yalandan mahçup bir bakış attı.

 

"Özür dileriz teyzecim, bir daha yapmayacak söz verdi bana Ege. Değil mi ablacım?"

 

Ege çatalın sapını ısırıp mavi gözlerini ilk Güneşe değdirmiş sonra ablasına bakmıştı. Meyra onu onaylasın diye başını sallarken dişlerini göstere göstere sırıttı.

 

"Yapıcam."

 

Meyranın umutsuzlukla düşen omuzlarına Yiğit güldü bu sefer.

 

"En azından yalanla dolanla işi yok kayınçomun. Senin pastayı da Güneş parçalasın da gör gününü kayınço."

 

Ege hiç yüzündeki sırıtışı bozmadı.

 

"Bende onu ışırırım ocaman."

 

"Anne yaaaa!"

 

"Bağırma bebeğim. Umut, aşkım sen sevdin mi pastayı? Balonları patlatmaya çalışmaktan yiyebildi mi Nazenin?"

 

Nazenini kucağında tuttuğu oğlunun ağzına çorbasını verirken başını saladı.

 

"Yedi yedi merak etme. kendine bir sürü de hediye diye hazırlanan şekerlerden saklamış. En son giden çocuğa kalmadı diye veremedik birde. Oğlum istifliyormuş."

 

Asaf çorba içen oğlunun başına öpücük bırakırken kıkırdamıştı. Umut hiç o kadar pastalardan yememiş gibi hızla çorbasını içmenin peşindeydi. O yüzden kimseye pas veresi de yoktu.

 

Çoğunlukla doğumgünü içeren konular hakkında konuşa konuşa yemeklerini yemişlerdi. Masa toplanınca, salon müsait olmadığı için çay servisi de yine yemek odasında gerçekleşti.

 

Kalan pastalardan hazırlanan tabaklar masaya yerleştirildikten sonra çaylarda dağıtıldığında Meyra gözünü Nazlıdan ayırmıyordu. Komik bir şekilde Nazenin de Nazlıyı izliyordu. Nazlı başını iki yana sallayıp gözüyle kapıyı işaret etti.

Sıra sıra üçü de çıkınca Meyra kıpır kıpır etmeye başlamıştı.

 

"Söylüyor muyuz? Hadi ne olur söyleyelim çatlayıp öleceğim şimdi. İçerde çocuğum büzüştü."

 

Nazlı bıkkınlıkla baktı arkadaşına.

 

"Henüz bir çocuk değil hayatım o. Büzüşemez korkma, kesesi var sadece. Yalnız söylemek isterseniz evlerinizde söyleyin."

 

Nazenin de Meyra da aynı anda kafalarını iki yana salladılar.

 

"Ay yok o kadar dayanamam ben. Hadi beraber söyleyelim. Nazlı şiştim diyorum çocuğum içerde boğuldu gerginlikten."

 

Nazlı pes etmişlikle omuzlarını düşürdü.

 

"Sana hiç bir şey söylemiyorum Meyra. Bekleyin paketleri alıp geliyorum. Dur burda uslu uslu. Çocuğun içerde zıplamasın!"

 

Merdivenlere doğru ilerleyip, odasına çıktı. Üçü için aldığı paketleri dolabından kapıp aşağı indiğinde hapishane mahkumu gibi ikisinin volta atmasına kıkırdamadan yapamadı.

 

"Al bakalım emziğini Meyra kuşu. Bu da senin patiğin Nazenin. Ya babamın yanında ayıp olmaz değil mi?"

 

Meyra yüzünü ekşitip, kınayarak baktı Nazlıya.

 

"Ne kadar yalancı, numaracı, düzenbaz bir şahsiyetsin ya. Gerçekten utanıyormuşsun gibi bir de! Yürü Nazlı. Sen kocanı vakumlarken anasına basılmış, zerre utanmamış insansın yürü!"

 

Gurur ne anlatıyorsa tüm erkekler merakla dinliyordu. İçeri girdiklerinde tüm kafalar onlara döndü.

