@orenda
|
Haftasonu boyunca yurtta kalmanın en kötü yanı, onu gören herkesin malum şarkıyı söylüyor yada açıyor olmasıydı.
Öğlen yemeğini alıp masaya otururken biraz gürültülü bıraktı. Nazlı ve Nazeninin konuşmasını da bu ses böldü. Nazlı elini göğsüne bastırıp Meyraya bakmıştı.
"Allahın cezası bir durul artık ya! Kaş çatmaktan tek kaş oldun! Demiyoruz işte bir şey."
Meyra poşetinden çıkardığı ekmekten iri bir parça alarak ağzına tıktı. Sonra etrafa o keskin bakışlarını atıp öne doğru eğildi.
"Sus kızım ya. Poz kesiyorum şurda. Bunların başka susacağı yoktu ne yapayım, ortada barut gibi geziyorum ki bulaşmaya götleri yemesin."
Nazenin kıkırdayarak gülse de Nazlı yaşlı bir kadın edasıyla -cık -cık ladı.
"Hiç kimseyi suçlama Meyra. Öyle geleceği görmeden milleti kınarsan al böyle reklam olursun."
Meyranın şiddetle alıp verdiği nefesiyle Nazlı yemeğine geri döndü.
"Lan tamam dedik ya. Yedik bir halt zamanında, anladık da demiyoruz artık kimseye bir şey."
"Yalnız Meyra kuşum, insanlar diyeceklerin için değil dediklerin için laf sokuyor şu anda. Sen borçlarını ödüyorsun yani."
Nazenin alttan alta Meyraya laf dokundurup pilavına, önündeki salatayı boşalttı.
"Yazıklar olsun Nazo. Dert ortağımdın sen benim. Neyse yapacak bir şey yok. Eğlensin çocuklar, zirvedeysen konuşulacaksın işte. Ama kimse hakkımı yemesin, çok sansasyonel bir birlikteliğe imza attım."
Meyra bir an düşünür gibi elindeki ekmek parçasına bakıp çatılmış kaşlarını kızlara geri dikti.
"Gerçi o olay gözlüklü danamın marifeti ama olsun."
"Oooo... Gözlüklü dana diyorsun. Kızım sen resmen sevgililerin birbirine nasıl hitap edeceğini çözmüşsün. Buram buram romantiklik akıyor."
Meyra başının geriye düşmesine neden olacak bir kahkahayı patlattı.
"Beni bilirsin boncuk, bir işi elime alıyorsam en iyisi olmalı. Madem rahat battı, sevgilicilik oynayacağız hakkını verelim. Gerçi iki gündür iki mesajın dışına çıkamadık. Bu kazma beni ikna edip çantada keklik görmez değil mi? Yok öyle olursa o çantayla boğarım onu da."
Nazlının omuzları düşmüştü. Aynı yılgın ifade Nazeninde de peydah oldu.
"Halil de sadece merak etmemem için mesaj atmış. İşi varmış, telefon kapalı olabilir dedi."
"Asafı da aradım kapalıydı telefonu. En son beni yurda bıraktı işte. Dün sabah konuştuk ama gelecek mi soramadım."
Meyra elinde yuvarladığı peçeteyi Nazenine doğru attı.
"Madem konuştun niye sormuyorsun Nazo? Belli beraberler işte."
Nazenin dudağını ısırıp geri bıraktı. Öne doğru eğilip sağa sola bakınmıştı.
"Hani şimdi bunlar şey dediniz ya. Görevdelerse diye sormadım. Birde meraklı gibi mi görüneyim Meyra? Adam demez mi dün bir bu gün iki hesap soruyor diye. İlişkileri hep bu yıpratırmış biliyor musunuz? Her şeye karışmak güvensiz ortam oluştururmuş."
Nazlı ve Meyra ilk alık alık baktılar Nazenine. Başlarına ilişki uzmanı mı kesilmişti bu kız? Nazlı gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını sıkıp Nazenine başını biraz daha yaklaştırdı.
"Çiçeğim sadece meraktan soruyorum, sen Elifle takıldığın zamanlarda onun o ilginç internet testlerine katılmıyorsun değil mi?"
Nazeninin utanınca yüzünden çok burnu kızarırdı. Ve o siyah gözlerini asla sabit bir yerde tutamaz, kaçar gibi dolaştırırdı hep. Şu an olduğu gibi.
"Nazlı ama aslında çok mantıklılar. Sen testi dolduruyorsun, o sana ilişkin ne kadar sağlam, ne kadar güvende yada çiftlerden biri yüzde kaç seviyor çıkarıyor. Bilimsel bir veri olarak düşünebiliriz."
Nazlı daha fazla kendini tutamayacak gibi olduğunda Meyranın şen kahkahası çoktan çınlamıştı.
"Şu Elifi bir tur yolsam çok iyi olur da kız çok uzun, saçına ulaşamam."
"Rahat dur manyak, uyarı aldın yine. Bir gün hakikaten kovacak kadın seni yurttan. Parasını yıl başında ödedin diye sesini çıkaramıyor. Az daha damarına basarsan, lanet gelsin senin parana deyip geri ödeme yapacak."
Meyra arsızca omuzlarını silkip çorbasını içmeye devam etti. Nazlı da yüzünde tebessümü Nazenine geri döndü.
"Sen bakma balım o testlere. Robot muyuz canım biz? Asaf bu konuda seni hiç uyarmadıysa içinden geldiği gibi sor sorularını. Hislerini olduğu gibi anlatmak çok daha sağlıklı olur."
Biraz evvel Nazeninin kucağına düşen peçete topu bu sefer Nazlının alnına çarptı. Nazlı gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve karşısındaki sarı sıçana döndü.
"Ulan boklu boncuk, bize bari yapma be! Kızım sen zamanında şu masada kolum kadar sarılmış yaprak sarmasına bakıp 'Halil çok sever' diye ağladın. Sonra kim bilir kimlerle yiyordur şerefsiz diye bir saat küfür ettin. O da yetmedi özelden arayıp, sövüp kapatacağım diye delirdin de zorla tuttuk seni. Hey yavrum hey! Şimdi gelmiş ilişki uzmanlığı oynuyor. Lan sen voodu bebeği espirisi yaptım da gerçek miymiş diye google dan arattın be!"
"Gerizekalı kışkırtmasaydın beni! Başka kızlarla neler yapıyordur, istersen büyüyle engelleriz dedin."
"Ben dedim sen niye beni dinliyorsun manyak boncuk?"
Nazlı omuzlarını düşürüp, dudaklarını büzdü.
"Şey... O zaman, sağlığı buna el vermezse kimseye de hallenemez diye düşünmek aşırı mantıklı gelmişti. Canım kocam, benden başkasına bakmamış ki ağzını yediğim. Aman canım ne bileyim? Ben o zaman azgın yangınlarda, can evimden, ciğerimden vuruluyordum."
Nazlı yaptığı çok mantıklıymış gibi omuz silkip Meyranın tabağındaki bibere çatalını sapladı. Çok iri doğranmıştı, Meyra hayatta yemezdi onu.
Şimdi kınayan bakışları Meyra atıyordu.
"Şu söylediklerin Allah için soruyorum mantıklı mı geliyor kulağına?"
Meyra sonra aklına gelenle ağzındaki lafı yuttu. Gözünün içerisinde parlamak için can çekişen bir sevinç vardı. Ama gerçek olmadan dillendirirse bozulur diye çok korkuyordu.
Ama kızlara da boşanma mevzusunu saklamasından mütevellit zaten mahçuptu. Bunu da söylemezse iyice kırılırlar diye korktu.
"Bi baksananız bana, bir şey diyeceğim."
Yemeklerine devam eden iki kız boş bakışlarla bakmaya devam etti.
"Yarın Yiğit gelecek, yani öyle söyledi ama bilmiyorum işi olursa gelemeyebilir de."
Bu aslında Nazlı ve Nazenine söylense de içinde hayal kırıklığına uğramaktan korkan yanını ikna çalışmasıydı.
"Yiğit mi? Gelir şekerim, sonuçta kapı gibi sevgililiğiniz tescillendi."
"Kızım ondan değil, İzmir'e beni götürmek için gelecek."
Nazenin ve Nazlının anlamayan bakışlarıyla gülümsemesi yüzüne daha çok yayıldı.
"Levent beyi nasıl ikna etti bilmiyorum ama yazlığı bize geri verecekmiş. Yani emin değilim, biliyorsunuz hayatta vermez de Yiğit çok emindi kendinden. Kesin bir haltlar karıştırır o adam, şimdiden sevinip tekrar üzülmek istemiyorum. Ama ne bileyim ya. Yiğit öyle kesin konuşunca..."
Nazlı ve Nazeninin yüzünde aynı anlayışlı ifade belirdi. Meyranın şu açıklamanın tamamını kendine yaptığını, işler ters giderse diye kalbini iknaya çalıştığını görebiliyorlardı.
Nazlı geriye yaslanıp, kendinden oldukça emin bir ifadeyle kollarını göğsünde doladı.
"Yiğit böyle bir şeye söz verdiyse bitmiştir o iş. Hayırlı olsun kuşum."
Meyra dudağının kenarını ısıra ısıra baktı karşısındaki kıza.
"Nazlı ya... Biliyorsunuz siz benim babamı, bir boklar karıştırır kesin. Yiğit tanımıyor tabi, sözüne güvenmiş olabilir."
Nazlı şen bir kahkaha atıp, başını iki yana salladı.
"Yavrucuğum sen ciddi ciddi Yiğitin Levent beyden aldığı sözle sana bu haberi verdiğine inanıyor musun?"
"Nasıl yani?"
"Ay o pis, birinden söz falan almaz. Kurnaz o kurnaz. Muhtemelen tehdit edecek bir şey bulmuştur, onu kullanır. Bana da yapardı köpek! Bir işi düşerse ve ben reddedersem şantaj yapardı."
