Yeni Üyelik
45.
Bölüm

Deli Bir Değil ki Bağlayasın Dert Bir Değil ki Ağlayasın

@orenda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Düğümlü için muhteşem bir gün. İki bölüm uzunluğundadır bölüm geniş bir zamanda okuyunuz sevgili ballar.

 

 

 

Pazartesi heyecanla kalkılan bir sabah olmuştu. Nazlının bebeği, eğer izin verirse cinsiyetini öğreneceklerdi.

 

Kahvaltının alelacele yapılması sonucunda, okula gidenlerin boynu büküklüğüne gülünüp yola çıkıldı.

 

Gurur iki gündür neredeyse Nazlıya yapışık yaşıyordu. Annesi gelip kulağından tutarak odadan çıkarmasa, odanın her hangi bir yerinde yatacağım diye başının etini yemişti.

 

Nazlıyı hem güldüren hem de onun için böylesi bir endişeye sebep olduğu için üzen hallerini izlemek çok değişikti. Gururla büyümenin en güzel yanlarını şu an daha iyi hissediyordu.

 

Zümrüt ve Yağız da onun için çok özel, çok büyük sevgi demekti ama Gurur...

 

Onunla beraber ortak bir sınavdan geçmişlerdi. Ne kadar o günleri hatırlamasalarda biliyor olmaları bile yetiyordu. Üstelik beraber büyümüşlerdi de. Her şeyleri hep ortaktı. Şimdi Nazlı ona bakarken dalıp giden kahve parçalarının serpiştiği yeşil gözlerin, aynı acıyı hissedip hissetmediğinden şüpheleniyordu.

 

Çünkü ne zaman Nazlıyı daraltan bir sancı girse, Gururun yüzü acı çeker gibi değişiyordu. Birde ne kadar ısrar ederse etsin iki gündür iğne için hastaneye Nazlıyı Gurur götürmüştü. Geçen aydan beri ilacı serum şeklinde veriliyordu Nazlıya. Bu nedenle kolunda ve elinin üzerinde morartılar olmaya başlamıştı. Hemşirenin telkinlerini dikkate alsa ve serum çıkışına pamuk bastırsa da teninin morarmasının önüne geçemiyordu.

Gururun ilk kez kolunu gördüğündeki yüzü aklına geldikçe onu bir daha götürmemek için ne yapması gerekirse yapacağını düşünmüştü. Ama ertesi gün asla sözünü dinletememişti inatçı kardeşine.

 

Araba durduğunda Gururun uzattığı eli tutarak indi Nazlı aşağı. Annesi de arabada bunaldığı için çıkardığı şalı, omuzlarına geri örttü hemen.

 

Dün çok ağrısı vardı ama şu an daha iyi hissediyordu kendini. Birde içinde çok büyük bir heyecan vardı. Adımları istemsiz hızlanınca Gurur çekiştirerek onu yavaşlatıyordu.

 

"Ya bu gün kaplumbağa olasın mı tuttu? Yürüsene çocuk!"

 

Gurur kolunda sarılı elini omzuna çekip daha da yavaşlattı Nazlıyı.

 

"Koca göbeğine bakmadan sekerek gitmek ne Nazlı? Hastane olduğu yerde duruyor, ağır ol biraz."

 

Nazlı suratını asıp, yan yan baktı.

 

"Sensin şişko pislik!"

 

Gurur yürürken yanlarından geçen ve üzerindekilere bakılırsa stajer olduğu anlaşılan kızlara göz kırpıp geri Nazlıya döndü. Kıkırtılar anında duyulmuştu. Yüzünde kendine çok yakışan ama şu an Nazlıyı ifrit eden bir sırıtış vardı.

 

"Sixpacklerim ve ben bu söylediğine güleriz dobişko boncuk. Bir kaç aya ulaşımını yuvarlanarak yapacaksın."

 

Nazlı dirseğini boşluğuna geçirince, acıyla çıkan bir kahkaha duydu arkasındaki anne ve babası.

 

"Uğraşma kızımla zıpır fındık! Dilini düğümlemeyim oğluşum."

 

Gurur aynı sırıtışla ardındaki annesine baktı. İyice Nazlının dibine girerek sanki duymalarını istemez gibi konuşmaya başladı.

 

"Kadına bak be. Azarlarken bile analık akıyor laflarından."

 

"Uğraşma karım ve kızımla Yaman!"

 

Gurur yine Nazlıyı dürttü.

 

"Resmen adam bir şey olsa da zavallı Gurura kızsam diye an gözlüyor. Günde üç beş kelime konuşuyor onun da yarısı bana kızmak için gidiyor."

 

Ensesine şiddetli bir şaplak yiyince elini ensesine atıp sırıtarak babasına baktı.

 

"Yok oğlum olmuyor. Ne yapsak seni toparlayamıyoruz."

 

"Baba dağınık seviyorum diyorum kabullen artık. Olmuyor işte, sende hata yapabilirsin. Her çocuğun da on numara olmayı versin canım."

 

Sonra onları izleyip gülen iki kadına baktı. Yüzünde dramatik bir ifade vardı

 

"Adam başarısızlığı kabullenemiyor, Yağız süper olmuş baba. Gözün doysun, gerçi Zümrüt de arıza gibi ama annemden sonra sorgulamıyoruz biz onu."

 

Yaptığı zevzeklikler Nazlıyı da güldürmüştü. Dahası içinde kontrol edemediği heyecanını bastırmıştı.

 

Tam randevu saatleri olduğu için hemen Esra hanımın odasına girdiler. Doktor aslında bu kadar kalabalık hiç bir hastasını ağırlamaktan hoşlanmazdı ama bu aile asla söz dinlemiyordu. Üçüncü kontrol de yine uyardığında kimsenin bu uyarıyı da iplemeyeceği o kadar belliydi ki vazgeçti artık.

 

"Günaydın Nazlı ve söz dinlemez ailesi. Artı birimiz var bu kez ne kadar güzel!"

 

Nazlı utangaç bir tebessüm atıp "Günaydın, kardeşim Gurur" diye mırıldandı. Onun peşi sıra da annesinin, babasının , Gururun sesini duydu.

 

Esra takvime bakıp tekrar gülümseyerek Nazlıya döndü.

 

"En son görüşmemizin üzerinden üç hafta geçmiş Nazlı. Nasılsın?"

 

Nazlı ve Züleyha masanın yanına otururken Asil, Züleyhanın ardında Gurur da Nazlının ardında duruyordu. Esra gözlüklerinin üzerinden koruma gibi dikilen baba ve oğula başını sallayarak geri Nazlıya döndü.

 

"İyiyim Esra hanım. Yani bilmiyorum. Galiba iyiyim. Bunu siz söylerseniz ben emin olabiliyorum."

 

Esra memnun bir tebessümle kıza baktı. İlk gebeliğini öğrendiğinde öyle büyük bir çaresizliğe kapılmıştı ki bu taze anne, kendinin uzattığı ipe sıkı sıkı tutunuyor ve kendi söylediği dışında hiç bir şeye güvenemiyordu.

 

Bu kötü görünen iyi bir şeydi aslında. Esra için sağlığa yön veren en büyük etmenlerden biri moraldi. Nazlıya iyi adı altında ne söylese ağrılarını bile dert etmeyi bıraktığını fark etmişti ve Esra da ona iyi gelebilecek hiç bir şeyi aksatmıyordu. Geçen gelmesinde kendi, tansiyonunu ölçmüş ve çok iyi olduğunu söylemişti. Nazlı bu çok büyük bir müjdeymiş gibi gülümsemişti. Tabiki önemliydi ama kimse de tansiyonun iyi dedi diye gözleri dolası bir gülümsemeyle bakmamıştı ona.

 

"Ağrıların nasıl Nazlı? İlaçlardan kaç tane aldın?"

 

Nazlı gözünün altından ailesine bakıp gözlerini kaçırdı.

 

"İçmedim Esra hanım."

 

Esra kurumuş dudağını diliyle ıslatıp, iç çekti.

 

"Nazlı... Çok şiddetli olduğunda alabilirsin. Sadece sık sık olmasın lütfen."

 

"Yok Esra hanım, dayanıyorum ben. Yani... Sorun yok, ağrı kesici olmasa da olur."

 

Esra onaylar gibi başını salladı. Meslek hayatında onu şaşırtan bir çok vakası olmuştu. Nazlı da onlardan biriydi. Bu kadar metanetli olmasını asla beklemiyordu. Şu an onu NST ye bağlasa doğum şiddetinde ağrıların izlemine rastlayacağına emindi. Ama o daha fazla ilaç almamak için buna katlanmayı seçiyordu.

 

"Kan tahlillerin olacak Nazlı. Üçlü taramayı da gelmişken yapalım. Ayrıntılı ultrason için iki hafta sonra yine görüşelim. Ben gitmeden bir gün önceye randevu oluşturursunuz asistanımla.

Birde şimdi geçen sefer yapılan ölçümlerin karşılaştırılmasını isteyeceğim, bu gün mutlaka tekrar görüşelim senle. Bakalım bizim uyuyanlarda durum aynı mı?"

 

Nazlı hızlı hızlı başını salladı.

 

"Şey... Birde Esra hanım biz cinsiyetini de çok merak ediyoruz da. Öğrenir miyiz bu gün?"

 

Gurur, parlayan gözlerle kadına baktı Nazlının sorusuyla.

 

"Evet doktor hanım, benim küçük yeğenin bamyasını görmeye geldim ta nerelerden. Öğreniriz değil mi?"

 

"Neden, boncuk mu takacaksın?"

 

Gurur kadının oldukça ciddi sesiyle afalladı. Ne demekti o şimdi?"

 

"Efendim, anlamadım?"

 

"Çocuğun bamyasına diyorum genç adam, boncuk mu takacaksın nazar değmesin diye?"

 

Gurur bunu gerçekten düşünür gibi gözlerini kıstı. Tek gözü kısılı kadına oldukça ciddi bakıyordu.

 

"Şimdi pek öyle bir şey aklıma gelmedi ama siz söyleyince de çok mantıklı geldi. Bizim yavru kartala siyah beyaz bir boncuk mükemmel durur. Çarşı, boncuksuz bamyalara karşı diye de story attım mı yıkılır ortalık."

 

Esra sinirleri bozulmuş gibi başını iki yana sallayıp güldü. Asilin öldürecekmiş gibi sert bakışları ve Züleyhanın elini ağzına bastırıp şaşkın şaşkın ona bakışıyla Gurur ne olduğunu anlamadı. Ne yapmıştı ki yine?

 

"Ne? Ne yaptım baba Allah aşkına yine?"

 

"Zevzek!"

 

Asilin tıslar gibi sesiyle Esra ve Nazlı aynı anda kıkırdadı.

 

"Baba doktor hanım verdi aklı, bana niye yükseliyorsun yine sen? Anne kocan bi sığdıramadı beni aileye farkında mısın? Ne yapsam gözüne batıyor."

 

"Oğlum... Fındığım kurbanın olam sus annem. Hemi paşam, ne olur yay gibi gerildim zati sus annem. Şu kız bi muayene olsun, iki güzel laf duyak sonra karnında ne varsa dök ortaya olur mu güzel oğlum?"

 

Esra alışmıştı galiba bu aileye. İki muayene öncesi gelen ufaklıklar da aklına gelince Züleyha hanımın evlat konusunda bir orta noktası olmadığından emin olmuştu. Küçük oğlunun ve kendi kopyası sayılacak kızının ardından büyük oğlu asla şaşırtmamıştı onu.

 

"Hadi bakalım Nazlı, sohbet şahane olsa da hastalarım beni bekler. Bakalım bizim akıllı bıdık bir enginar boyutuna ulaşmış mı?"

 

Nazlıyı keyifle güldürdü bu ihtimal. Esra hanım her seferinde bir meyve yada sebzeden örnek vererek onu kontrole alıyordu ve bir daha ki kontrole kadar kızlar bebeğine o isimle sesleniyordu. Şu ana kadar küçük elma diye sevilen bebeğinin bu haftaki adı da enginardı demek ki.

 

Nazlı alıştığı sedyeye uzanacakken babası hemen yardım edip, alnına öpücük bırakıp çekildi. Gurur da babasının kolunun altından geçip hemen sedyenin baş kısmına kuruldu. Elleri saçlarına konmuştu hemen. Annesinin ve babasının elini kavrayışıyla da Esra hanım kontrole başladı. Prob ve jelin o soğuk hissine alışamamıştı ama.

 

Doktor, iyice belirginleşen karnında probu gezdirdikçe anlayacakmış gibi başını kaldırıp bakmaya çalışıyordu.

 

"Evet önce müzikle başlayalım, madem dayıyla ilk tanışma."

 

Odayı kalp atışları doldurduğunda Gururun hızla bir soluk alışını hissetti Nazlı.

 

"Ananı avradını! Nazlı kalbi mi bu?"

 

Nazlı hızlı hızlı başını sallayıp gülümsedi. Bebeğine dair ne olursa saatlerce konuşabilirdi Nazlı.

 

"Çok hızlı değil mi? Çok güçlüymüş, Esra hanım dedi."

 

Gurur hâlâ ekrana bakıyordu.

 

"Evet Nazlı üç aşağı beş yukarı yüz seksen gramlık bir enginar olmuş bu bıdık. Suyunu ihmal etmiyorsun değil mi Nazlı?"

 

Esranın kaşlarını çatarak ekrana eğilmesiyle Nazlı hızla başını iki yana salladı.

 

"Hayır hayır hayır! Her gün dört litre içiyorum, bazen kussam bile içiyorum. Hiç eksik etmedim. Kötü bir şey mi var? Bir şey mi oldu, neden öyle dediniz?"

 

Esra ekrana bakmaya ve probu gezdirmeye devam ederken başını öylece iki yana salladı.

