Yeni Üyelik
41.
Bölüm

Kahrolsun, Kahrolmamış, Kahrolması Gereken, Kahrolası Şeyler

@orenda

Selam yavru kuşlar, umarım keyif alacağınız bir bölüm olur.

 

Görüyorum ki aranızda beni takip etmeyenler varmış. Alındım, gücendim ve fazlasıyla incindim. Eğer bu gafletten dönmek isteyen olursa

Wattpad ve instagramdan takip ederek kırılmış ponçik kalbimi tamir edebilir.

 

Öptüm, yedim sizi🥰😘😘😘😘

 

El öpme merasimi bittiğinde Züleyha gözleriyle onu parçalayan kadına doğru bakıp sonra Nazlıya döndü.

 

"Nazlım, çantamı versene annem."

 

Nazlı dudağını kıvırıp annesinin biraz evvel oturduğu koltuğun kenarındaki çantayı aldı. Züleyha mütemadiyen gelin altınlıyormuş gibi bir rahatlıkla çantasındaki kutuları çıkardı.

Gören onu Nazeninle konuşuyor sanabilirdi ama sesi ortamdaki herkese ulaşıyordu.

 

"Kusuruma bakma kara kızım. Sana layığını tam bulamadım. Ben kuyumcuya Adana burması diyom, o bana içi boş, ağırlığı bile olmayan üçlü burma çıkarıyo. Bi de ajda diye bi model çıkarmışlar, ne o öyle saçaklı gibi? Altın dediğinin ağırlığı olmalı, dokunmadan eğilip bükülenden bilezik mi olur canım? Düğünde hakkıyla takarım inşallah altınını yavrum. Setin de pek içime sinmedi ya neyse onu da yenileriz yine. Şimdilik adet yerini bulsun."

 

Bunları söyleyen bir insanın aslında bir iki bilezik, belki çok da maddi ağırlığı olmayan bir set takması beklenirdi. Ama Züleyha çıkardığı altı burma bileziği sol koluna, kaburga adı verilen kelepçe bileziği sağ koluna, bir de hasır set olarak bilinen seti de hepsinin üstüne takınca bu kadar kalabalık bir ortamdan ses çıkmadı bile.

 

"Niye bu kadar zahmete girdiniz Züleyha abla? Üstelik çok güzeller, teşekkür ederim."

 

Nazenin kolundaki pırıl pırıl altın kümesine bakarak kurmuştu bu cümleleri. Tamam altın falan sevmezdi ama hiç de bilmediği bir şey değildi sonuçta yani ama hiç de azımsanacak bir hediye değildi bunlar. Onunla beraber Ünzilenin de biraz mahcubiyet, bolca sevgi içeren sesi duyuldu.

 

"Nazenin haklı Züleyha, ne kadar masrafa girmişsiniz. Böyle de olmadı ki şimdi."

 

Züleyha hiç yüzündeki gülümsemeyi bozmadan Nazenine tek koluyla sarılıp Ünzileye baktı.

 

"Benim gelin kızıma az her bişey. O en güzeline layık. Onun kaynanası her şeyin en güzelini alır daha."

 

 

Züleyha bir insanın nisbet seviyesinin ulaşabileceği en üst noktayı zorluyordu. Ona saklı tutulmaya çalışılan bir öfkeyle bakan kadına doğru bakıp bakıp söylüyordu her kelimesini.

 

"Nazenin... kuzum içimde kaldı ama ahdım var. Bi koç başlı gördüydüm Adana'da, onu sana alacam yavrum. Kapımdan davul zurnayla girerken oynayıp öyle takacam ilk gelinime."

 

Meyranın kıkırtılarıyla sesler biraz canlanmıştı. Züleyha elindeki boş kutuları Nazlıya uzatırken asık suratına baktı.

 

"Kız sana ne oldu?"

 

Nazlı omuz silkip yan yan baktı annesine.

 

"Hani ilk gelin bendim?"

 

Züleyha hinlikle güldükten sonra sırıtan Yiğite göz kırptı.

 

"Halam hani kızlarla oğlanlara ortak ad verilince ne deniyodu ona?"

 

Yiğit de ne yaptığını anladığından Nazlıya kaşlarını oynatarak güldü.

 

"Unisex mi hala?"

 

"Hah ondan halam. Boncuğum senin ne olduğun belli değil yavrum. Yarı kız yarı gelinsin ama Nazenin öyle mi? O has gelin."

 

"Kaynanalık yaparken hatırlatırım ama bunu sana anne!"

 

"Sen tasalanma kuzum, yarı kaynanalığımla bile hakkından gelirim çok şükür senin."

 

Anne kızın takışması ortamdaki gülüşmeleri artırmıştı. Ama hiç beklemedikleri başka bir ses evin içinde yankılandı.

Bir anda her yana dolan müzik sesiyle sağa sola bakındılar. Ses sofadan geliyordu. Züleyha Asilin gözlerini sıkıca kapatıp Gurur diye dişlerini sıkmasına kahkahayla karşılık verdi. Sofadan solana giren ve üzerindeki ceketi çoktan çıkaran çocukla da Asilin ne kadar haklı olduğunu anladı.

 

"Eeee gençler takı merasimi bittiğine göre harbi bir nişan eğlencesine başlarız artık. Asaf abi, sağlam oynadığını görmeden bırakmam seni."

 

Hem konuşup hem tişörtün kollarını kıvıran çocuğa ilk tepki Yiğitten geldi. Tıpkı Gurur gibi ceketini çıkarmayla başladı işe.

 

"Yamanım haklı gençler, o ortadaki geniş sofanın hakkını vermeden ben söz kestik demem."

 

Gençlerin enerjisiyle canlanan evde, eğlence Yiğitin dediği gibi geniş sofaya taşmıştı.

 

Gurur el öpme, takı takma derken bulduğu boşlukta ses bombalarını hazırlamış, led ışık yayan topları sağa sola yerleştirmişti bile.

 

"Helal olsun lan elektirikçi, mesleğin hakkını vermek budur işte."

 

Yiğitin kollarını katlayarak ortaya geçişi ve Gururla karşılıklı oynamaya başlamasıyla istedikleri eğlenceye ulaşılmış oldu. Bir Adanalı olmak, dünyanın neresinde olursanız olun oynamaktan gömlek sırtlarını terle ıslatmayı gerektirirdi.

 

Meyra ve Nazlının ortaya itmesiyle Nazenin ve Asaf da dahil oldu. Nazlı iki eliyle Halilin elini kavrayıp peşlerinden geçmişti bile oyun moduna. Gururla birbirinin etrafında dönerek oynayan Yiğiti alkışla izliyordu Meyra da. Sonra bir el ona uzanmıştı.

 

Züleyha bir eliyle onu tutarken diğeriyle annesinin elini kavramış kenarda durmalarına izin vermemişti.

 

Şıkır şıkır ses çıkaran parmaklar, keyifle birbirine sataşarak dönen omuzlar derken bir yüzük takarız olur biter meselesi büyümüş, tam bir nişan eğlencesine dönüşmüştü.

 

Nazenin, Nazlının ve Meyranın hareketlerine nazaran çok daha naif adımlarla Asafın etrafında dönüyordu. Gözünü ondan bir an bile ayırmayan, her hareketini atmaca gibi takip eden Asafın karşısında böyle olmak hem utandırıyor hem de içinden taşan mutluluğu nasıl kontrol edeceğini şaşırtıyordu.

 

Zaten Züleyha ablasının taktıklarıyla kendini bir tuhaf hissediyordu. Sorulsa net bir cevabı yoktu ama bilezikleri şıkırdadıkça gelin gibiydi. Bu da tuhaf bir tabirdi esasında ama Nazenin öyle yada böyle denk geldiği düğünlerdeki gelinler gibiydi tam da şu an.

 

Annesinin ve babasının keyifle kenarda alkış çalışını gördüğünde daha da mutlu hissetti. Dedesi ve Dudu yengesi yoktu ama Nuray yengesi de gayet eğlencenin tadını çıkarıyordu.

 

Korktuğu hiç bir şey olmadan, her şey öyle güzel geçiyordu ki yüzündeki gülümseme yanaklarını ağrıtıyordu artık.

Asafın da ona böyle bakışı işini hiç kolaylaştırmıyordu.

 

"Ya bakma öyle ama."

 

Asafa doğru yaklaşıp sağa sola salındı. Kendi etrafında dönerken sırtı neredeyse Asafın göğsüne değiyordu.

 

"Altınlarıma gülüyorsun Asaf! Düğünlerde ki gelinler gibi oldum değil mi?"

 

Asaf burnunu saçlarına sürtüp, kokusunu çekti içine.

 

"-cık... Düğünlerde ki gibi değil benim gelinim gibisin büyüm."

 

"Ya Asafff..."

 

Adını uzatarak, tatlı tatlı söyledikçe Asaf tutup öpme dürtüsünü çok zor kontrol ediyordu.

 

"Asafın kara saçlı büyüsü..."

 

Onlar kendi balonlarında cilveleşerek eğlenirken Meyranın karşısında bir anda geçen adamla Meyra şaşıracak gibi oldu. Ama nasıl olsa ortam da kim kime dum duma bir hava hakim diye umursamadan Nazeninin büyük kuzeniyle oynamaya devam etti. Adının Aydın olduğunu hatırlıyordu. Adam hafif bir tebessümle, erkeksi hareketlerle karşısında ona eşlik ediyordu.

 

Tam Meyraya doğru iki adım atmış bir şey söyleyecek gibi olduğunda Meyranın belinden bir kol dolanmış ve ayaklarını havaya kalkacak şekilde onu kaldırarak ardına döndermişti.

 

Yiğitin anlık kendine sinirle bakışını yakaladı. Sonra yüzünü ardına dönüp Nazeninin kuzenine sinirli sırıtma denilecek bir tiple baktı.

 

"Küçük ya! Kalabalıkta kaybettim yengeni koç, burdaymış! Ben benimkini alıyorum, sen de dinlen biraz. Bak ter içinde kalmışsın, çarpar mazallah!"

