Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Dimyatın Pirincindense Evdeki Bulgur Yeğdir

@orenda

Beni en çok eğlendiren bölümlerden biridir, umarım sizinde yüzünüzü güldürür❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Züleyha elinde ılık sütü karşısında kızını yemeye çalışan yeğeniyle kalakaldı.

 

"Lan ırz düşmanı puşt! Ne ediyon lan sen benim kızımın ağzına?"

 

Karşısında puta dönen ikili konuşup da ne boklar yediklerini anlatmayacaktı demekki.

 

Elindeki bardakları sağındaki şifonyerin üstüne bıraktı. İki elini beline yerleştirip gördüklerini hazmetmek ister gibi bir sağa bir sola adımlar batmaya başladı.

 

"Boyu devrilesi desem o da bana zarar. Anam eve girer girmez evin kızına da.... Tövbe Allahım tövbe! Bu evinde huyundan mı suyundan mı kurban olduğum. Neydi bu başımıza gelenler?"

 

Durup hâlâ utanmış suratla ona bakan iki dangalağa baktı.

 

"Ne? Utanıyonuz mu? Utanıyon mu Halil efendi? Kızın ağzından azı dişini çekerken hiç utanıyomuş gibi değildin, nolduki şimdi?"

 

"Hala bir konuşalım senle. Tamam haklısın bir anla..."

 

"Ne anlatacan ırzı kırık deyyus?"

 

Züleyha düşündükçe kurulmaya devam ediyordu. Yukarda uyuttuğu kocası aklına düşünce yeşil gözleri daha da alev aldı sanki.

 

"Ben ne diyecem bu kızın babasına? Anammm!!! Yeğenim, adamın kızını kolay götürsün diye başını okşaya okşaya uyutuyomuşum ya ben!"

 

"Anneciğim bir anlatalım biz. Bak bi din..."

 

"Sus! Sus Allahın zillisi! Sana daha sonra belledecem! Milleti uyutup odana yılan gibi süzülen bu puştu almak ne sana ayrı gösterecem."

 

Hiç yeri değildi ama annesinin yılan benzetmesiyle Halile kobra dedikleri geldi aklına. İstemsiz gülecek gibi olunca koluna çarpan yumuşak bir şey hissetti.

 

Annesinin peluş terliği ne ara o ayaktan çıkıp ona çarpmıştıki şimdi?

 

"Bide gülüyonmu utanmaz zilli? Az ar damarınız olsunda yüzünüz kalkmasın yerden! Anammm... Ben kocama ne diyecem anam? Sen, gönül koyacağısan gelmedi diye değil, kızının midesi yerinde mi diye bakmaya çalışmasına koy mu diyecem?"

 

"Hiii!!! Yok! Yok öyle deme anne. Ay denilir mi öyle?"

 

Züleyha telaşla konuşan salak kızına baktı. O büyüyüp bi halasına benzeyecekse Zeynepe benzesin demişti ama bu saf gidip Birgül halasına çekmişti.

 

"Anam ben nerelere gidem? Oy ben başımı nerelere vuram? Ben oğlanlara kız bakayım, oğlanın biri gözünü benim kızıma diksin."

 

Halil sükunetle halasının sakinleşmesini bekliyordu. Bunca zaman içerisinde öğrendiği bir şey varsa halasının ilk siniri geçene kadar ölse ona ulaşamayacağıydı.

 

"Anne lütfen ama ya... Tamam konuşalım."

 

"Halam... Canımın içi, bak buraya gelmemdeki en büyük sebep bu zaten. Nazlıyla olan ilişkimizi biran evvel söylemek istiyordum. Yarın söyleyecektim."

 

Züleyhanın gözlerinden çıkan lav miktarında zerre azalma olmadı.

 

"Ha halamın yüreğine indirmeden kızını bi tur götüreyim mi dedin aslan oğlum?"

 

"Hala götürmek falan... Ayıp ya deme öyle."

 

"Lan puştun evladı, daha beş dakka önce uyusun diye ben bu kızın babasını kedi pışpışlar gibi eğliyodum lan! Anam aklıma geldikçe beynime balyoz iniyo ya. Solumdan solumda ağrı giriyo anam! Hadi bu kudurmuş köpek salyasını akıttı, benim fingirdek kızım niye sumsuğu çakamadı acep?"

 

Nazlının yüzü biraz daha kızardı. Hayatı boyunca hiç bu kadar utandığını hatırlamıyordu.

 

"Anne ya... Aşığım ben Halile, seviyoruz biz birbirimizi."

 

Züleyha volta atmaya devam ederken ayağı havada kaldı.

 

"Aşıksınız?"

 

Halil yanında duran Nazlının elini kavradı.

 

"Çok seviyorum hala."

 

"Oğlum ne ara aşık oldunuz siz? Südüklüğüne durasıca desem yine bana zarar! Oy anam doğru düzgün beddua da edemiyom ya. Daha adam gibi göremedik biz birbirimizi. Ben bile seviyommu seni sevmiyom mu belli değil, sen ne ara bu kızı sevdin?"

 

"Ama anne ben on altı yaşımdan beri Halile aşığım ki."

 

Züleyha suratı domatese dönsede konuşmadan geri durmayan zilli kızına baktı. Gerçekten zilli diye diye zilli olmuştu ya.

Elini alnına ses getirir şiddette çarptı.

 

"Kız sen oncacık yaşta ne bilecen aşkı meşki? Hadi benim saf kızım sevmiş lan sen ne ara sevdin? Evden çıkıp gittiğinde bıyıkların yeni çıkıyodu la?"

 

Halilin dudağı hafif gülecek gibi olduysa da halasının sinirini körüklemeye gerek olmadığından tuttu kendini.

 

"Biz konuşalım halam senle. Sakin sakin anlatayım kızına nasıl aşık oldum."

 

Halil hiç konuşmamış gibi Züleyha volta atmaya devam etti. Aklında Asile bu durumu nasıl söyleyeceği vardı.

 

"Ben ele sırrımızı vermiyek, açığımızı vermiyek, zorumuzu göstermeyek derken ele hiç bişey vermez hale gelmişiz anam. Evin gelinlik çağa gelmiş kızını bile veremiyecek kadar pintileşmişiz. Öyleki evin oğlu, evin kızını ayartmış."

