@orenda
|
Kendinize ve kitaplarımıza çokkkk iyi bakın. Hepinizi çok seviyorum🩵
Doktor konuşmaya devam ediyordu. Nazlı ise gözlerinden kaçan, yüzüne bakamayan herkesden bir medet arar gibi bakışlarını üzerlerinden çekmiyordu. En son yine annesine döndü yaşlarla dolu gözleri.
Züleyhanın canını yakan, sinesine köz gibi düşen boncuklarını annesine kilitlemişti. Yirmi iki yaşında olması hiç bir anlam ifade etmiyordu bir anne için. O bakışın maksadı anne beni kurtar cümlesinden başka hiç bir kapıya çıkmazdı.
"Durumun özeti bu Nazlı hanım. Fetüs hakkında verilecek kararı size bırakıyoruz. Ama çok fazla zamanınızın olmadığını söylemek zorundayım. Malum 12. Haftada sağlık gerekçesi ile şu an hakkınız var ama en fazla 16. Haftaya kadar bedeniniz kürtajı kaldırabilir. Şimdi ben sizi ailenizle yalnız bırakayım."
Doktor, hemşireyle beraber çıkıp gittiğinde odanın içerisinde nefes sesi bile yoktu. Nazlı kimsenin konuşma cesareti olmadığını anladığında pes etmişlikle kasılmış bedenini bıraktı. Gözleri tavana saplandığında şakaklarına doğru iki damla yaş sızmıştı.
"Beni... yalnız bırakır mısınız?"
Çatallaşmış, her an bir hıçkırık fırlayacakmış gibi hissettiren sesiyle kurabildiği tek cümle buydu.
"Annem... Boncuğum az konuşsak yavrum."
Annesinin kısık sesine de başını çevirip bakamadı. Biraz ağlamaya ihtiyacı vardı. Boğazı düğüm düğümdü ve her an ağzını açtığında onları daha çok yıpratacak çığlıklar fırlayacaktı ağzından.
"Nazlım, babam..."
"Lütfen... Lütfen birazcık..."
Kısık sesinden sonra Asil ağzını açmak istese de yapamadı bunu. Züleyhanın titreyen çenesi ve su sızdırır gibi akan yaşlarıyla onun da kızından farksız olduğunu görebiliyordu.
"Kapının önündeyiz babam. Seslensen hemen duyarım. Hemen kapının ardında bekliyoruz."
Züleyhanın Nazlıdan ayrılmayan bakışları Asil konuşsa bile ona bakmasına sebep olamamıştı. Karısının yanına gidip omzundan kavradı ve yürümesi için yönlendirdi. Asaf da hemen Nazenini göğsüne çekmiş diğer eliyle de Meyranın omzuna dokunmuştu. Sessiz sedasız çıktıklarında ve kapı kapandığında Nazlı yan dönüp kendini küçülte bildiği kadar küçülmüştü. Zorla tuttuğu hıçkırığı artık zaptedemiyordu.
Kolları karnını sıkıca sarıp, bacaklarını da kendine iyice çektiğinde hastane yatağında minicik kalmıştı.
"Halil..."
Dudaklarından çıkan kısık feryad duyulmasını istediği kişiye ulaşamayacak kadar güçsüzdü. Göz yaşı değil kor ateşler akıyordu yüzüne aşağı. Canı yanmıyor canı sökülerek alınıyordu sanki. Doktorun ağzından çıkan her cümle omuzlarına bıçak darbesi gibi iniyordu.
On iki haftalık olmuş, bu kadar durması bile neredeyse imkansız...
Üç aylık olmuştu karnında filizlenen tohum. Nazlı asla bilememişti bile. Nazlı yeni kavuştuğu aşkına ve umutla beklediği mutluluğuna öyle çok kapılmıştı ki içinde yer edinen canı fark etmemişti. Nazlı, öyle çok kendi mutluluğuna dalmıştı ki böyle bir ihtimali düşünmemişti bile.
Şimdi...
Şimdi ise onun sorumsuzluğunun bedelini başkası ödesin deniliyordu. Nazlı yapmıştı bunu! Nazlı sebep olmuştu ama bedel ödemesi istenilen kişi o değildi. Acı çekmeyi hak eden o değildi! Fetüs diyordu doktor ona, bağlanmasın diye mi bebek diyemiyordu ki? Ama ordaydı, Nazlının için de çok tehlikeli bir karanlıkta mğcadele veriyordu. Yaşamak için minicik elleriyle ona tutunuyordu.
Hıçkırışları daha da güçlendi. Nerede olduğunu bilmediği kocası hissediyor muydu canının acısını? İyi mi yoksa Nazlıdan daha kötü bir halin içerisinde miydi? Gelecek miydi? Belki de yıllarca gelmeyecekti bile.
Şimdi ondan bir karar vermesini istiyorlardı. Kendi sağlığının öncelikli tutulması gerektiğini söylüyorlardı. Nazlı kendini hiç bir bebeğe annelik yaparken düşünmemişti ama şimdi o bebeğin canı hakkında karar vermesi gereken tek kişiydi.
Ailesi düştü bu sefer de aklına. Kendine nasıl korkuyla bakıp, gözlerini kaçırışları nefes alışlarını zorlaştırdı. Ne hakkı vardı onları böyle üzmeye? Onunla beraber böyle bir şeyin yükünü sırtlanmak da bencillik değil miydi? Ama...
Ama Nazlı doktorun doğru olduğunu söylediği o yolu seçerse bir daha nasıl eski Nazlı olacaktı? Nasıl iyileşecekti? Yüzde yirmi beş demişti doktor. Yaşama ihtimali az diye iki kere tekrar etmişti. Peki Nazlı yüzde yirmiş beş ihtimali kabullenip ondan vazgeçince o yüzde yirmi beşlik ihtimal boynuna urgan gibi dolanmayacak mıydı? Dayansaydın, yaşayabilirdi fısıltılarıyla geçecek bir ömür...
Bu haksızlıktı! Bunların sorumlusu oyken küçücük bir canın bedel ödeyecek olması haksızlıktı! Acı çekmesi gereken Nazlıyken karnına tutunup, bu güne kadar direnen bebeğine çok büyük bir haksızlıktı.
Eli bilinci dışında kasıklarına doğru kaydı. Avcunun içinde miydi? Ona dokunduğunu hisseder miydi acaba? Ya Nazlıdan medet dileniyorsa? Rahminde barınan iki düşmandan korkup, bir kenarda annesinin onu kurtarmasını bekliyorsa?
Ne kadar elleri ağzını kapatıp, sesini saklamaya çalışsa hıçkırışları daha sesli bir hâle büründü. Kapının önünde daha fazla dayanamayan kadın da aralayıp girdi içeri. Yavrusu orda tek başına can çekişirken uzakta kalamadı.
"Nazlım... Ne olur geleyim annem. Hiç konuşmam ama yanında durayım boncuğum."
"Anneeee...."
Nazlının ağzından figan eder gibi çıkan cümleyle Züleyha da hıçkırdı.
"Kurban olurum seni verene. Yavrum benim. Güzel boncuğum."
