Yeni Üyelik
38.
Bölüm

Gidene Yol Gereksize Mezar Yapıyoruz

@orenda

 

 

 

 

 

 

Halil ve Yiğiti gören ev halkı önce çıt çıkarmasa da sonra hep bir ağızdan konuşup, gülüşmeye, gelenleri karşılayıp sarılmaya başladılar.

 

Züleyhanın herkesden önce koşturarak ilk Halili sonra Yiğiti kucaklaması ve peşlerinden Asilin de yanlarına gelmesi derken kimse sofrada olduklarını umursamadı.

 

Halil eniştesinden ayrılınca başını yana eğmiş, dikkatle ona bakan Asafa doğru ilerledi.

 

"İki kelam edebildin mi bari babasıyla?"

 

Mırıldanır gibi söylediğine Asaf başını bıkkınlıkla iki yana salladı.

 

"Rezilliğimi izlemeye geldin değil mi lan? İki kere kaşığı düşürdüm!"

 

Halilin kahkahasına ters ters baktı. Uzanıp kardeşim dediği adama sarıldı.

 

"Oğlum sen nasıl geldin bilmiyorum ama iyiki geldin."

 

Halile sarılırken kulağına fısıldanan kelimelerin her birinden olukla minnet akıyordu sanki.

 

"Tabi oğlum ne sandın? Sen kıvranacaksın ki ben izleyeyim. Kaçırılır mı şu halin?"

 

"Ben halana, eniştene, sana borcumu nasıl öderim?"

 

Halilin içi burkulsa da yüzündeki o küçük gülümsemeyi korudu.

 

"Asıl ben Nazlıya gitmedin diye cehenneme dalıp, beni çıkardığını ödeyemem."

 

Rusya'da Halili işkence gördüğü yerden Asaf emre itaatsizlik ederek çıkarmıştı. Üslerinden gelen emirde, ona verilen konumu koruması lazımdı ama kobranın daha fazla dayanamayacağını anladığında duramamıştı. Zaten o itaatsizliği değil miydi şu an görev dışı bırakılmasına sebep? Gerçi umurunda bile değildi. O doğru olanı yapmıştı, bu sayede şimdi bir kardeşe sıkıca sarılabiliyordu.

 

Geriye çekildiklerinde herkesin gözleri üzerlerindeydi. Halil bile isteye en sona bıraktığı boncuk gözlere ilk o an baktı. Eğer girdiği anda Nazlının dolu dolu olmuş boncukları, güneş açmış dudakları olsaydı muhatabı, gözü kimseyi göremezdi.

Yanından gelen sesle mecburen Nazlıdan bakışını çekmek zorunda kaldı.

 

"Hoş geldiniz oğlum, sofra beklemesin hadi hemen oturun sizde. Yoldan geldiniz, açsınızdır."

 

Halil tanımıyordu ama adamın hâl ve tavırlarından Nazeninin babası olduğunu anladı. Uzanıp onunlada selamlaştı.

 

"Sağolun, tekrar kusurumuza bakmayın. Haber vermeye bir türlü fırsat bulamadık."

 

"O nasıl söz? Çok mutlu ettiniz kapımızı iterek. Tam enişten adınızı anarken ne güzel bir tevafuk oldu."

 

Tahir, Ünzileye doğru baktığında yılların verdiği bir durumla kadın iki tabak, kaşık almaya mutfağa koşturdu.

 

Yiğit, Gururu üstünden attığında arkadaki ana kıza doğru ilerledi.

 

"Süreyya anne?"

 

Yiğitin şaşkın sesinden burada olduğu gerçeğinden habersizliğini anladı.

 

"Hoşgeldin kuzum, çok sevindim geldiğinize."

 

"Sürprizi biz yapacaktık, siz yine fark attınız."

 

Uzanıp kadına sarıldı. Süreyya da aynı sevgiyle karşılık verdi.

 

"Üşümüşsünüz oğlum. Ellerin, yüzün buz gibi olmuş."

 

Yiğit gülümseyip iki adım geriye çıktı ve ona maviş maviş bakan yer bitine yaklaştı.

 

"Hadi tutma kendini."

 

"Ne?"

 

"Tutma kendini de boynuma atla diyorum sarı. Resmen duygular şelale. Gözlere bak, ışıl ışıl mübarek."

 

Meyra sanki ortağıyla selamlaşıyormuş gibi elini tokalaşır gibi sıkıp, alınlarını değdirerek görüşmelerine dayanamayıp kıkırdadı.

 

"Ne yapıyorsun manyak?"

 

Yiğit ise etrafa bakar gibi gözünü çevirip iyice yaklaştı kızın yanına.

 

"Millete seviyeli bir ilişkimiz olduğunu gösteriyorum sarı. Kuytu köşelerde kıstırdığım da öpeceğimi anlamasınlar."

 

Meyra yanında kulağına fısıldayan adamın karnına dirseğiyle vurup, etrafta onları izleyenlere utangaç bakışlar attı.

 

"Beni burda da rezil edersen kara boğanın akşam tatlısı sen olursun montofon."

 

Yiğit yine kahkaha attı, öyle ki bir kaç başı ıendilerine çevirmişti bu gülümseme.

 

"Ulan sarı ölmüşüm hasretinden."

 

Meyranın hiç yüzüne bakmadan "özlesen gelirdin yanıma" tribine de daha bir başka düştü.

 

Züleyha ise ciğerci kedisi gibi bakan kızına kıyamayıp masaya doğru ilerlemeye başladı.

 

"Hadi oturalım artık, Ünzilem dünya yemek yapmış soğutmayalım. Nazlı sende kocana lavaboyu göstersen annem, elini yüzünü yıkasın oğlum."

 

Daha da ne yapsın canım? Bir anne olarak kızına git de lavaboda az sevip gel demişti. Bu kadar da anlayışlı anneyi boncuk hanım el üstünde tutmalıydı. Nazlının hızlı hızlı başını sallayışı ve gülümseyişine iç çekti. Nazlı, Halile ne yapsa Asille ilk zamanları düşüyordu zihnine.

 

Nazlı göz göze geldiği kocasına sırtını dönüp sofanın solunda kalan dar koridora adımını attı. Peşinden gelen Halille koridorun sonundaki banyoya doğru hızla ilerleyip ışığı açtı.

 

"Banyo burası Halil..."

 

Aralık kapıya kısa bir bakış atıp daha ne olduğunu anlamadan Nazlıyı belinden kavrayan ve içeri kucağında sokan Halil, kapıyı da ardından kapatmıştı.