 

Halil yan gözle Nazlıya baktı. Nazlı korkuyla kaşkarını hızlı hızlı kaldırmıştı. Şu an ayartan kişinin kendi olduğunu söylemeye hazır değildi. Ona sinsi sinsi bakan Halili de daha sonra gebertecekti.

 

Nasıl bir bahtsiz bedeviyse eve geldiği ilk gün basılmışlardı. Gerçi Nazlıdaki şansla hiç şaşırmadı bu duruma. Tabi annesi babası uyudu diye Halille öpüşürse Allah da onu cezalandırırdı.

 

Aklına geldikçe ayağından yer çekilir gibi oluyordu. Resmen Halil dilini emerken annesine basılmışlardı. Sonra Halilin pijamasından sızan eli geldi aklına. Dehşeti katlandı. Annesi bir iki dakika daha geç gelmiş olsa ona sunacakları seyirden sonra annesi kurban bıçağıyla lokmalık ederdi onları.

 

Halil öne doğru yürüyüp halasına iyice yaklaştı.

 

"Gel seninle yalnız konuşalım halam. Bahçene çıkalım mı? Hava alırız, sen az sakinleşirsin."

 

Züleyha ters ters baktı.

 

"Sinir damarlarımın hakını avcuna koyun sonra sakinleşirsin! Ben o gördüğümü unutup nereye sakinleşiyom ermeni tohumu!"

 

"Haklısın halam... Vallahi çok haklısın ama hadi çıkalım. Çok ses yaptık."

 

Züleyha oldukça sert bir şekilde elinin tersini yanında duran yeğeninin karnına çarptı.

 

"Ne o? Enişten sese gelirde eve büyük gelen boyunu kısaltır diye mi korkuyon?"

 

"Eniştem aslında daha sükunet sahibi biri."

 

Züleyha hayretle gözlerini ayırdı. Şimdi bu kıçından bezini aldığı dana eniştesini ona tercih mi ediyordu?

 

"Ben bi kızına ettiğin bademcik ameliyatını anlatayım hele! Bak bakalım o sükunet mabadına nasıl kaçıyo!"

 

Şimdi böyle söyleyince de halasına hak vermeden edemedi. Basılacaklarsa keşke sarılırken falan basılsalardı. Öpüşüyor olmaları durumu biraz zorlaştırmıştı.

 

"Tamam halam, eniştem ne yaparsa boynum kıldan ince. Hadi çıkalım şu evden. Bak valla herkesi başımıza toplayacağız."

 

"Kanı içine akmayasıca düş önüme! Düş çıkak şurdan bana basıyolar. Anam basmak dedim! Anam kızımı da mı basacağıdım ya ben?"

 

Ağıt yakar gibi çıkan sesiyle Nazlı gerçekten olmadık bir şekilde gülecek gibi hissetti kendini.

 

Halil halasının kolunu tutan elini çekip Nazlıya yaklaştı. Saçlarının üstüne küçük bir öpücük bıraktı.

 

"Sen yat boncuğum, biz halamla konuşalım."

 

Nazlı kilitlenmiş gibi öylece baktı sevgilisine. Yürek yemişti bu salak! Annesinin yanında tamda şu anda yapılacak şey miydi bu? Gerçekten Halil kaslarını güçlendirirken beyninin yerinden bir miktar kullanmıştı galiba.

 

Tam o anda bir eşinin tadına baktığı terlik Halilin kafasının ardına çarptı. Refleksle Halil elini başına götürmüştü.

 

"Oğlum bu gevşekliği sana polis okulunda mı verdiler yavrum? Ne ediyon sen orda, düşsene önüme lan!"

 

Halil, Allahtan yazın kullandığı terliklerden değil diye düşünmeden edemedi.

 

"Hala yirmi sekiz yaşındayım. Şu terlikleme olayını bıraksak artık."

 

"Onu elindeki tezekleri yüzüne sürmeden önce düşüneceğidin yirmi sekiz yaşındaki Halil!"

 

Başını esefle iki yana salladı Halil. Halasının dediği gibi önüne düşüp yürüdü. Odadan çıkan ikiliyle Nazlı dermanı çekilen vücudunu çuval gibi yatağa bıraktı.

 

"Şimdi Halil sonra beni mahvedecek... Bir de kız bakmış benim sevgilime! Hayır sen benim annemsin nasıl kuyumu kazabilirsin ki."

 

Nazlı durdukça kuruldu. Asıl meseleden uzaklaştıkça uzaklaştı. Annesi kimi düşünüyordu ki Halile. Nazlıdan başka kimseyi düşünemezdi bi kere. Ortalık durulsun bunun için ayrı küsecekti annesine. Kendini geriye doğru bıraktı. Bomboş tavana bir süre baktı.

 

"Şimdi iyice kurulacak bize. Hayatta öpemem de artık..."

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Halil adımları yeri döver gibi ilerleyen halasının ardından baktı. Planladığı hiç bir şey olmamıştı. O en azından eniştesi de yanında olur ve olabilecek en doğru şekilde durumu anlatır diye düşünüyordu.

 

Öpüşürken basılmak bir tık işini zorlaştırmıştı. Üstelik bu öpüşme meselesini eniştesi duyarsa anlayışlı olur muydu çok da emin olamadı.

 

Kış bahçesine geçip oturdu Züleyha. Ona kısık gözlerle bakan Halile dik bakışlarını atmayı bir an bile bırakmadı.

 

"Hala özür dilerim. Bizi öyle görmemeliydin."

 

"Değil mi evladım? Ben el kadar sabimi kıstırışını niye gördüm ki şimdi?"

 

Cümledeki el kadar sabinin Nazlı olması aslında çok komikti. Acaba halasına el kadar sabisinin kaçak telefondan onu ayartmaya çalışmasını anlatsa halasının yüzü hangi renge dönerdi?

 

Neyseki bu durumu Nazlıyı sinir ederken kullanacaktı sadece.

 

"Hala... Ben bu evden çıkıp gittim ama öylece gidemedim."

 

Züleyha tek kaşı kalkmış irdeleyici bakışlarından zerre taviz vermemişti.