Züleyha hemen yanına gelip saçlarını okşamaya, ıslak yüzünü silmeye başladı. Dudakları sık sık saçlarına, alnına buse bıraktı.
"Anne... Anne ben çok korkuyorum."
Hıçkırıkların arasında zorla kurulan cümleyle yatağa oturup yavrusunu göğsüne bastırmıştı.
"Burdayız biz annem, korkma gözümün nuru. Burdayız boncuğum, sana bişey olmasına izin verir mi hiç anan? Burdayız boncuk çikolatam."
"Anne..."
"Yavrum benim. Güzel kızım, geçecek annem. Burdayız biz, koruruz canımızı babanla."
"Anne ne olur? Anne ne olur onu da koruyun? Ben çok korkuyorum ne olur anne? Ben yaptım! Benim suçum, onu öldürmeyelim ne olur?"
Züleyha göğsünde zorla konuşan, ağıt yakar gibi cümleler sarf eden kızını daha sıkı bastırdı göğsüne.
"Nazlım..."
Ne diyeceğini bilemiyordu. Ağzından ne çıksa hem Nazlının hem kendinin canını çok yakacaktı.
"Nazlım... Canına nasıl kıyayım yavrum? Doktorun dediklerini duydun... Nasıl diyeyim bunca eziyete gir diye?"
Nazlı biraz kendini geriye çekip ıslak gözlerle annesine baktı. Yanlamasına oturan kadının yeşillerine acıyla bakıp sol elini annesinin sağ yanına uzattı. Parmak uçlarıyla dokundu.
"Bunu sen mi söylüyorsun anne? Bunu iki çocuğunu korumak içine bıçağa sırtını yaslayan annem mi diyor?"
Hıçkırması biraz durulsa da yaşları akmaya devam ediyordu. Züleyha ağzını araladı ama ne diyeceğini bilemedi.
"Bu benim en sevdiğim kahraman hikayesi biliyor musun anne?"
"Nazlım, yapma annem."
Dudakları titreye titreye annesinin gözlerine bakmaya devam etti.
"Sultan teyzeme sürekli anlattırdığım, çocuk aklımın aslında ne zor bir şey yaşadığını idrak edemediği bir kahramanlık hikayesi. İki çocuğunu korumak için kötü adamları parçalayan annemin hikayesini dinlemeyi ne çok severdim. Bize zarar vermek isteyen kötüleri mahvetmiş benim annem. Bana öyle bir sarılmış ki üç kişi zorla almış koynundan. Gurura bir şey olmasın diye hiç yerinde duramayan annem, haftalarca hastane odasında kıpırdamamış bile. Hiç sevmese de ilikli çorbalar içmiş. Doğurana kadar elini karnından hiç çekmemiş benim kahraman annem. Şimdi sen mi söylüyorsun bunları bana anne?"
"Nazlı kurban oluyum etme böyle. Doktor..."
"Anne... Anne elleri var, ayakları var onun. Kulakları bile var. Doktor üç aylık olmuş bebeğimi benden alırken onu parçala..."
"Sus! Sus deme böyle sakın! Sus! Acın yetmiyo bi de böyle eziyet etme!"
"Anne karnımda iki düşmanla bana sıkı sıkı tutunmuş şimdi benden vazgeçmemi istiyorlar, ne olur yardım et bana? Sen korursun bizi, ne olur?"
Züleyha yalvaran gözlerine bakmakta ömrü boyunca hiç böyle zorlanmamıştı. Hiç böyle çaresiz, böyle yitik olmamıştı. Kendi yavrusuna kıyamıyordu ama yavrusu da kendi kuzusuna yanıyordu.
"Nazlım çok az dedi ihtimal. Ah biraz umut verse..."
Nazlı dizindeki eline iki eliyle yapışıp, öpmeye, yüzüne sürmeye başladı annesinin.
"O az ihtimal için çabalayamaz mıyız? Ne olur, yalvarıyorum ne olur? Onun için hiç savaşmadan pes etmemi isteme. Sizi böyle bir zorluğa sokmaya hakkım yoktu. Tüm suç benim, cezasının ben çekeyin ama ne olur onun için hiç çabalamadan vazgeçmemi istemeyin. Anne siz eğer ki... Eğer doktorun dediğini yapmamı isterseniz... Ben sizi de bu acıya ortak etme hakkım yok biliyorum ama ne olur?"
"Ne demek o? Nasıl laf bunlar Nazlı? Acınada sevincine de en çok biz ortak olacağız, nasıl konuşma bunlar? Sen benim yavrumsun. Kimin doğurduğu zerre umurum olmadı benim! Sen benim kızımsın! Bi iyi günün için mi anan oldum ben? Seni koynuma bıraktılar da tüm acım aktı gitti benim içimden. Halili, Yiğiti özlediğim her an kokunda buldum şifayı. Böyle konuşma sakın!"
Nazlıyı tekrar kendine çekip sarıldı. Karman çorman olmuş saçlarını titreyen elleriyle okşadı. İlk gün de göğsüne böyle bastırıp içine saklayası gelmişti. Boyu uzasa de yaşı büyüse de Nazlı onun küçük bebeğiydi. Babasının ona aldığı boncuk çikolatalarını hatırlatan gözlerini gördüğü andan beri Nazlı onun kalp sızısıydı.
"Anne... Başka yere gitsek. Başka doktorlar da görse... Olmaz mı? Eğer sen de bana yardım edersen babam... Biliyorum o kıyamaz benim acıyacak canıma ama... Ne olur yardım et anne."
Züleyha derin derin iki nefes çekti ciğerlerine. Bir süre sesini çıkaramadı.
"Eğer ben onun için hiç çabalamazsam hep düşüneceğim anne. Yaşasaydı şimdi bu yaşta olacaktı diyeceğim. Yaşasaydı yürüyecekti... Yaşasaydı şimdi konuşmuş olacaktı... Anne ben onunla beraber benliğimi tamamen kaybedeceğim, ne olur buna izin verme! Benim suçumun günahını ona ödetmeme izin verme. Beni yine kurtar anne..."
Bir hıçkırık sızdı dudaklarının arasından Züleyhanın. Rahmindeki varlığını öğrenir öğrenmez anne mi olmuştu onun boncuğu?
"Başka... Başka doktorlar da görsün tamam. Emme hepsi aynı şeyi derse... Nazlı canını bile bile ateşe atamam, sen de beni anla. Eğer umut hiç yoksa, o sabinin sağlığı yerinde olmayacaksa ona da eziyet etmeyek kuzum."
Nazlı geriye çekilip gözlerini kocaman açıp baktı annesine.
"Anne?"
"Ağlama artık, heba ettin kendini. Hem madem öyle hemen pes etmem diyon şimdi daha bi sağlam durman lazım. Bi babanla konuşuyum Nazlı. Bi araştırak annem, nerede buluruz derdimize dermanı aklımızı toklayak emme sende heba etmeyecen kendini. Ağlayıp, dövünecek zamanda değiliz. Az toparlan hadi. Ben bi babanı buluyum olur mu yavrum? Kızlar gelsin yanına."
