@orenda
|
Züleyha karşısında gördüklerini idrak edebilse koşar ve özlemle kavrulduğu herkese sarılırdı. Hiç beklemediği bir anda öyle büyük bir şok yaşamıştı ki üzerindeki tutukluğu, ona sımsıkı sarılan kızı kaldırdı.
"Annelerin en balı... nasıl özledim seni?"
"Nazlım... Annesi yesin nerden çıktınız kız siz? Anam hiç demediniz ya."
Sıkı sıkı dolanmış kızına aynı hasretle sarıldı.
"Oy kurban olurum mis kokuna. Nasıl özlemişim ben seni annesinin boncuğu."
Nazlı hemen yaşaran gözlerinden annesinin dediği gibi boncuk boncuk yaşlar akıttı.
"Bende çok özledim sizi. Hem sana bir sürü sürpriz de getirdim ki."
Kızının saçlarına gömdüğü yüzünü az kaldırdı Züleyha. Ardında ona kocaman gülüşlerle bakanları gördü. Sonra gözü birinde takıldı.
Bir çift mahçup ama ışıl ışıl yeşillikte göz dikkatle onlara bakıyordu.
"Nazlı..."
"Hııı..."
"Kuzum Halili görüyom ben, iyice sıyırdım ya annem. "
Nazlı biraz bile bırakmadı sarılmayı. Kıkırtısı ama çok neşeliydi.
"O zaten Halil annem. Sıyırmadın, rahatlayabilirsin."
Züleyha kızından az uzaklaşıp hâlâ takılı kaldığı adama baktı. Gözleri puslandı. yanakları kızardı. Dudağı da tıpkı Nazlı ağlarken titrediği gibi azıcık titredi.
Halil ona tüm hasretini anlatmak ister gibi bakan kadına başını az yana kırıp mahçupça baktı.
"Ben geldim halam. Sarılmayacak mısın?"
Züleyha yüzüne aşağı akan yaşı parmak ucuyla silip başını şevkle salladı.
"Sarılacam ya halam. Sarılmam mı?"
Halil iki kolunu açıp ona bakan kadını bekledi. Ama o anda hiç kimsenin beklemdiği başka bir şey oldu.
"Önce ağzına tükürüp tabi sarılacam it sıpası! Nerdesin lan sen kaç zamandır rum tohumu? Niye adam yerine koyup kapımızı itmiyon?"
Bağıra çağıra sayarken hışımla ayağındaki terliği alıp fırlattı. Halil gelişmiş refleksleriyle bu atışı havada yakalamıştı ama Züleyhanın bedenini saran sinir, ikinci atışı en azından omzundan yakaladı. Niyeti kalın kafasıydı ama buna da şükretti.
Onları film izler gibi izleyen kalabalıktan coşkulu bir kahkaha daha çıktı. Züleyha hırsını almamışlıkla öne doğru atılacakken beline bir çift kol dolandı.
"Sakin ol karım, kaçıracaksın çocuğu."
Asil suyuna gitmek için kısık sesle konuşsada sesinden ne kadar keyif aldığı belliydi.
"Bi az bırak beni Asil. Valla azıcık yolayım elleşmeyecem daha da."
Asil atılıp duran vücudu zaptetmek için biraz daha sıkı kavradı. Gülümsemesini de saçlarına yüzünü gömerek saklamaya çalışıyordu. Halilin hak ettiği sinirin ona sıçramasını hiç göze alamazdı.
"Halam bir açıklasam..."
"He açıkla halam! Önce bi hıncımı çıkarayım sonra açıkla! Lan kaç bayram geçti, bizi o sofrada bi başımıza bıraktın! Emme sen dur! Ben seni iyi bi elimden geçiriyim, o büyüte büyüte kapıdan geçmeyen boyunu bi devireyim sonra tabi de konuşuruz."
Halil ne kadar suyuna gitmeye çalışsa da gülümsemesine engel olamıyordu. Yıllar geçse de bir insan azıcık bile değişmez miydi? Halası değişmiyordu. Aklı erdiğinde neyse hâlâ aynıydı.
Tüm gelecek darbeleri göze alıp öne doğru yürüdü. Eniştesinin ona göz kırpmasıyla halasını bırakması da bir oldu. Halası kendini toparlayamadan bu sefer Halil uzanıp iri bedeninin kıskacına aldı. Bir iki debelense de beline dolanan kollarla rahatlayıp saçlarının üzerine sayısız öpücük bıraktı.
"Sarılıyom emme belledecem ben sana. Bi az hasretim dinsin yolunu gözletmek neymiş gösterecem. Koca herif olmuşun, şu hâle bak..."
Züleyha sinirli tutmaya çalıştığı sesinin çatlamasına engel olamıyordu. Ona sıkıca sarılan oğlunu canına katar gibi sarmalıyordu.
"Senin de kaderin bu halam. Biz eşeklik ederiz sen yine de affedersin."
Burnunu çekti seslice. Sırtına doladığı el bi tokat çarptı kürek kemiğine.
"Nah affederim. Şimdi millete malamat olmayak diye sesimi çıkarmıyom."
Az geriye çıkıp özlemi içini dağlayan oğluna, ilk göz ağrısına baktı. Nasıl da yakışıklıydı. Gözü, kaşı, boyu, posu nasıl da güzeldi.
"Kurban olurum seni verene, hasret bıraktın beni sıpa. Yüzüne hasret bıraktın."
Züleyhanın içini çekerek söylediği sözler Halilin yüzüne utanç olarak çarpıyordu. Ona fırlatmak için çıkardığı terlikleri eğilip ayaklarına giydirdi. Sonra ayağa kalkıp iyice yaklaştı halasına.
"Çok özledim seni."
