Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Dünya Yanarsa Aptallar Yakar Oda Yanlışlıla

@orenda

Buraya geri dönemezsek diye çok korkuyorum 🥹

 

 

 

 

Züleyha Asile gelen telefonla yanından ayrılmıştı. Koşturarak mutfağa girip dün içine sinesi yapamadığı yemeğin peşine düşmüştü. Kendi dertleriyle uğraşmaktan misafir olarak gelen çocuğu da doğru ağırlayamıyorlardı.

 

Ağzına biriken sunturlu lafları salsa biri kızına diğeri yeğenine gidecekti. O yüzden vazgeçip kafasında bir menü kurmaya karar verdi.

 

Sultanla beraber suya koyulan asma yaprakları, kenara dinlensin diye bırakılan hamurlar derken başlarına baya iş açmış oldular.

 

Nazlı fırsat bulup annesiyle yalnız kalamamıştı bir türlü. Halille yanlarından ayrılınca babası ne demişti çok merak ediyordu. Aksi gibi restorandan aranmıştı ve mecburen gitmek zorunda kalmıştı babası.

 

"Ne kurtlu gibi kıpırdanıyorsun be?"

 

"Meyra babam ne dedi acaba? Mutfağa girerken annem sinirle laf çarptı soramadım da."

 

"Ne dedi ki?"

 

"Benim yediğim nanelerden ötürü misafirlerini adam gibi ağırlayamamış. Ayağının altında dolanmayacakmışım, eziverirmiş AlimAllah."

 

Meyra geriye doğru yaslanıp, kucağındaki yastığı kenara koydu.

 

"Yapar. Hak ettin neticede."

 

"Pislik! Of babam ne dedi acaba ya? Bu Halille Yiğit nereye kayboldu ki şimdi? Nazenin de yok ortada."

 

"Enişte o gereksize gözüyle hareket etti çağırdı. Nazenin anasıyla konuşacaktı, diğer çakalda peşine düştü. Sote de kıstıracak bizim kuşu. Gururu sorma bilmiyorum. Bende sıkıldım ne yapsak ki?"

 

"Benle mutfağa gelsene. Ne olur Meyra sen varsın diye çok yükselmez annem. Babam ne dedi ya?"

 

Meyra ayaklanıp pantolonunun belini düzeltti. Saçının da bileğindeki tokayla sıkıca kafasının üstünde topladı.

 

"Hadi gidelim boncuk. Zülüşün benim yanımda sana yükselmeyeceğine olan inancını öldürelim."

 

Nazlı da zaten o lafı gelişine söylemişti. Annesi hiç kişi, mekan ya da zaman ayırmaksızın istediğini istediğine söylerdi.

 

Mutfaktan içeri adımladıklarında Züleyha gözünün kenarıyla bakıp sarma için hazırladığı içi karıştırdı.

 

"Şey... Yardım etsek ya anne size. Öyle boş boş durmayalım dedik Meyrayla, biz de bir iş yapalım değil mi?"

 

Meyra baygın baygın baktı yalancı Nazlıya.

 

"Yaaa öyle dedik Züleyha abla."

 

Züleyha hazır olan içi götürüp ortadaki masaya ses getirecek şekilde bıraktı. Sonra ona gülerek bakan Sultanın yanından yeni suyu sıkılmış yaprakları da aldı.

 

"Madem iş istiyon kızım, geç otur da sar şunları. Ha Nazlı insan yiyecek onları emi annem. Parmak kalınlığında olsun bacak değil!"

 

Nazlı yutkunup bir masaya bir annesine baktı.

 

"Hııı... Öyle yapayım o zaman ben. "

 

Pısmış sesiyle ilk ellerini yıkadı. Sonra geçip masaya oturdu. Meyra da aynı şekilde karşısına kurulunca başladılar sarma yapmaya. Bir süre sonra Züleyha da gelip oturdu. Mutfak gereçleri dışında ses çıkmıyordu ve bu aşırı gerici bir his uyandırıyordu insanda.

 

"Annecim..."

 

"Bu kadar dayandığın maharet zati. He annem? Konuş zilli kızım."

 

Nazlı elindeki kaşığı bırakıp hemen öne doğru eğilip annesine yaklaştı.

 

"Ne dedi babam? Kızdı mı bize? Anne ne olur fişeklemedim de ya. Kızmasın. Çok seviyorlar, yazık, üzmeyelim çocukları falan dedin mi? Şey de deseydin. Nazlı çok mahçup olduğundan sana demekte çok utandı falan deseydin."

 

Züleyha elindeki asma yaprağını kaldırıp fırlattı. Yaprak ilk Nazlının alnına çarpıp masaya düşmüştü.

 

"Az utanın susan diyom emme nerde sende o ar damarı? Bi de akıl veriyo haspam! Kız ben sizi ne ederken yakaladım? Utanıyomuş! Niye ben göremedim o utancı acep zilli boncuk?"

 

Nazlı omuzlarını düşürüp dudağını ısırdı.

 

"Anne ya. Ya tamam şey olmadı öyle görmek. Ayıp oldu tabi. Ama anne birden oldu napayım? Of sende beş dakka sonra gelsen ne olurdu sanki?"

 

"Bak valla bana geliyolar soldan soldan! Benim gelmediğim o beş dakkada suratının yarısı oğlanın ağzındaydı. Bi beş dakka daha gelmesem demek ki! Tövbe tövbe! Konuşturma beni valla salarım babanı üstüne. Zaten adamı zor şer ikna ettim."

 

Nazlı azar yiyen o değilmiş gibi bir parlaklıkla baktı annesine.

 

"Ay ikna ettin mi? Ay vallahi mi anne? Ne dedin ay yok babam ilk ne dedi? Kızmayacak ama bize değil mi, onaylıyor yani ilişkimizi? Ciddi düşünüyorlar deseydin, yanlış şeyler aklına gelmesin şimdi."

 

Züleyha sağa sola boynunu esnetip geriye yaslandı. O sakinleşmek istedikçe bu kız dayak diye sürünüyordu.

 

"Yok annem öyle demedim. Ciddi middi niye karıştırak öyle şeyleri? Kız Meyra neydi şu bi tek o iş için takılanlara ne deniyodu?

 

"Fuckbaddy, onu mu diyorsun Zülüş?"

 

"Hah ondanmış bunlar dedim. Gencecik çağımda herifim kalpten gitsin de dul kalayım diye öylece dümdük söyledim annem!"

 

Nazlı çemkirecekti ama annesiyle ters düşemeyeceği kadar müşkülü büyüktü.

 

"Anne ya... Sanki başka başka şeyler görmüş gibi. Of ya! Babamı da dolduruyorsun değil mi böyle? Ya ne olur ama ya? Ben kaç zamandır Halilin yolunu gözlüyorum. Ne kadar acı çektim biliyor musun?"

 

"Nerden biliyim annem? Gelip dedin de ben mi mabadımı döndüm sana? Hem bu oğlan ne ara geldi, ne ara aklını çeldin de biz yaza evleniriz diyonuz siz?"

 

Meyra dikkatle incecik sardığı sarmadan gözünü ayırmadan "16 yaşından beri Halil diyormuş Zülüş, sen bunu nasıl kaçırdı ya?" diyerek Züleyhanın yeşillerine birer avuç köz attı.

 

Nazlı ağzı açılmış öylece onu ispiyonlayan ve kışkırtan arkadaşına baka kaldı.

 

"Kız Allah canını almasın! Sen o yaştayken oğlan evde bile değildi."

 

Nazlı omzunu silkip küskünce bir yaprak daha aldı. O sıra da içeri Nazenin girmişti. Yüzü ıslaktı. Hatta boynuna kadar ıslandığı için kazağının yaka kısmı da sudan nasibini almıştı. Meyra tek kaşı kalkmış gözleri o hariç her yerde gezen kıza baktı.