Züleyha ıslak yüzünü eliyle kuruladı. Uzanıp saçlarının başladı kısma bir öpücük bıraktı.
"Ben bi bakıyım babana emi annem?"
Nazlı ağır ağır salladı başını.
"Hadi yat uzan, helak ettin kendini. Dinlen azıcık. Ağrın, sancın varmı yavrum?"
"Yok... Yok ağrım."
Züleyha sanki görecekmiş gibi karnına derin derin bakıp kapıya çıktı. Kapının önünde banka bile oturmadan ayakta bekleyen kızları görünce yüzünde kırgın bir tebessüm oluştu.
"Asil nerde Meyra?"
Meyra kıpkırmızı olmuş mavi gözlerini elinin tersiyle silip, burnunu çekti.
"Telefonu çok çalınca... Dışarı çıktı."
"Ben bi bakıyım yavrum, Nazlının yanına girin annem olur mu? Yalnız kalmasın.."
Nazenin de Meyra da bunu bekliyorlarmış gibi hızla başlarını sallayıp içeri daldılar. Züleyha öylece ardlarından yüzüne bakamayan adama doğru iki adım attı.
"Polissiniz hemi?"
Asaf suçlu çocuklar gibi gözünü yerden ayırıp bakamıyordu.
"Ne güzel de dümen tutturmuşunuz! O bebenin babasına söyle, saçı sakalı birbirine karışınca yüzünü saklayamıyo!"
"Hala..."
"Doğru ya bebesinden de haberi yok, gevur memleketinde silah satacağımış."
"Hala ne olur konuşma ulu orta? Üstelik... Benim onunla iletişim kurmam yasak."
Züleyha anlıyormuş gibi başını öne arkaya salladı.
"Sen ne ediyon peki burda? Yokmu senin de satacak başka bişeyin?"
"Hala... Ben burdan ayrılamam."
"Niyeymiş o?"
Asaf başını kaldırdı ve utanç bezeli yüzünde kararlılıkla bakan gözlerini halasından ayırmadı.
"Nazlı neredeyse ben oradayım hala. Kocası onu bana emanet etti."
Züleyha ağzını açsa o kocaya sağlı sollu saydıracaktı ama şu an çok daha büyük dertleri vardı.
"Ben Asilin yanına iniyom, sen de bekle bakalım emanetini."
Ardını dönüp gideceği anda Asafın yine utana sıkıla hala dediğini duydu. Yüzüne baktığında her şeyin sorumlusu oymuş gibi bir utanç bezeliydi yüzünde.
"Halil... Böyle olacağını bilmiyordu hala. O bunun için kabul etmedi, gerçekten ondan böyle bir şey beklediklerini bilmiyordu."
Züleyha gözlerini kısıp ne demek istediğini anlamaya çalıştı ama Asafın utançla kaçan gözleri başka bir şey söylemeyecek gibiydi.
Aşağı indiğinde Asilin ayakta sağa sola yürüyerek telefonda konuştuğunu duydu.
"İyi değil Murat! İyi değil kızım".
Murat enişteyle konuştuğunu anladığında kim demek için açılan ağzı kapandı.
"Doktor çok olumsuz konuşuyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, duyar duymaz elini karnına yasladı çekmedi. Aklımı toparlayamıyorum."
"..."
"Yalnız kalmak istedi. Çok kötüydü. Offf... Allahım yardım et."
"..."
"Bilmiyorum. Ben hiç bir şey bilmiyorum."
"..."
"Gördüm gözlerinde... Bebek üç aylık olmuş Murat! O... Aldırmak istemeyecek!"
"..."
"Sakinleşemiyorum ki. Dünyam ayaklarımın altından çekildi sanki."
"..."
"Nasıl?"
"..."
"Nereye gideceğimi bile bilmiyorum? Kim iyidir, kim yardım eder bilmiyorum. İstanbula mı götürsek?"
"..."
"Evet..."
"..."
"Olur mu ki?"
"..."
"Ne olur kardeşim, bir şekilde bul yolunu. Nazlı çok kötü Murat, elim kolum bağlı."
"..."
"Tamam ben haber bekliyorum."
Asil telefonu kapatır kapatmaz Züleyhanın merakla ona bakışıyla derince yutkundu.
"Asil ne oldu? Ne dedi Murat enişte?"
"Sen ne yaptın asıl Züleyha? Nazlı iyi mi?"
Züleyhanın hemen yüzü düştü. Başını iki yana salladı umutsuzlukla.
"İstemiyo Asil. Bebeği kaybetmek istemiyo. Öyle çok ağlayıp yalvardı ki..."
Biraz evvel durulmuş gözleri yaşlarla bezendi.
"Bebe kocaman olmuş. Onu öylece alamazlar ki. Onu... Allahım yardım et. Nazlı da bunu biliyo, parçalıyacaklar çocuğumu diye içi çıkasıya ağladı. Ne diyeceğimi de bilemedim. Suç benim, o ödemesin bedelini diye dövünüp durdu."
"Züleyha doktor ne dedi sen de duydun..."
Züleyha bir umut eline yapıştı kocasının.
"Asil memleketin tek doktoru burdaki değil ya. Bi yerde yoksa derdine deva başkasında vardır ha. Bi sorup soruşturak. Belki başkası daha iyice bişey der. Savaşmadan nasıl kıyayım diyo? Haklı! Karnında yeşermiş hiç emek vermeden onu alın da benim canım sağ olsun nasıl der? Haberini alır almaz anası oldu o bebenin Asil."
"Murat da öyle söyledi... Acil buraya geldiğimizi duyunca defalarca aramış. Şimdi anlattım durumu. Amine yengenin kızı Yağmur bebek için tedavi olmuştu, onun doktoru için çok iyi dedi. Ama kadın ayın yarısında yurt dışında oluyormuş. Randevu bulmak çok zor dedi."
Züleyhanın umutla parlayan yeşillerini görünce Asilin omuzları daha da düştü. Küçücük bir ihtimale tutunmak için Züleyha böyle hevesliyse Nazlıyı düşünemiyordu bile.
"Essah mı Asil? İyi miymiş doktor? Kapısında yatarım vallaha. Ne olur bi görsün Nazlıyı? Varımı yoğumu veririm, Enişteyi bi kere daha ara ha."
Asil uzanıp başına tuttu ve göğsüne bastırdı karısını.
"Murat uğraşacak. Hemen çıkıyorum ben dedi. Ama Züleyha sen böyle yaparsan Nazlı daha fazla umutlanır. Eğer ki... O da olumsuz konuşursa hiç toparlayamayız kızımızı."
"Biliyom... Biliyom bende ama! Asil yukarda sizi böyle acıma ortak edemem dedi. Tek başına nasıl sırtlansın? Eğer vazgeçersem hep yaşasaydı ne olurdu derim, iyileşemem ben hiç dedi. Ben kızımın gözünde sönen güneşe nasıl bakayım bundan sonra? Ne lazımsa yapak da biz, taktir Allahın olsun ha."
Asil geriye çekilip ağır ağır başını salladı.