 

"Bakma öyle... Ben senin kızını gerçekten çok seviyorum. Rusyaya gittiğimde anca kafama dank etti ama ben Nazlıyı hep çok sevmişim hala."

 

"Niye Rusyada aklın daha mı iyi çalıştı? Hadi aklın başına geldi niye durdun onca zaman oralarda?"

 

"Hala sizi özlemek çok zordu. Ama Nazlıyı düşünmek daha bir zorlamaya başlamıştı beni. Üstelik onu düşündüğüm için size ihanet ediyormuş olmak çok koyuyordu. Beni sen büyüttün hala. Beni, Yiğiti... Hala sen olmasaydın bizim ölüp gideceğimizi küçük Halil bilmiyordu ama aklı ermeye başlayan Halil anladı. Sana sevgimle beraber çok büyük bir minnetim var benim. Çok utandım. Bize evinde yer veren eniştemden, bizi koruyup kollayan halamdan çok utandım ben. Yaptığım yediği kaba pislemek değil de ne? Bize ekmek veren elin kızına sevdalandım."

 

Züleyha alt dudağının içini duyduklarıyla ısırmaya başladı. Kan tadını alana kadar kendini böyle durdurdu.

 

"Ne demek ekmek veren el Halil? Ana babalar evlatlarına ne zamandan beri ekmek veren el oluyomuş?"

 

Halil önündeki masaya diktiği bakışla kaldırıp halasına baktı.

 

"Ana babamız bir lokma fazla yediğimiz için demedik laf bırakmayınca çocuk aklımız öyle sandı halam. "

 

Ölüp gidene, kaçıp yok olana Züleyha bir beddua daha saldı gökyüzüne.

 

"Senin ananda babanda biziz! Öyle doğurdu diye ana olmuyo kimse. Nüfusta adı yazıyo diye de baba olmuyo."

 

Biliyordu Halil bunları. Eniştesi de halası da ne güzel öğretmişti.

 

"Sabah uyanınca aklıma düşen Nazlı bir zaman sonra vicdan azabım oldu. On sekizimde okul için çıktım bu evden. Yemin ederim hiç aklımda yoktu. Zaten el kadardı Nazlı nasıl olsun? Tatil zamanları geldim bir eve. Yine aklım da kalbim de hiç Nazlıyı düşlemedim. Yirmi beşimde yurt dışı görevine çıkacağım zaman niye bilmiyorum gidemedim yanına. Siz söylediniz zaten sınavları vardı o da gelemedi. Ben havaalanında onu aradım. Ben gidiyorum dedim. Uzun sürecek görüşemeyiz, hakkını helal et dedim. Hala hiç bir şey söylemedi ama öyle bir hıçkırarak ağladı ki. Telefonu kapatırken adımı öyle yanarak söyledi ki öylece kalakaldım ben. Ne oldu, nasıl oldu anlamadım ama o telefon kapandığından beri içimde bir yerde bi kara deliğe düştüm sanki. Uzunca bir zaman bulamadım sebebi ne."

 

Züleyha genzi yansa da açığını vermemek için ters ters baktı.

 

"Bi de okuldaki hocaların çok zeki derdi. Safın önde gidenini okul birincisi diye kakaladılar bize. Eee nasıl anladın derdinin dermanının Nazlıda olduğunu?"

 

Halil o zaman korumalığını yaptığı adamların yanında avcıyla beraberdi. Bir gece yarısı avcının ipten örülmüş bilekliğe dudaklarını bastırışı ve söyledikleri onu darmadağın etmişti.

 

"Bana sorarsan ben bin yıl geçse anlayamazdım hala. Benim kalbim hiç öyle bir şey için yanmamış, bilmezdim. Yurt dışı görevimde bir arkadaşım vardı yanımda."

 

Duraksadı, o günlere daldı gözleri. Aynı korkulu çarpıntı göğsünde can buldu sanki. Dikkatle ona bakan halasına geri döndü yüzünü.

 

"İnsan hasretten bir ipi öpüp, koklar mı Mahir her gece uykuya dalmadan önce öyle yapardı. Bir gün öylece konuşurken 'gece yatarken aklımda, güne gözüm açılırken aklımda' dedi. 'Sevdiği yemeği görsem kanım çekiliyor, duyduğum şarkıda aklım yüzüne gidiyor, ne olacak benim bu halim' diye dert yandı? Ben o zaman öyle büyük bir darbe aldım ki derdini anlatan arkadaşıma kulak veremedim."

 

Uzanıp masanın üzerindeki elleri kavradı. Bu günkü Halil neyse, sebep olan kadının ellerinin üstüne bir sürü öpücük bıraktı.

 

"Hala ben gözümü her kapatışımda Nazlının yüzünü görüyordum. Güne başladığım ilk an uyanmış mıdır diye soruyordum. Hava soğuyordu kalın giymiş midir diye kendime dert ediyordum. En çok da... En çok da beni özlemiş midir diye yiyip bitiriyordum kendimi. Mahirin her bir lafı tokat gibi çarptı yüzüme. Sonra darmadağın olan her şey yerini bir anda buldu. Nazlı benimle büyüyen, halamın kızı değilmiş ki bende. Sen bizi kardeş gördün ama hiç kardeş, ağabey olamamışım ki."

 

Sonra Halil, eniştesinin onu katmadan bu işi çözmesini istediğini hatırladı. Enişteme verdiğim sözü tutmak için bekledim diyemedi.

 

"Sonra ben kendime bir söz verdim. Nazlı beni aramadan arayıp aklını karıştırmayacağım diye. Eğer başkasına gönlü düşerse sessizce kendi acımı içimde yaşayacağım, kimse bilmeyecek dedim. Ama hala Allah şahit Yiğitten hep haberlerini alıyordum. Okula gidişini, iki kızla çok samimi arkadaş oluşunu, sınavlarının iyi geçtiğini...

Ben bunları dinlerken bi anda çok seviniyordum ama Yiğit biriyle tanıştı der diye de aklımı oynatıyordum. Bazen kendimi hazırlamak için Nazlının kolunda bir adam, sizin yanınıza götürüşünü düşünüyordum. Hala insanın kesilmeyen eti kan akıtırmı? Ben daha düşünmeye başladığım ilk an oluk oluk kanıyordum sanki. Ne olur kızma, kırılma? Her zaman sen kurtardın beni, şimdi de destek ol."

