Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Geldi Bahar Ayları Gevşedi Gönül Yayları

@orenda

Keyifli okumalar...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Meyra yola çıktıkları andan beri ağzını hiç açmamıştı. Ağzını açsa onu İzmire kadar götürme nezaketi gösteren ama bahane olarak da Nazlı ve Halile rezil eden şahsa küfür edebilirdi. Düşünmesi gereken çok başka dertleri varken o Bursaya döndüğünde üzerine dönecek makarayı dert ediyordu. Sebebi de tabiki dünyaya camekan ardından bakan bu yaratıktı.

 

"Kızım tamam yav yeter ha! Ne olmuş, hayır ne diyebilirdim? Sen dedin bilmesinler diye!"

 

Meyra burnundan verdiği sesli nefesiyle camdaki gözlerini araba süren adama çevirdi.

 

"Sende bir dahiye yakışacak stilde çözüm sundun!"

 

"Ne var? Bir nevi akrabalık bağlarımızı geliştirmek istediğim hanımefendiyle tanışacağım. Sıfatlara takılmayalım."

 

"Olmayacak öyle bir şey!"

 

Meyra tekrar cama döndüğünde Yiğit yoldan ayırdığı bakışlarını Meyraya çevirdi.

 

"Nasıl olmayacak?"

 

"Basbaya olmayacak!Sen beni müsait bir yerde indireceksin. Bende çokkkk teşekkür edeceğim nazik jestin için sonra yallah bilmem nereye gidiyorsan!"

 

Yiğit ağzını açtı kapattı. Bir daha açtı sonra hırasla geri kapattı. Nah bırakırdı! Böyle sanmaya devam edebilirdi bu sarı şeytan.

 

Hızını artırdı.

 

İki kere benzinlikte durmak ve bir kere yemek yemek dışında mola vermediler. Yiğit bir iki takılmak istediğinde Meyranın öfkeyle kapatmaya çalıştığı hüznünü gördü. Bile isteye hırsalanacak sebepler arıyordu. Aklında susmadan konuşanlardan kaçmak için bile isteye öfkeye sığınıyordu. Yiğit bu duyguyu bilirdi. İçini kemirenlerden kaçmak için bayılana kadar çalışmışlığı vardı zamanında.

 

İzmir tabelasını gördüklerinde Meyranın duruşu düzeldi. Ayakkabılarını çıkarıp, koltukta küçücük kalacak şekilde oturuyordu iki saattir. Çıkardığı ayakkabıları giydi.

 

"Evin adresini biliyor musun ki? "

 

"Alsancakta olduğunuzu biliyorum sadece. Tam adresi bilmiyorum."

 

Meyra başını sallayıp karşıya bakmaya devam etti. Ara ara adres için yönlendirdi. Sıra sıra müstakil evlerin dizili olduğu, denize çok yakın bir sokağa girdiler.

 

"Burdan sağa dönersen en sondaki ev."

 

Biraz daha ilerlediler. Oldukça güzel iki katlı bir evin yakınında durdurdu Meyra. Bahçe ve ev çok güzel görünüyordu.

 

"Beni getirdiğin için çok teşekkürler."

 

Mırıldanır gibi çıkmıştı sesi. Yiğit kontağı kapatıp kıza doğru döndü.

 

"Bak bi bana sarı şeker."

 

Mavi gözleriyle gözlerini buluşturunca gülümsedi.

 

"Kızım şu surata bak, çok tipsiz oluyorsun böyle somurtunca."

 

"Hoşt oradan sana derler tipsiz diye!"

 

Yiğitin çekik gözleri kısılıp kayboldu gülümserken. Daha çok sinir olsun diye burnunun ucuna fiske attı.

Meyra geri çekilmeye çalıştı ama burnunu kurtaramamıştı.

 

"Davar! İki dakika şurda insan gibi teşekkür edelim dedik."

 

"Boşanma hangi gün?"

 

Yiğitin bir anda sorduğu ciddi soruyla yüzündeki hırçın ifade silindi. Durgunlaştı.

 

"Yarın öğlen ikideymiş."

 

"Anlaşmalı?"

 

"Bir bokluk yapmazsa öyle görünüyor."

 

"Bu durum... Seni üzüyor mu?"

 

Meyra olumsuzca başını salladı.

 

"Beni üzen boşanmaları değil. Ben... Annem o adam için çok üzülecek. Kimse hak etmeyen biri için üzülmemeli. O adam zerre hak etmiyor ki."

 

Yiğit "kimse hak etmeyenler için üzülmemeli" diye mırıldandı.

 

"Toparlanması zor mu olur?"

 

"Biraz kafasını dağıtırım aslında da dayımlar falan üstüne gelecek şimdi. Ne olursa olsun başında bir erkek yoksa lafı çıkmıyor dinine yandımın memleketinde. Başımızda erkek mi var ağzına sıçtıklarım. Adam İzmirin otellerini daha çok kullandı o evden! Milletin lafı sözü beni delirtecek. Sonra ağzımın ayarı kaçacak. Al işte oldu mu Meyra edepsizin teki. Sebep olan herkesin geliş yolunu sik..."

 

"Lan lan lannnn tamam lan!Dur bi. Kızım başlayınca nasıl hızlı bozuluyor ağzın hakkikaten ha! Sende ne bakıyorsun millete, anana bak sen. Kim ne konuşuyormuş dinlersen boku yersin. "

 

"Sen sanki iyi bir haltsın. Bana laf eden benden beter, hâle bak!"

 

Meyranın yine harareti sönmüş durulmuştu.

 

"Geleyim mi bende senle?"

 

Yiğitin çocuk gibi sorusunu duyunca yüzünde küçük bir tebessüm oldu. Mavi gözleri solgun bakıyordu.

 

"Şimdi uygun zaman değil ki. Hem... Hem ne diye geşiyorsun ruh hastası? Ne diyeceğim ben anneme? Köy yanarken bir takım taranma işlerinden sorumlu olsun diye bu danayı mı getirdim diyeceğim?"

 

Yiğit gülümsedi.

 

"Haklısın, kadınla böyle bir halde tanışmak olmaz. Şöyle takım elbise falan giymek lazım, ciddi görsün."

 

"Oğlum sen gerçekten şizofren olabilirsin bak söylemedi deme. Kendin yazıp kendin oynuyorsun. "

 

"Hı hı öyle yapıyorum yer biti Meyra. Sıçra bakalım nasıl olsa yakalarız."

 

Meyra yine omuzlarını silkti. Boşvermek şu an en kolay kaçış şekliydi.

 

"İneyim ben, tekrar sağol."

 

"Ararım seni."

 

Meyra gözlerinin içine bakıp başını salladı. Hâl hatır sormada da bir şey yoktu sonuçta. O kadar şöförlüğünü yapmış, yardım etmişti. Hatır bilmez biri değildi ki Meyra. Yiğit arabadan inip küçük valizini çıkardı. Meyra da indi. Ne güzel zamanlar geçirmişlerdi. Çok güzel kahkahalar atmışlardı. Birazdan bu eve girecek ve her yanını hüzün saracaktı. Adana dediğinde Meyranın yüzünde güller açıyordu artık. İzmir ise hüzün veriyordu. Güzelliklerini silip, kaybeden bu şehiri çocuk Meyra çok severdi halbuki.

 

Yiğitin elindeki valize uzandı. Yanına yaklaşan adam hiç beklemediği bir şey yaptı. Uzanıp alnına kısa ama tüm uzuvlarını sıçratan bir öpücük bıraktı.

 

"Sadece bir telefon sarı şeker. Sadece bir arama..."

 

Ne demek istediğini anladığı için başını onaylar gibi sallayıp valizini çekiştirerek yürümeye başladı. Ardına dönmek istiyordu. Bakıyormu hâlâ görmek istiyordu ama ağlamak da istiyordu. Böyle niye ayrılık acısı çeken kızlar gibi zırlayacak hâle gelmişti ki şimdi? Bir de dönüp dönüp el sallasa tam olurdu. Neyle dalga geçtiyse başına geliyormuş gibi hissediyordu.

 

Demir kapıyı açıp girdiğinde baktığını çaktırmadan ilerde hâlâ duran arabaya baktı. Öylece neyi bekliyorsa arabanın yanında Yiğit duruyordu. Daha fazla saçmalamadan eve doğru hızlı adımlarla ilerledi. O saçmalamak isteyen yanı git ve bir güzel sarıl demeye başlayacaktı neredeyse.

 

Davar Yiğite mi sarılacaktı Meyra birde? Saçına başına, boyuna, gözüne laf eden hödük Yiğite hemde. Daha nelerdi acaba.

 

Kapıya geldiğinde son bir kez derin bir soluk aldı ve zili çaldı. Aradan iki dakika geçince açılmıştı kapı. Karşısında kendinin yirmi yıl sonraki hali duruyordu. Mavi gözlerinin kıpkırmızı hâli.

 

"Meyra!!!! Anneciğim..."

