Yeni Üyelik
40.
Bölüm

Kaderi Güzel Olanın Yar Sarar Yarasını Kaderi Kötü Olanın Zülüş Sever Anasını

@orenda

Keyifli okumalar, seviyorum sizi🩵

 

(Seni hiç sevmiyorum dudu aynı yengemsin)

 

Nazlı zaten annesinden bir çıkış bekliyordu. Onun korktuğu gibi olmasa da bu da oldukça ses getiren bir hamle olmuştu.

 

Dişini dudağına geçirmiş keyif kahvesi içen annesine, bir de rengi git gide koyulaşan kadına baktı.

 

Boncuk gözleri odada bir tur attığında Yiğit kaşları kalkık, Gurur ağzı açık izliyordu annesini. Halille göz göze geldiler. Kocası göz kırpıp, ben sana demiştim der gibi baktı.

 

Ama asıl kahkaha atma isteğine Nazenin ve Asaf neden oluyordu. İki saf güvercin, şaşkınlıktan nutku tutulmuş annesini izliyordu.

 

İğne düşse ses çıkacak ortama babası müdehale etti de tüm gergin enerji dağılmış oldu.

 

"Dediğimiz gibi yarın akşam inşallah bu meseleyi daha detaylı konuşuruz hacı amca. Şimdi dilersen biz ahır da nasıl değişiklikler yaparsak Tahirin iş yükünü azaltırız, fikir yürütelim."

 

Ünzile de bir bahaneyle mutfağa kaçıp içindeki kahkahayı salmak istiyordu. Kaç yıllık eltisini ilk kez böyle görüyordu. İçine içine gülmekten karnı kasılmıştı.

 

"Eee bizde yemek işine bakalım mı kızlarım? Öğlen yaklaştı, e babamlar da burdalar belli ki. Şekeri var, açlığa gelemiyor."

 

Minicik bir laf dokundursa bir şey olmazdı heralde? Sonuçta biraz önce eltisi büyük büyük laflar yutmuştu, o aralıktan kendisinin ki kayar giderdi.

 

Kızlar hiç ikiletmeden mutfağa koşturdular. Züleyha da fırsat bulsa kendini yolacak kadına biraz daha göz süzüp ayaklandı.

 

"Bende gideyim de Ünzileyle söz bohçalarını konuşayım. Gerçi biz hazırlıklı geldiydik emme eksik gedik olmasın. Dünürüme mahçup olmayım öyle değil mi Dudu Hanım? Gel Süreyya, sen pek zevkli kadınsın, akıl verin bize."

 

Taştan gelen ses kadından gelmiyordu. Dişlerini böyle sıkmaya devam ederse, takma dişinin kancaları kırılacaktı.

 

Mutfağa doğru yürüdüklerinde kıkırtıları duyunca daha bir keyfi yerine geldi.

 

İçerde Nazlı ve Meyra araya sıkıştırdıkları Nazenini kucaklıyorlardı. Ünzile de yüzünde sadece bir annenin anlayacağı bir hisle onları izliyordu. Kızının gönül şenliğinde bulduğu huzur, her bir çizgisinden oluk oluk akıyordu Ünzilenin. Sonra göz göze geldiklerinde kollarını açarak Züleyhaya yaklaştı.

 

Züleyha da davete icabet edip sıkıca sarıldı.

 

"Sen var ya. Sen çok başkasın Züleyha. Sırf Tahir için yaptın değil mi? Onun için girdin o kadar zahmete?"

 

Züleyha az geri çekilip ona merakla bakan üç kıza gülümsedi.

 

"Bütün gece biz Asille konuştuk bacım. Tahir abi kara kızını üzmez ama senin bu kaynatayla da arası bozulursa içine dert olur. Ne edek, adam hisli adam. Gamsızın teki olsa kim küsüyosa küssün deyip umursamazdık. Şimdi kaynatan olacak at hırsızıyla arası bozulmadan kızının gönlünü yaparsa adamın da derdi tasası olmaz. Layığıyla güle oynaya verir kızını sevdiğine. Kızı parmağına yüzük takarken öbür tarafı düşünmez hiç."

 

"Allah senden razı olsun Züleyha. Babam ses etmediği sürece abileri hiç bir şey demez daha Tahire. Hakkın var Nazenin ne isterse yapardı ama içi de buruk olurdu. Şimdi babasıyla kötü olmadan kızımızın güzel gününü izleyeceğiz inşallah. Yoksa ölse gelmezdi istemeye kayınbabam."

 

"Hah işte böylece kimse eksik kalmayacak."

 

Ünzile sonra mahçupca baktı. Kızı, kocası için hiç yoktan ne masraflar açmışlardı başlarına.

 

"Sen bizim iyiliğimiz için çok zahmete girdin ama bacım. Biz nasıl ödeyeceğiz hakkını?"

 

Züleyha şen bir kahkaha atıp, eliyle omzunu itekledi.

 

"Kız sen bak bi bana. Ben hiç yaş tahtaya basar mıyım? Bi o ihtiyar tilki için mi ettim sanıyon, bu iş bizim de çok derdimizdi. Bi taşla üç beş kuş avladık biz esasında. Essahtan et derdimiz pek sıkıntılıydı. Daha yeni anlaştığımız çiftlik su koyverdi. İstediğimiz etin yarısını bile göndermediler. Şimdi en azından güvendiğimiz adamla yapacaz işimizi. Neyle besledi, kaç dişi düştü hayvanın bilecez. E ne kadar ihtiyacımız varsa gelip ona göre aldıracaz. Yani anlayacan, Tahir abinin hayali bizim de işimize yaradı. Şimdi onu bunu bırakın da ne ediyoz, nasıl ediyoz oturup konuşak. Ben bohçaları getirdim ama bi bakak içlerine, sizin adetlere uyuyo mu? Büyük eltine bi elbiselik koyuyum diyom, gönlümden geldi. Kan kırmızısı olsun, dikinir giyer de beni hatırlar belki."

 

Süreyya bile elini kapatarak saklamaya çalıştığı kahlahalarının önüne geçemedi.

Nazenin yaklaşıp sıkıca sarıldı Züleyha ablasına.

 

"Züleyha abla ya... Asaf hediyeler diyordu onlar bohça mıydı ya? Birde süslemiş boncukla, kurdaleyle dedi ama ben hiç anlamadım bile."

 

"Bizim işimiz siz iki saf kuşa kalsa benim ağzımda diş kalmazdı kuzum. Tanışıp napacaktık, ben zati ananla tanıştım tanışacağımı. Anan da benim oğlumdan güzelini mi bulacaktı acaba kara kızına? Bak misafirim dememiş, sabah erkenden mal boku sıyırmış efendi oğlum."

 

İçeriye giden, içeriye gittikçe birini delirten kahkahalar yine taştı mutfaktan.

 

Nazenin annesinin yanında biraz kendini tutmak istiyordu aslında. Onun büyütüldüğü dünyada böyle şeyler çok da ulu orta konuşulmazdı ama içinde öyle büyük bir coşku vardı ki yüzündeki gülümsemeyi durduramıyordu.

Annesi de sürekli onu izliyor, zaten istese de kaçamıyordu bakışlarından.

 

"Anne ya..."

 

"Ne anne ne? Büyüdün de gelin oluyorsun kıymetlim."

 

Nazenin dayanamayıp kıkırdayınca utanç da yüzünü kıpkırmızı etmişti. Elleriyle yüzünü saklayışı annesinin gelip sarmalamasına neden oldu.

 

"Asaf da Asaf diyordun şimdi mi utanasın tuttu Nazenin hanım?"

 

"Ama anne... Ay ama biz tanışma amaçlı gelmiştik şimdi baksana ne konuşuyoruz?"

 

Sonra Nazeninin gülen yüzü durulup, gözleri iri iri açıldı. Etrafında hızla gözlerini dolaştırdı.

 

"Asaf! Asaf buraya tanışmaya diye geldi. Aman Allahım ya şimdi emrivaki gibi olursa? Yani! Of o bana evlenme teklif etmedi ki. Bir anda isteme konuşuldu ama şimdi."

 

Züleyha geçip ortadaki küçük mutfak masasına oturdu. Kınar gibi Nazenine baktı. Onu hiç tanıyamamışlardı hiç.

 

"Yavrum ben buraya gelmek için sizden önce Asafı aradım demedim mi size? Sen zati etmişin çocuğa evlenme teklifini zamanında."

 

Nazenin ne demek istediğini anlamadığı için kala kaldı. Kendi ne zaman etmişti ki?

 

"E ne dedim ben oğlana. Amerikalı aileler gibi bi kızın babasıyla iki tek atak sonra döneriz mi diyeceğidim? Nazeninle niyetin ciddi mi dedim heralde. Kalkar gideriz emme kendinden emin değilsen mahçup etmeyek kızı anasına, babasına diye üstten üstten ne düşünüyosa öğrendim tabi de."

 

Nazenin hızla geçip karşısına oturdu. Kara gözleri irice açılmış, ağzından çıkan her kelimeyi bekliyordu.

 

"Ne dedi? Ay ne dedi ki sen öyle deyince? istiyorum Nazenini mi dedi? Ama ben evlenme teklifi etmedim Züleyha abla, sen yanlış mı anladın acaba?"

 

Züleyha haline gülüp alnına parmağıyla küçük bir fiske attı.

 

"He kuzum, hala ben Nazenini çok istiyom yarım kilo sardır oradan dedi. Sen oğlana hem anama babama götürecem de, orda hatıramız olacak de sonra istedi mi diye ayak yap bana! Çocuğa Amasyaya getirme sözü verdiğinden beri bunun ihtimalini düşünüp, hayal kuruyomuş. Türlü türlü vaadler vermişin daha nasıl evlenme teklifi edeceğidin acaba?"

 

"Yaaaa... Öyle mi dedi abla?"

 

Züleyha düşünür gibi masanın üzerindeki el işi oyaya baktı.

 

"Yok o biraz daha alengirli söyledi sanki. Endürüz ağacının altında çekineceği fotoğrafın hayaliyle yaşıyomuş o. Bak ne bunun Türkçe meali? Seni evimin damadı yapacam demek değil mi?"

 

Son söylediği yine kıkırtılara neden oldu. Kızlar da kurulmuş saat gibi ne dese başını sallayarak onaylıyorlardı.