 

"Şu anlık sorun görünmüyor Nazlı. Ama havalar ısınıyor ve su kaybına dikkat etmen lazım."

 

"Daha mı çok içeyim o zaman ben?"

 

Nazlı cevap annesindeymiş gibi endişeyle ona baktı. Züleyha da duyabilecekleri en küçük olumsuz bir şeye tahammül edemeyecek haldeydi. Gözleri korkuyla açılmıştı.

 

"Panikleme Nazlı! Sadece ihmal etme, bu seviyede gidelim biz. Dört litre seni zaten baya zorluyordur. Bir daha ki gelişine azalma hissedersek başka takviyeler düşünürüz."

 

Sonra da bahsettiği iki uyuyanlar için ölçümlere başladı. Bebek olması gerektiği aralıkta gelişim gösterdiğine göre ona ortak olamıyorlardı.

 

İlk zamanlar, Nazlının böyle istikrarla diyetine uyacağını açıkcası düşünmemişti kadın. Ne kadar uğraşılsa da açlık çoğu zaman kontrol edilemeyen bir histi. Ama küçük anne dediği kız onu şaşırtıyordu. Hiç listenin dışına çıkılmamıştı.

 

"Burda durumlar iyi görünüyor Nazlı. Çok iyi bir iş çıkarıyorsun kızım. Böyle devam edersek hiç bir aksilik olmadan onu kucağına vereceğim Nazlı."

 

Nazlı hızlı hızlı başını salladı. Yüzü gülüyordu ama değişen hormonlarından sebep gözünden akan yaşları da engelleyemiyordu. Her seferinde bu kapıdan girmek korku filmi gibi bir etki bırakıyordu Nazlıda. O filmlerdeki ilk ölen kişi olacakmış gibi panikliyordu. Esra hanım onun ruhunu huzura kavuşturacak bir kaç kelam edene kadar kalp atışlarını hep ağzında hissediyordu.

 

"Eeee?"

 

Esra başını yana yatırıp ona irice açılmış gözlerle bakan çocuğa kaşlarını kaldırarak baktı.

 

"Hani, söylemediniz!"

 

"Sana ne lazımdı?"

 

Gurur başını yana yatırıp yapılan ayıbı kınar gibi bir bakış attı.

 

"Bamya dedik ya doktorcuğum, nerde dayısının çiçek bamyası?"

 

Esra sinirleri bozulmuşcasına gülüp göz kırptı.

 

"Üzgünüm genç adam senin boncuklu story başka bahara kaldı. Çünkü bu kız, kendinin o şekilde ifşa edilmesine asla izin vermez."

 

Nazlı hızla annesine ve babasına bakıp geri doktora döndü.

 

"Kız... Kız mı? Kız mı bebeğim?"

 

"Evet Nazlı, bir kızın olacak. Gördüğüm kadarıyla da annesi kadar güzel bir hanımefendi."

 

Nazlının biraz evvel iki damla yaş akıtıp, bırakan gözleri şimdi sağanak olarak yağışa geçit.

 

"Kız! Kız olacakmış Gurur. Anne duydun mu kızımız olacak."

 

Nazlı ellerini ağzına kapatıp tek tek ailesine baktı.

 

"Duydum annem, duymam mı? Yerim ben o kızı. Boncuğumun essah minik boncuğu olacak çok şükür."

 

Züleyha eğilip Nazlının yüzünü elleriyle kuruladı ve ıslak yanaklarına bir sürü öpücük bıraktı.

 

Asil de Gururu omzuyla iterek aradan çekilmesini sağlayıp, kızının üstüne eğildi. Saçlarını koklayıp öptü.

 

"Güzel kızım benim."

 

"Baba bebeğimiz kız..."

 

Asil dudaklarında güzel bir gülümseme ve gözlerinde hafif bir ıslaklıkla bu sefer iki kaşının ortasına bıraktı öpücüğünü.

 

"Güzel kızımın kızı... Çok şükür Allahım."

 

Esra hanım, Nazlı temizlensin diye peçete uzatacakken Gurur havada yakaladı. Sonra babasının ardından çekilip annesini de kalçasıyla iterek Nazlının göbeğini silmeye başladı.

 

"Kızzzz... Yavru kartal, kız mı olacaksın sen? Dayıyı, anan gibi peşinde mi dolaştıracaksın?"

 

Özenle karnını silerken Nazlı alt dudağını dişiyle kıstırıp izliyordu kardeşini. Sesindeki coşkuya bakan en başından beri bamya da bamya diyen o değilmiş sanabilirdi.

 

"Nazlı anandan, çektiğimiz yetmedi sende mi oynatacaksın parmağında? Olsun olsun... Güzel oldu bu. Çarşıya dişi bir kartal lazımdı kadro tamam. Dayısı popoşunu yesin, enginar boyutunda dişi kartal."

 

Sonra da özenle sildiği karına bir öpücük bırakıp Nazlının ilk atletini sonra kazağını indirip karnını kapattı.

 

Yüzünde sarhoş bir gülümsemeyle izliyordu Nazlıyı.

 

"Zülüş hazırla kendini. Annesi boncuk, babası Halil abi... Bu çok güzel bir şey olur bak söyleyim sana. Anamı ağlatacak kesin peşinde benim. Gözünün yaşına dikkat."

 

Üçlü tarama testi ve kan tahlillerinden sonra Nazlı hâlâ alışamadığı iğnesi için de hemşirenin yanına geçti. Serum ortalama kırk beş dakika sürüyordu. Bittikten sonraki yarım saat ise baş dönmesi ve mide bulantısının yoğunluğundan kaynaklı sedyeden kalkacak hâli olmuyordu.

 

Züleyha ellerini kolanyayla ovarak birazcık da olsa ferahlaması için çare aramaya çalıştı. Sonra halsiz bedeni Gururun kucağında arabaya taşındı. Asil midesi daha çok bulanır korkusuyla oldukça yavaş sürüyordu eve.

 

Sonunda eve ulaştıklarında Nazlı da biraz olsun kendine gelmeye başlamıştı. Ağrıları da kademe kademe arttığı için bacaklarını istemeden daha çok açarak yürüyerek eve girdi.

 

Kapıyı Miniş ablası açtı ama suratı değişikti. Ne olduğunu dördü de anlamadı.

 

İçeri girdiklerinde salonda misafir olduğunu söyledi Miniş. Kimseyi beklemedikleri için ağır adımlarla hepsi salona ilerledi.

 

Züleyha, mandra malzemelerini aldıkları Suzan hanımı, eltisi olarak tanıdığı kadını ve orta yaşlı bir adamı beklemiyordu. Anlamadı ama misafir oldukları için de yüzüne hemen bir gülümseme ekledi. Ne kadar iş yapsalar da bir kaç kere oturup sohbet etmişlikleri de vardı.

 

"Hoşgeldiniz Suzan , geleceğinizi bilemedik kusura bakman. Böyle bekletmiş gibi olduk sizi de."

 

Suzan ayağa kalkıp ilk Züleyhayı selamlamış sonra gözünün altında Nazlıya ve karnına bakıp onunla da selamlaşmıştı.

 

"Asıl siz kusura bakmayın Züleyha, habersiz geldik. Güzel bir şey için çaldık kapınızı bizde."

 

Züleyha yine gülümseyip başını salladı. Asil de iki kadına başıyla selam verip adamla tokalaşmıştı.

 

Nazlının artan ağrıları yüzünden biraz keyfi kaçıktı aslında. Azıcık dişini sıkıp, odasına gitmek için izin istese iyi olurdu. Şimdi geldiklerinden rahatsız olmuş ve kaçar gibi uzaklaşmış durumuna düşmek istemedi.

 

Herkes oturunca Züleyha, Minişi çağırmış onlar yokken ikram edilen kahve yerine çay ve bir şeyler ikram etmelerini istemişti.

 

Biraz mandradan konuşuldu, biraz beraber okula giden çocuklarından. Restoranın işleri de aralara sıkıştı. Züleyha hâlâ eltisi niye burda anlayamasa da ortak iş yaptıkları için ve bildiği kadarıyla kaynının da mandra işletmesinden sebep konunun oraya geleceğini düşünüyordu.

 

Asil ise canı sıkılmış bir şekilde kadının sık sık Nazlıya gözünün altından bakmasını sonra ise yanlarında sessizce oturan adama kaşıyla işaret etmesini çözmeye çalışıyordu. Aklına gelenin olmaması için de içinden dua mırıldandı.

 

Sonunda kadın sesini temizler gibi bir iki öksürüp konuşacak olduğunda telefonu çalıp dışarı çıkan Gurur geri salona dönmüştü. Gelip Nazlının oturduğu koltuğun kolçağına kalçasını yasladı.

 

"Eeee Züleyha, biliyorsun ben seni çok seviyorum arkadaşım. Ortak iş yapmamızın yanı sıra çok iyi anlaştığımda birisin. Samimiyetinize, aile bağlarınıza güvenerek geldik biz. Eltimi tanıyorsun zaten, Sevilay. Elti dediğime bakma, kardeşim kadar kıymetli benim için. Arhan da Sevilayın kardeşi olur. O da aynı şekilde kardeş kadar değer verdiğim birisi. Biz açıkcası Nazlının başına gelenleri duyduk..."

 

Züleyha hızlı hızlı konuşan kadının ne demeye çalıştığını anlamak isterken kaşları çatıldı.

 

"Nazlının başına gelen mi?"

 

Gurur dahil hepsi kadına ne diyorsun bakışları atmıştı ama kadın duruşunu dikleştirdi.

 

"Beşer şaşar demişler Züleyha. Kim bilir bizim başımıza neler gelecek? O yüzden inan yargılamıyorum sizi, Nazlı da genç kız. Yapmış bir hata yani ama neden telefi edilmesin değil mi?"

 

Züleyha öne doğru kayıp başını dikleştirince Asil elini omzuna attı..

 

"O lafın devamı gelmesin Suzan hanım! Sakın devam edip, beni delirtmeyin!"

 

Suzan her ortamda beyefendiliğiyle söz ettiren adamdan böyle sert bir uslupla ikaz alınca duraklayacak oldu. Ama sonra anne babadır, utanmışlardır diye devam etti.

 

"Asil Bey inanın ben sizi hakir görmüyorum. Açıkcası buraya da çok hayrılı bir iş için geldik. Arhan da evlenip boşandı, olabiliyor böyle şeyler. İnsanız ve her şey bizim için. Nazlı okulda bir hata yapmış ama konuştuk biz Arhanla, bunu dert etmiyor. Sonuçta onun da iki çocuğu var ve Nazlının bebeğine de baba olmaktan gocunmayacağını söyledi. Öyle değil mi Arhancığım?"

 

Nazlı ağzı açılmış öylece kala kalmıştı. Hiç beklemediği için mi yoksa bir anda böyle pervasızca konuşabilme hadlerinden mi tutulup kalmıştı.

 

"Ne diyorsun lan sen? Ne hatası! Kimsin sen de böyle konuşuyorsun?"

 

Birden Gururun ayağa fırlayıp elini hesap sorar gibi sallamasıyla Asil atılıp oğlunu yakaladı.

 

"Ne diyorsun sen ne?"

 

"Gurur dur! Tamam şimdi gidiyorlar zaten! Çıkın evimden hemen!"

 

Gururun bir anda bağırarak ortaya atılmasıyla üçü de ayaklanmıştı. Asilin oğlunu tutmaya çalışması ve Züleyhanın hemen Nazlının yanına gidip beline dolanması bir kaç saniye de gerçekleşti.

 

Suzan alenen kovulmalarına çok bozulmuştu.

 

"Çık git evimden çabuk! Densiz densiz de konuşma! Sen kimden buldun bu yüzü de kapımı böyle çalıyon hadsiz?"

 

Züleyha da bağırınca kadının gözleri irice açıldı. Hem ayıplarından utanmayıp hemde ona had mi bildiriyorlardı? Eltisinin şaşkın şaşkın bir ev halkına birde kendisine baktığını "Suzan?" dediğini işitti. Ama sinirleri de tepesine çıkmıştı, evden kovmak ne demekti?

 

"Had mi? Züleyha az ayıbınızdan utanın! Biz buraya size iyilik etmeye geldik. Kızının adını temizliyoruz, sen utanmadan bağırıyor musun birde? Minnet edeceğinize şu yaptığınıza bakın?"

 

Züleyha Nazlıyı ardına alıp iyice kabardı.

 

"Kız valla Allah yarattı demem yırtarım o yayık ağzını çık git şurdan beni dinden imandan çıkarma! İyilik ediyomuş, sen hangi kapının itisinde benim evime iyiliğin dokunacak?"

 

O an hiç gereksiz bir şekilde adamın da konuşası tuttu.

 

"Bakın ben Suzan ablayla konuştum. İnanın kötü maksat yok. Nazlı hanımla bir kaç kez görüşelim, bebeği konusunda da sıkıntı çıkarmayacağım. O da benim çocuklarıma annelik yapar kendi içimizde yaşar gideriz. Ben geri kafalı bir adam değilim. Babası belli olmayan çocuk diye elbette başına kakma niyetim yok. Eğer birbirmize zaman tanırsak eminim kendisi de bunun çok daha hayırlı bir karar olduğunu düşünecektir."

 

"Lan sikerim ağzını yüzüne! Kimin babası belli değil lan? Kimsin lan sen?"

 

Asil kolunun altından fırlayan oğlunu tutamadan adamın üstüne atlamıştı Gurur.

 

"Yaman dur! Yaman ablan korkuyor dur!"

 

Gurur son kelimeyle duraksayıp ikinci yumruğunu havada bıraktı. Zor olsa da babasının çekiştirmesine müsade etti. Çenesine yumruk yiyen adam ise bunu asla beklemediği için oldukça şaşkındı.

 

"Siz ne utanmaz bir ailesiniz böyle! Biz burda şu halinizi kibarlaştıracağız diye ne kadar dil dökelim, yaptığınıza bakın.