 

Meyra valizinin sapını bırakıp yüzünde gülümsemeye benzer bir ifadeyle bir şey demeden annesine uzandı.

 

"Benim küçük bebeğim, ahhh... Hoşgeldin kızım. Canım kızım..."

 

"Nasıl da özlemiş beni? Nasılda yolumu gözlermiş Süreyyaların en güzeli."

 

Meyra ağlamaktan kızarmış gözlerin varlığını sorgulamak istemiyordu. Uzun zamandır annesinden zaten boşanmasını isteyen kendiydi.

 

İçeri girdiklerinde de bir süre anne kız hasret giderdiler. Meyra sanki yarın bir boşanma yokmuş gibi Adana da olanları anlatıyordu.

 

"Öyle... Hemden evlendiler mi?"

 

Meyra annesinin kendi eliyle yaptığı karadutlu limonatayı tepesine dikti.

 

"Valla evlendiler. Zülüş ipleri eline aldı. Bir yandan Asil abiyi, diğer yandan Halille Nazlıyı fitledi ve en sonunda nikah masasında buldular kendilerini. Gerçi Allahtan arıyorlardı ya işlerine geldi."

 

"Ayyyy... Ne güzel. Keşke bende görseydim ama Meyra."

 

"Annecim bu Zülüşün Halil ve Nazlıyı basmasından kaynaklı bir histeri kriziydi. Asıl düğün yaza."

 

"Nasıl basmak?"

 

Süreyya şaşkın şaşkın kızına baktı. Meyra da sanki evde başka biri varmış gibi sağa sola bakınıp annesine doğru uzandı.

 

"Bunlar var ya..."

 

"Hıııı..."

 

Parmaklarını büzüp bir birine çarpıştırarak sırıttı.

 

"Öpüşürken Zülüş bunları sen bas. Nazlıyı parala... Halili zımparala. Ama Allah var Asil abiyi çok kolay tavladı. Kadın tek başına iktidar. Evrim değil devrim zamanı diyor ve işine gelmeyen her şeye darbe uyguluyor."

 

Süreyya Meyranın öpüştüklerini söylemesiyle kıkırdamaya başladı.

 

"Ama nasıl tatlı değil mi? Ben bayılıyorum o konuştukça. Meyra gideriz değil mi yazın düğüne?"

 

Meyra ağzındaki bardağı çekip hızlı hızlı salladı başını.

 

"Gitmemiz şart zaten balım. Zülüş yüz kere tembih etti. Yetmedi tekrar ettirdi. Gidicez çok kalacaz, öyle ateş almaya gitmiş gibi kapıdan bakınmayacaz. Onu dinden imandan çıkarmayacaz. Ha sonra ne vardı? Hah birde misafir gibi kenarda durmayacaz her işe koşturacaz. Böyle dedi anneciğim. Emir demiri keser."

 

Sürayya yalnızlığının verdiği buhrandan kızının şen konuşmalarıyla hemen sıyrılmıştı. İçi çıkar gibi ağlayan o değilmiş gibi kıkırdadı.

 

"Yaparız tabi. Nazlı benim de kızım. Fotoğrafları var mı Meyra? Nazlı çok seviyor demiştin, oğlanda seviyor mu?"

 

Annesinin genç bir kız heyecanıyla sorduğu sorulara Meyra tebessümle baktı. Başını olumluca salladı.

 

"Valla seviyor. Gözünü ayırmıyor hiç Nazlıdan. Sanırsın atmaca. Gözünün birini Nazlıya tahsis etmiş, şaşı kalırsa görür gününü."

 

Bu sırada da sık sık nikah sırasında çektiği fotoğrafları açmıştı. Annesinin eline verip kaydırmasını söyledi. Süreyya her fotoğrafa büyük bir tebessümle bakıp kendince yorum yapıyordu.

 

"Çok güzel olmuş Nazlı, Meyra. Ay damat da çok yakışıklı ama. Maşşallah. Nazeninin yanındaki kim Meyra?"

 

"Ha o mu? Asaf o. Halilin ekürisi. Halil Nazlıyı tavlarken Asaf da Nazenini ağa çekti. Görmelisin bal böceğim, etrafım aşk kuşlarıyla çevrili. Eros tutuğunu götünden vuruyor."

 

Süreyya yine kıkırdadı. Sonra da kınar gibi kızına yan yan baktı.

 

"Anneciğim hani küfür yoktu. Bak yine kaçtı ağzından."

 

Meyra baygın bir bakış attı annesine.

 

"Göt küfür mü? Organ! "

 

Süreyya iç çekip geeri fotoğraflara döndü.

 

"Ayyy Gurura bak. Maşşallah ya, çok tatlı bu oğlan. Yanındaki kim Meyra?"

 

Meyra uzanıp fotoğrafa baktı. Gurur ne diyorsa Yiğit at gibi kişniyordu. Gerçi şimdi kendine de yalan söylemeye gerek yoktu, bir miktar tatlı çıkmıştı gülerken.

 

"Şey o. Sen tanışmadın, Halilin kardeşi. Züleyha ablanın küçük yeğeni."

 

"Hmmmm... Abisine çok benzemiyor. Abisi baya ciddi duruyor, bu çocuk sevimli."

 

"Neresi sevimli acaba Süreyyacığım? O... O hem!"

 

Şimdi Yiğit hakkında konuşursa annesinin hemen bakışları üzerine dikileceği için çok değinmemeye çalıştı.

 

"Halil beyefendi, ağır, oturaklı biri. Yiğit... O biraz daha hareketli diyelim. Öyle işte."

 

"Valla çok tatlıymış, gülünce gözleri kaybolmuş Meyra. Şeye benzettim. Hani komşumuz vardı bir tane, onun oğlu da böyle gülünce çizgi gibi kısılıyordu gözleri. "

 

Meyra bir şey demeden annesi diğer fotoğrafların içinde dolaştı.

 

"Züleyha da çok güzel olmuş. "

 

"Güzel karıdır Zülüş."

 

"Valla öyle. Meyra hâlâ kocam da kocam diyor mu?"

 

"Günlük bin kocam kotasını doldurmadan uyumuyor."

 

Bu sefer ikisi aynı anda kıkırdadı. Beraber yemek hazırlayıp yediler. Sanki her şey yolundaymış gibi Meyra ne olduysa anlattı. Üstü kapalı Nazlının başına gelene bile değindi. Annesi korkuyla eli göğsünde dinlemişti Meyranın da bildiği kadarıyla hikayeyi.

 

"Ne kötü insanlar var. Ama Asil bey en doğrusunu yapmış. Ailesini korumuş, ne güzel..."

 

Sona doğru içi çekilir gibi çıkmıştı sesi. Meyra kaçtıkları o ana geldiğini hissetti.

 

"Anne... Yarın hakkında konuşmayacak mıyız?"

 

Süreyyanın mavi gözleri hemen doldu.

 

"Ağlama sakın o şerefsiz için!"

 

"Öyle deme anneciğim, senin baban neticede."

 

"Değil! Kabul etmiyorum tamam mı? Öyle birinin babalığını kabul etmiyorum. Baba Asil abi gibiler, o adam değil. Kurtuluyorsun ondan, sana yaptıklarından kurtuluyorsun ne olur ağlama!"

 

"Ağladığım o değil Meyra. Allahından bulsun ne diyeyim. Ben bunca sene katlandıysam senin için katlandım. Laf söz olmasın diye yuttum. Allah biliyor içimi sevdim de ama yaptığı..."

 

"O kadın! Geldi mi buraya?"

 

Süreyyya sanki utanç sehibi kendiymiş gibi başını eğdi. Sanki ahlaksızlığı yapan oymuş gibi yüzünü kızından sakladı.

 

"Eğme başını! Sen haklı olansın anne! Sakın haklıyken eğme. Yarın bitecek. Siktir olup gidecek hayatımızdan. Bide kendimize çok güzel bir hayat kuracağız. Levent bey ve pislikleri olmadan çok güzel olacak her şey. Ayrıca o isteyip söylemeye cesaret edemediğim müzik korosuna katılacaksın. Bundan sonra ne istiyorsan sen yapacaksın!"

 

Süreyya kırık bir gülümsemeyle baktı kızına. Yapardı belki. Bir zamanlar en büyük hevesiydi şarkı söylemek. Adını ağzına almak istemediği bir adam tarafından ne çok parçalara ayrılmış hayalleri vardı.

 

"Yapar mıyım?"

 

"Yapacaksın. İstediğin tüm herşeyi yapacaksın. Görmek istediğin şehirleri de gezeriz seninle. Hâlâ istiyorsan o çiçekçiyi de açarız olmaz mı?"

 

Süreyyanın bakışları parladı bir anda. Bahçesi için çok özen gösteriyyordu. Çok uzak olmayan bir zamanda bahçesinin büyüsüne kapılan biri kendi çiçekçisi için de saksı yetiştirip yetiştiremeyeceğini sormuş, isterse iki tarafın çıkarları doğrultusunda bir ortaklık teklif etmişti. Ama o adam koskoca Levent Hancının karısı çiçekçi olmuş dedirtemeyeceği için o heves de hemen parçalanıp çöpe atılmıştı.

