Yeni Üyelik
48.
Bölüm

Gidiyoruz İşte, Kiminin Hoşuna Kiminin Zoruna

@orenda

 

 

Bölümü okuyup geçen için saydırıyorum haberi ola.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Halil dolu dolu gözlerle bir kızına bir karısına bakıyordu. Şu an yaşadığı şeyler gerçek miydi? Şu an karısıyla gerçekten de minik kızlarının kokusunu mu soluyordu onlar?

 

Eğer parmağının ucu, minik kızının serçe parmağına dokunuyor olmasa hayal gördüğüne yemin edebilirdi.

 

"Minicik..."

 

Korkarak çıktı bu kelimeler dudaklarından. O kadar minikti ki pamuklara sarmaları lazımdı. Bu kadar küçük bir şey nasıl korunur, sarıp, saklanırdı?

 

"Nazlı çok küçük."

 

Birazda panik sıçramış sesi karısının onunla eğlenen gözlerine takıldı. Nazlı dalga mı geçiyordu onla? Halil burda kızları için endişeye kapılmışken, rüzgar değse incinecek narinlikteki kızı için paniklerken maskarası mı oluyordu boncuğun?

 

"Biz onu nasıl büyüteceğiz? Çok küçük!"

 

Sanki yeni idrak edilen bir gerçeklikten bahseder gibiydi. Nazlı kaşlarını kaldırmış, gülmek isteyen dudaklarını da frenlemek için dişleriyle kıstırmıştı.

 

Bir kaç adım gerilerinde bekleyen hemşirenin sesiyle başı geriye döndü.

 

"Bir yerden başlamak lazım büyütmeye. Minik Sulhanla tanıştıysak artık annemizin onu beslemesi gerekiyor."

 

Hemşirenin sözleriyle ikisi birbirine baktı. Beslemek? Emzirmek yani!

Halilin biraz evvel panikle çakmak çakmak yanan gözlerinin eşi Nazlıya sıçradı.

 

"Ama sütüm yok. Yani bilmiyorum ama yok galiba."

 

Hemşirenin taze anneye şefkatli tebessümü ve yanlarına yaklaşmasıyla Halil, Nazlının bir adım gerisine çekilerek hemşireye yer açtı. Farkında olmadan kızının battaniyesinin ucunu tutuyordu. Birden Nazlı dengesini falan kaybederse, tetikte olmak lazımdı.

 

"Bir bakalım gerçekten hiç süt yok mu? Bir kaç damla bile emme refleksi için yetecektir. Üstelik endişelenmeyin lütfen. Bebeğiniz sizden beslenemeye çalıştıkça süt salgılamanız kolaylaşacak."

 

Hemşirenin sakinlikle kurduğu cümleler sonrasında Nazlı biraz rahatladı. Tuhaf bir şekilde her duygusu çok hızlı değişiyordu. Biraz evvel kızına dokunurken mutluluktan ağlayacaktı ama bir anda da panik ve korkuyla göğsü hızlı hızlı çarpmıştı.

 

"İsterseniz bebeğinizi babasına verin ve ardınızdaki kanepeye oturun. beslenmesi için göğsünüzü açmanız gerekiyor."

 

Tabi mantıklı olarak öyle olması gerekiyordu. Yani Güneşi beslemek istiyorsa o göğüs açılacaktı. Açılacaktı da söz konusu baba da yanlarında mı olacaktı? Çünkü hemşire bilmiyor olabilirdi ama Nazlı şu sıra bebeğin babasına trip atmak istiyordu. Trip atarken de meme şovu yapılmazdı! Sebebini sorma gafletinde bulunmasa iyi olurdu. Her hangi bir sebepten değilse de canı istediği için nazı çekilsin istiyordu.

 

Nazlı ne badireler atlatmıştı. Ama Halil bey piyangodan baba olmuştu. Bu asla adil bir denklem sayılmazdı. Ayrıca hani evlilik müşterekti? Müşterek çocuğun varlığı söz konusuysa, Halil bey işin bir tek keyifli kısmında yer alıyordu.

 

En azından şişen ayaklarına masaj yapma işi Gurura değil de Halile yıkılsa bir miktar daha affedici olabilirdi.

 

Kucağındaki bebeğine baktı tekrar. Beslemesi lazımdı hakikaten onu. Sonra ona dikkatle bakan Halile yandan bir bakış attı.

 

"Sen istersen in aşağı. Burda öyle bekleyecek yer de yok malum."

 

Halil iki kaşı havaya kalkmış Nazlıya baktı. Gerçekten ineceğine ihtimal veriyorsa hamilelik ve doğum Nazlıda akıl tutulması yapmış olmalıydı.

 

"Hayatta bunu kaçırmam Nazlı! Ben bebeğimi besleyişini izlemek istiyorum."

 

Tabi isterdi! O ne yılandı o. Almıştı sütün kokusunu izlemez olur muydu? Halil bebeğini almak için kollarına uzanınca Nazlı başına eğilip bir kez daha kokladı ve Halilin kollarına kızını bıraktı. Tuttuğundan emin olmadan da o elleri çekmedi üzerinden.

 

Tam ardında duran koltuğa geçip oturdu. Önünü açmak için biraz uğraş vermişti. Annesinin terlersen sırtını tutar diye zorla giydirdiği atlete şükredeceği aklına bile gelmezdi.

 

Hemşire sabırla taze ve korkak anne- babayı bekledi.

 

"Babası siz annesine verin kızınızı."

 

Nazlıya ağır adımlarla yürüyüp bir bomba taşıyormuş muamelesi yaptığı battaniyeyi Nazlının kollarına doğru uzattı. İki adım geriye çekildi. Hemşire Nazlıya yaklaştı.

 

"Nazlı hanım göğsünüzü çıkarın ve bebeğinizin dudaklarına sürtün ucunu. Onun doğal bir iç güdüsü var, kendi bulacaktır yolunu."

 

Nazlı başını sallayıp tekrar Halile kaçamak bir bakış attı. Ona ne oluyordu bilmiyordu ama utanası geliyordu. Heralde aylardır kimseciklere göstermediği göğüsleri böyle ulu orta serilince bir miktar Nazlı bile olsanız utanabiliyordunuz. Birde hamilelik sanki değiştirmişti beden ölçüsünü. Gerçi hâlâ birilerinin boyutuna ulaşamamıştı ama hatırı sayılır bir gelişme vardı göğüslerinde.

 

Kucağında tek koluyla bebeğini sarıp atletini gerdirmeye çalıştı.

 

"Dur güzelim, yardım ederim ben."

 

Halil önüne dizini kırıp çökmüştü. Nazlı yine kaçamak bir bakış attı. Tabi yardım ederdi. Etmez olur muydu hiç? Yardımlaşma duyguları üst seviyede bir kobraydı Halil efendi. Konu açmak olunca hızı bin beşyüzdü malum.

 

Halilin, tek eliyle bebeği düşecekmiş gibi elini perdelemesini ve Nazlının açmaya çalıştığı atletin askısını düşürmesini izledi.

 

Tuhaf olmuştu birden. Sıcak basmıştı. Gerçi yazın kızgın zamanlarında, lohusa bir kadın için de sıcak basması gayet normaldi galiba. Göğsü ortaya çıkınca eliyle üzerini kapatır gibi tutup kızının ağzına yaklaştırdı ucunu.. Gözünün altından izlediği adamın da sanki sırıttığını görmüştü ama direk bakamadığından emin olamadı.

 

"Bebeğim... Hadi minik boncuğum, aç ağzını."

 

"Parmağınızla ağzına pıt pıt dokunun."

 

Hemşirenin uyarısıyla başını sallayıp dediğini yaptı. Aralanan minik ağzın içine göğsünün ucunu iteledi. İlk tepki vermemişti kızı. Nazlı bir şeyi yanlış mı yaptım demek için hemşireye baktı.

 

"Olmadı mı? Yanlış mı tutuyorum?"

 

Hemşire tebessümünü bozmadan başını iki yana salladı.

 

"Ona zaman verin, birazdan kavrar. Siz çenesini uyarmak için dokunun sürekli."

 

Nazlı hızlı hızlı başını salladı. Bir kaç kez daha çenesine dokununca ağzındaki uca bir baskı oluştu. Sonra biraz daha kuvvetli bir çekme hissetti. Sanki çok büyük bir şey başarmış gibi gülen gözlerle hemşireye baktı.

 

"Tuttu! Vallahi tuttu. Doğru oldu değil mi?"

 

Onu onaylar gibi başını sallayan kadından gözlerini çekip gülümseyen yüzünü aşağı indirecekken dizlerinin dibindeki adamla göz göze geldi. Halil ona bir sihire bakar gibi bakıyordu. Yeşil gözleri parlıyordu ve bu parlaklık gerçekten göz kamaştırıcıydı. Sonra göğsünde bir soğurma hissedince hemen bebeğine döndü.

 

Miniği gerçekten bu işi kavramıştı. Bir kaç kez emip hemen yoruluyordu ama.

 

"Çok nazlısın ama hemen yoruldun mu?"

 

Mırıldanır gibi konuştu kızıyla. Halil üzerine doğru eğilip bebeğinin başına burnunu sürtmüştü.

 

"Minik boncuğum... Annene mi benzedin sen prensesim? Onun gibi nazlı mı olacaksın? Onun gibi ayaklarının dibinde mi dolaştıracaksın beni? Ayrıca annene söyle prensesim benden saklanması hiç hoş değil."

 

Halil kızıyla konuşuyordu ama tüm cümleler Nazlının kalbini dövüyordu. Birde alttan alta laf vurduruyordu. Burnunu kızının teninde dolaştıran adam ağzına doğru yaklaşınca soluğunu tuttu.

 

Bu sefer burnunu Güneşin çenesine sürtmüştü Halil. Verdiği nefesler Nazlının tenine değdikçe tüyleri diken diken oluyordu.

Sonra kalbinin anlık durmasına neden olacak bir şey yapıp burnunu göğsüne değdirdi. Derince bir soluk aldı. Geri Güneşin yüzüne doğru çekilmişti ama Nazlı hissetmişti burnunun tenine dokunuşunu.

 

"Çok güzel kokuyorsun bebeğim..."

 

Ağzı kupkuru oldu. Yutkunmak isteyen boğazı susuzlukla kıvrandı saniyeler içinde. Kızına mı demişti onu? Sanki pek kızına dememişti de kendine demiş gibi boğuk çıkmıştı sesi.

 

Halil geriye çekilip kitlenmiş gibi onu izleyen karısının gözlerine baktı. Mırıldanır gibi tekrar konuştu.

 

"Çok güzel kokuyorsunuz..."

 

Nazlının iri iri açılmış gözleri sanki yanlış bir şey yaparken yakalanmışlar gibi ardındaki hemşireye çevrilmişti hemen. Hemşire onlara bakmıyordu ama yüzündeki minik gülümseme de biraz şey gibiydi. Böyle...