 

Meyra, Yiğitin kolunun altından baktı. Adamın ilk şaşkınlıkla aralanan gözleri sonra öfkeli bir hâl almıştı. Meyranın, Yiğitin koluna sarılmış eline bakıp çenesini sağa sola hareket ettirerek eyvallah dediğini işitti.

 

Yiğit Meyrayı ite kaka ortaya çekip oynamaya devam ettiğinde öylece ona bakıyordu kız.

 

"Kaldır kollarını sarı susam, gerdan kıracaksın çabuk bana!"

 

Meyra sesindeki ciddiyetle boş bulunup denileni yapmıştı hemen. Şıklayan parmakları ve adım adım oyuna eşlik edişi herkesin yaptığı bir eylemdi ama suratında saniye saniye çatılan kaşları hiç de ortamın ruhuna uymuyordu.

 

"Ne yapıyorsun manyak?"

 

Yiğit kartal kanadı gibi açtığı kollarının arasına kızı alıp yönünü değiştirdi.

 

"Kan çıkmasın ve nişan başlamadan bitmesin diye emek harcıyorum sarı! Bana uy, yoksa ben Nazeninin kuzeni bime müdür olmadan, musallaya kadrolu atama yaptıracağım.."

 

"Ay ne oluyor be? İtmesene davar!"

 

"Geç şu tarafa, çıkalım şunun görüş açısından. Gözüyle yedi puşt! Zaten yarım porsiyonsun, bitirecek benim sarımı."

 

"Ay bana mı bakıyordu o çocuk?"

 

Olabilecek en saçma halde hem oynayıp hem çekişecek iki kişi Meyra ve Yiğit olurdu zaten. Meyra başını geriye atıp ellerini yukarda kıvırırken söylemişti son sözlerini. Yiğit de oynadıkça ısınan bedenini rahatlatacakmış gibi gömleğin üstten üç düğmesini aralamıştı.

 

"Pezevenk! Eve gelen misafir böyle dikizlenir mi röntgenci gavat!"

 

Meyra kıskanılmış olmanın keyfiyle biraz daha kıvrak hareketlerle salınmaya devam etti. Biraz evvel Yiğitin dediği gibi gerdan kırıp, Yiğite doğru başını geriye yatırmıştı.

 

"Yiğitciğim, canım benim! Evinize misafir olarak geldiğim günlerde beni dikizlemiştin ama sen bilirsin tabi şekerim."

 

"Delirtme beni sarı! Onla o bir mi?"

 

Meyra bir eli yukarda bir eli bel hizasında kıvırıp, kalçalarını sallayarak kahkaha attı.

 

"Aslında tam da aynı şey ama ben terbiyeli bir kız olarak sana tabiki gavat demeyeceğim."

 

"De sarı! Allah için de bir lütfen. Sonra o ağzını nasıl ısırıyorum hacının yanında seyret şovu. Dinlersin edep, ahlak bitmiş gençlerin hazin sonunu."

 

Meyra hiç umursamaz bir edayla saçlarını savurup parmakalarını şıklatmaya devam etti.

 

"Hıhı... Sıkar o bir kere. Zülüş seni paralar, bende keyifle izlerim canısı."

 

"Senin Zülüş beni paralar ama akşamına da imamın karşısına oturtur. Bana her yer bahar bahçe anlayacağın akdeniz bitki örtüm benim."

 

Meyra sanki düşünüyormuş gibi hareketlerini durdurup gözlerini yere dikti. Kaşları çatılmış boş bakışlarla bir kaç saniye dalmıştı. Sonra silkelenip kendine geldi.

 

"Haklısın... Halana güven olmaz, akıllı dur Yiğitciğim. Bir küçük öpücüğe hasret bırakmayayım seni sonra!"

 

"Oda sıkar! Şerefsize bak, hâlâ gözü bu tarafta!"

 

Meyra kolunun altından tekrar geriye baktığında gerçekten sırtını duvara yaslamış, kollarını göğsünde bağlamış adamın onları izlediğini fark etti. Sonra da Nazlının azıcık cilve yapsan ölmezsin uyarısını hatırladı.

 

Kollarını iki yanında kıvırıp öne doğru eğilim omuzlarını oynattı. Aynı hareketi geriye doğru da tekrarladı.

 

"Bakma canım danam sen ona. Ben gözlüklü bir beye gerdan kıvırıyorum sonuçta."

 

Yiğit ve Meyra sataşa sataşa oynarken Nazlı lavobaya gideceğini söyleyip Halilin yanından ayrılmıştı. Halil de sık sık titreyen telefonuna bakmak için dışarıya çıktı. Ses çok yoğun olduğundan konuşmak zor olacaktı.

 

Avcıdan gelen çağrıyı cevaplayıp, son hazırlıkların durumunu öğrendi. Cezayirden çıkan ama limana varmadan saldırıya uğrayan gemiyle ilgili ise ellerinde doğru düzgün hiç bir şey yoktu.

Ardındaki Asafın varlığını konuşma bitene kadar görmezden geldi. Telefonu kapattığında anca yüzünü dönmüştü.

 

"Durum ne?"

 

"En fazla bir hafta içinde medyaya yayılıyoruz."

 

"Kimler seninle gelebilecek."

 

"Mahir ve Kürşat dışında bizden kimseyi alamıyorum."

 

"Çok riskli, savunmasız kalacaksınız kobra!"

 

Halilin kaşı bile oynamıyordu. Asafın da bu tavrının sebebini çok iyi biliyordu. Kürşat yerine kendi gelse asla böyle bir uyarı yapmayacağından adı kadar emindi.

 

"Yiğit benimle..."

 

"O kadar uzaktan, ağ üzerinden!"

 

"Bana tüm kör noktaları Yiğit söyleyecek. Nereye bakmam gerektiğini bilirsem çok adama ihtiyacım da olmayacak."

 

"Kobra aile dışında kimse giremiyor inlerine!"

 

"Ben gireceğim ama."

 

Asaf eliyle yüzünü bir iki kez sıvazladı. Sonra dümdüz sadece onu izleyen adama baktı yine.

 

"Nazlı ne olacak?"

 

"Gözünü ondan ayırmayacaksın Asaf! Canımı koruduğun gibi koruyacaksın! Ben gelene kadar karım ve ailem sana emanet."

 

Bu sözlere Asafın zaten ihtiyacı yoktu. Hiç söylenilmemiş olsa bile yapacağı tek şey Sulhan ailesinin gölgesi olmak olacaktı.

 

"Çabuk dön kobra! Karın gelip gidip Halil nerde diyemesin, çabuk dön!"

 

Dış kapının sesini duyduklarında ikisi de sustular. Ünzile sağa sola bakınıp balkon kısmında konuşan ikiliyi görmesiyle yüzünde büyük bir gülümseme oluştu.

 

"Dışarı çıktığınızı gördüm de yavrum hava soğuk, sırtınız da terli."

 

Elinde muhtemelen Tahire ait iki hırka tutuyordu. Siyah olanı Halile uzattı. Lacivert olanı ise Asafa verecekti kaşları çatılır gibi oldu.

 

"Annem bu ne hâl? Yavrum terden saçın başın ıslanmış, çarpar Allah korusun! İçerde odalardan birinde konuşsanız yavrum?"

 

Asaf, Ünzilenin kendine bırakmadan sırtına hırkayı atışını, bir yandan konuşurken bir yandan da hırkanın kollarıyla ensesindeki nemli kısmı silişini öylece izledi. Kadın boyuna yetişmek için parmaklarının üstüne çıkmıştı.

 

"Şimdi girerdik içeri anne."

 

Anne kelimesini öyle kısık söyledi ki dili sızlamıştı. Eşlerin birbirlerinin ailelerine böyle hitap ettiğini biliyordu. Onlar kendini bu kadar güzel bir şekilde kavramışken hiç diline değmeden yılları geçirdiği iki kelimeyi söylemek tuhaf bir tat bırakıyordu ağzından. Ama anne dedi diye karşısındaki kadının aydınlanan yüzü o kadar gerçek ve güzeldi ki...

 

"Annesi sevsin maviş oğlunu, hadi üşümeyin burda kuzum."

 

Asaf saniyelik bir bakışla Halile baktı. Yüzünde minik bir gülümsemeyle onu izliyordu.

 

"Siz geçin içeri Asaf. Ben terli değildim zaten Ünzile abla, birazdan gireceğim. Son bir arama yapayım, içeride ses çok anlayamam belki."

 

Ünzile hızlı hızlı başını salladı.

 

"Tamam oğlum, aman ha çok kalma. Girelim mi biz de yavrum? Asaf, Tahir Beyden gömlek mi versem annem? Vallahi çarpacak seni bu hava kuzum."

 

Asafın koluna girip onu çekerek götüren kadına başını iki yana sallayarak baktı Halil. Asafın gelmiyor olması iyi denk gelmişti. Tersi bir durum olsa yeni ailesine bunu açıklaması zor olacaktı. Sonra dediği gibi yine bir arama yaptı.

 

"Enişte, balkon kısmındayım. Konuşalım mı?"

 

Alışılmışlıkla dilinden dökülen o kelime bu sefer ısırdı sanki onu.

En fazla iki dakika sonra Asil çıktı içerden. Halile bakıp, yanına yürüdü.

 

"Oğlum?"

 

"Şurda beş dakika oturalım mı?"

 

Duvar dibine yapılmış sedire geçip oturdular.

 

"Hayır olsun oğlum."

 

"Benim en geç yarına gitmem lazım. Asaf bahanem oldu aslında, sizi de görmek için geldim ben."

 

Asil kısa sakallarını düzeltir gibi eliyle sıvazladı.

 

"Bahsettiğin son görevin?"

 

Halil ağır ağır başını salladı.

 

"Allah yolunu açık etsin oğlum. Sağ sağlim dön ama bize."

 

"Aklınız bende kalmasın..."

 

Sonra Halil ne söyleyecekse durdu, dudağı tebessümle kıvrıldı.

