Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Kader Satılmıyor ki Paraya Kıyalım

@orenda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ertesi gün de güne oldukça erken başladılar. Sabah erkenden hastaneye gitmişlerdi. Kan tahlili, idrar tahlili, akciğer grafisi, elektrokardiografi derken en sona ayrıntılı böbrek ultrasonunun çekimini de yaptırıp çıkmışlardı. Sonuçlar çıktığında Asile mesaj olarak gidiyor, ona göre doktoruyla görüşmeyi yapıyorlardı. Yıllar içerisinde bir rutin olmuştu bu. Şu ana kadar bir sorun yaşamamış olmaları Asilin görev edindiği bu tutumda asla kırılma yapmamış, aynı nizamla ilerleyiş devam etmişti.

 

Eve döndüklerinde ise hemen planlanan işlere başlattı herkesi.

Züleyha evi temizlesinler diye şirketten bir sürü insanı doldurmuştu. Erkeklerin hepsini de sepetlemişti. Gitmeden önce alandan kaldırılacak mobilyalar geçici bir şekilde boş bir odaya yığılmıştı ama. Organizasyon için gelecek olanları beklerken Züleyha kızlara da salonda oturma gurubunun değişecek yeri için talimatlar sıralıyor, sürekli kendine farklı farklı konseptler kurup vaz geçiyordu. Aklında olanı gerçekleştirmek için yarım saat ortadan kaybolmuş, yüzü güler halde geri dönmüştü.

 

"Ya anne Allah aşkına niye yapıyoruz biz bunu ya?"

 

Nazlının ittiği berjere yaslanıp söylenmesine kaşlarını çatarak baktı.

 

"Hayırdır Nazlı hanım, evlenmek zor mu geldi?"

 

"Anne hani nikah kıyacaktık sadece? Bu kadar şeye gerek var mı ki?"

 

"Hele şuna bak hele? Oğluşumu evlendiriyom ben, tabi de gerek var!"

 

Nazlı küskence yan bakıp berjeri düz bir açıya getirmek için sürükledi.

 

"Bende kızınım ama biliyorsun değil mi?"

 

Züleyha onları gülerek izleyen iki kıza göz kırptı gülerek.

 

"E annem kız anasıyım ben, akşam kızımın istemesi var. Hiç damat tarafına kızımın yüzünü yer eder miyim? Güzel güzel hazırlanak da Halil tuzlu kahvesini içerken keyifle izliyek ele annem."

 

Nazlı anlamadı ilk önce. Sonra somurtuk yüzünü gül bahçesine çeviren gülüşler kapladı.

 

"Anne!!!!"

 

Hiç aklına gelmeyen ama duyduğu anda içini kıpır kıpır eden şeyle bedenini annesinin üzerine atıp, sıkıca sarıldı.

Sonra da bu işin nasıl olacağını anlamadığı için geri çekilip çatık kaşlarla baktı.

 

"İyi de beni kim isteyecek ki? Anne sesli söyleyip daha çok üzerime çekmek istemiyorum seni ama yeğeninle evleniyorum ben."

 

Züleyha kırıta kırıta yürüyüp kalçasını biraz evvel Nazlının düzelttiği berjere yasladı.

 

"İç işleri bakanı gibi kadınım elhamdülillah. Senin anan kızının içinde bırakır mı hiç bişeyi? Semiha teyzemleri aradım, gelecekler akşama. Asil efendiyle beraber olup oğullarına ilk göz ağrımı istiyecekler benden."

 

"Oha!!! Kız Zülüş, adamın kendi kızını Halile istetmeyi nasıl başardın acaba?"

 

Züleyha ona iri gözlerle bakan Meyraya kibirli bakışlarını attı.

 

"Aslında ben isteyim dedim emme Asilin emeği çok Halilde. Baba bildi yavrum hep eniştesini. Hem bi yanım oğluna kız iste derken bi yanım da ilk kuzumun istemesini kimseye yar edemem dedi. Ayrıca anam siz ne zaman gördünüz kocamın istediğim bişeye yok dediğini?"

 

Nazenin tatlı tatlı kıkırdadı.

 

"Allahım ne olur Asaf da böyle olsun ya. Züleyha abla biz tam olarak ne yaparsak o seviyeye ulaşırız?"

 

Züleyha okşanan egosunun verdiği gururla kasılarak bakmaya devam etti.

 

"Şimdi ben size bi sürü akıl veririm de yavrum siz benim kızımsınız nasıl diyeyim öyle şeyler?"

 

Yine üçünün utanıyormuş gibi yapıp kıkırdayışlarına baktı Züleyha. Nazlının kızaran yüzünü başka yöne çevirişine gülümsemesini saklayarak baktı.

 

"Gerçi Nazlı hanım size öğretir ya annem. Maşallah kızıma, eve geldiği gün odasına oğlan atacak bilgi yüklenmiş."

 

Nazlı derince of çekti.

Parmağı da annesini gösterek kızlara baktı.

 

"Fil hafızası dedikleri şey var ya işte bu kadın bahsedilen benzetmenin canlı kanıtı. Zavallı babam da ne yaptıysa bir şey yapmış biliyor musunuz çok önceden? Ne zaman dediği olmasa 'zaten daha kapıdan yeni girince haddimi bildirdiydin' diyor adamı muma çeviriyor. Şimdi sırada ben varım işte. Dönüp dolaşıp bunu diyecek bana. Ayrıca Züleyha hanım ben kimsenin odasına girmedim, yeğeniniz girdi. Lütfen biraz da ona şarlar mısınız?"

 

Eli belinde annesine çemkiren kıza Züleyha kendini tutmasa kahkahayla gülerdi. Bu görüntü işine gelmediği her an ellerini beline koyup oğlanlara kalayı basan minicik boncuğuydu. Boyu uzamıştı ama hiç bir şeyi değişmemişti yavrusunun. Kokusu bile koynuna konduğu ilk günkü gibiydi.

 

"O da tersime konuşsun ona da derim. Dua edin babanıza demiyom da yüzünüzü yer etmiyom."

 

Baba lafıyla geri bastı Nazlı. Belindeki eller iki yanına inip, omuzları düştü.

 

"Nereyi yapacaktık biz?"

 

Nazlının hali yine eğlence konusu oldu. ordan sonra daha hızlı bir şekilde annesi ne derse yapıp, onayını bekledi Nazlı.

 

Akşam üzeri eve gelen erkeklere de isteme olacağı bilgisi verilmişti.

 

Züleyha Halile gülümseyerek bakıp "enişten sana kızımı isteyecek" dediğinde Halilin gözlerine bir bakışı vardı ki utanmasa ağlayacaktı. Halil uzanıp halasının alnını öpmüş, sıkıca sarılmış, defalarca da teşekkür etmişti sessizce kulağına.

 

Gurur az söylenecek gibi olmuştu ama Murat eniştesinin de katılacağı isteme töreninin eğlence kat seviyesi daha çok ilgisini çekmişti.

 

Hepsi bir köşeye hazırlanmak için dağılmıştı. sanki birbirlerini tanıyan insanlar değillermiş gibi isteme merasiminin önemini bastıra bastıra söylemişti Züleyha. Üzerini değişip salona geri geldiğinde Asafın tek başına telefonunu kurcalayarak oturduğunu gördü.

 

"Diğerleri inmedimi aşağı daha oğlum?"

 

Asaf, Züleyhanın sesiyle başını kaldırdı. O sadece gömlek, pantolon giydiği için daha hızlı hareket etmişti.

 

"Halil takımını giyiyordu, diğerlerinden haberim yok abla."

 

Züleyha bulduğu fırsatla geçip Asafın yanına oturdu. Kaşı gözü pek güzeldi çocuğun. Küçücük bebek haliyle anasız, babasız nasıl hayatta kaldığını sorup duruyordu kendine anne merhameti.

 

"Sana da pratik olur bu isteme."

 

Asaf ne demek istediğini anlamadığından başını kaldırıp öylece konuşan kadına baktı.

 

"Anlamadım abla."

 

"Diyom ki hani Amasyaya gidecen ya Nazeninin ailesiyle tanışmaya, sana da işte şimdi önden gösterim olur bu isteme. "

 

Asaf istemsiz yutkundu. O, bunları nasıl yapacaktı ki? Sürekli bu soruyu aklına düşüren bir yanını, kalbinin Nazenine olan zaafı susturuyordu. Ama şimdi böyle açık açık söylenince nasıl olacaktı? Tek başına giden birini kim ciddiye alır da kızına layık görürdü?

 

"Ben... Bilmiyorum, yani böyle şeyler nasıl yapılır."

 

Züleyha elini uzatıp Asafın dizine koydu, bir anne edasıylada sıvazladı.

 

"Ben Ünzileyi pek severim, bi tatlı kadın ki sorma gitsin. Şey diyom ben..."

 

Asafın konuşulan konunun ne olduğunu boş bakan bakışlarından anladı Züleyha. Birden söyleyip, hadsizce konuşuyomuş gibi olmuş olmak istemedi. Ama hali, tavrı da çocuğun nasıl efendi olduğunu belli ediyordu.

 

"Şimdi oğlum, siz gideceğiniz zamanı ayarlayınca bize de deseniz diyom. Ben pek sevdim biliyon mu bi kere gittik de. Sizin bahanenizle bi daha gitsek olur mu ki? Hem Allah affetsin geçen sefer ilk gidiyom diye o ucube yengelerine ağız dolusu laf sokamadım kara kızımın. Nasıl içimde kaldı Asaf."

 

"Bizimle mi? Amasyaya? Abla kusuruma bakma, ben anlamadım."

 

Züleyha oturuşunun yönünü çevirip, iyice Asafa döndü.