 

Züleyha yanağının içini ısıra ısıra kocaman bir yara açtı. Ne düşüneceğini de bilmiyordu aslında. O ilk gördüğü görüntüde takılıp kalınca hiç derdiniz ne diye soruşturamıştı. İçinde susmayan yanı Nazlı bebek diyordu. Sonra başka bir ses Gururu doğurduğun yaşta diye geçmişi alnına çarpıyordu.

 

"Onla o bi mi canım? Küçük benim kızım!"

 

Halil kendi kendine konuşan kadına bakıp kaşlarını çattı.

 

"Hala..."

 

Züleyha koca bir kalabalığın içinde kalmıştı sanki.

 

"Bi susun heri!"

 

Sonra ona tuhaf bakışlar atan Halile baktı.

 

"Ne bakıyon? Aklımı aldınız şimdide bulamıyom işte. Sapıttım diye laf et utanmadan bide! Anam kocama ne diyecem ben?"

 

Halil eniştesiyle konuşurken gayet anlayışla karşıladığı için rahat hissediyordu kendini. Tek sorun halası hırslandığı bir anda öpüşme mevzusunu ağzından kaçırabilirdi. Ordan sonra dünyanın en anlayışlı insanı olsa da eniştesi de sinirlenebilirdi.

 

"Halam... Canımın içi ne olur yarın enişteme söylerken bize destek ol. Sen destek olursan eniştem kızmaz bize. Biliyorsun adam ağzından çıkan lafa bakıyor. Sen ne istersen yapar. Sen bizi desteklersen kırılmaz."

 

Yaptığı ne kadar doğruydu bilmiyordu ama halasının da bir takım zaafları vardı. Eniştesi üzerindeki gücünü duymak, egosunu okşamak gibi.

Züleyha da ağzının içine bakan kocasını düşününce bi duruldu. Asil hangi zamanda Züleyha bir şey istemişte yok demişti ki? Demezdi onun kocası. Çok seviyordu çok...

 

Yeğenini gözünün altında bir kere daha süzdü. Şimdi çok daha anlam taşıyan bir süzüştü bu. Sonuçta kızına niyetlenmişti bu oğlan.

 

"Nazlı pasaklının teki diye burnundan getiriyodun kızın, şörüğünü bulaştırarak öptü diye yüzünü yıkıyodun. Gerçi aşmışın sen o huyunu. Hiç şörüklü deyip dert etmez olmuşun!"

 

Halil kendini tutamayıp kahkaha attı.

Hakikaten Nazlı pasaklının tekiydi.

 

"Ne diyeyim hala, büyük konuşmuşum demekki zamanında. Senin pasaklı kızının, ayağının dibine attı kader beni."

 

"Halil biliyon mu ben artık eminim."

 

"Neyden halam?"

 

"Bu evin altında yatır var. Tükürdüğünü yalatan baba yatırı."

 

Şimdi zamanında enişten de büyük büyük konuştu ama daha haftam dolmadan kanırta kanırta yalattım o lafı deyip açığını vermezdi damat namzedine.

 

"Hala kafanın içerisini çok merak ediyorum bazen."

 

"Oğlum kafamın içine edip sonra neyini merak ediyon? Ben koyduğumu koyduğum yerde bulamıyom o kafa da zati. Al bak yeğenimi bi yere koydum şimdi damadım olmaya çalışırken buluyom."

 

Sonra dediği lafla tekrar Halile kızgın gözlerle baktı.

 

"Kızımla eğleşmiyon ele lan puşt? Gönlünü eğlemeyecen!"

 

"Hala Allah aşkına fırsat mı veriyorsun tam anlatayım derdimi. Tabiki öyle bir şey yapmayacağım. Nazlının okulu bitince resmiyete dökmek istiyoruz biz. Bu arada bende işlerimi düzenleyeceğim."

 

Halil alttan alta önlerindeki günlerin yerini de yapmanın zamanı olduğunu düşündü. Böyle bir hazırlık çalışmasıyla daha rahat ilerleyebilirdi.

 

"İşini ne edecen ki?"

 

"Hala ben polisim ama senin bildiğin gibi değil."

 

Züleyha başını sola yatırıp daha dikkatli baktı. Kaşlarını çatmasından sebep ortada incecik bir çizgi oluşmuştu.

 

"Bilmediğim kısmı ne?"

 

"Hala sivil polis gibi diyeyim sana."

 

Halil öne uzanıp sağa sola bakıyormuş gibi yaptı.

 

"Hani gizli görevlere katılanlar var ya öyle. Ben şimdi bir yuva kurarsam böyle görevlerden azlimi isteyeceğim. Öyle yurt dışına falan gitmemek için."

 

Züleyha da Halil gibi öne uzanıp boş bahçeyi taradı gözleriyle.

 

"Nasıl gizli polis? Ajan mı oldun lan sen? Anam başına ne iş açtın?"

 

"Hala çok film izliyorsun, ne ajanı? Öyle değil. İşte bazen doktormuş gibi, ressammış gibi kılık değiştiriyormuşum gibi düşün. Devletin işine karışılır mı halam? Ne görev verirlerse yapmamız lazım. "

 

Züleyhanın kendine yeten aklı derinliğini sorgulayamadı. Kılık değiştirme işlerini de az buçuk duyuyordu televizyondan.

 

"Yani ecnebi memlekete gidip kazık çakmayacan o zaman sen artık."

 

Bu durumu zaten sadece halası böyle yorumalardı.

 

"Öyle tabi. Aile sahibi olacağım, nasıl uzun uzun bırakıp gideyim?"

 

Züleyhanın evlatlarına hasret yanı ordan sonra da çok sorgulamadı aslında. Bir taşla birden fazla kuş demekti bu. Halili olmadık işlerden uzak tuttukları gibi boncuk çikolatasını da ne olduğu belirsiz ite kopuğa vermeyecekti. Elinin altında, hep yamacında olacaktı evlatları. Hem kızını üzmeye kalksalar elin oğluna bir yere kadar bulaşılırdı ama yeğeni öyle miydi? Gebertir atardı kapıdaki çöp kovasına. Düşündükçe bir aydınlanma yaşadı sanki. Hem Halile alacağı kızın da iyi huylu olacağı ne belliydi. Tamam kendi kızı da çok iyi huylu değildi ama canını sıkınca da saçını başını yolabiliyordu analık hakkı olarak. Düşündükleriyle bu işe içi daha çok yattı.