 

Nazenin üstüne hızla sinen panikten aynı hızla kurtuldu. Yüzü tekrar gülümsedi. Evlilik teklifini aslında kendi yapmıştı gerçekten de ve Asafta taa o zaman kabul etmişti. Şimdi çok daha iyi anlıyordu Asafın o gün ona içi gider gibi bakışının maksadını. Asaf en başından beri Amasyaya gelmeyi zaten olası bir evlilik fikiri için çok istemişti.

 

En başından beri...

 

Asaf ona hep bir evlilik ihtimaliyle uzanmıştı...

 

Şu iki günde kalbi o kadar çok hisle karman çorman olmuştu ki şimdi birazcık Nazenin duruldu. İlk annesi içine bir hüzün salmıştı Asafı duyduğunda ki tepkisizliğiyle. Sonra hep beraber gelecek olmalarıyla seviç hücrelerinden taşmıştı. Eve adım atar atmaz Dudu yengesinin yaptıklarıyla ise korku göğsünü daraltıp sıkmıştı. Ama en büyük yaralayan babasının ona sormadan olası bir evlilik kararı almış olmasıydı. Gerçi onun da tam olarak öyle olmadığını öğrendiğinde içi rahatlamıştı. Şimdi tekrar gözeneklerinden bile sızan mutluluk nefes aldırmıyordu.

 

Annesi Asafı sevmişti, babası da soğuk davranmıyordu. Nazenin sevdiği adama hayal ettiği gibi, tam da hak ettiği gibi bir aile verebilecekti.

 

Asafın aslında ne kadar değerli ve sevilesi bir adam olduğunu ona kanıtlayacaktı.

 

Kadınlar öğle yemeği hazırlığıyla uğraşırken Tahir hayvanların suyunu vermek için ayaklandı. Onun kalkmasıyla Asaf da yardım için ayaklandı ama Tahir sadece ahırdaki küveti doldurup, hayvanları koyvereceğini söyleyerek buna engel oldu.

 

Tahirin ahıra gitmesiyle zaman gözleyen Dudu da peşinden çıktı. Kaynı zincirden ayırdığı inekleri su küvetine sürüyor, sonra geri bağlıyordu. Bile isteye demir kapıyı biraz şiddetli çarptı. Tahirin kafasını kaldırmasıyla yüzüne hüzünlü, üzgün bir ifade yerleştirdi.

 

"Yenge?"

 

"Milletin içinde yüzünü yer etmeyim diye buraya geldim Tahir. Sen yengeni ezip geçtin de ben el adamının içinde gönlünü kırmayı yediremem kendime.İki çift lafım var, deyip gidecem korkma. "

 

Tahir sıkıntılı bir soluk alıp bıraktı. O kimsenin gönlü kırılsın istemezdi ama yengesi de bazı şeyleri yanlış anladığı için bu hale gelmişlerdi.

 

"Yenge gönül koydun bana biliyorum ama mesele de senin bildiğin gibi değilmiş. Nazenin hiç Fatihe umut vermemiş. Ünzileyle konuştum ben, bu çocukla tanışalım diye sınavların bitimini beklemişler. Sen yanlış anlamışsın."

 

Dudu sıkıca sarındığı şalının boynunu az gevşetti. İçindeki hırs dilinden taşmak için deliriyor ama akıllı olmazsa da suçlu konuma düşeceğini pekala biliyordu.

 

"Ben hiç bir şeyi yanlış anlamadım Tahir. Nazenin, Fatihe umut verdi ama sonra daha yağlı kapı bulunca verdiği sözleri yuttu belli ki!"

 

Tahir duyduklarıyla kaşlarını çattı. Hakkı da emeğide çoktu üzerinde ama kimse de onun kızına böyle bir şeyi söyleyemezdi.

 

"Bak yenge! Büyüğümsün, emeğin çok ama ettiğin laf, laf değil! Benim kızım kimsenin hakkına girip, ortada bırakacak kız değil! Biraz evvel ki lafı ne sen söyledin ne de ben duydum! Sana yanlış anlamışsın diyorum, Fatihle iki kelamı bile yokmuş Nazeninin. Daha fazla uzamasın bu mesele, ben size kızım isterse he derim dedim. Kızım istemiyormuş madem o laf kapansın artık."

 

Tahirin sertleşen sesiyle Dudu ilk bir bocaladı. Şu zamana kadar bir kere bile sesi yükselmeyen kaynı, kızı gibi paranın kokusunu alınca nasıl da dili çözülmüştü? Verdiği emekleri nasıl da yok saymıştı? Mecbur biraz geri adım atması lazımdı demek ki.

 

"Ben Nazeninimi bilmem mi? Benim kızdığım o değil. Bizim kızımız böyle miydi Tahir? Kim olduğu belli olmayan adamları eve doldurup, oğlan tanıştırmaya mı getirirdi? Utanır kimsenin gözüne bakamazdı bizim büyüttüğümüz! Belli ki yanında getirdiği gevşeklerin mahareti bu. Nazenin elime doğdu benim, bizim kızımıza lafım yok da kötü arkadaş adamı ne hale koyar gör diye diyom. Belli ki kızın aklına girmişler, daha iyisi çıkınca söz verdiğini umursamamayı sokmuşlar içine. Yavrum pek iyi niyetli, kim bilir kaç yalanla aklını yıkadılar belli ki? Aha bak o çiyan gözlü kadın da parasıyla seni avcuna almanın derdinde. Goyaki malını sana besletecek ki ağzını açıp tek laf edeme. Ellerine almışlar paradan ip, urgan diye takacaklar boynuna."

 

Tahir konuştukça daha bir dibe batan, tanımadığı insanlar hakkında iftiraya varan ithamlarda bulunan yengesine hayal kırıklığıyla baktı.

 

"Yenge sen nasıl Allahtan korkmadan böyle ağır laflar edersin? O insanlar Nazenin hastalandı diye dünya erzak göndermişti ta nerden nereye. Biz kalkıp kalkıp gidemedik onca yolu ama Asil kızını her görmeye gittiğinde benim çocuğumunda gönlünü görmek için neler almıştı, Nazenin anlatmadı mı? Şu lafların çok ağır kul hakkı, ödemeyemezsin bak!"

 

Dudu istese de sakin kalamıyordu. Öyle sinirliydi ki içinde kurtlar kaynıyordu sanki. Ablasına sözünü kendi vermişti. Kadın ne çok istiyordu Nazenini gelin diye. Ne hayaller kurmuştu? Nazeninle Fatih evlenince ikisi çalışıp işlerini açacaktılar. Nazenin bir de devlete atanırsa rahat rahat kredi çekip bakkalı markete çevireceklerdi. Fatih de aklını bulandıran, kötü yola çeken arkadaşlarından uzaklaşacaktı Nazenin sayesinde. Tek erkek yeğenine kimdir, necidir bildiği kızı alacak, içi rahat edecekti. Tahirden azıcık yüz bulsa Aydınla sözlerdi Nazenini ama lafını etse aralarının bozulacağını bildiğinden hiç sesi çıkmamıştı. Şu devirde yumuşak yüzlü, büyük lafı dinleyen kız mı kalmıştı sanki? Hepsi cazgırın, ipe gelmezin tekiydi. Şimdi kırk kapı el gelmiş, emek emek büyüttüğü hayallerini kesip atmaya çalışıyordu. Yanağının içini ısırmaktan ağzı kan dolmuştu.

 

"Yazıklar olsun sana verdiğim emeklere Tahir! Anan öldü de yokluğunu bilme diye kendi çocuklarımdan esirgediğimi sana yediredim ben. Kalktın, elin kızını gelin diye soktun eve. Baban yüz çevirmesin diye arayı ben yaptım. Önünden aşını eksik etmedim, evlenene kadar kirlini bile ben yıkadım. Ne içinmiş onca emek Tahir? Yaptığım iyiliğin nankörü olasın diye miymiş?"

 

Tahirin boğazına yumru oldu oturdu tüm yedirilen lokmalar. Sanki derisini ısırdı giyindiği kumaşlar. O bilmiyor muydu bunları? O kadar emeğin karşılığı diye değil miydi bunca sene sesini çıkarmadan çalışması? Üstlerindeki hakkın diyeti diye yıllarca tek kelam etmeden ahır, tarla arasında telef olmuştu karısıyla. Bir kendi değil, Ünzile de bakıp, beslediği on yılın bedeli olsun diye niye onlar için çalışıyoruz dememişti. Ama şimdi görüyordu ki bir ömür değil bin ömür de onların uğruna çalışsa kursağındaki yemeklerinde yıkadığı giysilerin de bedelini ödeyemeyecekti.

 

"Tüm ömrümü çalışıp, ailemin birliğini korumaya adadım yenge. Yeri geldi iki saat uyku uyumadan tarla sürdüm, çobanlık yaptım. Ama ne deyim, ödeyemeyeceğim hakkını demek ki. Rabbim affetsin, ben kızımın gözündeki yaşa tahammül edemem yenge. Haram ediyorsan da et verdiğin her bir lokmayı. Kul hakkının affı yok ama evlat hakkıyla da çıkamam Rabbin huzuruna. Ben size bu mesele açılınca da dedim. Kızım istiyorsa ben rızalık gösteririm, onun dediği laf önemli diye babama, abime sana söyledim. Benim kızım Fatihi değil Asafı istiyormuş."

 

Tahirin eğilen başıyla ve ettiği her bir lafla Dudu hırsla dönüp çıktı ahırdan. Demek ki Tahir bey gerçekten para kokusunu alıp, nefsini kudurtmuştu. Onca lafına geri adım atmadığına göre gelecek paranın tadı damağını yakmıştı bile.

 

Ağıldan da çıkıp köşeyi dönecekken bir el koluna mengene gibi yapıştı. Ne olduğunu anlayamadan çiyan gözlü dediği kadın onu duvara doğru savurdu.

 

Züleyha çalıp duran Asilin telefonunu vermek için salona dönünce Tahir ve Dudunun olmayışıyla kaşlarını çatmıştı. Asille göz göze geldiğinde kocası bir şey demedi ama Halil kapıyı işaret edince ne olduğunu anlamış oldu. Hırslı adımlarla ahıra doğru yürüdü. Gelen seslerle iyice sessizleşip kulağını kabarttı. Kadının zehir akan laflarını da Tahir abisinin iç yakan kelimelerini de sabırla dinledi.