"Ne şantajı be?"
"Ay ne olacak? Annemle babamın duymasını istemediğim bir şey olurdu genelde. Bir kere okuldan kaçtım diye kölesi yapmıştı adi! Haftalarca içeceği suyu bile benden istedi."
Meyranın iri iri açılmış mavi gözleri, gülümseyen yüzü daha bir ışıldadı.
"Yani... Kesin olur diyorsun sen. Gittiğimizde bir aksilik çıkmaz, verir değil mi?"
Nazlı bilmiş bir ifadeyle yavaşça suyunu içip omuzlarını silkti.
"Bahis oynayabiliriz. Rmin olmasa sana söylemezdi hayatta. Şantajcı bir köpek olmasının yanı sıra aşırı ketumdur pis. Bak yıllarca benden haber taşımış Halile bir kere bana bir şey demedi!"
Meyranın sağda solda dolaşan gözleri, sevinçten kıvrılan dudakları ve yerinde duramayan hâli iki arkadaşının da gülümseyerek onu izlemesine neden oluyordu.
Bir ev deyip geçemiyordu ki Meyra. Dedesi, anneannesi vardı o evin içinde. Çocukken oynadığı oyunlar, annesinin hep oraya gittiklerinde gülen yüzü vardı. Hepsini geçse anılarının üzerine oturacak o kadının hırsı vardı içinde. Annesine küçümser bakışlar atan, onu gözleriyle bile aşağılayan o kadının karşısında kaybettiği bir savaştı o ev. Birde! O adamın kazandım diye bağıran gözleri vardı. Bir kere daha sizi yendim der gibi gözlerinin içine bakışı vardı.
Şimdi ise yarın o tapu dairesinde Meyra bakacaktı öyle gözlerine. 'Seni nasıl da yendim' diyecekti. Tapunun sahibi olan o kadın da olacaktı tabi orda. Annesi bu sefer omuzları düşük kalmayacaktı karşısında. Oyuna getirdiklerini düşünüp sevinen ikisine çok büyük bir yenilgi yaşatacaktı.
Ve büyün bunlar Yiğit sayesinde olacaktı. Annesinin kırılan onuru, ayaklar altına alınan kadınlık haysiyeti ve Meyranın kıymet verdiği her şeyi içinde barındıran ev, Yiğit sayesinde geri onlara dönecekti. Çocuk gibi sevinen, kalkıp dans etmek isteyen yanlarını zorla zapetti.
"Kurt bakışlım diyeceğim de gözlerin küçük be yiğido."
Meyranın gülerek sarf ettiği sözlere iki kız kaşlarını kaldırıp baktı.
"Hem küçük hem çekik. Çipil çipil bakıyor birde dana. Nasıl kurt bakışları olsun değil mi? Neyse artık aslan yelelim derim. Saçları gür Allahtan."
Kendi kendine konuşup, yanında olmayan adamla dalga geçip, sonuna da kahkaha sıkıştıran sarışına öylece baktılar Nazenin ve Nazlı.
Aşk herkeste başka semptomlar gösteriyordu işte. Meyrayı da sarhoş kafasıyla ödüllendirmişti.
Ertesi gün Meyra erkenden kalkıp sessizce hazırlandı. Nazeninin onda Nazlının ise öğleden sonraydı dersi. Kabına sığmazcasına sekerek aşağı indi. Telefonunda henüz bir arama yoktu. Saate baktı, yediye çeyrek vardı. Yiğitin dediğinden on beş dakika erken çıkmıştı ama zaten sabahın beşimden beri dönüp duruyordu yatakta.
Tam arasam mı diye düşündüğü anda önünde duran arabayla bakışlarını teşlefonundan çekti. Yiğit uzanıp kendi bineceği yerin kapısını açmıştı.
"Günaydın sarı şeker, erkencisin."
Soğuk havadan sebep yüzü bir kaç dakikada donan kız hemen bindi arabaya.
"Ben beklerim sanıyordum ama sen fazla fazla dakik çıktın sarı, bak yine sana düştüm kaldırma."
Meyranın içini görse bu gecenin ne kadar ağır geçtiğini anlardı Yiğit. Meyra mavi gözlerindeki tüm parıltılarını sergiledi. Söyleyemese bile anlasın istedi.
"Günaydın aslan yeleli dana, dakik olmayan her şeye ağır nefret besliyorum. Ama gerçekten erken çıkmışım burnum dondu."
Yiğitin kısa kahkahası arabada yankılandı. Sevgi sözlerinden kastı tam olarak bu olmasa da ilerleme vardı sonuçta. Uzanıp üşümüş yüzünü iki eliyle kavradı. Kızarmış burnunun ucuna da bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde bunu beklemeyen meyranın sersemlemiş hali keyfini nasıl yerine getiriyordu.
Başka bir şey demeden arabayı çalıştırıp, yola çıktılar. Meyra bir süre sessiz kalsa da daha fazla dayanamamıştı. Yönünü tamamen Yiğite çevirip mavilerini iri iri açtı.
"Şu işin aslını anlatsan ya. Nasıl ikna ettin, vallahi çok merak ediyorum?"
Yiğitin istifini bozmadan yola devam ediyor olmasına sinirlenmeye başlamıştı.
"Lan kibar kibar sordum diye mi cevap vermiyorsun? İlla küfür mü edelim? İlla ağzımıza geleni mi sayalım?"
Yanında sık sık esirgemediği kahkahalarından biri daha kulaklarına doldu. Meyraya biri, bir erkeğin gülmesinden çok hoşlanacağını söylesi olmadık taraflarını muhatap almasını öğütlerdi ama resmen kahkaha atarken kısılıp kaybolan gözlerden keyif alıyordu.
"Ne kadar dayanacaksın diye merak ettim sarı susam. Dayanamıyormuşsun! Neyse güzelim hallettik işte."
"Hallettik?"
"Ağabeyim sağolsun. Bir görüşme gerçekleştirdik Levent beyle. Azıcık tabi tehdit içeriyor bu görüşme. O da hâlden anlayan bir adam olarak götü yemedi uğraşmayı, hallettik yani."
Meyra düşünse de tam olarak neyle tehdit ettiklerine emin olamadı. Sonra Yiğite bunun için hiç teşekkür etmediği geldi aklına. Uzanıp yanağını öpse kaza yaparlar mıydı acaba? Ayarız bir dana olduğu için bu konuda güvenememişti.
"Yiğit... Ben çok teşekkür ederim. Bu yaptığın o kadar kıymetli ki. Annem çok sevinecek ve bende öyle. Sen bize öyle büyük bir iyilik yaptın ki..."
Yiğit yan yan bakıp yola geri döndü.
"Aile içinde böyle şeylerin teşekkürü olmaz civciv. Süreyya anne öyle üzgünken de biz rahat rahat yaşayamayız. Hem bak seni de kaptım, minnet falan işleriyle beni sepetleyemezsin artık. "
Meyra yine keyifli bir gülüşle karşılık verdi. Kendini kötü hissetmemesi için böyle dalgaya vurarak konuşması aslında kalbinin genişliğini daha çok anlamasına beden oluyordu.
Dün Nazlıyla konuştuğundan beri ağzı kulaklarındaydı resmen. Üzerinden bir dağ kaldırılmış gibi hissediyordu. Sürekli aklının bir tarafını işgal eden annesi ve üzülüyor oluşu canını çok sıkıyordu. Şimdi böyle bir sürprizle annesinin mutluluğunu düşünmek uçacakmış gibi hissettiriyordu.
"Yiğit?"
"Efendim civcivim."
"Yanağını öpeyim mi?"
Yiğit soruyu anlamadığı için Meyraya baktı, yola döndü sonra tekrar baktı.
"Kızım niye soruyorsun, öpte günümüz şenlensin. İzin alıyor bir de beyinciğini yediğim. Dudağını korkak alıştırma sen ama. Yanak olur, bilemedin dudak olur. Öp sen, severim ben öpülmeyi."
"Ayarsız bir dana olduğun için arabayı trafik lambasına sürebilirsin diye önceden haber veriyorum kas kafalı. Öpülmeyi severmiş! Kime öptürdün lan kendini de çok seviyorsun sen öpülmeyi?"
Işıklarda durduklarında Yiğit yüzünü Meyranın dibine iyice yaklaştırdı.
"Ben imanlı bir gencim sarı susam. Öpülmeyi severiz dediysek kardeşlerimiz, yeğenlerimizdir ki halam yüzümüzü yemeden bırakmazdı. Yani öyle yol geçen hanı yapmadık sıfatımızı. Ama kıskanç karakterin bi hoşuma gitmedi desem yalan olur. Şimdi sevgilimden aynı performansı bekliyorum, öp bakalım da şu nöronlarım bir halaya dursun."
Yanağını iyice dudağına yaklaştıran adama ters ters bakmaya çalışsa da yapamadı. Dudağını uzatıp küçücük öptü. Ama Yiğit geri çekilmemişti.
"Dilenciye sadaka mı kızım bu ne? Adam akıllı öp lan!"
Meyra derin bir nefes alıp tekrar yanağına dudağını bastırırken yüzünü çevirmişti Yiğit. Dudakları dudağına değince kendini öpmesine fırsat vermeyen adam şap diye öpüp çekildi.
"Öp dediysek de kayınçonu öper gibi öp demedik limonlu şeker. Bu güne bu gün sevgiliyiz, hakkını ver bakalım."
Meyranın hızlı hızlı atan kalbi, konuşup çemkirmesine izin vermemişti. Bu öpüşme işi kafasını attıracaktı belli ki. Her seferinde anksiyeti krizi geçirir gibi kalbini dakikada yüz yirmiye vurduracaksa işi vardı bununla.