Keşke bu yırtıklığın kızın erkeklerden çocuk peydahlamadan olsaymış Züleyha! Buraların örfünü, adetini az öğretseymişsin şimdi kızının saklı gizli doğurmasını beklemezdin! Doğacak çocuğa ne diyeceklerini en iyi sen bilirsin, ben aile itibarınızı kurtarıyorum!"

 

Züleyhanın dönen gözüyle Nazlı kolunu sıkıca tutup annesinin önüne geçti.

 

Başını eğmeyecekti. Ona ne iması yapıyorlardı ama zerre kadar utanmayacaktı. O utanılacak bir şey yapmamıştı. Ağrısı git gide artmaya başaldı ama umursamadı bile.

 

"Babası belli Suzan hanım!"

 

Nazlının sesiyle bir anda ortamdaki rahatsız edici her ses kesildi. Nazlı kadının gözüne baka baka iki adım attı.

 

"Babası belli benim kızımın. Halil! Kocam yani, yedi ay önce evlendiğim kocam! Şu anda siz rahat rahat karısına, dilime sürmek istemediğim bir ima yapabilin, rahatça ardından dedikodu çevirin diye görevde olan Halil. Bilmiyor musunuz? Asker benim kocam! Sizin gibi leş insanların ağızlarından irin dökmesini kolaylaştırmak için vatanına hizmet ediyor. Siz bu topraklarda rahat rahat onun ardından ailesine iftira atın diye evinden uzakta, vatan mücadelesi içinde. Siz onun çocuğuna piç diyebilin diye sizin çocuklarınız rahat rahat yaşasın diye nerde ne halde olduğunu bilmediğim bir görevde benim kocam! Yüzünüz hiç kızarmadan ardından konuşun, karısına iftira atın diye belki de aç, açıkta, perişan bir halde görevde!"

 

Nazlı nefes bile almadığı cümlelerini sonunda bitirmişti. Kadının irice açılmış gözleri ona nefretle bakan insanlara döndü. Eltisinin ve kardeşinin yüzü kıpkırmızıydı. Ne diyeceğini bilemedi. Nazlının belli olan karnıyla dünya kadar şey duymuştu ama evlendiği gelmemişti hiç kulağına. Arhanın da durumundan kaynaklı oldukça iyi olacak bir evlilik düşmüştü aklına. Sonuçta Sulhanlarla akraba ilişkileri birleşecek ve gayet uyumlu olacaklardı. Bunda kötü ne vardı ki? Evlendiğini kimseye duyurmadıkları kıza bir daha baktı. Yalan mı söylüyorlardı acaba? Gerçi Halil dediği Züleyhanın yeğeniydi galiba. Öyle bir şeyler hatırladı. O çocuktan için polis demişlerdi ya belki de askerdi gerçekten. Geçenlerde bir arkadaş ortamında açılmıştı konu. Bir anda da alev almıştı. Herkes birinden duyduğunu söylemşiti ama kimse de ben şahidim dememişti aslında. Kafası iyice karıştı. Kız gerçekten evli miydi yani?

 

Hiç böyle bir durumun içinde kalacağı aklına gelmemişti. Ağzı açıldı açıldı kapandı.

 

"Evimden gidin Suzan hanım! Bir daha da kapımı itmeyin sakın!"

 

Asilin oldukça sert sesiyle yutkundu kadın.

 

"Asil bey inanın bizim kötü bir niyetimiz yoktu. Biz hem size yardımcı olur düşüncesiyle... Yani Nazlının evlendiğini ben bilmeyince..."

 

"Sen Nazlının evlendiğini niye bileceğimişin? Bizim evimizin idari işler bakanı mısın Suzan? Seni adam yerine koyup çağırmamışım işte nikaha! Semiha teyzem Halil için istedi, Hayrullah amcam nikahlarını kıydı, Murat eniştem de şahidi oldu kızımın. Sizin gibileri sokar mıyım ben evime de haberin olacağımış? Sen kimsin de kimin kızına laf ediyon?"

 

Suzan git gide daha çok kızardı. Öztürklerin de bildiği bir durumdu demek ki. Böyle kendinden emin konuşmasıyla bocaladıkça bocaladı. Hepsi yalanlarına ortak olsa Hayrullah Öztürk'ü kendilerine uyduramazlardı. Kız gerçekten evliydi belli ki.

 

Nazlı tekrar annesinin kolunu tutut.

 

"Anne tamam değmez sonuçta. Ordan burdan duyduğu laflarla iftira atan insanlara açıklama yapma zorunluluğumuz yok bizim. Ha Suzan hanım şimdi koşarak kapı kapı gezin ve evliliğimi söyleyin. Ama siz buna da inanmazsının muhtemelen. Pis kokan ağzınız babasız çocuk hikayesini konuşmayı daha çok sevmiştir. Nikahımı da belediyeden teyit edin lütfen. Tarihe bakmayı unutmayın. Şimdi defolun evimizden!"

 

Gurur hırslı hırslı hâlâ ayakta dikilen üçlüye bakıyordu. İçlerinde tek utançtan yüzü kızaran ortalarındaki kadındı galiba.

 

Hiç bir şey demeden çantalarını alan kadınlar çıkacakken Züleyha tekrar bağırdı.

 

"Suzan!"

 

Kadın başını çevirip kapı kolunu tutmaya devam etti.

 

"Kocanı yarın restorana gönder, sözleşmeyi fesh ettik biz! Mandra ürünlerini sizden almıyoz! Sabah da getirip ne etmesin, geri götürmeyle uğraşır!"

 

Kadının gözleri iri iri açıldı. Ne demek sözleşmeyi fesh etmek? Rıdvan bu yaptığını öğrenirse parçalardı onu! Oldukça karlı gözüyle baktığı işte böyle çuvalladığını duyar, birde en iyi müşterisini kaybetmesine neden olduğunu bilirse gözünün yaşına bakmaz kırk altı yaşında boşardı kendini.

 

"Züleyha... Züleyha özür dilerim inan ben bilmediğim için geldim. Sen beni tanımıyor musun? Sana ne kadar saygı duyarım, severim biliyorsun beni. Bir hata yaptık, etrafın söylentisine aldandık yoksa Nazlı da benim kızım gibi inan."

 

"Nazlı senin kızın gibi falan değil! Nazlı bi tek benim kızım! Sadece benim Suzan. Bilmediğin işlere de burnunu sokma. Velev ki durumumuz senin dediğinden olsa sen duydun mu benim kızıma koca aradığımı da bu yüzü buldun? Azıcık birinin derdini sıkıntısını görseniz akbaba gibi başına tünemeyi bi bitiremediniz. Ha dua et Suzan. Dua et yeğenim gelip karısına, kızına edileni duymasın! Duyarsa Adana da ekmek yedirmez haberin olsun!"

 

Suzan daha çok panikledi. Başına durup dururken iş açtığı yetmez gibi konu kapanıp bitmeyecekti de. İki üç kadının lafıyla ne hallere düşmüştü?

 

"Züleyha Allah aşkına az anlayışlı ol. Bilsek böyle şey yapar mıyız?"

 

"Yiyemeyeceğin boku niye eline alıyon o zaman? Uzatma daha da kocana söyle, boşuna dil de dökme. Daha görmeyim seni ne restoranların birinde, ne de kapımın eşiğinde! Hadi ceryan yapıyo kapı, dışardan kapat da torunum üşümesin!"

 

Sessiz sedasız çıkanlardan sonra kimse konuşacak takat bulamamıştı kendinde. Yığılır gibi oturdu dördü de koltuklara.

 

Gurur içindeki hırs ateşini zapt etmeye, Züleyha sinirden titreyen dişlerini durdurmaya çalışıyordu.

 

Nazlı ise çok daha başka bir savaş meydanında kendini kontrol etmenin derdindeydi. Bu gün burda konuşulan...

 

Herkes böyle mi diyordu onun için yani? Herkes onu babasız bir çocuğa mı hamile sanıyordu? Vardı bebeğinin babası. Adı, sanı herşeyi de belliydi. Ama yine de evlenmeleri kendi aralarında diye nasıl da rahat iftira atabiliyorlardı. Herkese biz evlendik diye duyurmaları mı gerekiyordu? İyi de Nazlının nikahında, yanında olmasını istediği herkes vardı. Zaten bir düğün olsa bile yine olabilecek en az insanla isterdi Nazlı.

 

Göğsünü bir el sıktı durdu. Bu iş daha büyür müydü? Yani Halil uzun zaman gelmezse, gelemezse...

 

Eli karnına sıkı sıkı dolandı. Bebeğine piç mi diyeceklerdi onun? İncitip kıracaklar mıydı? O da Nazlı gibi mi büyüyecekti yani? Babası için neler demişlerdi çocukken. Esma annesinin ölümüne sebep oluşunu, şiddetini, küfrünü, eziyetini nasıl da izlemişler gibi Nazlıya anlatmışlardı. Az sinirlenecek olsunlar Nazlıya, okulu yakıp yakmayacağı sorulurdu. Sonra da bu işlere babasının baktığını söyleyip kahkahalarla gülerlerdi. Zalim derlerdi onun babası için. Dünyanın en iyi kalbine, zalim denir miydi hiç? Sonra! Sonra annesine köyden gelip kırk yıllık düzeni bozan şeytanın teki demişti okul bahçesinde annesine bakarak konuşan iki kadından biri. Diğeri de babasının nasıl aklını çelip, o köylülüğüyle anne, babasını kapıya koyduruşunu söylemişti.

 

Hepsi! Hepsi yaşanılan her şeyden o kadar emin konuşurdu ki Nazlı bazı zamanlar oturup izlemiş olabileceklerini düşünürdü.

 

Sahi insanlar zerre bilmedikleri şeyler, gözlerinin önünde cereyan etmiş gibi nasıl anlatabiliyordu?

 

Şimdi de kızına yapacaklardı bunu! Panik içini sardı. Halil gelmeyecekti ve kızına çok kötü şeyler yaşatacaktı o insanlar.

 

Olmaz!

 

Nazlı buna müsade etmezdi ki. Kimse onun doğsun diye canından geçtiği yavrusuna uzanamazdı!

 

Bir göğse yaslanana kadar düşünceler arasında nasıl kaybolduğunu bilemedi. Birden sıkıca dolanan kollarla sıçradı. Sonra babasının o hoş kokusu doldu burnuna. Ordan sonrası çok kötüydü.

 

Öyle kötüydü ki kendini kaybedercesine ağlamaya ne zaman başladı hiç kimse anlamadı. Annesinin önünde diz çöküp ellerine sarılışını hissetti, babasının geçti diye saçlarını okşayışını, Gururun diğer yanına oturup sırtını ovalayışını...

 

İçindeki korku akıp, gidene kadar ağlamasına izin verdiler. Sonra babasının kucağında odasına taşındığını hissetti. Yatağa bırakıldığında uyumuyordu ama çok da net bir bilinci yoktu. Bırakıp gidecekler sandığında yine bir panik sardı içini. Yalnız kalırsa kafasındaki ses onu boğacaktı.

 

Ama ailesi onun şansıydı ve kaybolduğu bu anda bırakmak zerre kadar akıllarına gelmemişti. Nazlının yatağının bir tarafına annesi diğer tarafına babası yattı. Tıpkı bebekliğinde olduğu gibi kızlarını korumak için aralarına aldılar.

 

"Yavrum... Güzel kızım benim. Üzülme boncuğum, kurban olurum gözünden akan yaşa."

 

"Anne..."

 

İnler gibi söylenen sözle Züleyha sırtından sarılıp, Nazlının bir an bile karnından çekmediği elinin üstüne elini yasladı.

 

"Anne bebeğimi de çok üzecekler."

 

Züleyha acısının içine yılan gibi sızan hırsla derin bir soluk aldı.

 

"Hele bi üzsünler! Hele azıcık dilleri değsin benim yavrularıma bak nasıl babanın yarım bıraktığını tamamlıyom. Koca memleketten Adanayı nasıl siliyom görsünler Züleyhayı!"

 

Asil de kaşları çatık baktı kızına.

 

"Sakın Nazlı! Kendini bilmez iki üç haysiyetsizin lafıyla eziyet etme kızımıza. İçin rahatlasın diye müsade ettim ama yeter bu kadar ağlamak, bak minik kızımız üzülüyor."

 

Nazlı kendini çekip doğrulaya çalışınca Asil ve Züleyha yardım ettiler hemen. Nazlı ıslak gözleriyle babasına baktı.

 

"Baba ben burda onu koruyamam. Ben... Gideyim ne olur burdan. Halil ne zaman gelir bilmiyorum ki. Gelmezse ya?"

 

Korkuyla anne ve babasına baktı. Ağzından çıkanlar çıktığı an içinde can çekişen ihtimallerin aslında onu ne kadar korkuttuğunu gün yüzüne çıkarmış oldu.

 

Asil yüzünün neminden yapışan saçlarını eliyle düzeltip gülümsedi kızına.

 

"Gitmek istersen gideriz babam. Ama sen gerçekten gitmek istiyor musun burdan? Gidelim dersen yarın ayarlamaya başlarım ben her şeyi. Gitmek mesele değil ama tüm dünyayı değiştiremeyiz Nazlı ve değişmeyecek insanlardan kaçamayız kızım. "

 

Nazlı biraz duruldu babasının sözleriyle. Gitmek istese ailesi de peşinden gelecekti. Birde babası çok doğru bir şey söylemişti. Gittiği yerde de kızı için bir baba mı soracaktı herkes?

 

"Hayır hayır siz olmaz. Siz değil! Ben... Bursaya gitsem. Çok emeğin var senin burda. Annem Dilber babannemin mezarını bırakamaz. Sen Nergis anneannemin evini, mezarını terk edemezsin. Ne olur, siz burayı çok seviyorsunuz."

 

Asil yine tebessüm etti.