 

"Nasıl ki? Olur mu Meyra? Bilemedim şimdi, becerebilir miyim ki?"

 

"İster ortaklı ister şahsına ait! Yaparız anneciğim, hepsini beraber çok güzel yaparız. Bahçen koca mahallede en çok konuşulan şey. Sen bu çiçekleri niye insanlardan esirgiyesin? Para sıkıntımız yok bizim. O adam neyin varsa verecek sana. Merak etme, biz iki çıtır her şeyin altından kalkarız. Başımızdaki verem otunu attıktan sonra bu bahçe çok daha güzelleşecek."

 

Süreyya kızına inanmak istiyordu. Meyranın inancını kendi içinde de bulmak istiyordu. Yeni bir hayata başlayacaktı ve o hayatta Meyranın istediği gibi bir kadın olmak istiyordu. Şu anki aklı olsa o kadar küçük asla evlenmezdi. O adamla asla asla evlenmezdi. İnsanın aşk sarhoşu olduğu zamanları en tehlikeli anlarıydı belki de. Gözleri kör oluyordu, göremiyordu bir çok şeyi. Ama madem ikinci bir yaşam hakkı eline geçmişti Meyrayı dinleyecekti. Kızı ona güç veriyordu.

 

Meyranın böyle hırçın, böyle deli dolu olmasına kendinin sebep olduğunu biliyordu. Çocukken çok sakin olan yavrusu, ergenlik çağına eriştiği zamanlarda kendini koruyamayan annesine siper olurken sertleştirmişti karakterini. Biri annesine laf ettiğinde Süreyya kendini savunamadığı için bu işi Meyra üstlenmişti. Her an saldırmaya hazır bir hâlde etrafında dolaşır olmuştu. Süreyya bunu o adamdan tokat yediği bir günde kızının babasının kafasında vazo parçalamasıyla fark etti. On altı yaşındaki kızı, annesi korumak için babasına saldırmıştı. Ağabeyinin eşi, iğneli laflar ettiğinde Süreyya ağzını açmadan Meyra zehir zemberek sözlerle herkesin ağzına lafı tıktığında bunu ona kendinin yaptığını kabul etmiş, çok üzülmüştü.

 

Meyra hayatındaki tek gayeyi annesini koruma olarak gördüğü için hırçınlığı kalkan olarak kullanıyordu. Onun ayarsız dilinden, saldırgan kişiliğinden ürken insanlar susmuştu da. Meyra bunu fark ettiğinde davranışlarını asla frenlememişti. "Demek ki insanlar kötü sözle hizaya geliyor anne" dediği gün aklında kazılı kalmıştı.

 

"Yorgunsun bebeğim, uyumak istersen dinlen."

 

Meyra saate baktı. Gece yarısına yaklaşmıştı. Yarın onlar için zor olsa da bir kurtuluş günüydü. O yüzden ayaklandı. Uzanıp annesini öptü.

 

"Sende dinlen kuş üzümüm. Yarın kurtuluyoruz."

 

Süreyya sadece başını sallayıp giden kızının ardından izledi. Yirmi yaşında anne olmuştu. Kızını kucağına alalı yirmi üç yıl oluyordu. hayatında asla olmaması gereken bir adama yirmi beş yılını heba etmişti. Babasını dinlemediği, o kadar küçük yaşta hislerinin peşine takıldığı için çok pişmandı. Ama en büyük yanlışı da ona Meyrayı vermişti.

 

Bunun için bile her şeye değerdi...

 

Sabah olabildiğine az konuşularak kahvaltılarını yaptılar. Her şey sıradanmış gibi hareket etmek istiyorlardı. Meyra verendaya dönüştürdükleri balkonlarındaki çiçekleri suladı. Soğuktan korunması için hazırlanan katlanabilen camları sildi. Öğlen saatine kadar oyalanabildiği kadar oyalandı.

 

Sonra odasına çıkıp hazırlandı. Annesinin kapısını tıklattığında o da hazırdı. makyaj yaptığını gördüğünde sevindi. Kimsenin onu üzgün bir ifadeyle görmesini istemiyordu. Annesi çok güzel bir kadındı ama zehirli bir sarmaşık etrafını sardığı için bu görünmüyordu.

 

"Gidip... Kurtulalım anneciğim."

 

"Kurtulalım kızım."

 

Çağırdıkları taksiyle duruşmanın görüleceği İzmir Asliye Hukuk ve Aile Mahkemesine doğru yola çıktılar.

 

Duruşmanın görüleceği salonu bulduklarında avukatları da aynı dakika da karşı taraftan geliyordu.

 

"Merhaba Süreyya Hanım, hazır mıyız?"

 

Süreyya usul usul başını salladığında Meyra daha dik bir duruş sergiliyordu.

 

"Bu gün bitiyor değil mi Aslı Hanım?"

 

Aslı Hanım gülümseyip, telefonda sık sık görüştüğü kıza baktı.

 

"Anlaşmalı bir boşanma olacak. Merak etmeyin, tek celse de bitecek."

 

O sırada hayatı boyunca nefret kelimesini içine yerleştiren adam yanlarına doğru adımlıyordu. Bir tarafında avukatı diğer yanında ise metres olmaktan başka vasfı olmayan o kadınla. Meyra küçümser bakışlarını zerre esirgemedi. Levent Hancı karşısında durduğunda aynı bakışlarla annesi ve onu süzüyordu.

 

"Bu gün kurtuluyorum ikinizden de."

 

Meyra annesinin koluna girmiş elini, sıkıca kavradı.

 

"Şurdan çıkalım fakir sevindireceğim Levent Bey. Kanseri yeniyoruz bu gün sonuçta."

 

Adam gözlerini kısıp kızına baktı. Küçükken severlerdi birbirlerini aslında. Ama büyüdükçe aksiliği, geçimsizliği tak etmişti canına.

 

"Yüzünüzü şeytan görsün. Sonunda hayatımın en keyifli dönemine geçiyorum."

 

Annesinin titreyen elini tutmak zorunda olmasa adliyede olduklarını önemsemeyip yüzünü tırnak izleriyle doldurabilirdi. Yine de başını azıcık bile eğmedi. Yüzünde bakanı hayran bıraktıracak bir gülümseme oluştu.

 

"Tabiki öyle olacak Levent bey. Sen ucuz bir insan olduğun için yanındaki varoşla mutlu olabilirsin. Biz kalite kokuyoruz. Yanımızda hep eksik, hep basit kaldın. Yetişemedin annemin hanımefendiliğine, aurasına. Karısının parasıyla takım elbise alan bir adamdan fazlasını beklemek gerçekten sınırsız hayal gücü gerektiriyor. "

 

Levent Hancı ağzını açmadan yanındaki kadın öne doğru adımlamıştı.

 

"Sen ne biçim konuşuyorsun benimle?"

 

Kadına Meyra o küçümser bakışlarını atmaya devam etti.

 

"Haddini bil! Sen benimle muhatap olacak seviyede misin de bire bir cümle kuruyorsun? Ben şu an kredi kartınla konuşuyorum! Bu günden sonra günlüğüne zam isteyebilirsin, gidecek kapısı kalmadığı için göz yumacaktır!"

 

Kadın ağzını açtı ama geri kapattı. Öne doğru yürüyeceği sıra Levent Hancı kolunu tutmuştu.

 

"Bu sizi son görüşüm olduğu için yaptığın saygısızlıkları hoş göreceğim. Biran önce bitsin şu gün!"

 

Meyra istediğinde karşısındaki insana kendini çok değersiz hissettiren bakışlar atabilirdi. Şu an ona hınçla bakan, annesinin saçını, üzerini, makyajını süzen kadına yaptığı gibi ona paçavra muamelesi gösterebilirdi.

 

Bir konuda çok haklıydı Meyra. Karakter insanın en önemli giysisiydi. Annesi ve karşısındaki kadın yan yana geldiğinde aralarındaki asalet farkı öyle belirgindi ki bunu kadının da gördüğüne emindi.

 

İsimlerin seslenilmesiyle son kez annesini izleyen kadını baştan aşağı süzdü. Ayakkabılarına geldiğinde çok tuhaf bir şey görmüş gibi yüzünü buruşturup sonra gülümsedi. İlginç olan hiç bir şey yoktu ama bu bakışı gören kadının bakışları da ayakkabılarına düşmüştü. Bozulan morali bile şu an için Meyraya yeterdi.

 

Duruşma bittiğinde kapı açıldı. Süreyya dik durmak için canını verecekken Meyra hırstan ölecek kadar öfkeliydi. Bunu bilmeliydi. Bir sahtekardan başka hiç bir şey olmayan bu adamın pislik yapmadan duramayacağını bilmeliydi. Kendilerini dışarı attıklarında arkadan bir ses duydu.