Uzanıp yine öptü alnından, saçlarının başladığı kısımdan. Hiç değişmemişti kokusu. Zaman hiç değiştirememişti varlığını borçlu olduğu kadını.
"Oooo yeter bu kadar ama ha! Zülüş senin oğlun gelmiş oğlun. Lütfen asıl meseleyle ilgilenip beni öpüp koklar mısın? "
Gururun arkadan gelen kıskanç sesiyle Asil başını iki yana salladı.
"Bu kadar nasıl dayandın diyordum bende?"
Gurur yüzünde sevimli bir gülüşle kollarını havaya kaldırıp yürümeye başladı.
"Baba bu kadar belli etme bana duyduğun kıskançlığı. Tahtın sallanacak, zümrüt gözün sana bakmayacak diye çok açık veriyorsun."
Asil gelip ona sarılan oğlunun sırtına bir kaç tok vuruşla karşılık verdi.
"Oğlum boyumu geçiresi büyüttüm seni de bi haddini bildiremedim ya. Bir ona yanıyorum."
Gurur babasından ayrılınca annesine atılıp Nazlıya yaptığı gibi ayaklarını yerden kesip sağa sola salladı.
"Kocan yaşlandıkça daha bir kıskanç oluyor annelerin en zümrütü. Ama haklı adam şimdi, bende olsam beni kıskanırım."
Züleyha zevzek fındığının yanaklarını sulu sulu öptü.
"Elleşme benim kocama. Bak hepiniz gidiyonuz da bi o başımı bekliyo. Koca dünyada tekden benim herifim."
Gurur, Züleyhanın burnunu kıstırıp onu öptüğü sululukta karşılık verdi.
"Amanda aman kocasına da laf söyletmezmiş. En asil koca da kendindeymiş."
Annesini kolunun altına alıp arkada sırasını bekleyenlere döndüler.
Yiğit oturmaktan sızlayan bedenini kollarını havaya kaldırarak esnetti ve ileri doğru yürümeye başladı.
"Enişte bu çocuğu bayram namazında kaybedince aramayacaktık. Tüm hatayı o gün yaptık. Yaman, aslanın yanında sen en fazla çakal olursun lan. Şu boya, posa şu karizmaya bak."
Halasından önce gidip eniştesine sarıldı. Hayatında baba olarak gördüğü tek kişiye. Bu kapıda onu kucağına aldığı ilk günden beri ne kadar hayransa şimdi de öyle hayrandı eniştesine. Çocukluğu onun gibi konuşmak, onun gibi kokmak, onun gibi davranmak üzerine ilerlemişti.
"Hoşgeldin aslan parçam. Bu sefer arayı çok açmadın."
Yiğit az geriye çıkıp göz kırpan eniştesine gülümsedi.
"Emir büyük yerdendi enişte. Hiç nazına, niyazına, küsmesine katlanamazdım."
Sonra sağında kalan halasını Gururun kolundan çekip kendi sarmaladı.
"Hatun bu ne güzelliktir yahu. Kız sen zayıflamış mısın? Bi başka çıtır olmuşsun."
Züleyha diğer yavrusunun kolları arasında özlemini giderirken "edepsiz" diye söylenmeden de duramadı.
"Eniştem gözünün önünden ayırmıyordur seni."
Züleyha geri çekilip gözlerini kıstı.
"Asıl ben ayırmıyom onu. Yok sporu yok sağlıklı beslenemesi derken beni kendine bulaştıracak farkında değil."
Sonra adımları onu keyifle izleyen arkadakilere yöneldi. Asaf biraz mahçup bir halde öne yürüdü.
"Merhaba... Ben Asaf, Halilin arkadaşıyım. Halil çok ısrar edince habersiz gelmiş oldum. İnşallah rahatsızlık vermem."
Halilin kaşlarını kaldırarak onu izlemesiyle şu an ilgilenemezdi. Bir aile içerisinde nasıl davranılır bilmiyordu ve acayip kasılmıştı. Üstelik Halilin anlattığından da fazla bir bağ vardı bu ailede.
Halil de haline acımış olacak ki yanına yaklaştı. Elini sırtına koyup sıvazladı.
"Asaf görev arkadaşım ama buraya diğer kardeşim olarak geldi hala. Sizinle mutlaka tanıştırmak istedim."
Züleyha gülen gözlerle ona elini uzatmış adamın elini sıkıp diğer çocuklarına yaptığı gibi sarıldı. Asafın kasılıp kalan bedeninin farkında bile değildi.
"Hoşgeldin Asaf. Ne iyi ettin, nasıl sevindirdin bizi."
Asil de yaklaşıp aynı samimiyetle kucakladı onu.
"Hoşgeldin oğlum, sefa getirdin."
Bir anlık Halille göz göze geldiğinde canının emanetcisi anladı ne kadar zor durumda olduğunu. Yaklaşıp bir iki adım uzaklaşmasına yardım etti.
"Kız sizde mi burdasınız? Anam haber edeydiniz de güzel bi sofra kuraydık ya."
Meyra dudaklarını büzüp ileri uzandı.
"Nazlı gelirde ben durur muyum Zülüş? Bensiz eğlenirsiniz falan atlatamam bu travmayı."
"Oy yesin zülüşün seni. Sensiz gelseler geri yollatır, seni almadan eve sokmazdım hiç birini mavişim."
Meyra kıkırdarken Züleyha diğer kolunu uzatıp Nazenini çağırdı.
"Kara kızımda gelmiş. Yavru kuşum yine en sona kaldın ya."
"E öyle daha uzun biz sarılırız Züleyha abla."
Sarılma faslı bitip salona geçtiklerinde her kafadan bir ses çıkıyordu. İçerde büyük bir karmaşa ama çok da anlaşılmaz bir ahenk vardı.
Salonun kapısı açıldığında Minişle beraber Zümrüt ve Yağız girdi içeri.