 

Şimdi koluna tırnaklarını sapladığı kadını evire çevire dövmeyi o iyi bilirdi ama aklı yirmi yaşındaki Züleyha değildi artık. Bunun kadının ekmeğine yağ sürecek bir yanlış olacağını biliyodu. Gözlerinden çıkan ateşin bir eşi de karşısındaki çatal dillideydi.

 

"Ne oluyo hanım? Bu ne edepsizliktir?"

 

Züleyha sesinin çok yükselmemesi için diliyle dişini kıstırıp, uzun boyunun avantajıyla üzerine iki adım attı.

 

"Edepsiz kim biraz evvel pek iyi gösterdin sen! Emme ben Tahir abime benzemem, yılan dilini dürer büker, oturmaktan iki yana yayılmış mabadına teperim. Sen utanmıyon mu da adama verdiğin iki lokmanın lafını ediyon?"

 

"Sana mı soracam ne edip etmeyeceğimi, edepsiz! Geldiniz dağıttınız evin içini. Yol, yordam bilmez, arsızlar. İtin önüne kemik atar gibi paranızla kız satın alıyonuz bide!"

 

"Hoşt! Kemik atacak olsam sen dururken kimseye hacet yok! Şimdi o sesini kesip, içeri girecen, efendice oturacan. Daha da o ağzını açıp, kimseyi gücendirmeyecen!"

 

Dudu kaşlarını kaldırıp, dudaklarını sallandırdı.

 

"He emret hanımın, sen ne dersen o diyecek göz var mı bende? Sizin gibilere kulluk edeceme daha da bunların ölüsü olsa gelmem!"

 

"Yooo ne dersem bir bir yapacan vallaha da. Aha şimdi içeri girip dişsiz ağzıyla altın ısırmaya çalışan kaynatanın kulağına neler üflerim biliyon mu sen? Bak beş dakka sürmedi ortaklık kurmam, on dakkaya yol verir de size ne olduğunuzu şaşarsın. Ha dersen ki ben adam olmam, o zaman beni hiç zaptedemen. Ben sizin gibileri ayağımın altına çok aldım. İki telefonuma bakar müdürlük hayali kuran oğlunun çıkışını vermeleri. Önünüze geleni semirmekten dünya nasıl işliyo unutmuşunuz belli ki! Yiyecek ekmeğe muhtaç ederim eğer tersime gidersen. Şimdi dediğim gibi gir içeri, efendi uslu otur! Beni de dinden imandan çıkarma. O yüzünü bi sallandır bak bakalım tek kuruş giriyo mu hanenize! Sesini kesecen! Hem kızı isterken hem yüzüğünü takarken ağzını bi kere bile açmayacan! Vallaha beni kendine sıçratma, az aklın varsa beni kendine bulaştırma sebebi olun çocuklarının!"

 

Züleyha biraz evvel sıktığı yerden eline pislik bulaşmış gibi iki eliyle silkeleyip döndü yüzünü. Bıkmıştı artık başkalarının üstünde tepinen insanlardan. Nereye gitse, sesi çıkmayan hep mi ezilirdi? Hep mi bir evin içinde, diğerini yiyen kurt olurdu?

 

Tahir abisinin lafları onun bile burnunun direğini sızlatmıştı da bu kadın hiç mi utanmamıştı? Adı kadar emindi ki biri sorsa en haklı Duduydu. Kendinde zerre suç bulmazdı, zerre hatasını kabullenmezdi. Oturup anlattırsan yaptığı kötülüğü, başkasına nasıl yıkayarak anlatırdı. Lafın sonunda Tahir nankör, Ünzile ara bozucu, Nazenin ise ona buna iş atan sonra da paraya kendini satan biri olur çıkardı.

 

Dediği hiç bir şeyi yapacak değildi tabiki. Gidip kimsenin ekmeğine sebep olacak kadar zalim olmamıştı hiç. Ama bunu da karşısındakinin bilmesine lüzum yoktu. Hayatı boyunca onun için herşeyden önce ailesi gelmişti. Adana da bile seveni olduğu kadar sevmeyeni vardı. Ardından fısıltıyla edilen laflar gelirdi kulağına.

 

Züleyha hiç bir zaman adından güzel bahsetsinler derdi gütmemişti. Onun tek gayesi ailesini korumak, kocasıyla, evlatlarıyla mutlu bir evin için de ömür tüketmekti. Yüzünü belki ikinciye görmeyeceği kişinin hakkında düşündükleri umurunda bile değildi. Şimdi ardından beddualar sıralayan kadında umuru olmayacaktı. Buraya öksüz, yetim kalmış, yara, bereyle büyümüş bir çocuğun gözündeki ışık için gelmişti. O ışığı söndürmeye çalışanı buna pişman etmek için pisleşmesi lazımsa da üstündeki kire sesi çıkmazdı.

 

Hem Ünzile bilirdi onu. Ardından konuşacak eltisinin, iki lafıyla kendine sırt dönmezdi onun bacısı.

 

Eve dönüp yapılan yemeğe gğlen yüzüyle eşlik etti. Dudu da duyduklarından sonra cesaret edip ağzını açamamıştı. İçeri girdiğinde gözü bir oğluna bir kocasına dönmüştü. Tam ağzını açıp, nasıl tehdit edildiğini söyleyecek olduysa da kadının zenginliği gözünü korkutuyordu. Aydının işsiz kalırsa, araları Tahirle bozulursa gerçekten bir lokma ekmeğe muhtaç olurlardı. Kocası bundan on beş yıl önce ters bir hareket yapıp kolunda lif yırtılmasına neden olmuştu. O günden sonra asla ağır işlere el atmamıştı. Gerçi Tahir işlerin altından kalktıkça hafif işlerinde üstünden atlar olmuştu. Şimdi ablasıyla kötü olmamak için evini böyle bir sıkıntıya sokmayı gözü yemiyordu.

Kaynatasını izledi. Gelin geldi geleli bir kere şöyle keyifle gülüşünü görmemişti. Heveslendiği paranın kokusuna onlara sırt dönmesi lazımsa hiç çekinmezdi zaten. Bu evde kaynatasını en çok Dudu bilirdi. Para gelecek kapıya sebep olursa elli beşinde baba evine göndertirdi kendini.

 

İçinden o çiyan gözlü kadına bir dizi daha beddua sıralayıp yerine oturdu. Susacaktı! Yapacak bir şeyi yoktu madem susacaktı.

 

Tahir ise eve girerken ayakları geri geri gidiyordu. Birazdan kıyamet kopacakmış gibi bir his onu boğuyordu. İçerden gelen babasının gülen sesiyle kaşları çatıldı. Yengesi besbelli konuşmak için onun gelmesini bekliyordu. Besmele çekip girdi salona. Oğlanlar Aydın ne anlatıyorsa onu dinliyordu. Kızlar, karısı, Züleyha yoktu ortada.Asille abisi ise babasının atmış yıl öncede kalan askerlik anılarıyla gülüyorlardı. Yengesi! Yengesi köşesine oturmuş, öyle etrafı izliyordu. Göz göze geldiler ama bir şey demeden yengesi geri konuşan adamlara baktı.

 

Tahirin içindeki o kasvette o an dağıldı. Demek ki yengesi hatasını anlayıp kavga çıkarmayacaktı. Belki de pişman olmuştu o laflardan da özür niyetine kalkıp gitmemişti. İçine soğuk sular serpildi. Kara kızını hak ettiği gibi güzellikle sözleyecekti Tahir. Kimseden kötü laf duymadan, kimsenin hakkı altında ezilmeden kızının gönlünü görecekti.

 

Babasının anlattığına kendi de kahkaha atıp geçti Asilin yanına oturdu. Üstünden dağlar kalksa bu kadar ferahlamazdı sanki.

 

Sofralar kuruldu, yemekler yendi. Evin içerisinde bir sürü ses vardı ama çok da iyi hissettiriyordu bu coşku. Ünzile de Tahir de misafiri hep çok sevmişlerdi. Şimdi keyifle yenilen yemek daha bir lezzetliydi ikisi için.

 

Ama Nazlı onlar kadar huzurlu değildi. Sırf tatsızlık çıkmasın dedikçe bu kız onun sinirlerinin üzerinde zıplıyordu. Halilin biten su bardağını doldurmak ona düşmezdi. Halilin istediği bir şry varsa Nazlı getirirdi zaten. Onun haddi değildi tabağını yenilemek için koşturarak masadan kalkmak. Gündem o kadar doluydu ki kendilerinin evlilikleri konuşulmuş muydu yoksa konuşulmamış mıydı hatırlamadı. Gerçi Fidan denilen bu kız eğer Halilin parmağındaki düğüm yüzüğünü görmüyorsa gidip bir kornea nekli olmalıydı.

 

"Meyra! Meyra vallahi parçalayacağım!"

 

Fısıltıyla yanındaki arkadaşına dert yandı. Sırf Nazeninin karışık olan işi daha karışmasın diye bu kıskançlık illetiyle boğuşuyordu.

 

Meyra da ilk andan beri gözüyle takip ediyordu. Bir yandan da diğer kız kardeş Yiğiti kesiyor mu diye baksa da o kız Gururu beğenmişti galiba. Kızarmış yanaklarıyla arada bir bakıp hemen önüne dönüyordu. Fidan kadar arsız değildi belli ki. Abisinin bile tabağını gözlemeyen kız Halilin kaşıklarını takip ediyordu.

 

"Dur bakalım, iki laf atıp duyuralım senin kocan oluşunu. Bekar sanıyor heralde bu safoz."

 

Nazlı hızla başını sallayıp su bardağına uzandı. Meyra da azıcık geriye çekilip Fidana gözlerini dikti. Sonra sessizce yemeğini yiyen Nazenine baktı.

 

"Nazenin! Hani sizin sınıfta bir kız vardı, aldı mı babası okuldan?"

 

Nazenin ne olduğunu anlamamıştı. Öyle bir olay mı olmuştu ki?

 

"Kim ki?"

 

"Kız hani anlatıyordun ya bir kız vardı evli bir adamla görüşüyormuş da babası duyunca okuldan alacağım demişti. Ne oldu o, ben hiç görmüyorum kampüste artık."

 

Nazeninin aklı iyice karıştı. Öyle bir şey olmamıltı ki. Yoksa olmuş muydu?

 

"Meyroşum, kimdi ki ben unuttum mu acaba?"