 

"Abla değil oğlum hala."

 

"Efendim..."

 

"Yavrum ne ablası halanım ya ben."

 

"Öyle mi?"

 

Zavallı çocuk alışkın olmadığı için tabi anlamakta ister istemez zorlanıyordu.

 

"Çocuğum sen Halilin kardeşi değil misin? Öyle dedi ya bizim oğlan. Hıh işte Halilin kardeşiysen de benim yeğenim oluyon. E o zaman noluyo, ben senin halan oluyom. Anladın mı şimdi?"

 

Asaf, Halilin halasından bahsederken kelimelerle çok güzel oynadığını söylerdi. Bir şekilde herkesi kendi dediğine getirme gibi bir huyu olduğunu söylemişti. Hatırladığı bir anıda konuşturmak için sorguya aldıkları birinde "halam olsa elli kere anlattırmıştı şimdiye kadar" diye hayıflanması geldi aklına. Gülümsemesi az canlandı.

 

"Öyle tabi. Halil kardeşim."

 

"Hah bak bende onu diyom. O zaman sende benim yeğenim oluyon. Öyle abla falan ayıp çocuğum, halaya söylenmez öyle."

 

Asaf kadının tatlı tatlı onun azarlayışına tebessümünü bozmadan baş sallayıp onayladı.

 

"Haklısın Züleyha hala, ayıp ettim ben bilmeden. Hoş gör sen beni."

 

"Oy halası sevsin, tabi oğlum olur öyle şeyler. Ha ne diyodum ben sana? Amasya diyodum ele? Öyle tek başına gidilmez oğlum, ilk intiba çok önemli, bide Allahın yarattığı kula laf etmek olmaz ama iki amcası var ki Allah düşman başına sarsın onlar gibisini. Bizim kızın hiç fırsatını vermiyek onlara. Biz böyle kalabalığımızla gidek de gözleri korksun. Burda öyledir biliyon mu? İstemeymiş, tanışmaymış hep cümbür cemaat gidiliyo."

 

Asaf sonunda kadının ne amaçladığını anladığında pırıl pırıl parlayan yeşil gözlerine bir süre bakıp kaldı. Halilin anlattığı o kadını en şeffaf halde gördü gözlerine. Ailesi olmak istiyordu. Ailesiz, sevdiği kızın karşısında mahçup duruma düşmesin diye lafları çeviriyor, en zayıf yanını saklıyordu.

 

"Ailem mi olacaksınız hala?"

 

Züleyha dizindeki eline uzanıp sıkıca tuttu.

 

"E zaten aileniz ya halam. Gelin kızın ailesini oğlumla ziyaret etmiyek mi? Huyu, suyu, yüzü güzel evladım kızlarına gönlünü düşürmüş. Ünzile hanım şükür namazları kılsın."

 

Asaf elinin üstündeki ele bakıp, diğer eliyle uzandı. İçinde bir yerde sürekli ağıt yakan, çöpe atılmış bir bebek sesini dinletirdi ona. Asafı asıl yaralayan buydu esasında. Bir yetiştirme yurduna teslim edilse böyle canı acımazdı. Ona layık görülen bir konteynırın kenarında soğuktan, açlıktan ölmekti. Şimdi o bebeğe zerre kan bağı olmayan bir kadın, ailesinden biri olarak davranıyordu. Ona uzanmış eli kavrayıp üzerine bir öpücük bıraktı. Minnetini ifade edecek kelimeleri yoktu onun. Zaten Nazenine kadar uzun uzun konuşacak cümleleri de olmazdı hiç

 

"Teşekkürler hala. Nazdenin benim için çok kıymetli, çok değerli. Onun ailesinin karşısına çıkmak için yanımda oluşunu ölsem unutmam."

 

Züleyha gülümseyerek bakmaya devam etti. Koca koca yaşlar alsa insanlar ne olurdu ki? Bir yerde incinmiş çocuk yaşı hep saklanıp kalıyordu işte.

 

"Çok heves ettim valla. O sünepe yengesine karşı Nazenini gelin diye alayım da görsünler. Hem kapılarının önü bir güzel Asaf, orda kapı düğünü yapma hayalimi akşam kızlara anlattım. Davulla, zurnayla oynayacam ben orda. "

 

Asaf dağılan duygusal havayla gülümsemeye yeniden başladı.

 

"Bizi de bir ziyaret diye götürüp nikah masasına oturtacak mısın hala? Söyle de ona göre hazırlıklı gideyim."

 

Züleyha, Asafın her lafının ardına hala dediğini kaçırmıyordu.

Yine de oyuncu duruşunu bozmadı.

 

"Bana kalsa valla da öyle ederim de işte ne edecen mecburi akrabalıklar var. Ameliyatla bile ayrılamıyon oğlum. Hiiii!!!"

 

Geriye yaslanacak gibiyken düz durdu. Çıkan sesiyle de Asaf ne olduğunu anlamamış öylece baka kalmıştı.

 

"Sen şimdi Nazeninle evlenince amcalara amca diyecen ele. Aman heri bu ne ki böyle?"

 

"Hala sen niye bu kadar takıldın ki bu amcalara, çok mu kötüler?"

 

Züleyha kapıyı gözleyip dedikodu duruşuna geçerek bir bacağını içe doğru katlayıp Asaf döndü yüzünü.

 

"Ünzile benim kardeşim sayılır artık. O iki mendebur Ünzilemin anası Azerbaycan Türkü diye el belletmişler herkesi. Valla Ünzile anlattı ben kuruldum onlara. Tahir abim sağolsun karısına pek düşkün de koruyup kollamış. Emme yılan dilleri çok üzmüş Ünzilemi. Eltileri de hasetin teki hep. Gittik bi gece kalıp, tanışak, kızlarımız pek düşkün birbirine, ahbap olak diye. Bizden önce doluştular eve. Bana bile kadını kötüleyeceklerdi ya. Az sessiz sedasız diye diş geçiriyo sülükler. Ama bi iyi anne ki. Sana da çok güzel ana olur valla bak. Ama sen çok lazım olmadıkça amca deme yine de emi çocuğum."

 

Asaf gün arkadaşıymış gibi onunla dedikodu yapan kadına şaşırsa mı sevimliliğine bakıp gülsemi anlayamadı.

 

"Yani beni zorlarlar, istemezler öyle mi?"

 

Züleyhanın bir anda çatılan kaşlarına yine anlam veremedi. Vücut dili, micro ifade okuma becerileri yerle yeksan olabiliyordu işte böyle bir kadının karşısında.

 

"Hoşt!!! Onlar kim oluyomuş da benim oğlumu istemiyomuş? Hem anası, babası dururken onlar kim köpek acaba laf edecekler dalyan gibi çocuğuma? Ünzile maviş gözüne bile kıyamaz senin. Tahir abide Ünzile ne derse o der zati, öbürleri de samanlıklarında ağlasın canım. Herkese de üzülüp, tatlı canımı heba mı edeyim ben?"

 

Asaf dudağını ısıra ısıra güldü. Bir yanı da Nazenini bulup bunu söylemek için can atıyordu sanki. Aklına her geldiğinde içini daraltan aile ziyareti sandığı kadar kötü geçmeye bilirdi. Yanında elini sıkı sıkı tutan kadın ve ailesi sayesinde belki de çok daha güzel geçerdi.

 

Bazı şeylere heves eden kalbi hemen uyardı. "Ailesi "değildi o söz artık. "Ailem" olacaktı. Asafın ailesiydi neticede. Halası öyle söylemişti.

 

"Çok teşekkür ederim Züleyha hala. Bunun benim için önemini bilemezsin."

 

Züleyha tatlı tatlı baktı yüzüne.

 

"Kara kızıma yakışır bir damat buldum diye hep, elimizden kaçırmayak seni."

 

"Damat mı?"

 

"Hııı damat."

 

Züleyha gözlerini kısıp biraz evvel sevimlice bakan o değilmiş gibi kaşlarını çattı.

 

"Kızımla gönül eğlemiyon ele lan? Vallaha paralarım adamı, dünya işim var benim. Sırada Yiğit bekliyo daha."

 

"Yiğit mi? O neyi bekliyor?"

 

"Aman hiç sorma! O da Meyraya kafayı takmış da sen gibi usturuplu durmuyoki anam. Kendi gibi sıyırığın teki Meyra da. Kır düğünü yapacam onlara. Size be yapak? Kapı düğünü şart emme bak. Onu atlamak olmaz, içimde kalır."

 

Asaf ilk kez sesi çıkarcasına gülüp kendini geriye yasladı. İki eli de yüzünü sıvazlayıp kendine gelmeye çalışıyordu.

 

"Nazenini bana vermezlerse ya?"

 

Bunu muzip bir sesle sormuştu.

Züleyha da altına katladığı dizini açıp geriye yaslandı. Bacak bacak üstüne atıp kollarını bağladı. Yüzündeki gülüş biraz ürperticiydi.

 

"Çok şükür daha isteyip de alamadığım bişey olmadı. Sen halana güven yavrum, ben halledemeyecek gibi olursam şahımı kullanırım."

 

"Şah?"

 

Züleyha hala kibirli oturuşu ve gülüşüyle başını salladı.

 

"Hııı şah. Asili diyom, kocam olur kendi. Ağırlığını ortaya koyup milleti lafına getirir benim kocam. Akıllı akıllı laflar edip hiç olmayacak işleri bi kolay bağlıyo ki restoranda valla, imreniyom herif benim olsada."

 

Konuşmaları devam ederken Halil ve Yiğit girdi içeri. Ardından da bir örnek bej gömlek ve kahverengi pantolon giyinmiş Yağız ve Gurur girdi. Gurur ters ters kardeşine bakıyordu. Sonra oturan annesini görünce o ters bakışlar annesine yöneldi.