 

"Gel kuş üzümüm, Zülüşcüğüm Nazlıya bellediyor. Belki sana da el atması gerekebilir."

 

"Ben niye ki? Ben bişey yapmadım ne oldu ki?"

 

Züleyha kızına bakmaktan Nazeninin domatese dönen yüzünü fark etmemişti ama Meyranın gözleri daha bir ayrılmıştı. Hakim olmadığı bir şeyler dönüyordu Nazenin çiçeğinin cephesinde.

 

Nazenin de ellerini yıkayıp, masadaki işe ortak oldu. Sultan hem çorba karıştırıp hem konuşulanları dinliyordu sessizce.

 

"Züleyha Abla, Asil ağabey gerçekten onaylamadı mı ki ilişkilerini?"

 

"Onaylamasa ne olacak yavrum? Atı alan üsküdarı geçmiş. Akıllı uslu okulunu bitirsin de bakarız ilerisine dedi babası. Ne etsin adam? Daha okul bitmeden yerini yapan kızını mı yüzlesin?"

 

"Anne... Valla mı? Gönül koymadı ama bize değil mi?"

 

"İçini bilemem Nazlı hanım. Yüzüne de efendi uslu durup, günlerini bekleyecekler diye dil döküp durdum işte. Anam siz küçüğüken hiç derdim tasam yoktu ya benim."

 

Meyra kıkır kıkır güldü.

 

"Yeme bizi Zülüş. Bu işe en çok sen sevinmişsindir."

 

"Sus kız!"

 

Nazlı annesine küskün, kırgın baktı.

 

"Yok sevinmemiştir Meyra. Annem Halile başka başka kızlar beğenmiş. Benim yıllardır yolunu gözlediğim adamı başkalarıyla evlendirme planları yapmış. Allah bilir çeyiz falan da dizmiştir şimdi gelin kızına. "

 

Şimdi böyle de söyleyince az biraz duruldu Züleyha. Valla tam olarak böyle yapmıştı. Ağzını açsa Nazlı hanım daha çok gönül koyacaktı.

 

"Apır sapır konuşma! Lafın gelişine dedim ben öyle."

 

"Ha yok kafanda yeğenine layık gördüğün biri."

 

Züleyha ağzını açtı sonra geri kapattı. Yanında yönetici olarak çalışan Sudenin adını söyleyecek gibi oldu ama o ad ağzından çıkarsa kızının kırılacak gönlünü düşünemedi bile. Neyse artık Yiğit için düşünürdü Sudeyi. Kızda aklı kalmıştı. Pek güzel pek hamarattı. Bir şekilde aileye dahil etmek istiyordu içi.

 

"Yok kimse, ben yaşı geldi diye demiş bulundum öyle. Ne biliyim ben, hem ne dedim? Gördüklerimden sonra ağzımdan çıkanı mı duydum ben Nazlı hanım? "

 

Nazlı omuzlarını hâlâ küskünce silkip önüne dönüp işine devam etti.

 

"Bi de küsüyo utanmaz, arsız. Hem demedin daha. Ne ara oldu sizin bu iş?"

 

Nazlı bir Meyraya sonra Nazenine baktı. Telefon işini ortaya dökerlerse onları satacak neler vardı elinde hatırlamaya çalıştı.

 

"İşte Halilin görevi bitince gelmiş beni görmeye. Öyle oldu yani. Onunda aklındaymışım da görevi var diye dememiş bir şey. Değil mi Meyra? Öyle oldu desene canım!"

 

Meyra sırıtıp kaşlarını oynatmaya başladı.

 

"Yaaa... Öyle oldu Zülüşüm. Bir baktık kapı gibi bir bey. Bir, iki derken Nazlının etrafında dolaşıyor. Sonra bir baktık ben bu kızı seviyorum falan demeye başlamış."

 

"Ama çok da olmadı yani. İlişkimiz başlayınca hemen söyleyelim dedik size! Öyle uzun uzun bir şey olmadı yani. Halil de öyle dedi zaten. Eniştem, halam bilmeli diye sınavların bitmesini bekledi. Ona kalsa daha erken gelecektik."

 

Züleyha gözlerini kısarak üç kıza da baktı.

 

"Adını koyalı çok olmadı diyonuz yani?"

 

"Öyle tabi. Bir bilemedin iki hafta."

 

Nazenin ve Meyra aynı anda Nazlıya bakmışlardı. Nerdeyse iki aylık olan ilişki anca bu kadar yakın bir tarihle ilişkilendirilirdi.

 

Arkadaşlarını uyarmak için gözünü belerterek bakarken alnına ikinci yaprak çarptı.

 

"Kız daha sen ilk haftadan mı oğlanın dibine o kadar girdin?"

 

Nazlı sesli bir of çekti.

 

"Kadın unut artık şunu unut! Ya söyleyip durmasana! Valla babam duyacak mahvedecek bizi. Sebebimiz olacaksın."

 

"Anammmmm! Sen kime çektin böyle arsız, utanmaz, zeytin yağı boklu boncuk. Hadi arsınmadan bi de bastım diye çemkir bana!"

 

"Ama anne ya..."

 

Nazlı kıvranırken mutfağa bu sefer Halil ve Yiğit de girdi. Aradan dakika geçmeden çekinen bakışlarla Asaf da kapıda göründü.

 

"Oy anam! Sarmalar sarılıyor, bu kıyma mantı için mi kızlar? Halaların bir tanesi, Sultanların en hasekisi kız kalbime giden yollar için mi bunlar?"

 

Züleyha çatık kaşlarını hemen düzeltip kocaman gülümseyerek Yiğite baktı.

 

"He halam. Ne seviyosanız, neyi canınız çekiyosa söyleyin emi? Oy halası yesin çipil gözlerini. Oy maşallah yavruma."

 

Yiğit sevgi arsızı bir insan olmasından sebep halasının onu çocuk gibi sevişlerinden rahatsızlık duymazdı. Gelip yanağına sıkı bir öpücük bıraktı. Sonra Meyra ve Züleyhanın arasındaki dar boşluğa bir sandalye çekip kuruldu. Hiç ne yapılıyor demeden tabağın içindeki asma yapraklarını tek tek ayırıp sap kısımlarını bıçakla kesti. Meyranın önüne bıraktığı yaprakla anlık göz göze gelmişlerdi.

 

"Sarı şeker, sar bakayım bir tane. Serçe parmağımı geçmesin kalınlığı."

 

Meyra ters ters bakıp önündeki yaprağı sarmaya devam etti.

 

"Bulaşma bana!"

 

Yiğit gözlüğünü parmağının ucuyla geriye itip bir yaprak daha bıraktı önüne.

 

"Kalın oldu o..."

 

Meyra yine sustu. Ağzını açsa küfür etmek istiyordu zira.

 

"İçi az oldu onun..."

 

"Dilini sızlatan küfürlerin ucu, kan bağına dayanıyordu, dilinin ucunu ısırdı.

 

"Gevşek sarıyorsun hep, pişerken açılır onlar."

 

Allah onu bu şerefsizle sınıyordu, imtihan deyip sûkunet yakışırdı Meyraya.

 

"Çok uzun oldu o. İnsan yiyecek onları."

 

Yüzü kendini kasmaktan kıpkırmızıydı. Dilini ısırmaktan ucunu yara etmişti. Ayak parmakları terliğin içinde kıpırdanıp duruyordu. Meyra bu kadar sabırlı biri de değildi zaten. Buraya geldi geleli bu kadar sabra erenlere karışacaktı.

 

"Onu öyle kat..."