 

Meyra o an da Nazlının boşluğunu dirseğiyle dürttü.

 

"Yok balım şimdi sınavlar falan aklından çıkmıştır. Hani kız evli olduğunu bike bike adamın peşinden koşmuştu da okulda biri ifşa etmişti onu. Babası duyunca kıyamet kopmuştu."

 

Nazlı Nazeninden hayır gelmeyeceğini boş bakışlarından anladı.

 

"Ay evet duymuştum bende. Almış galiba babası, yazık olmuş son senesinde."

 

"Ay ne yazığı ya? Evli barklı adamların peşine düşen kimseye üzülmüyorum valla!"

 

Nazlı sanki bir tiyatro oyuncusu gibi dramatikçe iç çekti. Millet de nerden çıktığı belli olmayan bu muhabbeti dinliyordu.

 

"Allah benim kocamı öylelerinden korusun. Gerçi Halil benden başka kimseye bakmaz ya."

 

Meyra da aynı mağrur duruşla onaylar gibi başını salladı.

 

"Halil enişteme laf yok. O boncuğundan başkasına gözğnün kenarıyla bike bakmaz canım. Ay Ünzile abla ya keşke nikahta siz de olsaydınız. O kadar yakıştılar ki. Nazlı gördüğüm en güzel gelin olabilir."

 

Fidan gözleri far görmüş tavşan gibi açılmış bir Meyraya bir Nazlıya baktı. Bahsedilen Halil içerde oturan Halil miydi ki? O çocuk evli miydi?

Meyra ayılma yaşıyan kızın aklında soru işareti kalmasın diye son sözünü söyleyip bitirdi.

 

"Nazlı kalk kocana bak kız, tabağı falan bitmiştir. Senden başkasının koyduğu yemeği yemez o huylu."

 

Sonra Fidanın gözlerinin içine baka baka gülümsedi.

 

"Baya titiz de bizim enişte, huylunun teki değil mi Zülüş?"

 

Züleyhanın aklındaki tilkiler biraz sesini kesmişti. Şimdi Meyra ona seslenene kadar kafasındaki organizasyonu oturtma derdindeydi.

Sonra ondan cevap bekleyen kıza bakıp ne dediğini anımsadı.

 

"Ha... Öyle anam, huylunun teki Halil. Nazlı kalk kızım, su tutmadan pilavını koyma aman ha tabağına. Tövbe yemez o şimdi."

 

Nazlı yeni gelin edasıyla salına salına içeri girdi, biraz evvel surat asan o değilmiş gibi kocasına gülümsedi. Tabağını alıp tam da annesinin dediği gibi pilavını servis etti. Tam kapıdan çıkacakken de göz kırpıp gülümsedi.

 

Halil ise Nazlının bu değişken ruh halini nasibini kesen reglisine bağladı.

 

Sofrayı topladıkları bir anda Nazenin Asafla göz göze geldi. Asaf ellerini yıkamak için banyoya gidiyordu belli ki. Nazenin etrafı gözleyip sessiz adımlarla Asafın peşinden ilerledi. O kadar kalabalıktı ki her yer, bir kaç kelime bile konuşamıyorlardı. Birde artık Asafın burda olma sebebi ortaya çıktığı için Nazenin iki kat çekiniyordu.

 

Koridora girdiğinde ardından gelen var mı diye bakarken bir el onu yakalayıp içeri çekti. Burası Asafların gece uyudukları odaydı.

 

"Asaf!"

 

Asafın ışıl ışıl parlayan gözleriyle anlık göz göze gelse de bir anda dudaklarına kapanan dudaklar, nerede ve nasıl oldukları algısını yitirmesine neden oldu.

 

Asaf aynı hızla geri çekildi. Onu tanıdığından beri bu bakışları bir kez daha görmüştü. Asafa atkısını verdiği gece de lacivertlerinde böyle tatlı ışıltılar oynaşıyordu.

 

"Nazenin onlar hediye değilmiş, nişan bohçasıymış."

 

Asafın dediğiyle Nazenin gözlerini kırpıştırdı sonra ise engel olamadığı bir kıkırtı kaçtı dudaklarından. Ama Asaf yine dudaklarını dudaklarıyla örtüp yarım bıraktırdı gülüşünü. Bir kaç saniye süren öpücükten uzaklaştığında yüzündeki gülümseme iç çektiriyordu.

 

"Bitanem hadi ben görmedim, sen nasıl anlamadın? Ay Asaf olanlara inanamıyorum. "

 

"Güzelim ben ne anlarım bohçadan, halam süslemiş sandım. Nazenin iki saattir yerime sığmıyorum sanki. Asil abi isteyecekmiş seni. Halam da yemekten sonra çıkıp yüzük alın dedi. Nazenin çok tuhaf hissediyorum ben."

 

Nazenin heyecanını da sesindeki titreyişi de öyle güzel görebiliyordu ki. Elleriyle yüzünü avuçlayıp, küçük küçük okşadı. Züleyha ablası içini rahatlatmıştı ama bir kere de Asaftan duysa daha iyi hissederdi.

 

"Asaf... şey... Biraz tuhaf oldu ya... Yani sen tanışmaya diye geldin buraya şimdi yüzük konuşuluyor. Böyle emrivaki gibi mi oldu? Ben bilmiyordum açıkcası ama burada işler biraz karışıkmış. Züleyha abla da öğrenince... Yani tuhaf mı oldu böyle?"

 

Asafın kaşları hafif çatıldı.

 

"Nasıl karışıkmış? Hem neden öyle söyledin Nazenin? Tamam hızlı oldu farkındayım, yani evlenme teklifi edemedim ben. Off... Dedim ama sana ben, bilmiyorum böyle şeyleri. Halam kalabalık geldik, sadece tanışma olmaz dedi. Böylesi daha münasipmiş ailene karşı. Yani ben çok mutlu oldum ama sen erken olduğunu düşünüyorsan... Ben konuşurum halamla. Nazenin sırf böylesi uygun olur diye eğer emin değilsen...."

 

"Hayır hayır ya sen delirdin mi? Ben sevinçten mutfakta kabıma sığamıyorum. Sadece senin için nasıl olur bilemediğimden. Üstelik evlenme teklifini ben yaptım sana hatırlarsan. Seni aileme getirmek isteyerek, endürüz ağacının altında bir anımız olacağı sözünü vererek zaten seninle bir gelecek hayali kurdum Asaf. Üstelik düşündüğümden de erken kavuşacağım hayalime. Burdan gittiğimde senin yüzüğün olacak parmağımda, deliriyorum sevinçten."

 

Asaf söylediği her sözde ne kadar mutlu olduğunu zaten hissediyordu. İçi gidiyordu büyüsüne. İçi içinden taşıyor, her damlası Nazeninin adını sayıklıyordu.

 

Her an tetikte bekliyordu Asaf. Onun hayatında hiç bir şey bu kadar yolunda gitmezdi. Böyle bir şeyin ihtimali bile düşünülmezdi. Ailesine gelecekleri zaman ne yapacağını düşünürken, koca bir ailenin oğlu olarak adım atmıştı. Babası onu görmezden geldiğinde işte demişti. İşte burda çuvallayacaksın! Babası seni istemeyecek!

 

Ama sabah öyle güzel yaklaşmıştı ki ona ve öyle içten oğlum demişti ki yine allak bullak olmuştu. Annesi büyük bir sevgiyle bakıyordu yüzüne.

 

Sonra dedesi ve amcası geldiğinde her an kimlerdensin sorusuyla sendeleyeceğine hazırlanmaya başlamıştı. Ama o anda da konular öyle alakasız yerlere taşmıştı ki Asaf takip ederken şaşkınlığını yüzünde saklayamamıştı.

 

Halasının en son meseleyi kendilerine nasıl getirdiğini ise ağzı açık izlemişti. Bu duruma hayret besleyen tek kişi de kendi değildi. Gururun annesi için bu kadın şeytan demesi kahkaha attıracaktı neredeyse.

 

"Nazenin baban benden hoşlandı galiba. Hayvanlarla ilgilenirken öğrenmem için baya uğraştı. Yine gelince yardım edersin dedi. Nazenin hadi gidelim hemen. Yüzük almamız lazım sonra bir sürü şey daha varmış. Yarına yetiştirmemiz gerekiyor."

 

Dışardan deli gibi görüneceğini bilmese koşmak isterdi Asaf. Şu an içinden taşan bu hissi kontrol edebilmek için saatlerce antraman yapması, kilometrelerce koşması gerekiyordu. Nazeninin tüm güzelliğini katmerleyen gülüşünden bir kere daha öpüp çıkmak için elini tuttu. Şimdi bir de böyle görünürlerse hoş olmazdı. Her şey bu kadar iyi giderken kötüye sarmasondan deli gibi korkuyordu.

 

"Hadi Nazenin, hızlı olmamız lazım."

 

Nazenin ise hiç bir şey diyemeden parmaklarıyla kapattığı dudaklarından taşan kıkırtıları kontrol etmeye çalışıyordu.

 

Ayaklarını yerden kesen bu hissi zaptetmek çok zordu.

 

Hızlı hızlı mutfağı toparladıklarında kızlara fısıltıyla Asafla konuşmalarını anlattı.

 

Züleyha ise sürekli göz göze geldiği kadına daha fazla fırsat vermemek için ayaklanıp çay demlemeye kalkan Ünzilenin yanına gitti.

 

"Ünzile, biz artık kalkalım bacım."

 

Ünzile ne olduğunu anlamadığından kaşlarını çattı.

 

"O nasıl laf Züleyha? Nereye?"

 

Züleyha yaklaşıp, geldikleri andan beri kendini parçalayan kadına sevgiyle baktı.

 

"Kaşını çatma dünürüne. Gidek alınacakları alıp halledek, birde bu gece biz otelde kalak bacım. Şimdi niyetimiz ortada, akbabanın teki de leş olsa da yesem diyo. Yakışık almaz gece burda kalmamız. Yarın akşama kızımızı istemeye, sözümüzü kesmeye geliriz."

 

Ünzilenin itiraz için açılan ağzını yine Züleyha kapadı.