 

"Biz hiç bir şeyi sen kadar sevmiyoruz boncuğum. Annenin sen ve kardeşlerinden çok sevdiği bir şey yok. Halamı, annemi görmeye geliriz biz hep. Ama kızımızı bizden uzağa gönderemeyiz. İyi düşünmelisin boncuğum. Bu gerçekten çözüm mü? Kalpleri bu denli kötüyse herkesin, nereye gidersek gidelim susmazlar. Ama bu nikahın çoğu kişi tarafından bilinmeme durumunu çözerim ben yavrum. Onların istediği olsun diye değil, yanlış anlama. Yaptıkları ayıptan belki zerrece utanırlar diye. Üstelik biraz evvel aşağıda yaptığınla göğsüm gururla doldu Nazlı. Senin kaçmaya ihtiyacın yok ki. Biraz evvel üç beş kelimenle yerin dibine soktun insanları. Kocanı, kızını tıpkı annen gibi öyle güzel savundun ki kimse cesaret edemez size uzanmaya."

 

"Öyle tabi annem. Ne mal ne mülk... Benim yuvamdan başka istediğim yok. Hem gittiğimiz yerde de kurarız düzenimizi illa da gidelim dersen. Sen iyi olacaksan onu ederiz biz boncuk çikolatam. Minik boncuğum, öyle daha güzel büyür dersen hemen toparlanırız. Yine de baban haklı yavrum. Kütahyaya yirmi bir yılımı verdim iyiyi de kötüyü de gördü gözlerim. Sonra kalktım taaa buralara geldim e burada aynıymış. Sen benim kızımsın boncuğum, milletin lafına bakıp kaçmak yakışır mı hiç Züleyhanın boncuğuna? "

 

Nazlı büyük bir inançla edilen laflarla yine durulmuş yüzünden akan yaşları hissetti.

 

Nazlı kendi de istemiyordu ki gitmeyi. Nazlı seviyordu topraklarını. Kötü insanlar varsa bir sürü de iyi insan doluydu etraflarında. Semiha teyzesi vardı bir kere. Halası, eniştesi, anlaşamadığı Açelyayı bile terk etmek çok zordu. Gitseler Sultan teyzesi gelemezdi onlarla, Miniş ablası da gelemezdi. Ama kalsa... Bebeğini koruyabilir miydi?

 

Halil gelse her şey bitecekmiş gibi hissetti. Halil şu kapıdan girse tüm yüklerinden kurtulacaktı.

 

"Nazlım..."

 

Züleyha sırf şu kasvetten çıksın ve daha fazla kızı üzülmesin diye yüzüne zorla muzip bir gülümseme kondurdu. "Suzan yellozunu itin götüne soktun annem" diye mırıldanıp, kıkırdadı. O sırada da kapı sessizce aralanmış, Gururun tek gözü görünecek şekilde açılmış oldu. Üç baş da kapıya döndü.

 

"Su çıktı dimi durduğun yerde? Gir içeri gir..."

 

Annesinin lafı bitmeden hemen içeri daldı Gurur.

 

"Şu beni dışlama huyunuzu bir bırakın artık benim güzel ailem. Pedagog masraflarım azalsın birazcık."

 

Sanki biraz evvel canlarına okunmamış gibi geçip yatağa kuruldu. Pantolonunun arka cebinden çıkardığı mendille Nazlının yüzünü silip, iki parmağıyla burnunu kıstırdı.

 

"Sümkür Nazlı, sümüğün akmış."

 

Nazlı gülüşüne engel olamayıp hâlâ burnunu tutan eline vurdu kardeşinin.

 

"Kızım sümkürsene! Sümük midene gidecek, ordan da benim prensesime... Vallaha büyüyünce acımam anan kendi sümüğüyle besledi seni derim dişi kartala."

 

Nazlı şimdi iki eliyle vurup kendinden uzaklaştırdı burnunu tutan eli.

 

"Pisliksin Gurur! İğrençsin ya ıyyykkk! Pislik pislik pislik!"

 

Gururun sırıtan suratıyla gülmek isteyen yüzünü serbest bıraktı. Esra hanımın da dediği gibi onun üzülme lüksü yoktu. Zorla karnında yaşasın diye emek verdiği bebeği, ne olduğu önemsiz insanlar için incinemezdi.

 

"Ha şöyle kızım, gül biraz. Tipin akşam pazarı gibi olmuş. Ayrıca bu gün dişi kartalın müjdesini aldık kutlamadık. Ayıbın böylesi."

 

Nazlı anne ve babasının yüzündeki minik gülümsemeyle Gurura göz kırptı.

 

"Üzülmedin mi fındık kardeşim, doğruyu söyle ne olur? On sekiz yaşına girince pavyona götürme hayallerin suya düştü."

 

Aynı anda iki şiddetli ses "Ne dedin sen?" deyince Nazlı büyük bir kahkaha attı.

 

"Bu pis, benim boncuğum erkek olursa pavyona..."

 

Gururun atılıp, Nazlının ağzını kapatması tam o anda olmuştu.

Eğreti bir sırıtma vardı yüzünde.

 

"Hamilelik bu kızda kafa yaptı canım ailem. Bakmayın siz buna. Pavyon ne demek ayrıca, yeniyor mu orası? Ayıp böyle şeyler Nazlı hem sen nerden biliyorsun bunları? Günah! Yanacaksın böyle konuşmaya devam edersen!"

 

Biraz evvel aynı anda konuşan anne babası şimdi de aynı anda ensesine tokatı indirmişti. Çıkan ahhh sesine bir kişi hariç hepsi güldü.

 

"Ankaraya oku diye yolladım seni fırlama fındık, sarı tutkuların peşinde dolaştığını bi duyuyum ilk bulduğum kızla baş göz ederim seni ayağını bağlarım."

 

Gurur acıyan ensesini tutup annesine gözünün altından baktı.

 

"Bana söyleniyor ama maşallah hepinizin de pavyon bilgisi mükemmel. Sarı Tutkuyu da bilme be kadın! Ayrıca pavyonun başkentinde okuyoruz diye çiçekli gömlek giyen, yumurta topuklu şahinci muamelesi çekilmesin lütfen. Ben kaç gecedir kafamı kaldırmadan ders çalışıyorum."

Asil elini omzuna atıp azıcık sıkarak okşadı oğlunu.

 

"İyi olur oğlum. İlk dönem gibi üç ders bırakırsan yirmi yaşında baba dayağı nasıl bir şey tatmak zorunda kalırsın. Limitleri bin liraya düşecek olan kartlarını söylemiyorum bile."

 

Gurur zoraki bir sırıtışla babasının omzuna başını sürttü.

 

"Baba sen zeki adamsın, şaka yaptığımı anlamışsındır. Ne işim olur benim günah yuvalarında? Paçama haram toprak bulaşır diye Ulusa gitmiyorum ben, kumrular sokağının yolunu bilmem."

 

Asil sen adam olmazsın der gibi başını salladı bir kez daha.

Gurur da şiddetle ellerini birbirine vurup üçünün kendisine bakmasını sağladı.

 

"Çok gevezesiniz Sulhanlar, şurda ağız tadıyla sürpriz yaptırmıyorsunuz. Evimizin yeni üyesi, dayısının prensesi şerefine kutlama yapıyoruz. Ve ağaç olanları içeri davet ediyoruz."

 

Sonunda Gururun sesiyle beklemekten gerçekten ağaç olmuş iki kız hemen daldı odaya. Nazlı birbirini iterek içeri giren Nazenin ve Meyrayı görünce ağzı açık, baka kalmıştı. Asaf da ardlarında güzel bir gülümsemeyle izliyordu hepsini.

 

Sahi bu gün Asafı hiç görmemişti o. Nerdeyse tuvalete gitse peşinden gelecek olan adam, hastaneye yalnız göndermişti ama Nazlının dolu kafası algılayamamıştı.

 

"Nazlıııı!!! "

 

İki kızın çığlığıyla Asil ve Züleyha ayaklanıp yataktan çekildiler. Meyra ve Nazenin de hemen iki yanında sarıp sarmaladı Nazlıyı. Sürekli birbirlerini öpen, sarılan, gözleri dolu dolu ama kocaman gülümseyen üçlüyü izlerken Asil de kendine çekti karısını.

 

"Asaf abi ayıp olmazsa bana sarılabilir misin? Böyle çok ot gibi hissediyorum kendimi. "

 

Gururun acılı bakışlarıyla Asaf gülümseyip başını iki yana salladı. Sonra da uzanıp saçlarını eliyle karıştırıp, elini boynuna doladığı çocuğu kendine çekti.

 

Aile güzel şeydi. Kötü günler illa ki oluyordu. Dar boğazlardan her hayat mutlaka geçiyordu. Ama böyle bir ailenin içinde olunca çok da zor değildi sanki. En azından her dar boğazı tek başına geçen Asaf için böyleydi durum.

 

Aylardır evlerinde kaldığı insanlar onu öyle çok benimsemişti ki Asaf tuhaf bir şekilde kendini hep burada büyümüş gibi hissediyordu artık. Yemeğini yiyip yemediğini kontrol eden Sultan teyzesi, terliksiz ev içinde gezdi diye azar çeken halası, restoran işlerinden çok anlarmış gibi akıl danışan Asil abisi sayesinde bir yuva ne demek biliyordu artık. Küçük çocuklar bile arkadaşlarına abileri olarak tanıştırmıştı onu. Kimsenin tembihi olmadan, kendi istekleri üzerine abi kabul edilmişti Sulhan ailesine. Sonra Nazlı da tam bir kız kardeşti. Ona anlattığı her anıyı dinlerken, kendi düştüğü durumlara kendinden çok üzülürken fark etmişti. Yiğite davrandığı gibi davranıyordu Nazlı ona. Geçenlerde fark etmeden hızlı yürüyünce Asaf azarlamış Nazlı da pislik seni Nazenine söyleyim de gör diye tehdit etmişti. Kimine göre bu yaptığı ayıp bile karşılanırdı. Ama Nazlının ona evin adamı gibi davranması, nazlanması kendini bir kız abisi gibi hissetmesinin önüne geçemiyordu. Tıpkı Halilin ara ara bahsettiği gibi istediği olmayınca tehdit edecek bir şey bulup hizaya sokmaya çalışıyordu Asafı. Bazen de nazlanarak ikna etmeye çalışmalarını, saklamaya çalıştığı bir tebessümle izliyordu.

 

"Asaf ya... Sen bana ballarımı getirmek için mi kayboldun ortadan? Ayyy çok teşekkürler."

 

Asaf düşüncelerinden Nazlının sesiyle çıktı.

 

"Pigmenin biri Adana biletleri aramaya başlayınca, gidip alma zamanımın geldiğini anladım."

 

Meyra eğilmiş Nazlının karnını severken kendine sataşan adama baktı ters ters.

 

"Nazenin de çok değişti kuşum, nişanlandı nişanlanalı rapor vermeden adım atamıyor işte."

 

"Ama Meyroşum, yola çıkma planımızı söylemese miydim?"

 

Meyra kime ne diyorum der gibi başını sallayıp tekrar Nazlının şiş karnına öpücük bıraktı.

 

"Yavru kuş, demek dünyayı güzelleştirmek için bir dişil enerji daha geliyor ha? Yesin teyzeciği bu kızı. Hanimiş minnak kızımız. Nerdeymiş en sevdiği teyzesine benzeyerek herkesi şoka sokacam minik boncuk."

 

"Hop frene basalım, o yolu tamamlamayalım Meyra kişisi. Bir takım aksiliklerden dolayı senle olan izdivacımız gerçekleşmemiş olabilir ama aramızdaki hatırı koruyalım. O minnak boncuk dayısına benzeyerek ailenin güzellik ortalamasını arşa çıkaracak. Gittiğin yol yol değil R yapalım lütfen."

 

Meyranın sırıtarak tekrar karnını göstere göstere öpmesi ve kaşlarını oynatması hepsini güldürdü.

 

Uzun zaman sonra geçirilen en iyi akşamdı. Kızlar sanki her gün anlatmıyormuş gibi okulda ve yurtta olanları bir kez daha Nazlıya anlatmayı ihmal etmediler. Gurur bütün akşam herkese bulaştı. Kız dayısı oluşunu kendi camiasına şu ara oldukça popüler olan abi azcık göbek atalım yaaa... şarkısıyla çektiği storyle duyurdu.

 

Bebeğin kız oluşuna en çok Zümrüt sevinmiş gibiydi. Odasından getirdiği bir sürü elbiseyi Nazlıya verip bunları yeğenine giydirmesini tembihledi. Yağız da kendini teselli eden, belki uslu olur sözlerine sığınan, fukara tesellileriyle avunan garip bir dayı adayıydı.

 

Ama Nazlıyı belki de duygusal bir topa çeviren herkesin kızından bahsederken kızımız deyişiydi. Onu sevmezlerse diye korktuğu günlerden, bebeğinin herkesin kızı olarak görüldüğü zamanlara geçmişti.

 

Bir kaç gün oldukça keyifli geçti. Nazlının hiç durmadan meşgul edilen zihni sanki ağrıları bile daha az hisseder gibiydi. Mutluluk hormonları gerçekten belki de ağrı hissini yeniyordu.

 

Şu ara tek sıkıntısı gittikçe artan, patlayan şeker isteğiydi ama direniyordu.

 

Doğum sonrasında paket paket yeme hayaline sığınıp direniyordu. Dün sabah çocuklara onun için patlayan şeker yemelerini tembihlerken Gurur görmüş, öylece bakmıştı yüzüne. Çok saçmaydı yaptığı ama Yağız ve Zümrüt onun için yerse bu hisden kurtulacakmış gibi bir istek dolmuştu içinde.

 

İki kere dışarı çıktılar hep beraber. Bu iki kere çıkmada da bir kaç tanıdıkla karşılaşıp, evliliği ve bebeği için tebrik aldı.