 

"Anne bu ne Allah aşkına? Yatağına hazırladım giyeceklerini dedin, bende akıllı bir evlat olduğumdan giydim ama bu çocuk ne böyle?"

 

Züleyha oturduğu yerden ayaklanıp topuklularının sesini duyura duyura oğullarının yanına geldi. Yakası dağınık duran Gururun yakasını düzeltti ilk.

 

"Annem heves ettim ne olmuş? Kardeş kardeş aynı giyseniz, bi resmimiz olsa öyle. Ne olur sanki? Hem bak benim paşama, maşallah yavrum nasıl düzgün giyinmiş. Oğlum ütülü gömlekle boğuştun da mı böyle kırıştı bunlar ilk dakkadan?"

 

Yağızda suratı hafif asık abisini boydan boya süzüp annesine baktı.

 

"Anne ortak giyim bebeklerde şık duruyor, kabullen artık. Abim yirmi ben on bir yaşındayım."

 

Züleyha özenle taranmış saçlarına parmaklarının ucuyla dokunup düzeltiyormuş gibi yaptı. Gülümsemesi yüzünden eksik olmuyordu.

 

"Anasının akıllı bıdığı, ama bak nasıl yakışıklı olmuşunuz? Ne oldu ki sanki? Çok beğendim çok, anam iyiki doğurmuşum. Nasıl yakışıklı ya bunlar?"

 

Yağız nefesini bırakıp omuzlarını düşürdü.

 

"Bu sefer kalbin kırılmasın diye böyle olsun ama lütfen bir daha yapma anne. Gurur abimle benzemek çok da hoşuma gitmedi açıkcası."

 

Gurur ağzı açılmış onu küçümser gibi konuşan kardeşine baktı. Muntazam bir şekilde taranmış saçlarına acıtmayacak bir şaplak attı.

 

"Şuna bak hele! Yerden bitme çocuk kıstırırım tenhada seni. Galiba yine kendini tokatladığın o anların özlemiyle yanıyorsun."

 

Yağız sıkı bir cevap vermek için ağzını açmıştı ama sonra abisinin üzerine oturup kendi elleriyle kendini tokatlattığı o anlar canlandı gözünde. Böyle bir şeyi tekrar yaşamamak için susması akıllıca olacaktı.

 

Gurur da karşısında cevap veremeyen bücüre sırıtarak baktı.

 

Kapı tekrar açıldığında Asil ve kucağında Zümrüt girdi içeri. Züleyhanın giysin diye hzırladığı pembe elbisesi dalgalı saçlarına takılmış kurdalesiyle çok güzel görünüyordu. Yüzü güldüğüne göre babası gönlünü görmüştü. Asil yanağını uzatıp öpmesini bekledi kucağındaki kızının sonra da indirdi aşağı.

 

Züleyha hiç küçük çirkefine bulaşmadan kocasına yaklaştı.

 

"Giymiş elbiseyi kocam, nasıl ikna ettin?"

 

Asil elbisesini Yiğit ve Halile gösteren kızına gülümseyerek bakıyordu.

 

"Bu gecenin bizim için çok özel olduğunu , onun da prenses gibi giyinmesi gerektiğini söyledim. Bir de ablaları çok güzel olacağı için hepsinden güzel olmak zorundaymış imalarında bulunmuş olabilirim."

 

Züleyha sırıtıp kocasına baktı.

 

"Bak bu yüzden Zümrütü giydirmeyi sana sattım. Beni iki saat bağırtırırdı."

 

Henüz kızlar aşağı inmeden kapı sesi duyuldu salonda. Züleyha kaş, göz yaparak Halile tembihlediğini hatırlattı. Halil herkesden önce kapıya çıkıp gelenleri ilk o karşıladı. Murat abisine elini uzatıp kısa bir sarılma gerçekleştirdiler. Muratla telefonda konuştuğu detay için dışarı çıkıp arabaya yöneldi. Nazlının yaşı kadar goncadan hazırlanmış gül buketini kucağına aldı. Semiha teyzesi bir kolunu Birgül ablasına dolamış diğer eliyle de gümüş gondola yaptırdığı çikolatayla yüzü güler bir halde girdi içeri.

 

Zil sesiyle hızla kızlar odalarından çıkmış ve aşağı kapıya bakmak için inmişlerdi. Nazlı giydiği siyah elbisesi ve özenle yapılmış saç-makyajıyla çok güzel görünüyordu.

 

 

Hemen annesinin yanında durup onu yönlendirsin diye gözlerine baktı.

 

"Geç kız geç, önde karşıla misafrleri."

 

Hemen bir kaç adımla kapıya en yakın konuma ilerledi. İlk içeri Semiha teyzesi ve Birgül halası girmişti. Semiha teyzesi halasının kolunu tutan elini çekip Nazlıya uzandı. Nazlı da hemen boştaki elini kavrayıp öpüp başına koydu.

 

"Nazlı kızım, yavrum sen büyüdün de isteme çikolatanı mı getiriyoz kuzum?"

 

"Hoşgeldin Semiha teyzem, çok mutlu ettin beni. "

 

Kadın elindeki gondolu uzattı. Nazlı eline alıp napacağını bilemediğinde Meyra atılıp almıştı bile. Sonra özenle giyinmiş Açelya, Defne ve Toprak girdi içeri. Toprağın tombul yanakları ve papyonu çok tatlı görünüyordu.

 

Nazlı bu sefer halasına sarıldı.

 

"Hoşgeldin halacığım, sefa getirdiniz."

 

"Halasının nazlısı, ne kadar güzel olmuşsun sen böyle. Maşallah kızıma, oğlan da fena yakışıklı ama şimdi. Çok yakıştınız çok."

 

Nazlı Halille geçen cümlede böyle güzel bir övgü almanın verdiği hisle daha çok sarıldı halasına tekrar.

 

"Teşekkür ederim halacım."

 

Nazlı üç kuzenine de sarılıp içeri davet etti. Açelya iki yanağını değdirmişti sadece ama Defne sıkı sıkı sarılmıştı ona. Toprakla göz göze gelebilmek için de aynı boya eğildi Nazlı.

Hemen elleri tombul yanaklarımı sıkmak için uzandı.

 

"Allahım sen nasıl yakışıklı olmuşsun böyle. Bu papyon ne ya?"

 

Nazlı rujunun iz bırakacağını bilse bile dayanamayıp öptü. Sonra da parmaklarıyla okşayarak kırmızı izi sildi hemen.

 

"Nazlı abla."

 

"Efendim balım."

 

"Damat çok büyükmüş ya. Kocaman boyu."

 

"Ay sen damadı tanımadın mı tosbağam benim? Halil ağabeyin tanışır senle."

 

"Nazlı abla?"

 

"Efendim yakışıklı."

 

Toprağın soru sormadan önce adını söylemesi hep olan bir şey olduğu için Nazlı yadırgamadı.

 

"Benimde boyum öyle olacak büyüyünce."

 

Nazlı kulağına yaklaşıp sağa sola bakıyormuş gibi yaptı.

 

"Bence sen ondan bile uzun ve yakışıklı olacaksın. Ama bunu ona söyleme. Kıskanır bizi "

 

Toprak önden düşmüş tek dişini göstere göstere güldü bu habere. Şimdi az tombuldu ama uzayınca o da geçerdi canım. Altı yaşına gelmişti hem, az kalmıştı az.

 

Nazlı ayağa kalkacakken içeri Murat eniştesi ve Halil girdi. Ne ara dışarı çıktığını görmemişti bile. Elindeki gül buketi çok güzel görünüyordu. Gülümsemesi yüzünü kapladı.

 

"Oooo boncuk hanım, ne olaylar, ne dedikodular kaçırmışız biz ya? Kızım insan az çıtlatır. Annem söyleyince kadını kolundan tutup doktora götürecektim halisünasyonlar başladı, yandık diye."

 

Murat uzanıp sarıldı yeğenine.

 

"Hoşgeldin enişte. Valla o kadar ani olduki biz bile tam olarak ne yaşıyoruz idrak edemiyorum. Annem bir anda bu çizgiye taşıdı."

Murat göz kenarlarında oluşmuş çizgileri göstere göstere güldü.

 

"Züleyha başkan varsa işin içerisinde sorgulamıyorum. Allah hayırlı uğurlu etsin kızım."

 

"Teşekkürler enişte, gelerek beni çok mutlu ettiniz."

 

Murat göz kırpıp omzunu sıvazladı Nazlının.

 

"Ben kız tarafıyım valla. Annemle Asil isteyecek seni. Kaçırır mıyım bu anı?"

 

Muratın gülerek içeri girmesiyle Nazlı şöyle bir etrafa baktı. O misafirleri karşılarken annesi içeri girenleri ağırlamak için herkesi peşine takmıştı demekki. Halil ve kendi kaldığı için kırmızı rujla boyadığı dudağının kenarını ısırarak baktı sevgilisine.

 

"Halil..."

 

Halil güzelliğine güzellik eklenmiş boncuğuna iç geçirerek baktı.

 

"Nazlım... İnsanın içi gidiyor bakarken, bu ne güzellik."

 

Nazlanarak kıkırdadı Halile. Yanına yaklaşıp elindeki güllere baktı. Halil o zaman Nazlıya dalıp, çiçeği vermediğini hatırladı.

 

"Bunlar senin boncuğum. Gülüşün gül bahçesi gibi zaten, yanında çok kendilerini gösteremeyecekler ama."

 

Nazlı özenle hazırlanmış buketi alıp koklayarak süzüldü. Halil de kapı girişini ve boş alanı gözleriyle tarayıp Nazlıyı belinden tutarak kendine çekti.