 

"Asafla aynı evde kalmasını laf ederler Nazeninin. Fırsatımızı vermeyek şu çıngıraklıya. Gidek üstümüze düşenleri tamamlayak. Kızlar, oğlanlar pek hazırlıksız. Güzelce alsınlar ne alınacaksa. Nazenini de götürek yüzüğünü, elbisesini seçsin. Aslında niyetim senin de gelmen de bile isteye gittiğimizi görmek için kalkmıyo eltin olacak nemrut. Sana da olmadık laf etmesin sakın ha. Ben onun dilini büktüm ya yine de ne olur ne olmaz bacım."

 

Ünzile söylediği her şeydeki haklılık payından dolayı mahçupca baktı. Gerçekten Asafın gece burda kalmasını olmadık yerlere çekerlerdi. Şimdi bile nasıl böyle sessiz oturuyor hayretle izliyordu Ünzile. Onaylar gibi başını salladı, gözü yere eğildi.

 

"Hiç suratını asma. Valla bu kadar kolay kurtardığıöıza şükrediyom ben. Şimdi buncacık için ortalık karıştırmayak. Şu çocukların gülüşlerine sebep olmadan adlarını koyak da başka bişey istemiyom ben."

 

Ünzile kollarını dolayıp sıkıca sarıldı Züleyhaya.

 

"Allah bir değil bin kere razı olsun Züleyha. Nazenin, Asaf dediğinden beri uyku girmiyor gözüme. Çıkacak kavgaların, edilecek lafların yanı sıra Tahirle, Nazeninin arası açılır diye içtiğim su bile zehir olmuştu. Şimdi kimsenin gönlü kırılmadan, kızımı istediğiyle sözleyeceğim."

 

Züleyha hinlikle kıkırdadı.

 

"Hır gür olmadan olur mu? Senin büyük elti benden duyduklarını hazmedemeyip basur olmazsa bende bişey bilmiyom."

 

Sesleri içeri taşmasın diye elleriyle ağızlarını tuta tuta kahkaha attılar.

 

Ayaklanmaları, vedalaşmaları derken bir saat de böyle zaman kaybetmişlerdi. Amasya merkeze gelene kadar hiç susmadan konuşup, kahkaha attılar.

Gurur babası için ne kadar üzgün olduğunu söyleyip duruyordu. Bir annesinden bir babasından ensesine şaplak yiyince sustu.

 

Yiğit ise Meyraya çok gülmemesini, bu gün izlediklerinin onun da başına geleceğini söyleyip sinir ediyordu. Nazlı ve Halil buraya geldikleri arabayla önden ilerliyorlardı.

 

Nazlı kasıklarındaki ağrı yüzünden dünden beri üçüncü ağrı kesicisini yuttu.

 

"Boncuğum bir hastaneye mi gitsek? Böyle ilaç içmeyle olmayacak gibi."

 

Sudan bir kaç yudum daha aldığında yüzünü endişeyle ona bakıp yola çeviren kocasına döndü.

 

"Burası baya soğuk aşkım, üşüttüm galiba. Hep oluyor ağrım da bu sefer biraz fazla gibi. Şu sözü atlatalım, hastaneyle falan uğraşmaya gerek yok. Halil hangi renk takım bakacaksın? Bende öyle elbise alayım."

 

Halilin dalga geçer gibi kıvrılan dudağıyla yüzündeki gülümseme kızgınlığa evrildi.

 

"Bak beni sinirlendirme. O kızı parçalamamak için zor tuttum kendimi, sana patlamayım!"

 

"Küçük Nazlı, uğraşma çocukla."

 

Halil bunu da bilerek söyleyip yola bakmaya devam etti. Nazlıdan kendine sirayet eden sinir, dişini alt dudağına saplatmıştı.

 

"Ne çocuğu be! Küçülsün de cebime girsin, iki yaş küçük benden! Hayır annesi de suratsızın teki, neyine güvenip erkek dikizliyorsun sen? Kadın birimiz bir şey yapsak da olay çıkarsam diye gözümüze baktı durdu."

 

"Halam canına okudu ama!"

 

Nazlı küstah bir gülümsemeyle geriye yaslanıp tırnaklarına baktı, ojelerini de Halilin takımına uydurması gerekecekti.

 

"Annem diye demiyorum kırk kapıyı bir birine kırdırır. Yenge ağzını açıp hiç bir şey söyleyemedi gördün değil mi? Nazenin kuşu bile yengem hastamı deyip durdu."

 

"Tahir abi hayvanları sulamak için ahıra gitti, kadın da peşinden çıktı hemen. Ama halam ne yaptıysa döndüğünde tansiyonu düşmüş gibiydi. Dikkat etmek lazım o kadına Nazlı! Tüm evin idaresi hacı da gibi görünse de asıl kararlar yengede bitiyor."

 

"Ay çok fenalar. Ama bence bu sefer sert kayaya çarptılar, dedenin para sevdasını yenge yenemez. Ama çok sinir oldum, baksana Tahir abinin emeğini bile kendilerinin sayıyorlar. Ama Tahir abi Asafı sevmiş değil mi?"

 

Halil onaylar gibi baş sallayıp, dudağı kıvrıldı. Yirmi dokuz yıl gecikmeyle de olsa ailesi olacaktı kardeşinin. Onu tanıdığından beri ilk kez bu günkü bakışları görüyordu yüzünde. Hep suskun ve yüzü puslu olan adamın sessiz coşkusu kendine kadar ulaşıyordu.

 

"Sen onu bunu bırak boncuk hanım! Kocanla ilgilenmeyişinin hesabını ver."

 

Nazlı lafı biter bitmez Halile uzanıp kollarını yandan boynuna sardı. Sakalları iyice uzamış yanağına da bir sürü öpücük bıraktı.

 

"Canım sevgilim, hiç uzun uzun sarılamadım da. Zaten ayrı uyuduk. Halil ya ne olur bu gece biz aynı odada kalalım."

 

Halil boynuna sarılı koluna bir öpücük kondurup araba sürmeye devam etti.

 

"Zaten öyle olacak boncuk. Dün gece yer yok diye bir şey diyemedim, üstelik halam ses çıkarmaz. O tam da bu nedenle evlendirdi bizi. Senden uzak kalamayacağımı gördü kadın."

 

Nazlının omzuna yaslanan başına yüzünü çevirip, kokusunu soludu.

 

"Şey aşkım tam olarak öyle değil. Annem senden çok benden korkuyormuş. Bana nerde görsen oğlanın üstüne atlayacak gibi bakmasan yaza kıyardık nikahı dedi."

 

Annesinin kaşları çatık laflarına Nazlının kıkırdayarak karşılık vermesi Züleyhayı delirtmişti. Az utan anandan diye de bir terlik yemişti.

 

Kısa sürede ırmak kenarında bir otaparka arabaları bıraktılar. Ne yapılacağını söylesin diye Züleyhaya bakıyor olmaları da ayrı bir içler acısıydı. Biri de çıkıp sen şunu yap biz bunu yaparız diyemiyordu.

 

"Şimdi Nazenin önce bi altınını almak lazım kızım. Yüzüğünüzü altın işinden sonra Asafla seçersiniz, biz çıkarız. Bohçalara bir iki ekleme daha yapacam. Hem üst baş alalım kendimize. Anam burda çikolatayı nereye yaptırsak ki Asil? Çiçeği de adam gibi yapacak yer lazım. Söz tepsisini seçecez daha. Nazenin şu damat fincanlarından isten mi ablam?"

 

Züleyhanın sıra sıra söylediği herşeye alık bakışlar atıyor olmaları iç çektirdi. Bunlardan mı akıl alacaktı şimdi?

 

"Şey Züleyha abla onlar lazım mı ki? Ben pek anlamıyorum da siz seçseniz."

 

Züleyha derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. Hem hiç bir şey bilmiyorlar hemde evlenmeye çalışıyorlardı.

 

"Öyleyse şöyle edek ablam. Önce gidek bileziklerini, setini seçek. Biz çıkarız, siz de yüzüğü seçersiniz. Sonra Süreyyayla ben de eksikleri tamamlarım."

 

"Bilezik mi?"

 

Nazenin pek de altın seven biri değildi aslında. Seçilirken de neye göre seçilmesi lazım hiç bilmiyordu. Boş bakışlarıyla, Züleyha elini bağrına atıp gök yüzüne baktı.

 

"Kızım altınını seçmeyecen mi?"

 

"Aslında ben pek sevmiyorum Züleyha abla, gerek var mı ki?"

 

Züleyha kınayıcı bakışlar atıp kocasının koluna girdi.

 

"Gel gidek onu da biz seçek kocam. Bunlardan hayır yok. Siz de efendi uslu durun, adam gibi üst baş seçin. Malamat etmen bizi! Hadi Süreyya bize düştü işler bacım."

 

Asil onaylayıp yürümeye başlayınca genç takım da arkalarında kaldı. Asafın "hala" diye seslenmesi sonucu üç beş adım attıkları yerde durdular. Yanlarına gelen çocuğun mahçup yüzüyle gözlerini kıstı Züleyha.

 

"Söyle halam, bişey mi unuttuk?"

 

Asaf bir Asile bir de dikkatle ona bakan Meyranın annesine baktı. Elinin içinde tuttuğu kartı utana sıkıla uzattı.

 

"Hala... Masraflar için bunu kullanın. İçinde birikmiş var, yetecektir alınanlara."

 

Asafın uzattığı karta bir de yüzündeki o tatlı utangaçlığa tebessüm ederek baktı Züleyha.

 

"O kartın içindekini evini kurarken kullan oğlum. Ben şimdi yeğenime halalık yapacam, sende efendi uslu en yakışanından bi takım seç hadi kendine. Akşama kalmayak."

 

"Hala ne olur? Benim için çok zahmete girdiniz birde bu kadar masraf yapmanıza gerçekten gerek yok. Maddi bir sıkıntım yok, lütfen alın. Zaten fazlasıyla emek verdiniz."

 

Züleyha yalandan kaşlarını çattı.

 

"Ben Halilin düğününde de ondan tek kuruş almayacam, Yiğitte, Gurur da, Yağızda da... Bunca zaman çalışıyosak çocuklarımız için çalışıyoz. Halanım dediğimden beri de bu saydıklarımdan tek farkın yok gözümde. Sen birikmişini evine, barkına harca. Bu günleri bekleyerek zaman doldurdum ben, ilki sana kısmet oldu sinirimi bozma! Hadi oğlum, ağaç olduk dikile dikile."