"Okuluna gitmem lazım. Son dönemi, ne yapılır diye bir soruşturayım. Sen sakın yanından ayrılma. Sonra... Murat ararsa toparlanır döneriz evimize. Ne gerekiyorsa yaparız kızımız için."
"İyi miymiş? Yani hepsinden Allah razı olsun da, eniştenin dediği doktor... Essah iyi miymiş?"
Asil iç çekti, başını bir kaç kez iki yana salladı.
"Bilmiyorum Züleyha. Murat, Yağmur defalarca düşük yaptı, rahmi bir bebeği taşıyamıyor diye artık denemesine izin vermediler ama bu doktorla çocuğunu kucağına aldı diyor. Belki bir ihtimal..."
Züleyha sol gözünden akan yaşı hemen silse de Asil görmüştü. Güç arar gibi sıkıca sarıldı.
"Saat geç oldu ama yine de bir şansımı deneyeyim okul için. Murattan haber gelirse yarın hemen döneriz Adanaya. Uçakla gidebilir mi Nazlı onu da öğrenelim. Gerçi çıkış verecek mi hemen, bilmiyoruz ki."
Züleyha hiç bir şey söylemeden başını sallayıp, iki adım geriye çekildi. Hızlı adımlarla hastane bahçesinin çıkışına yürüyen kocasını izledi.
Sonra eline telefonu alıp evi aradı. Orayı da öylece bırakıp gelmişlerdi. Zümrütün burnu akıyordu sabah, hastalandıysa diye içi titredi. Sultanla konuştu ayak üstü. Çocuklarını emanet etti. Durumdan bahsetti. En yakın arkadaşı, sırdaşı, evinin kilit anahtarı kadın dualar sıralaya sıralaya kapattı telefonu.
Yukarı çıktığında Asafı bıraktığı gibi buldu yine. Yüzüne bakamıyor oluşu da üzdü onu. Sanki bu olanların suçlusu oymuş gibi çekiniyordu kendinden. Biraz evvel de canının acısıyla sert çıkışmıştı.
"Biz burdayız oğlum, in aşağı da bi kaç lokma bişey ye. Kızları da gönderiyim ben, onlarda perişan oldular."
Asaf iki yana salladı başını.
"Ben... Burdan ayrılamam hala. Siz inin, sizin haliniz daha kötü. Dinlenin azıcık. Ben bu kapıdan ayrılamam."
"Hala sözü dinle azıcık. İn diyosam in işte. Nazenin hassastır, çok üzülünce hemen hasta olur. Az nefes alsın o da. Hadi kuzum, kızımın yanındayım ben."
"Kızma bana, kırılma ama ayrılamam hala. Halilin yüzüne bakamam ben."
"O önce benim yüzüme baksın bi! Emme gelecek geri! Hakını avcuna koymam mı ben onun? Belletmem mi karısını bu hâlde koyup gitmek neymiş?"
Asaf kimsenin olmadığı koridoru kontrol eder gibi bakındı.
"Bizim için önce vatan hala. Bilse bile gelemez! Canını hiçe sayar, ölür acıdan ama gelemez artık. Önce bayrak çünkü."
Züleyha ağzını açtı ama söyleyecek laf bulamadı. O kendi derdinin içinde kavrulurken anlayamazdı böyle şeyleri belki. Ama Asil de demişti. Can senin olunca kıymetli de başkasının ki yanınca değersiz mi diye içine dert etmişti.
Bir şey söylemeden kolunu okşayıp ardını döndü. Kızının yanında olması lazımdı.
İçeri girdiğinde Nazlı kıvrılıp yatıyordu. Nazenin ayak ucunda, Meyra ise baş ucunda bekliyordu.
"Uyudu mu kuzum?"
Meyra, Nazeninin sulu gözlerinden şikayet eden kendi değilmiş gibi saatlerce ağlamasını hiç kesmemişti.
"Çok ağladı Züleyha abla. Uyudu mu yorgunluktan sızdı mı bilmiyorum."
Fısıltıyla kurulan cümleler, Nazlı duyup uyanmasın diyeydi.
"Aşağı inin de iki üç lokma yiyin annem. Asafı ikna edemedim, belki Nazenin eder."
Nazenin umutsuzlukla başını iki yana salladı .
"Edemem abla, elini yüzünü yıkamasını istedim onu bile kabul etmedi."
"Siz gidin bari kuzum."
Nazenin tekrar yatakta uyuyan Nazlıya baktı.
"Gitmesek Züleyha abla. Uyanınca hepimizi yanında görsün, korkuyor."
Züleyha ağır adımlarla yanlarına yaklaşıp Nazeninin kafasının üstüne dudaklarını yasladı.
"Güçlü olmamız icap ediyo. En çok onun için, hadi üzmen beni. Uyur zaten o, çok yorgun."
Kızlar sonunda pes edip ayaklarını sürüye sürüye dışarı çıktılar. Bir çay almak için ve yukarı da bir iki yiyecek götürmek için kantine doğru yürümeye başladılar.
Nazenin çayları tepsiye koyarken Meyranın telefonu çaldı. Ekranda yazan isimle Meyranın gözleri yine doldu.
"Yiğit mi?"
Başını sallayarak onayladı.
"Ben... Konuşup geleyim."
Sonra kantin kapısından bahçeye çıkıp telefona cevap verdi.
"Sarı susamım, geç açtın bu sefer. Alışmışım çalar çalmaz nerdesin sen dana demene. Bak böyle ayrı düştük diye soğuma falan yok."
Meyra titreyen dudaklarını zapt editmekte zorlanıyordu. Cevap veremediğinde Yiğitin sesi ciddileşerek Meyra diye bir kere daha seslendi kendinie.
"Meyra ne oluyor? Ağlıyor musun sen? Ne oldu Meyra?"
"Yiğit... Yiğit...."
Sesini istese de kontrol edememişti. Can en çok nazını çekenin yanında mı gücü elden bırakıyordu? Sabahtan beri ağlasa da sesi çıkmayan, bir şekilde ayakta duran kız dizlerindeki tüm dermanı yitirmişti.
"Meyra!!! Ne oluyor? Neyin var, bir şey mi oldu? Biri bir şey mi yaptı Meyra?"
"Yiğit Nazlı.... Her şey çok kötü oldu Yiğit. Nerdesiniz siz? Nazlı çok kötü!"
"Meyram ne oldu söyle güzelim. Ne olur ağlama bir saniye, ne oldu? Hadi bebeğim anlat."
"O... Hamile Yiğit. Ama bebek iyi değil, Nazlı da iyi değil. Doktor bebeği alalım dedi ama bebek büyümüş. Üç aylık olmuş, Nazlı istemiyor. Her şey çok kötü, Halil yok! Sen yoksun. Züleyha ablalar geldi onlar da perişan. Nazlı..."
Bir süre hiç ses çıkmadı telefondan. Yiğit duyduklarından sonra donmuş bir halde telefonun diper ucunda kalakalmıştı.
"Meyram.... Nerdesiniz güzelim?"
"Bursa Acıbademdeyiz. Yiğit... Halile ulaşamaz mısın? Nazlı için... Uyurken bile adını sayıkladı, çok korkuyor Yiğit."
