@orenda
|
Keyifli okumalar hepinize🖤🖤🖤
Nazenin arabaya bindiğinden beri kontrolsüz bir kalp çarpıntısına kapılmıştı.
Araba yoğun bir şekilde Asaf kokuyordu ve bu nedensizce Nazeninin çok hoşuna gitti.
Sessizlik uzadıkça da sanki bir elektrik tenlerine dokunup çekiliyormuş gibi bir his yayıyordu etrafa.
"Çok erken kalktın, uyumak istersen arkaya küçük bir yastık koymuştum Nazenin."
Asafın yola bakarak sarf ettiği sözlerle otomatikman arkaya baktı. Gerçekten küçük bir yastık ve polar gibi battaniye vardı.
"Aslında ben yolculuklarda hiç uyumam ki."
Asaf anlık, yanında konuşan kıza bakıp yola geri döndü. Bu güzel bir haberdi. Nezaketen sorsa da yakaladığı fırsatı böyle kaybetmek istemezdi.
Sarı pigme ona çok sağlam bir kıyak yapmıştı. Değerlendirmese ayıp ederdi.
"Buna sevindim Nazenin."
Nazenin ismini her söyleyişinde tuhaf bir şekilde gülme isteğiyle doluyordu. Diğer kelimeler olabildiğine tok çıkarken ağzından, ismi harfler okşanıyormuş gibi bir his yayarak ulaşıyordu kulaklarına.
"Babama da hep ben yarenlik ederim uzun yolculuklarda Asaf. Annem ve kardeşlerim hiç dayanamazlar."
Bir şey bulup konuşmazlarsa patlayacaktı. Böyle çok gergin hissediyordu kendini. Dışardan nasıl göründüğünü de sürekli düşünmeden edemiyordu.
Asaf olgun bir erkekti ve yanında iki kelime konuşamayan bir kız imajı çizmek istemiyordu. Zaten ikili ilişkilerde vasat olduğunu kabullenmişti.
Kızların sürekli Asaf ve kendisi için yaptığı imaları ve şakaları düşünmeden edemiyordu. Kalbi bir aşk arzuluyordu.
Ayaklarını yerden kesecek, bir çift göze pırıl pırıl bakacak bir aşk istiyordu. Gözlerini her kapattığında Asafı yanında hayal etmeye başlamıştı. O gece atkısını da istediğinde gözüne çok farklı görünmüştü. Aslında Nazeninlik bir hareket olmazdı ama yüz ifadesi yanaklarını sıka sıka sevme hissi doğurmuştu içinde.
Bir de...
Birde gözlerine çok güzel bakıyordu...
Bir erkeğin bir kadına bakabileceği çok güzel bir ışıkla...
Meyra onları arabada yalnız bırakınca ilk paniklemişti ama bu ne yapacağını bilemeyişinden sebepti. Şimdi ise onu tanımak istiyordu. Adından başka, işinden başka bir şeyler öğrenmek istiyordu onun hakkında.
"Ailen... Anlatsana onları biraz."
Asafın sözleriyle düşündüklerinden sıyrılıp çıktı. Yüzünü tertemiz bir gülümseme kapladı.
"Amasyadalar şu anda. Ama evimiz merkezde değil Yuvacıkdayız. Babam çiftçilikle de uğraşıyor ama asıl hayvancılık yapıyor. Sen hiç gittin mi oraya? Çok güzeldir Asaf."
Hevesle memleketini anlatırken gözü tekrar adama döndü. Dudağında minik bir kıvrılışla onu dinliyordu.
"Henüz gitmedim Nazenin."
Henüz derken sesinde bir ima mı vardı acaba? Keşke Nazlı burda olsaydı. O bu konularda çok daha iyi ve Meyraya göre anlayışlıydı.
"Mutlaka görmelisin. İki erkek kardeşim var. En büyükleri benim. Ay ben ailemin isimlerini söylemedim değil mi? Babamın adı Tahir, annem Ünzile. On iki yaşındaki kardeşim Said ve altı yaşında ele avuca sığmaz birde Musab'ımız var."
"Bir gün görmeyi çok isterim."
Nazenin yine yanaklarını saran sıcaklıkla kaçamak bakışlar attı.
"Şey... Sen bahsetsene kendinden, ailenden, işinden... Yani anlatsana bana Asaf'ı."
Nazenin cümlesi biterken Asafın direksiyonu sıkıca kavramış parmaklarına takıldı. Yanlış bir şey mi söylemişti?
"Benim... Ailem yok Nazenin. Yetiştirme yurdunda büyüdüm ben."
Sesi öyle tek düze ve sıradan bir şeyden bahseder gibi çıkmıştı ki Nazenin nasıl tepki vereceğini şaşırdı. Ailem yok dedikten sonra boğazına bir düğüm atıldı sanki.
Ailesizlik...
Nazenin ailesi olmasa yaşayamazdı ki. Asafın bununla nasıl baş ettiğini sordu kalbi. Nazenin için en korkunç şey olabilirdi kimsesiz kalmak.
"Özür dilerim... Ben bilmeden hadsizlik yaptım sanırım."
Bu hayatta en nefret ettiği özelliği her şeye çok kolay ağlıyor oluşuydu galiba. Daha cümlenin yarısında sesi çatlamıştı bile. Aklı sürekli bebekken mi ailesiz kaldı yoksa sonradan mı onları kaybetti diye zihnini deşiyordu.
Sonra araba yavaşlayıp, kenarda durdu. Ellerine baktığı için niye durduklarını da anlamadı. Şimdi Asafa baksa kesin ağlardı ve buna da cesaret edemiyordu.
Yüzünün iki yanına sarkan saçları bir el tarafından omzundan geri doğru salındı.
"Bana bakmayacak mısın Nazenin?"
Ağlamak istemiyordu....
Şimdi çocuk gibi ağlamak istemiyordu işte. Tırnaklarını avuç içlerine saplayıp elindeki acıya odaklanmaya çalışıyordu.
"Saklayacak mısın güzel gözlerini benden Nazenin?"
Olabildiğine sessizce burnunu çekti.