 

"Ne oldu? Beni tehdit ederken sesin çok çıkıyordu?"

 

Meyra mavi gözleri alev alev yanarken ardını döndü. Merdivenlerden inip keyifle yanına gelen ikiliye baktı.

 

"Sen gerçek bir kahpesin Levent Hancı. Ama merak etme, bende Meyraysam İzmir sıfatını öğrenene kadar durmayacağım."

 

Levent umursamazca kravatını gevşetti. Yanındaki kadının saçlarına öpücük bıraktı.

 

"Orası benim yıllardır size katlanma hediyem Meyracığım. Annenin bana hediyesi."

 

Meyra öfkeden deliriyordu. Şu an annesine de çok kızgındı. Nasıl anneannesinden kalan, çocukluğunun geçtiği, en güzel anıların saklı olduğu yazlığı bu adama verebilmişti. Annesinin talep ettikleri ve hakları açıklanırken karşısındaki adamın avukatı yazlık için itiraz etmiş. Böyle bir mülkün bulunmadığını, zamanında Süreyya hanımın şahsi bir harcaması sonucu satıldığını söylemişti. Tüm mallarını verip orayı almasındaki amacı biliyordu. Meyra için ora ne kadar değerli biliyordu. Annesinin genç kızlığında ne anıları var biliyordu. Dedesini orada kaybetmişlerdi, değeri çok yüksekti her şeyi biliyordu. Onları en kıymet verdikleri geçmiş hatıralarından vurmuştu Levent Hancı.

 

"Bu saatten sonra kork benden Levent Hancı. O emek emek inşaa ettiğin güven çizgini yerle bir edeceğim. Tüm İzmir senin karısını döven, defalarca fahişelerle aldatan, karısının parasını yiyen bir adam olduğunu öğrenecek. "

 

Levent kaşlarını çatıp ileri iki adım attı.

 

"Yerinde olsam bu kadarla kurtulduğunuza şükür ederim! Zerre canımı sıkacak bir şey yap Meyra bakalım İzmirde yalnız kalan annenin başına neler geliyor? Okula gidecek misin güzel kızım? Anneciğin burda savunmasız, kimsesiz bir kadın olarak mı kalacak? Ya evine hırsız girerse? Ya dolaşmaya çıktığı bir gün gasp edilirse? Sen bunları bir düşün!"

 

Bir insan ağzından pislik saçabilir mi saçardı işte. Meyranın ağlamadan dik durması için verdiği mücadeleyi kimse görmüyordu. Onu nerden yaralayacağını biliyordu bu adam. Annesi için her şeyi yapacağını çok iyi biliyordu.

 

"Hah böyle kes sesini ve çekil yolumdan. O yazlık da sevgilime düğün hediyem. Değil mi aşkım?"

 

İğrenç bir gülümsemeyle yürüyüp karşısında durdu kadın. Babasının elini tutup gözlerinin içerisine baktı.

 

"Evet aşkım. Ama değiştirmek istediğim çok şey var. Özellikle bir tane eşya kalmasını istemiyorum, hepsi çöp."

 

Meyranın öfkeden kanı seğiriyordu. Onlara yapılan bu haksızlık için bağırmak, bedel diye haykırmak istiyordu.

 

O anda hiç beklemediği bir şey oldu. Ağlamamak için sağa sola çevirdiği gözleri birinin üzerinde takılı kaldı. Ağzı açıldı kapandı. Kalbi tekledi. Gözleri doğru görüp görmediğini anlamak için sürekli kırpıştı.

 

Yiğit biraz ilerde arabasına yaslanmış onları izliyordu. Meyrayla göz göze gelince duruşunu düzeltip karşılarına doğru yürümeye başladı. Daha önce Meyranın onda görmediği bir gülümseme vardı. İnsanı ürperten, tüylerini diken diken eden.

 

"Yiğit" diye fısıldadı. Annesi de Meyranın baktığı yere bakınca şaşırdı. Akşam resmini gördüğü çocuğun burada ne aradığını anlamadı.

 

"Merhaba güzelim, bitti mi? "

 

Meyra bilinçsizce başını salladı. Onu gerçekten hiç beklemiyordu. Yiğit gülümsemesini büyütüp annesine döndü.

 

"Merhaba Süreyya Hanım."

 

Süreyya ona uzatılan eli tuttuğunda Yiğit nekazetle elini kavramış, üzerine bir öpücük bırakmış ve farkında olmadan kadının beğendiği gülüşünü ona yollamıştı.

 

"Sabırsızlığımı mazur görün, sizinle tanışmak için can atıyordum. "

 

"Merhaba oğlum, estafurullah. Sen Züleyhanın yeğenisin değil mi?"

 

"Evet, halam olur kendisi. Aynı zamanda Meyranın erkek arkadaşıyım."

 

Meyranın açılan ağzıyla sonra dalga geçecekti. Şu an oldukça şık spor bir takımla müstakbel kayınvalidesiyle tanışıyordu.

Süreyya da oldukça şaşkındı. Kızının böyle şeylere çok uzak olduğunu biliyordu. Bir erkek arkadaşla hiç tanışmamıştı. İstemsiz içini güzel bir his kaplamıştı. Kendinden kaynaklı kızının asla aşkı istemeyeceğini düşünüp üzüldüğü anları çoktu sonuçta. Meyra akıllıydı. Kendinin yaptığı hataları yapmazdı, bu yüzden de Meyra için aşk tehlikeli olmazdı.

 

"Çok memnun oldum oğlum, çok şaşırdım kusura bakma lütfen."

 

"Yiğit sen... Gitmemiş miydin?"

 

Yiğit bağırmak isteyen ama annesi için olabildiğine sakin konuşmak için kendini sıkan kıza sırıtarak baktı bir an. Yiğit yalancı bir adam değildi ki. Abisine ve Nazlıya ne amaçla İzmire geldiğini söylemişti, yalancı çıkamazdı.

 

"Hayır tabiki güzelim. Annenle tanışmak için çok heycanlıydım. Sen konuşmak için süre isteyince bir gün daha sabredebildim sadece."

 

Süreyya biraz evvel yaşadığı tüm üzüntüden sıyrılmıştı sanki. Gülen gözlerle bir Meyraya bir Yiğite baktı. Akşam fotoğraftan bahsederken ağzının açılıp açılıp kapandığını anımsadı.

 

"Bahsedecekti oğlum. Aslında bahsedecekti de benimle ilgilendiği için heralde bu güne bıraktı. Hem olsun böyle de çok güzel bir sürpriz oldu bana."

 

Meyra annesinin yüzündeki gülümsemeyi gördüğünde derin bir soluk alıp bıraktı. Yiğiti döndüklerinde parçalardı artık.

 

"Aklın varsa bu iki virüsten olabildiğine uzağa kaç genç adam. Ben yeni kurtuldum sen yanma."

 

Bir anda ortama düşen sesle gülümseyen yüzler kırağı vurmuş gibi soldu. Süreyya Yiğitten bakışlarını utançla çekti. Meyranın sulanan gözlerini ve ağlamamak için yanağının içini nasıl ısırdığını gören Yiğitin içindeki volkan kızıştı. Yüzü dümdüz olsa da lav saçacak bir öfke kanını kaynattı.

Yüzünü konuşan adama çevirdi. Yanında ona merakla bakan kadına saniyelik bir bakış attı. Ağır adımlarla ilerledi ve nefret etsede elini uzattı.

 

"Tanışamadık sizinle de. Sonuçta Meyranın yüzüne bakabiliyor olmamda katkınız var Levent Bey."

 

Levent uzatılan eli kavrayıp gevşek bir sırıtışla karşısındaki adamı süzdü.

 

"Ben sana sağlam bir tavsiyede bulunuyorum. Biran evvel kaç bu iki zavallıdan."

 

Yiğit dişlerini sıktı.

 

"Hayatımdaki kadına çok bağlıyımdır Levent Bey."

 

Yine yanındaki kadına saniyelik bir bakış attı.

 

"Sadakat çok önemlidir benim için. Minnet, vefa çok kıymetlidir. Üzgünüm ama bu duyguların zerre yer edinmediği birinden tavsiye alacak kadar kendimi küçük duruma düşürmem. Ama ben size bir tavsiye verebilirim."

 

Levent Hancının asılan yüzü ve çatılan kaşlarıyla Yiğit bir adım daha üzerine yürüdü. Söyleyecekleri ikisinin ortak sırrı olsa iyi olurdu.

 

"Gençler çok aptal oluyor, neyseki ben uyarımı yaptım. Senin tavsiyeni de merak ettim ama. "

 

Umursamaz dıruşunu kıran şey Yiğitin uzanıp omzundaki bir şeyi alıyormuş gibi davranan haliydi.

 

"Evinize gidin Levent Bey. Yeni hayatınızın tadını çıkarın. Biraz evvel kullandığınız her bir kelime için sizi mahvedeceğim. Sabırla o günü bekleyin."