 

Ardını dönüp yürümeye başladığında Asafa tek kelimelik hak tanımamıştı. Asil de rüzgarın dağıttığı saçlarına oldukça güçlü bir öpücük bıraktı.

 

"Cazgırlıkla da olsa yine yaptın yapacağını Zümrüt göz."

 

"Hiç kıyamıyom bu çocuğa, şu yüzündeki mahçup hâl var ya içimi deşiyo sanki."

 

Süreyya dünden beri izledikleriyle çok daha başka bir ruh hali içindeydi. İstemsiz kendine kızıyordu. Meyra da böyle bir ailenin içinde büyümeyi hak etmişti ama çocuk aklı, kızı için en olmaması gereken kişiyi baba diye seçmişti. Onları izledikçe Meyra nelerden mahrum büyümüş görüyor ve daha çok içi sızlıyordu.

 

Sonra ise bir ses, bundan sonra kızının nasıl bir aile içinde olacağını söyleyip kalbini şenlik yerine çeviriyordu. Meyra hak ettiği gibi çok sevileceği bir ailenin kızı olacaktı.

 

"Kız sana ne oldu?"

 

Mavi gözleri dolu dolu ona bakan kadınla şaşırmıştı Züleyha.

 

"Hiç... Asafın bakışları duygulandırdı."

 

Züleyha anlık gerilerinde kalan ve birbirlerini ite kaka yürüyen çocuklarına baktı. Sonra yine Süreyyaya döndü.

 

"Gözünde bi bakış var..."

 

Züleyha bu sefer ona küçük bir tebessümle bakan kocasına yaklaşıp elini montunun içinden atarak beline sarıldı.

 

"Asilin Kütahya'dan çocuklarımı getirdiği gün ki gibi aynı. O kapıdan girdiğimde Halille, Yiğit de tıpkı onun gibi bakıyodu. O bakışı içimi yakıyo bu oğlanın. Hiç Nazlıda, Gururda, Yağızda yada Zümrütte görmedim. Emme Asaf aynı Halil gibi bakıyo her yana. Yıllarca uğraştım Halilin gözündeki o bakışı silmeye. Hata yaparsam, ayıp edersem diye minderin ucunda oturdu durdu dünden beri."

 

Asil kaç yıl geçse, kaç ömür tüketse doymayacaktı onun kalbinin güzelliğine. Asafta kendi öksüz, yetimliğini gördüğünü biliyordu. En başından çocuğu benimsediği andan beri farkındaydı bu içselleştirmenin sebebini. Şimdi de çocukların o zamanlar ki halini gördüğünü anladı. Halilin hiç bir yere ait olamayışını, kendini hiç bir yere layık göremeyişini Asafda da hissediyordu demek ki.

"Hadi hanımlar, hava soğuk, bizim de işimiz çok. Kızımızı isteyelim sonra Züleyha hanımın başıma açtığı işleri düzenlemem lazım."

 

Yan yana yürürken Züleyha kalçasıyla kocasını iteklemeye çalıştı.

 

"Niye öyle diyon kocam? Bak kendi etimizi kendimiz beslicez, fena mı oldu? Saman gibi et getiriyolar diye kızmıyomuydun. Zırha bile yapışmıyo diye söylenip duran kimdi?"

 

"Yürü Züleyha yürü! Her lafa da bir cevabın var."

 

Geride kalanlar ise bir süre birbirlerine baktılar. Yiğit ırmağın karşısında kalan evlere göz atıp kendi gibi etrafı seyreden Meyraya seslendi.

 

"Pişt! Sarı şeker gel fotoğraf çekinelim. O kadar geldik, hatıramız olsun."

 

Meyranın da aklından geçeni dillendirmiş oldu. Zıplayan adımlarla gelip yanında durdu Yiğitin.

Gurur da cebinden telefonunu çıkardı.

 

"Hadi gençler sağlam bir poz verin. Tanesi beş liradan atarım telefonlarınıza."

 

Yiğit beresini çıkarıp saçlarını düzeltti. Gurura da dalga geçer gibi bir bakış attı.

 

"Söylediğim saniye o fotoğraflar telefonuma atılmasın senin bir telefonun kalıyor mu ortalıkta, izle şovu genç! Senin ısırılmış elmayı 3310'a çevirmem yarım saatimi almaz. Sonra rakamlardan "ah istanbul" müziği oluşturmaya çalışırsın."

 

Gurur ağzını açıp karşılık verecekken Yiğit abisinin ciddi ifadesiyle bir adım geri attı. Yapar mıydı ki? Güven olmazdı, yapabilirdi.

 

"Abi sende hiç şakadan anlamıyorsun canım, hadi hadi. Ver pozunu açık alan düğün fotoğrafçıları mesleği bıraksın."

 

Yiğit anında geri vitese takan çocuğa sırıtıp Meyrayı kolumun altına çekti. Bir kaç sarılmalı pozun sonrasında Meyra ne olduğunu anlamadan kucağına aldı.

 

"Ne yapıyorsun manyak? Ay deli misin be?"

 

"Rahat dur sarı. Şöyle afilli bir kaç pozdan zarar gelmez, okulda arkadaşlarına gösterir hava atarsın."

 

Hem konuşup hem resimlerini çeken Gurura bakan adama şaşkın şaşkın baktı Meyra.

 

"Deliye bak be! Ne hava atıcam, indirsene lan beni?"

 

"Meyra bi sus kızım ya, bak ağzın gözün yamuk çıkıyor hep."

 

Gururun bağırtısıyla kavgaya ara verip fotoğraflarını çeken Gurura döndü. Bir kaç gülümseyen poz verdi.

 

"Hayır bu ne özgüven, hava atacak mışım! "

 

Sanki söylenen kendi değil gibi Yiğitin kolunu boynuna sarmasına yardım edip, başını da Yiğite yaslayarak yeni bir poz verdi.

 

"Yiğit abi Meyrayı korkuluklara oturt, sırtında gibi olsun. Arkadaki yapılar çok güzel çıkıyor."

 

Yiğit başını sallayıp kucağındaki kızı yere indirdi sonra da korkuluklara oturttuğu kızın bacaklarının arasına girip sırtını döndü. Hiç Meyraya bir şey demeden bacaklarını karnında birleştirdi, elinin birini kolumun altından geçirip göğsüne sardı. Diğer elini de omzunun üzerinde atmıştı.

 

"Meyra kafan görünmüyor kızım az yandan baksana."

 

Sanki çok mantıklı bir şey yapıyorlarmış gibi Meyra omzunun üzerinden başını uzatıp, sarıldığı bedenden güç alarak kadraja kendini soktu.

 

"Hah süper, dur öyle."

 

Bir kaç pozdan sonra Yiğit Meyraya doğru dönüp, kucağına alarak korkuluklardan indirdi. Hafif esen rüzgarla dağılan saçlarını parmaklarıyla düzeltti.

 

"Fark ettin mi sarı?"

 

Sesi o kadar iç gıcıklayıcıydı ki Meyra dudaklarını izlerken buldu kendini. Sorduğu soruyu da tam anlayamadı.

 

"Neyi?"

 

Yiğit uzanıp kızarmış burnunu öptü. Yüzüne de görüp gürülebilecek en piç sırıtışı ekledi.

 

"Seni kucağımda ne kadar kolay çevirebildiğimi."

 

Biraz evvel öptüğü burna küçük bir fiske atıp göz kırptı.

 

"Sen bunu bir düşün sarı susam, hoşuna gidecek eminim."

 

Yiğitin arkasını dönüp abisinin yanına yürümesini dehşetle araladığı gözlerle izledi.

 

"Bu! Bu davar bana ne dedi? Bu bana ne dedi öyle be?"

 

Kendi kendine sinirle ilk kızaran, sonra moraran suratı en son dediği lafların içerdiği bir kaç görüntüyü gözünün önüne düşürdü. Evirilip çevirilen bir Meyra!

 

Hızla silkelenip kendine gelmeye çalıştı. Ahlaksız köpek durup durup aklını oynattıracaktı ona.

 

Beraber ilk Nazenin için söz elbisesi aldılar. Lacivert ve oldukça şık elbise Meyra ve Nazlı tarafından da çok beğenildi. Sonra Asaf için takım seçmelerine Yiğit, Gurur, Halil diye devam ettiler. En çok Meyra ve Nazlı için uğraşıldı. En son Gururun ellerine tutuşturduğu elbiseleri alıp çıktılar.

 

Akşam karanlığı çökene kadar da Amasya da gezmedik yer bırakmadılar. Halil, eniştesiyle konuştuğunda onlarında işlerinin bittiğini öğrendi. Arabaları park ettikleri yere hemen hemen aynı zamanda ulaştılar.

Cebindeki anahtarı çıkarıp Asafa uzattı.

 

"Sen Nazenini bırakıp dönersin, biz geçiyoruz otele. Kızlar yoruldular."

 

"Tamam, ben bırakayım daha fazla geç olmadan."

 

Halil yumruğunu omzuna vurup dudağını kıvırdı.

 

"Kayınpederle tersleşmemek lazım."

 

Asaf ters ters baktı ve anahtarı elinden çekip aldı.

 

"Germe beni kobra! Aklım çıkıyor olmadık bir halt edeceğim diye germe beni!"

 

Halil arkasını dönerken kısık bir kahkaha atmıştı. Asaf da Nazenine doğru yürüyüp elini tuttu.

 

"Gidelim mi güzelim, hava kararmadan bırakayım seni."

 

Nazenin de tam olarak bunu söyleyecekti. Hızla başını sallayıp, kızlarla ve anneleriyle vedalaştı.

Yarım saatte kasabalarına ulaşmışlardı. Eve yaklaştıklarında Asaf, Nazeninin kucağındaki elini kavrayıp öptü.

 

"Yapılması gereken başka bir şey varmı büyüm? Unutmayalım, aklına gelirse ya da annen söylerse haber ver olur mu?"

 

"Yok Asaf daha ne olsun? Bizde aslında takı bile düğünde takılırdı. Hiç gerek yoktu altına falan."

 

Asaf başını iki yana esefle salladı.

 

"Züleyha hala beni çok mahçup etti. Ödemek istedim ama kabul etmedi. Bu kadar yolu benim için geldiği yetmezmiş gibi birde masraf yaptı. "

 

"Seni çok seviyor Asaf. Anneme seni övmelerini duymalıydın. Durup durup benim efendi oğlumdan daha iyi damat bulamazsın dedi. Halini görmeliydin akşam. Meyra anneme bir şey diyor, annem gülünce de Züleyha abla buldun gül gibi damadı gülersin tabi diye laf söylüyor."