"Özür dilerim Asaf. Ben mızmızın tekiyimdir aslında. Kusuruma bakma lütfen, hemen her şeye ağlayabiliyorum diye delirtirim Meyrayı."
Asaf şefkatli bir tebessümle hâlâ ellerine bakan kızın sıkılmış avuçlarına uzandı. Sıkı sıkı kapalı avucu parmaklarıyla araladı. Tırnakları kırmızı izler bırakmıştı. Baş parmağıyla hafifçe okşadı sonra kendine düşünmeye fırsat vermeden kızıl izlerin olduğu avuç içine dudaklarının ucuyla bir buse bıraktı.
Nazeninin çarpıntıdan bayılacak kalbinin farkında değildi büyük ihtimalle.
"Üzülmeni istemiyorum, gözlerinde çok güzel yıldız ışıltısı var. Onları benim için söndürme Nazenin. Bak burdayım, iyiyim. Kendi isteğimle seçtiğim kardeşlerim var. Arsızca aldığım güzel bir fularım, çiçek gibi kokan atkım var."
Nazenin gözlerini dolduran sularla biraz puslu görüyordu. Yüzünü yinede ona gülümseyerek bakan mavi gözlere çevirdi.

Avuçlarını tutan elleri bilinçsizce kavradı. Bu hareketiyle gözlerine bakan gözler ellerine kayıp daha güzel bir gülümsemeyle kalbini ferahlatmıştı.
"Üstelik... Hiç ihtimali yokken kara saçlı bir büyü de var hayatımda."
Gözünün kenarından kayan yaşa inat çok güzel güldü Nazenin. Asafın aklını alacak kadar güzel...
Asaf bir süre daha ellerinin içinde kaybolan ince parmakları izledi. Sonra muzip bir gülüşle onu izleyen kıza baktı.
"Nazenin..."
"Efendim."
"Ellerin çok güzel."
Nazenin kaşlarını kaldırıp öylece baktı. Buna ne denirdi ki?
"Hmmm..."
"İpek gibi yumuşacıklar."
Yüzünün tamamını kaplayan bir gülüşle baş etmek çok zordu. Kalbinin bu tatlı ama sancı gibi atışını kontrol etmek çok yorucuydu.
"Nazenin..."
Kıkırdadı istemsizce. Adını gerçekten çok güzel söylüyordu.
"Efendim Asaf..."
"Ellerinde benim olsun mu?"
Artık tatlı tatlı kıkırdamıyordu. Biraz önce ağlamamak için kendini sıkan o değilmişcesine gülüyordu.
"Asaf ya..."
"Çok güzeller."
"Sen böyle böyle her şeyimi alacak mısın benden?"
Kurnaz, tatlı bir tebessümle baktı Asaf.
"Amacım bu Nazenin. "
Avcunu sıkan el uzanıp yüzünden kayan o yaşın izini kuruladı.
"Gözüne yaş değmesin Nazenin. Gülen yüzün şifa çünkü."
Sanki arabanın içindeki hava bir anda emilip başka bir boyuta taşıdı onları. Asafın elinin tersi yanağını okşayarak yüzünde kaydı. Dudak çizgisinde baş parmağı dolaştı.
"Şu gülüş her yarayı sarar Nazenin."
Utanç bir anda yüzünde patladı sanki. Yanakları alev alev yandı. Asaf geri çekilip arabayı çalıştırana kadar yüzündeki elin orada olmadığının farkına varamadı bile.
Kalbi böyle atmaya devam ederse hayalini kurduğu aşkın tadına doyamadan duracaktı. Ve okuduğu o kitaplar yalan söylemiyordu. İnsanın gerçekten karnında delirmiş gibi kanat çırpan bir his kanatlanıp uçmanıza vesile oluyordu.
Geçen zamanlarda bir kaç ânını dipsiz kuyuya hapseden o adamla böyle olmamıştı aslında. O zamanlarda kalbi deli gibi çarpardı, utanırdı ama karnının içerisini talan eden bu his onu hiç bulmamıştı.
Aşk insanı başka başka sûretlerle mi yakalıyordu acaba? Yaş ilerledikçe, yaşadıklar değiştikçe, yaşatan farklı olunca şiddeti de mi boyut atlıyordu?
Nazenin bu soruların cevabını alamazdı. Yaşamadan anlayamazdı. Önce Asafı yaşaması, tanıması, ona kendini tanıtması lazımdı. Bu fikir hoşuna gitti.
Asafı yaşamak güzel olacaktı...
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Meyra hâlâ dizinde tüm arsızlığı ve utanmazlığıyla uyuyan adama bakıyordu.
Arabanın ilk durduğu anda Nazlıyı yolması gerekecekti. Halil enişteciğide kusura bakmasındı artık.
Hem seven sevdiğini yoluk da kabul etmeliydi.
"Meyra yeter ama ya."
"Sus! Sus şu araba durana kadar ağzını açma!"
Diliyle dişi arasında kalayı basıp, yüzünü cama çevirdi.
Halil boncuğunun korkak gözlerle arkayı gözlemesini, Meyranın da sinirden kırmızı suratını keyifle arada izliyordu.
"Meyra korkutuyorsun benim güzelimi. Hem ne derdin var senin benim kardeşimle?"
Sesinden bu durumdan ne kadar keyif aldığı ortadaydı.
"Valla eniştemsin, iyi geçineyim, aramızı sıcak tutayım diyorum ama sana da yazıklar olsun. Küçükken şunu kıskanıp hiç mi bi yerlerden atmak gelmedi içinden? Ne bileyim bir kardeş terörüne maruz bırakmak da mı olmadı?"
Halil tatlı bir kahkaha attı. Gülen sesine Nazlının nasıl dönüp baktığını yakalamıştı. Nazlı ona böyle güzel bakarsa Halil onu öpmeden duramazdı. Şimdi birde halasına bu durumu açıklayana kadar da hareketlerine dikkat etmesi gerekiyordu.
Nazlıya dokunma mesafesinde olacaktı ve aşığı olduğu dudakları, dudaklarıyla ıslatamayacaktı öyle mi?