 

"Asaf ilk günden kayınpederine baba dedi bile ama ben hâlâ alışkanlıkla ne diyorum? Gerçi sen de benim babam olalı yıllar oluyor ya."

 

Asilin eli dizine gidip sıkıca kavradı.

 

"Öyle... Ben senin baban olalı çok oluyor oğlum. Öyle bir kelimenin peşine düşmüyorum, bizde o işlere halan bakıyor."

 

Halilin gülümsemesi daha da büyüdü.

 

"Yiğitle benim için anne demek çok önemli değil ama hala demek her şeye bedel. Ama şimdi baba demek güzel. Çok güzel."

 

Sarı balkon ışığı çok aydınlatmasa da yakın olan iki adam yüzlerinin her çizgisini görebiliyordu. Halilin baba demesiyle Asilin yumuşayan yüzünü de dizinde sıklaşan elini de hissetti Halil.

 

"Bir insan için senin gibi babaya sahip olmak nasıl bir lütuf ben diyemem ama sen anla."

 

Asil başını yana yatırıp yapma der gibi baktı.

 

"Asıl sizin gibi evlada sahip olmak nasıl bir lütuf ben diyeyim sana. Siz o kapıdan girdiniz, ben karımın gerçekten nasıl güldüğünü gördüm. Siz gelene kadar her gülüşü eksikmiş size bakarken anladım. Sanıyor musun ki evime getirdim de size iyilik yaptım ben. Asıl iyiliği bana, yıllarca yabancısı olduğum evin babası olarak siz yaptınız. Bir gün bile mahçup etmediniz. Herkesin imrenerek baktığı evlatlar oldunuz. Adınızın geçtiği her yerde göğsüm kabardı benim. Ha şu saatten sonra enişte dersen bozulurum o ayrı. Tahir gibi bende damadımın babası olacağım. Halan duyunca ne yapar Allah kerim ama şu saatten sonra enişteyi kabul etmem."

 

Halil kısık bir kahkaha attı. Onlar doğru düzgün gerçekten anne dememişlerdi ama hiç de deme ihtiyacı hissetmemişlerdi. Önlerinde öyle güzel bir hala vardı ki...

Sonra Halilin gülen yüzü toparlandı. Asili buraya neden çağırdığı düştü aklına. Uzatıp, gereksiz kelime kullanmadan girdi söze.

 

"Baba ben gideceğim ama döneceğim zamanı söyleyemiyorum. İşler çok karıştı. Benim tahmin etmeyeceğim dallara ayrıldı. Beni en başından beri anladığın gibi yine yardımına ihtiyacım var. Nazlı, halam..."

 

Asil başını yana yatırıp ona dikkatle bakan yeşil gözleri izledi. Eskiden halası vardı en çok endişeleneceği. Şimdi işler biraz daha değişmişti daha da önemsediği karısı için de gönlü daralıyordu. Onun pamuklara sararak büyüttüğü nazlı kızına itimadı tamdı ama.

 

"Nazlım uçarı, kaçarı görünür ama onun gizli bir yanında insanı anlayan yapısı var Halil. Ben baban olarak her daim ardında durdum, her zamanda arkandayım. Sende benim gururum oldun. Gerçi bir sen değil Yiğit de bir babanın hayalini kurduracağı evlat oldu bana. Aklın bizde kalmasın senin, bizim aklımızı da sende koyma. Tez vakitte neyse vazifen hallet, evine dön. Karını, halanı dert de koyma."

 

Halil başını ağırca salladı. Oda böyle olsun istiyordu ve böyle olması için elinden ne gelirse yapacaktı. Onu bu konuşmaya iten belirsiz bir planın içine adım atıyor oluşuydu. Her gün işleyişte sıralama değişiyor, birliğin içindeki karmaşa onlar için de problem teşkil ediyordu.

 

"Nerdesiniz siz Asil? Biz içerde kendi kendimize mi çalıp oynuyacaz?"

 

İkisini düşüncelerinden çıkaran Züleyhanın sesi oldu. Asil belli etmek istemese de göğsünü bir sıkışmışlık hissi kaplamıştı. Halilin gözlerinde gördüğü tedirginlik baba yüreğini daraltmıştı. Yine de bir evin babası olmak başka sorumluluklar da getiriyordu. Mesela sinirle ona bakan karısının gönlünü almak gibi.

 

"Oğlumla hava alalım dedik zümrüt göz. Ben çıkarken sen baya idare ediyordun üstelik. Maşallah düğün meziyetlerin hiç eksilmiyor, üstüne koyarak artırıyorsun karım."

 

Züleyha biraz evvel söylenen o değilmiş gibi kollarını iki yana çırparak gelip ikisinin arasına oturdu.

 

"Anam hiç sorman! Kollarım koptu valla büyük çıngıraklıya nispet yapacam diye. Yok Asil bizden geçmiş. İki oyun havasının sonrasında dalağım şişti kocam. Bak Gururla, Yiğite! Hâlâ tepiniyolar da bana mısın demediler. "

 

Asil topladığı saçlardan fırlamış bir iki tutamı düzeltir gibi okşadı.

 

"E derdin ne karım, bu kadar yormasaydın kendini. Gerçi biraz evvel çok da yorgun gibi değildim ama?"

 

Züleyha sağa sola salınıp iyice aralarına yerleştiğinde Halilin kolu omzuna sarılmıştı. O da hemen başını yasladı ardındaki oğluna.

 

"Laf sokma bana mustur. Ben burda keyfimden mi oynuyom, düşman çatlatıyom diye oynuyom. Dudu şapturuna kızı bak nasıl aldım diye gösteriş yapıyom."

 

Sonra kollarındaki bilezikleri yukarı doğru ittirip kızarmış yerleri gösterdi.

 

"Asil alışmadık kolda bilezik durmazmış kocam. Bak bunlar yüzdü benim derimi."

 

Asil uzanıp baktığında bir kaç bileziğin kenarlarının gerçekten de sürtünmeyle yüzdüğünü gördü.

 

"Aldın kızı artık, çıkar sende."

 

Züleyha -hıhı diye mırıldanıp Halilin eline uzandı.

 

"Sen ne yapıyon halam? Hengameden doğru düzgün sevemedim de paşamı. İyi misin kuzum?"

 

Halil kedi gibi göğsüne sinen halasını iyice sarmaladı üşümesin diye.

 

"İyiyim halam, babamla sohbet ediyorduk."

 

Züleyha hızla geri çekilip Halile büyük büyük gözlerle baktı.

 

"Neyle sohbet ediyom dediydin?"

 

Halil, Asile baktığında göz kırpan ve uğraşması için tembihleyen adama dudağının kenarını kıvırarak karşılık verdi.

 

"Babamla diyorum hala. İçerde bunalınca sohbet edelim dedik."

 

Züleyha gözünün kenarıyla kocasına baktı. Bir iki kere ağzını açtı açtı kapattı.

 

"Hmmmm babam diyon... Doğru sıkılırsın sende hemen baban gibi sesten. Babanla birbirinize pek benziyonuz maşallah. Eee ben gelince sustunuz gibiydi zati. Ne konuşuyodunuz baba-oğul?"

 

Bir paragrafta ne kadar baba kelimesi kullanılabilirse o kadar kullanmıştı Züleyha. Bir anda iki yanında oturan adamlardan da kulağını sızlatacak yükseklikte kahkaha duyunca sıçradı.

 

"Ne gülüyonuz? Komik bişey mi dedim şimdi ben? Maşallah baba- oğul maskaranız gibiyim. Canınız sıkıldıkça gülün bana."

 

Halil dayanamayıp sakalları batasıya yanağına büyük bir öpücük bıraktı. Onun çok yoktu böyle sevgi gösterileri. Bu işleri Gurur ve Yiğit iyi götürürdü ama bazen de canı kaynayınca kemiklerini sızlatacak gibi sarılıp, öperdi. Tam da şimdi yaptığı gibi elini kolunu kıpırdatamayacak şekilde sarılmıştı kendine.

 

"Oğlumdan beni kıskanıyorsun zümrüt göz."

 

"Neyinizi kıskanacağımışım? Kıskansam kıskansam daha ilk dakkada Asafa ana olan Ünzileyi kıskanırım. Daha sözü, yüzüğü olmayan emme Süreyyaya anne diyen Yiğiti kıskanırım. Kaynanayım kaynanayım deyip dur sen Züleyha! Oğlan lafı anlayıp, ayıbını örtecek diye bekle ki bekle. Gerçi lafı anlamış da kıçından anlamış!"

 

Asile ters ters bakarken onu kavramış Halile de dirsekleriyle vuruyomuş gibi iteleyip durdu.

Asil de çocuk gibi kıskançlığı yüzünden akan karısına sırıtarak baktı.

 

"Ne gülüyon?"

 

Asil geriye yaslanıp kollarını göğsünde topladı. Bile isteye de yüzündeki sırıtışı büyütüp omuzlarını silkti.

 

"Hiççç... keyfim yerinde. Bir oğlumu sözledim, diğerini evlendirdim. Görünen o ki öbürü için de yol görünüyor. Oturdum baba-oğul sohbetimi ediyorum. Niye gülmeyecek mişim?"

 

Züleyha teessüf eder bakışlarla ilk kocasına sonra da ardında sırıtan yeğenine baktı. -cık -cık sesleri çıkarıp gözlerini kıstı.

 

"Sana da yazıklarım olsun damat! Şu mustura madara ettin ya beni. Ben olmasam o boncuğu nah nikahına alırdın. Ama sen ne ettin? Gittin kenarda süs yastığı gibi oturan adama baba dedin!"

 

Halil bu sefer çenesinin altında duran başına bir kaç öpücük bıraktı. Halasının sanki sarılma dermiş gibi yalandan itişlerini hiç umursamadı bile.

 

"Senin gönlün mü kırıldı bana kıymetlim? Bilmeden eşeklik ettim affet. Hem sorsan bana anne ne demek diye hiç bir şey söyleyemem ama geçip biri hala dese bak neler anlatıyorum."