 

Asafın dişleri görünesi gülümseyişi Nazenini mest etti. Onu böyle görmeyi çok seviyordu. Asafa gülmek çok yakışıyordu.

 

"Çok başka bir kadın. Gerçekten eşi benzeri yok. Dünyaya anne olmak için gelmiş gibi."

 

Nazenin tatlı tatlı kıkırdadı söylediklerine.

 

"O da öyle söylüyor zaten. Bir, anne olmak için gelmiş iki, bekarları evlendirmek için. Hayat moddosu bu."

 

Ne denilebilirdi ki bu sözlerin üstüne? Tam olarak Züleyha böyle tarif edilebilirdi.

 

Asaf, Nazenini bırakıp geri döndüğünde Nazeninlerin evi boşalmıştı. Babası pencere kenarında sessizce dışarıyı izliyordu.

 

Nazenin geldiğinden beri hiç uzun uzun konuşamamıştı babasıyla. Özellikle bu mesele hakkında tek sözleri olmamıştı. Bir miktarda kırgındı aslında. Bahsedilen önceki meselede babasının ona hiç bir şey söylemeden olumlu yaklaşması üzmüştü Nazenini.

Ama şimdi çok dalgın görünce de içi üşüdü. Babası, gerçekten Asaf hakkında ne düşünüyor bilmek istedi.

 

Annesinin akşam namazını kılıp mutfağa girmesiyle peşinden yürüdü.

 

"Anne, babam çok dalgın."

 

Ünzile de aslında biraz keyifsizdi. Züleyhalar çıktığında tüm gün susan eltisi yine yılan gibi sokup, kalkmıştı. Allahtan kayınbabası bu işten oldukça memnundu da sesini kesmesini tembihlemişti. Ama en son çıkarken kocasına hakkımın karşılığı bu değildi diyerek yapacağını yapmıştı.

 

Ünzilenin zerre kadar gönlü daralmıyordu bu laflara. Eltisi kocasına on yıl baktıysa Ünzile de onları yirmi yıl beslemişti. Misliyle yaptığı herşeyi karı-koca ödemişti sahiplerine. Ah keşke kocası da anlasaydı bunu?

 

"Hadi sen babana güzel bir kahve yap, otur yanına iki kelam et keyfi yerine gelsin kara kızım."

 

Nazenin başını sallayıp babasının orta şekerli kahvesini yaptı. Çifte kavrulmuş lokumunu kenara koyup babasının çok hoşuna giden kurumuş minik gül tomurcuğunu suyunun üzerine bıraktı.

 

İçeri girip, yanına yaklaşana kadar babası onu fark etmemişti.

 

"Babacığım, kahven?"

 

Tahir ilk ona seslenen kızına dalgınca baktı sonra elindeki kahveyi görüp gülümsedi.

 

"Eline sağlık yavrum, suyu güllendirmişsin."

 

"Sen seviyorsun..."

 

Tahir keyifle suyundan bir yudum alıp, kahvesine uzandı.

 

"Anan hiç böyle süslemiyor kahvemi, dümdüz fincanı veriyor elime. "

 

Nazenin kıkırdayınca Tahir kızının gülen yüzüne baktı. Sonra erteleyip durduğu konuşma için elini yanındaki boşluya iki kere vurdu.

 

"Gel otur can şenliğim, azıcık sohbet edelim senle."

 

Nazenin yanına oturunca, kara saçlarına uzanıp bir öpücük bıraktı. Sonra da kızının yaptığı kahveyi içene kadar bir şey demedi.

 

Fincanı tepsisine bıraktığında merakla onu bekleyen kızına döndü yüzünü.

 

"Bana demek istediğin bir şey var mı kızım?"

 

Nazenin deminden beri yanağının içini ısıra ısıra acıtmıştı. Onlar babasıyla her şeyi konuşurdu da şimdiye kadar hiç gönül meselesini konuşmamışlardı. Bir kız, babasına bunu nasıl derdi ki?

 

"Baba ben..."

 

"Utandın, yüzün kızardı. O zaman ben sorayım sen söyle kara kızım. Yarın evimize gelecek misafir, parmağına da yüzük takmak istiyor. Senin gönlün var mı kızım? Adettendir, biliyorum niyetini ama sesinden duyayım. Senin gönlün ne diyor?"

 

Nazenn bir iki dakika yere baktı. Sonra derin bir nefes alıp başını kaldırdı.

 

"Baba hatırlıyor musun? Annemi o sınırdan geçirip, alıp getirmişsin buraya. Ben hep nasıl cesaret ettin, nasıl karar verdin diye bin kere anlattırdım o hikayeyi."

 

Tahirin yüzü yumuşadı, gözleri kısıldı, sadece başını salladı. Nazeninin en sevdiği hikaye, anasını kaçıran babasının hikayesiydi.

 

"Bana dedin ki gönlümde bi kuş anneni gördü kanat çırptı. Sonra da onun dalına kondu, nasıl kuşumu geri de bırakayım? Ben o zaman bunu çok anlamamışım baba. Benim gönül kuşum kanatlanıp bir dala konana kadar seni zerre kadar anlamamışım. Şimdi kuşum o dalda mutlu. O dalın sahibi gönül kuşuma çok iyi bakıyor, gözünden bile sakınıyor. Kendi çok yaralı ama benim için çok çabalıyor. Ben senin rızanla olsun istiyorum her şey. Parmağıma yüzüğümü sen tak, hayır dua fısılda kulağıma istiyorum. Bir de..."

 

Tahirim düğüm düğüm olan boğazı her kelimeyi zorla geçirdi gırtlağından. Bilmeden neredeyse ne çok zarar verecekmiş kızına fark ettikçe kanı çekildi. Kızının yarım kalan lafını fısıltıyla tekrarladı.

 

"Bir de?"

 

Nazenin uzanıp babasının elini kavradı. Onlar için çalışırken kuruyup, çatlayan, sertleşip, nasır tutan elini öptü. Gözleri dolu dolu ona bakan babasına baktı.

 

"Baba benim gönlümün sahibini beni sevdiğin gibi sever misin? O çok hak ediyor ama hak ettiğini yaşatmamışlar hiç. Çok güzel bir kalbi var yemin ederim. Onu da bizim gibi bağrına basar mısın? Sen bize çok güzel bir baba oldun ama Asaf bunu hiç yaşamamış."

 

Kızının ağzından çıkan her kelime de sabah Asafın ona söyledikleri yankılandı sanki. Narin kuşu, Asafın ailesiz büyümesini kendine böyle dert ederken ölsün diye çöpe bırakılmasını kaldıramazdı. Asafın kızına verdiği kıymeti, kızının ona beslediği sevgiyi bir hata yapmadan gözüne gösteren Rabbine şükretti. Sessizliğini yanlış anlayan kızı biraz panikli bir tınıyla devam etti.

 

"Baba ben onu çok seviyorum. O yüzden sevdiğimi sizde çok sevin istiyorum. Onu gördüm ben... Halil enişteyi, Yiğit abiyi, Gururu nasıl izledi, gördüm. O imrenerek bakan gözlerini gördükten sonra dedim ki... Benim babam da ona böyle baba olur. Bizi çok güzel sevdin sen, çok güzel baba oldun hep. Ona da olur musun baba?"

 

Tahir kızının sol gözünden kayan yaşı parmağıyla yakalayıp sildi sonra da kara kızının başını göğsüne yaslayıp saçlarını okşadı.

 

"Sabah erkenden kalkıp yardımıma gelmiş. Yalnız büyümüş belki ama çok düzgün büyütmüş kendini. Çoğumuzun yapamadığı ana babalığı kendine yapmış oğlan. Benim kara kızımın gönlündeki kuşa iyi baksın o dalın sahibi. Ben evladımı esen yelden sakınırım. O kuşa da söyle, dalına konduğu ağaca türküler söylesin hep. Ben lazım olursa oğlumu da sakınırım."

 

Nazenin babasından duyduklarıyla kolunu hızla boynuna doladı. Sıkı sıkı sarılıp, sakallarla bezeli yüzünü öptü.

 

"Seni çok seviyorum baba. Bizim babamız olduğun için de hep şükrediyorum."

 

Tahir kapı aralığında tülbentinin ucuyla gözünü silen karısına baktı. Ünzilenin kapanıp açılan gözlerine aynı şekilde karşılık verdi. Belki yarın ömür tükenir hak divanında hesaba tutulurdu. Yengesinin hakkı için rabbinden af dilerdi de kızının hakkı için af dileyecek yüzü bile bulamazdı. Tahir doğru olanı yapmıştı. Kızının ağzından dökülen her kelime sonucun da yengesinin laflarıyla sıkılan ruhu feraha kavuşmuştu.

 

"Hadi erken yatmak lazım bu gün. Yarın kızımı sözleyeceğim ben. Gidip iyice bir dinlenmek gerek."

 

Tahirin erkenden odasına kaçar gibi gidişini anne kız gülümseyen yüzle izlediler. En çok babalar isterdi kızları için güzel bir eş ve en çok babalar kabullenemezdi evden gideceği gerçeğini. Bir yanı kızının mutluluğu için sevinirken diğer yanı başka bir evin kuşu olacağını içi sızlayarak düşünürdü.

 

Ertesi gün her şey hızla ilerledi sanki. Ünzile ve Nazenin akıllarına ne gelse yapmanın derdine düştüler. Temizliği, ikramları hazırlamak için koşturarak hareket ettiler.

 

Akşam yaklaştığında da hazırlanıp odalarından çıktılar. Kızlar arayıp yardım için gelmek istediklerinde Ünzile bilerek kabul etmemişti. Zaten dünya dertlerini çekmişlerdi şimdi gönlünce her şeyin elinden geçmesini istedi. Nazenini de elleriyle hazırladı. Saçlarını özenle tarayıp topladı.

 

Dışardan gelen seslerle birbirlerine baktılar sonra dedesi ve amcalarının geleceği akıllarına düştü.

 

"Anne yengem bir tatsızlık çıkarmaz değil mi?"

 

Kapıya giderken Nazeninin sesi tedirginlikle çıktı.