 

Züleyha ellerindeki küçük paketlere bakıp gözlerini kıstı.

 

"Yavrum? Onlar ne annem?"

 

Nazlı en çok annesine söylememek için sabretmişti şu zamana kadar. Şimdi Halille beraber öğrenirken yüzünün alacağı şekli görmek için deliriyordu.

 

"Halile hediyem annem, bak bakalım sen de sevecek misin?"

 

Halil yüzündeki o muzur ifadeyi anlamak ister gibi gözlerini kısıp Nazlıyı izledi.

 

"Bana mı?"

 

Önüne bırakılan pakete uzanırken gözlerini Nazlıdan çekmemişti.

 

"Bu da senin hediyen kıpçık göz, al hayrını gör."

 

Yiğit küçük kutuyu ilk sallamış sonra üzerindeki fiyonku açmaya başlamıştı.

 

"Hediyeler, jestler? Ne oluyoruz sarı, bir hafta yoktum hasretimden prangalar eskitmişsin."

 

Meyra ayakta, yanı başında paketi merakla açmasını beklerken ettiği lafla elini ensesine çarptı.

 

"Az uslu dur da hediyeni aç kıpçık göz!"

 

"Bu da benim sana hediyem Asaf."

 

Asaf kare kutuya şüpheyle bakıp gözlerini etrafta dolaştırdığında Nazenine kaşlarını kaldırarak baktı. Nazenin bu bakışla hızla gözlerini etrafta dolaşırdı.

 

"Öyle değil Asaf!"

 

Mırıltıyla ama baskılı bir şekilde söyledi bu sözü. Asaf da kalkan kaşıyla fiyonku çekip sarılı paketi aralamaya başladı.

 

Yiğit kapağı açtığında öylece kala kalmıştı. Uzanıp içindekini almıyordu ama kutuda bomba varmış gibi de kutudan gözlerini ayıramıyordu.

 

"Meyra?"

 

"Yiğit?"

 

Meyra şok olmuş bir şekilde adını seslenen adama kıkırdayarak baktı.

 

"Allah çarpsın de Meyra? Vallaha mı lan? Yemin et valla aklıma gelen aklıma geldiği gibi değilse çok fena olur!"

 

"Ya salak mısın Yiğit ya? Ne görüyorsan o işte."

 

Yiğit kutudan çıkan emziği iki parmağıyla tutup havaya kaldırdığında hâlâ emin olamıyordu gerçekliğinden.

 

"Eğer büyü diye sana aldım şakası çıkarsa saçlarını sıfıra vururum sarı! Kuran çarpsın de lan!"

 

Meyra başını iki yana sallayıp kahkaha attı.

 

"Beraber büyürsünüz diye umuyorum çipil göz."

 

Yiğitin elindeki emziğe dalan diğerleri kendi paketlerini açmamışlardı doğru düzgün. Yiğit ayaklanıp Meyraya sarıldığında diğerleri de masadan kalktılar. Halil, kardeşinin delirmiş bir sevinçle Meyrayı savura savura kucaklayışını izlerken elinde hâlâ tuttuğu paket aklına geldi. Bir anda hızla başını Nazlıya çevirip geri pakete baktı. Yırtmadan açmaya özen gösterdiği paketi bir anda hızlıca yırtıp içinden çıkan tuluma yeşil gölzeri iri iri açılarak baktı.

 

"Nazlı!"

 

"İkinci kere baba olacaksın sevgilim, umarım hazırsındır."

 

Bir elindeki tuluma bir kendine gülümseyeren bakan Nazlıya dönüyordu kafası. Yüzünü kademe kademe kaplayan gülümsemeyle Nazlı iki adım geriye çekildi.

 

"Hayır Halil! Babam var kimsenin yanında öpemezsin beni!"

 

Halil tüm yüzüne yayılan gülümsemeyle Nazlıyı yakalayıp göğsüne yaslamıştı bile. Başının üzerine bir sürü öpücük sıralarken kahkahasa gittikçe yükseldi.