 

Züleyha küskünce omuzlarını silkti.

 

"Ne anlatıyomuşun? Hiç de bişey anlatmıyon! Varsa yoksa bu herif."

 

"Yokkk... Beni koynunda uyutan, kendi tabağından yemek ayıran, okşayan, öpen, sarıp, sarmalayan halama neler neler derim. Anne kelimesi azıcık bile içimi sızlatmaz ama bir yerde biri hala diye bağırsa darma duman olurum."

 

Züleyha duydukları pek hoşuna gidince az kıpırdamayı bıraktı. Daha demin yaptığı gibi Halilin göğsüne yine yasladı sırtını.

 

"Hmmm öyle diyon yani?"

 

"Öyle tabi... Bana bin anne verseler bir tane halamın eline su dökemez kimse. "

 

"Öyle tabi de. Ama sen yine de bu mustura baba diyosan bana da desen ya. Hem kaynananım da canım, hakkım değil mi ? Vallaha da hakkım!"

 

Asilin yine kahkaha atmasıyla kaşları iyice çatıldı. Emeği veren kendisi, yemeği yiyen hep bu adam oluyordu.

 

"Görüyon ele şunu. Aha da sensin sebebi Halil efendi. Gevrek gevrek gülüyo bide bana!"

 

Halil halasının elini kavrayıp üstüne bir sürü öpücük bıraktı.

 

"Halam, kıymetlim, şansım, iyikim, annem, canını yerim senin... Senin kocan içten içe kıskanıyordur şimdi bizi, bakma sen ona. Sarıldım ya gözüne batmaya başladım kesin."

 

Züleyha da boyu posu kendini ikiye katlamış ama gözündeki yeri hep bebek kalmış yavrusuna iyice sırnaştı.

 

"Kıskanır tabi de. Bi de bunun bi kızı var, o da seni böyle sarıp sarmalamış görse boncuk gözlerini belerte belerte bakar. "

 

Halilin keyifli kıkırtısına Züleyha da karşılık verdi. Halil kulağına doğru yaklaşıp, sesini olabildiğine kıstı.

 

"Yerim ben o boncuk kızı. Anasını ayrı, kızını apayrı severim."

 

"Pis efepsiz! İnsan kaynanasıyla böyle konuşurmuymuş anam?"

 

Asilin anlamamış bakışlarıyla Züleyha çok çıkan sesini kıstı.

 

"Yok bişey kocam, yüz bulunca hemen şirazesi kaçıyo işte bu modellerin. Kalkın girek içeri, ortamı boş bırakmaya gelmez."

 

İçeri girdiklerinde bir halkanın ortasında Nazenin ve Asafın oynadığını görür görmez Züleyha hiç yarım bırakmamış gibi kaldığı yerden devam etti. Asilin başını iki yana sallayıp yan bakmasına da omuzlarını sallandırarak cevap verdi.

 

Bir zaman sonra kalkalım diyecek oldular Ünzile hiç bir ikrama dokunulmadığından dert yanıp büyükçe bir çaydanlık çay demledi. Saat ilerlemişti ama o kadar eğlence de acıktırmıştı.

 

Kızlar içerdeki dedeye, amcalara, yengelere tabak hazırlarken kendilerine sofada yer sofrası hazırladılar.

 

Ünzile, üstlerinden kalite akan gençlerin zerre burun kıvırmadan yere kurdukları bağdaşları gördükçe kızı için ettiği duaların kabul oluşuna şükür ediyordu.

 

Bu oturma düzeninde Asafın yanına Nazeninin kardeşleri düştü. Said çok efendi, sessiz bir çocuktu ama Muhabın kıpır kıpır hâllerini dudağı kıvrılarak izliyordu.

Çayına attığı yarım kaşık şekeri karıştırırken sağ boşluğunda küçük bir kıpırtı hissetti. Başını çevirdiğinde Musabın kara gözleri kendine kızgınlıkla bakıyordu.

 

"Bir şey mi oldu küçük?"

 

Esmer, tombul yüzü daha çok sinirle buruşmuştu.

 

"Hemenden kimselere vermiyoz biz ablamı!"

 

Asaf anlamadığı için kaşlarını kaldırıp baktı. O sırada ergenliğe geçiş yaptığı hafif tarazlı sesinden belli olan Saidin sesini duydu.

 

"Musab! Ayıp abicim, öyle konuşulmaz. Enişte kusura bakma sen."

 

Asaf iki kardeşin birbirine olan zıtlığını gülümseyerek izliyordu. O sırada Nazenin de dahil oldu konuşmalara.

 

"Ama hayır ablacım ya. Hani konuşmuştuk seninle?"

 

"Ne oldu Nazenin? Ben bilmeden bir şey mi yaptım küçük adama? "

 

Musab ağzına fındık kurabiyeden atıp hırslı hırslı yerken bir yandan da konuşmaya çalışıyordu.

 

"Yengemi duydum ki ben. Hani götürmeyecekti seni?"

 

Nazenin bıkkınlıkla omuzlarını düşürdü.

 

"Neyi duydun bebeğim sen?"

 

Musab bu sefer de sarmadan attı ağzına. Şişman yanakları biraz daha dolmuş, sincap gibi şişmişti.

 

"Nuray yengem dediki bu damat iki güne götürür kızı dedi. Vermem kine!"

 

Asafın kısa kahkahası ve saçlarını karıştırmasına yine ters ters baktı.

 

"Benim ablam bi kere, vermem ben!"

 

"Babam kızacak şimdi Musab! Çocuk işte enişte, kusura bakma."

 

Asaf sırtını sıvazlayıp, omzunu sıktığı çocuğun utangaç bakışlarını kaçırışını tebessümle izledi. Sonra biraz daha Saide eğilip göz kırptı. "Uğraşalım mı küçükle?" diye fısıldadığında çocuğun gülümseyişini gördü. Demek evde sadece Musabın kalbini alamamıştı.

 

"E sen ablanı vermezsen ben ne yaparım?"

 

Küçük çocuk bu sefer poposunu diğer yana doğru eğip annesinin yaptığı su böreğini yemeye devam etti.

 

"Bananeymiş! Ablam benim! Kendine başka abla bul!"

 

"İyi ama benim de sözlüm. Ne yapsak ki şimdi? Ben hayatta bırakmam senin ablanı."

 

Musabın yüzü hızla kendine dönmüştü. Sinirle çatılan kaşlarını, yemekten dolu dolu olan ağzı yüzünden ciddiye de alamıyordu.

 

"Babama diyim de seni gör! Ablamı alacakmış, vermiyecekmiş diyecem. Sonra da bağırarak ağlayım gör sen beni!"

 

İkiliyi film izler gibi izleyen diğerleri aynı anda kahkaha atınca Musabın yüzü iyice asıldı.

 

"İyi de ablacım ben bir yere gitmiyorum ki. Sadece geri okuluma döneceğim. Sen şimdiden neden böyle yapıyorsun?"

 

Musab ablasına küskün küskün bakıp omuzlarını silkti. Ağzının kenarında rahatsız eden yemek artığını da annesinin özenle giydirdiği kıyafetinin koluna sürttü.

 

"Yengem karı koca olacaklar dedi ya!"

 

Gurur sanki önünde yokmuş gibi Musabın önündeki kurabiyeye uzanıp aldı. Çocuğun bakışlarının hemen kendine döndüğünü görünce iştahla kurabiyeyi ağzına atarken göz kırptı. Çocuk sanki elinden alınmış gibi bir mahsunlukla bakmıştı kurabiyesine.

 

"Tabi oğlum, ne sandın? Evlenince karı koca olacaklar."

 

"Gurur!"

 

Nazlının tiz sesine yirmi yaşında bir genç olarak değil altı yaşında bir Musap olarak karşılık verdi.

 

"Ne yalan mı söyleyelim çocuğa? Bak dostum bunlar evleniyorlar daha da yüzüne bakmıyorlar. Varsa yoksa kocaları!"

 

"Gurur, çocuğu doldurma lütfen ya. Yok ablacım öyle bir şey. Kendisi kıskanç bir pis olduğu için öyle söylüyor. Yoksa ablalar küçük kardeşlerini hiç bırakmazlar."

 

Musab Nazlının tesellisine daha içten karşılık verdi. Güzel kızlar yalan söylemezdi zaten.

 

"İyi öyleyse. Anne baba gibi uyumak da yok!"

 

Bu keskin ültümatomla bir anlık sessizlik oldu. Asafın kalkan kaşları ve Nazeninin kızaran yüzüyle neyden bahsedildiği anlaşıldı. Yiğit ve Gurur da aynı anda kahkaha atınca Meyra dirseğini Yiğite geçirdi.

 

"Sussana pislik, niye utandırıyorsun benim Nazomu?"

 

Asaf, Nazeninin eğilmiş başını izleyip sonra hiç olmayacak şey bekleyen küçük kayınçosuna doğru eğildi.

 

"Orda duralım küçük adam. Hayatta bırakmam ben ablanı. Ha benimle iyi geçinirsen arada bizle kalmana izin veririm."

 

Musab kızmak için ağzını açtı ama geri kapattı. Annesi artık izin vermiyordu aralarına girmesine. Büyüdün diye de onu kandırıyordu. Büyüse traktöre binebilirdi değil mi ama? Kavga çıkarsa bu hakkını kaybeder mi emin olamadı. Kendine düşünme zamanı kazandırmak için yarısını yediği böreğin tamamını ağzına tıktı.

 

Eniştesi olduğunu söyleyen adamın mavi gözlerine baka baka yemeye çalıştı ağzındaki büyük lokmayı.

 

"Polis misin sen?"

 

Hiç yoktan ortaya atılan sorunun nerden geldiğini anlamadı ama başını onaylar gibi salladı.

 

"Polis arabasında gezdirecen mi beni?"

 

Meyra biraz evvel Gururun önünden aldığı kurabiyeye içli baktı diye Yiğitin tabağındakine uzanıp Musabın önüne bıraktı. Çocuğun dikkati hemen oraya çekilmişti.