 

Babası bu konuyu nasıl halletmişti Nazlı bilmiyordu ama Adana da Sulhan soyadını bilen herkes evliliğinden haberdardı. Gerçi bu işte Murat eniştesinin de katkısı olduğuna emindi Nazlı. İki akşam önce ziyaretine gelmişlerdi ve babasıyla bir ara ortadan kaybolmuşlardı. Döndüklerinde ikisinin de yüzü gergin değildi.

 

Kafası dağılmıştı bu bir kaç günde. İyi hissediyordu kendini. Kızlarla alışverişe çıkıp birde kızı için aldığı zıbınlar, patikler içini şenlendiriyordu. Baktıkça hayreti büyüyordu. Çok küçüklerdi. Minicik oluşları hem çok hoşuna gidiyor hem de çok korkutuyordu onu. Ona dokunurken parmak uçlarını kullanmalıydı.

 

Kendi kendine kaldığı zamanlarda, ağrının arttığı anlarda, sırf oyalanmak için bebek bezi nasıl bağlanır, zıbın nasıl giydirilir, gaz nasıl çıkarılır izleyip duruyordu.

 

Kahvaltı sonrası dinlenmek için odasına geçti o sabah. Okuduğu kitaplarda artık hareketlerini pıt pıt hissedebileceği yazıyordu. Yeni uğraşıysa o pıt pıtı duyabilme isteğiydi.

 

Yatağına uzanınca derince bir nefes bıraktı. Bacağının arasına yastığını koydu ve hep yaptığı o eylemi gerçekleştirdi. Arama motorunda Halilin kendine oluşturduğu kimliği aratmaya başladı.

 

Yine hiç haber olmayacağından o kadar emindi ki karşısına çıkan boy boy resimler soluğunu kesti. Bir anda kendini toparlayıp gördüklerinin doğru olup olmadığına baktı.

 

Doğruydu...

 

Nazlı aklını oynatmadıysa onun kocasına, dün akşam saatlerinde Winshor ailesinin kızıl prensesi olarak bilinen Catherine Winshor ile bir nişan tertip edilmişti. Kraliyetin ileri gelenleri haricinde sadece Winshor ailesinin katılım gösterdiği nişan oldukça sansasyonel bir haber niteliği taşıyordu.

 

En azından Nazlının okudukları bundan ibaretti. Basına kapalı gerçekleşen nişandan görüntüler yine ailenin özel fotoğrafçısı tarafından ve ailenin izni dahilinde servis edilmişti.

 

Defalarca okudu. Defalarca üç kare fotoğrafa baktı Nazlı. Aklını kaybediyordu. Aklını kaybetmese böyle şeyler görüyor olamazdı. Onun Halili nasıl nişanlanacaktı ki? O Nazlıyla evliydi!

 

Eli yine karnına gitti. Sağ gözünden bir yaş koptu. Halil bunu yapmazdı. Halil Nazlının acıdan öleceğini bilir, bunu yapmazdı.

 

Girdiği şok tam olarak düşünmesine izin vermiyordu. Titreyen eliyle sıkıca telefonu düşürmemeye çalışıyordu. Odadan çıkmalıydı hemen. Odadan çıkıp telefonu birine göstermeli ve hayal gördüğüne emin olmalıydı. Sonra onu doktora götürmelerini isterdi. Halüsinasyon normal değildi galiba. Böyle bir şey dememişti ama Esra hanım. Yan etkilerde var mıydı halüsinasyon? Emin olamıyordu ki hiç bir şeyden.

 

"Anne!!!"

 

Bacakları titriyerek merdivenleri inerken bir kez daha bağırdı. "Gurur!"

 

"Meyra ne olur bakın bana! Ben..."

 

Koşturan adımları duyunca damlaların doldurduğu gözleri puslu görüyordu. Ama ona koşturarak gelen birilerini anlayabiliyordu. Karnın altına baskı yapan ağrı, bacaklarını kullanamaz hâle getirmişti.

 

"Nazlı!! Annem ne oldu kızım? Neyin var nazlım, ağrın mı var?"

 

"Anne bir şey oluyor..."

 

"Nazlım ne oldu?"

 

Koluna tutunanları hissediyordu. Zorla titreyen elini karşısında duran annesine uzattı.

 

"Anne ben deliriyorum. Bak! Bak ne olur burda bir şeyler var! Ben deliriyorum anne..."

 

Züleyha önüne uzatılan telefonu alırken oldukça şaşkındı. Sonra ekrana baktı. Ekrana baktığı ve gördükleri soluğunu kesti.

 

"Hayal dimi? Ben... Anne Halil..."

 

"Dur kuzum, yok bişey annem. Gel şöyle, oturtak Meyra. Gel şöyle kızım. Gurur babanı ara eve çağır hemen!"

 

Annesinin sesindeki dehşeti duyduğunda Nazlı da girdiği şoktan kurtulmuşçasına ağlamaya baladı. Ağlayışları git gide şiddetlendi. Hıçkırıkları çığlık gibi olmaya başladı. Hayal görmemişti. Hayal olması lazımdı ama onun kocası başka bir kadınla nişanlanmıştı.

 

Nazlının bebeğinin babası başka bir kadınla nişanlanmıştı. Etrafında pervane olan insanlar, yüksek sesli bağırtılar, göğsünü yaran bir acı ve artık uyuşukluk hissine engel olamayan bedeniyle karanlık bir kabusa kendi ayaklarıyla yürüdü.

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Kolundaki sızlamayla gözlerini aralayacak gibi olduğunda fısıltıyla konuşan annesini duydu. Dua ediyordu galiba. Ona ne olmuştu? Her tarafı o kadar ağrıyordu ki inleyişini engelleyemedi.

 

"Nazlım! Nazlı uyandın mı annem?"

 

Nazlı gözlerini araladığında etrafındaki insanları fark etti. Nazenin Asafın göğsüne sığınmış, ağlamaktan helak olmuş bir haldeydi. Gurur da Meyrayla aynı koltukta oturuyordu. İkisi de perişan bir ifadeyle baktı yüzüne. En son boğazındaki kuruluk geçsin diye yutkunduğunda annesine bakabildi. Yeşil gözleri kıpkırmızıydı. Sanki bir kaç saat önceye göre yaşlanmış gibiydi yüzü. Ardında babası ona korkuyla bakıyordu. Onun da annesinden kalır yanı yoktu.

 

Bir anda büyük bir farkındalık balyoz gibi indi beynine. Eli hızla ne yaptığını bilmeden karnına kondu. Bu arada da kolundaki seruma dikkat etmemiş, serum girişinin teninden ayrılmasına neden olmuştu.

 

"Nazlı ne ettin? Dur dur annem dur! Gurur koş doktor çağır!"

 

"Bebeğim! Anne bebeğime bir şey mi oldu? Anne ne oldu? Bebeğim iyi değil mi anne?"

 

"Yok, vallaha yok bir şeyiniz. Nazlı dur elin kanıyor dur kurbanın olayım dur artık! Bebek iyi ne olur dur Nazlı..."

 

Annesinin takatsizce ettiği laflardan sonra hıçkırarak ağlayışıyla durakladı. Elinin üzerindeki ıslaklığı kadırarak baktı. Kan sızıyordu.

 

O sırada koşturarak içeri giren hemşire hemen eline müdahale edip kanı durdurmuş ve serumu bu sefer koluna takmıştı. O sırada içeri Esra hanım girdi. Yüzü oldukça ciddiydi.

 

Etrafa bakıp yüzünü buruşturmuş sonra ise Nazlıya şu ana kadar baktığı en soğuk bakışlarını yollamıştı.

 

"Odayı boşaltın lütfen! Sadece bir kişi kalacak! Hastamla yalnız kalmak istiyorum!"

 

Kadının keskin sesiyle kimse ağzını açamadı. Asil, Züleyhaya baktığında başını eğmişti karısı. Elinin tersiyle gözündeki yaşı kuruladı. Nazlı ise soluk bile almıyordu. Esra hanımın yüzündeki ifade o kadar serttiki ona söyleyeceği kötü bir haberden ölesiye korkuyordu.

 

Oda boşalınca doktor hemşireyede başıyla işaret vermişti. Sonra elinde tuttuğu dosyayı açıp yaklaşık beş dakika hiç konuşmadan dosyayı inceledi.

 

"Esra hanım..."

 

Nazlının kedi iniltisi gibi çıkan sesiyle gözlerini dosyadan çekti.

 

"Bebeğim... Ona kötü bir şey mi oldu Esra hanım? O... O iyi mi?"

 

Esra aynı ruhsuz bakışlarını üzerinde tuttukça Nazlı yutkunamıyordu bile.

 

"Bana ilk geldiğinde seninle ne konuştuk biz Nazlı?"

 

"Esra hanım..."

 

"Ben sana ne söyledim? Eğer bu çocuğu istiyorsan her şeye harfiyen uyacaksın demedim mi Nazlı?"

 

Züleyha kaşları çatılıp başını dikleştirdi. Kızını böyle azarlar gibi konuşması canını sıkmıştı.

 

"Ne oldu Züleyha hanım? Hoşunuza gitmedi mi? Ben size en başından kendi çalışma prensibimi söyledim, sizde kabul ettiniz!"

 

Züleyha ağzını açtı.

 

"Ama siz..."

 

"Ama ben ne Züleyha hanım? Çok mu sert davranıyorum size? İnanın umurumda bile değil! Siz benimle çalışmayı kabul ettiğinizde benim şartlarımı da kabul ettiniz. Bu çocuğu istiyorsan Nazlı böyle pervasız olamazsın!"

 

Nazlının alt dudağı titredi.

 

"Ama ben bu gün... Ben çok kötü..."

 

"İnan umurumda bile değil Nazlı! Senin bebeğinin neredeyse ölecek olması benim umurumda! Girdiğin stres yüzünden kan basıncının rahmi soktuğu şok benim umurumda. Biraz daha bayılmayıp, bedenin o kasılmalara devam etseydi patlayacak olan kistler benim umurumda! Emek emek haftalardır büyütmeye çalıştığımız bebek, bebekle beraber sensin benim umurumda olan!"

 

"Ben çok üzgündüm. Ben bilemeden..."

 

"Olamazsın Nazlı! Sen bebeğini sağlıkla doğurana kadar üzülemezsin, sen onun önüne hiç bir duyguyu koyamazsın. Annen ölse Nazlı, yas tutmak için doğurmayı beklemek zorundasın!"

 

"Esra hanım..."

 

Nazlının bir anda boşalan sinirleriyle hıçkırışları yükseldikçe yükseldi.

Karşısındaki doktor da sinirlerdeki baskının hafiflemesi için bir süre ağlamasını bekledi. Züleyha yanına oturup göğsüne yasladığında biraz daha kendine gelmişti.

 

"Ona... Ona bir şey olmadı ama değil mi? Ne olur, yalvarıyorum ne olur?"

 

Esra yürüyüp sağında kalan komodine ulaştı. Ordan aldığı peçete yığınını Nazlıya uzattı.

Yüzünü silmesini ve kendini toparlamasını istediği bir bakış atmayı unutmadı.

 

"Biz bu gün saniyelerle büyük bir olay atlattık Nazlı. Benden bunu hafifleterek söylememi bekleme bunu sana yapacak kişi ben değilim. O bebek senin karnında olabilir ama ilk kez kalbinin atışını ben gördüm. Ve onun kalp atışını gördüğüm andan itibaren senden daha az insan değil benim gözümde. Anlıyorum ki kötü bir gündü, kötü bir şey geldi başına. Ama olmaz Nazlı! Bebeğin senin öncelik listende birinci sıradaysa, dünya yansa önemli olmamalı. Yapamıyorum diyemezsin çünkü öyle bir lüksün yok. Hiç olmadı ve ben bunu senden hiç saklamadım!"

 

"Ben çok üzgünüm. Ben... Çok üzgünüm."

 

"Bu da yasak Nazlı! Şimdi kedini toparla. Birazdan ultrasona alacağım seni, bebeğinin kalp atışlarını bir kez daha dinleteceğim sana. Bu sefer çok daha iyi dinle ve bir daha bana geldiğinde o atışları duyamama ihtimalini kafana kazı. Sonra da öğrendiğin, gördüğün, kaybettiğin o her ne ise bebeğinden değerlimi karar ver. Bizim kuru sıkı atacak tek kurşunumuz yok! Bebeğin yaşamak için bu kadar çalışırken sen onu böyle pervasız ateşlere atamazsın!"

 

Nazlı başını hızla iki yana salladı. Haklıydı! Haklıydı doktor Esra. Onun kim için olursa olsun kendini böyle risklere atma hakkı yoktu. Kızının canı gittikten sonra aşkı kalsa neye yarardı ki?

 

Haddi aşan aşk imtihanla sınanır Nazlı...

 

Aşkın bile önüne geçecek duygular vardı bu hayatta. Karnında emek emek büyüttüğü kızını kaybetse gözü Halili mi görecekti? Şu an ona bebeğinin öldüğünü söyleseler Halili mi bekleyecekti? Başını şiddetle salmayı bıraktı.

 

"Haklısınız! Bir daha asla olmayacak. Kimse önemli değil kızımdan. Kimse... Kimse onun önüne geçemez. Ben bebeğimi istiyorum Esra hanım."

 

Esra ilk andan itibaren yüzüne oturttuğu o buzu çatlattı. Gözlerindeki ifade yumuşadı.

 

"O zaman bu kadar yol gelmişken lütfen bunu bir daha yaşatma bize Nazlı. Ne aileni ne de beni bir daha bu kadar korkutma. Şimdi bebeğine bakalım ve yaşadığı dehşete rağmen nasıl direndiğini sana gösterelim."