Ne yaptığınızı biliyorum ama bakmıyorum der gibiydi.

 

Geri Halile baktığında onun bu haliyle ne kadar eğlendiği yüzündeki gülümsemeden belli oluyordu. Ağzını açtı açtı kapattı. Bir şey demek istedi de diyecek tek kelime bulamıyordu ki.

 

Halil de merhamet etmiş olacak ki tekrar bebeğine dönmüştü.

 

"Nazlı yutkunuyor sanki."

 

Halilin tekrar mırıldanmasıyla Nazlı da kızına baktı. Bir kaç soğurma sonunda yutkunuyor gibi bir hareket sergiliyordu.

 

"Geliyor mudur süt ağzına? Yutkunuyor, varmıdır gerçekten?"

 

Hemşire başını salladı yine.

 

"Doğumla beraber süt kanallarına sızıntı başlamıştır. Küçük hanımefendi onlarla beslensin şimdilik. Zaten minicik bir midesi olduğu için onu bir süre oyalar."

 

Nazlının tüm dişleri görünecek kadar gülümseyişini Halil keyifle izledi.

 

"Anneciğim... Güzel bebeğim benim. Bunu da başardık ışığım."

 

Parmağının ucunu narin teninde dolaştırdıkça kalbindeki bu sevinçle nasıl baş edeceğini bilemiyordu Nazlı. Bebeğini ilk andan beri hemen kabullenmiş, benimsemiş ve çok sevmişti. Ama şimdi anlıyordu ki kızını sevmenin bir sınırı yoktu.

 

Yüzü kızına eğik izlerken önüne düşen bir saç tutamı, başka el tarafından kulağının ardına itilmişti. Onlara çok yakın duran bedeninden dalga dalga sıcaklığı yayılıyordu Halilin. Her fırsatta da dokunma çabaları içten içe Nazlıyı çok keyiflendiriyordu.

 

"Ben hiç görmedim ki..."

 

Nazlı ne demek istediğini anlayamadığından yakınındaki yeşillere baktı öylece.

 

"Senin isteyip de yapamadığın hiç bir şeyi görmedim Nazlı. Hayret etmeden duramıyorum seni izledikçe. Nasıl..."

 

Nefesi tükenince konuşması da durakladı Halilin. Yüzünün her yerini santim santim gezdi gözleri. Boncuk Nazlıya çok aşıktı ama şimdi anne Nazlı, aklını oynattıracak kadar güzel görünüyordu ona. Zaten hasreti azıcık bile eksilmemişti ve o şimdi iki kıymetlisini böyle izlerken canının içine sokar gibi sarılamıyordu ya! Delirecekti...

 

"Nasıl bu kadar güzel olabilirsin? Her şey sana nasıl böyle yakışabilir? Anne oldun Nazlı. Beni baba yaptın. Sürekli tekrar ediyorum içimden bunu. Aklın kabul edeceği bir şey değilmiş gibi."

 

Alt dudağını ısırıp Nazlının gözlerinden gözlerini çekti ve kucağında, ağzında memesiyle uyuyan kızına baktı.

 

"İnsanlar bununla nasıl baş ediyor?"

 

Bunu kendine söyler gibi mırıltıyla çıktı sesi. Sahi insanlar bu kadar mutlulukla aynı anda nasıl başa çıkabiliyordu?

 

Nazlı, kocasını şefkatle izledi. Halili belki de ilk kez bu kadar yalın bir şeffaflıkta görüyordu. O ulaşılmaz, ağır, asil duruşunun yanında bu çocuk heyecanlı adamla Nazlı ilk kez tanışıyordu.

 

Oda geri bebeğine baktı.

Arada yorulduğu için duran çenesi annesinin parmaklarının çenesini uyarmasıyla göğsünü emmeye devam etti. Onu hayranlıkla izleyen anne babadan habersiz, yarı uyur bir halde üzerine düşen görevi layığıyla yerine getirdi.

 

Halil sürekli battaniyesine eğilip kokluyor, öpmek için kıvransa da incitirim korkusuyla dudaklarını istediği gibi bastıramıyordu tenine.

 

Gerinir gibi bir kaç hareket etmesiyle battaniye biraz daha aralanmıştı. Çıplak bacağı ortaya çıkınca minik ayaklarına yöneldi hemen. Mercimek boyutundaki parmaklarına dudaklarını yasladı.

 

Kendini bir bağımlı gibi hissediyordu.

 

"Bu... Nasıl bir his Allahım?"

 

Saf hayret içeren bir soruydu bu.

 

"Çok güzel değil mi?"

 

Nazlının, tüy gibi saçlarına parmağını sürterek konuşmasına baktı. Sonra kızının başından gözlerini çekip Halile çevirmişti akşam güneşini andıran irislerini.

 

"Çok güzel Halil. Onun nasıl olacağını sürekli hayal ettim ama bu kadarına benim hayal gücüm yetmiyormuş."

 

Halil kızının başını seven parmağa doğru eğilip işaret parmağının ucuna öpücük bıraktı.

 

"Başka ihtimal yok ki boncuğum. Annesi senken güzel olmaması mümkün bile değil."

 

Nazlının hoşuna gidecekti bu sözler de ilk Halilin temiz yüzüne, subay traşı saçlarına baktı. Birde kendine biraz büyük gelen pijamasına ve ayağındaki terliklere göz attı.

Omzunu silkti küskünce.

 

"Değilim ki... Güzel falan yani. Sen hemen gitmişsin bakımlarını yaptırmışsın maşallah! Allah bilir maske bile yaptırmışsındır kızın güzel görsün seni diye. Ben saçlarımı bile daha yeni taradım!"

 

Tüm bunların sebebi Halilin traş olmasıymış gibi takıldığı kısıma gülmek gelmişti Halilin içinden. Ama gülerse daha çok asılacaktı o surat.

 

"Senin çirkin olma ihtimalin yok ki boncuğum. Sen hiç yüzüme bakmayınca... Zaten sevmezsin ya sen sakal falan. Hemen gidip kestireyim de boncuğum baksın istedim. Belki gözüne az yakışıklı görünürsem boncukların kaçmaz benden diye.

 

Nazlı, artık emmeyen ama göğsünün ucunu da bırakmayan kızına bir bakış atıp gönlünü yapmaya çalışan kocasına baktı yan yan.

 

"Kızın için değil yani? Hemenden kendini beğendirmek için sabah ezanında berber kapısı arşınlamadın? Ben beğeneyim diye?"

 

Halil keyifli kısık bir kahkaha attı. -cık diye de bir ses çıkardı.

 

"Yok... Kızından önce annesiyle benim derdim. O beğensin de kızımı ikna ederim nasılsa dedim. İkinizin yanına az yakışayım istedim."

 

Nazlı kıvrılmak için çırpınan dudaklarını zaptetmekte zorlanıyordu. Böyle de konuşunca tüm trip atma isteği kaçıyordu. Zaten oldum olası ağzı iyi laf yapan bir işgüzardı Halil. Hemen kandırırdı kendini.

Daha doya kana o toynaklar niye kolundaydı diye hesap soramamıştı?

 

Nazlı ne güzel efendi uslu görevine göndermişti kocasını. Bu adamların yanına süs bebeği koymadan görev olamıyor muydu canım? Kesin Halile sırnaşmak için neler yapmıştı o kızıl şırfıntı? Nazlının kocasına, o koca memelerini göstermek için yalandan eğilip durmuştur kesin önünde.

 

Aklına şeytan vesvese soktukça dilini ısıra ısıra yuttu içindeki hırsı.

 

"Şimdilik bu kadar yeter annesi."

 

Hemşirenin sesiyle Nazlı daldığı yerden çıktı. Kadının ona bakışlarına sonra da göğsünde öylece uyuyan kızına baktı.

 

"Artık onu götürmem gerekiyor."

 

"Ama..."

 

Bir şey desin diye Halile baktı şimdi de. Gerçi ne diyecekti ama Nazlı azıcık bile doymamıştı kızına. Böyle güzel güzel uyuyordu işte. Kalsa olmaz mıydı?

 

"Ben... Az daha kalsak yanında. Olmaz mı?"

 

"Doktorumuzun belirttiği sürede dışarda kaldı. Kontrolleri bittiğinde hep sizinle olacak. Ama şimdi onu kuvözüne götürmeliyim."

 

Duru sesi ve açıklayıcı ifadeleri yeterliydi de anne yüreği de kızından ayrılmak istemiyordu ki.

 

Güneş memesini bırakıp, yüzünü göğsüne yasladığında içi giderek baktı bebeğine .

 

"Ne zaman biter kontrolleri? Hemen bitmez mi?"

 

"Üzgünüm... Bu konuda yeterli bilgiye sahip değilim. Doktor bey size yeterli açıklamayı yapacaktır."

 

Nazlının bırakmak istemez gibi daha bir kollarını dolayışıyla Halil müdahale etmek zorunda hissetti kendini. O da bebeğinden ayrılmak istemiyordu ama öncesinde kızı sağlıklı olsun da istiyordu.

 

"Hadi boncuğum, verelim bebeğimizi hemşireye. Kısa zamanda toparlansın, iyi olsun ki biran evvel kavuşalım ona."

 

Nazlı başını eğip tekrar kokladı tüy gibi saçlarını. Genzi yanıyordu.

Onu aylarca beklemişti. Sabırla kavuşacağı gün için saat saymıştı. Şimdi kollarındaydı ve bırakmak istemiyordu. Ama Halil de haklıydı. Sağlığı her şeyden önemliydi.

 

"Haklısın..."

 

Kısık sesi kendini ikna etmeye çalışır gibi çıktı.

 

"İyi olması her şeyden önemli..."

 

Göğsünü kapatıp, üzerini düzeltti. Zaman kazanmaya çalışır gibi ağır ağırdı hareketleri. Sonra kürdan inceliğindeki parmaklarının ucunu öptü.

 

"Hemen iyi ol lütfen. Evimize gidelim. Biran evvel iyi ol ışığım."

 

Kızına da anne tembihini yapıp onu sabırla bekleyen hemşireye uzattı.

Annelik akıl işi değil derken çok haklılardı. Neredeyse ayaklarını yere vura vura ağlayası vardı. Bebeğimi vermem diye sızlanacaktı neredeyse.

 

Halil kollarından tutup onu kaldırdı. Üzerini düzeltip, yüzünü ellerinin içine alınca Nazlı gözlerine baktı.

 

"Boncuğum..."

 

"Ben istemiyorum... Onu bırakmak istemiyorum ben."

 

Halil kolunu bedenine sarıp, kendine yapıştırdı Nazlıyı. Diğer eli başını ağır ağır okşuyordu.

 

"Az daha sabır Nazlım. Azıcık kaldı. Bebeğimizle evimize gideceğiz."