Zümrüt kalabalığa şöyle bir bakıp yanakları kızara kızara geçip babasının kucağına oturdu.
"Hoş geldin desene misafirlerimize prensesim."
Utana sıkıla hoşgeldin dedi ama bir süre sessizce herkesi izledi. Yağız ise Zümrütün aksine büyük bir adam gibi sırayla herkesle tokalaştı. En son yan yana oturan ablası ve Halilin karşısına dikildi.
"Ablacım..."
Nazlı kalkıp sarılıp öptü kardeşini. Yağızda karşılık verdi ama ıslanan yanaklarını da silmekten geri kalmadı.
Nazlı gözlerini kısıp burnunu kıstırdı parmaklarıyla.
"Bak Halil bu da senin gibi huylunun teki."
Söylenip geri yerine oturunca Halil uzandı Yağıza.
"Kocaman adam olmuşsun sen Bera. Ben giderken küçücüktün."
"Aslında çok da küçük değildim Halil ağabey, yedi yaşındaydım. Ben olsam küçük demezdim."
Halil kaşlarını kaldırıp bir Yağıza bir Nazlıya baktı.
"Bu çocuk hâlâ aynı."
Züleyhanın "daha beteri" lafıyla herkes kahkaha attı.
Halil sonra eniştesinin boynuna yüzünü saklayıp ona ara ara bakan Zümrüte yaklaştı.
"Unuttun mu beni çitlenbik? Sarılmayacak mısın?"
Zümrüt biraz daha kıvırdı dudaklarını. Az dikleştirdi kendini.
"Yok niye unutacakmışım ki Halil ağabeyimsin ele baba?"
"Evet babacığım. Ama böyle uzaktan olmaz, abin özlemedin sanabilir. Kalkıp sarılırsan daha uygun olur."
Zümrüt eteğinin yanlarını tuta tuta ona bakan ağabeyine yaklaştı. Halil de aynı boyda olmak için dizini kırıp önünde eğilmişti.
"Öp bakalım çitlenbik."
Uzanıp dudaklarının ucuyla iki yanağına küçük öpücük bıraktı. Halil de Zümrüt gibi minik iki buse bıraktı.
"Annem seni eline geçirince dövecekti, dövdü mü Halil ağabey?"
"Dövdü güzelim. Hak ettim tabi."
"Hmmm... Yağız da hak ediyor ama onu hiç dövmüyor."
Halil hâlâ derdinin Yağız olmasına güldü ama Zümrütü kızdırmamak için burnunu tutar gibi sakladı gülüşünü.
"Çok büyümüşsün, çok güzelleşmişsin ama sen."
Zümrüt iç çekip karşısındaki kocaman adama baktı.
"Sende çooookkk yakışıklısın Halil ağabey." Asil belinden yakalayıp geri dizine oturttuğu kızının başını omzuna yasladı. Diliyle dişi arasında "nedir benim kızların Halil sevdası" dediğini duymuştu Halil.
Gülerse eniştesiyle papaz olabilirdi. Riske girmeye gerek yoktu. Özellikle halasına Nazlıyla olan ilişkisini açana kadar eniştesinin gözüne batmak kendi topuğuna sıkmak gibi bir şeydi.
Kızlar buldukları ilk fırsatta mutfağa girip Sultan teyzelerini ve minişi de gördüler. Sultan atmış beş yaşında bir kadın olmasına rağmen oldukça dinç ve işinin başındaydı. Evin yemeğini yapıyordu. Miniş ise babasının restoranında bir zamanlar garson olarak çalışan ama şimdi çalışanların şefliğini yapan Serkanla evlenmişti.
Bir kaç kere Züleyha Minişle restorana gittiğinde Serkanın bakışlarını yakalamış ve aradığı fırsatı bulmuş olmasıyla çöpçatanlığa başlamış. Gözüne kestirdiği Serkanla arasını yapmak için bir zamanlar Minişi de çanta gibi restorana taşımıştı.
Elif evlenip konaktan ayrıldığı zamanlarda Zarife de çocuklarının okulu için başka şehire taşınmak zorunda kalmıştı. Züleyha ondan sonra ihtiyaç duymadığı için kimseyi almamıştı eve. Kendi kendilerine yetiyorlardı. Düzenli olarak konak temizliğini sağlayan bir şirketle anlaşmıştı Asil. Eve sonradan, tanımadıkları birilerini almak onu da huzursuz edecekti nihayetinde.
El birliğiyle güzel bir sofra hazırladılar. Züleyhanın keyifle izlediği kocaman bir masanın etrafında hepsi toplandı.
Nazlı hiç durmadan konuşuyor, herkese laf yetiştiriyor, içindeki mutluluğu demet demet çiçek gibi yüzünde ağırlıyordu.
Halil tüm istediğinin bu olduğunu şimdi daha iyi anlamıştı. Nazlı, ailesiyle böyle bir sofrada tekrar oturabilmek için kendini ne de güzel manipüle etmişti.
Gülerken kısılan gözlerini, ışıl ışıl parlayan tenini, bir sağ bir sol omzuna atarak beyaz boynunu gözüne soktuğu saçlarını izledi.
Mutluluk gerçekten insana ışıltı katabiliyordu. Nazlı hararetle Yiğit ve Gurura, Meyranın asistanla olan durumunu anlatıyordu. Meyra ara ara yükselecek gibi olsa da etrafa bakıp, yaramazlık yaparken yakalanmış gibi geri pısıyordu.
Yiğitin, Meyraya nasıl baktığını görmemesi için kör olması gerekirdi. Şuanda ise asistana kendini affettirmek için peşinde pervane oluşunu, patlamak üzere olan bir sinirle dinliyordu.