 

Züleyha ağzını bile açmadan doktor ne derse dinlemişti. Tekrar araya girmek istemedi hiç. Doktor haklıydı. Nazlı bebeği için gerekirse kendi kanı, canı, yeğenini bile umursamamalıydı. Züleyha gözünün önünde günden güne solan çiçeğine baktı. Taç yaprağı kurursa o çiçeğin öleceğini bu gün çok daha iyi anladı.

 

Evet doktor Esra haklıydı. Nazlı annesinin öldüğünü görse şu saatten sonra doğurana kadar yasını bile tutmamalıydı...

 

Karnına sürülen jelle Nazlı ağlamaktan artık batma yapan gözlerini zorla araladı.

 

Doktor hanımın dümdüz yüzü ekrana baktıkça gevşedi, dudağının kenarında küçük bir tebessüm oluştu.

 

"Bak nazlı, hıçkırık tutmuş. Onu öylece savuruyor."

 

 

 

Olabildiğine ekranı Nazlıya çevirip ekrandaki minyatür bebek profilinin iki nefeslik aralıklarla sıçrayışını izletti bir süre. Nazlının akan yaşlarının yanında yüzünde hayran da bir gülümseme vardı.

 

"Allahım onu bana bağışla. Ne olur ona bir şey olmasın."

 

Dudaklarının mırıltıyla fısıldadığı cümleleri iki kadın da duydu. Hâlâ ekrandan saniyelik bile bakışlarını ayırmıyordu.

 

"İşte bu görüntü her acıyı örter Nazlı."

 

Esra hanım ekrana derin derin baktı. Yüzüne gölge gibi bir hüzün çökmüştü.

 

"Nice kadınlar şu görüntüyü izleyebilmek için tüm ömründen vazgeçebilir inanki. O yüzden elindeki nimetin kıymetini bil. Kızın çok güçlü, annesi de ona yakışır bir anne olmalı. Kızın savaşçı Nazlı. Eğer o böyle savaşırken elini bırakırsan tutunamaz."

 

Nazlı hızla başını salladı. Bir daha böyle bir korku yaşamayı kaldıramazdı. Böyle çaresizce iki üç kelimeyi bekleyemezdi. Onun gerçekten farklı öncelikleri vardı artık.

 

Halil de o çok önemli görevi için başkasıyla evleniyorsa yol oradaydı. Nazlı büyümüştü. Nazlı bebeğinin kalp atışlarını dinleye dinleye büyümüştü. Onu kaybederim korkusuyla sınandığı anlarda büyümüş ve aşkın bile değersizleşeceği dünya gerçekleriyle yüzleşmişti.

 

Kızı savaşarak yaşamak için çabalarken bu yaptığı haksızlıktı.

 

"Ben söz veriyorum. Söz veriyorum size bir daha ne olursa olsun? Ben kızımı istiyorum. Onu sadece kollarımda tutmayı, sağlıkla doğuşunu izlemeyi istiyorum."

 

Esra o kırık tebessümünü koruyarak tırnaklarını avuç içlerine geçirmiş kızın eline uzandı.

 

"Bende istiyorum Nazlı. İnan bu akıllı bıdığı kollarında görmeyi her şeyden çok istiyorum. Bana bu yükü sakın bırakma. Bana korktuğun o sözleri söyletme ne olur?"

 

Tuhaf bir kadındı ama gerekti Nazlının doktoru. Yıllar onda alışkanlık yapmamış, acıyı ve merhameti içinde dondurmamıştı. Nazlı kadar o da diğer ihtimalden çok korkuyordu. Kaç kadının ağlayışlarını izlediyse ya da bunu yaşadıysa bir anneye bebeğin öldü demekten ödü kopuyordu.

 

Bir gece hastanede müşade altında kaldı Nazlı. Ertesi sabah taburcu olup eve geldi. Öylece odasında yatarken kızlar da başında bekliyordu onun. Kendiyle beraber kaç kişiyi perişan etmişti. Diğer olanı ise düşünmek bile istemiyordu artık.

 

Halili düşünmek istemiyordu. Halili düşünmek hiç bu kadar acı vermemişti ve bu acı ondan çok kızına zarar veriyordu.

 

Öğlen saatlerine doğru hiç beklenilmedik bir şekilde Yiğit geldi. Meyra dün korkuyla bekledikleri anlarda ona ses kaydı atmış, Halile bir yığın bela okumuş, telefonu kapalı diye Yiğite de küfür etmişti. Sonra ise hıçkırarak ağlayıp ne olur gel diye ses kaydını kapatmıştı. Yiğit kaydı dinlediği an her şeyi bırakıp nasıl buraya geldiğini anlamadı bile. Kapıyı halası açtı.

 

Yiğitin soluğu durdu. Halasını... Çok uzun yıllar önce böyle görmüştü sanki .Bu çaresizlik, böyle ağlamaktan helak olmuş surat, düşük omuzlar... Halasını hayal meyal ,dermer çatma bir evde dayak yerken hatırladığında böyleydi. Bu evin içerisinde gözündeki parıltı dışında hiç başka his görmemişti.

 

"Hala! Halam Nazlı nasıl?"

 

Züleyhanın titreyen çenesiyle Yiğit tutup göğsüne yapıştırdı hemen.

 

"Yiğittt..."

 

Sesi titreye titreye sadece adını söyleye bildi Züleyha. Dünden beri ömründen yıllarını feda etmişti sanki. Tükenmiş, bitmişti. Ölmek sorun değildi. Ama ölüyormuş gibi olup da yaşamaya devam etmek çok kötüydü.

 

"Hala geçti... Tamam yok bir şey geçti."

 

"Yiğit bu oğlan ne ediyo? Ne ediyo hem kendine hem Nazlıya? Öldürecek mi bizi kahırdan ne ediyo Yiğit?"

 

"Az kaldı hala. Sana yemin ederim az kaldı. Biraz daha dayanacağız. Abim halledecek her şeyi."

 

"Yiğit nişan diyo."

 

"Değil! Öyle değil hala. Merak etme göstermelik o. İnan yok öyle bir şey. Bizim için, hızla gelebilsin diye bir prosedür."

 

"Nazlı ölüyodu. Bebesiyle ölüp gidiyodu."

 

"Onunla konuşacağım, her şeyi anlatacağım ona söz veriyorum. Üzülmeyecek boncuk. Odasında mı? Nerde Nazlı?"

 

Züleyha geriye çekilip gözünü avuç içiyle kuruladı.

 

"Odasında. Ağrıdan kıvranıyodu ilaç verdi doktor. Pek bitkin."

 

Yiğit hızla başını sallayıp merdivenlere doğru koşturarak ilerledi. Üst kata çıktığında Gururun kapı ağzında yere çöküp oturduğunu, başını duvara ağır ağır vurduğunu gördü.

 

"Gurur..."

 

Fısıltı gibi çıktı sesi. Gururun gözleri ona dönünce Yiğitin boğazına bir düğüm daha oturdu. Hiç bir şey söylemeden uzanıp onu da kollarıyla sardı.

 

"Geçecek aslanım. Az kaldı abim geçecek."

 

Gurur geriye çekilip yüzüne ıslak gözlerle baktı.

Kollarını öne uzatıp yiğitin bakmasını sağladı.

 

"Öldü sandım. Kollarımın arasında öylece öldü sandım. Abin bunu bize niye yaptı Yiğit abi? Ne istedi benim ablamdan?"

 

Yiğit onun abisine karşı bilendiğini görebiliyordu. Öyle de iyi anlıyordu ki zerre kadar kızamıyordu. Çok haklıydı. her şeyi bilmesine rağmen o resimlerin Türk medyasına düşmesini engelleyemediği için kendine daha çok öfkeliydi. Asla İngilizlerin ipiyle kuyuya inilmemeyi bir kere daha öğrenmiş oldu.

 

Bu abisi ve kendine en büyük dersti. Her şey bittiğinde onlara yapılanı misliyle alacaklardı.

 

"Her şeyi düzelteceğiz Gurur. Ama ne olur yardım et. Şimdi Nazlıyla konuşayım, işin aslını anlatayım içi rahatlasın. Nişan göstermelik, yok öyle bir şey. Son aşama için. Ne olur sadece Nazlıyla konuşayım, yardım et bana."

 

"Onu üzecek başka bir şey söyleyeceksen sende abin gibi git Yiğit abi. Ben ablamın damarına bakıp nabzını aramak istemiyorum bir kere daha."

 

"Olmayacak öyle bir şey. İnan olmayacak. Hadi aslanım."

 

Gurur kapıdan çekilince Yiğit kapıyı çalma gereksinimi bile duymadan içeri daldı. Kızlar açılan kapıya hemen dönmüştü. Yiğit, Meyra ile gözgöze geldi ilk.

 

"Meyram..."

 

Meyra sûkunuteni aralarında en iyi koruyan kişiydi. Nazenin ağlamaktan sesini iyice yıpratmıştı. Züleyha ablası, Asil abisi, Gurur perişandı. Asaf ve o hangisine koşacağını bilemediler.

 

Ona seslenen adama cevap veresi bile gelmedi. Öyle yitik hissediyordu ki kendini, haftalar önce gördüğü, toplasa beş kere telefonda konuştuğu sevgilisine baktığını bile oldukça geç idrak etti.

 

"Yiğit?"

 

"Geldim güzelim, uyuyor mu Nazlı?"

 

Meyra boş bakışlarını Nazlıya çevirdi. Uyuyordu. Öyle yorgundu ki nefes aldığını bile bir kaç kez Meyra kontrol etmek zorunda kalmıştı. Nazenin ayaklandı. Kendine kızgınlıkla bakışını görünce iç çekti. Nazlının hâli onları da kendine biliyordu.

 

"Nazenin? Kızım bakma şöyle."

 

"Nazlı çok kötüydü biliyor musun Yiğit."

 

Yiğit uykunun içindeki kıza bakıp gözlerini sıkıca kapattı.

 

"Geçecek her şey. Nazlıyla konuşayım geçecek."

 

"Halil enişte gelmeyecek mi?"

 

Hem kızmak istiyor hem de aksi bir şey derse diye korkuyordu Nazenin.

 

"Gelecek tabiki."

 

Yiğit tekrar Meyraya döndü. Çok yorgun hissetti o an kendini. Adranalinden saatlerdir uğraştığı şeylerin yorgunluğunu unutmuştu ama şimdi gevşeyen bedeni vücuduna ağrı olarak çökmüştü.

 

"Sarı papatyam... Bir sarılayım mı?"

 

Nazenin ikisine bakıp sessizce odadan çıktı. Meyra da ayaklarını sürüye sürüye önüne kadar geldi. Aslında hayatta izin vermezdi ama çok bitkin hissediyordu kendini. Ama sarılmayacaktı. Yiğit pisliği sarılıp, Meyraya güç verebilirdi.

 

İki yanına dolanan kollar ve başının yaslandığı göğüsle nasıl olduğunu bile bilmeden hıçkırıkları göğsünden boğuk bir ses olarak çıktı.

 

"Meyram... Güzel gözlüm..."

 

Meyra ne kadar sarılmayacağım dese de kolları ondan bağımsız beline dolanmış ve sıkı sıkı kavramıştı belini.

 

"Yiğit..."

 

Adı yine göğsüne saklı yüzü nedeniyle boğuk çıktı.

 

"Geçecek sarı papatyam. Ağlama bebeğim, geçecek."

 

"Ne zaman? Ne olur bitsin artık! Nazlının takati kalmadı ne olur bitirin. Ölüyor, ne olur?"

 

"Ölmek yok! Konuşma böyle yok ölmek."

 

"Nerdeyse... Allahım minik kızımız nerdeyse gidiyordu."

 

Yiğit biraz geriye çekilip duyduğunu sorgular gibi baktı Meyranın yüzüne.

 

"Kız?"

 

Meyra göz yaşının içinde başını hızla salladı.

 

"Kız... Bebeğimiz kız olacak Yiğit. Yeni öğrendi Nazlı. Bizde sürpriz olsun diye geldik. Ona zıbın aldım biliyor musun. üzerinde tabiki güzelim, sen bir de teyzemi gör yazıyor. O kadar güzel ki.

 

 

"Böyle minicik. Onu giydirmek için ben bile bu kadar heycanlıysam Nazlıyı düşenmiyorum ben Yiğit."

 

Meyranın laflarını bitirip birde akan burnunu çekmesiyle Yiğit tebessüm etti. Kız amcası olacaktı. Teyzesi de fırlamanın tekiydi. Düşünmesi bile o kadar güzeldi ki.

 

Uzanıp burnunu ucuna öpücük bıraktı. Sonra tekrar özlemle yanan göğsüne bastırdı sevdiğini.

 

Evine dönmek istiyordu o da. Sevdiğiyle sarmaş dolaş saatler geçirmek, her şeyin iyi olduğunu söylemek istiyordu. Bunun için bir plan yapmışlardı ve hayata geçirmek Yiğit için çok yorucu olmuştu. Üstelik ağabeyine planlarına başlama haberi gitti mi bilmiyordu bile. Kim bilir o ne haldeydi?

 

"Seni öyle çok özledim ki sarı."

 

"Bende çok özledim. Çok özledim Yiğit. Biz daha ne kadar sürüneceğiz? Ne olur bitti de artık?"

 

Yiğit alt dudağını dişiyle kesesiye ısırdı.

 

"Çok az kaldı... Azıcık daha sabır."

 

"Nazlı ne olacak?"

 

Yine bitkinleşen sesle sordu bunu. Hadi onun sıkıntısı atlatılırdı ama Nazlı nasıl katlanacaktı?

 

"O bizi anlar. O bizim nazlımız ben anlatınca anlar."

 

"Doktor ona çok kızmış. Bebeğini istiyorsan annen ölse üzülemezsin demiş. Ya daha çok üzülürse? Ya Halil... O kadınla evlenmeyecek değil mi?"

 

Yiğit hızla başını iki yana salladı.

 

"Asla! Yok öyle bir şey. İş o boyuta kalmayacak merak etme."