 

Nazlı çok fazla ayakta kalmaktan ve hareket etmesinden dolayı karnının içinde yanma gibi acı hissetmeye başlamıştı. Hamileliği sonrasında aldığı ilaçların etkisi baya hafiflemişti ama hafif bir zonklama şeklinde sızılar da hissetmiyor değildi. Yüzünde anlık geçen acı gölgesiyle Halilin kaşları çatıldı.

 

"Bir yerin mi acıdı? Canın mı acıyor sevgilim?"

 

Nazlı iki yana salladı başını.

 

"Yok... Acımadı, iyiyim. Uykum geldi, gidip uyuyayım."

 

Halilin içine sızı gibi bir his düştü. Gurur ağrısını, sancısını saklamaktan doğru düzgün yanımızda durmazdı, uyuyacağım diye kaçardı demişti diliyle dişi arasında. Şimdi de mi aynısını yapıyordu?

 

"Bekle bir sandalye getireyim Nazlı. Lütfen acımasın canın."

 

"İyiyim... Hadi inelim, yok bir şeyim."

 

Halil dişlerini sıkıp, onaylar gibi salladı başını. Olabilecek en ağır adımlarla Nazlının odasına geldiler. İçerde onları sabırla bekleyen ailesini görünce yüzü gülün6sedi Nazlının.

 

"Hah geldiler."

 

Annesinin ayaklanmasıyla Meyra ve Nazenin de hemen yanına koşturdu.

 

"Nazlı! Gördün değil mi? Uyuyor muydu Nazlı?"

 

Nazeninin sorusuyla dişeleri görünesi gülümsedi. Başını salaldı hemen.

 

"Anne, Nazlı çok yoruldu yatağa geçse önce."

 

Halilin lafıyla Züleyha kolunu kavradı Nazlının. Sonra da Halile baktı. Artık daha bir rahat anne diyordu kendine. İyice ağzı alışmıştı demek ki. Dudağının köşesiyle güldü. O hala olmayı da çok seviyordu ama anne olmak da daha güzeldi.

 

"Geç yavrum, hadi uzan annem. Nazlı nasıl kız? İyi ele?"

 

"Anne besledim. Azıcık ama varmış sütüm. Anne öyle güzel ki. Görmelisin minnacık. "

 

"Oy yerim ben pamuğumu."

 

Nazlı yatağına geçip yarı uzanır yerleşince kızlar peşi peşine Güneş hakkında konuşmaya başlamıştı. Parmakları, üç beş tel saçı, incecik kirpikleri... Her şeyi konuşmaları gerekiyormuş gibi atlamadan anlatıyorlardı. Meyra sanki Nazenin görmemiş gibi kuş gibi açtığı dudaklarını anlatıyordu. Nazenin, Nazlı yanından gelmiyormuş gibi ayaklarını havaya kaldırmaya çalışmasını dillendiriyordu.

 

Bir süre sonra kapı çalındı. Hepsinin başı çalan kapıya döndü. Kapı aralanınca Birgülün başını gördüler ilk.

 

"Merhaba... Gelebilir miyiz?"

 

Yiğit ve Asaf oturdukları koltuktan ayaklanıp duvar dibine çekildiler. Kızlar yatağın etrafına yerleşmişlerdi onlar da ayaklandı.

Önden Birgülün hemen peşi sıra Zeynebin girişini izlediler.

 

"Hoşgeldiniz görümcem, nerdesiniz kız siz?"

 

Birgül gelip Züleyhaya kısa bir sarılmayla selam verdi ve hemen Nazlıya yaklaştı. Zeynepte bir aydır görmediği yengesiyle kucaklaşıyordu.

 

"Geçmiş olsun halacım, aslında biz daha erken gelecektik ama Murat biraz toparlanma süresi verelim diye tuttu bizi. Geçmiş olsun güzelim ve gözünüz aydın. İyi misin Nazlı?"

 

Nazlı yanağına uzanıp öpen halasına aynı tebessümle karşılık verdi.

 

"Hoşgeldiniz halacım. Çok iyiyiz, teşekkürler. Biraz evvel Güneşin yanındaydım "

 

"Ayyy biz daha göremedik onu. Gitmeden görmek istiyorum. Çocuklar da gelmeyi çok istedi Nazlı, kızların selamı var. Kalabalık yapmayalım diye eve çıkman konusunda ikna etti."

 

Nazlı başını salladı. Sonra Zeynep halasıyla da sarıldı.

 

"Aklımızı aldın Nazlı! Hani iki hafta sonra doğuracaktın balım? Her şeyin aceleci."

 

Zeynebin tatlı sitemine kısık bir kahkaha attı.

 

"Hala vallahi bizde öyle sanıyorduk. Güneş sıkılmış. Bozduk mu senin işini yoksa?"

 

Bunu biraz da dalga geçer gibi sormuştu. Zeynep gerisinde duran abisine anlık bir bakış attı.

 

"İtalyada konferans keyfimi bozdun boncuk."

 

"O kadar diyorsun..."

 

Nazlının kıkırtısına Zeynep de eşlik etti ve yine kaçamak bir bakışla abisine bakıp Nazlıya sarılır gibi kulağına yaklaştı.

 

"Of diyorum Nazlı. Eğitim aşkım everest artık. İtalyan bir doçentin anlattığı her konferansı dinlerim, böylesi bir durum."

 

Nazlı tekrar kıkırdadı. Geçen ay yanına geldiğinde bahsettiği adamla galiba bir ilişkisi vardı. Ve gördüğüne göre halası bu kez biraz fazla kapılmıştı. Halasını sık sık İtalyaya eğitim pörtföyünü geliştirmeye giderken görecekti demek ki.

 

"Bebeğimi görmelisin hala, o kadar güzel ki. Senin planların aksamasına değecek."

 

Gururun biraz güçlü kahkahasıyla Nazlı bakışlarını ona çevirdi. Kaşlarını çatmıştı hemen.

 

"Seni gebertirim çocuk!"

 

Gurur ben masumum der gibi ellerini kaldırmış, iri iri açtığı gözlerini bir halasına bir Nazlıya çevirmişti.

 

"Bir şey mi dedim şimdi ben? Hala ne dedim Allah aşkına?"

 

Birgül sıra sıra herkesle selamlaşıp en son Halile yaklaşmış ve geldiği için ne kadar mutlu olduğunu bakışlarıyla anlatmıştı.

 

"Hoşgeldin Halil, gözümüz yolda kaldı oğlum."

 

"Hoşbuldum Birgül abla."

 

"Çok tebrik ederim, beğendin mi Nazlının sürprizini?"

 

Halil kısık bir kahkaha attı.

 

"Sever aklımla oynamayı."

 

Bu herkesin kıkırdamasına neden olmuştu. Sonra Birgül ilerleyip Gururun kolunun altına girmesiyle Gururun sırıtışı biraz daha büyüdü.

 

"Eniştem nerde hala? Kaçırmaz o böyle ortamları."

 

Birgül derince bir soluk alıp onu izleyen abisine kaçamak bir bakış daha attı.

 

"Buna ben cevap vermek istemiyorum halacığım. Yaş aldıkça iyice deliriyor."

 

Asil kaşlarını çatıp baktı Birgüle.

 

"Sen niye bana bakamıyorsun Birgül?"

 

"Abi vallahi ben kaç kere uyardım ama adam söz dinlemiyor. Rica ederim başımızı yaktın Birgül diye başlama yine!"

 

Birgül lafını bitirip Asil ayaklandığında kapı iki kez tıklatılmış ve aralanmıştı. İçerinin kalabalığı oldukça fazlaydı aslında.

 

Ama elleri dolu dolu içeri giren ve Asilin de oldukça yakından tanıdığı çalışanlarla gözlerini kapatıp başını geriye attı Asil.

 

Murat sırıtan bir suratla paket paket dolu elleriyle içeri girdi en son.

 

"Burak, plastik masaları aç oğlum."

 

Yanındaki genç çocuğun elinde getirdiği kamp masasını andıran masalara baktı içerdeki herkes. Kimseden de ses çıkmıyordu.

 

"Selam millet. Geçmiş olsuna geldik."

 

Murat, Burak diye seslendiği çalışanın açtığı masalara poşetlerin bir kısmını bıraktı. Bir anda odanın içerisi ızgara kokularıyla dolmuştu. Herkesin kendine şaşkın şaşkın bakmasıyla ne olduğunu anlayamadı.

Gururun soru sorar gibi "enişte?" demesiyle göz kırptı.

 

"Oğlum, yıllardır görmediğin babana kavuşmuşsun gibi niye bakıyorsun? Gel yardım et de paketleri açalım."

 

Asil eliyle yüzünü kavradığında Züleyha yanına yaklaşıp masaj yapar gibi boştaki kolunu ovmaya başlamıştı.

 

"Enişte? Onlar ne demeye vallaha korkuyom."

 

Muratın tüm dişleri görünesi sırıtışıyla Züleyha yine kaçamak bir halde Asile baktı.

 

"Elim boş gelecek halim yoktu Züleyha. Hem geçmişi yaad ederiz dedim. Sen seversin hastanede yemek yemeyi."

 

Gözünü kırpıp, diğer çalışanın elindeki içecekleri de masaya yerleştirdi.

 

"Hatırladın değil mi? Hey gidi günler hey. Anasından sonra kızını da doyurmak da bana kısmetmiş. Aylardır bu kızın yiyemediği her şeyin hazımsızlığı var içimde."

 

Asil dilini geriye katlar gibi bir mimik sergileyip, kaşlarını çattı.

 

"Sana! Yemin ediyorum sana diyecek hiç bir şey bulamıyorum. Oğlum hangi günahımın kefaretisin lan sen? O zaman anası tüm gece kıvrandı şimdi kızım..."

 

Murat ayıplar gibi parmağını kaldırıp iki yana sallamış ve birde kınayıcı -cık -cıklarını Asile yollamıştı.

 

"Çok ayıp ediyorsun Asilciğim. Yaşlılık sinir yapıyor sende. Tabiki gidip doktoruna sordum."

 

Zeynebin kıkırtısıyla hepsi bir anda ona döndü.

 

"Enişte salatayı bol yesin dedi mi doktor?"

 

Murat güzel bir espiri yakalamış gibi kahkaha attı.

 

"Yahu bakma öyle yemin ederim ayrıntılı sordum. Esra hanım baharatları yoğun olmasın dedi. Ilık yoğurt tüketsin dedi. Lan çatma kaşını öyle bu sefer her aklıma geleni sordum diyorum!"

 

Asil ağzını açıp saydıracakken Nazlının sesiyle sustu. Nazlı gözlerini bir poşetlere bir Murata çevirmiş "enişte" diye mırıldanmıştı.

 

"Gerçekten izin verdi mi Esra hanım? Yani yiyebilir miyim? Zararı dokunmaz değil mi?"

 

Asilin saydırmak için açılan ağzıda Nazlının sık sık poşetlere düşen gözleriyle kapandı. Koku odayı doldurunca canı çekmişti belli ki. Şimdi toplayın bunları, zararlı olabilir de diyemezdi Nazlı böyle bakarken.

