@orenda
|
Bir süre elimdeki telefona öylece baktım. Engellemeyecekti beni...
Ama bu Meyranın istediğinin aksine canımı çok yaktı. Ben o kadar emindim ki bana kızıp, engeli basacağına.
Benim Halilim ona mesaj atan her hangi bir kızla konuşmazdı ki. Gözlerim doldu. Öylece yüzüm cama gelecek şekilde kıvrılıp, yattım yatağıma.
Sabaha kadar gözüme uyku girmedi bir türlü. İlk on altı yaşımda kabullendim kalbimin onun için delirdiğini. Daha önceden aşık olan yüreğim o akademiden mezun olup da habersiz kapıya dayandığı gün anladı onun için Halil ne.
Gözlerimin içine baka baka "özlemedin mi beni boncuk kız?" Dediğinde baktığı gözlerim pınar olup aktı. Boynuna atlayışım, kokusunu ciğerlerime hapsedişim dün gibi aklımda. Ve ona sarılır sarılmaz gelen o tamamlanmışlık hissi hâlâ tenimde saklı sanki.
Ben hiç önünü arkasını düşünmeden girdiğim bu yoldan çok ağır yaralarla çıkacak gibiydim.
Meyranın dediği olursa ve Halil her mesajıma cevap yazarsa. Beni o telefonun başında beklerse bunu nasıl kaldıracaktım? İçimde bir yer, böyle fısıltı bile sayılamayacak kadar kısık bir sesle belki o da boncuğu seviyordur diyen yer ölecekti. Ve ben böylesi bir ölümden sonra kaybedecektim. Her şeyimi sonsuza kadar kaybedecektim...
Sabah herkesten önce uyandım. Bu gün uygulama için yarım günümü anasınıfında geçirmem gerekiyordu. Staj hocamın isteği üzerine hazırladığım sanat etkinliği ve türkçe etkinliği sırasında anlatacağım hikaye için çorap kuklamı çantaya yerleştirdim.
Yürüyerek gidecektim. Belki soğuk ve yürüyüş iyi gelirdi.
Elim şarjda duran telefona gitmek istemedi. Korka korka bildirimlere bakarken gece üçte atılmış mesaj içime tekrar oturdu.
Adını söylemedin???
Gerçekten ona anonim yazan bir kızla konuşmak istiyordu. Belki sadece kafa dağıtmak, dalga geçmek, eğlenmek içindi ama başka bir kızla konuşmak istiyordu.
Belki de hep öyle biriydi. Ben onu çok sevdiğimden kalbimde de gözümde de büyüttüm belki. Tanımıyordum ki aslında. Onu tanıyan Nazlı minicikti. Son üç yılda ne oldu ona, neler yaşadı? Benim için ağaçlara tırmanan, saçımı çeken çocuğu döven, dizim kanadı diye tişörtünü yırtıp yaramı saran Halil değildi artık belki de.
Ama çok güzel bakardı bana o.
O yeşil gözleriyle içimi görür gibi bakardı. Kaybettim mi ben o bakışları artık?
Telefon yine titredi. Şimdi daha dirayetli bir şekilde baktım attığı mesaja.
Ne o? Çabuk pes ettin bakıyorum. Yoksa sadece konuşana kadar mıydı hevesin?
Ben şimdi bir insanın kalbine yapabileceği en büyük kötülüğü yapacaktım. İnandığı her şeyin yalan olduğunu ona izletecek ve aşık olduğu için onu binpişman edecektim.
Gece uyumuşum. Şimdi de derse yetişmeye çalışıyordum be aslan parçası.
Hmmm... Adını söylemedin?
Söylemedim. Söylerim bir ara ne olacak? Sen bana nasıl istersen öyle seslen be Halilim.
Akşam yada sabah farketmiyormuş. Sen tam bir kamyoncusun;) Madem adına ben karar veriyorum Dildar diyebilirim.
Bunu bana nasıl yapabiliyor? Beni bir mesajıyla nasıl öldürebiliyor? Her şey değişmişti. O gerçekten benim Halilim değildi. İçim kan ağlasa da mesajına karşılık verdim.
Neden Dildar?
Her hangi bir nedenden kaynaklı değil. Şu an bir film izliyorum ve kadın karakterin adı Dildar. Hoşuma gitti. Madem sen bana ismini söylemeyeceksin, ben de sana böyle seslenebilirim.