Keyfi anlık kaçtı. Halasına acil söylemesi lazımdı. Gerçi ilk gündem uzun süredir eve gitmeyişi olacaktı. Keşke durumu yönetebilmede eniştesi destek olsaydı. Ama orda da şansını zorlamayı göze alamıyordu.
"Kızım ne yaptı bu çocuk sana? Ayrıca horluyor mu o?"
Hafif hırıltı gibi bir ses geliyordu gerçekten. Meyra karnına doğru dönmüş başı işaret parmağının ucuyla diğer tarafa doğru iteledi.
"Kömüş gibi soluyor bir de. Hayır bu neyin rahatlığı anlamıyorum ki. Adam yattı kalkmıyor. Bacaklarım uyuştu, kalksana davar!"
Laflar kime söylenliyor şu an Yiğit için zerre önem arz etmiyordu. Tatili ayarlayabilmek için aralıksız mavi ışığa maruz kalmıştı ve gözleri diken batıyormuş gibi yanıyordu.
"Bana bak sarı şeker, o sesini kesmezsen arabadan harbi atarım seni. Beynimde filler tepişiyor zaten."
Daha on saniye önce horluyordu ve şimdi hiç uykusunu bölmeden lafını söyleyip yattığı pozisyonu değiştirmiş, uykusuna devam etmişti.
Meyrayı bu hayatta çok az şey şok ederdi ve bu kütük başı çekiyordu. İlk tanıştıklarında da sırf arkadaşı için nezaket kurallarını dibine kadar ailenin üstüne salmak istemişti. Ama kucağında arsızca yatan bu cisim onu görüp " birde İzmirin kızları güzel olur derler" demiş ve yüzünü ekşitmişti. Saçları için söyledikleri ayrı bir mevzuydu. Hala çay kaşığını gözüne saplamamış olmanın vicdan azabını yaşıyordu Meyra.
"Nazlı... Nazlı din iman hakkına ananın babanın yanında iyi vakit geçir. Valla bak! Biz o Bursaya döneriz, o yurda gireriz, o odada uyuruz Nazlı!"
Sıkılı dişleri arasından dökülen tehditler Halil için eğlenceli olabilirdi ama Nazlı asla boş laf olmadığını yaşayarak öğrenmişti. Derince yutkundu, boğazında takılı kalan tehditler geçmedi bir daha yutkundu.
"Ama Meyra bilsen gelmezdin. Annem çok sevinir seni görünce diye şey yaptım."
Meyra atılıp öndeki arkadaşının saçına yapışacakken onu koltuğa mıhlayan kömüşün varlığıyla kıpırdayamadı.
"Ağzına... Ağzına tükürdümün boncuğu. Anam mutlu olacak, anam sevinecek, şöyle olacak böyle olacak diye diye dansözün ettin lan bizi! Kusura bakma Halil enişte. Yeter bu kadar hanım kızlık. Ben çok sıkıldım rol kesmekten. Bu Allahın günahkar kullarına imtihanı boklu boncuk nazlanarak her istediğini yaptırdı bize. Hâlâ aynı yerden yürüyor yelloz! Lan dizimde saçıma bok rengi diyen adamı paşalar gibi yatırıyorum şu an ben. Dalağını söküp geri yutturacağım sana!"
Gerçekten sinirden mavi gözlerin kenarları kızıl lavlar çıkarabiliyormuş. Nazlı emin oldu. Sarışınlarda ne kolay kızarıyordu canım.
Gözlerini büyük büyük açıp sanki mahçupmuş gibi dudağını büzdü. Tam arkadaşına yıkama yağlama tarifesine başlayacakken hiç konuşmaması gereken o kişi konuştu.
"Yalnız iki çipil bacakta paşalar gibi yattığımı söylemek gereksiz özgüven bence. Şimdiden boynum ağrıdı. Ayrıca yalandan hoşlanmam, bok sarısına bok sarısı denir. Ve dur durduğun yerde, kıpırdanıp kafamı sağa sola sallandırma. Canımı sıkma benim!"
Bir insanın görüp görebileceği en hayasız herif Yiğit olabilirdi. Hâlâ yayılarak yatıyordu ve hala güzelim sırma saçlarına laf ediyordu. Üstelik ince ve sütun bacaklar ne zamandan beri çipil oluyordu?
Önde ona kıs kıs gülen ikilinin defterini sonra dürecekti.
"Kalksana artık be! Uyuştu uyuştu. Kesip atsan hissetmem. Tabi senin ebatlarında bir montofon benim narin vücudumun hassasiyetini anlamaz."
Yiğit bir iki genleşme hareketinden sonra doğruldu. Yaka cebine koyduğu gözlüğünü Meyranın sweetinin alt kısmını çekiştirerek silmeye başladı.
Gerçekten hayretlik bir adamdı.
"Sen... Sen ne yapıyorsun manyak?"
"Kazakla iyi temizlenmiyor bu meret ya. Bu üzerindekinin kumaşı cam silimine çok uygun biliyor musun?"
Hem konuşup hem gözlüğünü parlatmaya devam ediyordu. Sonra gözüne takıp ona şaşkın şaşkın bakan gözlere iyice yaklaşıp kısa mesafede kaldı. Dudağı da memnuniyetsiz bir açıyla kıvrılmıştı.
"Gözlerin bari biraz güzel olsaydı. Safi göz zevkimin içine ediliyor şu anda."
Meyra işaret parmağını Yiğitin alnına koyup kendinden uzaklaştırdı. Adam ağzını her açışında şaşırıyordu ama yeterinde açık vermişti. Artık toparlanıp bu fosile Meyra kim öğretmeliydi.
"Gözlük derecen değişmiş şekerim. Yaklaşık bir on derece kadar. Sen değil ama Nazlı iyi bilir. Kampüste adımdan çok egeden çalıp gözlerime sakladığım mavilerim konuşulur hemcinslerin tarafından."
Yiğit kaşlarını hafif çatacak gibi olduysa da hemen yüzünü o kurnaz gülümsemeyle toparladı.
"Hemcinslerim diye demiyorum ama çok sağlam yalancıyız be. Helal olsun aslanlarıma. Böyle büyük yalanlarla piyasada gezip hemde çarpılmıyorlar ha. Hey yavrum hey."