Yol üzerinde yeni kapısı açılan bir pastahaneden simit ve poğaça alıp zaman kaybetmeden yola devam ettiler. Meyra kendini tanıyamıyordu bir kaç gündür. Üzerine hiç düşünmediği şeyleri yaparken buluyordu. Şu an araba süren Yiğitin ağzına, yesin diye poğaça uzatan kız kendi miydi emin olamıyordu.
Aklının sık sık sorduğu gibi bu kız Meyra mıydı? Lokmalarını kolay yutsun diye meyve suyunu bir elinde hazır tutacak kadar mı kaptırmıştı kendini?
Ama bu tuhaf bir şekilde kötü de hissettirmiyordu. Yiğitin ona verdiği güven Meyrayı bir kozada saklar gibi koruyor, dönüşmekten korktuğu o kadının aslında çok da kötü olmadığına ikna ediyordu.
Adım adım kabulleniyordu. Her erkek Levent Hancı değildi. Her kadın da kendine yapılan şiddetin her türlüsüne susmak zorunda kaldığı bir hayat yaşamıyordu.
Üç buçuk saate yakın sürdü evlerine ulaşmaları. Kapının önünde durduklarında Meyra bahçe tarafına doğru bakmaya çalıştı. Hava bu gün İzmirde ılıktı, annesi kesin bahçesinde olurdu bütün gün.
"Haberi de yok, çok şaşıracak."
Yiğit arabayı durdurunca kıpır kıpır eden kıza tebessümle baktı.
"Söylemedin mi?"
Meyra biraz utanmış gibi bakıyordu.
"Şey... Bir aksilik olursa diye. Öyle işte, sürpriz olur hem. İkimizi de görünce çok sevinir."
Yiğit neden böyle davrandığını anlıyordu. Sürekli kursağında kalmış sevinçler bir zaman sonra üzerine düşünülmeyi, dillendirilmeyi bile yasaklıyordu insana.
Arabadan inecekleri zaman Yiğit uzanıp elini tuttu. Meyra ne olduğunu sorar gibi kafasını salladı.
"Sarı papatya... Annen bu gün çok güzel bir elbise giysin olur mu? Saçları da hep toplu, açması için ikna et onu."
Meyra neden böyle bir şey istediğini anlamadığı için kaşları çatılı bakmaya devam etti. Yiğit de işaret parmağını iki kaşının arasına sürtüp gülümsedi.
"Hemen kırıştırma suratını. Süreyya anne çok güzel bir kadın. Bu gün üzerindeki yüklerden kurtulunca daha da güzelleştiğini görelim, görsünler istiyorum."
Meyra bunu hiç düşünmemişti. O zaten diğer kızlar gibi çok fazla süslenmeye ayırmazdı zamanını. Uzun zaman içinde sadece Nazlının nikahında elbise giymişti. Bu konuda annesine çektiğini düşündü. Annesi de özel günler harici elbise giymezdi. Ama bu gün çok özel bir gündü. Yiğit haklıydı, gerçekten güzel olmaları gereken bir gündü. Yüzünü adım adım kaplayan gülümsemeyle başını hızla salladı.
"Haklısın... Bu gün annem çok güzel olmalı. Hadi inelim, seni de görünce ne diyecek çok merak ediyorum."
Arabadan indiklerinde Yiğit elini hemen kavramış, yan yan ona bakan kızı hiç muhatap almamıştı. Sevgililik kurallarını öğretecekti bu kütüğe.
Kapı çalındıktan sonra koşturan terlik sesleriyle Meyra dişlerini gösterecek kadar gülümsedi.
Kapıyı açan annesi şaşkın şaşkın ikisine baktı. Hiç beklemediğinden ağzı da açılmıştı.
"Yavrum?"
Yiğit Meyranın elini bırakıp onlara bakan kadına doğru uzandı. Yanağına minik bir öpücük bıraktı.
"Merhaba Süreyya anne. E ben sık sık gelirim dediydim sana, niye şaşırdın ki?"
Süreyya şaşkın şaşkın bakmaya, Meyra gülümsemeye Yiğit ise işgüzarlığa devam etti.
"Ooo iki günde unutulmuşum ben. İçeri gireyim mi Sürayya anne?"
Sonunda şaşkınlığından arınan kadın kızının yüzündeki gülümsemeye eş değer de bir yüzle uzanıp Yiğite sarıldı. Boynuna uzanmak için terliklerle parmaklarının üzerine yükselmek zorunda kalmıştı.
"Yavrum... Hoşgeldiniz annem. Ay Yiğit, unutur muyum hiç seni oğlum? Çok şaşırdım ben. Geçin hadi içeri."
Bir süre sarılma faslından sonra salonda oturup annesinin onlara ışıldayarak bakışının keyfini sürdü Meyra. Sonra Yiğitin gözünü kırpmasıyla vakitkerinin yaklaştığını hatırladı.
"Anneciğim... Hazırlanalım mı senle?"
Süreyya anlamadı, onlar nerden biliyorlardı ki? O kadar yolu bunun için mi gelmişlerdi birde?
"Annem siz ta Bursa'dan bunun için mi geldiniz? Ben bir görüşecektim sadece yavrum."
Meyra da aynı şekilde kafası karışık baktı Yiğite. Annesini mi aramıştı o adam?"
"Sen biliyor musun?"
"Kuzum tabi ben bileceğim, asıl sen nerden biliyorsun? Ben bir konuşalım, olur mu ki diye görüşmeyi kabul ettim Yavuz beyle."
İyice konular bir birine karışmıştı. Yiğit de anlamadı, Yavuz kimdi ki?
"Anne ne Yavuzu? Bir tapu için geldik."
"Ne tapusu?"
Meyra annesinin başka bir şeyden bahsettiğini anlayınca oturduğu yerde biraz kıpırdanıp öne doğru kaydı.
"Hazırlanmamız lazım anneciğim. Levent bey evimizi geri verecek bize, geç kalmayalım."
Süreyya duyduğunu anladı ama anlam veremedi. O adam mı verecekti? O adam kimseye günahını bile vermezdi. Üstelik onu ne kadar kırdığını bildiği için iki kat keyif alırdı.
"Nasıl?"
"Yiğit... Onunla konuşup ikna etmiş anne. Verecek, vallahi bak. Alacağız evimizi ondan. Hadi hazırlanalım."
Süreyyanın hızla dolan mavi gözleri Yiğite saplanıp kaldı. Aklı almıyordu böyle bir şeyi. Daha dün Selim ağabeyi ve Said ağabeyi gelmiş ağızlarına geleni söylemişlerdi. Babalarından kalan hatıraya bile sahip çıkamayacak kadar aptalken boşanmaya nasıl yeltendiğini yüzüne bağıra çağıra haykırmıştı Said ağabeyi. Bankada olan hissesine güveniyorsa güvenmemesini kafasına kazıyarak anlatmıştı. Kârın her yılın son ayında hesaplanacağını, hissedarların da vergiyi eşit ödeme sağlayacağını söylemiş, ordan gelecek paranın vergi borcunu kapatacağını, fazlasını asla vermeyeceğini açıkça yüzüne haykırmıştı. Bu Süreyyanın cezasıydı. Ağabeylerini dinlemeyip boşandığı için biçilen bedeldi. Öylece sessizce dinlemiş, söyleyeceklerinin bitmesini ve biranevvel gitmelerini sabırla beklemişti.
Şimdi ise daha tanışalı azıcık zaman olmuş bir çocuk onlara kol kanat geriyordu. Dertleriyle dertlenip, çözüm için emek harcıyordu. Maviş gözleri boncuk boncuk akmaya başlayınca Yiğit dayanamayıp ayaklandı. Öylece oturup ona bakan kadının önünde diz çöktü, ellerini kavradı.
"Ağla diye yapmadık ki Sürayya anne. Gül diye senin olanı geri sana vermesini sağladık. Sen şimdi böyle ağlarsan ben çok üzülürüm."
Süreyya hıçkırığı ağzından kaçarken dayanamayıp uzandı, boynuna sıkı sıkı sarıldı.
"Sen nasıl güzel bir evlatsın? Allaha her gün şükür edeceğim bir yavrum daha oldu diye. Sen ne temiz kalpli bir çocuksun. Allah senden, seni büyüten Züleyhadan bin kere razı olsun. Ben Meyramın yüzü gülecek sayende sandım yavrum, sen bana nasıl büyük iyilik ettin? Annemin, babamın hatıralarını geri mi getirdin sen?"
Yiğitin boğazı düğüm düğüm oldu. O, onu doğuran tarafından böyle sevilmemişti. Ama şimdi azıcık bile kan bağı yokken bir kadın anne kokusunu öyle güzel paylaşıyordu ki. Saçlarını öptüğünü hissettiğinde burnu da sızladı. Halası gibiydi Süreyya hanım da. Küçücük kollarıyla koca bedenini, bebek sarar gibi sarıyordu.
"Süreyya anne..."
"Annesinin canının için, çok teşekkürler yavrum. Çok teşekkürler anneciğim."
Meyranın elinin içiyle akan gözlerini hızla silişi ve ellerini ses çıkarmak için çarpışıyla ikili bir birinden ayrıldı.
"Ben kıskanç bir evladım anne. Bu kadar ilgi verme bu danaya. Hırslanırsam yatağına ölü fare koyarım ben bunun."
Süreyya gözündeki yaş kurumasa da kahkaha attı. Yiğit diz çöktüğü yerden koltuğa doğru bedenini kaldırıp kadının yanına oturdu.
"İnanırım anneciğim. Parkta düşen çocuğu kucağıma alıp, susturdum diye düşme numarası yapan kızımdan daha azını beklemem. Ama oğlumu da ezdirmem sana."
Yiğitin boğazındaki düğüm olduğu yerde dursa da gülmeye zorladı kendini. Ellerini sıkı sıkı kavrayan küçük ellere bakıp, eksik kalan yanı için üzülmeyecekti. O hak etmeyen kimse için üzülmeyi doğru bulmuyordu.