 

"Sıçarım böyle işin gelişine! Sus lan sus artık! Yettin canıma! Senin o dilini dürer büker montelerim çocuk! Bıktım lan senden. İki günde canımdan bezdirdin! Niye susmuyorsun oğlum sen? Niye o çenen bi durmuyor? "

 

Mutfağın içerisinde iğne düşse çınlayacak bir sessizlik hakimdi. Meyra gözlerini kırpıştıra kırpıştıra ona bakanlara tek tek baktı. Bir şey diyecek gibi oldu, ne diyeceğini bilemedi.

 

Kimseyi umursamazdı ama kaşları havada, yeşil gözleri şaşkınlıkla bakan Züleyhada takılı kaldı. Şu kadının karşısında bu duruma düşmüştü ya Yiğiti kıyma yapıp yaprağın içine sarsa içi soğumazdı.

 

"Alışmadık göt de don durmaz Zülüş. Kusura bakma, benim hanım kızlık buraya kadarmış. Bu çocuk bana yaklaşırsa cinsini cibilliyetini halvete sokarım! Uzak tutun şunu benden!"

 

Bir hışımla çıktı mutfaktan. Hâlâ kimseden ses gelmiyordu. Sonra Nazlının alnının tadına bakan asma yaprağı Yiğitin alnını da öptü. Şap diye de bir ses çıkardı.

 

"Anam bu kıza ne oldu? Çocuğum sen niye delirttin el kadar kızı?"

 

Yiğit pişkinlik içerisinde alnındaki yaprağı alıp iç harçtan içine koydu ve hırsla ağzına attı. Omuzlarını da silkti tüm arsızlığıyla.

 

"Yiğit aşkolsun ama ya. Niye öyle yaptın? Bu sinirle akşama gideceğim diye tutturur. Of ya of!"

 

Yiğit ağzındakini bitirince Nazlıya baktı.

 

"Sabahtan beri tek lafıma karşılık vermiyor, sinir etti beni. İnsan gibi tuzu istiyorum yüzüme bakmadan veriyor. Kay kenara orda ben oturuyorum diyorum ses etmeden kayıyor."

 

Züleyha da ne olduğunu anlamamıştı.

 

"Çocuğum manyak mısın? E kız ne diyosan ediyomuş işte, Allahtan belanı mı arıyon?"

 

Yiğit ters ters baktı ama cevap vermedi. İçindeki siniri bir şeyden çıkarmak istiyordu. Yaprak sapları nasiplerini aldı.

 

Ne yapacağını bir türlü bulamıyordu. Onu kışkırtmadıkça doğru düzgün konuşamıyordu bile kızla. Sabahtan beri huyuna gitmek için nazik bile davranmıştı ama o sarı cadı yüzüne bakma zahmetine bile girmemişti. Çok öfkeliydi ona! Haklı yada haksız olmak umurunda bile değildi çok öfkeliydi.

 

Sonra elindeki küçük bıçağı sertçe masaya bırakıp kalktı ve çıktı mutfaktan. Ardında kalanlar öylece baka kaldılar.

 

"Kız ne oldu şimdi?"

 

Halil, Yiğitten boşalan sandalyeyi çekip Nazlının yanına oturdu. Asaf için de Nazenine yakın bir yer açılmış oldu.

 

"Bir şey olduğu yok halam. Biri kör diğeri densiz. İkisi de beceriksizin teki. Bir şekilde orta yolu bulurlar mı belli değil. Bulamazlarsa Yiğit bizi çok yoracak ama o belli oldu."

 

Züleyha daha da şaşırdı.

 

"Anam bu oğlan bizim sarı kıza mı tutuldu? E Sudeyi sana alamayınca ben Yiğit olur dediydim."

 

Züleyha çıkıp giden Yiğitin ardından hâlâ bakıyordu.

 

"NE????"

 

Kızının mutfağı çınlatan çığlığıyla aklı Yiğit ve Meyrada kalan Züleyha dönüp Nazlıya baktı.

 

"Sen... Ya sen Halile Sude Hanımı mı ayarlamaya çalışıyordun? Anne of of!!!"

 

"Sus kız! Bişey mi ettik sanki? Öyle aklımdan olur mu ki dedim sadece. Olmazmış! Gerçi Yiğite de olmazmış. Gitti gül gibi kız."

 

Züleyha üzgünce bitirdi cümlesini. Gözü Halil ve Nazlıya dönünce onudikkatle izleyen Asafa takıldı. Kaşları havaya kalkıp gülecek gibi oldu.

 

Nazenin elindeki küçük kaşığı düşürüp öne eğildi.

 

"Asaf olmaz Züleyha abla, o benim!!!"

 

Nazenin boş bulunup yüksek bir tepki verince öylece kala kaldı. Ama yanaklarına ateş basmasına sebep, Asafın dudağını ısırarak ona bakışıydı. Mavi gözleri ışıl ışıldı ve yüzü çok tatlı bir gülüşle şenlenmişti.

 

Züleyha da bir sessiz kızım dediği kıza bir de Halilin misafiri diye iteledikleri ama damatlığa talip oğlana baktı. O bu kızların muhabbetinden ne zamandır uzaktı ki böyle? Hepsi bir hallere girmişti. Hızlarına yetişmek de zorlandı Züleyha. Daha Nazlı ve Halili hazmedemeden Meyra ve Yiğit çıkmıştı işin içine. E tabi birde misafir oğlan kara kızına pek fena bakıyordu. Asafı şimdi daha dikkatli incelemeye başladı. Ünzileye yakışır bir damat mı diye aşağıdan yukarı yukardan aşağı iyice gözünün süzgecinden geçirdi.

 

Geçenlerde televizyonda bir kadın "yıldızlar bu sene evlilik ve aşk yılının sinyalini veriyor" diyordu, o geldi aklına nedense. Yıldızların da Züleyhanın evine kayacağı tutmuştu demekki.

 

"Nezenin, sende ananın haberi olmadan mı muhabbet kurdun kuzum?"

 

Sözler Nazenine olsa da ok gibi bakışlar Nazlıyaydı. Halil o lafın yanında kendine de gelecek taşı umursamadan Nazlının saçlarına bir öpücük bıraktı. Aynı öpücük sol omzuma da kondu. Züleyha gözleri kısılı, kimseyi umursamadan Nazlının gönlünü gören yeğenine bakıyordu.

Utanma da kalmamıştı canım bunlarda.

 

"Şey Züleyha abla ben söyleyeceğim anneme."

 

Nazenin utana sıkıla anlık Asafa baktı. Hâlâ ona böyle dikkatli bakmasaydı keşke. Utancından yüzündeki ısı acı veriyordu sanki.

 

Asaf da büyüsünün, kıvranışından ne kadar keyif alsa da kıyamıyordu bu hâline. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez sızlanışı hem çok tatlıydı hemde bir o kadar gönül çarptırıcı. Zaten daha üzerinden saat geçmemiş öpücüğün aklına yaptıklarıyla baş etmeye çalışıyordu.

 

"Abla..."

 

Züleyhanın bakışları Nazlıdan ayrılıp Asafa döndü.

 

"Nazenin benden bahsederse şayet biz gideceğiz Amasya'ya. Yani öyle gizli saklı bir şey olmayacak. Nazenini ailesi karşısında mahçup duruma düşürmek istemiyorum. O ne zaman isterse ben ailesiyle tanışma taraftarıyım."

 

Züleyha cevaptan pek memnun şekilde gülümsedi. Anlık kaşlarını çatıp Halile baktı ama geri Asafa döndü.

 

"Maşallah evladıma, nasıl yol yordam biliyon sen öyle. Nasıl güzel hatır gönül görüyon. Kara kızıma pek yakışacan pek. Az yanındakini de eğiteydin ya çocuğum!"