Bu sorunun cevabını veremezdi ki. Yiğit böyle bir şeyi nasıl söyleyecekti abisine? Üstelik çok kritik bir dönemeçteydi. Sadece bir kaç saat dinlenebilmek için çıkmıştı üstten. Her an bilgisayar başında takip içerisindeydi. Gözünü bile ayıramıyordu çoğu zaman. Bedeni yorgunluktan bayılma evresine geçene kadar Halilin bedenindeki çipten aldığı sinyalleri takip ediyordu. Her şeyi kayıt altına bizzat kendi alıyordu.
"Nazlının yanından ayrılmayın Meyra! Ben... Ben arayacağım seni! Sakın ayrılmayın Nazlının yanından!"
Kapanan telefona öylece baktı Meyra. Ne diyeceğini, ne düşünmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Nazlı yapınca kızdığı o şeyi kendi de yaptı. Suratındaki yaşları koluna sürterek kurutmaya çalıştı.
Züleyha ve kızlar odada, Asaf kapıda uyuyan Nazlıyı beklediler. İki saat sonunda Asilin içeri sessizce girmesiyle yatağın yanına çektiği sandayede kızını izleyen karısına ve uyuyan kızana baktı Asil. Züleyha hemen ayaklanmıştı.
"Asil ..."
"Uyuyor..."
Züleyha başını sallayıp kocasına doğru yürüdü.
"İç çekişleri durmadı uykusunda bile. Yorgunda. Sen ne ettin Asil?"
"Dışarı çıkalım, sesimize uyanmasın "
Kocasının eline yapışıp son kez Nazlıya baktı. Dışarı çıktığında Asaf oturduğu banktan ayaklanmıştı. Onun yanına doğru yürüyüp Asil banklara oturunca Züleyha da oturdu.
"Ayakta bekleme oğlum."
Merakla ağzından çıkacakları bekleyen karısına baktı.
"Program hocasıyla görüşebildim. Durumu anlattım. Ne yapabiliriz diye akıl vermesini rica ettim. Dört dersi varmış Nazlının. Hastane raporlarına ihtiyacımız olacak. Rektörlükle de konuşmamız lazım ama staj durumu sıkıntı dedi. Sınavları özel hâle bağlı zorunluluk gerekçesiyle online yapabiliriz ama staj saatini tamamlamış olması şart mezuniyet için dedi. Devamsızlık için tek tek hocalarıyla görüşeceğim, onlar yardımcı olacaklarını söylerse rektörlükten özel izinle sınavlara evde girmesini sağlarız. Ama stajı ne yaparız bilmiyorum."
Züleyha ağır ağır başını salladı. Bir de bunu düşünüp üzülecek olması aklına takıldıkça daha çok yorgunluk biniyordu omuzlarına. Sonra aklına bir şey geldi ama olur mu emin olamadı.
"Asil..."
"Efendim karım."
Başı önde eğik öylece düşünen adam karısının sesiyle başını kaldırdı.
"Nazlı hani kırk gün staj yaptı da sonra boş boş durmayım diye gitti ya anaokuluna. Onları saymazlar mıymış? Fazladan gitti, belki sayarlar kocam. Bütün yaz staj yapmış oldu."
Asil umutsuzlukla omuzlarını düşürdü.
"Staj süresi biter bitmez sigortasını kesti okul. Kanıtlayamayız ki. Gerçi bunu kabul edecekleri de kesin değil."
"Asil abi?"
Tüm konuşma boyunca hiç sesi çıkmayan çocuğun sesiyle ikisi de karşılarında oturan Asafa baktı.
"Ben... O işi hallederim abi. Sen okulla görüşüp onay alırsan Nazlının yaz boyunca stajına devam ettiğini kanıtlayan belgeleri ben getiririm."
"Sigorta çıkış tarihi..."
"Abi ben hallederim. Halam haklı, Nazlı bir de bunun için üzülmesin. Bu şekilde mezun olabilirse gerisini ben çözerim."
Asil aheste aheste başını sallayıp onayladı. Züleyhanın kısılmış gözlerle onu inceleyen bakışlarından yine kaçırdı gözlerini.
"Maşallah trafik polisi gibi çocuksun oğlum. Tüm yolların kavşağını da biliyon."
"Züleyha!"
Züleyha ters ters kocasına baktı.
"Sana ne oluyo Asil efendi? Ben yeğenimle hasbihal ediyom şurda, niye araya giresin tuttu? Gerçi asıl seni ipe dizmek lazımmış da bilememişim. Ben ayakta uyurken sen gözüne göz ekliyomuşun maşallah. Hepsini bi başka gözünle izliyomuşun!"
Nazlının durumu böyle olmasa Züleyhanın Halille ilgili durumlara baştan beri hakim olmasını böyle kolay atlatamayacağını biliyordu. Burnundan getirmeden bırakmazdı. Gerçi Allah hallerine acır ve bu sıkıntılı zamanları atlatırlarsa yine başa saracaklarından emindi.
Kızlar inatla gitmeyi reddettikleri için odadaki ikili koltukta, birbirlerine yaslanarak uykuya dalmışlardı. Züleyha kızının başında, Asil ve Asaf ise kapı önünde bekliyorlardı. Sabaha karşı dört sularında koşturan adımlarla kendilerine doğru gelen çocukla ikisi de ayaklandı.
Asaf onun burda ne işi olduğunu anlamadı. Ayağa kalkıp kaşlarını çatmıştı.
"Yiğit?"
Yiğit sağa sola bakınıp Meyrayı ve halasını görmeye çalışıyordu. Asil de Asafın yanına geldi hemen.
"Yiğit, oğlum..."
"Enişte nasıl oldu Nazlı? İyi de lütfen!"
Asil yorgun bedenini dik tutamıyordu artık. Sürekli düşünmekten, bir çıkar yol aramaktan aklı helak olmuştu. İki yana salladı başını.
"İyi değil..."
Yiğitin belki bir ihtimal diye kurduğu cümlenin boynu da böylece bükülmüş oldu. Asaf hâlâ ona bakıyordu.
"Nasıl geldin sen? Orda... Çıkmaman lazımdı."
"Duhan Doğrudan aldım izni."
"Bu kadar hızlı?"
Yiğit neyi merak ettiğini biliyordu ama şu an derdi zerre nasıl geldiği değildi.
"Hastanenin helikopter pistini kullandık. Çok kalamayacağım ama Nazlıyı görmem lazım. Meyra söylediğinden beri izin için uğraşıyorum."
Asil eliyle omzunu sıkıp kendine baktırmaya çalıştı.
"Halil nerde Yiğit? O da mı duydu?"
Yiğit umutsuzlukla başını iki yana salladı.
"Yok enişte bilmiyor. O şimdi... Türkiyeye gelen ekiple beraber İngiltereye gitmesi lazım enişte. Durumlar iyice karıştı. Bu saatten sonra dönemez!"
Asil bir an için Halilin gelebileceğini, Nazlıya destek olacağını düşünüp umutlanmıştı. Ama onun başındaki dert öyle kolay vazgeçebileceği bir şey değildi.