 

Yiğitin sukünet ve tabessümle kurduğu cümleler ikisinden başka kimseye taşmadı. Adamın kasılan bedeniyle Yiğit geriye doğru iki adım attı. Yüzünde çok saf, çok içten bir tebessüm vardı. Gören çok güzel bir şey söylediğini ve söylediklerinden çok memnun olduğunu düşünürdü.

 

Leventin çatılan kaşları ise anlamak ister gibi baktı. Ne cürretle tehdit edilirdi? Kim oluyordu bu yeni yetmede Levent Hancı gibi bir adama ültimatom verebiliyordu?

 

"Haddini aşma genç adam! Madem biraz evvelki konuşmaları duydun, neler yapabileceğimi de iyi anlamış olmalısın "

 

Yiğit istikrarla yüzündeki ifadeyi bozmadı.

 

"Duydum Levent Bey. Her bir kelimesini zihnime kazıdım. Neler yapabileceğinizi çok iyi biliyorum, orda sıkıntı yok. Ama sorun şu ki siz benim neler yapabileceğim hakkında zerre fikir sahibi değilsiniz. Üzülmeyin ama, merakınızı en kısa zamanda dindireceğim."

 

Yiğit başka bir kelime etmeden arkasını dönüp ona tedirgin bakışlar atan iki kadına doğru yürüdü. Neler konuştuklarını net duymamışlardı. Meyra içten içe o adamın Yiğite kötü bir şeyler söylemesini, onu utandıracak hâle düşürmesini istemiyordu. Onun gözünde kötü bir konuma düşmek istemiyordu.

 

"Evet Sürayya... Iııı size nasıl seslenmemi istersiniz efendim. Hanım çok resmi olacak ve biz çok sık bir arada olacağız. E bu kadar genç bir hanıma de teyze demeyi kendime yakıştıramıyorum. Sizin tercihiniz ne olur?"

 

Süreyya aldığı iltifatla Meyraya bakıp kıkırdadı. Şu an önceliği kızı ve mutluluğuydu. Ardındakileri düşünemezdi. İçinde kuş kanat çırpıyordu resmen. Onun minik bebeği aşık olmuştu ve söyleyemememişti demekki. Kesin utandı diye kendi kendine bunun içinde güldü.

 

"Abla de çocuğum sen bana. Haklısın 'hanım ' çok resmi olur, ne gerek var?"

 

Yiğit de uzanıp elini tutmuş ve koluna girmesini sağlamıştı kadının. Meyraya bir an bakıp annesine göstermeden sırıttı.

 

"Tabiki... Şimdilik abla demek uygun olacak gibi. Gidelim isterseniz, rüzgar sertleşmeye başladı. Üşümenizi istemem. Hadi sarı papatyam, yüzün kıpkırmızı olmuş. İncecik giymişsin birde."

 

Süreyya ağzı kulaklarında dinliyordu konuşan adamı. Yürürken yine kıkırdadı. Züleyhayla akraba olabilirlerdi belki de. İçinde genç kız neşesi canlandı. Halbuki hayatının en zor günlerinden birindeydi. Şu an minik bebeğinin kalbini çarptıran bu adam tüm gündemini değiştirmişti.

 

Meyra da peşlerine takılıp ilerledi. Düşünmesi gereken dünya derdi varken Yiğit bomba gibi düşmüştü. Şimdi o, annesine ne diyecekti?

 

Arka koltukta oturup, dikiz aynasından ona sırıtan bakışlar atan adamı öldürebilirdi. Annesini ön koltuğu yerleştirirken yol boyunca da sohbet edebileceklerini söylemiş ve kendine göstermediği bir nezaketle annesini arabaya bindirmişti. Meyra annesinin mavi bakışlarındaki parıltıdan Yiğite hayran kaldığını anladı. Resmen on beş yaşındaki bir ergen gibi her lafına kıkırdıyordu.

 

"Ama bence Meyra seni bir miktar kıskanıyor Süreyya abla."

 

Meyra bir an daldığı için neden bahsettiklerini anlamadı. Annesi yine kıkırdayınca gözlerini devirdi.

 

"Allah iyiliğini versin oğlum, o nerden çıktı?"

 

"E ben hep seni sorduğumda bahsederdi ama hiç bu kadar genç ve güzel olduğunu söylemedi. Ben Meyranın güzelliğini kimden aldığını çok merak etmiştim ilk gördüğüm andan beri."

 

Annesi utanmış mıydı? Ayrıca güzelliği mi? Demedik laf bırakmamıştı be kendinde ne varsa, ne güzelliği? Meyra alık alık kendine kaçamak bakış atan ve gülümseyen annesine hayret ediyordu. Önde araba kullanıp annesini tavlayan davarın arkasından kafasına bir tane indirmemek için avuçlarına tırnaklarını geçirmişti.

 

Kendine insan gibi iki güzel laf edemeyen kömüş, annesine sıralı iltifatlar diziyordu. Annesine de deliriyordu. Tanışalı tam olarak ne kadar olmuştu da hemen evladı, çocuğu, oğlu oluyordu bu pislik?

 

"Ay Yiğit, çok teşekkürler oğlum. Mahçup hissettim kendimi, ne kadar nazik birisin sen. Gerçi Züleyhanın yeğeni olduğunu duyduğum ilk andan beri kanım çok kaynamıştı sana. Fotoğraftan bile belliydi ne kadar tatlı bir çocuk olduğun."

 

Yiğit dikiz aynasından bakıp kaşlarını kaldırdı. Demek Meyra hanım fotoğlarflarını göstermişti annesine.

 

"Fotoğrafım mı?"

 

"Hı hı evet. Akşam fotoğraflara bakıyorduk da. Ay unuttum tebrik etmeyi. Abin ve Nazlı için çok sevindim gerçekten. Umarım daim olur mutlulukları."

 

"Teşekkürler Süreyya ablacığım. İnşallah. Çok seviyorlardı kavuştular sonunda."

 

"Çok mutlu oldum duyunca bende. Darısı başına oğlum."

 

Süreyya bunu gözünün altından kızına bakarak söylemişti. Yiğit de tekrar dikiz aynasından Meyranın mavi gözlerine bakıp, uzun bir "aminnn..." nidası dökmüştü. Annesi Yiğitin bu hâline sonra da nasıl olduğunu bile anlamadığı ama yüzünün ısınmasına neden olan tepkisine gülümseyerek bakmıştı.

 

Yiğiti organ mafyasına satacaktı!

 

Evlerine ulaştıklarında Yiğitin yalandan onları rahatsız etmek istemediği sözlerine dudağı kıvrılmış baktı. Oyuncu düzenbaz, resmen kendini davet ettiriyordu.

 

"Yok hiç rahatsızlık vermeyeyim ben Süreyya abla. Dinlenmek istersiniz belki. Zahmet vermek istemem ben."

 

Süreyya ise kolundan tutup içeri doğru çekiştirmeye başlamıştı bile.

 

"Olur mu hiç öyle şey oğlum? Ta nerelerden gelmişsin bizim için. Beraber yemek yiyelim. Misafirimiz ol lütfen, bu beni çok sevindirir."

 

Yiğit pes etmişlikle omuzlarını düşürüp kendine kedi gibi bakmıyor muydu? Meyra üstüne atlayıp saçlarını yolma dürtüsüyle doluyordu.

 

"Madem zahmet vermeyeceğim... Ben de çok merak ediyordum Meyranın büyüdüğü evi. Ama yemeği beraber hazırlarsak yemek teklifinizi kabul ederim. Olur mu Süreyya ablacığım?"

 

Süreyya yanında küçücük kaldığı çocuğu gülümseyerek süzdü. Çok beyefendi biriydi. Çok beğenmişti çok.

 

"Ay maşallah oğlum sana. Züleyha ne güzel yetiştirmiş seni. Ne kibar, ne efendi birisin. Yaparız tabiki oğlum, çok mutlu olurum."

 

İçeri girdiklerinde salona doğru yönlendirdiler Yiğiti. Meyra peşlerinde onları takip eden bir ördek yavrusundan farksızdı. Yiğite yaptığı emrivaki için kızmak istiyordu ama annesinin bu gün çok kötü bir ruh hâlinde olacakken şu an gülüyor olması her şeye değerdi. Bunun için bile ömür boyu minnet duyabilirdi Yiğite.

 

"Ben bir üzerimi değişeyim izninle oğlum. Hemen geliyorum lütfen evin sayılır burası, rahatına bak."

 

Yiğit yine o mahçup gülümsemesiye başını sallamış, kadın salondan ayrılana kadar oturmadan öylece gidişini izlemişti.

 

"Gitti annem gitti! Poz kesmeyi bırakabilirsin simsar kılıklı zibidi."

 

Meyranın kollarını birbirine dolayarak, tek kaşı kalkık bakışıyla yüzündeki gülümseme sırıtmaya dönüştü.