 

Nazlı hemen kollarını boynuna dolayıp boynunu, uzamış sakallarla kaplı yüzünü ya da dudaklarına denk gelen teni nereyse orayı öpmeye başladı.

 

"Allahım çığlık atacağım. Allahım şimdi delireceğim Halil nasıl geldin?"

 

Halil Nazlıyı mermer lavabonun kenarına oturtup sıkıca sarıldı. Saçlarına sayısız öpücük bıraktı. Kollarını kavramış ellerini avuçlarına alıp üstlerine, içlerine derin buseler bıraktı.

 

"Sana yazdığımda limandaydım. Yiğit haber verdi, ona da Gurur söylemiş. Yanınızda olmak istedik."

 

"Çok çok çok güzel yaptınız. Allahım çok özledim. Mis gibi kokuyorsun, çok özledim."

 

Nazlının boynunu öperek söylediği her bir sözle Halilin kalbi şenlik yerine dönüyordu. Böyle güzel karşılanmalar varken gitmeler bile başka anlamlar kazanıyordu.

 

"Bende boncuğum. Burnumda tüttün. Güzel karım benim."

 

Uzanıp Nazlının dudaklarını öpmeye başladı. Kızarıp, şişmesinler diye iradesini korumaya çalışırken Nazlının dili sabrını zorluyordu. Sakalları cildini çizer diye o nazik olmaya kendini zorladıkça Nazlı iradesiyle oynuyordu.

 

Yüzündeki elleri kendine çekiyor, dudakları büyük bir istekle alt dudağını emiyordu. Zorla bir nefeslik uzağa çekildi.

 

"Boncuğum..."

 

Nazlı hâlâ gözleri Halilin dudaklarında başını öne arkaya salladı.

 

"İçerde dünya adam var Halil. Of çıkmamız lazım."

 

Sanki her an kendini soyacak gibi davranan o değilmiş gibi lavabodan zıplayarak indi. Gözleri yüzünden, özellikle dudaklarından çekilmiyordu.

 

"Nazlı! Allah aşkına şöyle bakma, çok özledim diyorum."

 

"Ay tamam bakmadım ben. Şey yapalım, ben çıkayım sen ellerini yıka."

 

Halil bunu kime söyledi anlamadı bile. Sanki kendine söylermiş gibi bir hâli vardı.

 

"Yemekten kalkınca bir yolunu bulur, yanına gelirim Nazlı."

 

"Olmaz! Olmaz şimdi bu kadar insan var. Ayıp! Ay çok yakışıklısın, Allahım niye yakışıklısın ama ya?"

 

Daha Halil ne olduğunu anlayamadan tekrar uzanıp dudaklarını öptü Nazlı ve hemen çıktı banyodan. Kapanan kapıya kısa bir kahkaha atarak baktı Halil.

 

"Sen akıllıyı deli çıkarır sonra da yazık kim kıydı dersin boncuk."

 

Söylenirken ellerini yıkamış ve banyodan çıkmıştı. Koridordan sofaya çıktığında Nazlı, tepside iki kase çorbayla içeri geçiyordu. Onun geçtiği salona yürüyüp, eniştesinin yanındaki sandalyeye oturdu.

 

Çorbalarını önlerine bırakan, yaprak sarması tabağını çaktırmıyormuş gibi bir doğallıkla ortadaki yerinden alıp, ona yaklaştıran, ekmeğin uçlarını önüne bırakıp, suyunu dolduran karısını izlemek ne büyük lütuftu.

 

Nazlı ise kuş olup uçacaktı sanki. Geldiğine, yanı başında olduğuna hâlâ inanamıyordu.

 

"Nazlı, bende yerdim ya aslında."

 

Yiğitin sesiyle daldığı yerden çıktı Nazlı. Anlamadığı için boş boş baktı.

 

"Ekmeğin diyorum, uç kısımlarını bende çok severim ya bana da bıraksana kızım."

 

Nazlı kaşlarını çatıp baktı Yiğite. Asıl Halil severdi! Hem Yiğit bey sıcak yerinde yiyemimiş miydi de onun kocasının iki lokmasına göz dikmişti?

 

"Ben sana sonra yine veririm Yiğit! Sen al bak burası da çok güzel, onu ye."

 

Ekmeğin en şişkin, içi hamurlu kısmını da Yiğite bırakıp çıktı salondan. Yiğitin sırıtarak izleyişinden habersiz, hızlı hızlı attı adımlarını. Asilin de bıyık altından gülüşünü gördüğünde geriye yaslanıp daha keyifli uzandı abisinin önündeki ekmek parçasına.

 

"Enişte senin kız çok beyci çıktı. Abi uzat şu sarmayı Allah aşkına, aldı önümden deli."

 

Halil iki yana gülümseyerek salladığı başından sonra sarma tabağını eski yerine bıraktı. Nazlının her şeyi mi güzel olurdu? Oluyordu işte. Sevdiği ekmek uçlarını, bir ona verirken bile bağıra çağıra seviyorum diyordu sanki.

 

Sofada ki masadan da sesler oldukça neşeli geliyordu. Züleyha, Meyrayı dolamıştı diline.

 

"Siz ne güzel asker arkadaşı olmuşsunuz annem? Ne diyodular kız oğlanlar, badi mi oluyonuz siz şimdi?"

 

"Zülüş ama ya. Lütfen beni geçip asıl meselelere yoğunlaşabilir miyiz? Ayrıca gözümden kaçtı sanma. Sen şimdi hanım kız Nazlıya havlu tutma görevi verdin ya yeğenine kıyak mıydı, kızına ikram mı?"

 

Meyra gözünün kırparak öpücük atınca Züleyha tövbe çekip ağzına salatadan aldı.

 

"İki taraflı da kaynanayım ben, boncuk kızım pek melül baktı. Ana yüreği işte."

 

Nazlının başı omzuna konunca alışkanlıkla kızının saçına minik bir öpücük bıraktı. Meyraya göz süzmeye devam etti ama.

 

"Sen de al nikahına, seni de bi tas su içir diye mutfağa gönderiyim kuzum."

 

Meyra sürekli laf altında kalmayı kabullenmişti artık. Kime bulaşırsa bulaşsın Züleyha illa onu söylediği lafları yutturacaktı. Hayır Züleyha ablasını anlıyordu. Kadın doğuştan evlilik müptelasıydı ama onu onaylar gibi kafa sallayan annesine ne oluyordu? Kız tarafı olarak az naza çekemeyecek miydiler kendilerini? Niye herkes Meyrayı baş göz etmek için seferberdi?