Çok uzak bir zamanda olmayan Nazlı, Halille mesajlaşmak için delirirken şimdiki Nazlıya zulüm olmuştu bu. Bir şey diyemedim. İçimden de gelmedi.
Bazen bazı şeyleri zorlamamak gerekiyormuş demekki. Allah nasip etmiyorsa kabullenmek gerekiyormuş. Benim gözümdeki Halil, öyle ulaşılmaz bir yerdeydiki şimdi mesajlar atan adam büyük bir hayal kırıklığı oldu küçük kalbime.
Beni iyi edecek tek şeye sığındım. Çocukların riyasız kalplerine.
Etkinliğimizi yaptık, kuklanın anlattığı hikayeyi keyifle dinledik. Bir sürü sarıldık, bir sürü oynadık. Vedalaşırken yanaklarıma bıraktıkları her öpücük sızıdan ağıt yakan kalbime şifa oldu.
Sonra okula giden dolmuşlardan birine atlayıp öğleden sonraki iki dersime girmek için yola çıktım.
Eğitim fakültesinin önünde indiğim de uzaktan koşturarak gelen Meyrayı gördüm.
"Nerdesin lan sen? O kadar arıyoruz açmıyor da haspam. Niye erkenden çıkıp gittin?"
İçim çok doluydu benim. Böyle biri dokunsa sabaha kadar ağlayacak kadar fenaydı halim. Aldatılmışım gibi hissediyor olmam saçma mıydı?
Ama ben öyle hissediyordum. Belki yıllar içinde bir sürü sevgilisi olmuştu onun. Ama ben ilk kez gözümle görmüş bir zavallılıktaydım. En beteri de kendime acıyordum.
"Boncuğum... Ne oldu sana? Niye solmuş senin gözlerin öylece."
"Mesaj atıyor bana Meyra. Halil mesaj atıyor dünden beri."
Mavi gözleri alık alık baktı. İnce kaşları çatıldı.
"E yavrum bizim de amaç o değil miydi? Ne güzel işte, yardır bir güzel."
"Meyra ben..."
Daha fazla tutamadım boğazımda düğmlenmiş hıçkırığımı. Meyra kolumdan yakalayıp ağaçların ilerisine sürükledi hızla beni.
"Kızım manyak mısın? Derdin ne? Al işte adam yazmış geri, biz de bunun için atmadık mı mesaj?"
"Yazmaz, kızar sandım ben. Hemen engeller sandım. Benim Halilim başka kızlarla konuşmaz sandım!"
Beni anlamak istiyormuş ama anlayamıyormuş gibi bakıyordu. Çok da görmedim ona. Meyra aşka dair hiç bir şey bilmezdi ki. O sadece biriyle flörtleşir ve karşılıklı çay içerdi. O muhabbeti bitirip kalkarken de "iyiki arkadaş olmuşuz, en best kankam sensin" deyip tüm sınırlarını sert şekilde çekerdi.
"Nazlı boncuğum ben seni anlamıyorum ki."
Fısıltısı, ağlayan gözlerimden kaçırdığı gözleri onun da ağlaycağına delaletti. Elimdeki telefonu çıkarıp mesajları okuttum.
"Bunlar iyi bir şey değil mi Nazlım? Flörtleşmiş senle, iyi bir şey değil mi?"
"O Nazlıyla flörtleşmedi ki. Ona mesaj atan alelade biriyle flörtleşti. Her hangi bir kızım onun için ben."
Ne demek istediğimi anlayınca derince yutkunduğunu gördüm. Anlafı benim halimin sebebini.
"Vay ben benim ağzıma sıçayım. Ne ettik lan biz?"
"Meyra... Ben sanmıştım ki... O boncuğunu..."
Sıkı sıkı sarılıp omzunda ağlamama müsade etti. Saçlarımı sevip, zehir gibi akan yaşların dinmedini bekledi.
"Şimdi ne yapacaksın boncuğum?"
"Hiç bir şey... Kırıp atacağım hattı. Telefonunu al. Sonuçta kaçakçılardan alana kadar neler çektin."
Kırık bir tebessümle uzattım telefonu ona.
"Ne yani hiç mi bir şey demeyeceksin? Lan bi beddua, bi ah, hiç olmadı cibilliyetini sikmeli bir mesajda mı yok?"
"Ne faydası olacak bunun bana?"