 

"Kızım annen felaket tatlı kadın. Şu kibarlığı, naifliğe bak lan. Sen niye böyle cazgır oldun ki? Hayır kopyala yapıştır bir tipiniz olmasa kesin evlatlıksın derdim."

 

"Hah bak nasıl özüne döndün hemen! Biraz evel kibarlıktan cam gibi kırılıyordun pislik!"

 

Yiğit dudaklarını büzüp burnuna düşen gözlüğünü geriye itti. Sonra da geçip üçlü koltuğa kuruldu.

 

"Çok tatlı kadın çok. Felaket iyi anlaşacağız diye kıskanıyorsun anladım seni. Bayıldı resmen bana."

 

"Allahın cezası, sen bu evden çıktığın anda başına neler getireceğim senin?"

 

Yiğit kaşlarını oynatarak sırıtmasına devam etti. Bacak bacak üstüne atıp, bir kolunu da geriye doğru atmıştı. İnanılmaz bir rahatlık vardı üzerinde.

 

"Hiç uğraşma susamlı krekerim, şu saatten sonra annenin favori damat adayıyım. Sen gelinlik bakmaya başla."

 

"Yuh!!! Yuh artık be! Siz niye ailecek böylesiniz lan? Niye evlilik lafı böyle kolay dilinizde geziyor?"

 

Yiğit umursamazca omuzlarını silkti.

 

"Ne istediğini bilen tutarlı bir aileyiz diyelim biz ona. Ciddi düşünmediğimiz kişilerle ilişki kurmuyoruz. Bir ilişkimiz varsa da biran evvel nihayete erdiriyoruz. Bizde dayı yoktu halaya çekelim dedik anlayacağın."

 

Meyra sesli bir soluk bırakıp geçip yanına oturdu. Niye şaşırıyordu ki? Ayarsızlık gerçekten hepsinde var olan bir şeydi.

 

"O adam sana ne dedi?"

 

İçini kemiren, kalbini kıran bu histen biran nevvel kurtulmak için hiç alakası olmayan bu soruyu sormuştu. Yiğitin de yüzündeki gülümseme kayboldu. Bacağını indirip Meyraya olabildiğine yaklaştı. Eli saçına gidip okşamaya başladı.

 

"Sizin yazlığınızı mı aldı?"

 

"Almış... Almış ve yanındaki o kadına vermiş Yiğit."

 

Mavi gözlerini çiğ damlaları doldurdu. dudağı küçük bir kız çocuğu gibi titrediğinde Yiğitin içinde kasırga koptu.

 

"Anneannemindi orası. Anneme verdiği tek hatıra. Çocukluğum, genç kızlığım var benim orda. Çok güzel günlerim var. her şeyi atacaklarmış. Dedemi biz orda kaybettik biliyor musun? Kötü de olsa en mahrem anılarımız, hüzünlerimiz, sevinçlerimiz var. Bir ev değil ki sadece. Annemin kıymet verdiği her şey orda. Hepsini atacaklar. Mahkemeden önce, belki de ne zaman o kadına vermiş tapusunu. Hiç bir hak iddaa edemedik ki."

 

Yiğit uzanıp gözünden kayan yaşı parmak ucuyla sildi. Sonra da yanağına bir öpücük bıraktı.

 

"Meyram..."

 

"Bilerek yaptı. Bilerek o kadına verdi. Annemin onurunu kırmak için. Biz bunu hak etmedik ki."

 

"O ev sahibine dönecek güzelim."

 

"Nasıl? Satmaz ki. Değerinin üstünde para versek bile satmaz. "

 

"Satmayacak! Kendi isteğiyle, kendi elleriyle getirip verecek Meyra. Bana güvenebilir misin? Ben halledeceğim, bu gün sana söylediği her laf için af dilenecek annen ve senden."

 

"Duydun! Her söylediğini duydun..."

 

Meyranın dudaklarından bir hıçkırık kaçtı. Ağlamaktan nefret edip, en olmayacak kişinin yanında iki seferdir ağlıyordu. Yiğit kollarını küçük bedene dolayıp göğsüne iyive bastırdı.

 

"şşştttt bana güveneceksin sarı şeker. Bende sana verdiğim sözü tutacağım. Bu günü o adam hiç unutmayacak. Şimdi toparla kendini. Müstekbal kayınvalidem seni böyle görmemeli."

 

Meyra kayınvalide lafıyla elini göğsüne çarpmıştı ama istemsiz de gülümsemişti. Arkalarından gelen bir iki küçük öksürük sesiyle Meyra bir anda geriye çekildi. Yiğitin de yüzünü aynı saniyede gülümseme kapladı.

 

Süreyya, birbirine sarılan ikiliyi gördüğünde hem utanmış hemde Meyranın böyle bir anına şahit olduğu için mutlu olmuştu. Küçük bebeği gerçekten aşık olmuştu. Süreyyanın içini ferahlatan birine hemde. Çok beyefendiydi çocuk çok.

 

"Ben mutfağa geçiyorum çocuklar, dinlenin sizde. Hemen bir şeyler hazırlıyorum hemen. "

 

Yiğit ayaklanıp ceketini çıkarmış ve spor gömleğinin kollarını katlamaya başlamıştı bile.

 

"Beraber yapma sözünden dönemezsin Süreyya ablacığım. Hem ben çok güzel salata yaparım, yemek istemez misin?"

 

"Ay oğlum yorulma diye, ben yaparım annem. Geç otur sen."

 

Yiğit kadının farkında olmadan kurduğu cümleyle içinden bir şeyin kayıp gittiğini hissetti. Hemenden nasıl benimsemiş, sahiplenmişti. Levent denilen o adama küfür etmek istiyordu. İnsan böyle naif, böyle güzel bir kadına eş olup niye rahat durmazdı ki?

 

"Böyle çok daha mutlu olurum. Misair olmak istemiyorum Süreyya abla."

 

Süreyya sık sık Meyraya bakıyor ve kızını bir kenara çekip Yiğite bayıldığını söylemek için sabırsızlanıyordu.

 

"Olur mu oğlum, ne misafiri? Sen evimizin oğlusun. Halanla çok iyi anlaşmıştık zaten. E sende Meyrama çok iyi gelmişsin, nasıl misafir olacaksın?"

 

Yiğit bir şekilde lafı istediği şekle dönüştürüp eve kurulacaktı demekki. Meyra hayret etmeyi bile bırakmıştı bir andan sonra. Adam elinden gelse annesini tavlayıp mesai saati bitmeden nüfusuna aldırmak için ikna edecekti.

 

Annesinin koluna giren adamla annesi onu mutfağa doğru yönlendirdi. Meyra da sessiz sakin takip etmek durumunda kaldı. Yine!!!

Yiğit çok tuhaf biriydi. Meyra istemsiz onu izliyor, çok şaşırıyordu. Sanki yıllardır bu evin oğluymuş gibi bir rahatlığı vardı. Annesinden buzdolabını açıp açamayacağına dair izin almış, salata malzemelerini çıkarmış, güzelce yıkamış ve yine annesinden izin alarak malzemelere erişmek için dolapları kurcalamıştı. Meyra annesinin ona verdiği pilav yapma göreviyle ilgilenirken sürekli Yiğiti izlerken buluyordu kendini. Salatayı bitirip, çıkan bulaşıkları sudan geçirişini, makinaya dizişini şaşkınlıkla takip ediyordu. Annesinin yönlendirmesiyla hazırladığı zeytinyağlı enginarı özenle hazırlaması hayatı boyunca görmediği bir şey gibiydi. Kabak borani bile yapmmıştı.

 

Sık sık annesiyle göz göze geliyor ve annesi kendinin bir eşi mavi gözleriyle resmen Yiğiti ona övüyordu. Onun şaşkınlıkla izlediği her şeyi annesinin de takip ettiğini, sürekli dudağının maşallah diyerek kıpırdadığını görüyordu.

 

Akşam yemeği sırasında da çok az konuştu. Yiğit ve annesi o kadar çok konuşuyordu ki farkında olduklarını bile sanmıyordu.

 

"Halamı bu konuda çok yormuşum. İlkokulda hiç uslu bir çocuk olamadım. Zavallı kadına, hala öğretmenim seni çağırıyor dediğim de gözleri iri iri açılır anında dua etmeye başlardı."

 

Süreyya bu gün kaçıncı olduğunu sayamadığı kahkahasını attı.

 

"İnan söylemesen asla inanmazdım. Çok uslu bir çocuk olduğuna emin olurdum."

 

"Yok vallahi, olamadım hiç uslu. Ama halam da her yaptığım yaramazlığımı bebekken sarılık olmama bağlayıp içini rahatlatıyordu. Yazık kadını çok koşturdum ilkokulda peşimden."

 

"Hiç dert yanmadı valla. Nazlı bebekken fenaymış onu anlatırdı hep. Ah bir de Gurur..."

 

Yine beraber kahkaha attılar.