 

"Hiç bir şeycik yapamaz merak etme sen. Yapsa dün yapardı, onda da oturup kaldı. Sen bunlarla canını sıkma yavrum."

 

Tahirin açtığı kapıdan bir bir içeri girdi tüm akrabaları. Dün yardıma geleceği halde arayıp sormayan kaynı herkesden önce dalmıştı. Büyük eltisinin yüzü sirke satıyordu, diğer eltisi ise merakla içerde biri varmı onu gözlüyordu.

 

"Gelmediler henüz abla, buyurun geçin içeri."

 

Duduya çoğu zaman yenge dese de Nuray'a abla diyordu. Aralarında beş yaş vardı, Dudu yangesi ise ondan on bir yaş büyüktü.

 

"Kızını veriyon hemi Ünzile?"

 

Eltisi gelip görüşme maksatlı iki yanağına yüzünü dokundurdu.

 

"Hayırlısıyla öyle olacak abla. Bakalım, nasip bu işler."

 

Nuray sağa sola bakındı. Her zaman geldiği evde ne aradığını merak etti Ünzile.

 

"Çok zenginlermiş, duydum. Akşam babam anlata anlata bitiremedi. Sağlam yere gelin ediyon kızını."

 

Ünzile bu densiz lafa ne dese bilemedi. Çoğu zaman susmasının sebebi de onlar kadar laflarını kirletemeyeceğiydi.

 

"Ben kızımın mutluluğunu bilirim abla, kimsenin kazancını merak ettiğim yok."

 

Nuray gözünü devirip diliyle dişi arasında söylenerek girdi içeri. Büyük eltisi ise hiç yüzüne bakmadan geçip oturmuştu bile. En sona kayınpederi kaldı.

 

"Hoşgeldin baba."

 

"Hoşgördüm gelinim, hazırlık ettiniz misafire Ünzile? Mahçup etmen bizi Asil beylere!"

 

Ünzile yirmi küsür yılda gelinim olmayı sonunda başarmıştı demek. Dudağı hüzünle kıvrıldı ama hemen toparladı yüzünü.

 

"Merak etme baba, mahçup olmayız. Hazır her bir şeyimiz."

 

"İyi iyi " diye söylenerek girdi kayınpederi içeri. Kapıda ki kocasıyla göz göze geldiler. Tahirin babası adına utanışına da kızıyordu Ünzile. Kusur sahibi utanması lazımken kocasının yüzünü eğmesi öfkelendiriyordu onu.

 

Ortada dönen muhabbet sadece kurulacak ortaklık, alınacak hayvan sayısı, artacak kazanç miktarıydı. Karı koca sabırla konuşulanları dinleseler de tek kelime etmediler. Sonra dışardan gelen araba sesleriyle ayaklandılar. Fidan pencereden bakıp, dışarıyı gözledi.

 

"Dünkü büyük araba değil yenge bugünkiler. Dört tane hemide. Kaç arabaları var ki bunların?"

 

Buna yine Ünzile sessiz kalsa da kayınpederi gevrek gevrek gülerek "çoktur besbelli" demişti.

 

Kapıda misafirlerini karşılamaya geçtiler. Önden Züleyha ve Asil selam vererek girdi. Gerilerinden Yiğit kolunun birine Meyrayı diğerine Süreyyayı takmıştı. Peşlerinden Nazlı ve Halil sonra Gurur derken en sona elinde çiçeğiyle Asaf göründü. Ünzile içinden nazar duası okuyup gülümseyerek baktı yeni evladına.

 

Hepsi selamlaşıp Züleyhanın elindeki özenle hazırlanmış çikolata tepsisini aldı. Nazenin en sona kalan sevdiğiyle göz göze geldi. Asafın onu santim santim süzüşü içini kaynatıyordu.

 

"Çok... çok güzel olmuşsun büyüm."

 

Çiçeğini uzanıp alan, sevgiyle de bağrına basan Nazenin tüm hislerini görsün diye yüzüne işlemişti sanki.

 

"Sende çok yakışıklı olmuşsun, çok heycanlıyım Asaf. Sakın kahve verirken bakma olur mu bana, üstüne dökerim ben senin ."

 

Asaf gözünü sofaya çevirip kimse var mı diye bakındı. Görünürde kimse olmayınca da uzanıp yanağına hızlı bir öpücük bıraktı.

 

"Emin ol kara saçlı güzel, ben senden daha fenayım. Elime yüzüme bulaştırmadan şu geceyi bir atlatayım diye dua ediyorum."

 

Nazenin nazlı nazlı çiçeğini öpüp içeri doğru geçti. O göz süzüşleri hata yapma korkusuyla panikleyen yüreğe ne yapıyor, zerre bilmiyordu.

 

Bir süre oturulduktan sonra Ünzile gözüyle kahveler için işaret verdi. Üç kız el çabukluğuyla kahveleri pişirip özenle servis ettiler.

 

Biraz havalardan, biraz tarlalardan, bozulan ekonomiden, kötüye giden gençlikten derken sonunda Asil genzini temizleyip duruşunu düzeltti.

 

Hacı mesele nereye geldi anlayınca o da duruşunu değiştirmişti. Ama Asil onun değil oğlunun yüzüne bakıyordu. Bozulacak oldu, kaşları çatıldı.

 

"Önce teşekkür etmek istiyorum Tahir, evini açtın, misafir ettin, çok da güzel ağırladın... Hakkını helal et."

 

Tahir de nedense babasıyla konuşur sanmıştı Asili. İlk bir bocaladı ama hemen toparladı kendini.

 

"O nasıl söz Asil, geldiniz çok mutlu ettiniz bizi. Varsa hakkımız helal olsun, sizde helal edin."

 

"Ben hem kız, hem oğlan babasıyım Tahir. Evlat ne demek çok iyi bilirim. Evlat ne tatlı cennet meyvesi yaşadım. Allah hepsinden de razı olsun, gururum oldular hep. Şimdi de bir evladımın güzel günü için çaldık biz kapınızı. Asaf diğer çocuklarım gibi çok kıymetli, çok değerli. Oğlumuzun da her daim arkadındayız halasıyla. Şimdi müsaden olursa Allahın emri peygamberin kavliyle Nazenini, Asafa eş olarak istiyoruz."

 

Asil de hacının bozulan suratını fark ediyordu ama bir takım tavizler verecek olmaları sınırının olmadığı anlamına gelmezdi. Kendi nasıl hiç bir çocuğunun adına başkasını konuşturmayacağı gibi karşısındaki adamında bu hakkını elinden almazdı. Gelirken bunu Züleyhaya da söylemişti. Gerçi zehir akıllı karısı öbür türlüsünü kendide kabul etmeyeceğini söyleyip dört araba kiralatarak dedeyi yine susturmuştu bile.

 

"Sözü uzatmaya hacet yok Asil. Ben kızımın gönlünden geçeni öğrendim, sen de oğluna olan güvenini hiç çekinmeden söyledin. Allah hayırlı, mübarek kılsın. Ben kıymetlimi oğluna emanet ediyorum. Ha oğluna da bundan sonra baba olacağımı söylüyorum. Allah utandırmasın."

 

Onlar konuşurken Gurur, Nazlıya doğru eğildi.

 

"Zümrütü biri isterse ben vereceğim haberiniz olsun!"

 

Nazlı ne dediğini anlamadığı için boş boş baktı kardeşine. Konuştuklarını gören Meyra da ortalarında oturan Gurura doğru eğilmişti.

 

"Ne oluyor merkez?"

 

"Zümrütü diyorum, biri isterse benden başkasını konuşturmam haberiniz olsun. Ağır olay çıkar. Bunlar nasıl baba lan? İşini gücünü sorar az insan! Babam seni verirken de aynı Tahir abi gibiydi, iş yok bunlarda."

 

"Bu söylediklerini Tahir abiyle babama söyleyeceğim."

 

"Kızım biri benim kızımı isteyecek ama bana GBT sini vermeyecek! Ulan sosyal güvenlik numarasına kadar CV isterim adamdan. Bunlar hiç bir şey sormuyor. Hayır belki kaçakçının teki Asaf abi, ne belli."

 

Nazlı "salak" diye fısıldadı. Meyra da kıkırdadı.

 

"Diyelim ki kaçakcı, sence bunu burda söyler mi Einstein?"

 

Gurur karşılarındaki konuşmayı dikkatle izlerken onaylar gibi kafasını salladı.

 

"Haklısın! Micro ifade uzmanı olmak lazım. İte, kopuğa kızımı veriyo muyum vermiyo muyum riske atamam."

 

Kızlar, Gururun söylediklerine kıkırdarken kendilerini olabildiğine sıktılar. Babasının dediği gibi tam bir zevzekti.

 

Son sözler söylenip herkes ayaklandığında onlar da kalktılar. Nazenin Asil ve Züleyhayı öperken Asaf da Tahirin eline uzandı.

 

Elini öpen çocuğa tek koluyla sarıldı.

 

"Gönül dalına konan kuşuma iyi bak oğlum. Baban olarak kıymetlimi sana emanet ediyorum. Kızımdan da aynısını isteyeceğim. Oğluma çok iyi bakmasını tembihleyeceğim."

 

Asaf geriye çekildiğinde gözlerine sevgiyle bakan adama aynı şekilde baktı.

 

Asaf bu yaşına kadar bir çok şey olmuştu. Kendini ilk tanıdığında "piç" olmuştu mesela. Yurtta çocuklardan dayak yediğinde müdür babası için "it" olmuştu. Okulda arkadaşlarının ailelerinin gözünde "kimsesiz", ilk yanlışında "nankör" olmuştu.

 

Ona biri iyilik yapacak olsa yanındaki "acıma yetime" diye başlardı sözlerine. Yetimhanede büyüdüğünü öğrenen "kim bilir hangi günahın artığı" derdi kulağı duyası şekilde.

 

Ama Asaf için artık başka sıfatlar kullanılıyordu. Asaf birilerine kardeş, birilerine yeğen, birilerine dost oluyordu.

 

Kara saçlı bir büyüye sevgili olan adam şimdi de bir babaya evlat oluyordu. Yirmi dokuz yıl sonra evinden atılan bebek, yuvasını buluyordu.

 

"Emanetini gözümden bile sakınacağım baba. Seni hiç mahçup etmeyeceğim, hiç utandırmayacağım. Ben size yakışır bir evlat olacağım..."

 

 

 

Loading...
0%