 

Onlar konuşurken kıpırdanmalar ilk Yiğitin dikkatini çekti. Meyrayı kolunun altına çekip yataktaki kıpırtıya daha dikkatli baktı. Nazlı başını sağa sola çevirip susamışlık hissi yüzünden dudaklarını yalamıştı. Sonra ağlamaktan şişen gözlerini acıyla araladı.

 

Bakış açısına giren iki kişiye baktı ilk bir kaç saniye sonra Yiğit diye mırıldandı.

 

"Boncuk Nazlı?"

 

Nazlı ağırca bedenini doğrultup tekrar su için komodinine baktı. Meyra da derdini anlayınca hemen Yiğitin kolunun altından çekilip suya uzandı. Nazlıya kendi eliyle içirdi.

 

"İyi misin nazlı çiçeğim?"

 

Nazlı tebessüm eder gibi dudaklarını kıvırıp, gözlerini açıp kapadı.

 

"Meyram... Bize müsade eder misin güzelim.? Nazlıyla konuşmam lazım."

 

Meyra onaylamama ihtimali varmış gibi Nazlıya bakıp başını salladı. Sonra sessizce odadan çıktı. Yiğit başını yana yatırıp usul adımlarla yatağına oturdu Nazlının.

 

"Beni kız amcası yapacakmışsın Nazlı."

 

Nazlının hiç konuşası yoktu. O kadar bitkindi ki Yiğite sarılmamış olmayı bile umursamadı.

 

"Senin gibi nazlı olursa ben yine pembe tencerede çorba mı kaynatacağım?"

 

Nazlı küskün bir çocuk gibi omuzlarını silkti.

 

"O hiç nazlı değil biliyor musun Yiğit?"

 

Nerden geldiğini bile anlamadığı yaşlar sardı yine gözlerini.

 

"Hiç nazlanamıyor. Hep savaşıyor. Yaşayabilmek için hep emek harcıyor. Benim kızım azıcık bile nazlanamıyor ki."

 

Nazlını gözünden kayan yaşı işaret parmağının ucuyla sildi Yiğit.

 

"Anası da babası da kim biliyoruz kızım. Daha azını beklemedik biz minik amazondan."

 

"Babası..."

 

Nazlı mırıltıyla söyledi bu kelimeyi.

 

"Konuşalım mı Nazlı? Üzülme artık, konuşalım."

 

"Üzülmüyorum Yiğit!"

 

Yiğit bu çıkışı beklemiyordu. Kaşları hafif anlamak ister gibi çatıldı.

 

"Kızımın babasına fırsatın olursa benden bir mesaj ilet Yiğit. Nazlı diyor ki de o da güneşini bulmuş. Karanlığın içinde doğsun diye gün sayıyormuş de. Senin için artık zerre kadar üzülmüyormuş , istediğini yapabilirmişsin de. Nazlı onu karanlıktan çekip alacak Güneşi bekliyormuş de. Gelmese de olur artık..."

 

Sona doğru istediği güçte çıkmadı ama sesi.

Yiğit de bunu öyle güzel anladı ki. Yüzünde tebessümü uzanıp alnına öpücük bıraktı.

 

"Demek Güneş amcası olacağım. Hoşuma gitti bak bu. Bizi karanlıktan çekip alacak bir Güneş. Evrenimizin en parlak yıldızı. Nazlı ve Halilin Güneş kızı... Sevdim bu adı Nazlı."

 

Nazlı ilk ne dediğini anlamadı ama sonra kaşları kalkmış yüzünde de çok güzel bir gülümseme yer almıştı.

 

Kızı adını kendi mi bulmuştu yani? Alt dudağını dişleriyle kıstırdı. Nazlının Güneşi... Zift karası bir geceden onu çekip alacak Güneş... Ruhunu parlak ışık hüzmesiyle aydınlığa kavuşturacak Güneş...

 

"Güneş..."

 

"Çok güzel bir isim oldu onun için."

 

Nazlı yine hızla salladı başını.

 

"Şimdi asıl konumuza gelelim Nazlı boncuk. Şu nişan dalaveresini açıklayayım."

 

Nazlının gülen yüzü anında asıldı.

 

"Kendine kraliyetten kızıl prenses bulmuş Yiğit!"

 

Yiğit kınar gibi başını sağa yatırıp kaşlarını çattı.

 

"Kızım sen akıllı insansın. Önce dinle sonra istiyorsan sıçarsın ağzına."

 

"Ben ona daha zerre bir şey yapmam Yiğit! Ne hâli varsa görsün."

 

"Hmmm bitti yani büyük aşkın."

 

Nazlı burnunu havaya dikti.

 

"Çok daha büyük bir aşkı buldum ben Yiğit. Kızımdan değerli hiç bir şeyim yok artık benim!"

 

"Baya da öfkelisin... Yazık olacak kobraya."

 

"Elimi bile sürmem o yılana!"

 

Yiğit kısık bir kahkaha attı.

 

"Dönüşünü hızlandırma planımız bu Nazlı. Ben Türk medyasına resimler düşmesin istedim ama kazık attı ingilizler. Ama dert etme kaynın kazığa oturtacak onları."

 

Nazlı ilgilenmiyormuş gibi görünse de gözünün altından bakmasına da engel olmadı. Yiğit yine kısa bir kahkaha attı.

 

"Sana anlattığımı duysalar asıl ben kazığa otururum ama amcasının güneşi daha önemli."

 

"Ne anlatacaksın bana?"

 

Böyle ilgisiz bir tavır takınınca yemiyordu Yiğit ama bunu Nazlı bilmese de olurdu.

 

"O malikaneye girmesi şarttı boncuk. İşin kötüsü kaideleri var. Aile dışında kimse giremiyor oraya. Biz de bir düzenek kurduk abimle. Sanki Türk hükümeti Halili tekrar kendi bünyesine istiyormuş gibi bir algı oluşturduk. Onlar da tabi ellerinden kaçırmamak için tarihte bilinen en eski ve en bağlayıcı gücü kullanmak istediler. Evlilikle abimi kendilerine mahkum etmiş sanıyorlar. Ben abimin planını bizimkilere kabul ettirmek için bir miktar pisleştim. Sonunda kabullendiler. Daha haberi gitmemiştir."

 

"Neyi kabullendiler ki?"

 

Yiğit kendini yana atıp yatağa yerleşti. Sırtını da başlığa yasladı. Nazlıyı kendine çektiğinde eli karnına konmuştu.

 

"Birim güven kazanana kadar aileye alışmasını istedi. Aceleye getirmek tehlikeli olacaktı. Bende aslında ilk bunu destekliyordum. Geç olsun güç olmasın demişler ama senin durum piramitte yeni bir sıralama oluşturdu."

 

"Piramitte mi?"

 

"Aynen... Öncelik piramidim var benim. Şu an ilk sırada sen ve minik boncuk var. O yüzden bir takım tehditler sonucu abimin planını onaylattım. O en başından beri aileye sızar sızmaz malikane için hazırlanan düzeneği kurmaya başlamayı istiyordu."

 

"Düzenek?"

 

"Her detaya takılma boncuk, anlatıcam dedim de her şeyi de bilmesen olur. Biz de aileye en kısa yoldan böyle girileceğini biliyoruz. Şimdi içeri istediğimiz her şeyi güvenle sokacak. Ondan istenileni aldığında birde düzenek için zaman kaybetmeyecek. Her şey aynı anda ilerleyecek. Plan olgunlaşınca her şey bir günde bitecek. Ama bir kaç ay Nazlı... İnan çok kalmadı boncuk."

 

Nazlı alt dudağının etlerini yola yola kanatmıştı.

içini kıskaca çeviren ihtimal ne olacaktı peki?

 

"Peki şey ne olacak?"

 

"Ney?"

 

"O kız! Kızıl prenses, o nişanlısıyla..."

 

"Höhhh Nazlı! Allah aşkına abimi benden iyi sen biliyorsun. Kız azıcık yaklaşsa üzerine kusar o kobra."

 

Nazlı tek omzunu silkti.

 

"Görevi çok önemli sonuçta. Ona da tahammür eder. Ne olacak sanki, salak bir Nazlı bekliyor her şekilde."

 

Yiğit gülümseyip saçlarına elini daldırdı. Sonra da saç diplerine öpücük bıraktı.

 

"Emin ol güzelim o insanlar için kalp sadece kan pompalamak için var. Abim gibi o kızın da tek derdi çıkarlar!Yani kimse senin kocanın aşkından ölmüyor. Hem ben abimi azıcık tanıdıysam kıza gay olduğunu söyler yine de eli eline değmez. Kızım en iyi sen tanıyorsun onu, konuşturma beni."

 

"Kusar gerçekten. Hem resimde gördüm çok uzun tırnakları. Halil baktıkça ağzına gelen kusmuğu yutmak zorunda kalır inşallah. Gerçi oh olsun ona, inan zerre kadar acımıyorum. Keşke kız pis koksa."

 

Yiğit geldiğinden beri en sesli kahkahasını attı.

 

"Ah boncuk ah..."

 

Biraz daha öylece kaldılar. Yiğit şiş göbeğini okşayıp durdu.

 

"Yiğit..."

 

Hmmm..."

 

"Gelecek ama değil mi? Kızım babasını tanımadan büyürse diye çok korkuyorum."

 

Yiğit derince iç çekti ve boş tavana baktı. Buraya gelmeden kaç kişiyi tehdit etmişti saymamıştı. Kaç kişiye abisine karısının durumunu anlatacağını, onu engelleyemeyeceğini bağıra çağıra anlatmıştı. Bir anda her şeyin sarpa sarma ihtimali Duhan Doğruyu gerçekten tereddüte düşürmüş olacak ki kısa bir zamanda Ertuğrul Paşayla görüşme ayarlanmıştı. Yiğit bir tur da ona anlatmıştı durumu. Abisi, karısının ve bebeğinin durumunu öğrenmeden görevi nihayete erdirme teklifine birde nasıl bir yol izleyeceklerini anlatma düşmüştü. Ama olmuştu. Sonunda hiç bir şey zamana yayılarak ilerlemeyecek her şey aynı anda planlanacaktı. Bu nereden bakarlarsa baksınlar en az bir yıl önceye çekiyordu onları. Yani abisi üzerine düşeni hatasız yaparsa kızının doğumuna yetişecekti. Belki karısının hamileliğini kaçıracaktı ama kızı doğduğu anda orada olacaktı.

 

"Gelecek boncuk. Sana ninit sözü olsun bu da. Kızın doğduğunda babası başında olacak..."

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

İNGİLTERE BİRLEŞİK KRALLIK SOFİTEL LONDON HEATHROW (WİNSHOR MALİKANESİ 8KM GÜNEYİ)

02.38

 

Elindeki şişeyi bir kez daha başına dikti. Olmuyordu! Ne yaparsa yapsın beyni bir türlü uyuşmuyordu. En azından bir kaç saat unutmak için her şeyi yapardı.

 

"Sikik İngilizler..."

 

Mırıltısının peşine şişedeki gırtlağını yakan sıvıyı yine yudumladı. Alev topu yutuyormuş gibi hissediyordu ama zerre umurunda değildi.

 

Buraya geldiğinden beri gök yüzünden ayı ilk kez bu kadar net görüyordu.

 

"Havası da sikik!"

 

Ve bir kez daha dikledi şişeyi. Sürekli kasvetli olan gökyüzü tabak gibi dolunayı sonunda gösterme lütfu sunmuştu demek ki.

 

Kapı tarafından şiddetli çalma sesleri geldi ama umurunda bile değildi. Şu an en önemli işi dolunayı izlemekti. Üzerinde kırış kırış olmuş ve üstten açılmamak için direten sikik üç düğme koparılma suretiyle ona istediğini vermişti.

 

Nefes alamıyordu...

Nefesini kesen şeyi düşündükçe ciğerleri aldığı hiç bir havayı beğenmiyordu. Onun biran evvel atmosferdeki en iyi oksijeni solunması lazımdı. Onun biran evvel karısının kokusuna ihtiyacı vardı.

 

Bunu düşünürken terasın bir tarafına fırlatarak attığı alyans parladı.

 

"Siktiğimin yüzüğü!"

 

Sonra karnına aşağı sarkan kolyedeki düğümü çıkardı. Dudaklarıyla öpücük bıraktı.

 

"Bakta yüzük nasıl olur gör sikik! Bak! Bakta bir bok olmayışını gör!"

 

Sonra yarısından fazlası bitmiş şişe yine dudaklarına yaslandı. Sırtını yasladığı soğuk duvar içini üşütüyordu.

 

"Duvara iftira atma lan sikik, için neden üşüyor biliyorsun!"

 

Şimdi de kendiyle kavga evresine geçmişti galiba. Önemli değildi. Şu hayatta kendini dövmek yapacağı en akıllıca şey olurdu.

 

Gözünün kenarıyla sessizce süzülüp sandalyeye oturan adama baktı ama zerre kılı kıpırdamadı.

 

"Nerdesin sen it?"

 

"Sikik bir otel terasında!"

 

Mırıltıyla kurulan cümleden sonra şişe alışılmış devinimine devam etti.

 

"Kaç saattir arıyorum seni!"

 

Halil, avcının azarını zerre umursamadan dolunayı izlemeye devam etti. Sonra ona da sinirlendi.

 

"Güneş senden çok daha güzel şerefsiz! Karanlıkta parladın diye adam mı oldun lan?"

 

Avcı hiddetle edilen laflar sonuncunda bir baktığı yere bir de sinirli adamı süzdü.

 

"Ayla mı kavga ediyorsun artık?"

 

"Sana ne sikik?"

 

"Seri küfüre bağlamışsın..."

 

"Ondan da sana ne sikik?"