Meyra sanki onunla konuşulmuyormuş gibi gözlerini bir iki saniye daha Yiğitte tutup öne doğru çevirdi.
"Halil enişteciğim... Sen polistin bilirsin mevzuatı. Yanlışlıkla bir ahbabımıza siyanürlü çay ikramında bulunmanın günahı kaç yıldan başlıyor ve iyi hâl indirimi için benim bebeksi sıfatım ne kadar etkili olur?"
Halil gerçekten çok eğleniyordu şu an. Dikiz aynasındanYiğitin kıvrılmak için can çekişen dudaklarını fark edebiliyordu. Yiğit de Allah vergisi çok güçlü bir mimik kontrolü vardı. O istemediği taktirde karşısındaki asla tam olarak ne hissediyor anlayamazdı.
Şu an iki kız da Yiğitin ukala ve aksi tavırlarını izliyor olsa da Halil, Yiğitin aldığı keyifi çok net anlaya biliyordu. Bir kaç konuşmalarında Meyra için kullandığı olumsuzluk içeren ama tam aksini hissettiren kelimeler aklındaydı.
"Yani durumlar, kişinin psikolojik faktörleri, haksız tahrik de göz önünde bulundurulursa senin için bir güzellik yapılabilir."
Nazlı elini Halilin dizine çarpık korkulu gözlerle arkaya baktı.
"Sevgilim acaba kafayı mı yedin sen? Farkında değilsin galiba ama Meyra bunu asla şaka olarak kabul etmez."
"Sevgilim! Oha lan ne ara? Abi?"
Yiğit şimdi gerçekten yüzünde ne düşünüyorsa yansıtıyordu. Şok, inanmazlık, sorgulayıcılık...
"Ne o Yiğit bey henüz hesaplaşmadık diye sanırım üstünü kapatacağını sanıyorsun benden gizlediklerinin! Sonra uzun uzun sohbet edeceğiz seninle. Özellikle mesleğindeki radikal değişimi anneme de anlatmak istersin diye düşünüyorum."
Yiğit hafif kaşları çatık, yüzü gergin bir halde aynadan onu izleyen ağabeyine baktı. Halilin anlık kalkıp inen kaşlarıyla bakışlarını çekti.
"Kızım sen hemen ne inanıyorsun duyduklarına? Adam tabi üstünden yükü atmak için aynı kandan kardeşini yakacak. Bir taraftan seni, diğer taraftan halamı üstüne sıçratmamak için tabi içinizde en masum Yiğitin kanını armağan diye sunacak."
"Uzun cümleler kuruyorsun Yiğitciğim. Suçluluk psikolojin çok ele veriyor seni."
Yiğit derin sıkıntılı bir soluk bıraktı ve geriye yaslandı.
"İnşallah geçmişte beni oyuncak olarak kullandığın, kendi keyfin için canımı çıkardığın anları hatırlar ve biraz vicdan muhasebesi yaparsın boncuk hanım. "
Ona kaşları havada ve büyük bir gülümsemeyle bakan kızdan zerre umudu yoktu aslında. Sonra hiç tehdit edilen o değilmiş gibi yüzü asık yanında oturan kıza döndü.
"Açlıktan ölüyorum, insan yolluk poğaça falan yapar bari. Sen ne düşüncesiz bir şeysin be!"
Meyra hırslı bir soluk alıp yine öne doğru uzandı.
"Bu şeyin aileden olduğuna emin miyiz? Yok mu bir ihtimal? Gözden kaçan şahane bir detay. "
"İlkokul seviyesi laf çarpmalar falan. Kız limonlu şeker bak bir buraya."
Meyra gözünün kenarıyla ters bir bakış attı. Yiğit kahve çekirdeği gibi gözlerini ışıldatarak göz kırptı.
"Araştırmalara göre sarı rengin insan üzerinde büyük bir alıklık etkisi varmış. Algıda düşüş, hafızada zayıflığa neden oluyormuş. Bu derdine derman olabilirim ne dersin. Yüz gram kınaya çözeriz senin işi."
"Sen o kınayı alda götün..."
Lafı tamamlanamadan koca bir el ağzının üstüne kapanmıştı. Sadece ağzını değil suratının yarısını da kaplamıştı.
"Bana bak lan sarı! Bir daha küfür et o dilini koparırırm senin. Geçen sefer dilinle dişinin arasında kaydığın sülalemin de hesabını şimdi tahsil ederim!"
Nazlı elini alnına çarparak geriye yaslandı. Arkayı gözleyeceğim derken midesi bulanmıştı ve ne olduysa geçen seferin üstüne ekstra bir düşmanlık eklenmişti. en azından bir birlerine soktukları laflar daha kısık sesli oluyordu.
"Yeter ama ha! Kafa bu da! Halil gerçekten bir yerde kahvaltı yapalım mı? "
"Tamam güzelim, bak telefondan, yol üzerinde var mı uygun bir yer?"
Nazlı yaklaşık üç kilometre ileride bir yer olduğunu söyleyip Nazenini aradı. onlar biraz geride kalmışlardı.
Arkada çocuk gibi dalaşan ikiliye bulaşmak istemiyordu. gerçekten midesi bulanmıştı ve sevdiği adamın yanında kusmak hiç iyi bir fikir değildi.
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Sonunda kahvaltı için Halil arabayı park edince saatin on biri geçtiğini fark ettim.
Arabadan iner inmez Yiğitin üstüne atlamıştım.
"Pis eşek sen niye bana yalanlar söyledin?"
Ne kadar sesim sitem eder gibi çıksa da kollarının arasında beni bir sağa bir sola sallayan kişinin sevgisinden zerre şüphe etmiyordum.
"Senin sakladıklarının etkisi daha güçlü boncuk hanım. Ayrıyetten bu gün özlem giderme günü yarın kavga ederiz. "
Yiğit benden ayrılınca gözünü ardımdaki Halile dikti. Yüzünde, yıllar geçsede ondan asla silinmeyen o tatlı gülümseme vardı. Yiğit ne zaman böyle gülse ben odamızda evcilik oynadığımız zamanlara dönüyordum sanki.