 

"Kızım niye inanmıyorsunuz bana? Vallahi sordum diyorum. Bak birazdan kendi de yanına uğrayacakmış, çocuklar arabadan poşetleri indirirken bir kez daha sorunun sağlamasını yaptım, kadın kırk kere yiyebilir dedikten sonra odadan atacaktı beni. Hem senin kızı da iki dakika gördüm."

 

Muratın konuşması bitince Birgülün cırlar gibi "ya Murat hani beraber bakacaktık?" sorusu düştü ortaya.

 

"Kedim bakarız yine, iki dakika gördüm yahu. Zaten hemşireye uyuz oldum. Neymiş efendim herkes giremezmiş! Ulan ben herkes miyim?"

 

Elini Nazlıya doğru gösterip yüzünü Asile çevirdi.

 

"Bu kızı babası dururken benden istediler, sensin herkes dedim de geri çekildi! Herkes miş! Yemekler soğuyacak olmasa Murat Öztürke herkes demek ne manaymış anlatırdım ben!"

 

Birgül bıkkınlıkla başını Gururun göğsüne yasladı.

 

"Yemin ediyorum gittiğimiz her yerde tartışacak birini buluyorsun! Murat sanırım ben seni huzurevine kapattıracağım bir on yıl sonra."

 

Birgülün serzenşini yine umursamayıp sırıttı.

 

"Sen bensiz yapamazsın kedi, gelir yanıma yerleşirsin. Yemeğimizi yiyelim, gidip Güneş hanıma bakalım. Tuhaf bir şekilde çirkin doğup sonradan güzelleşiyor bunlar. İnşallah Güneşde de durum aynıdır."

 

Nazlının bebeğine dolaylı yoldan çirkin iması yapılınca gözleri iri iri açılmıştı.

 

"Aşkolsun enişte hiç de çirkin değil benim bebeğim! Sen yaşlılıktan göremiyorsun artık!"

 

Nazlının cırlayan sesiyle Murat zerre gülümsemesini eksiltmeyip göz kırptı. Sonra işleri biten iki çocuğa cebinden bahşiş çıkarıp ceplerine sıkıştırdı.

 

"Sağolun çocuklar. Asil bey ağzını açıp laf da edemez, adamın ocakbaşından geliyor tüm yemekler."

 

Gençler alınan bahşişinde keyfiyle geçmiş olsun diye mırıldanıp çıktı odadan.

 

"Hadi bakmayın oğlum, gelin şuraya da hazırlayalım. "

 

Gurur ve Yiğit ellerini birbirine süeterek gelip paketleri açmaya başladığında Murat da kendisine tebessüm ederek bakan Halile yöneldi.

 

"Ooo kimleri görüyoruz?"

 

"Hoşgeldin abi."

 

"Oğlum asıl sen hoşgeldin. Ailecek sıkı takipçindik biz aslında senin, bitti mi bizim dizi?"

 

Erkekçe bir tokalaşma ve alın tokuşturma sonucu Halil başını esefle iki yana salladı.

 

"Abi Allah aşkına sen yapma!"

 

"Neyse neyse söylemedik bir şey. Ben dediydim istemede işini gücünü sorun diye, kaale almadılar beni. Halbuki bir Murat Öztürk ileri görüşlülüğüyle ünlüdür."

 

"Madara edeceksin değil mi abi?"

 

"Daha kuyruğa benzeyen saçına bile laf etmemiştim. Gerçi hemen toparlanmışsın. Biliyorsun tabi benle baş edemeyeceğini, görünmeden düzeltmişsin façayı."

 

Halil gülümseyip başını tekrar iki yana salladı. Muratla uğraşma konusunda Gurur daha elverişliydi.

 

Masalar yatağa yaklaştırılıp, tabaklar ortaya serilince Nazlı alt dudağını ısırmış kokusu içine dolan yemekleri izliyordu. Gurur ve Yiğit nerden buldularsa ikişer sandalyeyle girince oda hastane odası hariç her şeye benzemişti.

 

Halil Nazlının yanına yaklaşıp, yatağa oturdu yanlamasına. Nazlı yemeklere öyle bir bakıyordu ki varlığını bile fark etmemişti.

 

"Çok mu acııktın boncuğum?"

 

Mırıldanınca Nazlı sıra sıra dizilmiş şişlerden gözlerini ayırıp Halile baktı ama geri döndü hemen.

 

"Çok güzel koktu."

 

"Gel küçük susam, İzmirde ot yemekten gerçek yemek nasıl olur öğrenememişsindir sen."

 

Yiğitin Meyrayı yanına çağırmasıyla anlık onlara baktı Halil. Meyra herkes otursun diye beklerken geride kalmıştı.

 

"Ay bu da sürekli aynı yerden laf söylüyor. Anladık en Adanalı sensin Yiğit!"

 

Yiğit lahmacunun arasına adana kebabı sardığında mana veremedi ilk buna.

 

"Gel şuna bir bak Allah için. Gel memleketin nimetlerinden faydalan da yosun kokulu İzmir hiç aklına geliyor mu bak?"

 

Meyra yanındaki sandalyeye oturup eline uzattığı dürümü parmaklarıyla kavradı.

 

Asil sandalyesini Nazlının ayak ucunda oturan karısının yanına çekmişti.

 

"Ne o zümrüt göz! Takip edip duruyorsun beni."

 

Tek gözünü kırpıp sessiz sessiz kendini izleyen karısına baktı Asil.

 

"Yok kocam şey oldum ben..."

 

Durdu Gurura baktı. Ara ara bu sıpanın söylediği bir laf vardı.

 

"Hah tetiklendim heral. Geçmiş gözümün önünden geçti de iki lokmama saydığın laflar hemen de nasıl düştü aklıma biliyon mu? Alışkanlıktan işte, bekliyom sokran diye."

 

Asil yan yan bakıp lavaşa şişi sarıp, çekti. Sonra da ona laf söyleyen karısına dalga geçer gibi bakıp uzattı.

 

"Maşallah her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp, yediklerini bir türlü tutturamaman da..."

 

Birgül ve Zeynebin sesli kahkahasıyla Züleyha ona uzatılan dürümü hırsla ısırdı. Kopardığı büyük lokmadan sebep yanağının biri dolu dolu olmuştu.

 

"Ay abi birde serçe parmağım kadar demiyor muydu doktora? Sen o kadar sinirli olmasan ben kahkahalarla yere yatacaktım."

 

"Hayır birde abim kapıdan girince sokumlar boğazımdan geçmiyor demişti Zeynep hatırlıyor musun? Bunu iki lahmacunu peşi peşine yiyip söyledi hemde."

 

Birgülün şen kahkahasına yine kalabalık eşlik etti.

 

"Can çıkıyo huy çıkmıyo yılan görümcem! Enişte beni beslediyse babasının hayrına mı besledi? Vallaha dün gibi aklımda iyileş de evlenecem ben dediği! Sende aynı dertten ağzıma üçer beşer ittiriyodun lokmaları! Ne bakıyon yalan mı konuşacam?"

 

Birgül ağzı açılmış bir Züleyhaya bir abisine baktı. Asil de kaşları kalkmış bu yeni bilgiyi süzgeçliyordu.

Sonra Murata döndü gözleri sinirle.

 

"Sen utanmadan evlenmek için mi bir hafta boyunca yemek taşıdın hastaneye?"

 

Murat zerre rahatsızlık hissetmeden közlenmiş biberi havaya kaldırıp sapına kadar ağzına aldı. Ağır ağır çiynerken de sırıtmayı bırakmadı.

 

"Şimdi Asilim o zamanlar genç delikanlısın neticede. Bir takım kendi çıkarlarımıza hizmet etmiş olabiliriz. Ama şimdi durum öyle değil. Dünyalık zevklerden elimi eteğimi çektim ben. Ahirete çalışıyorum öyle. Şu sübyan aylardır duru sudan bozma çorbalar, haşlak haşlak bir kaç lokmalık etlerle beslendi. Sende çok iyi bilirsin ki hayattaki misyonum aç doyurmaktır benim."

 

Gururun baskın kahkahasına Yiğit ve Meyra da eşlik etti.

 

"Enişte on numara adamsın şerefsizim. Babamın dükkanından taşıdığın erzakla sevap pointlerini fullüyorsun. Böyle böyle cennete gidip şeytanı eli ağzında, şaşkınlıkla izletmiyor musun birde?"

 

Murat elini göğsüne yaslayıp eyvallah der gibi Gurura baktı.

 

Konuşmaları sessiz sessiz izleyen Halil, geldiğinden beri izleyici olan ama uzanmaya cesaret edemeyen Nazlıya şiş kebaplardan bir dürüm yapmıştı. Şeffaf tabaklardan birinde olan yoğurdu da yanına çekti.

 

"Isır güzelim."

 

Nazlı kulağının dibinde kendine seslenmesiyle konuşan ikiliden gözlerini çekti. Halil elindeki dürümü ağzına doğru uzatıyordu. Nazlı uzanıp alacakken Halil azıcık geri çekip geri ağzına doğru uzattı.

 

"Aç hadi ağzını."

 

Kaçamak bir bakış atıp herkesin kendi halinde konuşup, kahkaha attığını görünce dudaklarını araladı. Isırdığı lokmayı çiğnerken de ona derin derin bakan adamın gözlerinden kaçamadı.

 

"Közlenmiş biber ister misin?"

 

Halilin mırıltıyla kurduğu cümleyle başını çocuk gibi salladı. Halil uzanıp bir tane almış, ilk kendi ısırmıştı.

 

"Acı değil..."

 

Biberi de eliyle yedirdi. Böyle ilgilenilmek aylardır darda kalmış ruhuna çok iyi geliyordu Nazlının. Sonra ortadaki sıra sıra ayranlarda ellerini dolaştırdı. Ilık olanlardan birini alıp ağzını açtı. Yediği lokmalardan şişmiş yanaklarına bakıp tebessüm edip, ayranı da kendi içirdi.

 

İçinden sürekli Nazlıyla ilgilenmek geliyordu. Onu, kızına düşlediği o pamuktan kozada saklamak, bu narin görüntüsünü canlandırma isteğiyle dolup taşıyordu. Aylardır yanında olmadan neden eksik kaldıysa Halil tüm eksikliklerini kapatmak istiyordu.

 

"Ayy... Acıymış, ay yandım!"

 

Nazeninin sesiyle Halile dalıp gitmiş aklını kurtardı Nazlı.

 

Asaf elindeki biberi alıp ne yaptığını bile fark etmeden ağzına üflemiş, kolayla yanan ağzına çare olmaya çalışmıştı.

 

"İyi misin Nazenin? Su da içmek ister misin?"

 

"Yok yok! İyiyim, yok bir şeyim. Çok ısırdım da birden..."