 

"Anne acaba az uymasan mı Zülüşe. O Yiğitin anneliğini yaparken kızına arka mı çıksan!"

 

Süreyya çorbasını içerken omuzlarını silkti.

 

"Ben destekliyorum anneciğim sizi. Okul biter bitmez evlenirseniz çok mutlu olurum."

 

Meyra içine çektiği sert nefesi omuzları düşerek geri bıraktı.

 

"Kime ne diyorsam! Allahın çipil gözü, herkese mi para yediriyor anlamadım ki."

 

Sofra toparlanıp çay faslına geçildiği zaman Asil, Tahirin dizine elini koydu.

 

"İçiyor musun hâlâ tütünden?"

 

Tahir eliyle bıyıklarını düzeltirken onaylar gibi başını sallayıp, güldü.

 

"Bırakamıyorum be Asil."

 

"Peki öyleyse, kalkalım da bana da ikram et dışarda. Züleyha görmeden iki nefes çekip, girelim."

 

Tahir gözünü salonda dolaştırdı. Gençlere de söylese miydi? Karşısında ki oğlanın sık sık ona bakışını yakalasa da doğru düzgün muhabbet kuramamıştı hiç. Ayağa kalkıp pantolonunu eliyle silkti.

 

Asil de ayaklanmıştı. Halille göz göze gelince dudağı kıvrıldı.

 

"Halana belli etme, duman eder bizi."

 

Kadınların oturduğu yerden kahkaha sesleri gelirken demir kapıdan dışarı çıktıkar. Tahir elinde iki hırkayla gelmişti peşinden. Omuzlarına aldıkları hırkayla balkon niyetine kullanılan ahşap verandaya yürüdüler. Tahir gömlek cebindeki tütün tabakasını çıkarıp ilk Asile uzattı sonra da kendine yakıp derin bir nefes çekti.

 

"Gelmemiz seni sıkıntıya mı soktu Tahir?"

 

Asilin bu meseleyi konuşmak için onu çıkardığını bilse de böyle direk soracağını düşünmemişti. Omuzları düştü.

 

"O nasıl laf? Her zaman başımızın üstünde yeriniz var Asil. Mesele gelişiniz değil, niyetiniz."

 

"Gözün tutmadı mı Asafı?"

 

Hiç lafı dolandırmadan aklından ne geçiyorsa soruyor olması Tahirin de kelimelerinin önünü açtı.

 

"Neyini gördüm çocuğun ki gözüm tutmasın? Allah hayırlı yazı yazsın, o da bir evlat. Ben bilmeden yanlışa düşerim diye dert sahibiyim."

 

"Züleyha, hanımınla konuşmuş, biliyorum az çok derdini. Sen bir de kendi içindekini söyle önce."

 

"Asil bu laf nerden çıktı ben anlamadan yengem sürekli yeğeniyle Nazenini söylemeye başladı. Ben hiç kızımın gönlünün olmadığına götürüp verir miyim? Ama daha bir hafta olmadı bu oğlanın adı bizim evde anılalı. Daha geçen gün yengem Nazeninin gönlü yeğenimde var diyordu. Benim kızım narin, utangaç bana mı diyemedi derken Ünzile hanım, görücü geleceğinizi söyledi."

 

"Yengen belki yanlış anlamıştır meseleyi. Benim bildiğim, bi süredir var bu çocukların durumu. Sınavların bitmesini bekliyordu çocuklar karşına çıkıp, niyetlerini söylemek için."

 

Tahir de onu anlamıyordu ya işte. Dudu yengesi bir kaç kere fısıltıyla Fatih ve Nazenini konuşurken gördüğünü söylemişti. Durup dururken niye böyle bir yalan söyleyeceğini aklı almıyordu.

 

"Yanlış anlamış belli ki. İyice babamın aklına soktu bu mevzuyu. Hatır gönül var diye çok ses etmedim, daha yeni kızım bilir dedim de çok üstüme geldiler. Ben o oğlanı da bilmem, babası iyi adamdır o kadarını alıyor aklım. Şimdi böyle duyunca kafam karıştı işte. İyice kendi kendilerine gelin güvey olmuşlar birde yengemle abim, babam onlardan beter. Emeği çok üstümde yengemin. Babam desen hakkını sokuyor her lafın peşine. Ben kime, neye bakacağım şaşırdım. Bir yanda karım, kızım var ki daha Nazenin geçip iki kelam etmedi. Diğer yanda atam, çocuğu gibi büyütenim var. E bir de..."

 

Asil bitirdiği sigarayı kenarda duran kül tablasına bastı.

 

"Bir de içini daraltan başka şey var. Söyle Tahir."

 

"Oğlan kendi kendine büyümüş. Hırlı mı hırsız mı bilmiyoruz hiç. Allah affetsin, kızıma kıyamayan nefsim elin oğluna uzanıyor, bakma öyle Asil. Kız babasısın, bilmediğinden gelecek şerre korku besliyor işte yürek."

 

"Asaf hem yetim hem öksüz Tahir. Tek başına kundakta bebekken bırakmışlar. Çalışmış çabalamış devletin hizmetinde yiğit bir adam olmuş. Dersen ki bu bir gün bir ayıp ederse kimin kapısını iteceğiz kızımız için, ha o zaman da geç karşıma neyse diyeceğin de. Oğlan bizim oğlumuz. Halil gibi Yiğit, Gurur, Yağız gibi benim oğlum. Dedin ya kız babasısın diye. Ben kızımı kendi elimle nikahladım gönlünün düştüğüne. Hiç de gocunmadım. Onun anası gelene kadar aydınlık günüm yoktu çünkü. Kalp sahibini bulunca cennet bahçesi Tahir. Nazenin belli ki bulmuş. Asafın babası değil de kız babası Asil olarak diyorum ki kızın gönlü kimi isterse sen ona el açacaksın. Erkek evlat tatlı ama kız evlat bir başka. Az canı yansa daha iflah olamazsın. "

 

Gözü yerde öylece kara kara düşünen adamdan gözlerini çekmedi Asil. O bir baba olarak Tahiri anlıyordu. Züleyhanın korktuğu gibi Nazenini de zorla kimseye vermeye çalışmayacağını biliyordu. Sadece kafası karışmıştı ve hiç tanımadığı bir adamın varlığı ürkütmüştü onu. Zira kendi de Nazlısını Bursa'ya gönderirken aynı korkuları yaşamıştı. İki tatlı söze kanar da şerrin birine aklı kayarsa diye baba yüreği sıkışmış kalmıştı. Dünya da çok zaman geçirmek her zaman iyi değildi ki. Diğerlerinden daha fazla kötülüğe, kine, kirli düşüncelere tanık olmana neden oluyordu. O yüzden daha fazla üzerine gitmeden, kendi aklıyla en doğrusunu bulmasını ümit etti.