 

Ortalık birbirine girdiği anda Asafın Nazenin bağırtısıyla bu sefer başlar o tarafa çevrilmişti. Ev ahalisinin beyni yanmış, kime bakacaklarını şaşırmışlardı artık.

 

"Gerçekten mi? Umutun kardeşi mi olacak Nazenin?"

 

Nazeninin hemen göz yaşları akmaya başlamıştı zaten. başını hızlı hızlı sallayıp kocasının boynuna atılmakta buldu çareyi.

 

"Kardeş geliyor oğlumuza Asaf. Bebeğimiz olacak."

 

Nazeninin alnına dudaklarını yaslayıp öylece kaldı Asaf. Göğsünü döven kalbi fırsat verse ağzını açacaktı.

 

Halil , Nazlıyı kendine katmış, hareket edemeyeceği şekilde kollarıyla sarmalamıştı.

 

"Nazlı! Boncuğum sen ne yaptın? Nazlı..."

 

"Güneş kardeş istiyor babası, kıyamam ki ben kızıma."

 

Halilin boynuna doladığı kolluna dudaklarını bastırıp gülümsedi.

 

" Nazlı ben seni daha nasıl seveyim? Her anında yanında olacağım, her şeyinde. Nazlı kalbim çatlayacak."

 

"Bu sefer her şey çok güzel olacak Halil. Canına okuyacağım senin, tüm hamileliğimin sefası bana cefası sana kocacığım."

 

Her kafadan başka ses çıkan ortamda Gururun bağırtısıyla kendi girdikleri kozadan sıçrayarak çıktılar.

 

"Allah belanızı vermesin lan hepiniz mi hamilesiniz? ANNE!!!"

 

Kimse ne olduğunu bile anlayamadan herkesin gözleri Züleyhanın üzerine çevrilmişti. Züleyha dehşetle araladığı bakışlarını tüm çocuklarında gezdirip en son Asile baktı.

 

"Yok vallaha bende bişey yok. Yemin şart olsun yok diyom Asil! "

 

Sonra panikle Gurura baktı.

 

"Gözü çıkmıyasıca sen niye bana bakıyon lan? Asil kurban oluyum şöyle bakıp durma, yok diyom canım yalan mı diyecem! Vallaha onlar gebeymiş, kendimi bilmem mi canım ben?"

 

Kendini açıklamak için şekilden şekile giren kadına ilk kızlar şaşkınca bakmış sonra kahkahalarını tutamamışlardı.

 

Evin içindeki karmaşa miktarı bir anda arşa çıktı. Birbirlerini tebrik etme, bir anda eve gelecek üç bebeğin haberiyle kriz geçiren Gururu sakinleştirme, çocuklara kardeş müjdesi verme derken ortalığın durulması gece yarısını buldu.

 

Halil hiç durmadan Nazlının elini, saçını öpüyor, Güneşle beraber gelecek kardeşin hayalini kuruyordu.

 

Yiğit ise Meyrayı daha ilk dakikadan aşerip aşermediğine dair darlamaya başlamıştı. Bir ara karnına kafasını yaslayıp, çocuğun hareketlerini duyabileceğini bile idda etmişti. Asaf sesini kısık tuttuğu anlarda Nazeninin bu ayki performansının sebebi hakkında sürekli takılmış, Nazenini sık sık utandırmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı.

 

Gurur ise bambaşka bir hâl içerisindeydi. Eli başına yaslı gömlek düğmelerini aralıyordu.

 

"Artık herkes kendi evine çıkar inşallah!"

 

Uyumuş çocukları yerlerine yatıran erkekler sandalyelere otururken kuruldu bu cümle.

 

Halil kaşlarını kaldırmış Gurura bakıyordu.

 

"Herkes derken!"

 

Gurur geriye yaslanıp hepsini gözünün süzgecinden geçirdi.