 

Kendine yakışmaz bir şekilde çok tepki verince utanmıştı. Birde bu kadar insanın içinde Asafın üflemesi ağzından çok yanaklarını yakmıştı. Asaf utandığı için başını eğip, elindekini yiyen kıza tebessüm edip saçlarına öpücük bıraktı.

 

Yiğit ise Meyranın dürümüne ortak olmakla meşguldü. Kendi eliyle hazırlayıp verince Meyra bir şaşıracak olmuştu ama Yiğit insanı şaşırtmıyordu gerçekten.

 

"Bitirdin dana! Küçük küçük ısır bari!"

 

Lahmacundan adana kebaba dürüm yapan çocuk, sırıtarak bir ısırık daha aldı Meyranın elindekinden.

 

"Elim yağlandı, su patlıcan salatasından uzatsana ağzıma sarı. Bak millet sevdiceğini ne güzel eliyle besliyor."

 

Meyra, Nazlıyı yediren Halile, Nazeninin közlenmiş domatesini soyan Asafa bakıp iç çekti.

 

"Millet sahiden sevdiceğini ne güzel besliyor davar! Benimki de benden beklese!"

 

Yiğit sırıtıp, başını omzuna sürttü Meyranın.

 

"Sevdiceğin miyim sahiden yarım porsiyon kebabım."

Meyra sinirleri bozulmuş gibi gülüp sırıtan ağzına elinde kalan küçük lokmayı tepti.

 

"Zibidinin tekisin Yiğit! Bari yalandan ayran bardağımı sen aç ya."

 

Yiğit dediğini yapmak için ortadaki bardaklardan birine uzanıp ağzını açmıştı. İlk yudumu da kendi alıp Meyraya uzattı.

 

Meyra bu danaya ne dese boştu galiba. Arsızın teki olunca millet var, yapma demek bile zahmetli geliyordu. Açtığı bardaktan kendi de büyük bir yudum aldı.

 

"Bundan bir tane daha yapsana, kombo lezzet olmuş."

 

Yiğit kendi favorisinin sevilmesinden duyduğu gururu sıfatında oldukça hissedilir taşıyordu.

 

"Resmen birbirimiz için yaratılmışız. Közlenmiş sarımsak da seversin değil mi sarı papatyam?"

 

Meyra omzuyla omzuna çarpıp yeni hazırlanan ortak dürüme uzandı.

 

Nazenin de küçük lokmalar halinde hazırladığı çöp şişlerden ilk Asafın tabağına sonra kendininkine bıraktı.

 

"Bu çok güzel Asaf, baksana tadına."

 

Asaf başını sallayıp kendi için hazırlanan lokmaları yedi ilk. Sonra çatalıyla aldığı adana kebabın yarısını Nazenine, yarısını kendi tabağına bıraktı.

 

Züleyha yan yan cilveleşen ikiliye bakıp sırıttı. Havadan sudan konuşur gibi de ortaya bombayı bıraktı.

 

"Biran evvel toparlanmak lazım!"

 

Durup dururken ortaya bırakılan cümlenin manasını kimse anlamadı. Züleyha da zaten var olan konuyu konuşuyormuş gibi bir lokma elindekinden alıp konuşmaya devam etti.

 

"Ünzile ille gelek de Nazlının bebesini görek diyo. E bende nasıl olsa az bi zaman sonra biz gelecez iki iş etmiyek dedim. Yol da bi çok ki, perişan olmasınlar çocuklarla."

 

Asafın düz bakışlarına ters, Nazeninin gözleri iri iri açılmıştı. Züleyha elindeki bitince bir Asile bir kendine içine bol salata dürdüğü lahmacunu hazırladı.

Acelesiz tavrı iki genç için ne kadar kan kaynatıcı çok da iyi biliyordu.

 

"Hiç sevmem uzamış hayırlı işi. Sizinki de baya uzadı malum. Al ye kocam, kara lahana turşusunu bol koydum."

 

Asil yine sazı eline alan karısına kısık bir kahkahayla karşılık verip uzattığı lahmacunu aldı.

 

"Düğün mü kuralım diyorsun zümrüt göz?"

 

Bariz bunu diyordu zaten de konuşulmamış olmasın diye ayak yapışını bir güzel izletiyordu herkese.

 

"E ne yapacaktık Asil? Nazlının en azından yarı kırkı çıksın da bu çocuklar da muradına ersin. Kaç aydır nişanlılar. En son bu kadar nişanlı Murat enişteyi gördüm, onun da halini ben söylemeyim şimdi. Büyüğe edepsizlik olmasın."

 

Murat kendine taş atılmamış gibi sırıtarak baktı Züleyhaya.

 

"Kır atın ya suyundan ya huyundan Züleyha. Bu karı-kocanın bana olan haşin sevgisi ve kadir kıymet bilişi hep gözlerimi yaşartır gençler."

 

Züleyha Murata eşlik edecekken yine poşetlerdeki Sulhan Ocakbaşı yazısı dikkatini dağıttı. Kıkırtısı daha bir sesli hâle dönüştü. Alem adamdı bu Murat.

 

"Enişte onu geçek de Allah aşkına nerden geliyo her seferinde aklına? Bi de laf edemiyek diye nerde yaptırmışın?"

 

Züleyha ağzı yarı dolu halde Murata takılmıştı.

Murat ağzındakini hızlı hızlı bitirip kendine atılan taşı yakaladı.

 

"Tecrübe her şeydir Züleyha. Geçen sefer de bu adamın dükkanda yaptırsak sen rahatsızlanınca üstüne yıkardık, konuşamazdı o kadar. Sıra dayağına çekmediği kaldı bir bizi. "

 

"Hala akıllanmamışsın ama onu ne yapacağız?"

 

"Oğlum akıllandım diyorum ya işte! Senin orda yaptırdık, Nazlının bir tarafı ağrırsa senin dükkanda kaliteli hizmet verilmiyor deriz öylece yırtarız, fena mı?"

 

Göz kırpıp köz patlıcandan yapılmış yoğurtlu mezeye çatalını batırdı.

 

"Of Birgül of!"

 

Asilin ne zaman Murat'a tansiyonu yükselse mutlaka Birgüle giderdi laf.

 

"Abi yine ne yaptım ben ama ya? Ayrıca hatırlatırım Murat senin arkadaşındı!"

 

"Sus kız! Kocama attırmam suçu, enişteyi kafalayacam diye neler ettiğini hepimiz biliyoz şurda."

 

Birgül ters ters Züleyhaya bakıp hırsla ağzını doldurdu. "Aman kocana laf söyletme!" diye de boğuk sesiyle söylenmesini durdurmadı.

 

Asil dağılan konunun devamını bekleyen ikiliye gözünün altından bakıp peçeteyle dudaklarını sildi.

 

"Neyse araya laf sokmayın. Nazlım iyileşsin, toparlansın da düğünümüzü yapalım artık. Hacıyla papaz etmeyin beni. Sende şu ortaklık için gel adam akıllı konuşalım, madem üçüncü ortak olmak istiyorsun işi biraz daha genişletelim. "

 

Murat hallederiz der gibi elini sallamıştı. Sonra da sırıtmak için kıvranan Asafa göz kırptı.

 

"Hadi hayırlı olsun, seni en iyi ben anlarım. Biraz eğlenelim, ne zamandır davul sesi duymuyorduk."

 

Nazenin biraz utanıyordu ama çokca da seviniyordu. Nazlının derdindeyken düğünün adını bile ettirmemişti ama ailesi de gerçekten zor durumdaydı. Öyle ki senin kızı kullanıyor bunlar laflarını duyacak kadar çirkinleşmeye başlamıştı yengesi.

 

"Nazenin... Biz konuşuyoz da sizin başka düşünceniz var mı annem? Hiç de konuşmuyonuz anam ikiniz! Bana bu kadar fırsat verirseniz her bişeye el atarım ben, duramam bilmiyonuz mu?"

 

Asaf ve Nazenin birbirine bakıp minicik gülümsedi. Nazenin sonra Nazlıya bakmıştı.

 

"Nazlı bir iyileşsinde Züleyha abla."

 

"İyileşirim ben ya. Yapalım artık lütfen. Benim yüzümden aylardır erteliyorsunuz, hem bizim için de güzel olur."

 

Nazlının hemen atılarak fikrini söylemesi daha da kolaylaştırdı düğün yolunu.

 

"Hah anası kurban olsun, iyi ol hemen de annem yapalım tabi düğünümüzü. Sıra pek kalabalık malum. "

 

Son lafı da kimseye karışmadan yemeğini yiyen ve genelde düğün muhabbetlerinde deve kuşluğunu üstlenen Meyraya bakarak söylenmişti.

 

Birbirlerine sataşmaları ve hızla yemek yemeleri devam ederken kapı bir kez daha tıklatıldı. Esra hanım içeri girip ortama baktığında gözleri iri iri açılmıştı. Ağzı açıldı, konuşamadan kapandı.

 

"Murat Bey?"

 

Soru sorar gibi Murata seslendiğinde gözleri hâlâ odanın ortasına kurulmuş düğün yemeği stili masaya bakıyordu.

 

"Hah bizde sizi bekliyorduk doktor hanım, buyrun."

 

Murat ayaklanıp, kadına oldukça ciddi bir şekilde sandalyesini teklif etti.

 

"Doktorcuğum nerdesin Allah aşkına sen? Gel bak annem nasıl sevecek seni, böyle ilahi bir mesaj görülmedi."

 

Gururun da ayaklanıp yer göstermesi ve zevzekliğinden zerre taviz vermemesi kadının girdiği şoktan çıkmasını sağladı.

 

"Murat bey siz benden böyle bir şey için izin almadınız!"

 

Züleyha ve Birgül ağzındakileri hızla çiğneyip yutmaya çalışırken Asil sıkıntıyla gözlerini kapatıp açtı. "Biliyordum ben başıma geleceği" diye de söylenmeyi ihmal etmedi.

 

"Kat-i suratle kabul etmiyorum Esra hanım. Ben tam olarak izinimi sayısını bilmediğim şekilde aldım."

 

Muratın tavizsiz tutumu kadını da şaşırtmıştı. Hatta kendini sorgulayacak kadar tereddüte düşürmüştü.

Başını onu dikkatle izleyen insanlara çevirip geri Murata dönderdi.

 

"Murat bey siz Nazlı için canı kebap çekiyor dediniz!"

 

Murat kabullenmişlikle başını salladı.

 

"Öyle dedim Esra hanım. Kız aylardır doğru düzgün yemek yiyemiyor, hazır doğurmuşken bir yerden canının istediklerini yedirmeye başlayalım dedim."

 

"Murat bey siz burayı ocak başına çevireceğiz demediniz!"

 

Murat iki masa etrafına toplanmış kendileri için çok da kabalık sayılmayan aile azınlığına baktı.

 

"Esra hanım mübalağa ediyorsunuz ama. Ocak başına bir gün toplu halde götürelim sizi, böyle olmaz orası. Ayrıca Nazlı yesin biz bakalım mı, canımız çekti!"