 

"Lafı çok uzattık Tahir. Kızının gözünden yaş düşeceğine dediğine gitmeyince silecek adama yüz çevir. Yaptığı babalığı hak diye elinde tutana suratını dön. İstediklerini yapmadın diye kıymetin bitecekse zaten yokmuş demektir hiç."

 

Asil omzuna eliyle iki kere vurup içeri doğru yürüdü. Gerisinde kalan adamın belli ki bir kaç dakika yalnızlığa ihtiyacı vardı.

 

Asaf ise çıkıp giden iki adamın peşinden bakıp kalmıştı.

Bacağını sıkan elle kapıdaki gözü yanında oturan Halile döndü.

 

"Oğlum gelirler şimdi niye bakıp kaldın?"

 

"Babası..."

 

Asafın mırıltısıyla Halilin kaşları çatıldı.

 

"Ne olmuş babasına?"

 

"Memnun değil burda oluşumdan. Huzursuz..."

 

Yiğit ve Gurur ikilinin konuşmasıyla kendi atışmalarını bıraktılar.

 

"Asaf abi adam kız babası. Herkes bir Asil Sulhan olmayınca kırmızı fiyonkla karşılamıyor damadı işte."

 

Gururun dediklerine Halil ters ters baksa da Asaf eyvallah der gibi başını eğdi. Yiğit de sedirde abisine doğru kayıp kolunu omzuna attı.

 

"Adamın referansı çok ballı ya ondan tabi bilmiyor kız babaları nasıl nefretle bakıyor . Benim kayınbaba bana bir bakıyordu var ya gözünde kaç farklı şekilde öldürüldüm izliyorsun yani. Öylesi bir sevgi bağı var aramızda. Sen yine şanslısın, sessizce duruyor adam. Benim ki çok haşin. "

 

Asafın gerilmişliğini, konuyu dağıtarak kaldırmaya çalışan ikiliye Halil tebessüm etti.

 

"Bak burda haklı bu iki zevzek. Sen enişteme bakıp Tahir abiyi aynı kefeye koyma. Eniştem en başından beri benim tarafımı tutuyordu."

 

Gururun kıskançlık içeren bakışlarını ve laf sokuşlarına Asilin içeri girmesi son verdi. Çok zaman geçmeden de Tahir girmişti.

 

Meyra ve Nazenin çaylarını önlerine bırakıp el açması baklavaları dağıtırken Asaf, Nazenine içi giderek baktı. Sonra üzerinde bir bakış hissedince gözleri o hisse doğru dönmüştü. Nazeninin babasının onu izlediğini görünce utanç tüm hücrelerini sardı sanki. Başını öne eğip uzatılan bardağı aldı, dili ve dişi arasında bir teşekkür mırıldandı.

 

Kızlar odadan çıkınca Tahir iyice yönünü Asafa çevirdi.

 

"Konuşamadık oğlum hiç, sen nasılsın?"

 

Bir adım atmak lazımdı. Onun kıymetlisi, kara kızı üzülecekse varsın Tahir büyük bildikleriyle kötü olsundu.

 

Asaf ona yönelen soruyla bardağı sehpaya bırakıp başını kaldırdı.

 

"Sağolun, iyiyim çok şükür."

 

"Sen de Halil oğlum gibi polistin değil mi?"

 

Zaten hiç konuşmayı sevmezdi şimdi iyice az olan kelime haznesi sıkışıp kalmıştı Asafın.

 

"Polisim efendim, Halille beraber görevimiz."

 

"Allah ayağınıza taş değdirmesin, emeğiniz çok üstümüzde."

 

İkisinin de birbiriyle konuşacak kelam bulamayışı ama çaba sarf etmelerine Gurur yüzünü Yiğitin sırtına gömerek gülüyordu.

 

"Oğlum rahat dur lan."

 

"Abi çok iyiler ya, şunlara bak. Date çıkmışlar da konu bulamamışlar gibi değiller mi?"

 

"Seni de görürüz puşt!"

 

Yiğit sessizce konuşup omzunu kavrayıp düz oturmasını sağladı Gururun.

Muhabbete Asil dahil olmuş, hayvanların durumunu konuşuyorlardı. Gerilmekten yaya dönen Asaf ise bir şeyle uğraşıyor olma çabasıyla önüne bırakılan baklavaları bir bir yuttu. Öyle stres altındaydı ki ne yediğini sorsalar cevap veremezdi. Sonra Tahirin sesiyle yüzünü kaldırdı.

 

"Nazenin! Bir bakın kızım buraya."

 

Ne olduğunu anlamadığı için elinde tabağı, çatalıyla kapıdan giren Nazenine baktı.

 

"Kızım çaylarımızı tazeleyin bir zahmet, bir de Asafın tabağını yenilesen yavrum. Ünzile hanımın baklavalarını çok sevmiş belli ki."

 

Nazenin hemen başını sallayıp babası ve Asil abisinin bardaklarını tepsiye yerleştirdi. Yüzündeki minik gülümsemeyle Asafın boşalmış tabağına uzandı. Asaf ona tatlıdan hoşlanmadığını söylemişti, ne olmuştu da bir tabak tatlıyı hemencecik bitirmişti ki? Bir de böyle şaşkın şaşkın bakışlarına içi gidiyordu.

 

"Çok mu sevdin Asaf?"

 

Kimsenin sesini duymasına izin vermeyeceği bir kısıklıkta tabağı da tepsiye koyup Asafa bir bakış attı. Asafın kalbini olduğu yerde sıçratan muzip, tatlı bir bakıştı.

 

Tahir her hareketini takip ediyordu. Sanki nasıl biri yüzünde yazılıymış gibi araştıran bakışlarını çekemiyordu üzerinden. Asafın kızına bir hayale bakar gibi bakışı daralmış göğsüne nefes oldu. Nazeninin ağzından çıkacak üç beş cümleye ihtiyacı vardı onun. Hanımından, Asilden değil Nazeninden duymak istiyordu Asafa güvenip güvenmediğini.

 

Ailesiyle kötü olacaksa değecek biri için olmak istiyordu belki de.

 

Saat ilerleyince Asil ayaklandı. Onunla beraber diğerleri de kalktılar. Tahir ne oluyor der gibi kaş çatmıştı.

 

"Bize müsade Tahir. Saat geç oldu, siz de yorulmuşsunuz belli. Yarın yine rahatsızlık veririz ama."