"Sarı şeker artık gerçeği kabullensen mi? Süreyya anne durumu oldukça yalın belli etti. Sohbetiniz çok güzel hanımlar ama tapudan aldığımız randevu saati yaklaştı, hazırlanın çıkalım artık."
Meyra gülümseyerek başını iki yana sallayıp annesine doğru yürüdü. Sonra ise biraz evvel bahsedilen adam aklına düştü.
"Anne Yavuz kim?"
Süreyya da bir an aklından çıkan adamla durup ikisine baktı. Ev meselesi açılınca o da unutmuştu.
"Annem hani çiçeklerimi büyütüp satmamı istemişti ya biri. Kartını vermişti, ben bir kere görüşelim diye aramıştım da. Olursa çalışırım annem. Boş boş çok sıkılıyorum, meşgale olur baba hem. Ay geç kalır mıyız ki? Ayıp olur adama, bir buçuk gibi görüşecektik biz."
Yiğit saatine bakıp başını iki yana salladı.
"On bir buçukta işimiz biter bizim, ordan da seni görüşmeye götürürüz Sürayya anne."
Meyra da hızlı hızlı onaylayıp annesinin elinden tutarak yukarıya çekiştirdi. Annesine fırsat vermeden dolabının gerilerinde kalmış koyu mavi elbisesini çekip çıkardı. Diz kapağının üzerinde, kare yaka elbisesine uyacak bir de ceket seçti. Madem iş görüşmesi de vardı özenli olması çok daha güzel olacaktı.
"Meyra onlara gerek var mı ki kızım?"
"Bu gün çok güzel olacağız balım. Muhteşem bir gün ve biz hakkını vereceğiz. "
Meyra odanın içinde koşturan adımlarla elbisenin renginde topuklu ayakkabıları da çıkarıp yatağın kenarına bıraktı.
"Hadi giyin saçını yapalım. Bende giyinip geliyorum."
Meyra annesinin konuşmasına fırsat vermeden odasına girip giyeceklerini hazırladı. Balıkçı yaka bir trikoyu mini pilili eteğiyle giyinip, ince bir çorabı bacaklarından geçirdi. Annesine seçtiği gibi topuklu çizmelerini hiç düşünmeden ayağına geçirdi. Saçlarındaki örgüyü açıp eliyle şekil verdi ve dudağına kazağının renginde bordo bir ruj sürdü sadece. Topuklularının izin verdiği ölçüde koşturup yine annesinin yanına gitti. Kadının hiç bir şeye itiraz etmesine izin vermeden saçlarını maşaladı. Hoş bir makyaj yaptı.
Süreyya ise sanki anne oymuş gibi Meyra ne derse ona uyum sağladı. Meyranın heyecanını gördükçe bu çok fazla oldu diyemedi.
Sonunda hazır bir hâlde aşağı indiklerinde Yiğit ıslık çalarak gösterdi tepkisini.
"Hanımlar felaket bir şeysiniz siz. Hadi bakalım, çıkıp sizin olanı geri alalım."
Kısa sürede tapu dairesine geldiklerinde Meyranın kıpır kıpır halleri, Süreyyanın yüzündeki gülümseme daha da arttı.
Devir teslimin halledileceği kısıma geldiklerinde Süreyya gördüğü ikiliyle bir an adımları duraksadı ama Meyranın elini kavrayan eli güç verdi.
"Başını hep yukarıda tut annem."
Kızının fısıltısıyla düşük duran omuzları yükseldi, çenesini hafif kaldırdı. Karşısında nasıl bir nefretle bakıldığını görse bile umursamayacaktı. Onun için böyle emek veren evlatlarına borçluydu bunu.
"Merhaba Levent Bey, umarım bekletmemişizdir. Gerçi geciksek de sorun olmazdı sanırım, beklerdiniz bizi."
Yiğitin kaşını kaldırıp sarkastik bir tavırla kurduğu cümleye Meyra kahkaha atmak istiyordu. Kelimelerde bir şey yoktu ama öyle bir tonlamayla söylemişti ki "efendin konuşuyor, itaat et" dese böyle bir etki bırakmazdı.
Levent Hancı ilk kez böylesi bir yenilgiyi tadıyordu. Sadece bir telefon ve bir kaç fotoğrafla alaşağı edilmiş olmayı gururuna yediremiyordu. Nihali yazlığı vermek konusunda ikna ederken de çığırından çıkmıştı. Neyse ki Nihal akıllı kadındı da bir yazlık için Leventin imkanlarından vazgeçmeyi göze alamamıştı. Gerçi bunda Leventin alttan verdiği tehdit de etkiliydi. Şu sıra kendini nikah masasına oturtmak için tüm kadınlık hünerlerini sergilerken yazlık meselesini büyütememişti.
Levent Hancı bu hatayı tekrar yapacak adam değildi ama Nihalin bunu bilmesine gerek yoktu. Kimseyle nikah adı altındaki zincirle bağlanmayı istemiyordu. Yatakta iyi vakit geçiriyor diye hiç bir kadını malına ortak edecek kadar salak değildi artık.
Şimdilik kaybetmiş gibi davranmak mantıklıydı. Onun işlettiği kağıtlardan öğrendiği en önemli bilgi, kaybediyormuş gibi olduğunda kazanmaya en yakın yerde olduğunu bilmek ve sabırlı davranmaktı. Şimdilik bu züppe onu alt ettiğini düşünebilirdi. Onun da ipini kim tutuyor bulacak ve dünyasını ayağının altından çekip alacaktı.
Ona bomboş bakan iki kadını üstün körü süzdü. Süreyya hanım zamanında kendine böyle baksa dul kalıp, rezil olmazdı. Boşandıktan sonra kadın olduğunu hatırlayası tutmuştu demek ki. Zor şer birlikte oldukları zamanlarda canının acısından şikayet edeceğine az dişi olsaydı hâlâ kolunda kocası olurdu.
Zihniyetinin kirini kendince haklı sebeplere oturtmakta üstüne yoktu Levent Hancının.
"Ben sözümü tutarım da senin tutacağın ne malum?"
Yiğit olabilecek en kayıtsız duruş ve bakışlarla karşısındaki adamın fitilini tutuşturuyordu.
"Ben istediğimi aldıktan sonra sizinle neden uğraşayım ki? Siz akıllı bir adamsınız, ben de boş işlerle uğraşamayacak kadar meşgul biriyim. Üstelik sizinle ilk tanışmamızda uyarmadığımı söyleyemezsiniz. Bence daha fazla uzatmayalım!"
Yiğit söz hakkı tanımadan Meyra ve Sürayyayı devir işlemlerinin yapılacağı kısıma soktu.
Meyra adliyede ona küçümser bakışlar atan kadının annesini ve kendini nefretle süzüşünü izledikçe Yiğitin suratına vura vura sevme isteğiyle doluyordu. Daha günler önce zafer dansı yapacak kıvamda ki Levent Beyin düşen süngüsü içini sevinçle dolduruyordu.
İmzalar atılıp işlemler tamamlandığında. Aile yadigarı miras anne kızın olmuştu.
Yiğit ise ona öldürücü bakışlar atan adama öylece bakmakla yetiniyordu. Bir konuda yalan söylememişti. Onunla uğraşacak kişi kesinlikle Yiğit değildi. Levent Hancı ilerleyen günlerde parasını gizlice işlettiği müşterileriyle ve vergi kaçırdığı maliyeyle gündemini o kadar dolduracaktı ki Yiğite gerek bile kalmayacaktı.
Süreyya hayatında hiç gülmediği kadar gülüyor, Meyra hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Ve bunu onlara yanı başında ki adam yaşatıyordu.
Süreyyanın yapmayı planladığı toplantıya giderken de detayları anlattı kızına. Levent Hancının küçümseyip ağzına tıkadığı teklif çantasının derinliklerinde kalan kartla tekrar ortaya çıkmıştı. Aylar önce olmasına rağmen cesaret etme gücünü bulmuştu kendinde. Kızı okuyordu ve onlar bir tane evin kira getirisiyle çok zorlanırlardı. Süreyya zorlanmayı dert etmezdi ama Meyrayı alıştığı hayattan koparmak istemiyordu. Maddi olarak düşecekleri dar boğaz yüzünden kızı yeni bir sorumluluğun altına girerse diye ödü kopuyordu.
Ve kendine bile söylemeye cesareti olmasa da ağabeylerine muhtaç olmadığını kanıtlamak istiyordu içindeki kadın.
Meyra neden kitap-cafe tarzı bir yeri seçtiklerini anlamasa da arabadan indi. Annesinin ona bakışıyla umursamazca omuzlarını silkti.
"Yavuz Bey umarım böyle geldik diye kusurumuz bakmaz anne ama ne olduğunu bilmediğimiz bir adamla yalnız görüşmeni istemiyorum. Burası bir iş yeri de değil üstelik. Anlaşırsanız, patronunla tanışma fırsatım olamayabilir değil mi?"
"Yavrum... Böyle pek yakışık almaz sanki."
Yiğit annesine pek de konuşma fırsatı vermeden yürümeye başlayan kızla başını iki yana salladı.
"Tuttu damarı sarının Süreyya anne. Ama hak verdim açıkcası Tanışalım Yavuz Beyle bizde."
Süreyya çocuğuyla iş görüşmesine geldiğine inanamıyordu. Adam hakkında ne düşünür diye sorgulamadan edemedi. Sonra da derin bir nefes alıp bıraktı. Olacak olanın önüne geçilmezdi.
İçeri girdiklerinde Süreyya elindeki kitabı okuyan adamı hemen fark etti. Adam kazak ve koyu renk kot giymişti. Sanki kendi böyle çok fazlaydı bu görüşmeye. Huzursuzluk hissi her yanını sardı. Sırtına yaslanan elden güç alarak yürümeye başladı. Masaya yaklaşsalar da adam daldığı kitaptan kendilerini fark edememişti.