 

"Çok korkuyorum fındık kurdu. Aşırı dede vibe veriyorsun şu an bana. Her an ablan için başlık isteyecek gibisin."

 

Meyra ablasının bıraktığı kurabiyeyi hemen kaptı Musab. Kaçıranı çokken tabakta tutmak olmazdı şimdi.

 

"Yok onu istemem, var bizim yatak başlığımız."

 

Azıcık ağzından taşırarak yese de film izler gibi izletiyordu kendini küçük kayınço.

 

"Hah iyi bari. Bir an korktum bende. Sen gen aktarımını babanla sınırla kara böcük. Sakın bir kuşak geriye uzanma olur mu?"

 

"Başlık istemem, polis arabasıyla gezdirsin, birde beni döven Mahmutu dövsün abim dövmüyo da. Bi de arkadaşlarımla bana çikolata alsın."

 

Nazeninin "Musab ayıp..." diye araya girmesine Asaf kaşlarını kaldırarak karşılık verdi.

 

"Sen baya masraflı çıktın. E bunları yaparsam izin verecek misin ablanla evlenmeme?"

 

İstekleri çok kolay kabul edilince bir bocaladı küçük çocuk. Az mı istemişti acaba? Hazır her şeye evet derken başka şeyler de istese olur muydu ki? Denemeden bilemezdi.

 

"Sen hangi takımı tutuyodun ki?"

 

Çok hızlı konudan konuya geçişiyle biraz kafa yakıyordu ama iletişim şeklinin de bu olduğunu anladığından Asaf hiç bozuntuya vermedi. Birde yemeyi seven küçük kayınçosuna kendi kurabiyesini de ikram etti.

 

"Galatasaraylıyım, sen neyi tutuyorsun?"

 

"Vallaha mı? İcardiyi seviyon mu o zaman?"

 

"Evet, çok iyi oynuyor. Şu ara en çok onu takip ediyorum."

 

Said bu muhabbetin nereye gittiğini bildiği için kısık sesle "enişte bakma sen ona" diyerek susturmaya çalıştı kardeşini. Ama Musab gözlerini iri iri açmış, sanki biraz evvel terslememiş gibi eniştesine baktı.

 

"Forması da var mı sende? Bende yok biliyonmu? Keşke de olsa, senin var mıydı?"

 

Asafın kıvrılan dudağı sonunda derdi ne anlamış olmaktan daha çok gülümsemeye dönüştü.

 

"Olmaz mı? Hem de kendinin imzaladığı bir formam var."

 

Çocuğun gözlerinde çakan şimşeği öyle net görmüştü ki kahkahasına engel olamadı.

 

"Vallaha mı?"

 

Asaf karşısında can çekişen bücüre mağrur bir bakış atıp başını onaylar gibi salladı.

 

"Vallaha tabi. İstesem Musleradan da alırım imzalı forma."

 

Bu küçük çocukların oyuncaklarıyla hava atmaları gibi bir şeydi. İzleyenler büyük bir adamın küçük çocuğa yaptığını tam olarak böyle tanımlardı.

 

"Hepsinden mi alırsın? Nasıl alırsın ki? Kendileri mi verir sana? Polissin diye mi verirler?"

 

"Asaf ya... Üzülür ama yapma. O çok seviyor galatasarayı."

 

Nazeninin kardeşine kıyamayan sesinde Asafa bir parça sitem vardı.

 

"İyi ya işte büyüm. Bende isterse onun için de forma imzalatabileceğimi söyleyecektim. İster misin Musab?"

 

İrice açılmış zeytin gözler, birbirinden ayrık ayrık duran küçük inci dişler öyle tatlı göründü ki gözüne Asaf boş bulunup yanağından bir makas aldı.

 

"Vallaha mı enişte? Alır mısın ki? İcardininki olsun mu? Vallaha mı enişte?"

 

Çocuğun eminlik kelimesi vallahaydı demek ki. Asaf kendinden emin bir ifadeyle başını salladı. Öyle bir hâli tavrı vardı ki çok kolay bir şeyden bahseder gibi bahsediyordu. Bu durum tabi diğer yanındaki Saidin de ilgisini çekti.

 

"Şey... Enişte gerçekten mi?"

 

Sonra mahçupca ablasına baktı. Yanlış bir şey yapıp, ablasını utandırmak istmezdi.

 

"Sen kimin imzasını istiyorsun?"

 

Said hâlâ Nazenine bakıyor olduğundan ablası gülümseyip başını salladı. En çok Nazenine huy olarak Said benzerdi. Ama yüz olarak da Musab küçük bir kopyasıydı.

 

"Muslere olursa... Yani zahmete girme de tabi, onu beğeniyorum."

 

Asaf biraz evvel ki gibi yine omzunu sıkıp başını onaylar gibi salladı.

 

"Tamam, ben imzaları alınca kargoyla yollarım formalarınızı. İlerde beraber galatasaray maçına da gideriz, olur mu?"

 

İşte bu formadan çok daha can alıcı bir teklifti. Bir anda ayağa kalkıp zıplayan çocuğa baktı.

 

"Vallaha mı? Vallaha mı ki? Götürün mü ki? Maça mı götüreceksin enişte?"

 

Küçük çocuk kalbi kazanmak işte böyle de kolaydı bir yerde. Musabın sevinçle ışıldayan bakışlarına karşılık verip onaylar gibi salladı başını.

 

"Ablanı da götürürüz, onu da galatasaraylı yaparız olur mu?"

 

Musab hızlı hızlı başını sallayıp babasına sıklıkla yaptığı bir şeyi yaptı. Teklifsizce bir bacağını Asafın bağdaş kurmuş bacağından aşırıp, geçti kucağına kuruldu. Asaf şaşıracak gibi olduysa da Nazeninin gülümseyişinden sebep hemen toparlandı.

 

"Götürelim enişte. Ama kızlar hiç anlamıyor maçtan. Anasınıfında Ela var, topa vur diyorum eliyle atıyor hep. Ama öğretiriz ona dimi enişte?"

 

"Öğretiriz biz ona, merak etme sen."

 

"Enişte bu böreği yiyecek misin?"

 

Yine konudan hızlı bir dağılışla kahkahalar birbirine karıştı. Asaf başını iki yana sallayıp tabağındaki böreği Musabın çatalına taktı. Çocuğa uzattığında biraz evvel dünya şeyi yememiş bir iştahla böreği yemeye başladı küçük çocuk.

 

Musabın kalbini kazanmak Nazenininkini kazanmaktan kolay olmuştu. Sarı saçlı İcardi ile çocuğun gözdesi olup çıkmıştı. Ondan sonraki kurduğu cümlelerin hepsinin sonu öyle mi enişteyle bitiyordu.

 

Meyra çatalında saplı duran sarmaya uzanan adama bunu hep yapıyormuş gibi ağzına doğru uzatmıştı.

 

"Asaf şok olarak izliyorum seni. Sinsi olduğunu en baştan anlamıştım ama kayınço tavlamak için kullandığın metod! Helal olsun ne diyeyim."

 

Asaf kucağında oturan ve bunu hep yapıyormuş gibi davranan çocuğun ağzını peçeteyle sildi.

 

"Enerjimi sevdiler diyelim sarı pigme."

 

Meyra omuz silkip ortadaki su böreğinden bir kendine bir Yiğitin tabağına bıraktı. Çatalı sallayıp da ilk Saidi gösterdi.

 

"Şu çocuk adından kaynaklı biraz ürpertiyor beni ama tam bir beyefendi. Küçük de maalesef dedeye benziyor gibi. Onu da halandan kaptığın bir iki numarayla kafaladın. Resmen evren el birliğiyle seni gönüllüyor sinsi."

 

Asaf keyifli bir kahkaha attı. Meyra da biraz evvel tabağına koyduğundan emin olduğu böreğine bakındı. Yanında sırıta sırıta yanağını şişirmiş yiyen adama bakıp iç çekti.

 

"Her şeyin ters camekan! Abinden feyz alır mısın sanmam ama Nazlıya kule dikti yesin diye. Sen ağzımdaki lokmayı nasıl alırım diye düşünüyorsun resmen!"

 

Yiğitin tek hecelik kahkahası atar yapma isteğini törpülüyordu.

 

"Aslında o lokmayı her şeyden çok isterim de ağzımın ortasına çarparsın diye korkuyorum."

 

Meyra onunla uğraşamayacağını kabullenmiş bir boşvermişlikle iç çekti.

 

Saat epey ilerlediğinde misafirler ayaklandı. Ertesi gün dönüleceği için şimdiden vedalaşıldı. Züleyha çıkmadan yapacağını yapmış, bohçaları sahiplerine kendi teslim etmişti.

Duduya uzattığı bohçayı ise "sana çok yakışır diye aldım, üstünde de görürüm inşallah" diyerek uzatmıştı. Kadının eve gidip kan kırmızısı kumaştan elbiseliği yakacağından adı kadar emindi.

 

Nazenin de Bursaya dönecekti kızlarla. Ertesi gün Asafın sabah onu almaya geleceği konusunda anlaştılar.

 

Otellerine ulaştıklarında kimsenin gecenin kritiğini yapacak enerjisi kalmamıştı. Odalarına dağıldıklarında Halil kendisine yapışarak yürüyen karısını beliyle destekledi.

 

"Uykun mu geldi boncuğum?"

 

"Ayyy Halil bir anda öyle bir bastırdı ki. "

 

"Gel güzelim."

 

Koridorun sonundaki odaya yürütmeden kucağına alıp öyle ilerlemişti Halil. Kart Nazlı da olduğundan hiç kucağından indirmesine gerek kalmamıştı.

 

Odaya girip karısını yatağa bıraktı. Ayaklarınındaki topukluları çıkardı. İz yapmış yerleri de eliyle biraz ovarak, acısını geçirmeye çalıştı.

 

"Duş alman lazım güzelim."

 

"Çok eriniyorum."

 

Mırıldanarak ettiği laflarına Halil gülümsedi. Kalkıp ceketini çıkarmıştı, kendi de ayakkabılarından kurtuldu.