"Demek işleriniz var Halil bey. Demek meşgul etmemem lazım sizi. Vay arkadaş, ben siz yokken omzumu salyalara, sümüklere feda edeyim ama olayın kaymağından en son ben nasipleneyim."
"Gel buraya gel. Kaç yaşına geldin hâlâ ayarsızsın."
Halil de Yiğit gibi beni çocukluğuma taşıyan güzel bir gülüşle kardeşine sarıldı. İşte ben bu yüzden hiç büyümek istememiştim. Ben bu yüz ifadelerini çocukluğumun her anına ilmek ilmek işlemiştim. Sarılmaları bitince geriye doğru çekilde Halil. Bakışları direk bana saplanıp tek gözünü kırptı.
"Yalnız gençlik, halamın sizin aranızda olan bu münasebetten haberi var mı?"
Yiğitin irdeleyen bakışlarıyla yanaklarım yanmaya başladı sanki. Ben ondan hiç kalbimden geçenleri saklamadım. Ama şimdi çok başka bir boyuttaydık. Benim hayalim gerçek olmuştu. Ben rüyalarımda gördüğüm o eli avuçlarımla sıkı sıkı tutuyordum artık.
"Gidince öğrenecek."
Halilin tok sesiyle Yiğit bir ıslık çaldı.
"Vay anasını avradını! Bro beni en yakın kavşakta bırak. Ortalık durulana kadar da rica ediyorum akraba ilişkilerimizi askıya alalım."
Ben tam ona şarlayacakken Meyranın "satıcı yavşak" fısıltısı hepimizin ona bakmasına neden oldu. Yüzünden duyulacağını hesaplamadığı çok belliydi.
Yiğit dümdüz bir suratla gözünü Meyraya dikti. Dudaklarım kahkahayla gülmek istiyordu ama o kızla aynı odada ben uyuyordum, göze alamadım.
Yiğit hiç bir şey söylemeden Meyranın üzerine atılıp saçlarını avuçladı. Meyranın çığlığıyla bende öne atılmıştım ki belimden bir kol kavradı beni. Kulağımın dibine giren dudaklar tüylerimi diken diken etti.
"Bırakalım alsınlar hırslarını."
Derince yutkundum.
"Öldürürler birbirlerini..."
Benim sesim onunki kadar güçlü çıkamamıştı. Hâlâ dudakları kulağıma aşağıdan yukarı sürtünmeye devam ediyordu.
"Yiğit takmış kafayı belli. Bırakalım kendileri halletsin meselelerini."
"İhtimal bile yok..."
Halil kısık bir kıkırtıyla can evimden vurmaya devam etti.
"Bence izlemesi zevkli olacak. Karışmayalım boncuk sevgilim. Hem bizim çok daha büyük dertlerimiz var."
Bedenim kasıldı. Beni üzecek hiç bir şey istemiyordum ama ben ya.
"Ne... Ne derdi?"
"Halama yakalanmadan seni rahat rahat öpmek gibi. Gerçi halam ilişkimizi öğrenince iki kat uzak tutacak seni benden."
"Sana ırz düşmanı diyecek biliyorsun değil mi?"
Gözlerim, Yiğitin Meyranın saçlarını darma dağın edişini takip etse de diğer tüm duyularım sırtımda yaslı bedenin sıcaklığındaydı.
"Çok da haksız sayılmaz nazlı boncuğum. Gece odana girmek için plan yapıyorum."
Burnu hem konuşup hem kulağımın ardında dolaşmasa ne diyor düşünüp doğru düzgün cevaplar verebilirdim. Ama çok üzgünüm, kızların yüz karası olarak odama giren bir Halil hayal etmekle meşguldüm şu an.
"Ya bıraksana saçımı montofon. İnsan var karşında insan! O saçların değerinden haberin var mı senin?"
"Adam ol, dilini zaptet! Ben edersem kendine gelemezsin yarım porsiyon sarı."
Meyra kendini zor şer Yiğitten kurtarıp darmadağınık olmuş olan saçlarını düzene sokmaya çalıştı. Çocuk gibiydiler ve Yiğitin gevşek sırıtışına tezat Meyra heran sinirden alev alabilirdi.
O sırada Asafın arabası da Halilinkinin yanına park etti. Bu gariplerim ise apayrı bir boyuttu. Kaçak göçek bir birlerine bakıp azıcık gülümsemeleri bana eski zaman dizilerinin naifliğini hatırlatıyordu.
Aslında bir öpüşseler tüm gerilim uzaklaşırdı ama bunu söylersem Meyra beni parçalardı.
Yiğitin her fırsatta Meyraya bulaştığı, Meyranın ters ters bakıp cevap vermediği, Nazeninin tatlı tatlı güldüğü ve Asafın,Nazenini gözünün altından izlediği çok keyifli bir kahvaltı geçiriyorduk.
Halilin uzattığı tahin-pekmezli ekmeği yerken kalbim kuş gibiydi. Hiç bir sevdiğimi unutmamıştı. Güçlü hafızasının bir nimeti miydi bu durum yoksa kalbinin bana ait olan kısmında mı saklamıştı her şeyi bilmiyordum ama bu durum aşırı mutlu olmama neden oluyordu.
"Az yedin boncuğum."
"Yeter Halil çok bile yedim."
Memnuniyetsizce beni süzdü. Ne? Ne olmuştu şimdi? Ne yani beğenmemiş miydi bedenimi? Sağda solda ellerken öyle demiyordu ama.
"Çok zayıfsın, kolay hasta olursun böyle."
"Zayıf değil fitim sevgilim. Ayrıca kıstırıp ellemeyi biliyorsun o zayıf vücudu."
Kızgınken ağzımı açmamam gerektiğini biliyodum ben aslında da uygulamakta sıkıntı çekiyordum. Kaşlarını havaya kaldırırp alt dudağını ısırarak bakmasından dalga geçeceğini anladım. Benim bana yaptığımı gerçekten düşman yapmazdı.