 

Esranın sinirler yavaş yavaş tepesine toplanıyordu.

 

"Murat bey masa kurmuşsunuz ortaya!"

 

"E yerde mi yiyelim Esra hanım?"

 

Kadın gözlerini kapatıp içinden ona kadar saymaya başladı. Bu aile onun meditasyonla eğittiği tüm sinirlerini yerle bir ediyordu.

 

"Murat bey burası hastane, burda böyle şeyler yapamayız! İnsanlar var!"

 

Tane tane durumun abzürtlüğünü anlatmaya çalışan kadınla Murat başını onaylar gibi salladı.

 

"Haklısınız Esra hanım. Ama ben nerden bileyim herkese ikram edersek kızmayacağınızı? Sonuçta hepsinin farklı hastalıkları var, belki birine zararı dokunur dedim. Yoksa esirgediğimizden değil."

 

Esra sinirleri bozulmuş gibi kıkırdadı. Boşuna uğraşıyordu. Nasıl olsa anlamayacaktı bu adam. Gerçi anladığına o kadar emindi ki! İşine gelmeyen durumları böyle savuşturmak en kolay yöntem olmuştu.

 

"Doktorcuğum sen eniştemle baş edemezsin, Allah vergisi muazzamlıktaki nöronlarını yorma hiç. Gel bak süper kebap var. Babamın dükkan diye demiyorum Adanada yok böylesi. Köz kokusu üzerinde hâlâ."

 

Kadın başını iki yana sallayıp Nazlıya doğru ilerledi.

 

"Nasılsın Nazlıcım? Yemek ve şov iyi geldi mi?"

 

Şov kısmını biraz bastırarak ve Muratla Gurura bakarak söylemişti.

 

"İyiyim Esra hanım, Güneşe kavuşursam çok daha iyi olacağım."

 

"Sarılık değerleri için yapılan testler çıksın kavuşursun kızına."

 

Nazlı gülümseyince Esra da omzunu okşar gibi sıkmıştı.

 

"Ağrıların derecesi hafifledi mi? İlaçlar bedeninden atıldıkça rahatlayacaksın."

 

Nazlı iki yana salladı başını.

 

"Çok rahatsız etmiyor, kaldıramayacağım gibi değil ki. Sanırım onlara bile alıştım, yadırgamıyorum."

 

"Bir iki güne tamamen bitecek."

 

Esra hastaneden çıkmadan uğramak istemişti. Uğrayıp Nazlıyı gördüğüne göre artık çıkabilirdi.

Ama en azından minik bir uyarı yapsa iyi olurdu.

 

"Hepinize afiyet olsun ama rica ediyorum çok uzamasın bu durum. İyi günler hepinize."

 

Züleyha yanına doğru yürürken elini siliyordu hızla.

 

"Yok yok olur mu öyle? Gel iki lokma ye Allah için. Çok kahrımızı çektin, hiç teşekkür bile edemedik biz sana doktor hanım."

 

Esra tebbesüm edip yeşil gözlerini iri iri açmış kadına baktı.

 

"Bu benim görevimdi Züleyha hanım. Sonuçtan da en az sizin kadar mutluyum. Demiştim, kariyerime eksi atmak yok diye. Nazlı da bu konuda tüm sert tutumumu olumlu karşılayıp, işimi çok kolaylaştırdı."

 

"Olsun, öylece gitme. Bi kaç lokma al ağzına bari. Vallaha içime dert olur, ömür billah duacınım zaten artık."

 

Esra içten çağrıya hayır da diyemedi. Gerçi biraz önce eleştirdiği tutuma ortak olmak da kendiyle çelişmek gibi olacaktı.

Kararsızlığını yakalayan Gurur sandalyesini biraz sesli çekip yer gösterdi tekrar.

 

"Gel doktorcuğum gel. Gurur Yaman Sulhanın specialini yemeden göndereceğime inanıyor olamazsın. "

 

Başını iki yana sallayıp gösterilen sandalyeye geçip oturdu. Bir anda önüne koyulan tabak ve çeşit çeşit yemekle Gurura ters bir bakış attı.

 

"Yeter bamyacı, yiyemem ben o kadar?"

 

"Doktorcuğum şu bamya olayını unutsak. "

 

Esra sırıtıp kaşlarını kaldırıp indirdi.

 

"Hayatta olmaz bamyacı. Ömür boyu böyle kalacaksın hafızamda."

 

Gurur baygın bakışlar atıp sırıtışını büyüttü.

 

"Ömür boyu hafızanda olmayı garantiledik ha. Ah ulan kader!"

 

Esra çok nadir sesli gülerdi ve bu çocuk oldukça iyiydi bu konuda. Kahkahası duyulası gülümsedi.

 

"Yaman!"

 

Asilin uyarısıyla Gurur babasına kaçamak bir bakış attı. Asil biraz mahçup doktora bakmıştı.

 

"Kusura bakmayın Esra hanım. Büyütmek için çalışıyoruz hâlâ."

 

Esra babasının baskın sesiyle yüzü düşen çocuğa göz kırptı.

 

"Sorun değil Asil bey. Biz onunla öyle anlaşıyoruz. "

 

Keyifli bir yemek ve keyifli bir sohbetti. İyi gelmişti ailenin her birine. Bir sürü soru vardı kafalarında ama sorup da öğrenme isteği gelmiyordu içlerinden.

 

Ortalık toplandı. Murat, Birgül ve Zeynep çıkmadan bebeği de görmek için vedalaştılar. Halil eniştesi ve halası dahil herkesi eve gidip dinlenmeleri için ikna etmişti. Nazlı da yorgun bedenini dinlendirmek için uykuya çekildi.

 

Uzun zaman sonra bu kadar tok hissetmek ağırlık vermişti bedenine.

 

Halil, Nazlının biten suyuna bakıp kantine inmeyi düşündü. Nazlı oldukça derin bir uykudaydı. Kendine de bir kahve alsa iyi olacaktı. Yoksa her an Nazlının yanına kıvrılıp yatabilirdi.

 

Kantin için ön kapıdan çıktığında hafif kararmış havada emin olmasa da Gururu gördüğünü düşündü. Hastane önündeki banklardan birinde yanılmıyorsa sigara içiyordu. Ağır adımlarla yanına yaklaşıp banka oturdu.

 

"Annen fena yapar görse."

 

Gururun ona tavrı Nazlıdan çok daha sertti. Ama hak verdiği için de alınmıyordu. Gurur yanına oturan adamla son bir nefes çekip solunda kalan çöp kovasına fırlattı izmarit artığını.

 

"Tiryakisi değilim..."

 

Halil başını ağır ağır salladı. Arayı düzeltmek gerçekten zor olacaktı. Bir kaç dakika öylece oturdu ikisi ama sesleri çıkmadı.

 

"Çok kızgınsın bana."

 

Bir yerden başlayıp, şu üzerindeki kırgınlığı hafifletmek lazımdı.

 

"Yooo..."

 

"O zaman kırgınsın..."

 

Halil konuşsun diye önünü açmaya çalışıyordu ama Gurur çok da varlığını umursuyor gibi değildi.

 

"Nazlının yanında olmadığım için... Sizi bırakıp gittiğim için... Aylarca gelmediğim için baya öfke dolusun bana."

 

Gurur yeşil gözlerini kısıp ters bir bakış etti.

 

"Olmadı! Bu sefer tutturamadın Halil abi."

 

Halil yönünü Gurura çevirip yüzüne dikti bakışlarını.

 

"Kardeş kardeşi bıçaklar sonra döner kucaklarmış. Şu bıçaklama işini bitirelim de kucaklayalım artık. Geldiğimden beri bir sana bir de ablana doya kana sarılamadım. O nazlanacak belli, başımla beraber. En azından seninle düzeltelim aramızı."

 

Gurur da Halil gibi yana doğru eğimlendirdi bedenini.

 

"Sen yazmışsın ya kafandan gittim, gelmedim bilmem ne! Yok Halil abi! Benim senle derdim hiç de bunlar değil. Benim senle derdimi öğrenirsen kalkamazsın altından, o yüzden deşme daha fazla!"

 

Normalde hep neşesi ve hayata eğlenceyle yaklaşan tutumuyla bildiği çocuğun ilk kez sesi bu netlikte çıkmıştı. Halili bile şaşırtacak kadar ciddiydi Gurur.

 

"Sende kalıp seni ezeceğine dök içini beni ezsin."

 

Gurur ağır ağır başını sallayıp hırsla alt dudağına dişlerini sürttü.

 

"Abi ben anlamam sizin işinizden, gücünüzden. Beni ilgilendirmiyorsa da ne ayaksınız sormam. Babam sorulmayacak dediyse tamamdır. Anladık sizin dünya biraz karışık. Yoksa dümdüz adamı götürüp İngilterenin ortasında tutmazlardı. O adamın kim olduğunu dünya başka bilsin, biz ne olduğunu anladık. Eyvallah! Ama hiç aklınıza gelmedi mi biz böyle bir şey yapacağız gerideki ne olacak diye?"

 

Halil tam da beklediği yerden gelen soruyla başını salladı.

 

"Geldi... Çok geldi de nefis ne kadar eğitilirse eğitilsin seni en zayıf yerinden avlıyor. Nazlı benim en zayıf noktam."

 

Gurur düz bakışlarını çekmedi üzerinden. Uzanıp Halilin sol bileğini yakaladı. Üç parmağını nabzının üstüne bastırdığında Halil ne yaptığına anlam verememişti.

 

"Senin en zayıf noktanın atıp atmadığı belirsiz kalbini böyle aradım ben!"

 

Sesi çok yalındı aslında ama Halilin kulaklarına bir çığlık gibi düşmüştü. Biraz öfkeli söylemler bekliyordu Halil ama bunu değil! Ağzı aralandı.

 

"Senin nişan kutlamana biz öyle eşlik ettik. Ben ablamın üzüntüden şoka giren bedeninde böyle nabız aradım. Elim öyle titriyordu ki alamadığım nabızda korkup soluğunu hissetmek için burnuna dayadım yüzümü. Annem ardımda Nazlı ölme diye feryat ederken titreyen bacaklarım Nazlıyı nasıl getirdi hastaneye bilmiyorum. Asaf abi almaya çalışmış ellerimden bak hiç hatırlamıyorum. Nazlının alamadığım nabzında durdu aklım çünkü! Hani diyorsun ya gittim de glemedim diye. O iş öyle kolay değil Halil abi! Eğer gidiyorsan kalanı böyle derde salmayacaktın! Gidip olmadık yerlerde başka kadınların kolunda poz veriyorsan kalanı böyle yakmayacaktın! Her şeye gücünüz yetti de iki resmin yayınlamasını mı engelleyemediniz? Yani anlayacağın benim seninle derdim gitmen, kalman, gelmemen değil."