 

"Benim bildiğim evlenen gitmiyor muydu evden anne? Bunlar niye sürekli bölünerek çoğalıyor, sürekli buraya yerleşiyorlar?"

 

"Annem denir mi öyle şey? Bak ailemiz büyüyo, Allahım artır eksiltme yarabbim."

 

Gurur iri iri açtığı bakışlarını annesine değdirdi.

 

"Daha ne artması kadın! Ülkenin nüfus artışını tek başına Sulhan zürriyeti üstlenmiş, görmüyor musun? Her yerden bir çocuk fırlayacak sekiz ay sonra. Gerçi şu ikisinin evi de var ama daha kullanırken göremedik."

 

"Yaman!"

 

"Hiç Yaman deme baba. Ya teker teker de gelmiyorlar üçü birden! Tövbe tövbe ya!"

 

Asilin keyfi gayet yerindeydi. Gururun zevzekliklerini bile takamayacak kadar iyi hissediyordu kendini. Sevinçten kabına sığamayan çocuklarına göz gezdirip gülümsedi hepsine.

 

"Ben halimden memnunum evladım, annenin de keyfi yerinde gördüğün gibi. Çok şükür ev büyük, en az beş altı çocuk daha sığar."

 

Gururun babasına kınayıcı bakışlar atmasını hepsi kahkaha atarak izledi.

 

"Hah bak kocam nasıl biliyo beni. Kız saat on iki olmuş ya. Süreyyayla Ünzile biliyo mu yavrum? "

 

"Yok Zülüş söylemedik daha. Ama ararım sabah ben annemi. "

 

Nazenin de başını sallayıp onayladı.

 

"Bende ararım Züleyha abla. Çok sevinecekler."

 

Züleyha bedenini masaya doğru eğip Meyra ve Nazenine yaklaştı.

 

"Erkenden haber edin valla ben duramam. Sonra vay biz demeden dedin diye laf ebeliği yaparsınız siz. "

 

"Yok yok merak etme, sabah erkenden ararız biz. Sende rahat rahat ararsın yine. "

 

Züleyha keyifle geriye yaslandı.

 

"Hadi kalkın da yatın yerinize artık. Anam hepiniz yüklüsünüz de artık. Adam akıllı dinlenin. "

 

Herkes ayaklanınca sıra sıra hepsini öpüp hayır dualar ederek odalarına doğru yolladı. En son Gurur hâlâ söyleniyordu. Züleyha ayağındaki terkliği çıkardığı an merdivenleri koşa koşa çıkışını gülerek izledi.

 

Asil elinde bir şalla Züleyhaya doğru yürürken başını yana yatırmıştı.

 

"Senin bahçede az nefes alalım mı zümrüt göz?"

 

Züleyha şalı omzuna atıp, saçlarını çıkaran kocasına gülümseyip başını salladı.

 

"Alalım kocam. Kafamızı dinliyez az. Hoşaf olduk ya bütün gün."

 

Mutfak kapısından çıkıp Züleyhanın kış bahçesine gidene kadar hiç konuşmadılar. Geçip oturduklarında evin arka yüzüne bakan camlarında gözlerini gezdirdi ikisi bir süre. Sıra sıra kapanan ışıklara baktı Züleyha. En son Gururun oda ışığında gözleri takılı kaldı.

 

"Ne gündü ele Asil?"

 

"Öyle... Üç torun daha geliyor bize."

 

"Hiç bana da demedi mikroplar. Gerçi bugün bi haller vardı üçünde de kafam çok doluydu, anlayamadım."

 

Asil kısık bir kahkaha atıp, kolunu omzuna doladı ve karısını göğsüne çekti.

 

"Bende nasıl haberin olmaz diye şaşırmıştım zaten."

 

"Kesin Meyranın aklı hepsinin gebe kalma işi. Bak karım dediydi dersin, o yer biti ikna etmiştir Nazlıyla Nazenini.