Karşıdan bakan biri koltuk kolçağına dirseğini yaslamış, iki parmağıyla başını destekleyerek onları dinliyormuş gibi yapan kardeşinin ara ara parmaklarını çıtlatmasını ve bu durumun Yiğitin sinirden kudurduğu anlarda tekrarladığı bir eylem olduğunu anlayamazdı.
Bakışları Nazlıyla kesişti. Anlık geri çekilecek olan gözler ona bakan yeşillere takılıp, düştü.
Dudağı sağa kıvrılmış, bacak bacak üstüne atmış bir halde onu izleyen Halille karnına anlık bir darbe almış gibi hissetti. Bütün günün yoğunluğundan hiç doğru düzgün sarılamamıştı. Bir insana yakınken bile özlem duymak çok hastalıklı gelebilirdi. Halili gören gözleri, dokunmak isteyen eller kıskanıyordu. Uzağında kalıp, kokusunu hissedemeyen burnu deliriyordu.
Teni...
Teni bir şekilde Halile azıcık da dokunmak için çıldırıyordu.
Sonra üzerinde güçlü bir bakış hissettiğinde başı bilinçsizce o tarafa döndü. Babası gözleri kısılı bir halde onu izliyordu. Yakalanmış olmanın verdiği afallamayla ilk bir far görmüş tavşan gibi kalsa da sonra babasına öpücük atıp hemen yanında konuşsn Meyraya döndü. Yüzü alev alevdi.
Gözünün altından Halile anlık baktığında saklamaya çalıştığı sırıtmayı görmüştü. O burda yeni gelinler gibi utanıp, kıvranırken yeşil gözlü pislik dalga mı geçiyordu yani?
"Sen o dersi gerçeten geçeceğine inanıyor musun?"
Sonra yanında dönem muhabbete odaklanmaya çalıştı.
Meyra öne düşmüş saçını havalı bir şekilde arkasına doğru atıp Yiğite baktı.
"Tabiki de geçeceğim. Sadece bir kaç sefer daha kahve taşımam gerek. Sonuçta zafere giden yollarda bir kaç küçük taviz verilebilir."
Yiğit kaşlarını havaya kaldırıp küçümser bakışlarını çekmedi Meyranın üzerinden. Bu sarı yerden bitme onu sinir hastası edecekti.
"Ha gidip yaptığın kabalık için özür dilemek yerine adama yaranmaya devam edeceksin?"
Meyra gözlerini salonun diğer tarafında Halille konuşan Züleyha ve Asile çevirip geri ona pis pis bakan dangalağa baktı.
"Sen özür dilemekten anlar mıydın ya?, Ben senin rönesans öncesi hallerine çok alışmışım da bak bir tuhafıma gitti."
Yiğit pislik bir sırıtışla öne doğru eğildi. Meyraya yaklaşan yüzüne Meyra bilinçsizce geri çekilerek tepki verdi.
"Şu ortamda göze batmamak için hanım hanımcık takılacağım derken küfür edemiyorsun ya nasıl eğleniyorum. Şu sıfata bak, domatese döndün ama hanım kız imajın çizilir diye dilini ısırıyorsun."
Meyra gerçekten de sinirden deliriyordu. İçinden bir ses "ağzına sıçtımın yavşağı" demesi için onu kışkırtıyordu. En azından biraz hafifleterek de olsa küfür söylese dişlerindeki gıcırdama hissi geçer miydi ki?
"Bak bana bulaşma, ağzına tükürürüm senin pislik!"
Yiğit normalinden bir tık sesli bir kahkaha attı. Sonra da Meyranın hiç beklemediği o hareketi yaptı.
Yüzüne iyice yaklaşıp ağzını açıp, beklemeye başladı.
Ne yaptığını anlamayan Meyra gözlerini kırpıştırıp şaşkınca bakıyordu.
"Ne... Ne yapıyorsun manyak?"
"E hadisene kızım bekliyorum burda."
"Ne... Neyi be!"
"E ağzıma tükğrecektin ne oldu?"
Yiğit gözünü bir tur daha etrafta dolaştırdı. Nazlı ve Nazenin kaşları havada ona öylece bakıyordu. Gurur ise dalga geçen bir sırıtmayla izliyordu.
"Ne oldu sarı şeker? Yemedi mi bi tarafın? Demekki yapamayacağımız şeyleri ağzımıza almıyormuşuz. Tipe bak. Böyle mavi ekran verirsin işte."
Meyra gerçekten bunu beklemediği için mi yoksa yakınlığından kaynaklı mı bilemedi ama Yiğitin dediği gibi eror veriyordu.
Hırsı içini doldurdu. Öyle yükseldi ki Meyraya nefes alacak alan bırakmadı.
"Sen... Sen var ya... Sen..."
Bi tur daha baktı etrafa.
"Köpekler işesin sıfatına yavşak domuz. İnşallah kendi ayağına takılırda burnunun üstüne düşersin. Bittin sen oğlum. Şurdan gittiğim ilk anda cebimdeki son kuruşu vermem gerekse bile voodoo bebeği yaptıracağım adına. Olur olmadık anlarda kıçından bıçaklanma hissi olursa başka yerde arama sebebini. Bizzat ben eziyet edicem sana."
Aynı sırıtışla onu izleyen pisliğin yanından hışımla kalkıp babasının yanındaki Zümrüte elini uzattı.
"Kız ballı lokma, hadi bana yeni aldığın cicilerini göster."
Zümrütü bahane edip bulunduğu ortamdan uzaklaşmazsa gerçekten Yiğitin oluşumuna destek olan sperme, yumurtaya, onu orda taşıyan karına, onu ordan çekip alan ebeye, kordonunu kesen makasa, üstünü saran battaniyeye gelmişli geçmişli küfürler edebilirdi.
O böyle güzel bir aile ortamında sivrilip oluşturduğu prestijine zeval getirmemek için küfür yoksunluğu çeken müptezeller gibi kıvranırken Yiğit kömüşünün gülüyor olması delirtiyordu onu.