 

Nazlının gözünü ovuşturmasıyla makyajı iyice yayılmıştı.

 

"Nazlım, rahatsız olmazsan ben yıkarım seni güzelim."

 

Nazlı tek gözünü açıp neden rahatsız olacağını anlamaya çalıştı. Sonra reglisi geldi aklına. Kafasında biraz tarttı. Öyle yoğun bir kanaması da yoktu zaten. Ne zaman ağrı kesici kullansa kanaması oldukça azalıyordu.

 

"Olurrrr..."

 

Uzatarak kurduğu cümle Halilin şefkatle gülümsemesine neden oldu. Bile isteye oyalandığının farkındaydı. Nazlının üzgün, boncuk gözlerini görmeden biraz daha ışıltısını izlemek istiyordu.

 

🔥🔥🔥🔥🔥🔥

 

Kalkıp ilk kendi soyundu. Yattığı yerden onu izleyen Nazlıya göz kırptı.

 

"Hoşuna gitti mi gördüklerin?"

 

"Görmeden de bayılıyordum kocacığım, nasıl gitmesin? Lav gibi olduğun kısımda aşırı haklıyım sonuçta."

 

Halil başını iki yana sallayıp "serseri" diye mırıldandı. Nazlıyı yattığı yerden doğrultup elbisesini çıkardı. İnce çorabı ve sütyeni de çıkardığında kendi gibi Nazlının da çamaşırına uzanmadı.

İlginin keyfini süren Nazlı hanım yine kucakta taşındı banyoya.

 

Halil saçlarını köpürtürken de yüzündeki makyajı yıkarken de olabilecek en naif hareketlerle ilgilendi karısıyla.

 

Su sayesinde dağılan uykusu gözlerindeki mahmurluğu da alıp götürmüştü. Boncuk boncuk bakıp Halilin göğsüne bir öpücük bıraktı.

 

"Sen ne güzel ilgileniyorsun benimle."

 

"Nazlı bir boncuğu olunca insanın, ilgilenmeden yapamıyor işte."

 

"Hep isterim bende o zaman."

 

"Yok öyle hep ilgi beklemek. Kısasa kısas bizde boncuk hanım. İki öpüyorsam hakkını da istiyorum ben."

 

Islak ve çıplak tenleri birbirine değdikçe Halilin düşünmek istemediği yerlerine de elektrik akımları gidiyordu.

 

"Rahat dur boncuk!"

Masum masum baktı karısı.

 

"Ay ne yaptım şimdi ben?"

 

Halil suyu açıp, saçlarındaki köpüğü durulamaya başladı. Nazlının başını geriye yatırıp, su gelse bile gözlerini kırpmayışına dayanamayıp dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı.

 

"Aklımı çelme. Zaten nimetlerinden yararlanamıyorum, o memelerini sürtüp durma "

 

Halil onu hiç uyarmamış gibi Nazlı bedenini biraz daha sürtüp ellerini omuzlarına çıkardı. Parmakları omuzları ve göğsü arasında kıpır kıpır dolaşmaya başladı.

 

"Ben sürtmüyorum ki. Çıplağız ya... E sende çok yakınsın, değiyorlar tenine."

 

Halil dişlerini sıkıp başını geriye yasladı. Alnına düşmüş saçlarını suyun altında eliyle geriye doğru taradı.

 

"Bilerek yapıyor! Unutma, hep küçük bir şeytandı. Bilerek yapıyor!"

 

Başı geride, yüzüne vuran suyla konuşur gibi konuşmasına kıkırdadı Nazlı. Göğsündeki elini sürte sürte karnına doğru indirince Halilin ona hızla dönen başını yüzünde mayhoş bir gülümsemeyle izledi.

 

"Hiç merhametin yok boncuk!"

 

"Aşkım ben ne yaptım? Banyo yapalım diyen sen değil miydin?"

 

"Ben seni baştan çıkarmak için demedim. Sıcak suyla yıkayıp, uyutmak için dedim!"

 

"E sen yıkadın beni sıra bende o zaman."

 

Ardındaki raftan küçük duş jelini aldı Nazlı eline. Avcunda köpürttüğü jeli göğsüne yaya yaya dolaştı.

 

"Nazlı, Nazlı, Nazlı!"

 

"İyilik yaramıyor sevgilim sana. O kadar oynadın, bende ilgileniyorum rahatlarsın diye ama kıymetim bilinmiyor benim ."

 

"Nazlı sen beni rahatlatmıyorsun, sen beni şu an yay gibi geriyorsun."

 

Nazlı hiç sitemle konuşan adamı umursamadan köpüğü çok daha aşağılara doğru yaydı. Eli kaydıkça ona bakmaktan imtina eden adamın gözleri yine gözlerine düştü.

 

"Aşkım sen rahatlamak iste yeter ki. Bir kere karından ricada bulun. Belki iyi günündedir, belki canının içi kocasını üzmez. Belki elleri, ağzı kocası için..."

 

Nazlının lafı bitmeden Halilin eli saçlarına yapışıp, dudaklarına kapanmıştı bile. Nazlının güç almak için göğsüne yaslanacak elini de diğer eliyle yakalayıp artık can yakmaya başlayan kısmına bastırdı. Sertleşmiş erkekliğini ıslak çamaşırından hissetmemesi mümkün değildi zaten. Halilin dudaklarını parçalar gibi öpüşüne de yetişemiyordu. Hırsını alsın diye ayak uydura bildiği kadar eşlik ediyordu sadece.

 

Nefessiz kaldığı anda geriye çekilen kocasıyla derin bir soluk aldı.

 

"Ben tüm iyi niyetimle bakımınla ilgilenmek istedim, sen kaşındın Nazlı! Şimdi sözünü ettiğin ellerini, ağzını kullanıp kaldırdığını indirirsen çok mutlu olurum sevgilim. İnan ağrıdan kasıklarım sızlıyor ve o memelerin böyle sürtünmeye devam ederse hiç iyi şeyler olmaycak!"

 

Nazlı parmaklarının üzerine yükselip çenesine bir öpücük bıraktı.

 

"Rica etmelisin sevgilim. Biz çocuklara, bir şeyi çok istiyorsak rica ederek sahibinden alabileceğimizi öğretiyoruz. Tatlı kelimeler bir çok kapıyı açabilir."

 

Çenesine dudakları sataşa sataşa söylemişti her bir kelimeyi. 1.65 boyunda bir kızın 1.92lik adamı parmağında oynatışı Halilin burnundan güler gibi bir nefes vermesine neden oldu.

 

"Benim güzeller güzeli boncuğum. Beni azdırıp, ağrıdan kıvrandırdıktan sonra böyle bırakmazsan çok sevinirim. Malum nedenden dolayı içine de giremiyorum. Kocana merhamet etmeyecek misin sevgilim?"

 

Nazlı yüzünde büyük bir sırıtışla istediğini almanın haklı gururunu yaşıyordu.

 

"Canım kocam, sen yeter ki iste. Ben hiç seni ağrıdan, sancıdan kurtarmaz mıyım? Senin boncuğun hiç seni bu halde bırakır mı?"

 

Oyun oynar gibi birde çamaşırı yırtıp geçecekmiş gibi duran şişkinliği gösteriyordu.

Alt dudağını ısırıp elini boxerin lastiğinden içeri soktu. Can çekişen uzvunu kavrayıp sıktığında tıslama gibi bir ses çıkarmıştı kocası.

 

"Ne oldu kobracık, fazla mı geldi?"

 

Halil çok konuşan çenesini parmaklarıyla sıkıca kavrayıp dilini ağzına soktu bir anda. Nazlının dilini yakaladığında da şiddetle emmeye başladı.

Nazlıdan gelen iniltiyle biraz geriye çekildi.

 

"Senin dilin baya sivrilmiş boncuk hanım. Kobra soktuğunda da böyle rahat rahat konuşabilecek mi merak ediyorum!"

 

Nazlının konuşmak için açılan ağzı tekrar hırsla dudaklarına kapanan ağızla

Amacına ulaşamadı. Öpüşmeleri devam ederken eli de penisini okşamaya ara vermiyordu. Geriye çekilip Halilin gözlerine baka baka diz çöktüğünde kocasının yutkunmasını, hareket eden adem elmasını keyifle izledi.

 

Parmakları ıslanıp, tenine iyice yapışmış boxerın bel lastiğinden kavrayıp çıkarmak için aşağı iteledi. Daralmışlık hissiyle can çekişen uzuv, rahata kavuşmuştu. Kocasının gırtlağından çıkan iniltiyle iki elini de sertleşmiş erkekliğine sardı.

 

Gözleri her hareketini takip eden kocasındaydı.

 

"Nazlı..."

 

Bir yalvarış gibi çıkmıştı sesi. Devam etmesi için neredeyse dizlerine kapanıp yalvaracaktı. Avcundaki uzvu biraz daha sıkıp dilini dokundurduğunda ise çok daha güçlü bir hırıltı duydu kulakları. Dilinin sataşmaları, elinin okşaması devam ederken Halilin bir elini fayansa yasladığını diğerini ise saçlarına geçirdiğini gördü. Bilinçsizce başını biraz daha eğmesini sağladığında ağzına daha fazlasını aldırmak istediğini anladı. İsteğine cevap olarak dudakları biraz daha aralandı.

 

Azıcık rahatsız hissediyordu kendini ama çok da sorun yoktu. Elinin okşaması hızlandı. Dili erkekliğinin başında dolaşıp, hislerini ayyuka çıkarıyordu. Buna bir süre daha devam ettiğinde Halilin sert soluklarından başka sadece sırtına çarpan suyu hissediyordu. Bir kaç kez ağzının içine git gel yapmasını sağlağında kocasının sesini duydu.

 

"Hay sikeyim! Nazlı!! Nazlı çekil boşalacağım."

 

Nazlı ağzını çekmeye kalmadan göğsüne aşağı akan sıcak sıvıyla tam zamanında diye düşündü. Eli hâlâ okşamaya devam ediyordu. Onu sağar gibi dokundukça orgazmın şiddetini artırdığını titreyen kaslarından anlayabiliyordu.