"Yavuz Bey?"
Seslenmesiyle adam sıçrar gibi başını kaldırıp yanında dikilen üç kişiye baktı. Görüşme yapacağı hanımı ilk tanıyamadı ama kaşları gördüğüyle havaya kalktı. O gün bahçedeki sellukaların renkleri öyle dikkatini çekmişti ki dayanamayıp kapılarını çalmıştı. Orta yaşlarda mavi gözlü bir kadınla karşılaştığında aklındaki tek şey sellukaların nasıl bu kadar canlı duruyor oluşuydu. Mevsimine göre bu kadar parlak taç yaprakları imkansız gibiydi.
"Süreyya hanım?"
"Evet Yavuz Bey, telefonda görüşmüştük. "
Adam oturup kaldığını fark edince mahçup bir bakış atarak ayağa klktı.
"Ah kusuruma bakmayın lütfen, bazen fazla kaptırıyorum kendimi. Buyrun lütfen."
Süreyya adama kaçamak bakışlar atıp kızı ve Yiğite baktı.
"Eee çocuklarım da Bursadan gelmişlerdi, benim görüşmem olduğunu duyunca... Umarım sakıncası olmaz."
Yavuz Bey ölçülü bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Sonra annesinin genç bir kopyası olan kıza elini uzattı.
"Merhaba genç hanım, Yavuz Ocakçı ben."
"Memnun oldum Yavuz bey, Meyra bende."
Meyra elini çeker çekmez Yiğit uzandı bu sefer.
"Yiğit Çarmıh, Meyranın erkek arkadaşıyım."
Meyra gözlerini devirmeden edemedi. Bunu sürekli dillendirerek amacına ulaşmış olması ne kadar da komikti. Yiğit danası çekim yasasına nasıl hizmet edilir iyi biliyordu.
Masaya geçilip birer kahve söylenilene kadar kimse konuşmadı. Sonunda Yavuz Bey sessizliği bozdu.
"O gün çok fazla konuşma şansımız olmadı, beyefendi rahatsız olmuştu. Ama geri dönüş yapmış olmanız beni gerçekten çok sevindirdi."
Adamın beyefendi derken masanın üzerindeki ellerine bakmasıyla Süreyya boşalmış yüzük parmağını sağ eliyle kapatmak istedi nedensizce.
"Ben aslında sizin ne istediğinizi bilmeden aramış oldum. Yani çiçeklerimi çok beğendiğinizi söylediniz ama tam olarak bu konuda nasıl bir çalışma istediğinizi anlamadım."
Adam dikkatle onu izleyen iki gençle göz teması kurup, güven verici bir ifadeyle tekrar Süreyyaya döndü.
"Süreyya hanım, kız kardeşim organizasyon şirketine sahip. Düğünler, nişanlar, kutlamalar, toplantılar ve bunun gibi özel durumlar için ortamı hazırlar. Bense onun talep ettiği çiçekleri temin ederim seralarımda. Organik tarım yapıyorum aslında ama Belkıs, yani kız kardeşimin ısrarıyla bu şekilde bir dala daha evrildik. Mevsimsel olarak zorluk yaşadığımız anlar da olur. Eğitimli, tecrübeli çalışanlarımız var. Ama biz sonbahar da sellukayı o canlılıkta yetiştiremiyoruz. Bahçenizde farklı farklı çiçekler de gördüm. Özellikle lilyum hayran bıraktı beni kendine. Çok fazla talep alan ama çok az sağlıklı yetiştirebildiğimiz bir tür kendisi. Anladığım kadarıyla siz bahçenizi kendiniz için yetiştiren birisiniz. Bende sizden bunu istiyorum, bize özellikle sekkulla ve lilyum konusunda yardımcı olmanız."
"Yani hep yaptığım gibi çiçek yetiştireceğim."
"Öyle olacak sadece bu sefer sayıları biraz fazla olacak. Belkıs da bende bir şey yaparsak en iyisi olsun istiyoruz ama kış ayları bu konuda bizi sıkıntıya sokuyor. Seralar da tabiki verim alıyoruz ama ben sizin bahçenizdeki renkleri istiyorum. Onlar için özel bir şey mi hazırlıyorsunuz?"
Süreyya, annesinden kalan alışkanlığın bir gün böyle taktir edileceğini hiç düşünmemişti. Hayatından çıkıp giden için boş işler olarak adlandırılan çiçekleri bir adamın hayranlık sözleriyle canlanmıştı. Kızına bakıp geri adama döndü.
"Kendimce... Yani annemden öğrendiğim gübreleme çeşitlerim var. Öyle onları yaparım zaman zaman, sever çiçeklerim de."
"Tam olarak bunu merak ediyorum ben de. Zirai ilaçlardan alamadığımız verimi nasıl sağlıyorsunuz?"
"Böyle sorunca biraz tabi ben şaşırdım. Duruma göre değişiyor açıkçası. Kökler zayıfladıysa yumurta kabuklarını öğütüp toprağına karıştırdığım oluyor. Bazen de hurmayı suda bekletip onun suyunu güçlendirici olarak kullandığım da. Yani çiçeğim benden ne isterse öyle yapıyorum. Hepsine bir tek şunu yapıyorum diyemem ki. Demlenmiş çay yapraklarını bile dibinde bir gece beklettiğim oluyor."
Adamın her an yüzünde olan o ölçülü gülümseme büyüdü. Göz kenarlarındaki kırılıklıkları daha bir ortaya serdi.
"İşte bunu istiyorum Süreyya hanım. Çiçeklerimize ihtiyaçları neyse bulup söyler misiniz? Sizinle çalışmak çok keyifli olacak belli ki."
Süreyya yüzünde tatlı bir gülümseme Meyraya baktı. Meyra da yanındaki annesinin elini masanın altından sıkıp, destekledi.
Güzel geçen görüşme sonrası sadece bir yemek yiyebilmişlerdi. Sonra yola çıkmaları gerektiğini söyleyip birbirlerine sıkıca sarıldılar. Süreyya Yiğite bu sefer çok daha candan sarıldı. Kızına sarılır gibi bir sarılıştı.
"Doldurma gözlerini Süreyya anne. Her an kapını çalarız biz senin, haberin olsun."
"Hep gelin oğlum, ben hep beklerim sizi."
"İşin de hayrılı olsun bu arada. İnşallah istediğin gibi gider her şey."
"İnşallah yavrum, vallahi çok heyecanlıyım. Çiçek büyüttüm diye iş sahibi oldum ya ben. Elime yüzüme bulaştırmadan bir altından kalksam ya."
Yiğit Meyranın omzuna kolunu dolayıp iyice yakınına çekti.
"Ohooo ana-kız olarak uçanla kaçanın hiç şansı yok elinizde. Çok güzel olacak her şey."
Vedalaşma faslından sonra arabaya bindiklerinde biraz ilerlemişlerdi. Sonra Yiğit telefonda birini aradı. Meyra ne olduğunu anlamasa da meraklı gibi görünmemek için dinlemiyormuş gibi camdan bakmaya devam etti.
"Alo, Kadir nasılsın?"
"..."
"Bende iyiyim abi. Bir işim düştü de halledebilir miyiz?"
"..."
"Aslansın... Yavuz Ocakçı, İzmirde organik tarım yapıyor. Kız kardeşiyle de organizasyon şirketi var, bir bak bakalım canımızı sıkacak bir şey var mı? Şirketin adını mesaj olarak atıyorum şimdi, başka bir şeyini bilmiyorum adamın."
"..."
"Çok sağol, ararsın beni. Hadi selametle..."
Meyra adamın adını duyduğu anda hemen Yiğite dönmüştü yüzünü, gözlerini de iri iri açmış öylece bakıyordu. Yiğit telefonu kapatıp ortadaki boşluğa bıraktığında kızın bakışlarına göz kırparak karşılık verdi.
"Ne bakıyorsun yer biti? Süreyya anneyi bilmediğimiz adamla iş yaptırmayacaktık değil mi? Varsa bir sıkıntı daha iyi bir iş ayarlarız, uzaklaştırırız ordan."
Meyra yüzünün yarısını kaplayan gülümsemeyle uzanıp yanağına büyük bir öpücük kondurdu.
"Sen var ya... Vallahi bak bir daha duyamazsın benden bunu. Çok mükemmel bir adamsın. Senin annemi düşünen kalbini yerim ben ya. Aslan yeleli, çipil göz seni. "
Yiğitin keyiften mest olmuş yüzünde yanılmıyorsa Meyra, biraz da utangaçlık görüyordu. Yine uzanıp elleriyle kavradığı kafasını kendine doğru çekti, sağ şakağına sulu bir öpücük bıraktı.
"Utandın mı sen? Kızardı mı yüzün bakıyım bi? Yiğit sen canımın en danası bir şeysin. "
"Kızım tamam ya... Çok da şey yapma. Yani bir şey yapmadık, adam neci diye sorduruyoruz işte."
Gerçekten utanmış ve nasıl davranması gerektiğini bilememişti. Meyra da ayarsızın tekiydi gerçekten. Ya küfür manyağı yapıyor, burnundan getiriyordu ya da böyle birden coşup devrelerini yakıyordu.
Meyra çapkın bakışlarını hiç esirgemedikçe Yiğit yandan bakıp yola devam etmeye çalışıyordu.
"Gözlüğün hep leke olmuş, verde sileyim."
Sırıta sırıta sorulan sorudan anladığı kadarıyla bu Meyraca bir cilveleşme şekliydi. Arabayı olabildiğine yavaşlattı. Yüzünü kıza dönünce gözlüğünü hemen gözünden alıp, hohlamasını ve titizce silmesini sırıtarak izledi. Sonra yine saplardan tutulan gözlük gözüne yerleştrilmişti.