Hem ne kardeşiydi canım. Kan bağı mı vardı da kardeş oluyorlardı? Toplasan kaç zaman beraber yaşamışlardı ki hem? Yok yok iyiydi bu. Ne oluyorsa gözünün önünde olurdu. Kimsede aklı kalmazdı. Ayağı yanmış it gibi gezen yeğenini eve bağlardı böylece. Zamanında anasının lafına kıçını dönen Nazlı hanımda Halil sevdasına bulaşık yıkamayı, yemek yapmayı öğrenirdi.

 

Yok yok canım bu iş sandığından da kârlıydı. Kocasını da düşündü. Kızını yeğenine layık görür müydü acaba? Nereye görmüyordu o mustur? Daha iyisini mi bulacaktı pasaklı kızına yeğeninden başka? Boyu, posu yeterdi bi kere. E huyuda tekdendi, aklı desen o veli toplantılarından gerile gerile gelmeyi biliyordu. Hem hiç olmadı üç beş gece gönlünü görürdü. Az sırtına masaj yapsa... Biraz banyoda lif çalsa tamamdı bu iş. Hem yaz da yaklaşıyordu artık. Şöyle efil efil gecelikler giyse o Asil efendi ağzını açamazdı. Olurdu bu iş olur.

 

Kafasındaki tilkiler kuyruklarını senkronize bir şekilde dans ettirdikçe bu durumu daha çok sevmeye başladı.

 

"İyi madem... Ne edek başa gelen çekilir. Yarın konuşak, iş çevirmiyek kocamın ardından. Sizde efendi uslu ne derse dinleyin. Ben gönlünü edesiye konuşurum. Kalk git zıbar yerine. O kapının kolu kıpırdansa kıçından bıçaklarım ırz düşmanı seni!"

 

"Hala ayıp oluyor ama."

 

"Ele oğlum, ayıp oluyo! Evimde kızımın ağız röntgenini çekince nasıl ayıp oluyo bi bilsen!"

 

Halil bir şey demedi. Ağzını açsa halasının kızgınlığını umursamayıp gülecekti. Ayağa kalkıp halasının saçlarından öptü. Bir iki nefes çeklemişim hala."

 

Sonra da bir şey demeden uzaklaşıp gitti. Züleyha bir süre daha çıkıp giden Halilin ardından baktı. Zaman çok hızlı akıyordu. Gözünün önünde büyümüş, koca adam olmuştu. Yiğite ya da Gurura göre hep daha ketumdu Halil. Genelde ne hisseder bilemezdi Züleyha.

Geçmiş hiç hatırlamak istemediği bir anıyı düşürdü aklına. Bu eve girdikten bir yıl sonra Cemil ağabeyi, Lalezarın kapatıldığı hastanede kendini boğarak öldürdüğü haberini getirmişti. Aklı almamıştı Züleyhanın. Yastık kılıfını yırtıp, ip haline getirmek, nefesi kesilene kadar gırtlağını kendi eliyle sıkıştırmak bir türlü aklına yatmamıştı. İnsan ne kadar kendini öldürmek istesede dönüş yolu hâlâ elindeyken bir anda vazgeçerdi. Kendini assa, nefessizlikten kıvransa bile kurtaramazdı. Bileğini kesse vazgeçmek istediğinde bile kanı durduramazdı. O zaman bir insan boynuna doladığı kumaş parçasını hem sıkıp hem nasıl kıvranırdı? Canı çekildikçe bırakmaz mıydı o eller soluğunu kesen kumaşı? Nasıl bir hırs gözünü böyle kör ederdi hâlâ da anlayamıyordu. Cemil ağabeyi konuşurken ne hissedeceğini bilememişti ama kapı kıvığından ona bakan bir çift yeşil göz dünyasını başına yıkmıştı.

 

Hiç bir şey dememişti Halil. Hiç bir şey sormamıştı. Züleyha korkudan ne yapacağını bilemezken Halil yeni yürümeye başlayan Gururla oynamıştı. Nazlının kopardığı defter yapraklarını geri yeni defterine yazmıştı. Oturup yemeğini yemişti. Züleyha gözünü bir kere ayırmadığı çocukta azıcık bile bir değişim hissedememişti. Gece uyku gözüne girmeyince sessizce odasına girmiş yanına kıvrılmıştı Halilin. Halil sadece bir o gece hıçkıra hıçkıra ağlamış, halasına can simidi gibi sarılmıştı. Tek kelime etmemişti, bir tane soru sormamıştı ama sızıp uykuya dalana kadar ağlamayı da bırakmamıştı. Asille beraber ertesi gün erkenden Asilin bir kaç kere götürdüğü doktora koşmuştu. Doktor oyun adı altında gerçekleştirdiği bir kaç seans sonrası benliğinin biyolojik ailesini reddettiğini, onlara dair tüm hislere kendini kapattığını söylemişti.

 

Zaman akarken gözlerini hiç bir evladından ayırmamıştı Züleyha. Her kararlarının ardında durmuştu. Öyle ki içi yana yana Halili çok uzağa bile gönderebilmişti.

 

Şimdi belki herşey yoluna giriyordu. Böyle bir durum hiç aklına düşmemişti ama fena da değildi. Ne fenası artılarını düşündükçe çok çok iyiydi bile.

 

Üşüme hissi tenini sarınca kalktı yerinden. Kafasında ertesi günün planıyla odasına çıktı. Yatağa girdiğinde Asilin sırtı dönüktü. Bekledi bekledi ona dönmeyince parmağının ucunu sırtına bastırdı.

Fısıltıyla "Asil" diye seslendi. Uyku sersemi adam başını az kaldırıp biri kapalı gözüyle baktı.

 

"Hep üstümü açtın, dondum herif. Sarılda ısıt hadi beni."

 

Asil yine anlamadı ama denileni yaptı. Karısının sırtını göğsüne yaslayıp sımsıkı sarıldı.