"Nazlının yanına gireyim mi?"
Sadece başını sallayabildi Asil. Bir çıkmazın içinde kızı burda, oğlu başka yerde balçığa bulanmıştı. İkisi de birbirinden habersiz debelenip duruyorlar ama hiç çare bulamıyorlardı.
Yiğit odaya girdiğinde ilk birbirlerine yaslanıp uyuyan kızları gördü. Meyra küçük bir çocuk gibi Nazeninin göğsüne yaslanmış, kollarını beline dolamıştı. Sesindeki acıyı, korkuyu, yardım et çığlıklarını hâlâ duyuyordu. Sonra ona şaşkınlıkla bakan halasıyla gözgöze geldi. Elini hemen sessiz olması için dudaklarına yasladı.
"Yiğit?"
Fısıltısını iyice yakına varınca duydu. Ayağa kalkan kadın ne yapacak diyemeden hemen üzerine atılıp sarılmıştı.
"Halam..."
"Duydun hemi? Hemen geldin oğlum..."
"Nazlı nasıl hala? Onu görmezsem duramazdım."
"İyi değil Yiğit. Halil de biliyo mu? O da mı geldi?"
Sanki ardında biri varmış gibi hemen parlayıp, kapıyı gözleyişi kalbini sıktı Yiğitin. Ne diyecekti halasına?
"Hala... Abim bilmiyor, gelemez ki. Duysa her şeyi yıkıp, yakar ama gelemez hala."
Züleyhanın kapıdaki gözleri yüzüne turmandı. Yeşil gözleri hemen doldu taştı.
"Gelemez mi? Karısı perişan, bebesi ölüyo gelemez mi?"
Yiğitin tüm soluğunu ondan çekip alan bir soruya verecek nasıl bir cevabı olabilirdi ki?
"Hala inan ki... Öyle büyük yükler yüklediler omzuna... Mecbur, başka ihtimali yok."
Züleyha ne diyecekti ki? İsyan etse bu duruma kime anlatacaktı hâlini?
"Nazlıya bakabilir miyim hala?"
Yiğit utana sıkıla izin isteyince Züleyha kenara çekildi. Yiğit onun kalktığı sandalyeye oturduğunda Nazlının loş ışıkta bile fark edilen kanı çekilmiş yüzünü izledi. Eli saçına gittiğinde Nazlının bir anda sıçrayıp gözlerini açmasıyla panikle elini geri çekti.
"Yiğit?"
Ağlamaktan kısılmış sesiyle rüya görüp görmediğine emin olmak için odanın içerisinde gezdirdi gözlerini. Nazlının tepkisiyle iki kızda sıçrayıp uyanmıştı.
"Özür dilerim boncuk, uyandırmak istemedim."
Nazlı hemen doğrulmak isterken bir anda giren sancıyla inledi.
"Dur! Dur kıpırdama. Yavaş ol lütfen."
Omuzlarından destek olarak Nazlıyı oturur hâle getirdi.
"Yiğit şimdi mi geldin?"
Her an ağlamak için hazırda bekleyen gözleri sağına soluna bakındı. Yiğit ne aradığını bilse de bir şey diyememişti.
"Sadece sen mi geldin?"
Hâlâ odanın içerisinde bir ihtimal diye dolaşan gözlerinden utançla bakışlarını çekip halasına döndü. O da Nazlıya dolu dolu bakıyordu.
"Hala bize müsade eder misiniz biraz? Kız kardeşimle yalnız konuşsam."
Sonra başı ona dikkatle bakan maviliklere döndü. Yüzünü hafif eğip dudakları meyram diye kıpırdadı.
"Züleyha abla gel biz kapıda duralım. Konuşsun onlar hadi. Kahve alayım mı sana?"
Meyra ayağa kalkıp, koluna girdiği kadını kapıya doğru yönlendirdi. Dışarı çıktıklarında Yiğit geri Nazlıya baktı.
"O gelmedi mi Yiğit? Halil yok mu?"
Yiğit üzerindeki pikeye sıkı sıkı tutunmuş ellerine eğilip üstüne iki öpücük bıraktı.
"Nazlı biliyorsun... Ama işler çok karıştı, biz kazdıkça daha beter şeyler çıktı. Abimin yükü her geçen gün arttı. Söylemedim ona, iletişim kuramayız şimdi. Canını tehlikeye atmak olur."
"Ama ben... Yiğit ben hamileyim biliyor musun? Ama bebek iyi değil, ben nasıl yapacağımı bilmiyorum. Doktor almamız lazım diyor ama büyümüş. Halil olsa... O bana yardım etmez mi? Ben tek başıma ne yapacağımı bilemiyorum."
Yiğitin eli bilinci dışında karnına doğru uzanıp, yaslandı. Avcunun içerisinde minik bir bebek... Abisinin bebeği, Yiğitin yeğeni... Abisinin hiç söylemediği ama Yiğitin hep bildiği kimsesizliğine, gerçek bir aile...
"Sen ... Sen ne istiyorsun Nazlı?"
Nazlı hıçkırdı, çok ağladığı için midir bilmiyordu ama sık sık iç çekiyordu.
"Ölmesin Yiğit. Ne olur? Üç aylık olmuş, bir kaç haftaya cinsiyetini öğreneceğimiz kadar büyümüş, ölmesin."
Yiğit de bunu istemezdi ki. Ama Yiğit kız kardeşine bir şey olma ihtimalini de göze alamazdı.
"Ama sen? Nazlı sen bizim kıymetlimizsin. Zümrüt ve sen bizim en değerlimizsin. Senin canın..."
"Yiğit... Onu koruyamazsam benim nefes alan canımdan başka bir şeyim kalmayacakmış gibi hissediyorum. Benim hatamı ona ödetecekler. Babasının haberi bile olmayacak varlığından. Ben nasıl yüzüne bakarım? Bana bıraktığın emaneti koruymadım nasıl derim?"
Yiğit aslında hep hayranlık duymuştu Nazlının bu sadakatine. Başkası olsa suçlar, neden yok diye ortalığı yıkar, belalar okurdu. Nazlı boncuk yine Haliline kıyamıyordu. Yine onu kendinden önde tutup, sevgisine yeniliyordu.
Aslında buraya gelirken tek gayesi onu görmekti. Nazlı kendine bağırsa, çağırsa, hesap sorsa zerre sesi çıkamazdı çünkü.
"Gelmeyecek mi Yiğit? Asaf dedi ki... Onun ne zaman geleceği belli değil dedi. Hiç mi gelemeyecek artık benim Halilim?"
Yiğitin hüzünle düşen yüzü Nazlının sözleriyle sertleşti. Nazlı onu hiç bu kadar ciddi görmemişti. Yiğiti tanıyan kimse onun yüzünde böyle bir ifadenin yer edebileceğini düşünmezdi. "Sana söz veriyorum Nazlı! Ucunda öleceğimi bilsem Halilin sana gelecek. Biraz zaman ama çok değil. Ne olursa olsun alacağım abimi ordan!"
"Yiğit... Çok mu zor durumda?"