"

"Beraber büyüsün istediler kesin. Yiğit çok mutlu oldu. Uzun zamandır istediğini biliyordum da Meyranın okulun bitmesini bekliyordu bana sorarsan."

 

"Öyle... Halilimi gördün ele Asil? Şimdi dakka bırakmaz Nazlıyı. Güneşde neyi kaçırdıysa bunda görmek için tepesinde dolanır kızın."

 

"Asafın hali de diğerlerinden farksız değil. Çok güzel anne baba oldular Umuta. Saat bu kadar geç olmamış olsa Nazeninden önce o arardı Ünzileyi kesin."

 

Züleyha yine kıkırdadı."

 

"Öyle valla. Duramaz gelirler onlarda zaten yakın zamanda. Havalarda ısındı sayılır, şöyle güzelce zaman geçirek hep beraber. Arasam haftaya gelirler mi ki?"

 

Asil başını Züleyhanın kafasına yasladığı yerden kaldırıp yüzünü görmek için öne eğildi.

 

"Hafta olmaz Züleyha hanım, işimiz var senle haftaya."

 

Züleyha geriye çekilip Asile baktı. Ne işleri olduğunu anlamamıştı.

 

"Ne işi?"

 

"Bugün Maraştaki asker arkadaşım aradı, haftaya büyük kızının düğünü varmış. Davet etti Züleyha."

 

Züleyha ilk kim diye düşünürken geçen yıllarda evinde ağırladığı karı kocayı anımsadı.

 

"Haa bildim, şu kendi kebapçısı için ortak iş yaptığınız adam ele?"

 

"Evet o. Gitmezsek ayıp olur, bizzat aradı çağırdı. Bir gece kalır döneriz olmaz mı karım?"

Züleyha omzunu silkip evine doğru yine çevirdi başını. Gururun ışığı hâlâ sönmemişti.

 

"Gideriz kocam."

 

Sesi pek sıkıntılı çıkınca çenesinden tutup kendine çevirdi Asil.

 

"Ne oldu yüzüne? Gitmek istemiyorsan ben gider gelirim karım."

 

Züleyha başını iki yana sallayıp geri Gururun penceresine baktı.

 

"Yok kocam, Gurur uyumadı daha. Ne olacak bu oğlanın hali?"

 

Asil de ışıkları yanan pencereye baktı.

 

"Atlatacak. Sadece beklemiyordu böyle bir şekilde ayrılmayı. O sandığımızdan çok daha güçlü bir adam. Restoranları çok iyi idare ediyor. İnsanlarla ilişkişleri çok iyi, şimdilik bırakalım işle oyalasın kendini."

 

"Benim yavrum burda üzüntüden uyuyamasın o zilli de İtalyalardan nisbet yapar gibi yenisiyle resim atsın!"

 

Asil teessüf eder gibi baktı karısına.

 

"Hayatını yaşama hakkına bir şey diyemeyiz Züleyha. Demek ki o Gururu kolay atlatmış. Ayrıca oğlun sandığın gibi aşk acısı falan çekmiyor. Onunki öfke daha çok. Verilen sözlerin tek kelamda yok sayılmış olmasını hazmedemedi. Yirmi beş yaşında daha kim bilir kimler girecek hayatına?"

 

Züleyha omuzlarını silkti.

 

"Kimsecikler girmesin benim oğlumun hayatına. Baki olmayacak olanın işi neymiş? Ama Asil ne yalan söyleyim hiç içim ısınmadıydı o kıza. Bi yandan da iyi oldu demeden edemiyom."

 

Asil yine kahkaha attı.

 

"Kaynanalık damarın tutmuştur."

 

Züleyha başını iki yana salladı. Gözleri daha yeni sönen ışıkla pencereden ayrıldı. Asille işte o zaman göz göze geldi.

 

"Yok valla. Allah biliyo içimi. Ben daha geçen yaz geldiğinde o kızın adam akıllı sevmediğini anladıydım."