 

Dizlerinin üzerinde, başını geriye yaslamış hızla nefes alıp veren adamı izledi bir süre. Halil kendine gelip, gözlerini açtığında yeşilleri çakmak çakmak yanıyordu.

 

Bedenini kaydırarak yere oturdu. Hiç bir şey söylemeden de dizlerinin üzerinde ona bakan karısını belinden kavrayıp kucağına çekti.

 

"Aklımı oynatacaktım."

 

Mırıltıyla kurulan cümleye Nazlı kıkırdadı. Halilin başı boynuna yaslanmış, ona sıkıca sarılmıştı. Hâlâ sık ve derin nefesler alıyordu. Göğsüne yapışmış göğüslerinde, kalp atışını hissedebiliyordu.

 

"Boncuğum..."

 

Mayışmış sesine mırıldanarak cevap verdi Nazlı.

 

"Senin için ne yapabilirim sevgilim?"

 

Nazlı dudaklarının yaslı olduğu omzuna bir kaç öpücük bıraktı.

 

"Maalesef hiç bir şey aşkım. Borcun olsun artık."

 

"Nazlı ben senden tiksinmem biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum kocacığım ama ben istesem de kendimi veremem. Gerilirim yani."

 

"Nazlım..."

 

"Hmmm..."

 

"Parmaklarımı kullanacağım sadece."

 

Nazlı geriye çekilip dudağına hızlı bir öpücük bıraktı.

 

"Halil gerçekten rahat hissetmem. Eline kan bulaşma ihtimali beni çok gerer. Ayrıca oldukça keyif aldım ben. Ruhsal bir tatmin diyelim. Özellikle seni ağzıma almam için yalvardığın kısım muazzamdı."

 

Halilin kaşları ışık hızıyla çatıldı.

 

"Yalvarmadım Nazlı!"

 

"Tam olarak bunu yaptın aslan parçası. Resmen ağzıma alacağımı söylediğim anda gözlerinde zeusun şimşeği çaktı."

 

Halil ters ters bakmak istedi ama gerçekten Nazlının aşırı eğlendiğini görmek, gülmek isteyen dudaklarına engel olamamıştı.

 

"Kalk bakalım serseri, sen durulan çık da bende duş alayım. İyice maskaran olduk artık, döner dolaşır söylersin."

 

Nazlı kıkırdayıp ayağa kalktı. Son kez suyu üzerine tutup, öpücük atarak çıktı banyodan. Halil çıkana kadar üzerini giyinmiş, saçların havluyla sarmıştı bile. Halilin çantasına uzanıp onun için de giyecek bir şeyler çıkardı.

 

Kocası gelip üzerini giyerken arsız bakışlarını hiç üzerinden çekmedi. Halil de bunu bilerek olabildiğine ağırdan aldı giyinme işini.

 

"Gözlerinle yedin boncuk."

 

Nazlı iç çekip geriye doğru bıraktı bedenini.

 

"İnsanın dünya kadar malı olacağına senin gibi kocası olsun yeter aşkım. Gözümü doyuruyordum."

 

Halilin kalkan kaşlarına yine kıkırdayarak karşılık verdi. Yorganın altına girdiğinde kocası da yatağa geçmişti.

 

"O lafın doğrusu öyle değildi sanki."

 

Halil Nazlıyı kolunan altına çekip, başını göğsüne yasladı.

 

"Terbiyesiz!"

 

Şimdi ki kahkaha kocasından gelmişti. Üzerine eğilip yüzünün her yerine hızlı hızlı öpücükler bırakırken çığlığına engel olamadı Nazlı.

 

"Ya Halil ya! Batıyor sakalların!"

 

"Terbiyesiz miş! Biraz önce banyoda ne yaptın hatırlatayım mı?"

 

Nazlı tüm arsızlığıyla dirseklerini göğsüne yaslayıp, Halilin üzerinde bedenini yükseltti.

 

"Kobra dansı yapıyordum aşkım. Bir süredir ilgi alanımda da kendisi. "

 

Halil büyük eliyle suratını kavrayıp sağa sola sallandırdı.

 

"Halam da babasının kızı diyor birde. Hiç babamın usluluğu var mı acaba sende?"

 

Nazlı aslında cümleye laf yetiştirecekti ama Halilin babam diye kendi babasından bahsetmesiyle gözleri iri iri açıldı.

Halilin onu yatırma çabaları yine sonuç vermemiş oldu böylece. Nazlı kendini yataktan kaldırıp, bacağını üzerine atarak oturunca sırıtması büyüdü.

 

"Halil!!! Ay sen baba mı diyorsun artık babama? Ayyy... Yerim seni kocacığım, ne tatlısın sen ya. "

 

Nazlının kıpır kıpırlığından tutunamayan havlu kayıp düşmüştü saçlarından. Halil de dudağında tebessümü havluya uzanıp saçlarının uçlarını okşayarak kurutmaya çalıştı.

 

"Anan baya bozuk attı ama."

 

Nazlı dudaklarını büzüp düşünür gibi gözünün birini kıstı.

 

"Haklı kadın. Yiğit Süreyya anne dediğinde de gözüne gözüne baktı senin ama sen fark etmedin bile."

 

"Onun da sitemini etti. Bendeki ağız alışkanlığı ama halamı üzmem daha. Bundan sonra anne kelimesini duyacak benden. Zaten doğdum doğalı yaptığı buydu. Zor olmaz dilimi alıştırmak."

 

Nazlı uzanıp boynuna sarıldı. Boynunun yan kısmına da ses getiren öpücükler bırktı.

 

"Vallahi çok sevinir. Ay çok duygulandım ben Halil. Senin anne dediğini duymak için de , annemin yüzünü görmek için de sabırsızlanıyorum. Ya çok mutlu olur benim zümrüt gözlü annem."

 

Halil geriye çekilip ona büyük bir aşkla bakışını, gözlerindeki dolu dolu ifadeyi şefkatle izledi. Uzanıp burnuna küçük bir öpücük bıraktı.

 

"Halam yanılıyor. Sen tam ananın kızısın boncuk. Aynı kalbin güzelliği var ikinizde de."

 

"Yaaaaa... Halil..."

 

Nazlı geri göğsüne yumulduğunda bedenlerini kaydırıp yatağa yerleştirdi Halil. Göğsündeki sancı büyüdü. Nazlıya gideceğini söylemek zorundaydı ama öyle zorlanıyordu ki. Cezayire giderken kısa süreliğine olduğunu bilen Nazlının gözlerindeki pus o zaman bile canını çok yakmıştı. Şimdi aylarca gelememe ihtimalini nasıl söyleyecek, sıkışıp kalmıştı.

 

Nazlının sırtını dönmesini sağlayıp, göğsüne iyice yasladı. Ona sarılı kolunu öpen karısıyla burnunun direği sızladı.

 

"Nazlım..."

 

"Hmm..."

 

Böyle mahmur, mutluluk sızdıran sesiyle gözlerini sıkıca yumup geri açtı.

 

"Ben... Yarın gidiyorum Nazlı..."

 

Nazlının bir anda kaskatı kesilen bedenini daha çok kavradı. Bir şey desin diye bekledi ama hiç ses çıkarmadığında derin bir soluk aldı.

 

"Buraya bile bir çok kuralı çiğneyerek geldim. Biran evvel gitmem lazım Nazlı. Çok özür dilerim."

 

Nazlı biraz daha sıktı kendini. Sonra onu bu şekikde üzmeye hakkı olmadığını düşünüp kolları arasında döndü. Yüzleri birbirlerine çok yakındı.

 

"O... Bahsettiğin şeye mi?"

 

"Son kez Nazlım..."

 

"Geleceksin ki zaten..."

 

Halil aheste aheste başını sallayıp, burnunu burnuna sürttü.

 

"Geldiğimde hemen düğünümüzü yapalım. Evimizi kuralım boncuğum. "

 

"Zaten benim gelinlik seçmem bile aylar sürerdi dimi ama? Sen gelene kadar seçerim ki."

 

Halilin gözleri kapanmış, Nazlının çenesine alnını yaslamıştı.

 

"İstediğin ne varsa karar ver. Hepsini yapacağım Nazlım."

 

"Bende kır düğünü istiyorum o zaman. Düğün salonu falan sevmem ki zaten."

 

"Ne istersen boncuğum."

 

"Kızlarla kına gecem için dans gösterisi de hazırlamak istiyordum. Çalışmamız lazım zaten."

 

Böyle kendini teselli etmeye çalışır gibi konuşması Halilin göğsüne köz olarak düşüyordu. Sanki Halili beklerken dünya iş sıralarsa beklemek zor gelmeyecekmiş gibi davranıyordu ya...

Halilin onu seven her bir zerresi adını inliyordu sanki.

 

Nazlı aslında bir süre sarılır ama sıcaklayınca yatağın boş kısmına kaçardı. Şimdi ise daha sıkı sarılan o olmuştu. Sıcakladım diye azıcık bile şikayet etmeden tüm gece koynunda beklemişti. Uyuduğunu düşünsün diye hiç ses çıkarmamıştı ama hiç uyumadığını da kokusunu sık sık içine çekerken çıkardığı sesten anlıyordu. Saçlarını okşadı, defalarca öptü. Nazlının yaptığı gibi tüm kokuyu genzine hapsedecekmiş gibi soluyup durdu.

 

Sabah olana kadar hiç konuşmadılar ama sürekli hissetme ihtiyacıyla birbirlerinden bir santim bile uzaklaşmadılar.

 

Ertesi gün sabahı, Nazlı için hayatının en dirayetli davranması gereken günü oldu. Sabah sekizde Halilin vedalaşmak için hepsine sarılmasıyla gözleri yanmaya başlamıştı.