 

Züleyha onu zerre takmadan hâlâ Nazlının sağını solunu okşayan yeğenine baktı.

 

"Sende fırsat bu fırsat deyip yılışıp durma lan!"

 

Halil yine umursamadı halasını. Nazlının kalın kalın sardığı yapraklardan birini alıp yemeye başladı. Biten çiğ yaprakla Nazlının elinin kirli olmasını umursamadan üzerine bir öpücük daha bıraktı.

 

"Sen ne güzel öğrenmişsin boncuğum. Hep yaparsın değil mi?"

 

Nazlı cilveli bir gülüşle yeni yaprağı aldı önüne.

 

"Sen seviyorsun diye öğrendim ki. Yaparım tabi, canın ne zaman isterse söyle sen."

 

Züleyha daha şaşırmam dediği ne kadar hadise varsa aynı anda yaşıyordu sanki. Bu kızı zorla yanına oturtup, zor şer sardıran kendiydi ama şimdi fingirdek kızı o günler hiç yaşanmamış gibi Halile maharet diye satıyordu önündeki işi.

 

"Kurban olduğum bana sabır ver. Allahım, yüce yaradanım beni neyle imtihan ediyon sen?"

 

Yine tüm bakışlar ona döndü. Ne yaptığını bilmeden bir kaşık içi ağzına tıktı. Bunlar ateşle barut gibiydi ya. Halilin eli kolu durmuyordu bir an bile. Ya saçının ucunu okşuyordu ya da dirseğine kadar sıvanmış kolunda parmağını gezdiriyordu. Gözü de göz değildi zaten. Kızının her hareket edişini atmaca gibi takip ediyordu.

 

Gerçi kız anasıyım diye de yanlı davranmak yakışmıyordu Züleyhaya. Allah var Nazlı da gözünü sağında solunda pek içli dolaştırıyordu. Aklına, Asilin gönlüne düştüğü ilk zamanlarda onu nasıl izlediği geldi. Evlerden ırak ama Züleyha ne zaman Asile içli içli baksa sonları evi ateşe verecek bir hâlde bitiyordu. İçini kemiren kurt daha bir iştahlandı. Koca mutfak bastı da bastı ona.

 

"Ehhh yeter bu kadar!"

 

Canının sıkıntısıyla boş bulunup birden sesli çıkış yapmıştı. Ona şaşkın şaşkın bakanlarla duruldu.

 

"Sarma diyom, yeter bu kadar. Kim yiyecek koca kazan olmuş? Şey yapın çocuğum siz, az çıkın dolaşın. Bak çocuk geldi evin içinde bizim hengamemizde kaldı. Az memleketi gösterin."

 

Kafasının içinde çığlık atışlar durmuyordu. O çığlıkları Halilin eli kolu daha bir delirtiyordu. İnsan durup durup kazak olan omuzu niye öperdi Allah aşkına. Oturdukları yerden derde sıkıntıya sokuyorlardı onu.

 

"Haklısın annecim. Hadi çıkalım az ya. Nazenin geçen sefer gidememiştik. Asaf da görür restorana gidelim mi? Halil bir sürü yenilik yapıldı, annem tüm duruşunu değiştirdi resmen. Sende görürsün."

 

Halil görmüş olduğu gerçeğine değinmeden başını onaylarcasına salladı.

 

"Gidelim boncuğum. Eniştem orda mı Yüreğir de mi hala?"

 

Züleyha kaşını çatıp başını eğdi. Sahi bu adamı hangisinden çağırmışlardı ki?

 

"Sormadım ki. Arar sorarsınız."

 

Halil ses çıkarmadan gözlerini açıp kapadı. Biran önce eniştesini yalnız yakalaması da gerekiyordu.

 

Kızlar hazırlanmak için yukarı çıkınca Halil, Yiğiti arayıp aşağı bahçeye çağırdı. On dakika olmadan hâlâ yüzü sirke satan kardeşi gelmişti. Asaf da telefondaki konuşmayı bitirip yanlarına girdi.

 

"Niye çağırdın?"

 

"Yüzünü düzelt! Hazırlıkları tamamladınız mı? "

 

Yiğit duruşunu dikleştirip henüz ev halkının hiç şahit olmadığı bir ciddiyete büründü.

 

"Tamamlamak üzereyiz. Portföyün çok kalabalık, açık çıkmasın diye detaylı bir çalışma gerektiriyor."

 

"Ne aşamadasınız akşam bana göster. Burdan dönünce ilk olarak holdingin kuruluş yıl dönümünü kullanacağız. Sonrası için Asaf ayarlayacak ilerleyişi. Bir anda çok fazla haber çıkması dikkat çeker. İlk sadece Duhan Doğru ile olan akrabalık bağımı duyuracaksınız. Ordan sonra medya geçmişimi didikler. İlkokul mezuniyetime kadar bir tane açık olmasın Yiğit."

 

Yiğit elinden düşmeyen telefona tekrar baktı. Her aşamasını zaten ona bilgi olarak geçiyordu ekibi.

 

"O kısımlrda sıkıntı yok. İstihbarat tüm imkanlarını ortak kullanıma açmış. Onların sistemiyle beraber University of Sheffield Nano-teknoloji Mühendisliği okumuş olacaksın ve silah bilimleri üzerine eğitim almış olduğun özellikle vurgulanacak.

Rus dan haber var mı?"

 

Halil kaşını çatıp Asafa baktı. Asaf soruyu anlamış gibi bağlı kollarını açıp öne eğildi.

Avcı ve Kasap izlemede devam ediyor. Sığınma istediği herkesden red yedi. Mecbur kalacak işbirliğine."

 

"Adana'da ki işimiz bitince direk Umuta geçeceğim. Tekrar üzerinden geçmemiz gereken pürüzler var."

 

Halil başka bir şey söylemeden ayaklandı. Kabul ettiği görev hayatına yepyeni bir yön verecekti. Yüzü ifşa olacağı için tüm saha görevlerinden azad edilecek ve Nazlıyla düşlediği hayali gerçekleştirecekti. Yeni bir kimlikle belki de Adana'da bir hayat kurarlardı. Hoşuna gitti bu olasılık. İlerde ailesi genişlerse tamda böyle bir ortamda büyümelilerdi. Biraz sabır gerekecekti tüm hayallerini yerine getirmek için.

 

Bu konu da ondan iyisi olamazdı. Sabır Halil için hiç zor olmamıştı.

 

Züleyha mutfak camından konuşan üç oğlana bakıp yine sıkıntıyla nefes bıraktı.

 

"Yeter gelin hanım ha! Benim de içimi daraltdın. Derdin ne senin?"

 

Züleyha pişen pilavı demlenmesi için örtüyle sarıp bir kenara bıraktı. Ocağa koyduğu sarmanın da suyunu kontrol etti. Ona hala dikkatle bakan kadına anca o zaman döndü.

 

"Of abla... İçimi kurtlar yedi bitirdi ya benim. Valla bunlar el kadarken zerre derdim yokmuş."

 

Sultan da elindeki işi bırakıp ağrıyan beline elini koyup masaya geçip oturdu.

 

"Gel az şuraya. Ne oldu yine? Hâlâ kızla Halili diyosan o iş iyi oldu Züleyha, nankörlük etme."

 

Züleyha da hemen geçip karşısına oturdu.

 

"Yok valla derdim artık o değil. Tamam düşündüm ben, iyi oldu iyi de sanki biraz fazla mı iyi oldu ne?"

 

"O ne demek kız?"

 

Züleyha mutfak kapısını kontrol edip öne doğru eğildi, sesini de oldukça kıstı.