 

"Buz gibi olmuşsun."

 

"Hee... Ayaklarımı da ısıt emi? Soba gibisin maşallah."

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Sabah kahvaltısı hazırlanırken Nazlı başını kaldırmadan masaya kahvaltılıkları taşıyordu. Nazenin ve Meyra da ortalıkta gezen elektriğin sebebini anlayamadılar.

 

Züleyha reçelleri götüren kızının arkasından bakarken koluna bir el değdi.

 

"Hayırdır gelin hanım, kızı gözünle dövdün."

 

"Arada dövmek lazımmış Sultan abla."

 

"Abooo hemi de sen? Ne oldu kız?"

 

"Ne olacak yeğenimi kızıma damat alıyom."

 

Sultan çaydanlığı ocağa bırakıp başındaki tülbenti düzeltti.

 

"Hangisine?"

 

"Abla az şaşır bari. Halile..."

 

"Dün belliydi zati gözünü ayırmadan sırıta sırıta izleyişinden."

 

Züleyha durdu, dikkatle sandalyeye kurulan kadına baktı.

 

"Sen ne ara gördün?"

 

"Sen daldan dala atlayıp sevindirik olduğun bi vakit gördüm işte. Daha ne istiyon Allahtan. Filinta gibi çocuk, ele mi yedirek?"

 

Züleyha da geçip oturdu karşısına. Sultan ablası da böyle düşünüyorsa doğruydu o zaman bu iş.

 

" Öyle edek ele? Asille de konuşacaz. Bunlara bi ad koyak abla, oğlanı kızın odasından topladım akşam."

 

Dertlenir gibi söylenmesine Sultan kahkaha attı.

 

" Oğlan halasına, kız babasına çektiyse tez elden koyun o adı siz."

 

Züleyha ters ters bakıp öten mikrodalga fırının yanına gitti. İçerisinden çıkardığı ısınmış katmerleri tabağa servis etti.

 

"Maşallah bizi ısıracak dişi hiç dışardan bulmuyoz. Evdeki bize yetiyo."

 

Söylene söylene çıktı mutfaktan.

Masanın başına yerleşen ev halkıyla da oturup kahvaltıya başladı. Gözünün altından kendini kesen Halil ve kızının tabiki farkındaydı.

 

"Asil... Bu gün gitmeyelim diyom ben. Serkan Seyhanı idare ediyo nasıl olsa. Sude hanımı da ararım gelmeyeceğimi söylerim haberi olur."

 

Asil çayından bir yudum alıp karısına döndü.

 

"Aradım bile ben, çocuklar burdayken evde olalım."

 

"Aslan kocam benim."

 

Züleyha bir yerden başlamak lazım diye kaymak ve bal sürdüğü ekmeği kocasının tabağına bıraktı. Çayı biter bitmez minişi beklemeden doldurup getirdi. Masada ki Asilin seveceği ne varsa ona doğru kaydırmaya başladı.

 

Meyra elindeki çilek reçelli ekmeği tabağına bırakıp Nazlıya doğru eğildi.

 

"Ne oluyor bu lanet olası yerde? Ben bilmeden hangi eğlenceyi kaçırdım?"

 

"Sus!Allah aşkına gerilmekten davul gibi oldum su Meyra. Başım çok fena belada."

 

Fısıltıları bir iki gözün dikkatini çekse de umursamadılar.

 

"Ne oldu lan?"

 

"Akşam Halille öpüşürken anneme yakalandık."

 

Meyra gözlerini ayıra ayıra yanındaki salağa baktı.

 

"Allah!!!"

 

Boş bulunup yüksek sesle tepki verince herkes gözünü Meyraya dikti. Yüzü anında kıpkırmızı olmuştu.

 

"Çay... Çay çok sıcakmış, yandım sıcakmış çok."

 

Üzerindeki bakışlar çekilince tekrar Nazlının dibine girdi.

 

"Allah seni akılla ödüllendirsin salak! Sen ne halt yemeye ilk dakkadan gol yiyorsun?"

 

"Sus diyorum pislik bütün gece uyumadım zaten, gelme üstüme."

 

Meyra başka bir şey demeden geri tabağına döndü. Tabağında olması gereken reçelli ekmek yoktu. Sonra karşısında ona pis pis sırıtarak bakan ve ekmeğini yiyen hıyarla göz göze geldi.

 

"Yalnız o benimdi!"

 

"Yeseydin."

 

"Benim tabağımdaydı!"

 

Yiğit bir şey demeden kaşlarını kaldırdı ve büyük bir lokma şeklinde ekmeğin tamamını ağzına tıktı.

 

"Zıkkım olsun."

 

Fısıltıyla söyleyecekti ama suratle yüklenen sinir biraz daha ayarsız çıkmasına neden oldu sesinin.

 

Züleyha ile göz göze gelince zorunlu bir halde gülümsedi.

 

"Şifa olsun Yiğitcim, yarasın inşallah."

 

Bu evi çok seviyordu ama her yer mayınlı bölge gibiydi. Meyra gibi kabına sığmayan sular için oldukça kısıtlayıcıydı. Ne vardı şimdi ağız tadıyla yede çıkarama dese. İnim inim inle ama o tuvalette de nöbete kal dese. Ne olurdu sanki?

 

Kahvaltı faslı bittiğinde Züleyha yavaş yavaş Asaf ve Halille sohbet eden kocasına yaklaştı. Sırtına yük olmuştu dünden beri bildikleri. Hiç huyu da değildi bir şey saklamak.

 

"Asil, canım bi bahçeye çıksak mı senle?"

 

Asil karısına bakarak kaşlarını çattı.

 

"Çıkalım güzelim, ne oldu?"

 

"Şey Asil çocukların sana diyecekleri varmış da. Biz bi çıkak hemi kocam?"

 

Asil yanında başı hafif eğilmiş oturan adama bakıp derin, sıkıntılı bir soluk bıraktı. Demekki Halil halasıyla bir şekilde konuşmuştu. İçine nedeni belli olmayan bir daraltı da yerleşti. Bilmekle dillendirmek aynı şey değildi ki. Öylece başını sallayıp ayaklandı. Peşinde de Halil ve Züleyha salon kapısına doğru yürümeye başladı. Meyra ve Nazeninle oturan Nazlıya da annesi gözlerini fıldır fıldır döndererek işaret verdi.