 

"Hayır olsun, nereye gece gece?"

 

"Kalabalığız Tahir. Gelmeden ben merkezde bir yer ayarlamıştım."

 

Tahir başını iki yana sallayarak ayaklandı.

 

"Ünzile hanım!"

 

Ünzile sesi duyar duymaz Züleyhanın yanından kalkıp salona koşturmuştu.

 

"Misafirlerin kalmayız diyorlar, senin hazırladığın döşekleri ne yapalım?"

 

Günlerdir hiç yüzüne bakmayan karısıyla araları az düzeldiği için takılmak istemişti. Ünzilenin de kara kaşları hemen çatıldı.

 

"O nasıl laf Asil abi, ben yerinizi hep hazırladım gelmeden. Salmam gece gece."

 

"Eline sağlık Ünzile de kalabalığız abim biz."

 

Ünzilenin peşine gelen kadınlarla Züleyha da erkeklerin ayaklandığını anladı.

 

"Kalkıyoz mu Asil?"

 

"Yok bacım kimse kalkmıyor. Asil abi köy eviyiz diye yerimiz yok sanma, biz de ev kurulurken misafir olacak düşünülür önce. Arka kısımda üç tane odam boş, kalacak misafirlerini bekliyordu. Şu saatte göndermem kimseyi. Sabah kahvaltısına çökelek sündüreceğim ben size. Yol yorgunusunuz, dinlenmek isterseniz göstereyim odalarınızı."

 

Asil gelmeden önce gece otelde kalacaklarına karar verdikleri için ne yapacağını bilemedi. Züleyhayla göz göze geldi. Bakışları ne yapalım der gibiydi.

 

"Zahmete girmişsin Ünzile, kalırdık biz otelde bacım."

 

"Yok valla ölsem bırakmam. Hadi ben göstereyim yatacağınız yerleri."

 

Öyle kesinlik içeriyordu ki kelimeleri kimse itiraz edemedi. Zaten genç olanlar karar için Asil ve Züleyhayı bekliyordu.

Tahir ve Ünzile önde, lavaboya gidilirken kullanılan koridora girdiler. Banyo tarafında tek kapı karşı tarafta iki kapı vardı. Banyo yanındakini açıp geriye çekildi Ünzile.

 

"Züleyha size hazırladım burayı. Bak bir sen, eksik varsa tamam edelim."

 

Sonra erkeklere baktı gülümseyen bir yüzle.

 

"Siz de çok uzaktan geldiniz çocuklar, şu oda sizin için. Ben ikinizden haberdar değildim ya kusuruma bakmayın, yer yatağı yaptım biraz evvel."

 

Gurur "en sevdiğim" diyerek odaya daldı. İki çekyat hazırlanmıştı Gurur ve Asaf için ama sonradan dahil olan Yiğit ve Halile hızlıca yer yatağı yapmıştı Ünzile.

 

"Ooo valla en sevdiğim, hayatta vermem Yiğit abi sen oraya geç."

 

"Hadi lan ordan, ablam bize yapmış duymadın mı? Geç yatağına sen, yün döşek benim."

 

Çocuk gibi atışan ikiliye Halil ve Asaf başını sallayıp içeri adımladı. Ünzile de biraz utançla bahsettiği durumun havada şevkle kapılışını keyifle izledi. Durumları kötü değildi ama Züleyhalara da hiç denk değildi. İstemsiz iyi ağırlayamama korkusu, mahcubiyeti oluyordu içinde.

 

"Bunlar küçükken de böyleydi Ünzile. Beraber yatacaz diye yere yatak serdirirlerdi, dördü tepişe tepişe uyurdu. Sabah Nazlı hepsini halıya itmiş oluyodu gerçi."

 

Züleyhanın gözünde canlanan küçüklükleri hepsinin hatırlamasına vesile oldu.

 

"Oğlum yat Yiğit abinle koyun koyuna, sen seversin. Siz de yataklarınıza geçin yavrum. Tamam işte."

 

Züleyha erkekleri içeri itip, kapıyı da çekince Ünzileye baktı. Asil odalarına girmişti zaten.

 

"Yaşı kaç olursa olsun çocuk işte."

 

Kızlar için de hazırlanmış odaya girdiklerinde Nazeninin yatağının yanına bir yer yatağı daha yapılmıştı. Daha önceki misafirliklerinden alışkın olan kızlar hiç yadırgamadılar.

 

"Meyra, kuzum annenle sen yatakta yatarsınız, Nazlımla Nazenin de yerde yatar olur mu yavrum?"

 

"Sen merak etme Ünzile abla, hallederiz biz."

 

Odalarına yerleştiklerinde herkes üzerlerini değişmişti. Nazlının kurt var gibi kıvranışlarına da Meyra ve Nazenin kıkırdayıp duruyordu.

 

"Nazlı, güzelim bir sıkıntın mı var? Karnın mı ağrıyor yoksa?"

 

"Onun karın ağrısı yan odada anne. Kocacığıyla baş başa kalamadı ya kıvranıyor öyle boncuk boncuk."

 

Nazlı elinde katladığı kazağı Meyranın kafasına attı.

 

"Süreyya abla şuna bir şey der misin? Ya bir ayı geçti görmüyorum ben kocamı. O anneme de aşkolsun, girin odanıza çıkmayın diyor birde."

 

Süreyya da Meyranın bir eşi kıkırtılarıyla eşlik etti kızlara.

 

"Ah kuzum benim, kocasını özlemiş niye dalga geçiyorsunuz kızla?"

 

"Anne bu manyak yanındayken bile özlüyor, ağır ruh hastası."

 

"Ben mi ruh hastasıyım. En azından Bursa beni ve skandal birlikteliğimi konuşmuyor yer biti Meyra!"

 

"Kessene lan sesini!"

 

Meyra panikle yatakta dizlerinin üzerine yükselmiş, elinide beline atmıştı. O sırada Züleyha peşi sıra gelen Ünzileyle odaya girdi.

 

"Hah dedim ben, onlar uyumamıştır diye."

 

İçeri giren iki kadına baktılar boş boş.

 

"Ne var, akşamdan beri adamlar ortadan kalksın diye bekliyom ben burda. Gir kız Ünzile daha Süreyyayla iki kelam edemedim."

 

Züleyha girip hemen Süreyyanın yanına bağdaş kurduğunda Meyra annesinin kıvranan haline anlam veremedi.

 

"Ne oldu ki?"

 

"Dur sen bi kuzum, Ünzile bişey dedi mi Tahir abi? Asil konuştum biraz dedi."