 

"Abla bunların elleri dursa ayakları durmuyo. Oğlanın zerre durağı yok ya. İki dakka oturdu yanımızda kızın ellenmedik yerini koymadı. Bunlar nefislerine yenilip... Tövbe Allahım sen koru."

 

Sultan'la aynı anda kulaklarını çekip masaya vurdular ellerini.

 

"Valla içine fitne sokmayım dedim emme haklısın. Gerçi bi oğlana laf etmiyek, senin boncuk da oğlanın olmadık yerlerini gözüyle iyice bi eşeliyo haberin olsun."

 

Züleyhayı da korkutan buydu ya. Nazlının bir karış havadaki aklına güven olur muydu hiç? Sonra daha fena ihtimaller düştü aklına.

 

"Abla! Abla kız bunlar yoksa! Anam bunlar işi pişirdi de ondan mı rahat duramıyolar? Abla ben bunları bastığımda ki halleri pek fenaydı ya. Biz bunları okul bitene kadar nasıl kip tutacaz?"

 

Sultan tülbentini düzeltip geriye yaslandı. Yüzünde de bir boşvermişlik peydah olmuştu.

 

"Tutaman Züleyha. Senin korktuğunun başına gelmediğini de bilemen."

 

Züleyhadan inilti gibi bir "anammm" çıktı. Eli de ona basan ateşi savuşturmak için yelpazelemeye başlamıştı yüzünü.

 

"Günahı, haramı da bilmez bu kudurmuşlar. Ne edecem anam ben?"

 

Biraz evvel Züleyhanın yaptığı gibi Sultanda kapıyı gözledi. Gelen giden olmadığını anlayınca öne doğru eğildi.

 

"En azından bi imamın önüne oturt bunları sen."

 

"Ney?"

 

"Ne ney? Gelmişken parmağınızda yüzüğünüz olsun de bi söz ayarla sonra da olmaz böyle deyip nikahlarını kıydır."

 

Züleyha az biraz düşündü. Bunu yaparsa bunları daha da kimse tutamazdı. Böyle bir riske nasıl girecekti? Olmazdı olmaz. Hem Asile ne diyecekti? benim yeğenim senin kızın suratını yemeye başlamış, az daha durursak geri kalanı da götürecek mi desindi?

 

"Olmaz, daha zapt olmazlar!"

 

"He şimdi çok zapt oluyolar ya? Senin derdine düştüğünün zerre yükünü sırtlanıyolar mı acep? Kızın, oturup kalktıkça oğlanın götünü dikizliyo Züleyha hanım."

 

Züleyha omuzlarını düşürüp yığılır gibi bıraktı kendini.

 

"Anammmm... Anam anam anam! O bokluyu zamanında yoluk yoluk yolacağıdım ben, bilemedim anam. Oğlanın peşine düştüğünde abisi dedik de hiç bilemedik ya."

 

"Geçti o işler. En azından ne haltlar yiyolarsa helal yoldan yesinler. Zati senden başkası da helal haram demiyo belli ki."

 

Sultanın şişman yanaklarını gerdire gerdire gülmesi Züleyhayı daha bir darladı. Hakikaten de Züleyha dan başkası az uslu durak, günah demiyordu ya.

Yine Sultan ablasının lafına geldi.

 

"İmam nikahları bari olsun diyon hemi sen?"

 

"Bunlar ne zamana evlenecekler ki? Gerçi valla olsun o nikah, böyle acele ettiklerine göre."

 

"Abla kurban oluyum sen beni niye şişirtip duruyon? Benim içimdeki şeytanlar susmuyo zati."

 

"Kıy sen o nikahı kıy."

 

Sultan şen bir kahkaha daha attı. Atmış altıyı doldurmuş bir kadına göre oldukça hareketliydi hâlâ. Can çıksa da huy çıkmıyordu işte.

 

Züleyha elini bağrına süre süre tavana baktı. Asile ne diyecekti şimdi o? Az dermanı olsa koşturarak yukarı çıkar, o Nazlıyı bir güzel elinde ovalardı. Aklını zorlayan her ihtimal taş olmuş oturmuştu içine. Halilin eli kolu durmaz hallerini düşündükçe o taşlar kaya oldu. Ana olmak ne zahmetli işti canım?

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Nazlı ve Nazenin yattığı yerden kalkmayan Meyra'yı bin lafla sonunda hazırladılar. Meyra kızgındı esasında ama en çok mahçuptu. Züleyha ablasının karşısında çok utanacağı bir hale sokmuştu o Allahın belası pislik. Yiğiy yanlışlıkla ateşe düşse Meyra benzin dökerek yardım edecek bir nefret hissediyordu.

 

"Bak uyarıyorum sizi, o köpek bana yaklaşmasın. Ağzını bile açmasın. Ya hayır ailenizde de kimse onun gibi değil. Kime çekmiş bu pislik? Annesi mi babası mı böyleydi bunun, nedir yani bu huyun temeli?"

 

Nazlı hararetle konuşan arkadaşını sakinleştirmek için etrafında dönelerken son kelimelerle yüzü buz gibi oldu.

 

"Meyra tamam çok haklısın ama ne olur hırsına yenilip Yiğiti ordan vurma. Allahını seversen sakın biraz önceki lafları tekrar etme yanında, bak hatırım için."

 

Nazlının ikna sesinin içerisinde hafif de kızgınlık vardı sanki. Meyra ne olduğunu anlayamadı. Öyle bir durup ince kaşlarını çattı.

 

"Ne oluyor be?"

 

"Yiğite ağza alınmayacak küfürler et ama annesi ve babasının içeren tek kelime etme ne olur? Bir kere yaptım o hatayı, ne olur bak. Çok rica ediyorum lütfen öfkeni ordan almaya çalışma."

 

Meyra hala anlamak ister gibi bakıyordu. Bu konu hakkında çok düşünmemişti. En fazla çocuklar küçükken ölmüş olduklarını ve çocuklar üzülmesin diye hiç ağızlara alınmadığı fikri vardı onda. Ama nazlının tepkisi de düşündüklerine göre oldukça sertti.

 

"Nazlı ne oluyor?"

 

"Ne Yiğit ne de Halil biyolojik ailesiyle ilgili tek kelimeyi kaldıramıyorlar. Bir kere sordum, kalbini çok kırdım. Yiğit bir daha öyle bakmasın bize. Sende bu konu hakkında hiç konuşma, onlar asla konuşmazlar çünkü."

 

Meyra yutkundu. Sebebinin ne olduğunu bilmediği bir sızı sol tarafını yokladı. Bir insan anne ve babasının adını bile anmayacak raddeye nasıl gelirdi ki? o şerefsiz babasına duyduğu öfkeyi bile bazen unutup laf arasında bahsedebiliyordu.

Sonra hala ona bakan Nazlıya gözlerini sabitledi.

 

"Tamam be! Demeyiz bir şey. Ben onun gibi düşüncesiz bir davar mıyım? "

 

Nazlı bir anda ciddi yüzünü gülümsemeyle değiştirdi. Arkadaşından da beklediği buydu. Meyra nerde duracağını bilirdi ve nasıl oluyorsa asla bulaşmaması gereken konulara mayınlı bölge gibi muamele çekerdi. İçi rahatladı. Yiğit ve Meyra öfke arasında kendilerini kaybediyorladı ve Meyra biraz önce kendine söylediği kelimeleri Yiğitin yanında da bilmeden söyleyebilirdi. Önceden bu şekilde uyarmış olmak içini rahatlattı.

 

Hazırlanıp aşağı indiklerinde Halil, Asaf ve Yiğit de kapıdaydı. Yiğit gözüyle Meyrayı takip ediyordu. Yüzüne bile bakmadan geçip Asafın arabasında, arka koltuğa oturan kızla yanağının içini ısırmaya başladı. En nefret ettiği şey yok sayılmaktı ve bu sarı yerden bitme bunu her seferinde öyle başarılı yapıyordu ki Yiğitin tüm şarterleri atıyordu.