"Pasaktan görülmüyordu canım. Ne o öyle. Şimdi full hd oldu dimi?"
Yiğit daha fazla tutamadı kendini, kahkahası arabada yankılandı. Gerçekten Meyra kendi stilinde böyle cilvelelecekti demek ki...
Bursaya ulaştıklarında saat epeyce geç olmuştu. Yiğit Meyrayı yurda bırakıp, başka bir şey demeden ayrılmıştı. Meyra seken adımlarda odasına çıktı.
Onu merakla bekleyem iki arkadaşına her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. Nazeninin masal dinler gibi dinleyişi, Nazlının sürekli Yiğite övgüler yağdırarak sözünü kesmeleriyle bitirdiler akşamı.
Ertesi gün Nazlı dersten çıkmış, gruptan çıktığını haber veriyordu kızlara. Nazeninin iki dersi vardı, onları beklemek için kütüphanede olacağını söylemişti. Meyra ve kendinin ise sabah sekizden beri aralıksız dersleri vardı. Üçü öğleden sonra olan boşluğu beraber bir şeyler yaparak doldurma planları yapmıştı.
Meyranın omzundan düşen çantası ve saçlarını toplamak için tutturduğu kaleminin yayık hâli ne kadar yorgun olduğunu anlamasına yetmişti.
"Ölüyorum boncuk! Beynim akıyor boncuk! Tasarım yapacağız derken canınızı da alacağız demeliydiler boncuk!"
Nazlı gülümseyip, nerdeyse sürünecek çantayı kavradı.
"Abart biraz Meyra. Bu kadar yalın bahsetme derslerinden kuşum. Şu tipine bak."
Meyra ters bir bakış atıp Nazlının koluna girdi.
"Derdimle dertlenmediğin için kütüphaneye kadar sen götüreceksin beni boklu boncuk. Hiç bir şey yemedim. Dünyam siyah beyaz televizyon gibi şu an."
Nazlı da aynı durumdaydı. Sabah erken diye kahvaltı yapmamıştı ve açlıktan ölüyordu.
"Nazenini alalım da yemek yiyelim. Bende felaket acıktım. Ne yesek Meyra?"
Konuşarak kütüphaneye doğru adımlamaya başladılar. Nazenini aramak için telefonu çıkardığında onun koşturan adımlarla kendilerine doğru geldiğini gördü Nazlı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ve sağa sola bakınarak koşuyordu.
"Asaf mesaj atmış kızlar. Geliyormuş şimdi."
Meyra dudağını büzüp ters ters baktı.
"Bu bizi ekti Nazlı. Gel gidelim biz, bu da Asafıyla takılsın."
Nazlı, Halili çok özlemişti. Ama dillendirirse şikayet ediyormuş gibi olur diye ağzını açmıyordu. Nazenine gıptayla baktı. Sonra başını sallayıp bu sefer Meyranın koluna o girdi.
"Hadi gidelim kuşum, iki sap olarak birbirimizi ağırlarız."
Arkalarını dönüp çıkışa doğru yürüyecekleri anda adımları öylece kaldı. Açlık onda kafa yapmadıysa Asafla konuşarak bu tarafa doğru yürüyen kişi Halildi. Yiğit elindeki telefona bakarak adımlıyordu.
"Meyra?"
"E bu dana bana geleceğini söylemedi. Allahın cezası, şu tipime bak! Niye söylemedi bu ya?"
Herkesin derdi başkaydı işte. Nazlı yüzünü kademe kademe kaplayan gülümsemesiyle bu tarafa doğru gelen adama doğru adımlarını atmaya başladı. O anda başını kaldıran Halille göz göze geldiler. Adımları koşmak ve yürümek arası bir yerde seyrediyor, biran önce ulaşmak için kalbi çırpınıyordu. Çok özlemişti. Öyle böyle değil, deli gibi özlemişti. Halilin gözünden ayrılmayan yeşillerinden de aynı özlemi içti. İyice yaklaştığında kendini fırlatır gibi boynuna sarıldı. Belini sıkı sıkı kavrayan kollar yüzünden ayakları boşlukta sallanıyordu. Burnunu boynuna sokup, özlediği kokuya doyurdu ciğerlerini.
"Halil... Çok özledim."
Kendinin yaptığı gibi Halil de derin nefesler alıp kokusunu içine çekiyordu. Boynuna peşi peşine bir sürü öpücük bıraktı.
"Bende boncuğum, alıştım kokuna delirtti yokluğu. "
Halilin onu yere indirmesiyle geriye çekilip daha dikkatli baktı. Gözü bir an kolunun açıklığında beyaz bir sargıyı fark etti. Endişe anında her yanını kapladı.
"Halil! Halil ne oldu bileğine?"
Nazlının kolunu kavrayıp kendine çekmesiyle Halil başını göğsüne bastırdı.
"Bir şey yok korkma. Sadece... Dövme yaptırdım o da enfeksiyon almış, sargıda duracak bir süre."
Nazlı anlamadı dediğini.
"Dövme?"
"Evet boncuğum, ne zamandır istiyordum sonunda yaptırdım ama doğru bakamamışım. Bir kaç güne düzelirmiş."
"Halil sen dövme falan sevmezsin, nerden çıktı ki?"
"Nabzımın üstünde her daim duracak bir güneş seviyormuşum demek ki boncuk güzelim."
Burnunu iki parmağıyla sıkıştırıp alnına küçük bir öpücük bıraktı. Nazlı hâlâ endişeyle kolunu görecekmiş gibi bakınıyordu.
"Acıyor mu Halil?"
"Acımıyor sevgilim, ilaç sürdüm zaten. Hadi takılma buna bu kadar. Yok bir şeyim diyorum. Sen şimdi beni ne kadar özledin onu anlat."
Nazlı deri ceketinin açıklığından beline kollarını doladı. Vücudunun sıcaklığını hissetmek öyle güzeldi ki.
"Çokdan da çok. Burnumda tüttün. Mis gibi kokuyorsun ohh."
Halil burnundan güler gibi nefesini bıraktı. Sıkıca kendine sarılan sevdiğinin saçlarına bir sürü öpücük bıraktı.
"Diyene bak. Bahar gibisin, çiçek açtı içim."
Nazlı onlara bakan gözlerin varlığını yok sayarak sarılmaya devam ettiğinde Nazenin de Asafın kendini dikkatle izleyen bakışlarına karşılık vermekte zorlanıyordu. O lacivert gözleri bu kadar derin baktığında yüzünü hep ateş basıyordu.
"Hoşgeldin Asaf."
Nazlı gibi sarılsa mıydı ki? Etraf da kalabalıktı emin olamadı. Asaf rahatsız olur muydu acaba bu kadar kalabalık bir yerde sarılmalardan? Pek sevmiyordu insan içinde olmayı. Öyle dikkatle bakıyordu ki yüzüne değen gözleri kaçar gibi sağa sola dönüyor sonra geri lecivertlerine dokunuyordu.
"Bekliyorum Nazenin."
"Neyi?"
Asaf iki yana araladı kollarını.
"Hoşgeldiğimi hissetmeyi..."
Nazeninin kıvrılan dudakları, parlayan kara gözleriyle aynı tebessüm Asafa da sirayet etti. Nazenin biraz daha ölçülü olmaya özen göstererek yanına yaklaştı. Aralanmış kolların arasına girdi. Bir göğse yaslanan baş anca bu kadar huzuru tadıyor olabilirdi.
"Kara saçlı büyüm..."
"Özledim..."
Nazeninin mırıltıyla dökülen sözcüğüyle Asaf kollarını daha sıkı sardı.
"Sen gerçekten büyücüsün. Az uzağında olmak bile güçten düşürüyor."
Nazenin ve Asafın da hasret gidermesini tiz bir ses dağıttı.
"Niye geleceğini söylemiyorsun dana? Şu tipime bak!"
"Kızım ne var tipinde?"
Yiğit sinirle ona bakan kızı umursamadan saçından düştü düşecek kalemi çıkarıp yakasındaki cebe koydu. İyice dağılmış saçlarını da parmaklarıyla düzeltmeye başladı.
"Dört saattir azıcık aralarla ders görüyorum ben, şaftım kaydı! Dağılmadık yerim yok be!"
Yiğit kısa bir kahkaha atıp tek omzu düşmüş hırkasını da düzeltti.
"Kızım ben dağınık seviyorum belki, niye karışıyorsun sen? Ama taktir ettim seni. Derslerde kendini parçalıyormuşsun belli."
"Pis davar!"
"Gel buraya gel. Bir daha haberli gelirim abiye giyersin."
Yiğit kendini itekleyip, surat asan kızı zerre umursamadan kolunun altına başını sıkıştırarak yürütmeye başladı.
"Hadi yemeğe gidelim, tipe bak. Bella Swan daha canlı görünüyordu hepinizden."
Çıkışta park edilmiş arabalarına binip Nazlının önerdiği yere doğru sürmeye başladılar.
Kızlarla fırsat buldukça gittikleri bir gözlemeci vardı. Sedirlerle hazırlanmış oturma alanları, dekor olsun diye kondurulmuş soba ve içeri taşan sac ocağını kokusuyla hoş bir yerdi.
Girer girmez köşede sedire geçip yerleştiler. Açlıklarından sebep hızla da siparişlerini verdiler.
Nazlı, Yiğit ve Meyranın onlara sunduğu görsel şovu anlatırken keyfi yerindeydi.
"Ama görmelisin Halil, bunlar sarmaş dolaş bir haldeler. Bütün yurt camlardayız, şarkı da efsane. Yok böyle bir olay. Videoya çekmeyi akıl edemedim hâlâ ona yanıyorum. Meyra hanım zamanında kime laf ettiyse hepsini yutuyor şu ara. Yurtta her kes aynı şarkıyı söyleyerek geçiyor yanından. "
"Kessene sesini lan! İyice eğlencen olduk bu davar yüzünden. "
Meyra elindeki peçeteyi fırlatıp, hızla kaşarlı gözlemesini ağzına tıkmıştı. Yiğitin gevşek gevşek sırıtan tipi de sol gözünü seğirttiriyordu.