Odadan bir hışımla çıkıp giden kızın ardından sırıtmasını bozmadan baktı Yiğit. Dizine inen güçlü bir şaplakla kapanan kapıya bakmayı bıraktı.
"Pislik! Ne istiyorsun sen bu kızdan? Rahat bıraksana!"
Yiğit geriye yaslanıp "cık" diye bir ses çıkardı Nazlıya.
"Terapi gibi geliyor sinirden delirmesini izlemek."
Nazlı gözlerini kısıp yaklaştı.
"Ben bilmiyor muyum senin derdini? Allahın gerzeği böyle mi kıza yaranacaksın? Hem zaten ilgini anladığı anda Meyra topuklar. Onun huyudur. Arkadaş olduğu biri ona farklı bir gözle bakıyorsa ve Meyra bunu anlarsa anında arazi olur. Hem..."
Hararetle konuşan Nazlı sonra duraksadı. Sorgulayan bakışları Yiğitin kaşları havada onu dinleyen suratına takıldı.
"Bilerek yapıyorsun. Seni köpek! Ondan hoşlandığını anlarsa aranıza duvar çekeceğini, sen ne yaparsan yap tek bir karşılık vermeyeceğini biliyorsun sen."
Yiğit omuzlarımı silkip bildirim gelen telefonuna baktı. Sanki Nazlının dediği hiç bir şeyi duymuyordu.
Nazlı şimdi daha irdeleyici bir açıdan izliyorda Yiğiti.
"Sen bunu nerden biliyorsun çakal?"
Hâlâ telefonuna bakan Yiğit ilgisizce "neyi?" Diye mırıldandı.
"Meyranın, ona farklı bir yaklaşımda bulunan erkeklerden uzak durduğunu?"
Yiğit istediği kadar umursamaz davranabilirdi. Nazlı onu yakalamıştı. Üzerine dikilen bakışlar rahatsız edici bir hâl aldığında sıkıntılı bir soluk verdi.
"Halamla konuştuğunuz bir zamanda kulak misafiri olmuş olabilirim."
Nazlı başını yana yatırıp ne demek istediğini anlamaya çalıştı.
"Bilerek dinlemedim, öyle bakıp durma. Halam bu kıza buralardan birini ayarlayalım bizim olsun bu kız dediğinde o kimseyle evlenmez deyince merak ettim. Sesindeki eminlik nerden geliyor, insan merak ediyor. Sanki sen dinlemezdin?"
Nazlı şimdi ise kaşları havada devam et der gibi bakıyordu.
"Ne var? Herkes onun şerefsiz babası mı olacak yani? Saçma!"
"Bunu da mı dinledin Yiğit? Allahtan kulak misafiri olmuşsun be. Ayrıca ona köpek çekerek mi dikkatini çekeceksin ilkokul üç Yiğit?"
Yiğit konuşmanın ortasında yine telefonunu eline alıp omuzlarını silkti.
"Bana öfkelenip, ağzına geleni sayamıyor ya çok hoşuma gidiyor kızarmış suratı."
Nazlı da Yiğit gibi geriye yaslanıp ve Asafla konuşan Yağıza baktı.
"Seni öldürmek istiyor."
"Halledilir. Sen uyandırma yeter."
"Ne demek o?"
"Benden etkileniyor ama duvarları çok sağlam, farkında değil. Benle ilgili bir imada bulunursan seni parçalarım boncuk. Halama yıllardır sevgili onlar, senden saklıyorlar falan derim. Enişteme ne yalanlar sıkarım Allah bilir."
Nazlı elinin tersini karnına şamar atar gibi çarptı.
"Şerefsiz!"
"Bilmukabele çiçeğim."
Yiğit içten içe giden kızın ne zaman döneceğini beklerken Asaf da biraz yalnız kalmak için avluya çıktı. O alışkın değildi böyle kalabalık ortamlara. Üstelik Halilin anlattığından çok daha fazlasıydı.
Asilin onu dikkatle dinleyişi, Züleyhanın herşeyden yiyip yemediğinden emin olma çabaları tuhaf hissettirdi.
Nadir de olsa içtiği sigarasını çıkarıp yaktı. Ilık bir hava vardı, üşütmüyordu.
Sonra istemsiz Halili kıskanırken buldu kendini. Biraz da kızgınlık hissetti. İnsan böyle bir evi bırakıp gitmezdi. Sonra yıllar içinde paylaştıklarını hatırladı. Herkesin kendine göre kaldıramadığı yüklerinin ağırlığı nasıl da farklı şekilde savuruyordu bedenlerini.
Halilin unutmuş gibi davrandığı ama bazen dilinin bağı çözüldüğünde anlattıkları düştü aklına. Bahsettiği kadının içerde herkese yetişen, yüzünde gülücükler eksik olmayan kadın olduğunu bilmek tuhaf hissettirdi.
Ama yine de...
Yine de Asafın böyle bir ailesi olsa onlardan hiç ayrılmazdı.
Sonra ardında bir kıpırdanış hissetti. Kara saçlı büyüsünün kokusunu aldı ciğerleri.
"Sigara kullandığını hiç fark etmemiştim Asaf."
Nazenine dönünce utandı. Sanki on beş yaşında ailesine yakalanmış o çocuğun mahcubiyeti sardı tenini.
"Aslında hep içmem Nazenin. Arada bir... Yani tiryaki değilim."
Nazenin başını az yana eğip hafif gülümser bir ifadeyle baktı karşısındaki adama. Sonra uzanıp yarısı içilmiş sigarayı aldı parmakalarının arasından. Köşede duran çöp kovasına götürüp attı.
Sonra onu dikkatle izleyen adama tekrar yaklaştı.