"Ben kıstırıp ellerken sen genelde kendinde olmuyorsun boncuk. Aklına şu an o halimiz gelebiliyorsa yeterince kıstıramamışım seni. İlk fırsatta aklını almak farz oldu."
Yapma be insafsız. O gözü kırpıp tatlı tatlı gülme. Umuma açık yerde beni ahlaksız düşlerin pençesine atma. Allahım ben niye durup durup sonradan ama birden kudurdum ki? Ben niye böyle oldum yarabbim?
Hâlime acımış olacak ki saçlarıma bir öpücük bırakıp geri çekildi. O anda Nazeninin çayına şeker atan Asaf dikkatimi çekti.
"Halil..."
"Efendim boncuğum."
"Asaf kırmaz değil mi Nazenini? Biz bilmeden üzmeyelim çiçeğimi."
"Kırmaz güzelim."
"O kadar eminsin yani."
"Öyle..."
Kısa cevaplar verince bir ifrit oluyordum ki uğruna, öldüğüm adamın gırtlağına çökesim geliyordu.
"Nerden biliyorsun Halil bey? Hayır ne bu eminlik?"
"Asaf üzemez onu."
"Ay iyi de niye?"
"Yarasını sarmış Nazenin."
"Yani?"
Halil başını yana yatırıp yüzüme baktı uzun uzun. Sonra anlık Asafa dönüp tekrar yeşillerini gözlerime dikti.
"Asaf sarılan yaranın hızla iyileştiğini öğrendi. O açık yaraların iltihap kapmasına alışık. Şimdi o şifanın tadını biliyor, ölse üzemez."
Asafa daha büyük bir merak saldım Halil böyle söyleyince. Onun Halilde değeri çok büyüktü, ben tam olarak şimdi anladım.
"O çok kıymetli senin için."
"Benim görevde iki elimde de silah olur boncuğum. Biri ardımı diğeri önümü kollar. Asaf arkamda kalırsa, iki silahımın namlusu karşıya bakar."
Sanırım şimdi çok daha iyi anladım. Asaf, Halil için kim çok daha iyi kavradım...
Tekrar yola çıkmak için ayaklandık. Arabalara bineceğimiz anda beklediğim su koyverildi.
"Asafcığım sana sunduğum imkanlar burda son buluyor. Sizinle yolculuk yapmamdan memnun olmazsan da bana belli etme olur mu?"
Asaf tek kaşı kalkık Meyraya bakarken hafif gülümsedi.
"Arabada yer çok Meyra, buyur lütfen."
Meyra tam Asafın arabasına yönelecekken montunun şapkasından Yiğit asıldı.
"Benden böyle kurtulamazsın yarım porsiyon limonata. Geç otur arabaya, ayarlarımı bozma benim."
"Oğlum manyak mısın lan sen? Rahat bıraksana beni. Bak yerini de genişletiyorum."
"O dilin gidici senin belli oldu. Kızım asıl manyak sensin. Arabada yastık mı var, nerde uyuyacağım ben?"
Yüzüm istemsiz buruştu ve Meyranın görüş açısından çıkmak için iyice Halilin dibine girdim.
"Ya bu kaçıncı seviye embesillik. Lan Nazlı, o yurda döneceğiz biz lan! Benim başıma bela ettiğin her şeyi ağzından sokup gö..."
Yiğit yine hızla elini Meyraya dolayıp kolunun altına çekmişti. Meyra debelendikçe iyice kafası kaybolana kadar iki koluyla sarmalanmıştı. Yüzünde büyük bir gülümsemeyle bakıyordu.
"Çok küfürbaz bu kız abileri. Siz ona bakmayın, eğitilir diye düşünüyorum. Ben ona yeni bir güncelleme getireceğim. Kızım sen ne pis ağızlı çıktın lan! İki lafının biri küfür, ağzına biber mi koyalım ne yapalım?"
Meyra zor şer kendini kurtarıp geriye çekildi. Bu yaşta, üç günlük tatille kızı sinir hastası edecektim. O da benim kanımdan son akşam yemeğini yeniden resmedecekti.
"Senin Allah belanı kaldırsın Nazlı! Kaldırsın ki benim açacağım belalara yer kalsın!"
Her Yiğite yükselişinde bana ah etmesi bir miktar kırıyordu kalbimi. Sonra Yiğitin geleceğini ondan gizlediğim aklıma düşüyordu da kırılmaya hakkım olmadığını anlıyordum.
"Meyra bak sen böyle yaptıkça bu pislik daha çok uğraşır. Ya Yiğit ne olur ama ya? Beni öldürecek görmüyor musun?"
Yiğit utanmazı omzunu silkip kahkaha attı ve hala şapkasını tuttuğu Meyrayı çekiştirerek arabaya bindirdi.
Halil de benim gibi ikisine bakıyordu.
"Sandığımdan daha çok takmış kafayı. Bunlar kaç kere görüştüler?"
"Meyra yazın geldiğinde Yiğit de gelmişti ama bir iki kere de Yiğit Bursa'ya gelince karşılaştılar. Her seferinde de birbirlerine küfür edecek durumda sonlandı görüşmeleri."
"Meyra rahatsız değil."
"Ne?"
"Öyle görünüyor ama beden dili, yüz ifadesi rahatsız değil. Aksine keyif bile alıyor."
"Meyra günahı kadar sevmez Yiğiti."
Düşünceli bir hâlde arabada hâlâ itişen ikiliye baktım. Ama Halilin sesi de çok emin çıkıyordu.
"Farkında değil sadece. Muhtemelen kendi de rahatsız olduğunu düşünüyordur. En azından beyni öyle olduğuna inandırıyor onu. Bedeni rahatsız değil."
"Bu aslında felaket olur ama nasip diyelim. Ama onun yanında söyleme olur mu aşkım? Yiğitle adını yan yana getirdiğimizi duysa gerçekten delirir. Bu gördüğün hiç bir şey kalır o halinin yanında."
Elini omzuma atıp arabaya doğru yürüttü beni. Nazenine de Yiğit sayesinde gün doğmuş oldu. Asaf beyciğiyle yalnız anları çoğaldı neticede.