 

Asil kaşlarını kaldırıp gülümseyerek bakmaya devam etti.

 

"Öyle mi olduydu? Nasıl anladın?"

 

"Gurur, Yağızın bisikletinin zincirini yaparken bir anda elini dişliye geçirdi ya elini çekerken de yanındaki motor yağını kızın üstüne döktü. Ta ordan belliydi. Kız eline bişey oldu mu demeden önce kirlenen pantolonuna baktı."

 

Asil tek gözünü kısıp yüzünü izlemişti karısının.

 

"Kafan nasıl çalışıyor senin hâlâ anlamadım zümrüt göz."

 

"Öyle deme Asil, parmağı zincirin arasına kısılsa nasıl yara olacaktı yavrumun. İnsan sevdiğinin canından önce üstünün kirine bakar mı? İyi oldu iyi, böylesi daha hayırlı."

 

Züleyha tekrar bir bakış attı oğlunun penceresine.

 

"Hem onun anası ölmedi daha. Yavrumu hakkıyla sevecek bi gelincik buluyum da görsün öbür zilli!"

 

Asil başını iki yana sallayıp Züleyha gibi sandalyeye yaslanıp evinin sönmüş pencerelerini tek tek izledi.

 

"Çocuğun yaşı daha genç, sakın öyle bir şey düşürmeya kalkma aklına. Bırak içinde Kübraya dair bir şey varsa da söküp atsın. Belli mi olur anasını bana getiren rüzgar bu sefer de oğluma senin dediğin gibi bir gelincik getirir."

 

Züleyha gülümseyip başını Asilin omzuna bıraktı.

 

"Gülşahın sınavları bitiyomuş on beş güne, Cansuyla beraber gelecekler. "

 

"Gelsinler, Güneş halalarını görmüş olur."

 

"Semiha teyzemin seneyi devriyesi de geliyo Asil."

 

Asil başını ağır ağır salladı.

 

"Mevlit okutacaktılar. Hafta içi bir akşam gidelim de yardım için ne yapabiliriz soralım."

 

Züleyha dudağını büzüp başını salladı.

 

"Murat enişte yeni yeni toparlanıyo."

 

"Anne bu... yaşlanmış yaşlanmamış önemi olmuyor kalp için. "

 

"Bende çok özlüyom Asil. Dilber annemi de Semiha teyzemi de çok özlüyom."

 

Asil yine kolunu boynuna doğru atıp göğsüne yasladı karısını.

 

"Hakkı çok üzerimizde, özlenilmeyecek gibi değil ki. İkisine de çok şey borçluyum ben."

 

Gece esintisinin içinde kıpırdamadan oturdular bir süre. Beraber geçirilen yirmi altı yılın hiç değiştirmediği şekilde aynı sevgiyle birbirlerinin nefes alışlarını dinlediler.

 

Hayatları birbirine düğüm düğüm olmuş çocuklarının pencerelerini seyrettiler. Bir girdaba kapılıp başlayan yaşamları düğümlenmiş canlarla çiçek bahçesine dönmüştü. Her yıl bir önceki yıldan daha güzel geçmiş, canlarının acıdığı zamanları yine beraber tüketmişlerdi.

 

Kalabalık bir ailemiz olsun dedikleri zamanlardan her kapının ardı dolu olacak çoklukla artmışlardı.

 

Dünyanın içine sakladığı hüznü, sevinci, coşkuyu, mutluluğu, göz yaşını, hüsranı yine hep baraber tatmışlardı.

 

Nefes aldığın sürece bitmiyordu hikayen. Son ana kadar yaşayacak çok fazla şeyin oluyordu. Evin içinde nefes alanlarla, yakın zamanda eklenecek soluklarla ya da bir rüzgarın kanadına takılıp eve uçacak gelincik tanesiyle bambaşka hikayeler de yazılıyordu.

 

Nefesle düğümlü o sayfa kapanmadıkça kalemde durmadan yazmaya devam ediyordu...

 

Loading...
0%