 

Gurur derin bir soluk almış, kitlenmiş gibi kendine bakan adamın tam gözlerinin içine baktı.

 

"Hakkını yemek değil benim maksadım. Paşa ağırladık biz. Annemin, babamın, Nazlının gururu gözlerinden taştı. Allah var göğsüm kabardı hadsizce bunlar benim abilerim diye. Helal olsun, hakkınızı da ödeyemeyiz ama madem böyle büyük bir iş vardı başında sen niye Nazlıyı..."

Devamını getiremedi ama Halil ne demek istediğini de anladı. Madem gidip gelinmeyecek işlerin içindeydin bu kız niye hamile demeye kadar Gururun öfkesini üzerine çekmişti.

 

Ama ondan önce öyle şeyler söylemişti ki yirmi yaşındaki oğlandan yediği bu dayağı hayatı boyunca unutmayacaktı. Kızıp, kırılamıyordu da. O Nazlı görürse çok üzülür diye dertlenirken Nazlı görüp, ölüyormuş! Halil bir otelin terasında Nazlının üzülen kalbi için içerken, Nazlı o saatlerde kızı ve canı için savaş veriyormuş.

 

"Ben... Bilmiyordum..."

 

Kendini savunmak için kurulmuş bir cümle değildi. Savunma isteği de yoktu zaten. Halilin sorumluluklarını bilip, kabullenmek zorunda da değildi Gurur. Onun çizdiği yolda sen öyle istiyorsan öyle olur deme zorunluluğu yoktu kimsenin. Yirmi yaşında bir çocuğa dünyanın diğer yüzünü de anlatmayacaktı. Zira anlamak zorunda yine değildi.

 

Gururun kendine dalga geçer bir bakış atmasıyla düşüncelerden sıyrıldı.

 

"Abi anam babam ağzını açmaz ama bir şey sormadan edemeyeceğim. Yirmi yaşımda sana on tane korunma yolu sayarım, otuzuna geldin hiç mi biyolojiyle aran iyi olmadı? Hayır çok akıllı adamsın. Bak laf olsun diye demiyorum sahiden yuh denilecek kadar akıllısın ki Paşalar teşekküre geliyor."

 

Halil alt dudağını ısırıp başını yere eğdi. Kaderde yirmi yaşında bir zibididen korunma yöntemlerine dair kamu spotu da yemek varmış, yaşamış oldu.

 

"Haklısın..."

 

Mırıldanıp başını kaldırdı. Gururun yeşil-kahve gözlerine derin derin baktı.

 

"Ama o iş senin sandığın gibi olmuyor. Birini kalp ne kadar çok severse akıl en işlevsiz organ oluyor. Birde olmaz diye aklını ikna ettiğine benim gibi birden kavuşunca...Ben oturup sana ablanla münasebetimi anlatmayacağım. Ama madem iyi tokatladın beni bunu bil diye söylüyorum Gurur. Birinin aşkıyla her hücren dolunca, bazen en akıllı dediğin kişiler bile çok aptal olabiliyor. Gözü yardan başkasını görmeyince, dünya gerçekleri böyle gözüne sokuluyor."

 

Soluklanıp, yutkundu. Dikkatle ona bakan çocuğa karşı biraz da mahçuptu. Ne kadar Gurur ağır konuşsa da hak vermeden yapamıyordu.

 

"Benim hatam benden karımla geçireceğim bir hamilelik dönemini aldı. Bebeğimin yavaş yavaş büyüyüşünü izleme fırsatını aldı. Kalp atışını duymayı bile kaçırdım. En azından bunları düşünüp, kinini hafifletemez misin?"

 

Gurur güler gibi bir ses çıkarıp geriye doğru yaslandı. Başını geriye atıp bir kaç derin nefes aldı.

 

"Pek kaçırmış sayılmazsın."

 

Halil ne demek istediğini anlamamıştı. Kaşlarını çattı hafifçe. Gurur ona dikkatle bakan adama yan yan bakıp geldiğinden beri belki de ilk kez kendi gibi gülümsedi Halile, azıcık da olsa.

 

"Bizim saftirik boncuk kızıma anı biriktiriyorum yalanıyla sana arşiv yaptı."

 

"O ne demek?"

 

"Çirkinin, anasının karnında hıçkırıp ordan oraya savrulduğu video dahil her ultrason kayıtlarını aldı. Kalp atışı bilmem neyi... Ha birde kızıyla konuşuyormuş ayağına günlük de tuttu her gün ne yaptıysa. Biraz gecikmeli takip edersin artık hamileliğin her aşamasını."

 

"Nazlı? Benim için mi?"

 

"Salak! Rol kesiyor birde kızıma diye. Yiyoruz sanki!"

 

Halilin kalbi sızladı. Dişlerini sıktı. Şimdi koşa koşa gitse, bir güzel sarılsa, öpmedik tek bir noktasını bırakmasa...

 

Nazlıyı hak etmek için nasıl bir sevap işlemişti ki? Canının derdinde savaş verirken bile Halilin yaşayamadığı her şeyi muhafaza etmeye çalışması...

Çektiği sıkıntıların acısını yüklemek yerine birde Halilin üzüntü duyacağı her şeyi Nazlınım ondan önce düşünmesi...

Boğazı düğümlendi. Kalbi gibi tüm varlığı düğüm düğüm Nazlıya ilmeklendi.

 

Ona dalga geçer gibi bakan çocuğa daha net bakışlar attı.

 

"Sen söyle şimdi! İnsan böyle bir kadınla aklımı nasıl korusun? Biri tarafından böyle sevilmek... Yıllarca arayıp, bulmaya çalıştığın yuva hazırca avuçlarına konuyor Gurur! Bir kadın her şeyiyle seni arşa çıkaracak bir mutlulukla sarmalıyor. Hani aklın nerdeydi diyorsun ya. Aklımı kalbimi aldı senin ablan. Bana merhamet edip zerresini bırakmadı. Bu derde düşmeden beni anlayamazsın! Birinin aşkıyla yanmadan ben ne diyorum kavrayamazsın Gurur Yaman!"

 

Gurur umursamazca omuz silkti.

 

"Hepiniz kafayı yemişsiniz. Ne haliniz varsa görün! Bir süre çocuk falan demeyin ama. Bunu doğurmanın sızıları geçmedi daha üstümden. Travma oldunuz şerefsizim."

 

Halil duyduklarının yüküyle ezilmese gülerdi bu haline. Güzeldi onun yaşları. Dert, tasa dediği her şeyin aslında çok hafif olduğu ve dünyanın damağa daha lezzetli geldiği zamanlarını yaşıyordu. Azıcık bile duyduklarından mütevellit kırgınlık yoktu içinde. Sonuna kadar da hak veriyordu. Onlar burda Nazlının yaşadığı çileyi bilirken gözden uzakta Halilin sabrını görmemişlerdi ki. Her gün için duvara çentik atan bir mahkumdan farksız değildi ama görmemişlerdi. Karşıdan bakan için belki de imrenilesi bir refahda sayılırdı Halil.

 

"Sana büyük bir teşekkür borcum var. Sen sadece ablanı değil beni de kurtarmışsın. O gün sen ablanın değil benim de nabzıma bakmışsın. Ama bu kadar bıçaklamak yeter halamın yaman oğlu. Kucakla artık zira ben çok özledim kardeşimi. Kardeş kardeşe küsemez üstelik."

 

Halilin uzlaşmacı, arayı düzeltmek için çabalayıcı tutumu kinli hislerini sekteye uğratıyordu Gururun. Annesinin dediği gibi deve kini güdebilecek kadar tutarlıydı o. Nazlının aksine biriyle küsünce bunu net gösterirdi. Ama denildiği gibi kardeş de kardeşe küsemezdi.

 

Gurur ayağa kalkınca Halil de oturduğu banktan ayaklandı.

 

"Kızın beşiktaşlı! Fenerli yapmak için azıcık emek verdiğini görürsem kavga çıkar!"

 

Halil başını iki yana sallayıp kollarını açtı. Gurur gelip sarılınca sırtına hafif hafif vurdu.

 

"Ben medeni bir babayım, kızıma tabiki karışmayacağım. Ama prensesim babasına düşkünlüğünden senin takıma bakar mı bilemem! "

 

"Kızın aklına girme Halil abi! Ben onu enginar boyutundayken bile hazırladım yavru kartallığa. Üzerine slogan yazıyor çocuklar. Papaz olmayalım!"

 

Halil kısık bir kahkaha attı. Sıkı sıkı sarılıp gerçekten Gururu özlemiş yanlarına su serpti.

 

"Ablan uyanmadan yanına gideyim. Sende eve geç artık. Dinlen biraz."

 

"Aklım burda kalıyor. Çıkacaksak beraber çıkalım."

 

"E o zaman gel odada dinlen."

 

Gurur geriye çekilip omuzlarını silkti.

 

"Gidip yavru kartalın hemşireyi ayartacağım. Bu saatte yanına girmeme izin verirse biraz daha işleyim hangi takımlı olacağını. Daha kulağına ezan okuyacak hocaya rüşvetle beşiktaşlısın sen dedirtmem lazım."

 

Halil yine kısa bir kahkaha atmıştı. Ardını döndü ağır adımlarla hastaneye doğru yürümeye başladı.

 

"Git bak bakalım babasının kanaryası uyuyor mu? Uyanıksa mesaj at, iki dakika bende göreyim."

 

Halil ağır ağır yürüken Gururun kaşları çatılmıştı. Bunlara da az yüz verince tepesine çıkıyorlardı hemen. Küsmeye devam etmeliydi!

 

"Kartal Halil abi! Beni dinden imandan çıkarmayın! Kartal!"

 

Bağırtısına Halil duyulası bir kahkahayla cevap vermiş ama tenezzül edip dönüp bakmamıştı.

 

Ağır adımlarla odaya girdiğinde Gururun söylediği her şey tekrar yankılandı kulaklarında. Nazlının ıyuyan yüzüne baktı uzun uzun.

 

O yokken kaç farklı dertle sınandı düşünmek bile istemiyordu. Ağzını açıp iki kelime eden herkes göğsüne bir ok saplıyordu.

 

Doktor her gün doğum sancılarına eş değer ağrılarla geçirilmiş bir hamilelik diyordu. Halası yiyemediği her lokma için hâlâ içindeki derdi atamıyordu. Gurur, kendinin engel olamadığı bir durumdan dolayı Nazlının neredeyse...

 

Diline bile dokundurmaya cesareti yoktu işte. Şimdi nefes alışlarını dinlerken bile o diline süremediği ihtimalin yasını tutuyordu.

 

Biri onu iple Nazlıya çeker gibi engel olamadı kendine. Olabilecek en sessiz adımlarla yatağın kenarına oturdu. Boynuna dağılmış saçlarını düzeltirken terlediğini fark etti.