 

Halil yan yan Yiğite baktı ama bir şey demedi. Nazlının elini tutup yanına çekti.

 

"Boncuğum..."

 

Nazlı güzel bir gülüşle elini tutan kola sarılır gibi dolandı.

 

"Annem annem dedin, gördün mü Nazlı? Kadın yan yana gelsek gözüyle bıçak atıyor."

 

Nazlı kıkır kıkır güldü. Hayatının en mutlu anlarını yaşıyor olabilirdi. Aşıktı ve aynı aşkla karşılık alıyordu. Annesi ve babası da çok hoş olmasa da bu ilişkiyi biliyordu. Annesi ne kadar kızmış görünse bile onlar için destekleyici bir güçtü. Nazlı için kusursuz bir çizgide ilerliyorlardı her şey.

 

"Valla istediği kadar kızabilir, sonuç olarak babamla konuştu. Bak babam hiç bir şey demedi aslında. Onaylamasa mutlaka bunu belli ederdi. Ay Halil ya... Resmen hayalini kurduğum ne varsa sıra sıra gerçekleşiyor."

 

Halil cıvıldayan bir sesle konuşmasını izliyordu Nazlının. Uzanıp burnunun ucunu öptü.

 

"Ama rahat rahat öpemiyorum seni, onu ne yapacağız boncuk hanım."

 

Nazlı biraz daha cilveli bir gülüşle iyice yaklaştı Halile.

 

"En son öperken neler olduğunu hatırla sevgilim. Bence daha fazla şansını zorlama annem konusunda. Seni her an evden uzaklaştırabilir."

 

Halil ellerini belinden dolayıp Nazlıya sarıldı. Yüzleri oldukça yakındı. Nazlı da tıpkı Halil gibi sardı kollarını beline.

 

"Bu, bu gece kapın bana açılmayacak demek mi Nazlı hanım?"

 

Nazlı iri iri gözlerini açıp sanki annesine yakalanacakmış gibi kafasını kapıya çevirdi.

 

"Delirdin herelde sen! Seni bir daha benim odamda yakalasın bak neler oluyor! Ay Allahım sen koru, mahveder bizi."

 

Halil kaşlarını çattı. Bundan hiç hoşlanmamıştı.

 

"Ne yani burdan gidene kadar öpüp, koklayamayacak mıyım ben seni?

 

"Halil azıttın mı acaba? Annem öldürsün diye mi uğraşıyorsun? Şu halde bile yakalarsa sana neler yapar biliyor musun? Sen buraya geldik geleli bi sapıttın sanki."

 

Halil Nazlıya sarılı elini sırtına doğru çıkarıp kendine yaslanmasını sağladı. Göğüsleri Halilin bedeninin arasında sıkışmıştı. Nazlının önünü kapatmadığı montundan dolayı V yaka kazasından hatırı sayılır bir görüntü sunmuş oldu böylece. Halil zerre utanma belirtisi olmadan bastırmasından kaynaklı dolgunluğu daha dikkat çeken göğüslerine baktı.

 

"Bende durumlar seni altımda kıvranırken hissettiğim günden beri hiç iyi değil Nazlı."

 

Derin bir soluğu Nazlının yüzüne çarparak bıraktı. Gözleri hala gördüklerinden memnun şekilde aynı yerde turluyordu.

 

"Sütyen giymişsin bu sefer."

 

Nazlı yutkunup Halilin fısıltıyla kıpırdayan dudaklarına baktı.

 

"Sen... Sen gerçekten utanmazın tekisin."

 

Lafı biter bitmez de oldukça gürültülü bir korna sesi yankılandı. Yiğit ne ara geçip arabaya binmişti fark etmemişlerdi bile. Arkada oturan bedeni öne uzanmış ve hâlâ kornaya basıyordu. Sonra kafasını camdan çıkardı.

Daha ne kadar bekleyeceğiz fingirdeşmenizi? Ne yapalım burda, kök mü salalım?"

 

Nazlı daha çok utandı. Gerizekalı Halil yüzünden hep nerde ve kimlerleydi unutuyordu. Asaf ve Nazenin, Halilin aracının yan tarafındaki araçta kaldığı için pek bir şey görememişlerdi muhtemelen ama Yiğit full hd izlemişti onları. Pislik, ayıp bakmayayım da demezdi. Yoktu onda o nezaket.

 

Kendini Halilin kollarından kurtarıp hiç kimseye bakmadan geçip oturdu yerine.

 

Halil, Nazlının utançtan kızarmış yüzünü keyifle izleyerek restorana doğru sürmeye başladı.

 

Yiğit biraz ofladı, biraz telefonunu karıştırdı. Sonunda dayanamadı.

 

"Nazlı..."

 

"Hmmm..."

 

Aradan uzanıp başını iyice yaklaştırdı.

 

"Nazlı, bak bi kızım ya."

 

"Ne oluyor be?"

 

Yiğit ona çemkiren kızın başını öne doğru iteledi.

 

"Bu güne bu gün kaynın sayılırım doğru konuş benle."

 

Halil de anlık Yiğite bakıp yola döndü.

 

"Sen hayırdır!"

 

"Abi bi dur sende Allah aşkına. Sen yokken alıştırdım ben bunu. Saçını falan çekebiliyoruz artık. Oturup bir saat ağlamıyor, hatta işi büyüttü. Öyle çalışıyor senin boncuk."

 

"Sen devam et böyle Yiğit pisliği. Bende Bursaya döner dönmez Meyraya dehşet bir çocuk ayarlayayım da gör."

 

Yiğit abisine bakan başını öyle hızlı çevirdi ki boynundan ses geldi.

 

"Seni paralarım! Allahıma kitabıma, dinime, imanıma enişteme ne kadar yalan ve ahlaksız iftira varsa sallarım. Sen benim Meyraya giden yoldaki mihenk taşım olacaksın."

 

"Bu günden sonra sen unut o işi."

 

Yiğit küskün ve yılgın bir halde gerisin geri koltuğa bıraktı kendini.

 

"Bi el at be Nazlı sevabına. Kızım bu kız neyden hoşlanır? Nedir bunun ince damarı? Sabah sinir oldum diye ayarı da kaçırdık. Yüzüme bakmadı lan!"

 

Nazlı omuzlarını silkti. Hiç aralarına girip kendini parçalatamazdı. Zaten ikisiyle aynı mekanda olmak bile elektrik akımına kapılacak bir his uyandırıyordu insanda.

 

"Diline sahip çık önce. Sonra da tersleşip durma, muhabbet kurmaya çalış. Huyuna git."

 

" Hııı kankası olayım diye mi?"

 

Öyle söyleyince de bir Yiğite bir Halile baktı. Meyranın o taraflarda pek işi olmadığı için neyden etkilenir çok da bilmiyordu ki. Meyra göz çapkınıydı. Kendi aralarında yakışıklı biri görse asılma içeren sözler söylerdi ama iş ciddiye binecek gibi olunca nasıl yapıyorsa bir anda o ortamdan çok uzakta çıkardı. Pek aşk kavramına da inanmazdı zaten.

 

Sonrası bir sessizlik ile devam etti. Restorana geldiklerinde Serkan ağabeyleri eniştesinin üst katta olduğunu söyledi. Restoran için alınacak etlerin yeni çiftlik anlaşmasını yapıyordu. İşinin de az kaldığını söyleyince annesinin el atarak genişlettiği ve camdan bir alan oluşturduğu ek kısıma geçtiler. Burası restorandan ziyade bir kafe ambiansı ile dizayn edilmişti. Çoğunlukla da gençlerin kullandığı kısımdı. Ön cephenin tamamen cam olmasının sebebi Seyhan barajının oldukça yakın oluşundan kaynaklıydı.