 

Nazlı kelimelere gerek duymadan annesinin "gel de yediğin hurmalar nasıl tırmalıyor gör" dediğini anlamıştı. Süngüsü düşmüş bir halde o da takıldı peşlerine.

 

Kapıdan çıkanlarla Gurur ve Yiğit kızların oturduğu üçlü kanepeye kendilerini attılar.

 

"Ne oluyor burada şimdi?"

 

Gurur yeşil gözlerini kısmış gidenleri görecek gibi kapıya bakıyordu.

 

Meyra geriye doğru yaslandı. Ardında sıkışmış saçlarını omzuna atıp eliyle yelpaze yaptı kendine.

 

"Ablan sıçmış Halil de sıvamış Gururcuğum. Zülüşcüğümde siz böyle zor temizlenirsini diye üstlerine tuz ruhu dökmeye götürdü."

 

"Meyracığım Türkçe meali ne bunun?"

 

"Ay senin haberin yok tabi. Bak şimdi yakışıklı, Halil artık senin enişten. Bu eniştenle ablanın münasebetini annen dün hiçde uygun olmayan şekilllerde basmış. Şimdi tabi kocasına çok düşkün Zülüşcüğümüz de 'ölürüm de kocama demeden durmam' demiş bunları arenaya götürdü."

 

"Oha! Oha lan oha! Halil ağabeyle Nazlı olmuş mu? Ananı avradını birde kıza bu herif sana bakmaz dedim ben. Salaklar! İlk günden de yakalanmak Nazlı safına yakışırdı gerçi. "

 

Gurur geriye yaslanıp durdu. Sonra kafasında bir ampul yandı. Bir anda ayaklandı.

 

"Lan bunlar ne yapıyormuş da basılmışlar dedin sen? Hayır ne yapıyor olabilirler basılacak? Yan yana oturuyorlardır değil mi? Tamam hadi elini falan tutmuştur boş bulunup sevindirik boncuk. Meyra gözünü seveyim elini tutmuş de."

 

Meyra dudaklarını büzüp öne doğru uzattı. kaşlarını da havaya kaldırıp komik bir tipe büründü.

 

"Bilmemmmmm. Artık ne yapıyorlarsa?"

 

Gurur eli ensesinde sağa sola volta atmaya başlamıştı ve sürekli gözü kapıdaydı. Acaba yanlarına o da gitse miydi? Önce ortamı dinler sonra basılmalı işlere bulaşan Nazlıyı traş bıçağıyla dazlak ederdi.

 

Onu keyifle izleyen Meyra daha ne olduğunu anlamadan büzülmüş dudaklarının iki parmak tarafından kıstırıldığını anladı.

 

"Nasıl keyif alıyorsun karışan ortamlardan değil mi yarım porsiyon sarı?"

 

Yiğitin elinden dudaklarını kurtarınca kızgın mavileri hemen üstüne döndü.

 

"Sana ne be! Uğraşma benle çocuk bak belan olurum."

 

Yiğit pis bir sırıtmayla Meyranın dibine kadar girdi.

 

"Olsana belam sarı sıçan. Bir ol bakalım neler yapabiliyorsun? Kızım sen ateş olsan sigara tutuşturamazsın."

 

Meyra içinden geriye çekilme hissini yok sayıp aynı pozisyonda kaldı.

 

"Bana bulaşma çocuk! Bak uyarıyorum seni bana bulaşma. Veterinerlikte tanıdığım çok sağlam arkadaşlarım var bana bulaşma!"

 

Yiğit odayı doldurası bir kahkaha atıp geriye yaslandı. El kadar boyuna bakmadan tehdit edişi çok komikti. Çok eğlenecekti bu sarı civcivle çok.

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Asil geçip masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturdu. Sırayla da gerisinden gelen eğik başlar oturmuştu.

 

"Ne oluyor burda?"

 

Züleyha az sağa sola sallanıp, kızına ve yeğenine ters bir bakış attı.

 

"Ne olacak kocam? Bunlar bizim haberimiz olmadan bi boklar yemişler. Şimdi de ille de bize yardım et diye eteğimde dolanıyolar."

 

Asil Halile baktı. Halil başını iki yana esefle sallamıştı. Kızına da bakacaktı ama kızı yerdeki çakıl taşlarını sayıyordu sanki.

 

"Ne yapmışlar Züleyha?"

 

"Anam ne yapmamışlar ki? Ama ne edek kocam evlat ikisi de mecbur bi hâle yola koyacaz."

 

Züleyha dolandırdığı lafı Asille göz göze gelince uzatmamaya karar verdi.

 

"Kocam bu oğlan Nazlıya gönlünü düşürmüş. Bizim kız da olmaz dememiş işin aslı. Akşam da işte Halil mahçup mahçup kapıma gelip 'hala bi senle konuşak!' dedi de bende öyle öğrendim. Emme tabi hemen kocama diyecez dedim. Ben Asilsiz hiç bişeye olur demem dedim. Tabi kardeş kardeş büyüttüm sizi, siz birbirinize yan gözle mi bakıyonuz ekmeksizler diye iyice malamat ettim kocam."

 

Asil şu an bulunduğu hale gülse mi ağlasa mı emin olamıyordu. Koca koca insanlara bu işe rızam yok dese ne olurdu demese ne olurdu? Birde karısının yol yapan lafları vardı. Sanki kendi sert bir tepki verecekmiş gibi Züleyha hanım onu şerbetliyordu. Sabah kahvaltıda ki izzet ikram niye anlamış oldu.

 

"Birbirlerini nerde görmüşlerde birbirlerine gönül düşürmüşler Züleyha Hanım?"

 

Asil ne kızına ne de yeğenine baktı. Kaşlarını da olabildiğine çattı.

 

"Ele kocam ele? Bende dedim zati. Aha bu boyu uzun aklı kısaya, kaç yıldır ortada yoksun bu adamın kızını nerde gördün dedim de işte ne yapan laftan mı anlıyolar? Bi de gelmiş ben Nazlısız edemem ille okulu bitince evlenek demez mi?"