 

"Halam Gururdan sonra bizim yaptıklarımızın yaramazlık olmadığını anladı. O yüzden de hemen unutmuş olmalı. Gurur sinirlenip müdürün arabasının farını kırınca kadıncağız salonun ortasında 'kime ne ettiysem bulun da helallik alayım' diye ağıt yakmıştı."

 

"Ay vallahi ben bayılıyorum Gurura. Çok tatlı bir çocuk. Çok sıcak kanlı, hemen sevdiriyor kendini. "

 

Yiğit bir ortamda biri övülecekse kendi olmayı tercih ederdi. O yüzden okları yine kendi üzerine taşıdı.

 

"Eniştem çok ilgilenirdi sağolsun. E derslerimiz falan da ağabeyimle çok iyi olunca hiç emeklerini esirgemediler. "

 

"Biliyorum çocuğum. Züleyha göğsü kabara kabara anlatmıştı. Maşallah size. Ağabeyin de sende çok başarılıymışsınız eğitim hayatınızda. "

 

Yiğit Meyraya bakıp "bak annen nasıl övüyor beni" bakışları attı. Utanıyormuş gibi de başını eğdi. Meyra iki yana salladığı kafasıyla bir boşvermişlik hâli içerisindeydi. Dümenci pislik!

 

O sırada Süreyyanın telefonu çaldı. Kadın özür dileyip masadan kalktı ve telefonunu koltuğun üzerinden aldı. Ağabeyinin aradığını görünce yüzü bir an düştü.

 

"Ben görüşüp geliyorum çocuklar, siz devam edin lütfen."

 

Süreyya salondan çıktığı an Meyra masanın üzerinden Yiğite doğru uzandı. Elinde tuttuğu çatalı yüzüne doğru sallıyordu.

 

"Bana bak iblisin Adana ayağı! Yeter annemi manipüle edip fanın yaptığın. Efendi uslu yemeğini yiyorsun sonra da kalkıyorsun. Bu kadını benim üstüme salmayacaksın, gebertirim seni! Utanmasan kütüğüne al diyeceksin be!"

 

Yiğit kaşlarını kaldırıp indirdi.

 

"Yok yavrum kütük değişikliği sende olacak. Seni Adanalı yapacağım Meyra. kurtaracağım bu hayattan. Her insanın hak ettiği ama sayılı insana nasip olan Adanalılık işleyecek kütüğüne."

 

Asil bu konu üzerine çok uğraşmıştı ve başarmıştı da. Bir şekilde çocukların velayetlerini almış, Kütahyayla bağlantılarını tamamen koparmıştı.

 

Meyranın öfkeden kızaran yüzüne bayılıyordu.

 

"Elimde kalacaksın çocuk! Bak bu gün sınırlarını çok zorladın. Vallahi doldum taşıyorum. Ya ben anneme hiç bir şey demedim, sen erkek arkadaş diye mantar gibi bittin ya!"

 

Yiğit gözünün kıyısından oluşan hareketliliği fark ettinde Meyraya attığı alaycı bakışları silip gülümsedi.

 

"Olmaz sarı papatyam. Yakışık kalmaz burda kalmam. İnsanlar yanlış anlayabiliri. Bir otele giderim gece kalmak için ama söz sabah gelirim olmaz mı? Biliyorum bana ihtiyacın var ama annene karşı mahçup duruma düşmek istemiyorum. Ama söz sabah geleceğim, lütfen üzülme. Beni de üzme güzel sevgilim."

 

Meyra ne olduğunu anlayamamıştı ve ne dediği hakkında zerre fikri olmayan adama şaşkınlıkla baktı. Tam ağzını açıp niye sapıttığını soracakken annesi gelmiş ve sandalyesini çekmişti. İkisinin arasında gezen mavi bakışları muziplikle parlıyordu. Meyra ne olduğunu anladığında gözlerini sıkıca yumdu. O an masanın üstünden Yiğite doğru uzandığını fark etti. Boğazını temizleyip sandalyesine doğru oturdu. Allahın cezası onu ne hâle düşürmüştü. Kurduğu cümleler sıralı geçti aklından, gözüne çatalı saplayacaktı. Belki de ilk kez annesinden utanmış ve yüzünü tabağından kaldıramamıştı.

 

Süreyya ise çok başka bir ruh halindeydi. demek Meyra bir an bile ayrılmak istemeyecek kadar tutulmuştu bu çocuğa? Onu burda kalması için ikna etmeye çalışan kişinin kızı olduğuna inanamıyordu. Onun kızı birine ihtiyacı olduğunu dile getirecek kadar kalbine mi almıştı yani? Halbuki kimseden yardım istemek, yorgunluğunu, üzgünlüğünü belli etmek yoktu doğasında. Demek artık yaralarını açmaktan çekinmeyeceği biri vardı hayatında. Öyle mutluluk dolu bir his göğsüne konup taştı içinden.

 

Meyrasını böyle aşık böyle mutlu görmek , aşkı için utanmış yanaklarını izlemek ne güzeldi. Bunun için bile Yiğite minnet duydu. Kızının buza sardığı kalbini ısıtan bu genç adam, Süreyya için kızından sonraki en kıymetli insandı.

 

"Yiğitciğim şimdiden söyleyim kuzum, bu gece bizimle kalıyorsun. Hiç itiraz istemiyorum yavrum. Beraber kahvaltı yaparız, sen bahçemizi, verandamızı görmedin. Onları görmen beni çok mutlu eder. Çiçeklerim çok kıymetlidir benim için. O güzellikleri görmelisin yavrum. Hem üzme kızımı. Sana çok ihtiyacı var demek ki. "

 

Sona doğru kaşlarını çatar gibi yapmış, şakacı bir tavırla söylemişti bu kelimeleri. Yiğit ise mahçup, utanmış bir hâlde ona gözleriyle ok fırlatan kıza bakıp bıyık altından gülmüştü.

 

"Süreyya ablacığım, ben zor durumda bırakmak istemem sizi. Etrafa karşı yanlış bir izlenim oluşturursam çok üzülürüm. "

 

Süreyya şimdi gerçekten çatmıştı kaşlarını.

 

"Onlara ne canım" benim evimin bekçisi mi millet? İki evladımla güzel bir akşamım olduğu gibi güzel de bir sabahım olsun istiyorum. Hem seni öyle otel odalarına falan gönderemem oğlum, uyku uyuyamam ben."

 

Yiğit istediğine ulaşmışlıkla eline su bardağını alıp bir yudum içti. Bunu yaparken Meyraya göz kırpmayı da ihmal etmedi.

 

"Madem zor durumda bırakmam sizi tabiki kalmaktan mutluluk duyarım Sürayya ablacığım. Meyradan uzak olmak istemiyorum aslında ama genç ve güzel iki hanımın evinde kalmam belki rahatsız eder komşuları diye çekindim."

 

Süreyya boşver der gibi elini salladı.

 

"Hiç bir şey diyemezler oğlum, sen kafana takma. Biriniz kızımsınız diğeriniz Allah nasip ederse oğlum... Kime ne?"

 

Meyra şaşkınlıkla annesine baktı. Ne oluyordu bu lanet olası yerde? Annesi o görmeden içki mi içmişti acaba? Bu ... Bu bildiğin neyin imasıydı acaba? Şurda efendi uslu, hanım hanım oturuyor diye resmen bu ikisi nikah masası kuruyordu.

 

Yiğite annesine fark ettirmeden göz attı. Parmağını da boğazına bıçakla kesiyormuş gibi bir hareketle boynunda dolaştırdı. Yiğit sadece sırıtmakla yetindi.

 

Kaleyi içten feth etme konusunda kimse onunla yarışamazdı.

 

Bütün akşamları oldukça keyifli geçti aslında. Meyra ne kadar kızıyormuş gibi davransa da içten içe Yiğite minnet borçluydu. Annesi Yiğite öyle çok odaklanmıştı ki bu gün yaşadığı hiç bir şeyi düşünmemişti bile. O kadar çok kahkaha attığı başka bir günü hiç olmamıştı. Yiğit bu gün yaptığı her şeyle Meyrayı kendine çok büyük borçlandırmıştı.

 

Yatma zamanı geldiğinde üst odalardan birini Yiğit için hazırladı. O adamın hiç bir şeyini Yiğite vermek istemediği bir anda Yiğit arabadan küçük bir spor çantayla çıkıp gelmişti. Hazırlıklı oluşuna pes etmişti ama rahatlamıştı da.

 

"Seni iblis, resmen kalmaya gelmişsin! "

 

Yiğit için diş macunu ve diş fırçası bırakıp banyodan çıktığında Yiğitin yatağa koyduğu çantaya bakıyordu.

 

"Güzelim zekamla övünürken kuru sıkı mı sanıyordum acaba? Evden üç beş parça bir şey aldık bizde, gelişebilecek durumlara hazırlık olsun diye. "

 

"Yemin ediyorum şeytan seni eli ağzında izliyor. Diyor ben bu şerrolukları nasıl akıl edemedim."