 

Nazenin ne olduğunu hâlâ anlamadığı için aralarında en şaşkını oydu.

 

"Anne? Ne oluyor?"

 

Ünzile de geçip iki kadının yanına oturdu. Tıpkı Züleyha gibi bağdaş kurmuştu.

 

"Dudu yengen halt karıştırmaya çalışıyordu yavrum da sen sakın ha canını sıkma. Annen de Züleyha ablan da izin vermez."

 

Nazenin elini göğsüne bastırıp korkuyla annesine baktı.

 

"O mesele kapanmıştı değil mi anne? Sen söyledin bitti o konu."

 

Ünzile kızına üzgün üzgün bakıp, omuzlarını düşürdü.

 

"Ben önünü kestim sanırken gizli gizli babanı işlemiş yengen. Ama sen korkma annem, baban hiç senin istemediğine sözünü keser mi?"

 

"Asaf? Asafı duyunca ne yaptı? Ondan mı çok sessiz biz geldiğimizden beri?"

 

"Hemen korkup da kadını da üzme sende kuzum. Ne etsin baba o! Tabi hangisi iyi diye düşünecek, hangisi hayırlı diye kafa yoracak. Hem bilmiyo Asafı ya kimdir, necidir diye aklına takılacak elbet."

 

Nazenin gelip annesinin yanına oturunca ve başını omzuna yaslayınca içlerine hüzün çöktü. İnsanlara neyi ne kadar anlatırsan anlat yaşanmadan bazı durumlar bilinmiyordu.

 

Tahirin yumuşak yüzünün dedesi, amcaları ve yengeleri tarafından istismar edildiğini görmeyecek kadar saf değildi Nazenin. Ama babası hakka giren olmaktansa hakkı yenilen olmayı tercih edecek naiflikte biriydi. İnsanın fıtratında hırçınlık olmayınca bazı durumlarla baş emiyordu.

 

"Ya babamı ikna ederlerse?"

 

Meyra hemen kaşlarını çattı.

 

"Sen istemedikten sonra ikna etseler ne olur Nazenin? Babana istemiyorum dediğinde zorla mı evlendirecek seni?"

 

"Yok öyle yapmaz da..."

 

"Eee daha ne o zaman?"

 

"Ben şey istiyorum. Yani babam Asafı çok sevsin istiyorum. Onun kalbi çok yaralı aslında. Buraya gelmeden bile hep çok düşünüyordu nasıl geleceğini. Bana belli etmemeye çalışsa da annesiz, babasız oluşu mahçup hissettiriyordu. Şimdi babam sadece ben istedim diye onaylarsa yine çok kırılır. Bende çok kırılırım. Ben babam ona baba olur diye hayal etmiştim. Züleyha abla halanım ben senin dediğinde nasıl sevinmişti bir görseniz. Ben hep eksik kalan neyi varsa benim ailem ona verecek diye düşünmüştüm. Babam sevmez mi Asafı?"

 

Ünzile de kızı gibi göz yaşı pınarında hazır bekleyen biri olduğu için hemen iki damlası yüzüne doğru kaydı. Ailesiyle görüşmediği iki yılda ne çok hasretlerini çekmişti. Ne çok rüyalarında görmüştü. Nazenin böyle konuşunca iyice Asafa anne yüreği kaynadı.

 

"Kim istemiyormuş bakalım? Ben vallahi de çok istiyorum. Maşallah maviş maviş gözleri var. Bizim kara kuru oğlanların yanında çakır gibi duruyo çocuğun yüzü. Sen üzülme annem. El birliğiyle biz halledeceğiz inşallah, öyle değil mi Züleyha? Baban da sever hem. Niye sevmesin? Şimdi hiç bilmedeği için tabi o da endişeli."

 

Züleyha gerine gerine saçlarını topladı. Burmaları hala kollarında salınıyor, hareket ettikçe ses çıkarıyordu.

 

"Sen hiç tasalanma kara kızım. Dedenle az yanyana gelek onu hallederiz. Yaşlı kısmının ağzına altın diş sözü ver, ağzındaki lokmayı uzatır. Yenge de babanı kuytu da köşede kıstırıp, aklını doldururken kendine pek güvenmiş. Kıyılarda ben onu bi kıstırayım da görsün o ırmak balığı."

 

Nazenin hiç hâli olmasa bile tebessüm etti.

 

"Siz çok tasalanman kuzum, büyüklere bırakın. Biz hallederiz, Asil alttan alta diyecek her bişeyi demiş babana. Kızının gönlü kırılacağına babalık hakkını diline dolayan büyüğün kırılsın diye vermiş ara gazını. Sen de bi ara babanla güzel güzel konuş ablam, gerisi gelir Allahın izniyle."

 

Öyle bir konuşuyordu ki insan inanırken buluyordu kendine. Beş dakika önce içine doluşan kara bulutlar bir anda dağıldı göğsünden.

 

Annesi de avcunu sıkıca tutmuştu.

 

"Üzme canını annesinin kıymetlisi. Belki bahaneyle iyice bir küseriz de ayakları kesilir. Vallaha burama kadar geldi. İki günün biri tepemdeler canım. Eş dostla bir gün yapayım diyorum benden önce oturuyorlar baş köşeye. Buna sebep yakamı birde kurtarıyomuşum, düşünsenize."

 

Ünzile öyle tatlı serzenişte bulunmuştu ki haline üzülecek gibi olsalar da kıkırtılarını tutamadılar.

 

Sonra Züleyha yanı başında sesini hiç çıkarmayan Süreyya ya gözünü dikti.

 

"Bakıyomda sana dalaşmayım diye kımıldamıyon bile dünürcüm."

 

"Züleyha! Sen yanlış anladın."

 

Süreyyanın ürkek bakışları Meyraya değip değip kaçtığı için neler döndüğünü kızlar anlamadı. Gerçi

ne oluyorsa Ünzile de anlamamıştı.

Nazlı annesinin sinsi sırıtışını yakalayınca o da aynı yüzle diplerinece girdi.

 

"Allahım geliyor gelmekte olan. Ay çok heycanlandım, dedikodu mu var?"

 

Züleyha iki yana sallanarak yerleştirdi kalçasını yatağa. Yastığı kabartıp sırtını verdi geriye.

 

"Olmaz mı kuzum? Hemde evlere şenlik olanından da bu hatun nazlanacak belli ki."

 

"Züleyha!"

 

"Hiç bakma öyle. Sen demedin mi Meyradan gizlim yok diye. Sende yanaş şuraya gelin kız. "

 

"Ne oluyor? Anne! Nedir mesele?"