 

Halası üst üste tembihlemişti terlerse üzerini değiştirmesini. Hastalanırsa, iyileşemez diye on kere aynı şeyler için uyarmıştı. Nazlıyı derin uykusundan uyandırmak istemese de kulağına söylenenler onu da korkutuyordu. Zayıf bedeni gerçekten hastalanırsa çok yıpranırdı. Kalkıp dolaptan Nazlı için bir atlet ve tişört çıkardı. Yanına yaklaştığında elini usul usul boynunda gezdirerek nemli tenini sildi.

 

"Nazlım... Boncuğum..."

 

Mırıltısına Nazlı inler gibi bir ses çıkarmış ama uyanamamıştı.

 

"Güzel karım... Çok terlemişsin Nazlı, hadi üzerini değiştirelim."

 

Nazlı azıcık araladığı gözleriyle sağa sola bakındı. Ne olduğunu anlayamadı.

 

"Halil?"

 

"Nazlı bebeğim benim, çok terlemişsin. Hadi kalk üzerini değiştirelim, geri uyu sevgilim."

 

Nazlı tam ayılamasa da onaylar gibi başını salladı. Kendini geriye doğru çekecekken Halil atılıp destek oldu.

 

Üzerindeki pijamayı çıkarıp nemlenmiş ensesini boynunu sildi. Sonra da atletine uzanınca Nazlının dudaklarını sıkı sıkı birbirine bastırdığını fark etti. Atletini çıkardığında üst bedeninin çıplaklığı serilmişti ortaya. Halil olabilecek en ağır hareketlerle yaklaşıp göğüs oluğuna burnunu sürttü.

 

Nazlının aldığı soluğu sekteye uğratacak ve hiç beklenmedik bir hamleydi. Bir iki öksürüp "Halil..." diye mırıldandı.

 

"Yuvamı azıcık koklasam Nazlı. Güneş sayesinde saklı gizli çaldığım kokunla doyana kadar ciğerlerimi doldursam."

 

Sesi o kadar muhtaç çıkmıştı ki Nazlı ne yapıyorsun bile diyememişti. Eli bilinci dışında Halilin ensesine gidip tutundu. Parmak uçları usul usul okşadı ensesini.

 

"Neyin var? Bir şey mi oldu Halil?"

 

Halil yutkunup geriye çekildi. Ona dikkatle bakan karısından gözlerini kaçırıp elindeki atleti başından geçirdi. Tişörtü de giydirdiğinde içinde kalan saçlarını incitmekten korkarak dışarı çıkardı.

 

"Halil? Neyin var?"

 

Nazlının biraz daha tok sesiyle ondan kaçınan gözleri boncuk kahvelerine değdi.

 

"Yanında yatabilir miyim?"

 

Nazlı anlamıyordu. Sorduğu soruya bir cevap da değildi bu. Ama Halil öylesi bir muhtaçlıkla bakıyordu ki içi daraldı. İnce pikeyi aralayıp yanını işaret etti. Saniyeler içerisinde Halilin ayakkabılarını çıkarıp yanına kıvrılmasını izledi. Kendi de yavaşça kayıp uzandı. İkisi de yan yatıp, birbirlerine bakıyordu.

 

Halilin eli havalanıp Nazlının yüzünü iki parmağının üstüyle okşadı.

 

"Aklım almıyor Nazlı... Kabullenemiyorum belki de..."

 

Nazlının soru dolu bakışlarından mahçup bir ifadeyle kaçındı.

 

"Hiç... Aklına gelmedi mi Nazlı? Yani... Sağlığın tehlikedeydi, sen çok eziyeteydin. Bir an bile olsun kendini..."

 

Nazlının parmakları dudaklarına değince kapattığı gözlerini aralayıp cümlenin devamını getirmedi.

 

"Hiç aklıma gelmedi mi? Gelmedi Halil. Öyle çok korktum ki ben o ihtimalden ağzıma bile alamadım. Çok tuhaf değil mi?"

 

Soru sorar gibiydi sesi ama soru kime belli değildi. Dudaklarında buruk bir gülümseme vardı.

 

"Hiç kendimi anne olarak hayal etmedim. Asla aklıma ihtimali bile gelmedi ama varlığını öğrenince... Halil birine saniyeler içinde böyle bağlanabileceğimi asla düşünemezdim ama miniğim..."

 

"Nasıl dayandın Nazlı? Canın çok acımış..."

 

Bu daha çok canım çok acıdı der gibi geliyordu kulağa. Halilin yeşillerinde hafif hafif beliren ıslaklığa doğru parmağı gözünün kenarında dolaştı bu kez.

 

"Çünkü ödülüm çok büyüktü. Gördün onu. Karanlık zifiriydi ama vaad edilen ışık yabana atılacak gibi değildi Halil."

 

Halil başını usulca yaklaştırdı Nazlının yüzüne. Hayranlık akan yeşilleri her zerresinde hızla dolaştı.

 

"Nazlım..."

 

"Hmmm..."

 

"Öpeyim mi seni?"

 

Nazlı aldığı soluğu ciğerlerinde tuttu. Heyecan basmıştı bir anda. Bilinsizce kurumuş dudaklarını yaladı.

 

"Şimdi mi?"

 

Çok saçma bir soruydu ama aklı da pek mantıklı sorular için müsait değildi şu an.

 

"Şimdi..."

 

Halilin dudağına sürtünen dudağıyla yine yutkundu.

 

"Ama sen henüz bana koluna dolanan toynakların hesabını bile vermedin Halil."

 

Halil duyduğuyla kala kaldı. Gözlerini kırpıştırıp dudaklarındaki bakışlarını Nazlının az daha zorlasa sinirli denilecek gözlerine çevirdi.

 

"Ne?"

 

"Ne demek ne? O kızıl pislik senin koluna toynaklarını dolarken ne yapıyordun orda?"

 

"Nazlı biliyorsun..."

 

"Hayır efendim bilmiyorum! Ben seni göreve gönderdim sen kötü yola düştün!"

 

"Nazlı mecbur olmasam... Eve erken dönmek için..."

 

Nazlı biraz geriye çekilip gerçekten kızıl kahve gözlerini büyüttü.

 

"Vantus gibi yapışmıştı sana!"

 

"Silkeleyip attım, sadece bir kaç poz için on saniye dayanabildim."

 

"Eeee..."

 

"Ne demek eee?"

 

Nazlı kızgın bakışlarını yumuşatıp, mahsunlaştı.

 

"Allah bilir görev hatrına sarılmışsınızdır siz. Sen renkli göz sever miydin hem?"

 

Halil gülümseyecek oldu ama Nazlının buna da nazlanacağını bildiğinden yüzünü düzeltip kendinden uzaklaşan karısına yaklaştı tekrar.

 

"Sevmez olur muyum?"

 

Ağzından çıkanlarla Nazlının boncukları alev topuna döndü.

 

"Seni Allahın belası pislik! Koparmaz mıyım ben senin o dilini?"

 

Halil, Nazlının aralarındaki elini yakalayıp üst üste ses getirecek kadar şiddetli bir kaç öpücük bıraktı.

 

"Kahverengi seviyorum ben. En güzel renk o. Başka renk de yok zaten. Böyle boncuk boncuksa daha çok seviyorum. Şimdi birde yeşil var tabi. Tam göremedik ama yeşil olacak gibi. Karar versin rengine de ona göre boşuna sevmeyim kahveden başka renk."

 

Nazlının hiddetlenesi yanı, okşanan ruhuyla mayıştı. Böylede konuşunca toynak hesabına konsantre olamıyordu.

 

"Mavi sevmiyorsun artık! Yok öyle bir renk."

 

Mırıl mırıl nazlı cilvesine minicik gülümsedi.

 

"Mavi bilmem ben. Varsa yoksa akşam kızılı karışmış kahve bilirim. Yeni yeni de yeşille var bir aşk mevzusu. Çözeceğiz."

 

Nazlı farkında olmadan bedenini Halile doğru yaklaştırmış, başını yastığa iyice yapıştırmıştı.

 

"Böyle akıllı olmalısın canım. Ben ve kızım hoşlanmayız böyle şeylerden."

 

"Kızın?"

 

"Evet ... O da sevmez kendinden başka rengin varlığını. Ne bakıyorsun yalan mı söyleyeceğim?"

 

Halilin kaşlarını kaldırarak ve sırıtarak bakışı sinirlendirmişti.

 

"Anneyim ben anne! Kızım ne düşünür bilmez miyim? Sevmiyor işte!"

 

"Nazlı Allah aşkına bir kere öpeyim."

 

Konunun alakasızlığı parmak ısırttırıyordu ama o alakasız konu kalp de çarpıntısı yapıyordu.

 

"Yani... Bilemedim ki şimdi. Böyle de sorunca..."

 

"Nazlı dayanamıyorum, küs müsün değil misin karar da veremiyorum. Ne olur bir kere öpeyim sonra nazına niyazına yine kurbanım."

 

Nazlının kıkırtısıyla bunu onay sayıp uzandı ve hasretinden kelimenin tam anlamıyla öldüğü dudaklara yapıştı. Kaçar korkusuyla da bir eli hemen ensesine yapışmıştı.

 

Bir hasret nasıl dinerdi? İçini yarıp dışarıya dağılacak bu özlem hissi ne yaparsa azıcık hafiflerdi?

 

Halilin dudaklarını yer gibi öpmesinde Nazlının tek etkisi nefes alma çabasıydı. Alt dudağını dişleriyle kıstırıp çekiştirmesi, hatrı kalır korkusuyla üst dudağını emer gibi dudaklarının arasında ezmesi dakikalar geçsede şiddetinden zerre bir şey kaybetmemişti.

 

Sonunda merhamet edip azıcık geri çekildiğine ikisi de soluk soluğaydı.

 

"Otuz yaşıma gelmişim aklım nerdeymiş? Akıl mı bıralıyor senin ablan it! İnsan da akla dair zerre bırakıyor mu demeden saydır dur."

 

Nazlı mırıl mırıl ne için söyleniyor anlamayıp tam soracağı zaman tekrar dudakları bir saldırıya tutuldu. Ağzının içine giren dil, saçlarını okşaya okşaya seven el Nazlının aylardır beklediği bir çok şeyden birisiydi.

 

Hayat çok zorlu olabiliyordu. Ama hediyeleri de öyle cezbediciydi ki. Şimdi Nazlıyı o kuyuya itseler kızı için yine parmakları kanaya kanaya tırmanırdı.

Nazlıyı yine Halilsiz bir suda tek başına bıraksalar...

Nazlı şu günkü hediyelerine kavuşmanın hayaliyle ciğerleri patlayası yüzerdi.

 

Haddi aşan bir aşkın içinde, had bildirici bir başka aşkla eğitilmişti Nazlının kalbi.

Şimdi tüm cefalardan sonra sefa sürme vaktiydi...

 

 

Sen onu bunu bırak, kandıramazsın iki tatlı sözle

o toynaklar niye kolundaydı it???

 

 

 

Loading...
0%