Nazlı biri duyar gibi sağa sola bakınarak kurmuştu bu cümleyi. Yiğit biraz daha eğilip, yaklaştı. Bu yaptığı suçtu ama Nazlı bunu hak ediyordu. Bir bilinmezin içerisinde sabretmesini beklemek zalimlikti.
"O aile... Yani Winshor ailesi doğuyu silahlandırıyor. Ama bununla yetinmemişler Nazlı. Silah karşılığında da batıya metanfetamin çekiyorlar. Çok büyük miktarlarda. Doğunun çocuklarını silahla öldürürken batının çocuklarını zehirliyorlar. Abim bunu kanıtlayıp, aileyi yok ederek dönebilir evine. Bunu söylemem çok yanlış, ne olur Meyra dahil kimseye ağzını açma. Bil diye söyledim. Neden gelemediğini, duysa dünyayı yakacağını ama orda kalmak zorunda olduğunu anlaman için söyledim. Onu izliyorum Nazlı. Gece gündüz, asla gözümü ayırmıyorum üstünden. Kocanı sana getireceğim."
Nazlı duyduklarını hazmetmek için bir süre hiç bir şey diyemedi. Yiğitin gözlerine saplı gözlerinden de bakışlarını çekmedi. Aklı hala söylediği son sözlerdeydi. Dünyanın en güçlü ailelerinden birini Halil nasıl yok edecekti? Yapamazdı ki... Böyle bir şeye bir kişinin gücü yeter miydi?
"Nasıl? Nasıl yapsın bunu? Tek başına nasıl yapsın?"
"Planlandı Nazlı. Bunu yapabilecek tek kişi şu an abim olduğu için orda. Ama ne yaparsa mecburiyetinden yaptığını bilmelisin. Sana daha erken gelebilmesi için... Ne yaparsa onu anla olur mu Nazlı? Senin yükün çok ağır ama o da bıçak sırtında."
Nazlı kabullenmişlikle omuzlarını bırakıp, yüzünü kucağına eğdi.
"Gelecek ama dimi? Bir şekilde... Gelecek yani?"
Yiğit küçük bir çocuk masumiyetiyle sorulmuş bu soruyla boğazındaki düğümü yutmak için kendini zorladı. Nazlının başını göğsüne yaslayıp, kollarını etrafına doladı.
"Gelecek çirkef boncuk. Gelsin canına da okursun sen. Üstelik sana arka da çıkacağım, sürünsün puşt."
Saatler sonra Nazlı azıcık rahatlamış hissediyordu. Minicik bir kıkırtı kaçtı dudaklarından. Karnında bir bomba taşıdığını anlık da olsa unutabildi.
"Puşt mu dedin sen abine? Duymasın ama! Hem Süründürelim. Beni böyle beklettiği için kapımda yatsın Yiğit. Yalvartalım onu."
"Tabi kızım, işini bin kat zorlaştıracağım. Halamı da salarız üzerine. Kimin nazını çekeceğini bilemeyip kesik başlı kertenkele gibi dolaşsın ortalarda."
Nazlı akan burnunu sesli çekip yine minicik kıkırdadı.
"Gelsin de tek... Belki o zaman..."
Geriye çekilip yarı umut yarı korku dolu bakışlarla Yiğite baktı.
"Bebeği duyunca sevinir. Yani şey olursa... O... O yaşarsa..."
Yine tutamamıştı kendini. Yaşarsa demek, aslında minicik bir ihtimali dillendirmek ne zordu böyle.
Yiğitin de sol gözünden tek bir damlanın yüzüne aşağı akmasına neden oldu Nazlının çaresiz, sessiz çığlığı. Yaşamasını ne kadar istediği öyle belliydi ki... Yiğit bu dar boğazdan nasıl geçeceklerini bilemedi. Gitmesi lazımdı. Nazlıya bir söz vermişti, bir şekilde o sözü tutması gerekiyordu. Bir şekilde abisinin planını birliğe kabul ettirmeli ve süreyi kısaltabilecekleri kadar kısaltmalıydı.
Belki...
Hamileliğini izleyemezdi ama bebeğinin doğumuna yetişmeliydi.
"Gitmem gerekiyor boncuk. Biran evvel kocanı sana getirebilmek için gitmeliyim. Yanına gelemezsem gönül koyma olur mu? Artık hiç çıkmadan... Onu izlemem lazım."
Nazlı hızlı hızlı başını salladı.
"Yok kızmam sana. Yok vallahi kızıp, küsmem. İkiniz de evimize geri gelin de tek."
Yiğit uzanıp sıkıca sarıldı. Nazlının da ona dolanan kollarıyla bir süre sırtını okşadı. Nazlı dudaklarını sımsıkı bastırıp sonunda bulduğu cesaretle tek bir cümle fısıldadı.
"Ona söyleme Yiğit."
Yiğit anlamadığı için geriye çekilip, kaşlarını çatmıştı.
"Ne?"
"Ona... Bebeği söyleme lütfen. Aklı... Burda kalırsa hata yapar. Lütfen bilmesin. Belki de... Hiç göremeyeceği bebeği için endişelenmesin lütfen."
"Nazlı..."
"Bilmesin Yiğit. Eğer bir gün dönerse ve... Ve bebeğimiz doğmuş olursa o zaman kendi gözleriyle görsün. Şimdi eziyetten başka hiç bir şeye yaramayacak. Aklı hep burda olacak, kendini işine vermeyecek. Bilmesin..."
Yiğit yanağındaki ıslaklığı baş parmağıyla sildi. Dudağında minik bir tebessüm oluşmuştu. Ama bakan bir insan saf acıyı temsil ettiğini hemen anlardı.
"Nazlı sen... Bu kadar büyüdün mü Nazlı? Ben hâlâ seni oyuncak bebeğimiz olarak görüyordum."
"Söylemeyeceksin değil mi? Benim için lütfen..."
Yiğit onaylar gibi başını salladı.
"Söylemeyeceğim Nazlı. Sen ne dersen ben onu yapacağım."
"Teşekkür ederim Yiğit. Ve lütfen onu sağ sağlim geri getir. Ne olur? Kaybetmek istemiyorum ben Halili. Bebeğimi de kaybetmek istemiyorum, lütfen yardım edin bana."
Bir süre daha Yiğit Nazlının yanında kalıp sonra ayaklandı. Bebeği de Nazlıyı da Allaha emanet edip çıktı odadan.
Dışarda onu bekleyen halasına gidip sarıldı sıkıca. Halası hiç bir şey söylememiş, hiç bir şey sormamıştı. Muhtemelen eniştesi onunla konuşmuştu. Gözleri Meyrayı aradı. Köşede öylece sinmiş, ona bakıyordu. Yanına yürüyüp elinden tuttu. Hiç bir şey demeden peşi sıra çekiltirerek koridorun sonuna doğru yürümesini sağladı. Sola döndüklerinde başka bir koridor çıkmıştı karşılarına ama gece olmasından sebep boştu her yer.