 

Nazlı beklemediği için bir an şaşırır gibi olmuştu.

 

"Halil!"

 

Halil açıktaki gerdanına uzanıp derince soludu ilk. Sonra da minicik bir kaç öpücük bıraktı.

 

"Geldik geleli doğru düzgün öpemiyorum bile Nazlım. Gözümün önündesin, hasretini çekiyorum."

 

Fısır fısır konuşarak dudaklarını tenine sürttü. Nazlının hızlanan nabzı, terleyen avuç içleri kendini bırakmak istesede gözleri sürekli salon kısmını gözlüyordu.

 

"Halil... Halil annem gelecek..."

 

Dudaklarından dökülen kelimeler inleme gibi çıkmasa Halil için etkili olabilirdi. Sonra içerde onları bekleyenleri daha fazla bekletmemek için iki göğsünün arasına ıslak bir öpücük daha bırakıp çekildi. Ona mayışmış gözlerle bakan kıza gülümsedi. Saçının bir tutamını geriye atıp kulağına yaklaştı.

 

"Göğüslerin burdan çok güzel görünüyor Nazlı. O yüzden kimseye çok yakın mesafede durma olur mu? Sadece ben!"

 

Nazlının konuşmasına izin vermeden de salona doğru yürümeye başladı. Arkasında far görmüş tavşan gibi bıraktığı kızın son derece farkındaydı.

 

Nazlı güçlükle yutkunup, yanan bağrına elini yelpaze yapar gibi salladı. Karnının içindeki tatlı sancı olmayacak yerlerine sinyal gönderiyordu sanki.

 

"Annem haklı galiba. Allahım ben azıttım mı acaba? Of adamın eli değse ben bi fena oluyorum ama ya..."

 

İçerde oldukça fazla ses vardı. Herkes birbiriyle konuşuyor, annesi herkese laf yetiştirip bu aşamaya nasıl geldiklerini anlatıyordu. Nazenin ve Meyranın yanına geçip oturdu. Sığılmayacağı ihtimaliyle koltuk takımının yanına sandalye yerleştirmişlerdi. Üç kız sandalyede konuşan insanları izliyordu.

 

"Nazlı."

 

"Efendim Meyra."

 

Meyra gözünü Semiha teyze ve Züleyhaya dikmiş bakıyordu. O kadar hızlı ve aynı anda konuşup, üstelik birbirlerini anlıyor oluşları çok ilginç görünüyordu.

 

"Bu ikisi çok fena. Beş dakikada senin düğün mevzunu, Halilin işini, gücünü, yakışıklı yüzünü, Adanada dolandırılan esnafın oyununu, kadının birinin kızını da alıp mendeburun tekini terk edişini, kuraklık yüzünden seralarda sıkıntı çıkacağını hatmettiler. Biz çok gerideyiz Nazlı. Biz bunlarla aynı ligde yer alamayız. Bunlar milli takımsa biz sokak arası taş kale oyuncularıyız."

 

"Meyra ne diyorsun Allah aşkına? Çok gerginim ben ya, midem mi bulanıyor ki? Çok gerginim."

 

"Kızım ne diyeceğim, ışık hızıyla dedikodu yapıyor bunlar. Bizi yerler Nazlı."

 

"Acaba sanane Meyra, manyak olursun düşünme orayı."

 

Meyra gözünü ayırmadan hâlâ hızlı hızlı konuşan ikiliye ve arada konuşmaya dahil olan Birgül ablasına baktı.

 

"Gelin alacak beni. Valla alır, ben bir şey de diyemem. Kafasına koymuş alacak gibi yani ."

 

Mırıl mırıl konuşmasını Nazlı duymadı ama Meyra işin ciddiyetini tam olarak şu an idrak ediyordu.

 

Sohbet yavaşladığında Züleyha kocasına kaş göz yapıp oturma düzeni için harekete geçmesini istedi. Asil de Asaf ve Gururun ortasında oturan Halile baktı. Halil sürekli eniştesini gözlediğinden hemen ayaklanmıştı.

 

"Gel oğlum sen yanıma. "

 

Herkes oturdukları yerden kalktığında üçlü kotuğa Semiha teyzesi, Asil ve Halil oturdu. Tam karşısındaki üçlüye de Züleyha, Murat, Birgül geçti. Yiğit berjerden kalkıp Gurur ve Asafın oturduğu kısma ilerlemişti.

 

Semiha yarısı olmayan dişlerini göstererek gülüp Nazlıya baktı.

 

"Hanım kızım sen kahvelerimizi yap hele."

 

Nazlı da sanki bunu bekler gibi hemen ayaklandı.

 

"Hemen yapıyorum Semiha teyzem."

 

Kadın yaşlılık çökmüş yüzündeki gülüşden zerre eksiltmedi.

Nazlının peşi sıra kızlar da mutfağa yol almıştı. Salonda kalanlar ilk boş boş birbirlerine baktı. Oturma düzeni değişince atmosfer de değişmiş oldu sanki. Murat gözünü Asile dikmiş sırıtıyordu.

 

"Hayırdır, yine neyin peşindesin?"

 

Murat omzunu silkti, bacak bacak üstüne atıp da geriye yaslandı.

 

"Yok Asilim ne olsun ya. Seni izliyorum, şükür ediyorum hayatıma."

 

"Akşam akşam gerginim zaten daha çok yorma beni zevzek herif."

 

Murat gözlerini şok olmuşlukla açmış, Züleyhaya dönmüştü.

 

"Erkek tarafı hiç yol yordam bilmiyor Züleyha. Sen bu adama kız vermek istediğine emin misin?"

 

Züleyha da eniştesinin işin eğlencesiyle ilgilendiğini pekala biliyordu.

 

"Oğlanın babası az kasıntı emme çocuğu gözüm pek tuttu enişte. "

 

Gurur elindeki kuruyemiş tabağından fındıkları seçerken konuya daldı.

 

"Sen yine de çok emin olma anne. Sotede kıstırırım seni diye tehdit ediyor beni. Şiddet eğilimli geldi bana biraz."

 

Halil hiç bir şey demeden tekrar Gurura baktı. Gurur tek tek ağzına fındık alıp, nasıl olsa bir şey diyemeyeceği bilinciyle sırıtarak bakıyordu yeni eniştesine.

 

"Öyle mi ediyon lan oğluşuma? Gözünü mü korkutuyon?"

 

Halil ceketinin kapalı olan düğmesini açıp gerilmiş bedenini rahatlatmaya çalıştı ilk.

 

"Hala ben genelde sözle uyarı yapmam. Sotede kıstıracağım kişi genelde kıstırdığımda fark eder başına geleni."

 

Son sözlerini Gurura bakarak söylemişti. Biraz evvel sırıtan çocuk elindeki bir avuç fındığı ağzına tıkıp yarı yenmiş halde yutmaya zorladı kendini. Millete söylese kimse inanmazdı ama Halil abisinin ürpertici bir yanı vardı sanki. İşin kötüsü o yanını sadece Gururun görebileceği aralıkta sergiliyordu.

 

"Korkutman fındık oğlanı, beti benzi attı çocuğun. Maşallah maşallah bu da git gide pek güzelleşti ya."

 

Semiha teyzesinin ona bakarak ettiği laflar biraz önce korkuyla Halili izlememiş gibi gülümseyerek toparlandı.

 

"Kız semoş, şu evde kıymetimi bilen bi sensin ya. Burda eziyorlar, hor görüyorlar, incitiyorlar beni."

 

Züleyha ve Asil aynı anda zevzek diyerek kapattılar oğullarının ağzını.

 

"Semiha teyzem, Hayrullah amca niye gelmedi? Onu da bekliyodum ben."

 

Yaşlı kadın hafif hafif sızlayan dizlerini sıkarak Züleyhaya baktı.

 

"Kızım yaşlılık hali işte. Tuttu yine gözü kör olası ağrıları, ilacını içincede uyku yapıyo adama. Biz daha kapıdan çıkamadan koltukta horulduyodu. Siz kusuruna bakman amcanızın."

 

Asil yanındaki kadının eline uzanarak sıktı.

 

"Ne kusuru, selamımızı söyleyin. Yarın nikah gündüz olacak, ona gelir inşallah."

 

"Asil lan."

 

Muratın sesiyle Asil derin bir soluk alıp bıraktı.

 

"Efendim Murat."

 

"Yahu ben düşünüyorum düşünüyorum çıkamadım işin içinden. Sen tam olarak kızını, karından isteme seviyesine nasıl geldin? Şimdi sen önden söyle bana da tedbir alayım diye soruyorum. Yanlış anlaşılmasın."

 

Asil de geriye yaslanıp Murat gibi rahat bir pozisyona soktu duruşunu.

 

"Kâr zarar hesaplaması yaptım Murat. Fizibilite raporunda kızını veren babamı yoksa oğluna kız alan babamı daha kârlı konuma düşüyor ayrıştırdım. Umarım anlatabilmişimdir. Sende hazırla kendini hazır lafı açılmışken. Kısmet bu işler hep, bizimde aklımızda yoktu ama yarın evlendiriyoruz çocuklarımızı."

 

Murat Nazlıyla beraber çıkıp giden kızlarının sandalyelerine anlık baktı. O kızlarını kimselere veremezdi bir kere. Ha çok isterlerse damadı babasından isterdi Murat. Çocuklarının gönlü kalmasın yeterdi yani.

 

Salonda boş muhabbet dönerken Nazlı eli ayağı titreye titreye kahve yapmaya çalışıyordu. Açelya ve Defne masada otururken üç kız ocak başında üç farklı cezve ile kahve pişiriyordu.