 

Babasına babam diye sarıldığında ilk göz yaşı kaydı gözünden. Annesine boncuğumu da seni de babama emanet ediyorum anne dediğinde hıçkırığını eliyle saklamak zorunda kalmıştı. Gurura, Meyraya, Süreyya teyzesine aynı samimiyetle karşılık vermişti. Yiğitle göz göze geldiklerinde ise dişi ısırdığı dudağını kesmişti.

Yiğit başını yana yatırıp göz kırpmış sadece bir adım gerindeyim demişti. Halil de sarılıp eliyle saçlarını karıştırmış işte bu yüzden ardımı hiç kollamayacağım diye kardeşine olan güvenini bir kere daha yenilemişti.

En son vedalaşma kısmı kendine geldiğinde Nazlının tutmak için büyük emek harcadığı yaşları sıra sıra akmaya başlamıştı.

 

Halilin yüzünü içi gider gibi izleyişi, yanaklarında dolaşan parmakları istese de hıçkırıklarını engelleyemiyordu.

 

"Sen benim güneşimsin boncuk. Güneşin doğduğu her günde seni biraz daha fazla seveceğim..."

 

Sıkıca sarılmış, Asaf gelene kadar göğsünde tüm yaşlarını akıtmıştı. Nazenini getiren Asafla da vedalaşıldığında Nazlı giden arabanın peşinden öylece bir süre baktı. Sonra ona sarılan Gurura yığılır gibi yasladı bedenini. Annesinin de kendinden kalır yanı yoktu. Gözleri kızarmış ve şişmişti. Medet dilenir gibi anniii deyip göğsünde soluklandı.

 

Onların toparlanıp yola çıkması öğleni bulmuştu. Gelişlerinin aksine oldukça sessiz bitirdiler yolu. Gurur için ilk Ankaraya uğradılar. Bursaya ulaştıklarında ise akşam karanlığı çoktan çökmüştü. Yiğit annesi ve babasıyla beraber Adanaya gidecekti. Çalıştığı yer değişmişti ve azıcık yüzlerini güldüren kısım bu olmuştu. Artık İncirlik üssünde kadrolu bir yazılım mühendisi olduğunu söylediğinde annesinin buruk yüzü birazcık aydınlanmıştı.

 

Süreyya teyzesini iki gün sonra İzmire götürecekti Yiğit. Çok fazla yol katedildiği için Adana da bir gün dinlenmesi için annesi net konuşunca itiraz etmemişti.

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Amasyadan döneli neredeyse iki hafta olmuştu. Halil bir kere bile aramamıştı. Nazlı için öyle zor geçiyordu ki günler, buna aylarca dayanabileceğini nasıl düşünmüştü anlamadı.

 

Şimdiden hasretiyle yanıyordu sanki. Bu ara kötü olan psikolojisi bedeni için de iyiye gitmiyordu. Çok halsizdi son günlerde. Özellikle kasıklarında bir türlü geçmeyen ağrı canını sıkıyordu. Asaf Bursadaydı ve hergün okula gidip gelirken onları kontrol ediyordu.

 

İlk bunu tuhaf karşılamıştı ama Asaf, Halil dönene kadar onu görmeye alışmasını tembihleyince kırık bir tebessümün dışında cevap vermemişti.

 

Sabahtan öğlene kadar staj için anaokulundaydı. Öğleden sonra üçten beşe kadar dersi olduğundan okula gitmek için dolmuşa bindi. Eğitim fakültesinin önünde indiğinde Meyra ve Nazeninin bankların orda telefona bakarak hararetle tartıştıklarını gördü.

 

Yanlarına ulaştığında onu ilk Nazenin görmüştü. Gözleri iri iri açılmış, telefonu Meyranın elinden hızla çekmişti.

 

Nazlı bu tuhaf tavrına da anlam veremedi.

 

"Neyiniz var sizin?"

 

Meyranın karman çorman olmuş saçları da ilginçti. Bir Nazenine bir kendine bakıp dudaklarını kemiriyordu.

 

"Ne oldu, bu haliniz ne?"

 

Nazeninden onay alması gerekiyormuş gibi bakan Meyraya kaşlarını çattı.

 

"Neye bakıyorsunuz siz?"

 

Nazeninin kısık sesini duydu.

 

"Nazlı kuşum, hiç Twittera baktın mı bu gün?"

 

Bu sorunun da mantığını çözemedi.

 

"Yooo... Sabahtan beri telefona dokunmadım bile. Başım çatlıyor zaten."

 

"Nazlı bir şey var ama emin de olamıyoruz."

 

Meyra bu sefer konuşmuştu. Ama alışılmışın dışında tiz değildi konuşması, Nazenin kadar ürkekti.

 

"Neyse gösterin şunu, daha fazla germeyin beni!"

 

Nazenin korka korka uzattı telefonu.

Nazlı alıp Twittera girdi. Gündeme baktığında kaşları çatılmıştı. #Aybars, #Turansavunma, #Büyükortaklık, #silahdehası gibi hashtaglerle doluydu.

 

Nazlı #Turansavunmaya tıkladığında bu ismi Halilden duyduğu an geldi aklına. Nedensiz bir korku kapladı içini.

 

Akış sürekli yenileniyor ve yeni twitler düşüyordu ekrana. Okuduğu bir başlığa girdiğinde Turan Savunmanın en büyük hissedarı ve Ceosu olan Duhan Doğrunun kamuoyuna ve medyaya taktim ettiği yeğenine bakıp kaldı bir süre.

 

Sakalları hiç görmediği kadar uzundu, yüzünü kapatıyordu. Her zaman yanlarını kısa kullandığı saçları da ensesine kadar uzamış ve kıvrımları şekillendirilmişti. Asla onu böyle bir hâlde görse tanımazdı. İmkanı yok bir benzerlik yakalayamazdı. Ama tam kadraja bakan yeşil gözleri kapkaranlık zindanlarda kısılı kalsa bile bilirdi. O yeşil gözleri Nazlı tüm belleğini yitirse bile asla unutmazdı.

Boğazından zorla geçti tükrüğü.

Altında yazılanları okuduğunda kaşları çatıldı.

 

Aybars Doğru diyordu yazı. Otuz dört yaşındaki genç mühendisin Turan Savunmanın tüm yeni nesil silahlarında imzası olduğundan bahsediyordu. Amcası Duhan Doğrudan bayrağı devir aldığını açıklıyordu Aybars Doğru. Şu zamana kadar silah tasarlama kısmıyla ilgilendiğini, burdan sonra ise Turan Savunmayı dünyaya açacak üretimlerle ileri götüreceğini müjdeliyordu.

Bundan sonra en büyük ikinci hissedar olarak yeni anlaşmalar için görüşmeler yaptığını ve ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutarak yeni anlaşmasının sevincini halkıyla paylaştığını anlatıyordu.

İngilterenin en köklü ve kraliyetin bir numaralı ailesi olan Winshor Ailesiyle oldukça dikkat çekici bir ortaklığın müjdesini veriyordu. Özenle tasarladığı yeni nesil silahlarını Winshor Ailesiyle beraber üretime sokarak İngiltere-Türkiye dostluğunu on adım ileri taşıyordu. Aileyi temsilen yanında yer alan James Winshor yeni dostluklara, yeni anlaşmalara ve Türkiye ile yeni kurulacak ortaklıklara diye iyi dileklerde bulunuyordu.

 

Nazlı twitlerin hızına yetişemiyordu bile. Kimi Aybarsın yakışıklılığını konuşuyordu. Kimi ürettiği silahların nasıl da İngilizlere kaptırılışına sövüyordu. Bazıları bu kadar genç yaşta sahip olduğu servete imrenirken, bazıları o silahların ilk onu yok edeceğinin eminliğini tartışıyordu. Ama en çok...

En çok kısa süre sonra İngiltereye gidecek ve orda kendine yeni bir merkez kuracak Aybars Doğrunun şu ana kadar niye bu kadar gizli projelerini yürüttüğünü sorguluyordu.

 

"Nazlı?"

 

Nazlı hâlâ dalmış bir zihinle sayfayı kaydırarak okumaya devam ediyordu.

 

"Nazlı, Halil?"

 

"Aybars Doğru diyor Meyra."

 

Nazeninin fısıltısını da duydu ama o yeni bir twite bakıyordu. Oldukça fazla etkileşim almıştı. Winshor ailesinin kadrajına giren bu mühendisi, kolay kolay bırakmayacaklarını tartışıyorlardı.

 

"Nazlı!!!"

 

Meyranın yüksek sesiyle daldığı yerden çıktı. Gözleri bomboş bakıyordu.

Meyra etrafta sanki onları dinleyen birileri varmış gibi sağa sola bakınıp iyice Nazlının dibine girdi.

 

"Nazlı bu nasıl iş?"

 

Nazlı hâlâ ne düşünüyor bilemiyordu. O şu an Rusya'ya gidip üç yıl gelemeyen Halilin İngiltereye gidince bir kaç ay sonra nasıl geleceğini sorguluyordu içinden. Yaza altı üstü dört ay kalmıştı. Dört ayda nasıl yetişecekti düğüne?

 

"Nazlı bu aile öyle bir aile değil. Biz... Biz bunlara ajan diyorduk ama bunlar bizi yiyormuş."

 

Nazlı, Meyranın öfkeli yüzüne baktı. Tüm duyuları uyuşmuş gibiydi.

 

"Ne yapıyormuşlar?"

 

"Nazlı bu aile dünyanın en büyük beş ailesinden biri. Adam şak diye gidip merkez kuracağından bahsediyor. Nazlı!!!'

 

Sesi sert çıkınca yanlarından geçen iki kişinin onlara baktığını görüp kendini sakinleştirdi.

 

"Nazlı bunlar ajan falan değiller. Bunlar! Bunlar çok başka bir şeyler Nazlı!"

 

Nazlı alt dudağını ısırıp başını ağır ağır salladı. Aslında Halilin ona ne kadar az şeyden bahsettiğini anlaması için elindeki telefon yetiyordu. Dünya ve Türkiye gündemini çalkalayacak biri basit bir ajan olamazdı ya. Olamazdı değil mi?

 

"Halil ... Halil sen neye bulaştın?"

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%