"Yazık ama canına zarar verir. Madem hep içmiyorsun, yine içme Asaf. Zehirlemesin seni."
Asaf onaylar bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.
"İçmem Nazenin."
Şimdi daha güçlü bir gülümseme, dişlerini gösterecek kadar yer etti yüzünde.
"Sen kış bahçesini görmedin değil mi? Gel göstereyim, çok güzel."
"Üşürsün Nazenin."
Üzerinde de bir kazaktan başka bir şey yoktu ki çıkarıp verseydi.
"Bursadan sonra bu ılıklık yaz gibi geldi valla. Hiç üşümüyorum."
Yaptığının farkında mıydı yoksa bir anlık refleksmiydi bilinmez ama Asafın eline uzanan eli tutup onu arka tarafa yönlendirdi.
Asaf elini tutup onu çekiştiren kıza öylece baktı. Gözleri ellerini kavrayan ellerden ayrılmıyordu.
Sonra bahsettiği bahçeye girdiler. Hafif bir aydınlatma vardı. Loş ışıktan çok anlayamasa da aralık duran kapıdan girdiklerinde bir sürü çiçeğin canlı bir şekilde yer edindiğini gördü.
Sanki bir anda farklı bir evrene geçiş yapmışlar gibi oldu. Asaf şu ana kadar bu kadar fazla çiçeği böyle güzel bir düzende görmemişti. Hepsinin emekle ilgilenildiği öyle belliydi ki.
"Züleyha abla burayı yaptırdığından beri bizzat ilgileniyormuş. Asaf ilk gördüğümde bayılmıştım. Adını bile duymadığım çiçekler var. Çok güzel değil mi?"
Nazenin tatlı tatlı konuşurken Asaf çiçelerden çok onu izliyordu. Göz göze geldiklerinde Asafın "çok güzel, büyü gibi" demesiyle yanaklarını kordan bir sıcaklık kapladı.
Tam ortaya güzel bir oturma alanı oluşturulmuştu. Hâlâ ellerini tuttuğu adamı oraya doğru yönlendirdi.
Geçip oturduklarında bırakmıştı elini. Asaf içinde bir anda havanın derecesi düşmüş gibi bir his oluşturdu bu boşluk. Bir insanın avuçları, başka bir insanı bir anda bağımlı yapmamalıydı kendine. Böyle bir güce kimse sahip olmamalıydı.
"Sıkıldın mı içerde Asaf?"
Nazeninin dikkatle bakan gözlerine değdirdi mavi gözlerini.
Nazenin, ara ara onu kaçamak gözlerle izlediğinden ortamdaki kasılmış bedeni dikkatini çekmişti.
"Sıkılmak değil de... Ne yapacağımı bilemedim diyelim."
Nazenin anlamaya çalıştı. Ama ne demek istediğini çok da anlayamadı.
"Yani... Daha önce bu kadar kalabalık bir ailenin içerisinde hiç olmadım Nazenin. Ben açıkcası çıkar ilişkisi olmadan birilerinin birilerine iyi davranabildiğini de pek görmedim. Yadırgadım sanırım."
Anlayışla kısılan gözlere öylece baktı. Nazenin tekrar uzanıp elini tuttu. Bu onun için çok fazla ve cesur bir adımdı aslında. Ama Asafın sandığından çok daha derin bir hikayesi olduğunu hissediyordu.
Birde istemsiz ellerinin sıcaklığından hoşlanan yanı dokunma dürtüsünü körüklüyordu.
"Alışman uzun sürmez bence. Bizde ilk geldiğimizde sanki hep bu evin içerisindeymişiz gibi karşılanmıştık. Ben kendi evimden hakimim ama Meyra da adapte olmakta zorlandı bir süre. Sonra çok doğal geliyor. Birbirimizi senin deyiminle karşılıksız sevmemiz çok gerçek hissettiriyor."
Asaf farkında olmadan konuşan kıza yaklaştı.
"Nazenin... Birini gerçekten öylecene, doğrusu yada yanlışıyla sevebilirmisin? Bunu kim yapar ki?"
Nazeninin hep dert yandığı o ağlama hissi tekrar içine doldu. Asaf hiç sevilmemiş miydi? Hiç mi bilmiyordu bu duygunun geçekliğini.
Boşta olan eli uzanıp parmak uçlarıyla gözünün kenarına azıcık dokundu. İşaret parmağının tersi hafifçe yanağına sürtündü Asafın.
"Sevilebilir Asaf. Birini sadece var olduğu için bile sevebilir başka bir kimse."
Asaf gözlerini kapatıp yüzünde dolaşan dokunuşun tadını çıkardı. O ılık parmaklar yüzünden uzaklaşacakken eli uzanıp Nazeninin elinin üstüne kapandı. Şimdi daha güçlü hissediyordu tenindeki varlığını. Gözlerini açsa kaybolacakmış gibi bir his sardığından içini, gözleri kapalı bir kaç nefes süresince bu anın tadını çıkardı.
"Öğrenirim bende Nazenin."
Hala gözleri kapalıyken yüzünü kaplayan avuca doğru dudaklarını dönderdi. Tatlı bir kaç öpücük bıraktı.
"Sen öğretirsin bana değil mi?"
Nazeninin kuş gibi kanat çırpan kalbi işini çok zorlaştırıyordu. Nefes almak bile zûl olmuştu sanki. Ama karşısında kocaman bir adam değil de küçük bir oğlan çocuğu duruyordu sanki. Baş parmağı ağır ağır yanağını okşamaya devam etti.
"Ben anne, baba, kardeşler, arkadaşlar, akrabalar nasıl sevilir biliyorum Asaf. Ama bir kadın bir erkeği nasıl sever çok da bilmiyorum açıkcası. Hata yaparsam diye korkuyorum."