 

"Nazlı..."

 

"Efendim Açelya."

 

Ardından gelen sese dönüp bakamamıştı Nazlı. Kahveleri taşırmadan pişirmenin derdindeydi. Köpüksüz olursa annesi canına okurdu.

 

"Siz Halille sevgili miydiniz ki? Biz hiç duymadık da. Evlilik kararı çok hızlı değil mi?"

 

"Halil abinle uzun zamandır ilişkimiz yok canım ama ben bayadır aşığım kendisine."

 

Halil abi kısmı baya bir bastırılarak söylenmişti.

 

"Hmmm... Yine de bu yaşta evlilik çok saçma bence. Hayatı yaşamak varken."

 

Nazlı köpükleri alırken olabildiğine dikkatni fincanlara verdi.

 

"Evlenince hayat bitmiyor canım, o hayatı artık Halille yaşamaya devam edeceğim ben. Tabi sen böyle düşünüyorsan saygı duyarım."

 

Açelya onu zerre umursamadan cevap vermesine niyeyse bozuldu. Baştan aşağı arkası ona dönük kızı izledi.

 

"Keşke isteme gecende daha renkli bir şeyler giyseymişsin. Elbisen yas havasında olmuş gibi sanki."

 

Nazlının derin bir soluk alıp vermesiyle de Meyra elindeki fincanı bırakıp ardında boş konuşan kıza döndü.

 

"Bu gecenin star parçası Nazlının güzelliği olduğu için elbisesini olabildiğine dikkat çekmekten uzak tuttuk şekerim. Moda da önemli bir kural vardır. Eğer yıldız parçan varsa diğer her şeyi gösterişten uzak tutarsın."

 

Meyra küçümseyen bakışlarını bile isteye Açelyanın üzerinde gezdirdi.

 

"Sen kendi istemende gökkuşağı temalı bir stayling yap olur mu ablacım. Kahve taşmasın Nazlı!"

 

Açelyanın yüzünü saran kızıllığı hiç umursamadan Nazeninin kalçasına hafif vurdu. Arkadan bu sefer daha ince bir ses duyuldu.

 

"Valla ben sana bayıldım Nazlı abla. Çok zarif duruyorsun. Halil abi gözlerini bir kere bile ayırmadı üstünden. Sen çok güzel, o çok yakışıklı. Resmen VİP bir çift."

 

Defnenin kıkırtısına Nazlı anlık göz kırpıp öpücük attı.

 

"Teşekkürler balım. Sevgilim diye demiyorum çok yakışıklıdır kendisi."

 

Meyra kalçasını bu sefer Nazenine biraz daha hızlı vurdu.

 

"Senin maviş de yedi bitirdi gözleriyle haberin olsun Nazenin kuşu. Efendi uslu çocuk dedik ama her an simülasyonla gözlerinden ışın çıkaracak gibiydi. "

 

Nazenin üzerindeki tulumu düzeltir gibi edip maşaladığı saçlarına dokundu.

 

"Gerçekten mi? Ben pek bakamadım, herkes var ya. Hiç konuşamadık da bu gün."

 

Meyra uzanıp yanaklarını sıkar gibi bir sağa bir sola salladı.

 

"Aman da aman Asafını özlemiş bu kuş. Beğensin diye makyaj bile yapmış."

 

"Ya Meyra ne alakası var? Bu gün özel diye yaptım."

 

"Aaa o mavi gözlü adam Halilin arkadaşı değil miydi? Öyle tanıştırdılar, senin sevgilin mi Nazenin?"

 

Açelyanın konuşmasıyla Meyra Nazeninin yanaklarındaki elini indirip sevimlice sırıtarak kıza döndü.

 

"Halil abinin arkadaşı ve aynı zamanda Nazeninin sevgilisi. Çocuk görür görmez vuruldu bizim kıza Açelyacım, gör halini."

 

"Ay hiç anlamadım. Yani o kadar ilgisiz duruyor ki herkese karşı. Hiç Nazenine bakarkende görmeyince, fark edememişim."

 

"Maşallah kız sana. Gözler radar gibi, herkesi aynı anda izliyorsun ya. Allah nazardan saklasın!"

 

Meyra dişlerini sıkarak söyleyince en son cümleyi Nazlı kolunu sıvazladı.

 

"Kahveler oldu çiçeğim, hadi yardım edin bana."

 

Meyra anında dönüp damat fincanına baktı.

 

"Hayır Nazlı! Sabahtan beri bu anı bekliyorum ben."

 

"Meyra ya ne olur atmayalım. Hem tuz istemiyorum demek için konulurmuş. Ben Halili istiyorum ki. Atmayalım yazık benim sevgilime."

 

Meyra olumsuzca kaşlarını indirip kaldırdı.

 

"Olmaz valla. Zülüş tembihledi, malum olayın intikamı diye tuz avusu yapın o kahveyi dedi. Beni bilirsin, zülüş ne derse o."

 

Nazlı pes etmişlikle omzunu düşürdü. Annesinin de alacağı olsundu valla. İnsan yeğenine böyle yaparsa düşmanına neler neler yapardı.

 

Meyra ve Nazenin kıkırdayarak bir çay kaşığı tuzu küçük fincanda karıştırdı. Meyra bile isteye yanındaki suyu da yarım doldurdu.

 

Kahve tepsilerini alan üç kız sırayla çıktılar mutfaktan. Nazlı damat tepsisini Nazenine vermiş geride durmasını tembihlemişti. İlk olarak Semiha teyzesi, babası, annesinin, Murat eniştesi ve halasının fincanını verip geri Nazenine doğru yürüdü. Bu sırada Meyra da diğer tepsiyi sıra sıra oturan erkeklere doğru taşıyordu. Asaf ve Gurura uzattıktan sonra en son uyuz bir insan kalmıştı. Yüzüne, özellikle saçlarına sırıtarak baktıkça kahveyi yanlışlıkla(!) Üzerine dökesi geldi. Hazırlanmak için saçlarını yıkadığından ve gerçekten gözünün alışamadığı renkten kaynaklı boyayı akıttığından böyle güldüğünü bilmiyordu sanki.

 

"Sarı şeker, kahvem de bol köpüklü. Maşallah eline de yakışmış hani."

 

Meyra istifini bozmadan uzatıp kahveyi almasını bekledi. Anlık da onu sırıtarak izleyen oğlana baktı.

 

"Sana özel yaptım. Bol tükürüklü, afiyet olsun Yiğitciğim."

 

Yiğit hiç umursamadan uzanıp aldı kahveyi. Gözüne baka baka da içti.

 

"Ohhh en sevdiğimden. Saçların..."

 

"Yemin ederim bir şey de tepsiyi suratına geçiririm!"

 

"Kızım ne agresif çıktın sende, güzel olmuş diyecektim. Çok gerginsin çok."

 

Sırıtık ifadesini bozmadan kahvesine geri döndü Yiğit. Kızlarda biraz evvel kalktıkları sandalyelerine geri oturdu.

 

Nazlı, Halile kahvesini uzatırken üzgün gözlerle bakıyordu. "Özür dilerim" diye fısıldadığında Halil çok anlamadı durumu.

 

Geçip Nazenin ve Meyranın yanına oturunca ürkek bakışlarla Halili takip etmeye devam etti. Halil kahvesinden bir yudum alınca anladı olayı. Dudağı azıcık kıvrıldı. Bu işte Meyranın parmağı olduğunu düşünürken halasının ona gülerek baktığını gördü. İstemsiz gülümseyip başını iki yana salladı. Sanki herkes onun kahvesini içişini izliyor gibiydi. Yüzünde zerre değişim olmadan ağır ağır içti kahvesini. Dışardan gören göz, keyfini çıkardığını düşünebilirdi. Biten fincanı tepsisine bıraktı. Yarım doldurulmuş suya gözünün kenarıyla bakıp uzanmadı bile.

 

Meyra gözleri iri iri açılmış izliyordu.

 

"Nazlı! Nazlı Allah canımı almasın adama kıyamayıp başkasına mı kitledin tuzlu kahveyi?"

 

Fısıldayarak Nazlıyla konuşsa da gözü Halilin üzerindeydi. Nazlı da tam anlamamıştı. Gerçekten heyecandan karıştırmış mıydı ki acaba? Diğerlerini taradı hemen gözleriyle. Herkes normal normal içiyordu.

 

"Ay bilmiyorum ki. Yani yok ya o fincandı işte. Nasıl içti ki onu?"

 

Meyra dehşetle açılmış gözlerini hâlâ çekememişti üstünden. Halil anlık kendine bakmış gülümsemiş sonra Nazlıya göz kırpmıştı.

 

"Nazlı... Kızım boku yedin. Adama zehir verdik bal muamelesi çekti. Sen bunun elinden canlı çıkarsan bize taktik ver."

 

Nazlı dirseğini Meyraya geçirip susması için uyardı. Yine oynak hisleri istemsiz Halilin elinde bir Nazlı düşürdü aklına ama. Gülesi geldi, zorla tuttu kendini.

 

Kahveler bitince Semiha teyzesi orta sehpaya bıraktı elindekini. Kendini salmış bedenini de dik tutmaya başladı.

 

"Yedik içtik, hamdolsun. Şimdi gelelim biz ziyaretin maksadına."

 

Laf açılınca herkes bir anda duruşunu düzeltti.

 

"Oğlumuz kızınızı pek beğenmiş, yoldaşı olsun istemiş e kızınız da görünce dalyan gibi çocuğu kaçırmıyam ben bunu demiş. Yani demem o ki Züleyha gelin kız, senin boncuk kızın Nazlıyı benim dalyan oğlum Halile Allahın emri, peygamber efendimizin sünnetiyle istiyom."