 

Süreyya panikle elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. O tamamen yanlış anlamıştı aslında ama akıl danışmak istediğinde Züleyha hiç de beklediği tepkiyi vermemişti. O yoktur öyle bir şey deyip içini ferahlatsın diye anlattığı bir kaç şeyi diline dolamıştı bile.

 

"Olursa güzel bişeyler olacak kuzum. "

 

"Zülüş!"

 

"Ne Zülüş? Ne olmuş koca kadın hesap mı verecek? Hem ben konuştum Yiğitle, adamın tek firesi yok. Belki güzel olur."

 

"Anne biri ne oluyor söyler mi acaba?"

 

Meyranın yükselen sesiyle Süreyyanın yüzüne ateş basmıştı ama Züleyha kaşlarını çattı hemen.

 

"Üf anam her bişeyiniz bi saat sürüyo sizin de şiştim ben. Bu Yavuz bey anana iş atıyomuş, bu karıda beni aradı dedi ki böyleyken böyle. Ben mi yanlış anlıyom? Bende hiç de yanlış anlamıyon, herif sana göz dikmiş dedim. Al işte olan bu."

 

Bodoslama konuya girişiyle Süreyya dahil hepsinin ağzı açık kalmıştı. Tamam anlat denilmişti ama böyle de dan diye anlatılır mıydı hiç?

 

"Ne var? Ne bakıyonuz? Kadın daha kırk üçünde, ne olacaktı ya? Tanımam etmem, günahını üstüme çektireceğiniz şimdi o meymenetsiz babana bin basar Yavuz bey. Yiğit soruşturmuş. Düzgün adammış, ananın da gönlünü hoş ederse niye olmasın?"

 

Meyra iri iri açtığı gözleriyle annesine baktı. Hiç böyle bir ihtimal aklına gelemişti, ki zaten boşanalı ne olmuştu şunun şurasında.

 

"Anne?"

 

"Yavrum bakma bu deliye. Öyle değil aslında."

 

"Ne değil? Adam sana kitap okumuş mu okumuş. Sen seviyon diye kalkıp gitmiş nerelerden dibek kahvesi alıp gelmiş mi gelmiş. Sen demedin mi sellukalar siz güldükçe güzelleşiyor diye laf söyledi diye. Al işte canım daha ne etsin bu adam. Kaç yaşındaydı kız bu herif?"

 

Süreyya mırıl mırıl "kırk sekiz" diye fısıldadı.

 

"Hah! Kırk sekiz yaşına gelmiş koca adam liseliler gibi etrafında dolanıyo ananın, derdi çiçeklere iyi baksın diye mi olacaktı ya?"

 

Kimseden ses çıkmadığını gören Züleyha, aldığı sazı çalmaya devam etti.

 

"Seni biliyom hemen çirkefleşin emme az oturup düşünmeden hareket etme kuzum. bak iki güne ben senin başını nasıl olsa bağlıyacam. Ne olacak bu kadın? Bi başına ömür mü tüketsin? Zaten o tiyniyetsiz gül gibi ananı israf etmiş. Hem yattığı yerde ters dönesi kaynatamdan biliyom, bu herifler ikinci karılarına bebek gibi bakıyolar. Yavuz beyde el üstünde değil baş üstünde gezdirir belki."

 

Meyra yanağının iç kısmını ısıra ısıra dinliyordu karşısında hararetle konuşan Züleyhayı. Hiç bir zaman bu konu hakkında düşünmemişti ama eğer annesi isterse tabiki desteklerdi. Bir konuda çok haklıydı Züleyha ablası. Babası ona hiç güzel gün yaşatmamıştı ama annesi çok gençti, çok güzledi. Mutlu olacağı bir ilişkiye karşı çıkmazdı. Tek korkusu üzülme ihtimaliydi. Züleyha ablasının neden onunla bu fevrilikte konuştuğunu biliyordu. Eğer hayatına Yiğit dahil olmasaydı belki de Meyra da böyle oturup dinliyor olmazdı. Çoktan karşı çıkan, kabullenmediğini anlatan cümleler kurmaya başlamış olurdu. Ama artık o da eski Meyra değildi. Birinin elini tutması nasıl bir his biliyordu. Her derdin altından kendi kalkacak güçteydi ama biri yinede yüküne ortak olmak için yanı başında olduğunda güvende hissediyordu insan.

 

Yiğit olmasaydı belki de o boşanma süreci çok sancılı geçecekti. Sadece babası değil dayıları konusunda bile Yiğit çok büyük yardımda bulunmuştu. Yiğitin varlığı her şeye karışma hakkını kendilerinde bulacak dayılarına set olmuştu sanki. O şu ana kadar Said dayısının defalarca kez onu arayacağını düşünmüştü ama Selim dayısı her ne dediyse azarlamak için bile aranmamıştı. Muhtemelen Levent bey ve Mert yazlığı Yipit nasıl aldıysa konuşmuşlardı. Yiğitle ters düşmemek için hiç birinin tacizine maruz kalmıyordu annesi ve kendisi.

 

Yani Meyra anlıyordu bu durumu. Yine korkuyordu ama annesi isterse destek olurdu.

 

"Ben bir şey demedim ki. Annem ne isterse ben desteklerim onu. Nasıl yaşamak isterse yanında olurum."

 

Züleyha sanki kız karşı çıkmış gibi tam kabarıp, atağa geçeceği an duydukklarıyla ağzı balık gibi açılıp örtüldü.

 

"Ağzını, yüzünü bozup, çekişmeyecen mi bizle?"

 

"Yok niye öyle yapayım? Ben annemi üzüyorlar diye kavga ediyordum. Annem mutlu olacaksa ben desteklerim."

 

Sadece Züleyha değil hepsi şaşırıp kalmıştı. Asla Meyradan böyle bir olgunluk beklemiyordlardı.

 

"Bak Süreyya bunlar hep benim kıpçık gözlü oğlumun marifeti. Huyunu suyunu değiştirmiş kızının. Halası kurban olsun verene. Kendi huyuna pek faydası yok emme etrafına heş şifa çocuğum."

 

Süreyyanın elini ağzına götürerek kahkaha atması Nazenin, Ünzile ve Nazlının da tutmaya çalıştıkları kıkırtılarını salmaya neden oldu. Meyra bile ağzı kulaklarında başını iki yana sallıyordu.

 

"Yemin ediyorum orta doğu ve balkanların en kaynana insanı sensin. Bulduğun her fırsatta oğluşlarını nasıl övebiliyorsun sen ya? Ayrıca laf arasında başımı bağlama kısmına değinmen gözümden kaçmadı. Taktir ediyorum çabanı."