"Sana olmuyosa bana olur lan? Eniştem dedim bağrıma bastım. Kızım bende ihanetin affı olmaz. Gerçi Yiğit davarının abisinden ne bekliyorsak?"
Elimdeki mendille akan rimelimi toparlamaya çalıştım. Gerçi daha çok bulaştırmış gibi oldum ama.
"Ne istiyorsun sen benim kuzenimden? Ne yaptı benim yiğidim sana?"
"Bir şey yapmasına gerek yok! Sinirlerimi zıplatıyor varlığı. Saçlarıma bok sarısı dediği günden beri nefretim çok canlı ona. Keşke kendi ayağına takılıp düşsede, o sürekli sırıtan dişlerini kırsa."
Üstüne atılıp ağzını kapattım. Aptal evrene ne biçim mesajlar yolluyordu.
"Çabuk tövbe de sarı kafa. O bok sarısı saçlarını yolar, yediririm. Çabuk tövbe de."
Elimin altında kıvranan yüzünü aç araladım.
"Tövbe ya tamam işte tövbe. Ailecek manyaksınız. Ve bu asla MÜBALAĞA değil!"
Meyra yanıma yaklaşıp her daim çantasında olan makyaj temizleme mendilini çıkardı. Pandaya dönen gözlerimi temizleyip, yanaklarıma öpücük bıraktı.
"O kaybeder boncuğum. Bence sen sizin sınıftaki Burağı düşün kendin için. Çocuğun tek bir falsosu yok. Geçen yıldan beri ciğerci kedisi gibi bakıyor garip. Mis gibi iki öğretmen yaşar gidersiniz."
Olmaz der gibi omzumu silktim.
"Ben, benim gözümdeki Halile aşık olmaya devam edeceğim Meyra. "
Telefona bakıp iç çektim.
"O benim Halilim değil ki."
Derse geç kaldığımı fark edince koşturarak anfiye yöneldim. Karakter ve değer eğitimine giren hocamız bir saniye geç kalsam gözümün yaşına bakmazdı.
Derse son anda da olsa yetişip arka taraflara yöneldim.
Not aldığım ajandamı çıkarırken telefona bir bildirim daha düştüğünü fark ettim.
Anonimlikte çok vasatsın Dildar. Beni sürekli darlayıp, kandırman gerekirdi.
Bu işin bitmesi gerekiyordu. Gelen her mesaj beni öldürecekti ve ben bunu kendime yapmak istemiyrodum. Geçmişimde kalan Halile ihanetti bu.
Artık yazmayacağım sana. Hata yaptım! Özür dilerim...
Hmmm.... Çok erken pes ettin.
Buna devam edersem çok şeyimi kaybedeceğim ama.
Neyini kaybedeceksin Dildar?
Çocukluğumda inandığım her şeyi!
Daha fazla konuşmanın manası yoktu. Telefonu çıkardım. Hattı kırdım ve bir anfi dolusu insanın içinde ağlamamak için dudaklarımı kanata kanata ısırdım.
Dersin bitmesiyle hızla kalkıp çıktım. Her yer üstüme geliyordu sanki. Herkes çok büyğktü de ben minicik kalmış gibiydim.
Ben Halili tamamen kaybetmiştim değil mi? Belki bir gün dediğim ihtimal bitmişti.
Aklımın kızdığı her şeyini kalbim hafifletirdi. Annem bir kere "çok özlüyorum .nerde bu çocuk" diye isyan ettiğinde babam "onun yükü ağır, sakın ola başka dert daha yüklemeyelim demişti. Vazifesi zor, üstüne gitmeyelim" diye annemin önünü kesmişti.
Ne zaman aklım neden yok dese kalbim vazifesi ağır diye karşı çıkardı ona. Ama bir polisti sonuçta. Diğer polislerin de aileleri vardı. Onlarda hayata devam ediyorlardı.
Kızgınlığım ve kırgınlığımın çıkardığı harpte küçük boncuk kız çok yaralandı. Karanlığın çöktüğü şehirde şu ara yuvası olarak kabul ettiği odasına doğru adımladı. Yurda giden sapağı dönünce birisi eliyle ağzımı ve hareket etmeyeyim diye karnımı kıstırdı.
Çırpınışlarım ve korkum öyle güçlüydü ki ama bu ardımdaki bedeni zerre etkilemiyordu. Kulağımda hissettiğim nefes ve sırtımdaki bedenle inlemelerim arttı.
"Sobe.... Ebelendin yalancı Dildar..."
|
0% |