 

Züleyha ağzını açacakken Murat dirseğini az dokundurdu.

Züleyha da gülüp başını eğdi.

 

"Şimdi Semiha hanım siz bizi biz sizi biliriz de oğlandan pek haberimiz yok. Oğlanın babası, işi gücü varmı çocuğunun "

 

Asil bıkmış bir ifadeyle karşısındaki zevzeğe baktı. Oyuna çevireceğini tabiki biliyordu.

 

"Var efendim. Oğlumun işi gücü var."

 

"Sigortası da yatıyor mu?"

 

"Yatmaz mı? Halil maaş bodron yanında mı evladım, gösterelim kız tarafına?"

 

Halil eniştesinin dizini sıkan eline bakıp gülümsedi.

 

"İçkisi, sigarası, kumarı yoktur heralde."

 

"Yok çok şükür. Evlatlarımın kötü huyu yok benim!"

 

Murat sırıtmasını azıcık bile eksiltmedi.

 

"Namaz niyaz?"

 

"Bunu bana utanmasa bi ramazan, bi kurban bayramında camiye giden adamın sorması da! İlginç tabi."

 

"Oğlum cumaları kaçırmam ben, anamın yanında sen şimdi niye pislik yapıyorsun?"

 

"Bilmem Murat efendi, durup dururken niye yapıyorum değil mi?"

 

Murat gözünü Asilden ayırmadan Züleyhaya az eğildi. Sesini bilerek duyulacak seviyede tuttu.

 

"Oğlanın babası da aksi gibi değil mi? Kaynata çok önemli Züleyha, sen emin misin bu adama kız vermeye?"

 

"Az aksi gibi sanki hakkat enişte. Kızıma kaynatalık yapar mı ki?"

 

"Zümrüt göz sende uyuyorsun ya şu adama? "

 

Asilin esefle çıkan sesine gülümsedi karısı.

 

"Neyse enişte, ben gözüme kestirdim kaynata olacağı. Üstesinden gelirim gibi, hele duruş da ki asil oturuşa bak bi."

 

Asil kaşını çatsa da gülecekmiş gibi bir ifadeyle baktı karısına. Maskara olmuştu iyice elinde.

 

"Sebebi ziyaretin cevabı diyorduk Züleyha hanım! Oğlum gerilmekten yaya döndü, evladım cevabı duysa da rahatlasa mı?"

 

Her kelimeye bastıra bastıra konuşunca Züleyha alnı küçük küçük terlemiş Halile döndü. Ne olacağını biliyor olması gerilmesine engel değildi demekki.

 

"Oğlan pek yakışıklıymış essah. Gözünü kaşını kimden aldıysa maşallahı var. Ama kızımın kıymetini bilir mi sormam lazım Asil beyciğim. Kızım nazlıdır, incitilmeye gelemez. Nazını çekecek sabrı varmı?. Az da iş bilmezliği var ne yalan söyleyim, sen beceremiyon deyip gönlünü kırar mı oğlun?"

 

Laflar Asile söylense de gözler Halilin üstündeydi.

Halil düşmüş omuzlarını dikleştirdi. Büyük bir ciddiyetle halasının gözlerine baktı.

 

"Ben bile isteye senin kıymetlinin canını yakmam hala. Olurda benden ötürü gözünden yaş gelmişse bilki ben çok daha kötü bir haldeyimdir. Hayat bu, çıkıp sana büyük büyük yeminler edemem ama canım çıkmadan kızının bendeki yeri değişmez. Nefes aldığım sürece senin kızının yüzü gülsün diye yaşayacağım ben."

 

Züleyha içini saran bir gururla baktı ilk göz ağrısına, ilk kalp yangınına.

 

"Nazlım, sende benim oğlum gibi sevip sayacan mı onu kızım? Halilime güzel bi eş olacan mı yavrum?"

 

Biraz evvel Halilden verilmesini istediği sözü şimdi de kızından bekledi. Nazlı da yanakları kızararak ilk babasına sonra ona dikilmiş gözlere anlık baktı.

 

"Hayat bu anne, yaşamadığım şeylerin sözünü veremem ama on altı yaşımda kalbime düşen sevgisinden zerre eksiltmeden bir ömür geçiririm oğlunla. Onunla gelen sefayı da cefayı da kabullenirim."

 

Züleyha derin bir nefes verip kocasına baktı tekrar.

 

"Ne diyelim Asil beyciğim, kızım oğluna pek kapılmış. Oğlum, kızına çok fena sevdalanmış. Hayırlı uğurlu olsun o zaman."

 

Gurur ve Zümrütün bir anda alkışlarıyla şaşıracak gibi oldular ama sonra onlara eşlik ettiler. Gurur iki de bir laf sokan o değilmiş gibi arsızca bir iki de ıslık çaldı tüm ciddiyetsizliğiyle.

 

Halilin cebinden çıkarıp halasına uzattığı yüzük kutusunu Nazenin ve Meyra hemen almış ve mutfakta zamanının gelmesini bekleyen yüzük tepsisine yerleştirmişlerdi. Sabah nikah için hazır olsun diye boşaltılan kısıma herkes ayaklanıp geçti. Halil ve Nazlı yanyana durmuş yüzüklerinin takılmasını bekliyordu. Meyranın ısrarıyla yüzük tepsisini Nazenin tuttu. Evin en büyüğü olduğu için de kurdaleyi kesme görevi Semihaya bırakıldı. Semiha eline makası aldığında iki el uzanmıştı yaşlılıkla titreyen ellerinin üzerine.

 

"Hop anne..."

 

"Semoş makas kesmiyor bir kere, yok öyle hız!"

 

Murat ve Gururun çıkışıyla bir an sessizlik oldu içerde. Sonra Murat, Gurura baktı.

 

"Oğlum sen niye rol çalmaya başladın benden?"

 

"Enişte yaşından başından utanma zamanın ne zaman gelir tahminen senin?"

 

"Zevzek!"

 

"Babamlaşıyorsun şu an."

 

"Çekil lan! Asilden dolarlı bahşiş alacağım."

 

"Enişte vizyonsuzsun, euro de bari. Ayrıca sen zenginsin ben öğrenciyim. Gözün ne zaman doyacak?"

 

"Oğlum çekilsene!"

 

"İmkansız! Para benim için çok mühim bir konu enişte. Elli yaşında adamsın, senin yaşındakilerin elinden tesbih düşmüyor."

 

"O elli yaşındaki adam boynunu kırar haberin olsun."

 

"Şiddetle çözemeyiz enişte, en azından fifty fifty paylaşalım."

 

Olabildiğine saçma olan dioloğu nedense herkes sıfır mimikle izliyordu. Halil derin bir nefes aldı. Cebinden çıkardığı bir kaç kağıt

parayı Gururun gömleğinin yakasına sıkıştırdı. Ama bunu yaparken öyle bir bakmıştı ki Gurur aldığı para için sevinememişti bile. Halil sonra eniştesine baktı.

 

"Enişte ben veririm ama pek yakışık almaz. Murat abiyi sen halleder misin?"

 

Asil de cebinden cüzdanını çıkarıp Murata dik dik bakarak hatrı sayılır bir mablağı Halilin yaptığı gibi gömlek cebine sıkıştırdı.

Semiha da bir tövbe estafurullah, iki üç sabır tesbihi çekerek makası aldı eline.

 

"Allah yuvanız daim eylesin. Sevginizi, saygınızı artırarak çoğaltsın. Dolsun, taşsın, hayırlı mübarek olsun yavrularım."

 

Güzel bir hayır duasıyla ilk Nazlını yüzüğünü sonra ise Halilin yüzüğünü geçirdi parmağına. Dudakları kıpır kıpır dualar okuyarak kırmızı kurdaleyi kesti.

Halil yüzüğü özellikle seçmişti. Alyanstaki tek detay düğümüydü. Düğümün ne demek olduğunu Nazlı biliyordu. Yüzükleri görür görmez de ona dolu dolu gözlerle bakmıştı.

 

 

Biraz evvelki alkışın aksine şimdi evi inleten bir kutlama sesleri doldurdu her yeri. Büyüklerin elleri öpüldü, sarılındı, mutlulukları içlerinden taşıp herkese sirayet etti sanki. En son birbirlerini tebrik etmek için karşı karşıya kaldılar.

 

Halil yüzünün iki yanına dalga verilerek salınmış saç tutamlarını yüzünden hafif çekip elleriyle yüzünü kavradı. Yaklaşıp alnına derin derin soluyarak üç öpücük bıraktı.

 

Nazlı bilmese de Turanların geleneğiydi bu. Kuranı kerim, bayrak, ekmek ve gönül sahibi nimet sayıldığından üç kere öpülürdü. Varlığına şükür gibi bir şeydi bu gelenek.

 

"Halil..."

 

Nazlı ceketinin uçlarını tutup, canı çekilen ayakları kendini taşısın diye medet dilenir gibi seslendi sevdiğine.

 

"En kutlu duam... Hoşgeldin Nazlım... "

 

"Hoşbuldum Halil. Çok uzun zaman beklettin beni ama sen de hoşgeldin."

 

Nazlı da parmaklarının üstüne yükselip iki yanağından minicik öptü sevdiğini.

 

Resmi ortamın dağılmasıyla eski hallerine büründü sanki ev halkı. herkes sohbetini sürdürdüğü kişiyle konuşmaya dalmıştı. Züleyha hararetle yarın kıyılacak nikahı anlatıyordu. Asil ve Murat daha çok ekonomi üzerine konuşurken gençler birbirleriyle uğraşmanın derdindeydi.