"Kendim diye demiyorum çok havalı girişlerin adamıyım. Hadi yine iyisin sarı. Sen Bursayı unutsan Bursa seni unutmayacak."
"Ulan seni bana bela diye mi verdiler. Niye şunlara fırsat veriyorsun? Sussunlar diye dikleşsene!"
Nazenin Asafın peçeteyle sarıp uzattığı patatesli gözlemeye uzanıp kıkırdadı.
"Sen böyle dediğine bakma Yiğit, senin için Sinemle kavga etti Meyra."
Meyra ağzı açılmış onu satan arkadaşına baktı. Zaten en olmadık darbeler hiç beklemediğinden gelirdi. O Nazlıdan beklerken Nazenin dalga geçiyordu.
"Owww ne diyorsun, bayılırım benim için yapılan kız kavgalarına."
"Yazıklar olasıca pırasa saçlı seni. O yurda gitmeyecek miyiz biz?"
Yiğit yakaladığı bilgiyle hemen kulaklarını dikip sağ çaprazında kalan kıza döndü.
"Kızım bir dur da anlatsın Nazenin. Sen bir detay ver bakalım."
Nazlının beklediği an gelmişti ve aşırı keyif alıyordu şu andan. Halilin koparıp, üfleyerek ağzına uzattığı lokmaları hiç bakmadan ısırıyor ve Nazeninin bombasını bekliyordu.
"Bayılıyorsun şu kızla uğraşmaya, aç ağzını. İyice zayıfladın bu ara."
Halil muhabbeti dinlese de genel olarak Nazlıyla ilgilenmekten pek katılmıyordu hiç bir şeye.
Ya yanındaki karısının öne düşen saçını elinin üstüyle geriye atıyor ya da omzunu öpüp tüm ilgisini onun üstünde tutuyordu. İçine bir süre buralara gelemeyeceği gerçeği düştükçe Nazlıya ne kadar dokunsa kâr olarak görüyordu.
"Halil... Çok büyük veriyorsun ama."
"Sende laf dinleyeceğim diye hiç bakmadan atıyorsun ağzına."
Nazlı yüzünü Meyradan ayırıp Halile dönünce şımarıkça gülümsedi ve hızlı bir öpücük bıraktı çenesine.
"Aşkım ilgileneceğim ben senle. Bak burayı kaçırma sakın. Çocuğa yüz vermiyor ama yurtta saç baş yoluyordu bu sarı."
"Kızım bir rahat bıraksana anlatsın. Söyle Nazenin sen. Ne yaptı Meyra?"
Nazenin omuzlarını silkip ona ters ters bakan kıza göz süzdü.
"Sinem diye bir arkadaşımız var. Sen tabi son ses mavişim diye müzik çalınca kime geldiğini anlamadılar. O da belki mavi lensle bu işi çözeriz diye espiri yaptı. Meyra da işte akşam döndü ya. Hah orda kızın üstüne atladı. Hayır birde arada bir arkadaşımız var. Besyodan, kız 1.80 boyunda. Onu aşıp dövecek Sinemi. Zıplaya zıplaya vurmaya çalışması o kadar komikti ki biz nazlıyla bir süre kahkaha atmaktan araya giremedik.
Bir süre tüm muhabbet Meyra ve kavgası üzerine döndü. Yiğit ve Meyranın bir birine bulaşarak cilveleşmelerine diğerleri de laf atarak ortak oldu.
O aralıkta gözlemeciye bir grup erkek girmişti. Meyra ve Yiğit kapıya sırtları dönük olduğu için fark edemediler. Nazlı da biraz evvel Halilin yaptığı gibi eliyle kocasını beslerken bakma gereksinimi duymamıştı ama Nazenin çıkan gürültüyle anlık başını kaldırmış geri indirmişti. O an gözünün gördüğü saliselik yüz, içine zelzele olarak düştü. Emin olamadı, kaçamak bir bakış daha attı. Altı yedi erkeğin içinde sol çaprazlarında kalan köşe sedire yerleşmiş bir yüz aylarca kabusu olmuştu. Uzun zamandır görmediği bu yüzün tam da şu an karşısına çıkması ellerinin buz kesmesine neden oldu.
Mezun olmuş olması gerekiyordu şimdiye kadar. O olaylardan sonra bir kaç kere uzaktan görse bile hiç yaklaşmamıştı ona ve bu Nazenine çok iyi gelmişti. Sonra ise iyice kaybolmuş ve mezun olup gittiği için Nazenin rahata kavuşmuştu. Şimdi karşısındakilere bir şeyler anlatıp kahkaha atan Vuralla içi çekilir gibi oldu.
Biri anlar korkusuyla hemen gözlerini ordan uzaklaştırdı.
"Nazenin?"
"Hıı? Bana mı dedin Nazlı? Bir şey mi dedin?"
"Kuşum adını seslenip duruyorum, nereye daldın?"
"Yok... Bir yere dalmadım, yemeğimi yiyordum."
Asaf çatılı kaşlarıyla önünde olduğu gibi duran gözlemeye baktı. Yüzünün bembeyaz olduğunu anlayınca eliyle çenesini kavradı.
"Nazenin, ne oldu? Kendini kötü mü hissediyorsun?"
Nazenin yalan söyleyeceği zaman paniklerdi, paniği de her şeyi daha beter ederdi. Onun telaşıyla hata yapmak istemedi ama biran evvel de burdan uzaklaşmak istiyordu. Olurda Vural onları görür, olmadık bir laf eder diye aklı çıkıyordu.
"Yok iyiyim canım. Şey... Oturduk kaldık böyle bir şeyler yapsak ya. Doyduysanız kalkalım da beraber bir şey yapalım hı. Olmaz mı?"
Nazeninin bu hâli masada ki herkesi şaşırtmıştı. Bir anda ne olduğunu anlamadılar. Nazenin sağa sola dolaşan gözlerini özellikle Asaftan kaçırırken parmaklarıyla oynuyordu. İstemsiz köşedeki sedire değen gözü tekrar ateşe değmiş gibi kaçtı. Asaf içerde bakışlarını gezdirirken bir adamın dikkatle bu tarafa baktığını gördü. Hayır! Dikkatle Nazenine bakıyordu.
Beyninde şimşek çakar gibi bir farkındalık meydana geldi. Meyranın kısık sessle "hassiktir" dediğini duyduğunda daha fazla durmasına da gerek kalmadı.
"Seni gökte ararken yerde buldum orospu çocuğu!"
Bir anda ayağa kalkıp masanın üstünden atlayarak karşıya doğru atılan Asafla masadaki herkes ayaklandı.
"Asaf sakın!"
Halilin bağırtısını duyamayacak kadar kan beynine sıçramıştı. Daha ne olduğunu anlamadan erkek gurubu, aralarına dalıp omuzlarından yakalanan arkadaşlarının massanın üzerinden çekilerek yere fırlatılışını şaşkınlıkla karşıladılar.
Halil ise çok daha büyük bir endişenin içindeydi. Asaf otokontrol konusunda en iyilerden biriydi ve sivil bir ortamda bu şekilde büyük tepki veriyorsa elindekini canlı kurtarmaları çok zor olacaktı.
"Yiğit çabuk alalım şunu adamın üstünden!"
Kızlar geride kalıp Asafı Vuraldan ayırmaya çalışan Halil ve Yiğite baktılar. Asaf Vuralın yüzüne indirdiği her yumrukta çığlıklar, bağırtılar arttı. Nazeninin hızla gözünden akan yaşları ve çığlıklarını tutmak için ağzına kapanan eli haricinde donmuş gibi bir hâli vardı.
"Asaf bırak! "
"Senin ecdadını sikerim pezevenk! Sen nasıl onu incittin lan?"
Asafın herkes tarafından duyulan bağırtıları ortalığı daha da karıştırıyordu. Vural bulduğu aralıkta karnına tekme atmıştı. Nazeninden çıkan çığlıkla Nazlı hemen sarıldı kıza.
"Oğlum senin ne işin var bu donuk karıyla? Frijitin teki lan o!"
Asafın öfkesine, gerek varmış gibi benzin döken kelimeler o sırada topuğundan kavrayıp doksan derecelik açıyla kaldırdığı ayağının verdiği imkanla oldukça şiddetli bir darbeyi sol böbreğinin olduğu kısma geçirmesine neden oldu.
"O gevşek ağzını siktikten sonra da böyle konuşacak mısın bakalım?"
Halil kolunu kavrayıp etkisiz hâle getirene kadar şiddeti güçlü iki darbe daha almıştı Vural.
"Asaf sakin ol!"
"Kobra bırak, sikerim belanı!"
Halil sebepsiz yere asla çığırından çıkmayacağını biliyordu ama bu öfkeyle de attığı darbelerin kontrolünü sağlayamadığını anladı. Asaf eğitimi yasaklanmış üç farklı dövüş stiline çok hakim bir adamdı. Hırsına yenilip, ölümcül bir darbeyle başını belaya sokabilecek kadar da gözü kararmıştı.
"Yiğit, zapedemiyorum tut kollarını."
Yiğitin müdahale edeceği an Vuralın arkadaşlarından biri üzerine atladı. Ne olduysa da ondan sonra oldu. Şaşkınlıklarını atan yedi kişi hırsla Vuralı kurtarmaya ve karşılarındaki üç adamla kavga etmeye tutuştu.
Yiğitin üstüne atılan adamı görünce Meyra duramadı kaptığı tahta sandalyeyi bir anda sırtına geçirdi adamın.
Halil, herkesin birbirine girdiğini gördüğünde ise bağırarak Nazlıya seslendi.