 

Avcı derince iç çekti. Nişan sonrası ortadan kaybolmuş, saatlerce onu bulamamıştı. Sonunda M16 dan istemeye istemeye uydu desteği talep etmiş, sekiz kilometre uzaklıkta bir otelde olduğu bilgisi geçilmişti. Biran evvel konuşmaları lazımdı ama çoktan leyla olan adamı önce ayıltması gerekecekti.

 

"Git duş al konuşacağız!"

 

"Hiç bir sikim yapmayacağım! Defol!!!"

 

Avcı yine derin bir soluk aldı. Hali ortadaydı, o yüzden çok da üstüne gitmek istemedi.

 

"Haberler var, ayıl konuşalım. Plan yapmamız lazım."

 

Halil seri içtiği içkiden ağzının kenarına taşanları koluyla sildi. Nazlı yapınca kızıyordu. Şimdi kendi de aynı haldeydi. Gülümser gibi kıvrılan dudaklarına ağlamak isteyen gözleri izin vermedi. Dolunaya tekrar baktı.

 

"Çok üzülmüştür. Öyle çok ağlamıştır ki..."

 

"Kalk kobra!"

 

"Onu hiç üzmeyeceğim diye yemin edip en çok ben nasıl üzebiliyorum? Halbuki akıllanmıştım, uçurtmaya küstüğünde akıllanmıştım."

 

Avcı başını yana yatırdı. Bu kafayla hayatta irtibat kuramayacaktı bununla. Sonra gözü köşede sıralanmış üç şişeye değdi. Komaya girmek için muhteşem bir geceydi. Ayaklanıp bir şişede de kendine aldı.

 

"Uçurtmaya küsmeyi nasıl başardı?"

 

Sıradan bir sohbet gibi ilerliyordu konuşması. Halilin yüzündeki kırık tebessüme bakıp bekledi.

 

"On bir yaşında ilk kez çok kırdım onu. Öyle böyle değil ama çok kırdım."

 

"İyi bok yemişsin!"

 

Halil başını salladı. Öyle yapmıştı.

 

"Ama nasıl kindar? Süründürdü üç ay boyunca beni."

 

Mahirin kaşları havaya kalkmıştı. Kız milleti onunda da yirmi beşinde de aynıydı demek ki. Adanalısı ya da Aydınlısı hiç fark etmiyordu.

 

"İyi olmuş."

 

Halil şerefe der gibi şişeyi Mahire uzatıp tekrar dikledi.

 

"Eeee... Devamı yokmu bu hikayenin?"

 

"Olmaz mı?"

 

Tekrar onu eski günlere götüren düşüncelere daldı.

 

"Uçurtma şenliği düzenlemiş okul. Bu da millete hava basacağım diye benim Halilim en güzelin yapar diye bir güzel kışkırtmış herkesi."

 

"Onun Halili?"

 

Halil gökyüzündeki gözlerini ayırıp ona bakan arkadaşına değdirdi harelerini.

 

"İlk gördüğü andan beri onun Haliliyim ben."

 

"İstikrarda çok iyiymiş."

 

"Öyle... Bir şeyi çok sevsin yeter ki, hayatta bırakmaz. Sonra bende daha yeni gençlik zamanları, okulun en güzel kızı da peşimde dolanıyor ya havaya girmişim. Kapıma hevesle gelen boncuğuma ne yaptığımı bilmeden elin kızını rahat ettirmeye çalışıyorum."

 

"Sen?"

 

"Ergenken şerefsizmişim. Şimdi daha iyi fark ettim."

 

"Uçurtma yapmak yerine diğer kızı ellemeyi düşünüyordun tabi."

 

Halil eh der gibi başını eğdi.

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Sonra... Ben artık şımarıklık yapma deyip suratına bağırdım. Sonuçta kızın yanında rezil edildim ya sikik erkeklik onurumu kurtarmam lazımdı. "

 

"Kurtardın mı bari?"

 

Avcı yanaklarını şişiresi bir yudumla ve oldukça meraklı bir sesle sordu bunu.

 

"Kurtarmadım, öldürdüm! Çok hastalandı. öyle çok hastalandı ki ertesi gün okula gidemedi. Sonra ki gün de. Ondan sonraki günde. Yalan söylemek istediğinde çok başarılı olduğunu zanneden bir oyunbaz o."

 

"Numara çekti ha?"

 

"Öyle... Ama kızını gözünden sakınan halam bunu göremedi. Gerçi hasta olmasa da kalbini o kadar kırmışım ki hasta olmasına şükür edecek hâle getirdi beni."

 

"On bir yaşında bile senmişsin ha içindeki?"

 

"Bilmem... O hep o kadar düşkündü ki bana. Aşık olduğuna on altı yaşında emin olmuş ama sorsan hep aşıkmış ve o zaman fark edebilmiş."

 

"Yürekli kız. Bir çoğu üç ay beklemezken yıllarca beklemiş. Eee nasıl affettirdin kendini?"

 

"O kadar zor oldu ki avcı. Ben hayatımda hiç bir şeyden böyle pişman olmamıştım biliyor musn?"

 

"Bak böyle diyorsun ben yengeye baya hayran olmaya başlıyorum."

 

Halil olması gerekenden biraz daha fazla yudum alınca öksürdü bir kaç kere.

 

"Kapat sikik çeneni!"

 

"Boş yapma kobra! Nasıl affettirdin onu söyle."

 

"Şımarıklık dediğim hiç bir şeyi yapmadı aylarca. Kafa zehirdir onun ama yine de o ödevleri benim kontrolümde yapardı. Aylarca bir kere gelmedi yanıma. Dara düşse Yiğitten yardım istedi. Bir şey lazımsa beceremese bile gözünün önündeki bana gözü değmedi. Kapısına gittim, özür diledim, affetsin diye hediyeler aldım bana mısın demedi. Hiç bir şeyin yüzüne bakmadı. En kötüsü de o boncuk gözleri beni nerde görürse görsün öyle bir parlardı ki... O parlaklığın yerini donuk bir ifade aldı. "

 

Kuruyan boğazını ıslatmaya devam ederken yine dolunayı ğizlemeye başladı.

 

"Mahir?"

 

"Söyle!"

 

"Hiç evsiz kaldın mı?"

 

Mahir başını çevirip yerde yarı oturur pozisyondaki bitik adama baktı.

 

"Yok... Hiç evsiz kalmadım."

 

Halil onaylar gibi başını salladı.

 

"Ben kaldım. Böyle bir anda, ev bile denilmeyecek ama içinde yaşadığımız yeri bile kaybettim. Çok da korktum. Ama Nazlının bana parlamayan gözleri daha çok korkuttu beni."

 

Mahir anlamak ister gibi daha dikkatli baktı. Halil de gözlerini kısmış onu izleyen silah emanetçisini süzdü.

 

"İnsan sevgisiz, soğuk, korku saçan, yıkık dökük evini kaybedince bile üzülüyor Avcı. İşte ben sıcacık, her tarafı mis kokan, içimi bayram yerine çeviren evimi kaybetmiş gibi oldum sağuk bakan boncuk gözleri görünce. Ona deli divane aşık olduğumu Rusyada kabul ettim ama kalbim de Nazlı sadece aşk değil ki. Hayatıma güzel olarak dahil olan her şeyin başını çekiyor. Saf, masum, nazlı bir kız sayesinde bir çok güzellik dahil oldu soğuk kalbime. Şimdi düşünsene o yok!"

 

Burnunun direği sızladı. Gözünden kayan yaş ağırça aktı aşağı. Elinin ayasıyla sildi o yaşı ve zehirden bir yudum daha içti.

 

"Ben en çok o gün yaraladım sandım Nazlıyı. Ben o gün yaraladığım boncuğumu bu gün öldürdüm Mahir. Bıçak benim elimdeydi ve ben onu bu gün kendi ellerimle öldürdüm."

 

Bir yaş daha kaydı ama silecek takat bulamadı kendinde. Mahirde derin bir soluk alıp ayağa kalktı. İçeri geçip elinde bir sürahi suyla geri döndü. Onu zerre iplemeyen adama azıcık bile merhamet etmeden başından aşağı boşalttı.

 

"Siktir..."

 

Tıslamayla çıkan küfür sonunda duruşu biraz daha dikleşmişti.

 

"Kendine acıma seansın bittiyse ayılma vakti kobra. Kardeşten haber var!"

 

Halil başını çevirip ters ters baktı.

 

"Ne diyorsun sikik?"

 

"Asıl ben sikeceğim ha! Yeter! Kalk işimiz gücümüz var!"

 

"Kalkmıyorum lan! Varmı öteresi kalkmıyorum!"

 

"Evine gitmeyi uzatırsın, bana uyar. Nasıl olsa beni bekleyen karım değil daha."

 

Halilin işte bu dikkatini çekmişti.

 

"Ne diyorsun sen?"

 

Avcı ceketinin iç cebinden bir astım spreyi çıkarıp masaya bıraktı.

 

"Ne o?"

 

Umursamıyormuş gibi sorsa da anlamamıştı.

 

"Hastalığın için düzenli kullandığın ilaç."

 

Halil duruşunu dikleştirip ayağa kalktı ve avcının başında oturduğu masaya doğru ilerledi. Eline aldığı astım spreyine baktı anlamak ister gibi.

 

"Adam gibi anlat!"

 

Hay hay der gibi başını eğmişti Mahir. Bu ses tonu Halile değil kobraya aitti. O zaman üstüne açıklama yapması gerekirdi. Gerçi Türkiyedeki durumları öğrendiğinden beri onun canı da en az Halil kadar sıkkındı. Biran evvel burayı darmadağın edip ülkeye dönmeleri gerekiyordu. En azından kobra, karısı ve çocuğunu öğrenmeden!

 

"Senin yürütmek istediğin A1 planı üzerine işliyoruz tüm stratejiyi. Sen ailenin içindesin artık. Günlük sabah öğle akşam ota boka o malikaneye gir çık yapacaksın, yanında da en büyük zaafın olan astım spreyin olacak."

 

Halil kaşı kalkmış bir halde tek düze bir sesle konuşan adama baktı.

 

"Patlayıcı?"

 

"En az fosfor bombası seviyesinde. Ama arazi çok geniş, sayıyı oldukça fazla tutmalıyız. Birde Yiğitten günlük kordinat alacağız malikaneye dair. Sürekli aramalar yapıyor ekipler güvenlik için. Güvenlik menzili dışındaki her karışı patlatmaya hazır tutmamız lazım."

 

"Aynı zamanda uyuşturucu ticaretini hangi ülkelerle yapıyor ve silah kaçırmak için hangi balkan devletleri yatakçılık yapıyor kanıtlamak lazım."

 

"Aynen öyle. İki işi bir arada yapacaksın."

 

Halil elindeki alete tekrar baktı. Yana döne İngizlizlerin formülünü istediği nanoidlerden oluşmuş minyatür ama menzili yüksek bir patlayıcıydı.

 

"Güvenlik taramasında sıkıntı çıkmayacak mı?"

 

Avcı başını iki yana salladı.

 

"İlaç yapısı itibariyle onların yüksek radyasyonlu sistemine maruz bırakılmamalı. Yani seni her seferinde geçirecekler ama ilaç görevli tarafından teslim edilecek sana. Üstelik onlara verdiğin bir zaaf olacak astım hastası olman. "

 

Halilin dudağı aylardır ilk kez gerçek bir keyifle kıvrıldı.

 

"Kırılma noktam hastalığım olacak. Bana karşı gardlarını düşürmeyi sağlar."

 

Avcı parmağını şıklattı.

 

"Aynen öyle."

 

Halil hâlâ ıslak olan bedenindeki üşümeyi zerre önemsemeden alnına düşmüş saçlarını geriye doğru sıvazladı.

 

"Resimler... Ne oldu?"

 

"Yiğit kaldırdı."

 

"Kim sürmüş piyasaya?"

 

"Sence?"

 

Halil ağzında biriken tükrüğü zorla yutup aslında bildiği bir gerçeği tastikletmek için tekrar konuştu.

 

"Nazlı... Gördü mü?"

 

Avcı sıkıntıyla bıraktı nefesini. Hastane durumu darma duman etmişti onu. Sağlıklarının iyi olduğu haberi gelene kadar aklını oynatacaktı.

 

"Görmüş! Ama Yiğit yanına gitti. Asıl durumu açıkladı. Peki sen naptın kızıl sürtüğü!"

 

Halil sırf poz vermek için koluna giren kızı anımsadığında midesi çalkalandı. İçkinin yapamadığını o dehşet uzunluktaki tırnakların düşüncesi yapıyordu.

 

"Ablasının nasıl öldüğün hatırlattım. Sonra babasından gizli katıldığı partilerden seyir izlettim ve bana bir daha dokunursa ablasının yanına gömülmesini sağlayacağımı kafasına kazıdım! Babası prestiji için bir kızını daha suikastte kaybeden acılı babayı oynamaktan çekinmez değil mi?"

 

Avcı taktir eder gibi dudaklarını eğimlendirdi.

 

"Hem ölümüne korkup hem de her boku yemesi çok ilginç."

 

"O adama tam da öyle evlat lazım. Milletin çocuğunu zehirlerken kendi kızı kucaktan kucağa toz dileniyor. "

 

"Ve it gibi yakalanma korkusu var."

 

"Onu besleyen de o korku. Neyse ki işime yarıyor. Sesini kesip, tasmasını nereye çekelerse gitsin!"

 

Avcı uykusuzluğun yorgun düşürdüğü bedenini dikleştirdi. Birde içkiyle parlatmıştı bedenindeki halsizliği.

 

 

"Eee şimdi ne yapıyoruz kobra?"

 

Halil saçlarından hala yüzüne sızan suyu tekrar elinin tersiyle sildi.

 

"Kraliyete yüzyılın en büyük terör saldırısı nasıl olur izleteceğiz. Ve İngiliz istihbaratı bir Türke oyun oynamak ne demek pişmanlıkla öğrenecek....

 

 

Loading...
0%