 

Akşam tüm sakinliğiyle nasıl bittiyse ertesi gün oldukça hararetle başladı. Eve gelen gidenin haddi hesabı yoktu. Asilin bir iki hatırlı arkadaşının yanı sıra Zeynepte nikah haberiyle acil uçak bileti almış ve bu güne anca yetişebilmişti. Ablası ve yengesi onu Antalyada, okulunda sansa da o bir konferans için şu ara takıldığı bir doçentle İtalyadaydı. Bunu yengesine söylese seri laf sokmalarla ilerlerdi muhabbet, o yüzden hiç o topa girmedi. Hızla girdiği evde, evdeki tüm kadınların nikah için girdiği telaşa denk geldi. Ayak üstü herkesle sarılıp kendi de uçakda kaymış şeklini düzettirmek için sıraya girdi.

 

Restorandan gelen ikramlar mutfağa hazırlanmıştı. Organizasyon şirketi de oldukça şık bir nikah masası ve ortamı hazırlamıştı.

 

Saç ve makyajları biten kızlar üzerlerini giyinip birbirlerine baktılar. Nazenin lacivert bir elbise giymiş, dümdüz olan saçlarına maşa yaptırmıştı. Toprak tonlarındaki makyajıyla zerafetini olabildiğine yansıttı. Meyranın ısrarla neden lacivertte karar kıldığını sormasına cevap veremese de kalbi bir çift koyu mavinin etkisinden kaynaklı olduğunu biliyordu.

 

 

Meyra ise onu en kolay yansıtan renklerden biri olan kırmızıyı tercih etmişti. Saçlarının tepesinde yarım bir örgü vardı, geri kalanı ise maşalanıp, dalgalandırılmıştı. Ten makyajını ruh haline yaraşır şekilde ışıltılı tutup, kıpkırmızı bir rujla güzelliğini olabildiğine sergilemişti.

 

 

 

Zeynebin, Züleyhanın hatta Sultanın yapılan eşarbıyla hazırlanmak oldukça uzun sürmüştü. Nazlı karnında bir ağrıyla kim ne derse onu yapıyor, konuşacak hâl bulamıyordu kendinde. heyecanı üzerine ağırlık olarak çökmüştü sanki. Aslında midesi mi bulanıyor yoksa bir ağrı yüzünden eziyetmi çekiyor bilmiyordu. Tek bildiği her duyduğu zil sesinde kalbi ağzından çıkacak kadar hızlı atıyordu.

 

Biten saçı, makyajıyla nikah için aldığı elbiseyi giyindi. Nikah saati çok yaklaşmıştı. Yiğit ve Gurur damat traşı diye tutturup Halili çıkarmışlardı evden. Asaf ise hayatında hiç denk gelmediği bu telaşlı hazırlık sürecini hem şaşırarak hemde bir miktar imrenerek izliyordu.

 

Birgül Halilin yüzündeki mutluluğu kendi için dilerken buldu kendini. İçine tam kasvet çökeceği an Züleyha halasının sözleri düşüyordu aklına. Ağız alışkanlığıyla abla dediği her an kadın inatla hala diyerek onu düzeltip, Asaf için artık kim olduğunu beynine kazıyarak öğretiyordu.

 

Nazlı odasında hazır bir hâlde elbisesi kırışmasın diye oturanadan bekliyordu. Adımları bir sağa bir sola gidiyor sonra sanki bir şey bozulmuş mu diye aynaya geçip kendine bakıyordu.

 

 

Nikah elbisesini hiç aramamıştı sanki. Girdiği ilk mağazada vitrinde görmüştü ve o an içi kıpır kıpır olmuştu. Öyleki başkasına bakma isteği bile duymamıştı.

 

O sırada tıklanan kapı sesiyle aynanın önünden çekilip açılan kapıya baktı. Kızlar da oturdukları yerden kalkmışlardı. Halil önce Yiğit ve Asaf arkada kapıda dikiliyordu.

 

Halil siyah oldukça şık bir smokin giymişti. Üzerine özel dikilmiş gibi oturmuştu siyah smokin.

 

Halil karşısında her an bayılacakmış gibi duran kıza doğru yürüdü. Şah damarının delirmiş gibi atışı boynundan belli oluyordu. Sık sık yutkunması da heyecandan ağzının kuruduğunu anlamasını sağlıyordu. Onun Nazlısı peri gibi olmuştu. Birazdan karısı olacak boncuğu beyaz elbisesinin içerisinde rüya gibiydi. Gözleri her bir zerresini inceleyerek dolaştı ğzerinde. Elindeki çiçeğe can simidi gibi yapışmıştı. Yaklaşıp karşısında durdu. Topuklu ayakkabıları bile onu çenesine anca ulaştırmıştı.

 

"Güzel boncuğum... Sen çok güzelsin Nazlı. Bakmaya kıyılamayacak kadar güzelsin."

 

Nazlı titreyen hareleriyle , bakmaya doyamadığı yeşil gözlere baktı. Halil ona güzel diyordu, birde Nazlının gözünden kendini görseydi.

 

"Halil... Ben bayılabilirim galiba. Yani hiç bayılmadım daha önce ama şimdi öyle hissediyorum."

 

Halil tebessümünü bozmadan uzanıp alnını öptü. Akşam tekrarladığı öpücüğü yine üçledi.

 

"Bayılamazsın Nazlı hanım. En azından nikahımız kıyılana kadar öyle bir hakkın yok. Sonra canın çok isterse kocan kollarını açmış seni bekliyor olacak."

 

Nazlı kıkırdayıp alnını çenesine sürtmüştü.

 

"Kollarına doğru yığılırken araya giren annem canlanıyor gözümde sevgilim. Hayallerime bile müdehale ediyor kadın."

 

Halil kollarını dolayıp iyice göğsüne bastırdı boncuğunu. Sırtını okşayıp sakinleşmesi için ona zaman tanıdı. Birazda sarılarak kendi kalbinin refahını düşündü sanki.

 

Arkalarında bir süre onları izleyen gözler mahremiyet için bakışlarını çektiğinde Yiğit Meyrayı baştan aşağı süzdü. Açıktaki bacaklar, göğüs dekoltesi sanki o süzülmeden daha fazla nasiplendi.

 

"Kızım bu ne hâl?"

 

Meyra tabiki tatlı bir söz gelmeyeceğini biliyordu ama en azından susabilirdi değil mi?

 

"Halimde ne varmış diye sorabilirdim ama seni ilgilendirmeğini hatırladım davar!"

 

Yiğit adımlarını hızlandırıp tam karşısında durdu. Hatta kişisel alana saygısızca bir iki adım daha attı.

 

Gözü aşağı düştüğünde bir anda gördükleriyle gözleri hızla uzaklaştı o bölgeden.

 

"Meyra! Ulan yer biti Meyra! Kızım elbisenin yakasını mı söktün lan?"

 

"Konuştu Cemil İpekçi! Seni ne ilgilendiriyor acaba?"

 

Yiğit sanki odada Asaf ve abisinden başka biri varmış gibi sağa sola baktı. Sonra göğüslerini kaşlarıyla işaret edip gözlerini yine ateşe değmiş gibi çekti.

 

"Fındık farem ben bir oğlak erkeğiyim. Oldukça zeki, oldukça sadık ve oldukça da kıskancım!"

 

Meyra umursamazca karşısındaki adama baktı. Gözlerini de bile isteye baygın bir çizgide tutuyordu.

 

"Peki bunlar benim için ne kadar önemli?"

 

Yiğit kaşlarını oynatarak sırıttı.

 

"Hadi itiraf et biran evvel oğlak ve boğa uyumunu sorgulamak istiyorsun. Hadi çekinme söyle limonlu şekerim. "

 

"Çocuk sen bir şey çekmediğine emin misin? Bu kafayı açıklayacak şey bulamıyorum ben."

 

"Konuyu kaynatma yer biti Meyra! Maşallah hava yastıkları aktif, bacaklara da bir şey diyeceğim ama kelime haznem yetmiyor."

 

"Mesela sen bir davar olmasaydın çok yakışmış diyebilirdin!"

 

Yiğit çatık kaşlarını ışık hızıyla düzeltip kızın bir buklesi omzuna düşmüş saçını parmağına dolamaya başladı.

 

"Fıstığım, hani bebeklerin güzelliğini dillendirmeme konusunda anlaşmıştık senle. Nazar, haset, kenafür göz falan. Bunlara dikkat edelim. Ben batıl inançları olan bir erkeğim."

 

Meyra parmağıyla oynadığı saçını hızla çekip iki adım geriye çekildi.

 

"Ruh hastası! Kendin hastasın beni de hasta etmenin peşindesin. Oğlum bak uzak dur, zaten halanın da aklını karıştırmışsın. Kadın olmadık hayaller kuruyor!"

 

Yiğit sanki ona kızılmıyormuş gibi sırıtmasına devam ederek elinden çekilen saça tekrar parmağını doladı.

 

"Halam hayal aşamasına geçtiyse tamamdır o iş. Benim sırtım yere gelmez yarım porsiyon iskenderim. Eeee ne zaman evinin kocası, çocuklarının babası oluyorum?"

 

Meyra ağzı açılmış şaşkınlıkla bakıp kaldı. Arsızlık, pişkinlik, utanmazlık, ego ne ararsanız vardı bu gerzekte. Ne diyeceğini bilemediğinden ayağını yere iki kere vurup hırsla dönüp kapıdan çıktı. Yiğit de hızla peşine takıldı. Yeterince delirtirse teslim olabilirdi sonuçta.

 

Onlar kendi derdinde cebelleşirken Asaf Nazenini izliyordu. İşaret parmağının tersiyle kolunu dirseğine kadar okşadı.