Asaf iki eliyle yanağındaki eli kavradı. Avuç içini önce derince kokladı sonra çok hoşuna giden o eylemi tekrarladı. Bir öpücük daha bıraktı. Diğerlerinin aksine çok daha güçlü bir öpücük.
"Hata yaparak da olsa öğrenebiliriz."
Asaf biraz teninden uzaklaşıp ona kara gözleriyle bakan büyüsüne kapıldı.
"Öğreniriz Asaf..."
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Saatler gece yarısına dayandığında, yolunda vermiş olduğu yorgunluk çok daha hissedilir olmuştu. Kızlar daha önce geldikleri odada kalacaktı. Züleyha da el çabukluğuyla Asaf için oda hazırladı.
Sonunda herkes odasına çekildiğinde Asil karısının omzuna kolunu dolayıp üst kattaki odalarına çıkmak için onu yönlendirdi.
"Çocukların geldi diye benle hiç ilgilenmedin zümrüt göz. Gözümden kaçtı sanma."
Züleyha tatlı bir kıkırdayışla beline doladı kolunu, kocasının.
"Hepsi haset bunların kocam. Kafayı sana takmışlar. Az yanına yanaşıyom Gurur hindi gibi kabarıyo. Çocuktur gönlü kalmasın diye ona el atıyom Yiğit oğlanın kulağına fındık sokmaya çalışıyo. E şimdi bi de kızım var benim. Anası yesin, kolumun altından ayrılmadı boncuğum."
Asil keyifle konuşan karısının saçlarına öpücük bıraktı. Odaya girip banyoda işlerini bitirince yataklarına girebildiler.
"Nazlı hepsini hizaya sokup, getirmiş. Anasını kızı tam."
Züleyha yorganı biraz havalandırıp altına girdi. Sonra kocasının ona açtığı kollarına iyice sokuldu.
"Tabi de anasının kızı olacak. Emme gördün ele? O Halili nasıl kulağından tutup getirmiş benim boncuğum? Annemi üzmeyecen deyip nasıl sözünü dinletmiş. "
Kendi kendine daha sesli kıkırdadı.
"Boyu hepsinden küçük emme hala parmağında oynatıyo oğlanları Asil. Neyle tehdit ettiyse kapılardan sığmayan Halil bile süngüsünü düşürmüş bak."
Asil istemsiz kaşlarını çattı. Sıkıntılı bir soluk bıraktı. Kız babası olmak gerçekten çok zor bir durumdu.
"Yaaa öyle, neyle tehdit ettiyse artık? Her lafını dinletiyor kapılardan sığmaz yeğenine."
Züleyha az doğrulup kocasına baktı.
"Asil sen hala kızgın mısın Halile kocam? Bende kızdım emme bak çocuk görevdeymiş ya. Ondan gelememiş. Hiç izinleri yok anam bu polislerin. Ben ona zamanında dedim emme. Gir öğretmen ol, memur olsa saatin belli olsun dedim ya dinleyen kim. Ne edek kocam, kızma sende hem. Bak artık bitmiş o görevi. Geleceğimiş her izin aldığında."
Asil şaşkın şaşkın karısını izledi. Sanki gelmedi diye koca adamı terlikleyen o değilmiş gibi şimdi de Halili mi aklıyordu karşısında.
Üstelik zavallı karısı Halile kurulmasının sebebini gerçekten buna mı bağlamıştı?
Züleyha kalabalığa yetişeceğim derken kızını gözünün önünde hayranlıkla izleyen yeğenini gerçekten görmemişti.
Sinirleri bozuldu. Anlayışlı baba olacağım derken kızını ve müstekbal damadını aynı çatı altında yatırıyordu şu an. Üstelik Nazlının da gözünü süze süze Halile bakışları aklına geldikçe dişleri kamaşıyordu.
Gerçekten kız babası olmak çok zordu! Hepsi oğlan olsaydı, baş edemediğinde Züleyhanın dediği gibi sanayiye verirdi. Şimdi Nazlıyı kime versindi ki? Gerçi akbaba gibi bekleyen bir alıcı vardı değil mi?
"Yat Züleyha, akşam akşam asabım bozuldu benim. Yat uyut beni."
Züleyha durup dururken kocasına ne olduğunu bile anlamadı.
İyice dibine yaklaşıp omzunu sıvazlayıp durdu. Sinirini böyle aldığı anları çoktu sonuçta.
"Az süründürürüz kocam, kızma sen. Daha etmez öyle şeyler. Ben onun kulağını bi iyice çekerim. Eniştene ayıp ediyon daha etme derim."
"Ya evet! Eniştesine ayıp ettiği kısmı bir kaç kere söyle ama Züleyha."
Bir süre öylece yattılar ama Züleyhanın kıpırdayan vücuduyla Asil başını kaldırdı.
"Ne oldu yine?"
"Uyku tutmuyo."
"Züleyha beni uyutmadan gidemezsin Nazlının yanına. Uykuya dalayım öyle git, içinden taşan dedikoduları yetiştirmeye."
Züleyha suratını asıp kocasının kafasını göğsüne yasladı. Eli de bir görevi yerine getirir gibi saçlarını okşuyordu.
"Bi saat uyumuyon ki. Ben kendi çocuklarımı bile daha az zamanda uyutuyodum."
Asil başını az çevirip göğsüne ısırık bıraktı.
"Hiç şikayet etme. O kafamı da güzel okşa, döver gibi değil."
Sessizce Asilin dediğini yaptı. İnatlaşsa bir saat daha uzardı uyku süresi.
Nazlı geceliğini giydiğinde yatağına oturdu. Odasında gözlerini gezdirdi. Halasının Fransa dan getirdiği taş bebeği hala pırıl pırıl duruyordu. Kitaplığı, hediye geldiği ve bayıldığı küçük bibloları. Yiğitli, Gurulu, Halilli ve ikizlerin bebekliğinde çektirdikleri bir sürü fotoğraftan oluşan panosu...