 

Beraber oturup sipariş verecekleri sırada Meyranın telefonu çaldı. Meyra telefonu ilk meşgule attı ama sonra da sıra sıra mesaj bildirim sesi duyuldu. O telefon bir kez daha çaldı.

 

Meyra Nazlıya bakıp dişlerini sıktığında Nazlı arayanın babası olduğunu anlamıştı.

 

"Ben... Konuşup geleyim ."

 

Fısıltı gibi bir açıklamayla kalktı ve girişte kullandıkları kapıdan çıktı. Bir süre çıkıp giden kızın gelmesini bekledi Yiğit. Daha sonra ise dayanamayıp ayaklandı.

 

"Sen nereye?"

 

Nazlının sesiyle anlık ona baktı. Sonra da "lavabo" diye mırıldanıp çıkışa ilerledi.

 

Dışarı çıktığın da sağa sola bakmıştı ama Meyrayı göremedi. Sonra tiz bir ses açık otopark alanından geldi. O tarafa doğru yürüdüğünde Meyranın sesi daha güçlü duyulmaya başladı.

 

"Allah belanı versin senin Levent bey! Bitti tamam mı? Dahası yok bitti! Dedemden kalan ve kıçını büyütmek için kullandığın ne varsa yapacaksın annemin üzerine! Sana yemin ederim seni öyle rezil ederim ki İzmirde sana güvenip yatırım yapacak tek insan evladı kalmaz."

 

Bir süre karşıyı dinleyen kız öfkeli bir kahkaha attı.

 

"Unuttun heralde Levent bey! Ben senin kızınım! Annemin sayesinde kazandığın paralarla düşüp kalktığın o kadının boy boy fotoğrafları var elimde. Bak sana yemin ediyorum, duy beni duy! Sana yemin ediyorum İzmirdeki tüm billboartları metresinle olan resimlerin süsler. "

 

Yine bir sessizlik oldu. Meyranın ileri geri yürüyen hırslı adımlarını izledi Yiğit.

 

"Zerre acımam yok sana. İnan milletin annem için diyeceği en küçük şeyi de bi tarafıma takmam. Neydi şu yeni kağıtlarını işlettiğin adamın adı. Nasır el-hanifi miydi? O adam biliyor mu senin nikahsız gezdiğin yatakları? Dini bütün diyorlar onun için, hazırlayayım mı senin baş rolünü oynadığın bir video? O yalandan çizdiğin güvenilir aile babası imajını sıçıp atayım mı?"

 

Yiğit hırsla saçlarını çekiştiren kıza biraz daha yaklaştı. Öyle öfkeliydi ki onu dinlediğinin zerre farkında değildi.

 

"Bu güne kadar annem için dayandım ama bu sondu! Bitti!!! Bitti anlıyor musun, ölsen ölüne tükürürüm senin. Ne diyorsam yapacaksın. Tek tek neyi varsa iade edeceksin anneme. Önüne attığın o üç kuruşu ben sana öyle bir iade ederim ki kendine gelemezsin."

 

Bir kaç saniyelik bir sessizlik daha oldu.

 

"Lan sen annemin parası olmasa üç kuruşa sürünüyordun be. Seni adam yerine koydularsa annem sayesinde. Kıçındaki don bile annem sayesinde. Annemin bankasında, dedemin yalakası olarak çalıştığın günleri unuttun sen demekki. Sıkma canını ben hatırlatırım Levent Bey!"

 

Sonra da telefonu kulağından indirip arka cebine hırsla sokuşunu izledi. Elleri aynı hırsla yüzünü ovalayıp saçlarını çekiştiriyordu. Öfkeyle gerisin geri döndüğünde onu dikkatle izleyen adamı görebildi.

 

Mavi gözleri öfke ve hırstan kızarmış, sulanmış ve her an sağanak bir yağış başlatacak gibiydi.

 

"Sen... Sen ne yapıyorsun burda?"

 

Yiğit biraz önceki konuşmaları hiç duymamış gibi elleri arka cebinde yanına doğru yürüdü. Gözleri mavi gözlerdeydi.

 

"Sana bakmaya geldim, uzun süre gelmeyince merak ettim."

 

Meyra ağlamak istemiyordu. Nefret ederdi ağlamaktan zaten. Ama içindeki öfke o kadar güçlüydü ki bu hisden nasıl kurtulacağını bilemedi.

 

"Ben... Geliyordum aslında, şey oldu."

 

Sonra sağa sola bakındı. Gözlerinde tutmakta zorlandığı yaşlar bir bir bıraktılar kendini.

Şu an kendini çok aciz hissediyordu ve asla onu bu halde görmesini istemediği o kişi karşısındaydı.

 

"İyi misin sarı?"

 

Bakmak istemiyordu yüzüne. Ağzını açsa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı.

 

"Bu ayakkabı... Yeni aldım mahvetti ayağımı. Hep yara etmiş, canımı yaktı. Ağzına sıçtıklarım, dünya para verdim yara ettiler ayaklarımı."

 

Bulamadı başka yalan.

Çok savunmasızdı, çok ağlamak istiyordu. Tutamadığı göz yaşlarına bir bahane üretemiyordu daha iyi. Üstelik telefon konuşmasını duyup duymadığını da bilmiyordu. Çok öfkeliydi ama en çok da üzgündü. Baba demeye utandığı adam annesi sayesinde bu günlere gelmişken annesinin hakkını gasp ediyordu. Sonunda boşanmayı kabul etmişti ama utanmadan annesinin oturduğu evi bile istiyordu. Onu mahvedecekti! Artık onu annesi bile durduramayacaktı. Bin türlü maskeyle oluşturduğu o güvenilir kişi imajını yerle bir edecekti Meyra. Tüm İzmir, borsada paralarını emanet ettikleri adamın aslında nasıl bir aşağılık olduğunu öğrenecekti. Karısına yaptıklarını, kızına kalkan elini, metresini, metresinin yanı sıra parasını işlettiği İzmirin ileri gelenlerinden İsmail Zorlunun karısıyla yaşadığı kaçamağı... Her şeyi ortaya dökecekti Meyra. Bu güne kadar onu annesinin göz yaşları ve yalvarmaları tutmuştu ama artık o ip kopmuştu. Zerre acımayacaktı.

 

Yiğit ise Meyranın yalanına ortak oldu. İfadesini hiç bozmadan önüne doğru yürüyüp tek dizini önünde kırdı.

 

"Ne yapıyorsun sen?"

 

Meyra parmaklarıyla hâlâ akan yaşlarını silip Yiğite baktı yukardan. Şaşkınlığı donup kalmasına neden olmuştu.

 

"Nefret ederim ayak vuran ayakkabılardan. Çok başıma geliyor benimde."

 

Yine hiç bozmadı yüzünü. Uzanıp kızın spor ayakkabısının bağını gevşetti. Sanki gerçekten tüm ağlamanın sebebi ayakkabıymış gibi cık-cık sesler çıkardı.

Çorapını çekiştirip baktı öyle bir süre. Meyra ne yaşadığını, ne olduğunu anlamadığı için öylece Yiğitin ne yaptığını algılamaya çalışıyordu.

 

"Offf çok fena soyulmuş."

 

Gerçekten bir yaraya bakar gibi yüzünü ekşitti. Montunun iç cebinden peçete paketi çıkardı. İnce bir parça koparıp yara olduğunu iddaa ettiği kısıma koyup küçük çorabı düzeltti. Ayakkabıyı da tekrar giydirdi.

 

"Bu ayağına çok yüklenme sarı şeker. Daha çok acıtır."