 

"Çok güzel olmuşsun büyüm, hep güzelsin de şimdi bir başka güzel olmuşsun."

 

"Beğendin mi gerçekten?"

 

Utanmışlık sinmiş sesiyle konuşmuştu Nazenin. Asaf sanki bilmiş gibi lacivert bir takım giymişti. Beyaz gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı. Kravat takmaktan hoşlanmadığını böyle anladı Nazenin.

 

"Sen de çok yakışıklısın. Yani şey lacivert çok yakışmış sana. Böyle çok şey olmuşuz, uyumlu. Ben çok seviyorum da bu rengi ondan rengi öyle. Aynı gözlerin değil mi?"

 

Nazenin son cümleyi inler gibi bitirdi. Toparlamak istedikçe ağzından daha fena şeyler çıkmıştı. Kalbi Asafın adını içine işledikçe kendini tanıyamaz hâle dönüşüyordu Nazenin. Sözler, cümleler hiç onu dinlemiyordu sanki.

 

"Sen elbisenin rengini gözlerime benziyor diye mi seçtin?"

 

Nazenin utancının yanında vazgeçmişlikle omuzlarını düşürdü.

 

"Dalga geçiyorsun benimle."

 

Asaf tebessümünü büyüttü. Dişleri görünecek kadar gülümsedi.

Uzanıp şakağına bir öpücük bıraktı.

 

"Çok hoşuma gitti bu şaşkın halin. Her geçen gün bir başka Nazenini görüyorum sanki."

 

"Tabi senin her hareketin çok ölçülü, ben böyle şey kalıyorum yanında. Dalga geçiyorsun benimle."

 

Küskün sesi olabildiğine kısıktı. Nazenin ne bilsindi zaten bir erkeğe nasıl kur yapılır? Nasıl etkiler? Gündüz kızlar kendi aralarında konuşurken dinlemişti ama ondan da cilveli bir kız çıkmazdı ki hiç. Böyle şaşkın bir halde kalırdı ortada.

 

"Nazenin... Nazenin... Nazenin..."

 

Asaf elini lavrayıp, parmaklarını iç içe geçirdi. Sonrada yürümesi için hafif çekiştirdi.

 

"Her hâlini kendimi kaybetmiş gibi izleyeceğim sanırım. Buna alışmam gerekecek."

 

Kapıdan çıkıp aşağıya inmek için merdivenlere yöneldiler.

 

Odada kalan Halil ve Nazlı alınları birbirine yaslı nefeslerini dinlediler bir süre daha. Halil Nazlının sakinleşen soluğuyla gözlerini araladı.

Biraz geri çekilip ceketinin iç cebinde alyansla beraber bu gün için aldığı hediyesini çıkardı.

 

 

"Halamdan bir miktar yardım aldım Nazlım. Umarım beğenirsin."

 

Nazlı uzanıp kutuyu araladı. Nikah elbisesine uyumlu olsun diye annesinin özellikle inci istediğine emindi. Gülümsemesi büyüdü.

 

"Bunu da öpersem güler misin bana?"

 

Halil kolyeyi kutusundan çıkardı. Nazlıyı boy aynasına doğru dönderip arkasından kolyeyi boynuna taktı. Sonra ensesine, omzuna, köprücük kemiğine öpücük bıraka bıraka dudaklarını dolaştırdı Nazlının ipek gibi teninde.

 

"Canın bir şey öpmek istediğinde bu ben olursam daha mutlu olurum boncuk hanım. "

 

Onları bekleyen insanları daha fazla bekletmeden aşağı inmişlerdi. Nikah saati geldiğinde Nazlının tüm heyecanı yüzünden belli oluyordu. Halilin duruşu ne kadar sağlam olsada içi bayram yeri gibiydi. Tüm ömrü boyunca şu an hissettiği mutluluğa benzer tek an, bir bayram sabahı uyandığında baş ucunda bulduğu bayramlıklarını görmesinde gizliydi. Dedesinin halasına bayramlık için verdiği parayla halası pazardan Yiğit ve ona bayramlık almıştı. Bayram sabahı görüp sevinsinler diye de kendi kendini yiyerek üç gün saklamıştı. Halası kendine bir şey almamıştı ama ikisini giydirip izlediğinde şu anki bakışı vardı gözlerinde. Gururlu, mutlu, şefkatli...

 

Karşısında eniştesinin koluna girmiş Nazlı ve ona bakan kadın tam da o sabah gibi bakıyordu Halile. Dudakları "teşekkür ederim" diye hareket etti

Züleyha da yüzünü kaplayan gülüş ve sol gözünden kayan yaşla baktı iki yavrusuna.

 

Sonrası bir hayal kadar hızlı ve güzel gerçekkeşti. Nikahları kıyıldı. Nazlı kıyıp ayağına bas çağrılarını dinlemeyince Halil bile isteye ayağını uzattı. Misafirlere ikram yapılırken üst katta Nazlı dini nikahları için hazırlanmaya çıkardılar.

 

Züleyha özenle sakladığı hatırasını sandığından çıkarmıştı bu gün için. Meyra abdestini alan kızın kan makyajını düzeltiyordu. Elindeki namaz örtüsüyle kızına baktı. Nazenin beyaz feraceyi Nazlıya giydiriyordu.

 

Züleyha kızının karşısına durunca Nazlı annesinin elindekine ve sonra gözlerinin dolu dolu bakışına yutkundu.

 

"Annem..."

 

"Bu örtüyü babanla nikahımda taktım. Dilber annem vermişti. Bi o gün taktım sonra özenle sakladım. Annemden kalan en kıymetli hediyem. Bana çok güzel bi ömür bahşetti bunu taktığım gün. Şimdi sıra yavrumda. Her gününün güzel geçeceği bi ömrün olsun boncuk çikolatam. Kollarıma konduğun güne şükürler olsun."

 

Kırık beyaz renkteki namaz örtüsünü açıp kızının saçlarına doladı Züleyha. Nazlının dolmuş gözlerine, titreyen dudaklarına şefkatle baktı.

 

"Annimmmm... Seni çok seviyorum."

 

Gözünden kayan yaşı parmağıyla sildi Züleyha.

 

"Kurban olurum seni verene. Sen ne zaman büyüdün de gelin oluyon boncuğum? Ben daha seni koynumda uyutmaya doyamadım ki."

 

Nazlı uzanıp sarıldı. İçini kaplayan ağlama hissinin sebebini bilmiyordu ama çok da ağlamak istiyordu.

 

"Ben kaç yaşıma gelirsem geleyim senin koynunda uyumaya doyamam annem. O yüzden yeğenini ayarttım ki ben. Hep seninle kalayım diye."

 

Kızının sırtını sıvazlaya sıvazlaya okşadı Züleyha. "Zilli kızım" diye fısıldamayı da ihmal etmedi.

 

Hayrullah amcası kıyacaktı nikahlarını. Yiğitin ve Murat eniştesinin şahit olarak oturduğu odaya girdiğinde Halil ayakta bekliyordu. Nazlıyı görünce yutkundu. Annesi şahitler ve Hayrullah amcası dışında kimsenin odaya girmesini istememişti. Okunan dualarla beraber Asil kızı Nazlı, adı mecburen anılan Hamza oğlu Halille Allah katında da nikahlandılar.

 

Nazlının hayali gerçek oldu. Halilin hakkı olmadığını düşündüğü sevdası karısı oldu. Kısa sürede misafirlerin yanına gidip tebrikleri kabul ettiler.

 

Ortam durulacak gibi olunca Gururun açtığı müzik salonu inletti bir anda.

 

"Heyyyyy gençler ve genç kalanlar! Hareketlenelim biraz la. Adanadayız agalar böyle nikah mı olur?"

 

Salonu dolduran Adana çiftetellisiyle Gurur üzerindeki ceketi çıkarıp boş berjere doğru fırlattı. Kollarını katlayarak ortaya geçtiğinde Yiğit de ona uyum sağlamıştı. Spor ceket üzerinden çıkmış beyaz gömleğin kolları katlanmaya başlamıştı. Ortaya geçen iki oğlanın oynayışına Nazenini zorla yürüten Meyra da katıldı. Muratın Asili omuzlarından tutup çekiştirmesi Zeynebin bir elini Züleyha ya diğerini Birgül ablasına uzatıp yönlendirmesi derken nikah merasimi küçük bir düğün kutlamasına dönüştü. Hiç durmadan oynayan gençler iki şarkıdan sonra çekiştirerek Nazlı ve Halili de ortalarına almıştı. Nazenin Asafın ellerini sıkıca kavrayıp kenarda duruşuna son vermişti. Hayatı boyunca oyun havası denilen olguda yer almamış Asaf yanında tatlı tatlı kıvıran kıza alkış tutarak eşlik etti.

 

Eğlencenin dozunun arttığı saatlerde Asil , Züleyhayla karşılıklı oynamış, Gurur boynuna taktığı ince kravatı alnına çıkarmış, Yiğitin gömleği bağrına kadar açılıp pantolonuna soktuğu kısımlar dışına taşmıştı. Onların aşırılıklarına Halil ve Asaf sadece alkış tutarak katılabilmişlerdi.

 

Meyra yaşadığı andan öyle çok zevk alıyordu ki gerdan kırıp, alnına para yapıştırtırken karşısındaki kişinin Yiğit olmasını zerre umursamıyordu.

 

Tahmin edilmeyen, ama üzerine düşünülse bu kadar keyif vermeyecek bir düğünle evlendi Halil ve Nazlı.

 

Müziğin sesi konağın dışına taşmış, kuytu bir köşede ışıkları yanan konağı nefretle izleyen gözlerden habersiz kavuşmalarını kutluyorlardı...

 

Loading...
0%