Yol akıp giderken Meyra başını cama yaslayıp uyuyormuş gibi gözlerini kapattı. Onun yolculukta derin bir uykuya dalamadığını biliyordum. Bir kaç kere Yiğit bulaşmak istedi ama beklediği reaksiyonu alamadı. Sonra o da sessizleşti. İlk arabaya bindiğinde kavga gürültüyle yattığı dize tekrar başını koydu. Meyra yine hiç bir tepki vermedi. Halile baktığımda sorun yok der gibi gözlerini yavaşça kapayıp geri açtı. Arada dikiz aynasından Meyranın yüzünü incelediğini fark ettim ama ben.
Sonunda yolculuk azalıp, havaalanında Gurur'un uçağının inmesini bekler hâle gelebildik.
Ailemi çok özlemiştim ve böyle bir sürpriz ayaklarımı yerden kesiyordu.
"Kızım şöyle sırıtıp durma ya."
"Yiğit bulaşma!"
"Aman bir şey dedirme sende manitine. Ulan çok tuhaf hissediyorum hâlâ ben. Resmen ağabeyim ve Nazlı..."
Yiğitin söylenmelerini zerre umursamadan Gurur'un çıkacağı yeri gözledim.
Sonra dağılmış saçlarını eliyle daha da dağıtan sonra nasıl yaptıysa bir düzene sokan kardeşimi gördüm. Neredeyse iki aydır ne ben yanına gidebilmiştim ne de o fırsat bulup gelmişti.
"GURUR!!!"
Yüksek çıkan sesimle elindeki sırt çantasını omzuna takan kardeşim başını kaldırıp sağa sola beni bulmak için baktı. Annemden aldığı yeşil gözleri, babamdan çaldığı siyah saçları ve uzun boyu özlemimi harladı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle adımları hızlandı. Bende ona ayak uydurdum.
Sonunda kavuştuğumda çığlık atmama neden olacak şekilde ayaklarımı yerden kesti ve şiddetle bir sağa bir sola sallanmama neden oldu.
"Salak rezil oluyoruz."
Ne kadar kızıyormuş gibi söylensem de bayılıyordum Gurur'un abartılı sevgi gösterilerine.
"Kilo mu aldın kız sen?"
"Aptal!"
"Tamam ya almamışsın. Parfüm değişmiş ama. Güzel güzel sevdim bunu."
Geri çekilip ışıl ışıl parlayan gözlerine baktım. Gurur da yeşil gözlüydü ama annem ve Halilin zümrüt parlaklığında yeşillerine göre daha koyuydu rengi ve içinde kahve parçacıklar vardı sanki.
"Çok özledim seni."
"Valla inanmazsın bende. Beynimin sulandığı zamanda çok iyi geldi bu."
Saçlarımın üstüne bir sürü öpücük bıraktı. Sonra gözü arkaya dönünce öylece kaldı.
"Hay ananı avradını! Halil abi mi o?"
Kollarının arasında bizi izleyenlere dönüp bende onun gibi baktım.
"Nasıl sürpriz ama?"
"Adam uzamayı yirmi yaşında bırakmamış. Ne olmuş bu böyle ya?"
Dirseğimle hafifçe karnına vurdum.
"Düzgün davran, utandırma sakın beni."
"Nazo kusura bakma bu herif sana bakmaz. Ülkenin polisi bu ebatlarda mı oluyordu ya?"
O bana bakmayacağını iddaa ettiğin adamı iki nazlanmamla buralara getirdiğimi duyunca ki eşgalin çok keyif verecek bana Gurur bey.
"Kes sesini, geliyorlar!"
Bir adım yana ayrılıp Yiğitin kollarını açarak gelişini izledim.
"Yaman beyleri de aldık çok şükür. Oğlum bu ne hal lan? Deri ceket falan. Badboy mu olacaksın sen halamın başına?"
Gurur Yiğite sarılırken birbirlerinin ciğerlerini patlatırcasına da sırtlarını dövüyorlardı.
"Badboy falan diyorsun ama hosteslerin biri geldi diğeri gitti Yiğit abi. Onu ne yapacağız?"
"Gevşek..."
Sonunda Halille karşı karşıya kaldılar. Canımın yarısı ve kalbimin sahibini yan yana görmenin benim için önemini anlatmaya lüzum yoktu sanırım. Gözümden kalp çıkıyordu kalp.
"Halil abi hoşgeldin. Sen tanımazsın şimdi beni. Gurur Yaman ben. Kuzen oluyoruz."
Halil başını sağa yatırıp zevzeklik yapan kardeşimi izledi.
"Yiğite küçükken şu çocuğun ağzına tükürme, huyun çekecek derdim. Olacakla öleceğin önüne geçilmiyor muş aslanım."
Gurur başını geriye yatırıp bir kaç kızın bakışlarını üzerine toplayacak bir kahkaha attı. Sonra Halilin ona uzanan koluna oda karşılık verip sıkıca sarıldı.
Sonunda havaalanından çıkıp otoparka doğru ilerleyebildik.
"Yalnız Miniş ablayı arasak da Zülüşüme dil altı falan mı verse? Kalpten gidecek iki gözümün çiçeği."
Yiğit, Gururun ensesine bir şaplak atıp başını koluyla kıstırdı.
"Sen böyle çok yaşamazsın genç. Halama yaşlı iması yaptın, ömrün kısa olur senin. Kadın taş be taş."
Gururun neşeli kahkahalarının arasında yola koyulduk. Kıçımda kurt var gibi duramıyordum da yerimde.
"Ya az çekilsene ezdin beni ya!"
Yiğit gerçekten çok zorluyordu şansını. Meyra ise her zamanki hallerine göre beni şaşırtmış, sabırlı davranışları kafamı karıştırmıştı. Şimdiye Yiğitin yedi göbek sülalesini şaapması gerekiyordu aslında.
"Abi ortaya ben oturayım dedim ama. Bak ezdin kızı. İzmirin nadide çiçeği, görüşemedik senle. Özledin mi kız beni?"
Meyra ortada deve gibi dikilen Yiğitin önünden uzanıp Gurura öpücük attı.