"Nazlı! Nazlı çıkın burdan! Al kızları çıkar!!!!"
Sesi Nazlıya ulaşsa da artık çok geç kalmıştı. Kimin kime vurduğu belli olmayan, sandalyelerin, tabakların havada uçtuğu bir mekanın içerisinde kaldılar. Halilin kafasına birinin bardak fıralttığını gördüğünde Nazlı da duramamıştı zaten. Masada duran cam ayran şişesini Halile vuran adama doğru hızla attı.
Bağırtılar, çığlıklar, küfürler arttıkça arttı. Kavgayı duyulan siren sesleri bile kesmedi. İçeri giren polis memurları zor şer ayırdıkları kişileri ekip otosuna bindirip emniyete doğru yola çıktılar.
Neredeyse yirmi kişi gözaltına alınmıştı. Tek tek ifadeleri alınırken ise Asaf, Yiğit bir bölmede kızlar ise yanlarında hiç tanımadıkları dört kızla yan bölmedeydi. Nezarethanede iki bölmeyi sadece metal parmaklıklar ayırıyordu.
Nazenin istemeden sebep olduğu şey için utançla başını hiç yerden kaldırmamıştı. Meyra kavga sırasında yolunan saçlarını düzenleyip sıkıca örüyordu. Nazlı ise kavga anında yere düşünce birinin eline basmasından sebep sızlayan eline üfleyip duruyordu.
Halil telefon görüşmesi için çıkmıştı ama birazdan gelecekti. Yiğit kırılmış gözlüğünü evirip çevirdi ama düzelecek yanı olmadığı için geri montunun cebine soktu. Asaf başını duvara yaslamış gözleri kapalı öylece sakinleşmek için bekliyordu.
Nazenini çok korkutmuş olduğu için cesaretini toplayıp bakamadı yüzüne. Öfkesi onu ilk kez bu kadar kontrolsüz bırakmıştı. İlk kez bir şeyi derinlemesine düşünmeden bir işe kalkışmıştı. O an zihnine çakılan gerçeklik sadece beyninde çığlık atar gibi Nazenine saldıran adamın o olduğunu haykırıyordu.
"Pişt..."
Meyra yolunmuş saçlarının diplerine parmaklarıyla masaj yapmaya devam ediyordu.
"Pişt sarı şeker, bak bi buraya."
Ona seslenildiğini fark edince başını kaldırdı.
"Ne oldu?"
"Seni yer biti zeyna seni. Adamın sırtında sandalye kırdın beni kurtarmak için kurabiyem."
Meyra baygın baygın baktı. Şu hâlde bile zevzeklik yapıyordu.
"Kızım felaket içim kaynadı, uzat yanağını da mapus damlarında yavuklumuzu öpmedik demeyelim."
"Aptal! Şu an ne haldeyiz farkında mısın?"
Yiğit umursamazca omuzlarını silkti.
"Bir kızın benim için kavgaya dalıp, adamın birini haşat edeceğini hiç düşünmezdim. Resmen alnımın yazısısın sarı."
"Salak" diye söylense de gülmek isteyen dudaklarını engelleyemedi Meyra.
"Sen böyle konuş Yiğit bey. Annem duyarsa şu halimizi mahveder bizi. Ay Gurura söylenirken nezarete düştük ya. Halil de gelemedi."
Nazlının sürekli demir kapıya bakışı ve sızlanışını Yiğit hiç umursamadı.
"Heyecan geldi durağan hayatımıza. Ben sizi bir kere galatasaray- beşiktaş derbisine götürürüm dayağın hası nerde anlarsınız. Muhteşem bir kaos ortamı. "
"Manyak!"
Nazenin bu tarafa hiç bakmayan Asafa gözünün altından bakıp duruyordu. Ona çok mu kızmıştı acaba? İstemeden sebep olmuş gibi hissediyordu. Yoksa Asafın, Halilin, Yiğitin onun geçip giden derdiyle ne işi olurdu? Bir de çenesine darbe almış gibiydi. Orda iri bir kızarıklık vardı. İçi üşüdü, acıyor olduğunu bilmek ağlama isteğini artırıyordu.
"Asaf..."
Kızın ona seslenişine kadar gözlerini aralamayan adam yavaşça başını çevirdi. Dolu dolu yaşlarla bakan kızı korkuttuğu için kendine kızgınlığ bir kat daha arttı.
"Çenen çok mu acıyor Asaf? Özür dilerim, benim yüzümden sen..."
Asaf duyduklarıyla kaşlarını çattı. Neden bahsettiğini anlamadı bile. O açıkcası yaptığı yüzünden azarlanmayı bekliyordu sabırla.
"Ne diyorsun Nazenin?"
"Sen benim yüzümden offf... Çok mu acıyor Asaf, kıpkırmızı olmuş."
Tahta banktan ayaklanıp yan tarafa doğru yürüdü.
"Asıl özür dilemesi gereken benim Nazenin. kendimi kontrol etmem gerekirdi. Özür dilerim."
"Yok... Dileme özür. Ben anlıyorum seni. Sen kıyamıyorsun ya bana ondan sinirlendin tabi. Yani kızmadım ben hiç oraya. Ama çenene çok kötü vurmuşlar, acıyordur kesin. "
Asaf dudağında tatlı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Elini metaller arasından uzatıp yanağını avcunun içine aldı. Baş parmağı da usul usul okşadı.
"Acımıyor güzelim, sen de bir şey yok değil mi? Sorduklarında yok dedin ama darbe aldın mı?"
"Yok ki bende bir şey. Ben öyle panikten köşede donup kaldım. "
"Olmasın bir şey benim büyüme."
Mırıl mırıl birbirlerini gönülleyişlerine Meyra dalaştı.
"Kahpenin biri benim bebeksi saçlarımı yoldu Asaf bey. Kavga senin önderliğinde çıktığı için bir kuaför bakımı hediyesi istiyorum. Dipleri sızlıyor hâlâ."
Asaf düştükleri hâlin tuhaflığını umursamada gülümsedi.
"Bir ara birinin sırtında omzunu ısırdığını gördüm sarı pigme. Senle süper kavgaya girilirmiş. Bundan sonraki kuaför masraflarını faturala bana sen. "
Meyra bankta iyice geriye yaslanıp ayaklarını bir birinin üzerine attı. Elleri de başının üstünde kafasını duvardan korumak için konumlandı.
"İşte eniştelerden beklenilen performans. Diğer gökdelen kılıklı gelsin ona da on seans masaj ücretini kilitleyeceğim. Komiserin karşısında susturdu beni, uyuz oldum. Kemiklerim de ağrıyor zaten."
"Bakın işte bu ticari zeka bizi zengin edecek. Susam tanem araya beni de sıkıştır sen. Geçimimizi bu ikisine yıkarsak süper olmaz mı?"
"Sen sıranı bekle camekan. Bak ne olmuş pantolonuma. Seni pezevenklerin elinden kurtarırken yırtılmış paçası. Alışveriş giderlerimi de sen üstleneceksin."
İstemsiz Nazlı ve Nazenin kıkırdayınca yanlarında ki dört kız da gülmüşlerdi. Meyra hayatı boyunca hiç görmediği ama birbirlerine tensel temas kurduğu kızlara ters bakışlar attı. Ne kadar inkar etse de karışındaki yeşil gözlü kızın saçlarını yolan olduğundan şüpheleniyordu. Emin olmadığı için kavgayı buraya taşıyamadı.
O sırada Halil, iki polis memuru ve takım elbiseli bir adam demir kapıdan içeri girdiler. Halil asabi bir yüzle ilk Asafa sonra ise kavgayı durdurması için yardım istediği ama ne hikmetse daha da büyümesine neden olan kardeşine baktı.
İki polis memuru parmaklıktan kapıları açtığında şaşkın şaşkın bakıp kaldılar. Ne yani çıkıyorlar mıydı? İş yeri sahibi bile şikayetçi olmuşken bunun bu kadar kolay olacağını beklememişti Nazlı.
"Hadi yine iyisiniz. Ne hikmetse tüm şikayetler geri alındı."
Polis memuru bu imalı kelimeleri Halile bakarak kurmuştu. Sanki onunla muhatap olmuyor da arkadaşıyla konuşuyor gibi devam etti sözlerine.
"Büyük yerlerde tanıdığın olacak arkadaş, ben başka şeyi bilmem. Adamın elmacık kemiği kırılmış, burnu, iki kaburgası, serçe parmağı ve baş parmağı kırılmış şikayetçi olmuyor. Öbür adamın dükkanı perte çıkmış iki dakikada biz anlaştık diyor. Ne güzel düzen bunlar be!"
Halil ters ters bakıp cevap vermedi. Canı burnundaydı ve kimseyle uğraşamazdı.
Nazlı çıkar çıkmaz yanına geldiğinde hemen kolunun altına aldı. Ezilmiş elini avuçlayıp daha dikkatle baktı.
"Acıyor mu güzelim?"
"Biraz sızlıyor sadece."
Elinin üzerine peşi peşine öpücükler bıraktı.
Halil arkalarında bekleyen adama döndü.
"Meyra ve Nazenini yurda bıraktıktan sonra bu ikisini açıklama yapmak için götürürsün!"
Sonra kimsenin bir şey demesini beklemeden Nazlıyı elinden kavrayıp çıkışa doğru adımlamaya başladı.
Avukat başını onaylar şekilde eğdiğinde Yiğit gözlerini irice açtı.
"Abi kavgayı bu çıkardı ben ne alaka?"
"Onu 'erkekseniz teker teker gelin de doğduğunuz yere geri iade edeyim hepinizi ' diyerek durulmuş kavgayı yine başlatırken düşünecektin. Hasan bey sizi götürecek. Özellikle hiç bir olaya karışmama üzerine uyarı almışken bunu açıklarsınız artık!!!"
|
0% |