 

Ne olduğunu zerre anlamamıştı ama önünde ayağa kalkıp dümdüz bakışlarla ona bakan adam yüzünden tutmaya çalıştığı o hıçkırık kaçtı ağzından. Yiğit gözünün beyazını kızıl damarlar sarmış, mavisi puslanıp, rengi açılmış gözlerden çekmedi gözünü.

 

"Niye öyle bakıyorsun pislik? Dalga geçsene hadi! Kaçırma bu fırsatı. Duydun değil mi? Duydun tabi! Fırsatı buldun dinledin beni değil mi köpek?"

 

Meyra ağlamasını hırçınlığıyla saklamaya çalışırken biraz önce ayağına destek olsun diye konulan peçete ilk iki gözünde gezdi. Sonra da burnunu tutup kıstırdı.

 

" Dilini kesmek lazım senin. Kızım sen niye bana köpek deyip duruyorsun? Ayrıca dinledim tabi. O kadar bağırmaya dinlemedim desen inanacak mısın?"

 

Meyra ağzı açık pişkinliğini izliyordu. İnsan dinlemedim, yok öyle bir şey derdi en azından.

Yiğit başını yana yatırıp, ona balık gibi bakan kıza küçük bir gülümsemeyle baktı.

 

"Ateşkes yapalım mı sarı? Ama heveslenme sadece yarım saat."

 

"Bana bulaşmadan durabilecek misin?"

 

"Zor olacak ama başarırım diye düşünüyorum."

 

Biraz önce hıçkırarak ağlayan o değilmiş gibi gülmek istedi Meyra. Gerçekten bir pislikti.

 

Yiğit sağa sola bakınınca yan yana park etmiş araçların ilerisinde bank gördü.

 

"Şurada oturalım mı biraz? Yüzün gözün pazar yeri gibi, içeri böyle girme."

 

Meyra ters ters bakıp elindeki peçeteyi çekip aldı. Sonra zerre umursamadan sümkürüp burnunu temizledi. Ama neden yaptığını bilmeden de geçip o banka oturdu.

 

Yiğit de yanına geçip oturdu. Manzara namına hiç bir şey yoktu esasında ama karşıya bakıp durdular. Sonra Yiğitten kısık bir ses geldi.

 

"Siz kadınlar hep böyle misiniz acaba?"

 

"Nasıl?"

 

Yiğit boş vermişlikle omuzlarını silkti.

 

"Asıl acıyı saklamak için yalandan acılara sığınıyorsunuz?"

 

Meyra anlık karşıdan gözünü ayırıp yanındaki adama baktı ama o hâlâ karşıya bakıyordu.

 

"O ne demek?"

 

"Beş yaşında anca var yokum. Halam... Evlenmeden bir süre önceydi işte. Evde bir hengame koptu. Halamın kısık bir çığlığını duyduk ağabeyimle. Koşarak yanına gittik ki yerde. Dudağından da kan akıyor. Yeşil gözleri dolu dolu. Başında ağabey dediği bir adam var. Bizi görünce o ıslak gözleri kapanıp açıldığını hatırlıyorum. Hemen düştüğü yerden kalkışı sonra dudağından akan o kanı koluna hızla silişi geliyor gözümün önüne. Abime mutfakta yardım etsenize bana dediğini hatırlıyorum. İkimizi elimizden nasıl tutup mutfağa çektiği var hafızamda. Çocuk Yiğit çok anlamıyor olanları ama şimdiki Yiğit farkında. Bana marulları yıkama görevi veriyor. Abime salatalık, domates işte aklına ne gelirse dolaptan tezgaha taşıma görevi. O da tahtada kesip salata yapacak aklınca. Bir yandan da gülerek bir şeyler anlatıp beni de güldürüyor. Abim gülmüyor hiç ama. O daha farkındaydı demekki olanların. Sonra domatesleri keserken nasıl olduysa parmağının ucu azıcık kesiliyor halamın. Ama böyle minicik, doğru düzgün kan bile yok. Dudağından daha çok akmıştı halbuki. Sonra bir anda öyle şiddetli ağlıyor ki abim koşarak mutfağın kapısını kapatıyor. O zaman ben bunun da sebebini anlamamıştım. Şimdi sesini saklamak için yapıldığını biliyorum. Ben halama sarılıp ağlamasın diye dil döküyorum ama o parmağım çok acıyor diye hıçkırıyor. Abim gözündeki yaşı siliyor, tek bir teselli cümlesi de kurmuyor. Sarılıyor sadece. Ben çocuk aklımla kesiğin küçüklüğüne ikna etmeye çalışıyorum halamı. Ben o zaman asıl kesiğin büyüklüğünü göremiyorum."

 

Meyra dinledikleriyle durulan gözlerini yine yaşların doldurduğunu hissetti. İnce bir sızıntı gibi yaşlar yine akmaya başlamıştı. Nazlı ailesinden hiç bahsetmediğini söylemişti daha bu gün. Şimdi ise halamın ağabeyi diye aslında babası olan kişiyi anlatıyordu Meyraya.

 

"Çok tuhafsınız kadınlar olarak siz. Hep gerçek yaralarınız için ağlamayı yakıştıramıyorsunuz kendinize."

 

Meyra sessizce öylece bekledi Yiğitle orda. Bir zamandan sonra ağlaması iç çekişe dönüştü.

 

Yiğit işte o anda yüzünü çevirip Meyraya baktı. Gözleri kan çanağı gibiydi.ağlamaktan dudakları şişmiş, burnu da kızarmıştı. Yüzünün her ayrıntısını yavaş yavaş arşınladı. Sol kaşının bitiş yerinde küçük bir ben vardı. Burnunun üstünde de üç dört tane çil. İlk kez gözleri ona bu kadar durgun bakıyordu. Mavileri ilk kez dingin bir deniz gibiydi.

 

Derin bir nefes aldı. "Sen... Çok çirkinsin be kızım" diye fısıldadı. Göğsünde sıkışan soluğu bıraktı. Dudakları "çok fazla çirkin" diye tekrar kıpırdadı.

 

Sonra hiç bir şey söylemeden öylece Meyranın yanından kalkıp üzerini düzeltti. Biraz önceki bakışlar her zaman orda olan o haylaz parıltılara bıraktı yerini.

 

"Yarım saat doldu sarı, ateşkes bitti. Sarmaları güzel sardın mı kız? Beğenmezsem yeniden yaparsın ona göre." deyip yanından uzaklaşmaya başladı.

 

Meyra ne oldu anlamadı aslında. Hala yanından kalkıp giden adamın ardından bakıyordu.

 

Meyra lise hayatından itibaren güzel övgüler, abartılı iltifatlar almıştı. Saçına, gözüne, kaşına, burnuna bile tatlı sözler sıralanmıştı. Ama hiç...

 

Hayatının hiç bir anında biraz önce yüzüne bakarak çirkin olduğunu söyleyen bu adam gibi hissettirmemişti ona. Kalbi bir anda sıçrayıp uyanan bir bebek gibi yerinden oynamıştı. Sözler hiç iyi değildi. Meyranın küfür etmesi gerekiyordu esasında. Öyleyse neden hoşuna gitmişti ki? Biraz evvel içli içli ağlayan o değilmiş gibi öfke onu yakmıyormuşcasına bir dinginlik niye çökmüştü üzerine?

 

Gülmek isteyen dudaklarına engel olamadı. Tebessümü yüzünü kapladı. Hayatı boyunca hiç bir güzel kelime bir aptalın yüzüne bakarak çirkin olduğunu söylemesi kadar keyif vermemişti ona...

 

Ne uzun bölümdü kız o öyle, hadi hisleri alayım buraya.

 

Loading...
0%