 

"Bulduğundan bunama, şükret diye tevekküle davet ediyom da kim anlayacak? Neyse öğretirim annem ben sana her bişeyi. Gözünden de kaçmasın, sonra vay ben bilmiyodum, haberim yoktu deme."

 

Meyra yine başını sallayıp gülümseyen annesine döndü yüzünü.

 

"Anne? Yavuz beyle görüşüyor musun gerçekten?"

 

Sanki anne Meyraymış da Süreyya kızıymış gibi yanakları al al olmuştu.

 

"Anneciğim ben bir kaç davranışı dikkatimi çekince, yani kafama takılınca Züleyhaya sorayım dedim ama o çoktan kendi kafasında kurdu bile. Adamın bir şey dediği yok aslında. Yani ne bileyim bazen... çok değişik bakıyor, ben yanılıyor da olabilirim. Çok kibar insanlar. Kardeşi de kendi de çok saygılılar, ben yanlış anlıyorum kesin."

 

"Ne yaptı ki, sen yanlış anladın?"

 

Kocaman kadınlar ve gencecik kızlar bir yatağın üstüne, gece sohbeti için yerleşip Süreyyanın ağzından çıkacak her bir kelimeyi bekliyordu.

 

"Süreyya abla, romantik bir şeyler mi yaptı? Ay Instagramı var mı, çok merak ettim şimdi ben adamı?"

 

Nazlının hemen telefonu eline alıp uygulamaya girmesiyle Meyra ters bir bakış attı.

 

"Kendinin yok ama kardeşinin organizasyonlarını paylaştığı bir sayfası var. Orda bir kaç fotoğrafları vardı aslında."

 

Meyra tek kaşı kalkmış konuşan annesine baktı. Adam stalklanmıştı demek ki.

Nazlı hiç dürtülen böğrünü umursamadan sayfa adını girip buldu. Kaydırdığı postlar da kardeşiyle yan yana poz veren adam yakınlaştırıp merakla ona bakanlara gösterdi.

 

"Vallahi çok karizmatik miş. Kız kardeşiyle ne kadar benziyorlar."

 

"Jülide hanımla da tanıştım İstanbul'da. Gerçekten çok hanımefendi biri."

 

Meyra gözünün kenarıyla fotoğrafa bakıp önüne döndü. Zülüşün öven sözleri, Ünzile ablasının maşallahları, Nazlının ise PR çalışmasıyla bir fotoğraf on dakika incelendi.

 

"Kız anlatsana kahve işini. Ne olur, bak görürsün bu fingirdekler de hemen anlayacak niyetini adamın."

 

Züleyhanın verdiği gazla ve Meyranın yumuşak yüzüyle Süreyya anlatmaya başladı.

 

"Seralarda baya çalışan var. Sağolsunlar hemen de öyle samimi olduk ki hiç yabancılık hissetmedim ilk günden beri. Bir gün öğle yemeği yedikten sonra Suzan hanım var, ziraat mühendisi kendisi. Kahve olsaydı falan dedi. Benim de canım çekti galiba hani kordonda bir kahveci var ya Meyra orayı söyledim. İşte dibek kahvesini ne kadar güzel yaptıklarını anlatırken Yavuz beyde gelmişti yanımıza. Öylesine bir muhabbetti. Suzan hanım da beraber gidelim dedi. Bende en son kaç ay önce seninle gittiğimi, çok mutlu olacağımı söyledim. Sonra biz kalktık, damlalıkları kontrol ederken bende köklerine bakacaktım çiçeklerin. Aradan iki saat geçti geçmedi yemeklerimizi yapan bir hanım var, o kahve fincanlarında dibek kahvesi getirdi. Yavuz bey alıp gelmiş, rica etmiş aşçımızdan hepimize yapmış kadın da."

 

Nazenin ve Nazlı kafalarını birbirine yaslamış ayran budalaları gibi dinliyordu Süreyyayı. Züleyhanın ve Ünzilenin yüzünde bilmiş bir ifade varken Meyra oldukça mimiksizdi.

 

"Ya çok romantik değil mi?"

 

"Yani bilmiyorum romantik bir eylem mi? Sadece seralar ve kordon arasında bir buçuk saat mesefe var. İşte öyle kafam karıştı verdiği zahmete."

 

"Şeyi de anlat şeyi de kız. Hani kitap okumuş ya sana."

 

Züleyha sevdiği bir filmi izlerken bile bu kadar keyif almıyordu hiç. Süreyyanın heycanlanmak isteyen yanını bastırmak için verdiği çabayı gördükçe, içinden dualar edip duruyordu bu işin olması için.

 

"Öyle bir gün de damlama sisteminde arıza çıktı. Tamirat için birileri geldi biz de boş kaldık oturduk öyle. Zaten Yavuz bey çok seviyor kitap okumayı. Boş olduğu her an elinde bir kitap görüyorum. O günde elinde Milenaya Mektupları gördüm. Sen hediye etmiştin anneciğim, hatırlıyorsun değil mi? Öyle konuşurken çok sevdiğimi dillendirdim. O da sanki bilirmiş gibi en sevdiğim kısmı okudu bana. O günden sonra hep elinde Milenaya Mektupları gördüm. Bazen küçük bir paragrafı mırıldanıyor. Bilmiyorum ki."

 

"Al işte ben mi uyduruyomuşum? Adam iş atıyo beyefendi beyefendi. Az Adanada gün geçirseydi iş atmaları biraz farklı olurdu ya İzmir asilzadesi böyle oluyo demek ki."

 

Züleyha ilk zamanlarında Asilin onu nasıl kıstırdığını düşündükçe kıkırdadı. Nikahlarının kıyıldığı gün adam zincirini koparmışlar gibi memesine yapışmıştı. Zavallı Yavuz Bey de kitapla, kahveyle tava getirmeye çalışıyordu demek ki.

 

Ünzile ayaklandı, başından kaymış tülbentini düzeltti.

 

"Saat iki olmuş, yatalım hadi. Arabaları gören kapıya dayanır zaten."

 

Söylenerek kapıya yönelen kadına Züleyha da eşlik etti. Biraz evvel ki sesli konuşmaların aksine odaya sûkut çökmüştü. Kızlar da geçip yerlerine yatınca Meyra annesinin koynuna girdi. Aradan beş dakika geçmişti ki Meyranın mırıltısını duydu Süreyya.

 

"Hangi kısmı okudu anne? Sen o kitabın her cümlesini çok seversin."

 

"Mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken, seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? Neden değilim?"

 

Loading...
0%