"Ben hakkımı eve saklıyorum aşkım. Ayrıca arabaya binene kadar göz kırptığın kızlar için bir liste oluşturdum."
"Biliyorsun ki onlar geçici heves. Hasekim sensin benim."
Meyranın kahkahası ve Gururun ensesine inen şaplağın sesi birbirine karıştı.
"Oğlum sen büyüklerinle niye böyle konuşuyorsun? Ayıp değil mi? Abla desene kaç yaş büyük kıza."
Tip tip Gurura baktığında Halilin ne kadar haklı olduğunu anladım. İnşallah bu hikayede yanan Yiğit olmazdı. Meyra onu kör satırla doğrar ama ilgisine karşılık vermezdi. Gerçi böyle de ilgi görülmüş şey değildi ya.
"Abi ne ablası ya? Altı üstü üç yaş var aramızda. Değil mi Meyracığım? "
"Hayatım bakma sen o montofona. Biz bu konuyu aramızda halletmiştik senle. Hem batıl inançlara göre senin küçük olman bizim zengin olacağımıza delalet. Böyle bir fırsatı kaçırır mıyım ben? Sulhan ailesinin gelini olmayı kimseye kaptıramam."
Halil diliyle dişi arasında "o Allahın emri artık" demeseydi kısık sesli kıkırtımı zaptedebilirdim.
Meyra gözlerini sinirle kıstı. Zaten bilenmişti bana, iyice kinlenecekti iyi mi?
"Ne var pislik boncuk? Benden iyi gelin mi bulacaksın? Ah bu görümcekler, hepsinin sekiz bacağını koparıp ayrı dağa gömeceksin."
"Aşkolsun çiçeğim, ben senin gibi bir yenge ihtimaline kurban adarım."
"Yağcı köpek" deyip geri yerine yaslandı. Dudakları da nasıl gülmek için can çekişiyordu.
Keşke aynı tip Yiğitte de olsaydı. Dümdüz bir suratla karşıya bakıyordu. Sinirli miydi yoksa umursamıyor muydu anlaşılmıyordu. Yiğit de en uyuz olduğum hâl bu olabilirdi.
Kısa sürede sonunda vardık evimize. O kapı beni güvenli sığınağıma taşıyordu sanki. Bu kapının ardındaki huzuru, keyifli uykuyu, lezzetli yemeği hiç bir yerde bulamıyordum ben.
Nazeninler de gelince arabalar yan yana park edildi. Büyük bir kalabalıkla o kapının ardında durmak, o kapı bize açılınca ailemi görecek olmak yüzümde kocaman bir tebessüm sebebiydi.
Parmaklarım titreyerek ağır kapı asmasını çalmaya başladım. Aradan bir kaç saniye geçince koşturan adım sesleri ve kapının aralanışıyla ilk karşıma miniş ablam çıktı. Tam çığlık atacakken Gurur yetişti çok şükür.
"Sakin ol miniş sultan. Sessizce bir operasyon yönetiyoruz. Zülüşün aklını alma operasyonu. Elimi çekiyorum aman deyim bozma bizi."
Başını hızlı hızlı sallayınca Gurur da geri çekildi. Hepimiz sessizce avluya girdiğimizde annemin mutfak tarafından sesi geliyordu.
"Miniş!!! Ablam Serkan geldiyse bi yanıma gönder. Asil acıkmıştır, sofrayı yetiştiremedik ya."
Annem elinde metal bir kap ve çırpma teliyle bir şey çırparak mutfaktan çıktı. Hızlı hızlı karıştıran eli başını kaldırıp bizi görünce öylece durdu.
Üzerinde giymeyi çok sevdiği elbiselerinden vardı. Saçlarını tepesinde güzel bir şekilde topuz yapmıştı. Gözleri kocaman açılmış, ağzı aralanmış ve sanki kilitlenmiş gibi öylece kalmıştı. Yeşil gözlerinin parlaklığının anbean artışını, dudaklarının kocaman bir gülümsemeyle kıvrılışını ve elinden yere düşüp çınlama sesi çıkaran kapın gürültüsünü keyifle izledim.
"ANAMMMM!!!"
Verdiği tepki anlaşmışız gibi hepimize kahkaha attırdı.
"ASİLLLL!!! ASİL KOŞ GEL AYAK ÜSTÜ RÜYAYA DURDUM HERALDE BEN!"
Bağırtısı tüm avluyu inletti.
"Züleyha ne oldu?" Diyerek merdivenlerden hızla inen babamda bizi görünce kalakaldı. Bu gün evdeydi heralde. Hep giydiği gömlekleri yoktu üstünde. Sağ elindeki kaleme bakarsak Zümrüte ders yaptırıyordu.
Elimdekileri bırakıp öylece bize bakan anneme doğru adımladım.
"Anniiimmm..."
Parlak gözlerini dolduran yaşlar daha bir canlı hale getirdi gözlerinin yeşilini. Kimi anlamaz belki benim onlara olan tutkumu. Çoğu kişi bilmez bir Nazlı da ne demektir ailesi.
Ben biliyorum.
Ben bana gözlerinde yıldızlarla bakan bu kadının "ya gelip beni bulmasaydı" ihtimalinin verdiği acıdan biliyorum. Hayatımın hiç bir anında onun kadar güçlü bir kadın olamayacağımı kabul ediyorum. O olmasaydı bu güne bile ulaşamayacak kadar zayıf ve kırılgan ruhumu tanıyorum. Onun gelişiyle hayatımda nelerin değiştiğini tahayyül edebiliyorum. Onun kendiyle bana Halili ve Yiğiti getirişinin değerini aklımla ölçemesem de kıymetini anlıyorum.
Kimse kalbimdeki sevgilerini çok görmesin bana. Ben o olmasaydı annesiz büyüyecek, insanların acımasız kelimelerinin arasında kendini kaybedecek o kızım. Bu gün kalbimin her bir köşesine sevgi sığdırabiliyorsam, onun varlığına borçluyum bunu.
Ben bu gün aile nedir biliyorsam anne ve babamın varlığına borçluyum....
Bölüm sonu hisleri buraya alıyoruz çiçeklerim🖤
|
0% |