 

"Ne evlenmesi Züleyha!"

 

"Ele kocam valla bende öyle dedim ya. Anam laf söz de olur şimdi ne etsek ki? Siz de bişey desenize! Akşam susmuyodunuz, Nazlı hanım konuşsanıza!"

 

Züleyha gözünü belerte belerte kızına baktı. Nazlı anlık annesine birde babasına bakıp yerdeki taşları saymaya devam etti.

 

"Enişte bana ne kadar kızsanız haklısınız. Kalbime söz geçiremedim. Nazlının da aklına ben girdim. Kusurumu hoş gör, sen bize hep babalık ettin şimdi seni gücendirirsem hayal kırıklığına uğratırsam bunun altından kalkamam."

 

"Gücenir tabi adam! Sen onca yıl arama sorma sonra adamın karşısına geç kızını seviyom de. Ne dese haklı benim kocam! "

 

"Anne ya... Öyle deme. Baba Halil her şeyi üstüne alıyor ama öyle değil ki. Yani aklımı falan karıştırmadı ben hep onu..."

 

"Sus kız! Kalkın gidin gözüm görmesin az sizi!"

 

Asil ne olduğunu bile anlamamıştı. Halil ve Nazlı da kurbanlık koyun gibi sessizce kalkıp çıktılar. Züleyha sandalyesi taşlara sürtünmekten ses çıkara çıkara kocasına yaklaştı.

 

Elini de ensesindeki saçlarını okşamak için kullandı.

 

"Nasıl kızdım nasıl kocam? Akşam burnundan getirdim oğlanın. Sen dedim sana babalık eden adamın kızına göz koyarken utanmadın mı diye yerin dibine soktum soktum çıkardım."

 

"Züleyha şu an beni yükseltiyorsun yalnız."

 

"Yok yok kocam olur mu öyle şey? "

 

Züleyha oturduğu yerden kalkıp kocasının ardına geçti. Elleri de omuzlarına masaj yapmaya başlamıştı.

 

"Aslında Asil ben diyom ki..."

 

"Ne diyon zümrüt hanım konuş bakalım."

 

Züleyha eğilip yanağına bir öpücük bıraktı. Sonra doğrulup masajına kaldığı yerden devam etti.

 

"Yani kızdım, bağırdım çağırdım da az bi düşününce de aklıma yattı sanki bu iş."

 

Asil işin nereye gideceğini bildiği için kaşları çatık olmasına rağmen neredeyse gülecekti. Allahtan Züleyha arka tarafındaydı da göremiyordu yüzünü.

 

"Kızımız pek nazlı pek narin kocam. İlla gidecek neidüğü belirsizin birine gönlünü düşürecekti. Böyle olunca şimdi hep elimiz üstüne olur ikisinin de. Hem Halili sen yetiştirdin kocam, senin elin değdi hamuruna. Hiç kötü olma ihtimali olur mu? Yokkkk tövbe olmaz. Benim kocam şimdiye kadar neyi kötü etmiş ki çocukları kötü olsun ele kocam? Hem Halil de bi yuva kursa diyodum hep biliyon içimi. Evimizin oğlu evimizin damadı olur. Aklımız iyiler mi kötüler mi hiç kalmaz. Hem Halil bana söz verdi. Bu göreve neye gidiyodu ya onları hep bırakacakmış."

 

Asil son duyduğuna kadar gayet keyifle karısının onun suyuna gidişinin keyfini çıkarıyordu. Halil nasıl böyle bir söz verebiliyordu halasına? Aklı karıştı, biran evvel Halille evin dışında konuşmalıydı.

 

"Öyle olursa belki Adanaya yerleşirler, Nazlı da belki buraya atanır. Hem atanamazsa burdan bi okula başlar belki. İyi olmaz mı kocam? Anam iyi olur sanki."

 

Asil omzundaki eli tutup çekti. Dengesini kaybeden karısı da kucağına düşmüş oldu.

 

"Yalnız zümrüt hanım, biraz önce sinirlenmem için dünya laf ettin çocukların yanında."

 

Züleyha teessüf eder bakışlarını çekmedi kocasından.

 

"Öyle hemenden yüz verilir mi bunlara Asil? Şimdi bizim hevesimizi görürlerse okul ney beklemez bunlar. Hemen düğün dernek kurak derler. Az ağırdan satak kendimizi."

 

"Züleyha hem kızdırıp hem sakinleştiriyorsun beni farkında mısın? Ayrıca sandığın gibi ben bu duruma çok da bozulmadım."

 

Züleyha kocasının dedikleriyle daha çok çattı kaşlarını. Akşam ki halleri tekrar gözünün önüne düştü. Yumuşak yüzlü baba başına dert olurdu.

 

"Sus! Kızdın diyosam kızdın! Bende zor şer yatıştırdım seni. Akıllı uslu okulun bitmesini beklemeleri için dünya dil döktüm. Ne diyosam o Asil efendi. Bunlara yüz vermeye gelemez."

 

Asil yıllar geçsede kafası nasıl çalışıyor hâlâ anlayamayacaktı. Gerçi belli bir zmandan sonra anlamaya çalışmaktan da vazgeçmişti.

 

Ciddiyetini koruyup ona gözleri kısık kısık bakan karısının burnunun ucunu öptü. Bu meseleden ilk haberi olanın kendisi olduğu bilinmediği sürece sorun yoktu.

 

"Yani şimdi sen diyorsun ki ben kızdım bu işe."

 

"Evet, çok kızdın. Bende bin tane söz verip o iki edepsize kefil olup seni ikna ettim."

 

Asil artık yanakları ağrıyan yüzünü toparlayamadı. Kahkahası yüksek sesle çınladı.

 

"Sen ne dersen o zümrüt gözüm. Senin lafının üstüne konulur muyum hiç?"

 

"Aslan kocam benim, tekten herifim tekden."

 

Asil karısını kucağından kaldırıp elini beline doladı. Kış bahçesinden çıkmak için yürüttü.

 

"Öyle egomu okşayarak kurtulamazsın. Akşam bir yıka beni sıcak suyla. Çok sinirlendim ya bu gün. İyi gelir belki..."

 

Loading...
0%