Annesi hiç bir şeyi değiştirmemek de çok kararlıydı.
Sonra kapının kolu aşağı inerken çıkan sesle başı kapıya döndü. Halil iri bedenini küçücük bir aralıktan içeri sokmuştu.
"Halil?"
Yeşil gözleri haylaz parıltılarla ona bakan Nazlısına değdi.
"Bütün gün karşımdaydın ama hasret kaldım nazlı boncuğum. Bu kadar yakınımdayken öylece uyuyamazdım."
Nazlı öne atılıp Halilin dudaklarını eliyle kapattı. Kısık tutmaya çalıştığı sesi titriyordu.
"Delirdin mi sen? Ya annemle babam görse? Ay biz konuşmadan yakarlar bizi. Annem parçalar valla."
Halil dudaklarını kapatan eli ilk öptü sonra küçük bir ısırık bıraktı. Cık... Onlar odalarına çıktılar bile. Kimse kalmadı ortalıkta, herkes uyudu. Az öpüp koklayayım sonra söz çıkacağım."
"Ya deli misin acaba?"
Halil uzanıp yanağını, çenesini, boynunu dudaklarını sürte sürte öptü.
"Delinim Nazlı, divanenim. Bütün akşam neşeyle ışıldayışını izledim. Bedenimi zaptetmek ne kadar zordu biliyor musun?"
Dudakları hâlâ teninde dolaşa dolaşa konuşuyordu. Nazlının dermanı çekilen ayaklarından sebep kolları iri bedenine dolandı.
"Parlıyorsun Nazlı. Mutlu olduğunda öyle güzel parlıyorsun ki insanda biran evvel sana kavuşma isteği oluşuyor. Yarın halamla konuşalım. İlişkimizi anlatalım. Bilsin herkes."
"Halil..."
Halil omuzlarından aşağı sarkan saçlarından bir tutam parmaklarının arasına kıstırıp ilk kokladı ve sonra aynı istekle öptü. Kolunu tutan eli sağ eliyle kavrayıp yüzünde dolaştırdı.
"Sana bir şey söylemek istiyorum Nazlı."
"Ne... Ne söyleyeceksin?"
"Aslında tamamen bitince söyleyecektim ama dayanamıyorum da."
"Kötü bir şey yok değil mi?"
Nazlının gerilen bedenini okşayarak gevşetti.
"Hayır. Hayır kötü bir şey değil. Son bir saha görevi alacağım. Onu bitirince ekip liderliğini avcıya bırakacağım. Uzun soluklu görevlerin hiç birine katılmak istemediğimi söyledim. Kabul edildi."
"Nasıl? Ayrılacak mısın ordan?"
"Hayır ayrılmayacağım. Ama uzun soluklu sahaya gönderilen görevlerden azlimi istedim. Son saha görevimde başarılı olursam sadece günlük yada en fazla bir haftaya dayalı görevlerde yer alacağım."
Nazlının bütün gün yüzünde olan o ışıltıyı belki de ikiye katlayacak bir gülümseme oluştu. Aylarca uzak kalmaları gerekmeyecekti yani. Halile hasret bir ömür geçirmeyecekti.
"Hep yanımda, yakınımda olacaksın."
Halil alnını, burnunu, dudağının kenarını öptü."
"Senden uzak kalamam. Nefsime gücüm sana kadar Nazlı. Okulun bitince..."
"Bitince?"
Ne demek istediğini anlamış olmasına rağmen konuşturmaya çalışan kızın burnunun ucunu ısırdı minicik.
"Tamamen benim olursun Nazlı. Olmaz mı? Büyük ailemizin içinde birde kendimize küçük bir aile kurarız."
Yüzük falan yoktu ama bu bildiğin evlenme teklifiydi. Öyle böyle değil gerçekten evlenmek istediğini açık açık söylüyordu. Aslında hevesliler gibi görünmemesi lazımdı ama çok da hevesliydi. Gözünün önüne hemen beyaz bir gelinlik ve kolunda yürüdüğü adamlı resimler serilmişti. Başını hızlı hızlı sallayıp "kurarız" diyebildi.
Halil uzanıp dudaklarını öpmeye başladı. Bütün gün bu anı beklemişti. Nazlının tadını hissetmeden uyumak ihtimal dahilinde bile değildi.
"Seni çok seviyorum... Nazlı boncuğum, seni her şeyden çok seviyorum."
Dudaklarını esir alan dudaklardan kopamadı Nazlı. Az ayrılsaydı o da kalbinden taşan aşkı defalarca söylerdi.
Ağzının içine giren dil damağında, dişlerinde dolaştı. Sonra diline sataşıp ucunu yakaladı. Onu emişini hissettiğinde gırtlağından keyifli bir inilti çıktı. Bu Halilin daha şehvetle karşılık vermesini tetiklemişti.
Belindeki eli pijamasının içine sızacakken kapı birden açıldı.
"Nazlı babanı uyuttum bi çok dedikodu var..."
Bir anda birbirinden uzaklaşan ikili kapının önünde, elinde iki tane süt bardağıyla onlara kilitlenmiş bakan kadına baktılar. Nazlının dünyası ayağının altından çekildi sanki.
Züleyha hâlâ gördüğü görüntüyü algılamaya çalışıyordu.
"Anammmm!!!!"
Halilin alt dudağını yalayan dilini, mahçupca dudağını ısıran dişini görünce gözlerini daha hızlı kırpıştırdı.
"Lan ırz düşmanı puşt! Benim kızımın ağzına ne ediyon lan sen????"
Bölüm sonu yorumları buraya istiyorum. İstiyorum istiyorum onları istiyorum😍😍😍😍
|
0% |