 

Yiğit Meyranın üzerine yürüyüp gülümsedi.

 

"EvelAllah onu da yola getiririz. Önce seni bir hizaya sokalım. Gördün değil mi? Annenle kopmaz bir bağ kurduk aramızda. Yer biti Meyra da karşıdan öylece izledi. Sen benimle iyi geçin ki İzmirden gitmeden soyadını da değiştirmiş olmayım. Sicilimiz hızlı evliliklerle dolu bizim."

 

Meyra böyle bir pişkinlikle hayatı boyunca karşılaşmamıştı. Yapıyor birde yaptığıyla övünüyordu. Artık emindi. Adana hakkında haberlere konu olan tüm o tuhaflıklar taşı, toprağı, suyuyla alakalıydı.

 

"Yat zıbar şuraya. Valla zıvanadan çıkmam an meselesi. Utanmazın tekisin!"

 

"İyi geceler öpücüğü vermeyecek misin sarı şeker?"

 

Mayra ters ters bakıp kapıya doğru yürüdü.

 

"Ağzına sıçtımın zibidisi, içerde annem olmasa seni bir öperim üç ay fizik tedaviye ihtiyacın olur!"

 

Sonra da kapıyı biraz sert kapatmıştı. Ardından atılan kahkahayla durup gerisin geri kapanan kapıya baktı. Öfkelenmek istiyordu ama suratında bir türlü zapedemediği dudakları gülmek için de can çekişiyordu.

 

Böyle bir adamla hiç karşılaşmamıştı. Karşılaştıklarına bir kaç ağır laf söyler ve toz olurdu. Yiğit ise... Yiğit insana ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın bırakmayacakmış gibi bir his yayıyordu.

 

Meyrayı aptallaştırıyordu.

 

Annesinin merdivenlerden inişini, kendini parlak gözlerle izleyişini göründe içindeki son nefes kırıntısını da bıraktı.

 

"Allahın belası..." diye fısıldayıp yerinde duramayan annesine doğru yürüdü.

 

"Uyudu mu Meyra? Güzelce serdin değil mi çarşafları? Bak gidip saçma sapan bir şey sermedin çocuğa değil mi kızım?"

 

"Çilek kızlı çarşaflarımı serdim anne. Ben paylaşımcı bir insanım!"

 

Süreyya duyduklarıyla gözlerini büyük büyük açtı.

 

"Allah seni ne yapmasın anneciğim, ne demek pembeli çarşaf. Ay ayıp oldu. Of ne düşünür kim bilir? Allahım, kızım niye böyle yaptın koca adama? Kibar çocuk, bir şey de diyemez."

 

Meyra "ne kibar ne kibar" diye söylendi.

 

"Of anne düz gri nefresim serdim Allah aşkına ya. Tamam bir sal artık kendini. Rahatı yerinde o dom... yani Yiğitin!"

 

Süreyya merdivene bir kere daha bakıp kocaman gülümsedi. Kızının koluna dirip onu içeri doğru çekiştirdi.

 

"Meyra, sen niye söylemedin bu çocuğu kızım? Ay mahçup oldum çocuğa. Ama sağolsun çok hâlde anlayan birisi. Hiç gönül koymadı. Nasıl efendi, nasıl güzel. Ay yakışıklı da Meyra. Bayıldım vallahi. Züleyha biliyor mu? Biliyorsa arayıp konuşmak istiyorum. Onlar ne düşünüyor ilişkiniz hakkında? Memnunlar değil mi annem? Çok severdi seni, hoşuna gitti mi? Ay Meyra bulaşıkları bile yıkadı yıkadı kaldırdı. Nasıl güzel yetişmiş. Allahım nazarlardan koru."

 

Annesinin heyecan ve hayranlıkla Yiğitten bahsedişine Meyra öylece daldı. Gerçekten böyle çok mu sevmişti Yiğiti. Hemen bağrına basacak kadar mı içi ısınmıştı? Gözlerinden geçen hayalleri görebiliyordu.

 

"Çok mu? Sevdin onu?"

 

Süreyya gülümserken mavi gözlerini parlak yaşlar doldurdu.

 

"Sana nasıl güzel bakıyor Meyra? Kızımın buza dönmüş kalbini açmış, içini ısıtmış nasıl sevmem? Hemen bana da nasıl kıymet verdi? Yaptıklarını beğendim mi diye gözüme bakıp durdu çocuk. Çok şükür Meyra. Öyle mutlu oldum ki. Benim kızım hak ettiği gibi sevilecek, hiç üzülmeden, incitilmeden çok sevilecek hemde. Ölsem gam yemem artık anneciğim."

 

Meyra uzanıp sımsıkı sarıldı annesine.

 

"Annem... Sen iyi misin?"

 

Süreyya geriye çekilip baktı kızına. Endişesini gördü.

 

"İyiyim anneciğim. Bu gün benim en güzel günüm. Kimse için gölge düşüremem. Sende üzülme. Senin canın sağ, kalbin güzel bir yere konmuş, giden mal olsun kuzum. Benim her anım aklımda, ora olmasa da silinmez ki. Ben bu gün kızım için mutlu olarak uyuyacağım, kimse için üzülmeyeceğim."

 

Meyra annesinin yüzüne defalarca öpücük bıraktı. Sonra da çok konuşacak hâl bulamadığı için odasına doğru ayaklarını sürüyerek çıktı. Bir gün içerisinde ne kadar fazla duygu varsa yaşamıştı. Tüm kemikleri sızlıyordu sanki.

 

Yatağa başını koyduğunda tüm günü tekrar gözünün önünden geçirdi. En son hatırladığı ise Yiğitin "güven bana" dediği sesiydi.

 

Beklediğinin aksine huzurla uyudu bütün gece. Sabah kalktığında elini yüzünü yıkamış ve odasını toplamıştı. Odasından çıktığında gözü koridorun sonundaki odaya takıldı. Kaldırsa mıydı ki? Saatte baya olmuştu. Yavaş yavaş yürüyüp kapıyı tıklattı. İçerden ses gelmedi. Sonra bir kere daha tıklattı. Yine ses yoktu.

 

"Bak giriyorum içeri!"

 

Seslenerek kapıyı açtığında oda boştı. Yatak özenle düzenlenmişti ve Yiğite dair hiç bir eşyayı göremedi. Gitmiş miydi yani?

 

Omuzları çöktü. Öylece çıkıp gitmiş miydi? Genzi yandı. Annesi üzülürdü. Bir anda niye gitmişti ki? Bir şey mi olmuştu?

 

Düşen yüzüyle aşağı doğru indi. Annesine ne demesi gerektiğini kafasında tasarlıyordu. Pencereye doğru ilerledi. Kapının önündeki araba da yoktu. İçine ağlama isteği doldu.

 

İşten mi çağırmışlardı ki haber vermeden çıkmak zorunda kalmıştı?

 

Annesi çok üzülecekti...

 

Ardından gelen terlik tıkırtılarıyla gerisin geri döndü. Düşmüş yüzünü toplamaya çalıştı.

 

"Yavrum... Günaydın anneciğim. Yiğit kalktı mı kızım? Kahvaltıyı hazırlayalım hemen."

 

Süreyyanın aydınlık yüzüne bakmak, Yiğit gitmiş demek ne zordu. Şimdi çok gerçekçi bir yalan bulmalıydı. Şu an onu üzemezdi. Bir şey demeliydi. İş! İş için acil çıkması gerektiğini sıralamalı ve defalarca özür dilediğiyle ilgili bir şeyler dillendirmeliydi.

 

Meyra ağzını açtığında zil sesi evi doldurdu. Meyra bir anda kurtulduğu durum için kapıya koşturur gibi yürüdü. Gelen ona biraz zaman kazandırırdı.

 

Kapıyı açtığında öylece kalakaldı. Annesi de yanına gelip bakmıştı.

 

"Oğlum?"

 

Annesinin sesiyle bir Yiğite bir annesine döndü. Yiğit yüzünde gülümsemeyle elindeki poşeti havaya kaldırmıştı.

 

"Size kahvaltı için ekmek, boyoz ve gevrek aldım. Meyra uzun zamandır yemiyor, özlemiştir. Uyandırdım mı yoksa?"

 

Meyra ayaklarının bağı çözülmek ne demek ilk kez öğrendi. Onların evinin babası, hiç ekmek almamıştı evlerine. Dillendirilse bu nasıl komik bir istek derdi insanlar belki. Ama Meyra için de annesi için de bunun nasıl kıymetli olduğunu bilemezlerdi.

 

Bu gün onlar için birisi, onlardan önce kalkmış ve seversiniz diye aldım kelimeleriyle evlerine adım atmıştı. Her evin babasının günlük yaptığı bu şeyi, Yiğit üstlenip Meyraya o sıcak hissi bahşetmişti...

 

Ayyyyy canlarım benim🥹🥹🥹🥹 bayılıyorum yaralarını birbirinde iyileştiren aşıklara😍🫠🤤

 

Loading...
0%