Meyra ağzını açamadan Yiğit belinden sarılıp kendine iyice yaslamış, ayaklarının yerden kesilmesini sağlamıştı. Meyranın da teselli arayan kolları boynuna sıkı sıkı dolanmıştı. Yiğitin kokusunu soluyuşu, kendini sımsıkı tutuşu kalbinde Nazlı için oluşan korku, acı, hüzün, panik dıygularına bir nebze su serpmiş oldu.
"Yiğit... Çok kötüydü Yiğit. Bir anda her şey öyle kötü oldu ki."
Yiğit boynundan başını çıkarmamıştı. Dudakları boğazına çarpa çarpa "geçecek miniğim, hepsi geçecek" diye fısıldadı.
"Gelmeyeceksin sandım. Çok küfür ettim telefonu kapatınca ardından."
Yiğit yavaşça yere bıraktı Meyrayı. Azıcık geri çekilip yüzüne baktı. Küskün gözlerinin altında parmakalrını dolaştırdı.
"Gelebilmek için bir yol aramam lazımdı. "
"Nasıl geldin ki hem sen? Uçak bulamazsın bu saste, e arabayla da kaç saat."
Yiğit merakla cevap bekleyen küçük sarısının saçlarını okşadı.
"Helikopterle geldim. Hastanenin pistini çok işgal ettik, acil bir durum olsa sıkıntı çıkar. Biran evvel gitmemiz lazım."
Meyranın gözleri aralandı.
"Helikopterle?"
Yiğit sadece başını salladı.
"Allahın cezaları, siz nasıl bir hayat yaşıyorsunuz ya? Kafayı yiyip, deli çıkacağız sizin yüzünüzden. Biriniz dünya gündeminden düşmüyor, diğeriniz hastane tepesine helikopter indirtiyor! Madem sağınız solunuz belli değil niye aşık ettiniz lan bizi kendinize? Derdim geçemediğim sınavımken şimdi sevgilimin indiği bindiği helikopterler olacak!"
Uzun bir veryansındı aslında ama Yiğitin dikkatini toplaya bildiği tek bir kelime vardı içlerinde. Uzanıp geri sarıldığında kollarına inen darbeleri hiç umursamadı.
"Bırak beni pislik. Sıçtınız ağzımıza şimdi de sarılıyor musun? Bana da yazıklar olsun ama! Durdum durdum turnanın götümden vuranını buldum."
Meyranın veryansınını Yiğit dudaklarına yapışarak kapattı. Hızlı hızlı iki sert öpücük bırakıp geriye çekildi.
"Çok özledim seni sarı. İnan sana bu şekilde gelmiş olmak benim de çok zoruma gidiyor. Bana... Destek olmaz mısın? Çok yorgunun Meyra, çok bitkinim. Şimdi de doğru düzgün doyamadan gitmem lazım, beni azıcık daha sevemez misin?"
Meyra gerçekten ne kadar yorgun olduğunu kapkara göz altlarından görebiliyordu. En son ne zaman uyumuştu acaba? Bitkin yüzü yemek bile yemediğini sergiliyordu sanki. Meyra değişiyordu. Gerçekten aşk dedikleri o illet onu bile değiştiriyordu. Yoksa doğru düzgün arayıp, sormayan, ne yaptığı belli olmayan bu adama ardını döner ve bir kere bile bakmazdı. Şimdi ise kollarını beline dolayıp, başını göğsüne yaslarken bulmuştu kendini.
"Ne haltlar karıştırıyorsunuz bilmiyorum Yiğit! Ama Nazlı ne olacak, nasıl toparlanacak bir çözüm bulmak zorundayız. Akıl ver en azından."
"İnan bilmiyorum Meyra. Böyle bir şeyi kimse tahmin edemezdi ve biz bir anda patlayan bombanın ortasında kalmış gibiyiz."
"Hiç bir haltıma yaramadın pislik! Bari adam gibi sarıl da ısınayım."
Yiğit daha sıkı bastırdı göğsüne başını. Saçlarından derin derin nefesler alıp, kokusunu çaldı.
"Meyra bir kere daha ama adam gibi söylesene."
Meyra burnunu sürtüp geri başını yasladı.
"Neyi?"
"Kızım saf mısın? Neyi olacak, aşık olmuşsun ya bana. Böyle güzel güzel söyle ama. Yaşlanınca anı diye bahsederken turna nasıl götünü vurmuş onu mu anlatayım?"
Bir aptala aşık olmak da Meyranın zamanında fütursuz sözlerinin ceremesi olsundu bari. Zaten gidecekti de. Kim bilir ne zaman gelecekti? İçi bunu da düşününce daha çok daraldı.
"Hep yolunuzu mu gözleyeceğiz biz sizin?"
Yiğit çocuk mızmızlanması gibi çıkan cümleye ne diyeceğini bilemedi ilk ama sonra anladı. Hep böyle gidecek ve ne zaman geleceğini bilemeyecekleri bir hayatları olup olmayacağını soruyordu.
"Hayır Meyra. Bu bizim için büyük bir dönemeç. Abim döndüğünde her şey değişecek."
"Ben kimsenin yolunu bekleyemem haberin olsun!"
Başını az geriye çekip kızın hala küskün ifadesine baktı. Küçük burnunu iki parmağıyla kıstırıp sağa sola salladı.
"Beklemez misin sahi?"
"Niye bekliyor muşum? Beklemem tabi! Nerde ne yaptığı belli olmayan adamı ne yapayım ben?"
"Bence bana yalan söylüyorsun. Geleceğim desem bin yıl beklersin sen beni."
"Hoşt! Hiç de bekleyemem. Bu ilk ve son vallahi. Geldin geldin yoksa Zülüşe söylerim evinin adamı olacak bir koca bulsun bana."
Yiğitin yüzü biraz olsun güldü bununla da. Yar denilen şeyin böyle güzel yara sarabilmesi ne güzel bir nimetti. Derdin içerisinde, bunca sancının arasında ağrı kesici olmak ruhun eksik kalan yanına bahşedilmiş en güzel hediyeydi.
"Bir kere bekle beni sarı susam. Sonra hiç bekletmeyeceğim söz. Şimdi gitmem lazım fıstığım, fırsat buldukça arayacağım seni. Şimdi hadi devâmı ver gideyim."
Meyra ne istediğini bildiği için o da kırık bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Kollarını kaldırıp tekrar boynuna sardı. Dudakları kulağına çarpıyordu.
"Allahın cezası, götüne kına yak! Ne yaptın ne ettin deli gibi aşığın oldum sonunda. Yediğini, içtiğini, uyuyup, uyumadığını kendime dert ediyorum. Beğendin mi yaptığını? Camekan bir sırığa çok aşık oldum!"
Yiğit geriye çekilip tekrar hızlı bir öpücük daha bıraktı dudaklarına.
"Ağzını yerim senin sarı. Beni denizden çalıp, gözlerine sakladığın mavilerinde boğmadan önce düşünecektin. Allaha emanet ol, ben gelene kadar da bana daha çok aşık olmayı ihmal etme."
Hızlı bir şekilde ardını dönen ve koşar adımlarla uzaklaşan adamın ardından baktı ama hiç bir şey diyemedi. Meyranın kalbi de arsızlığı seviyordu demek ki. Efendi uslu biri dururken götünde kurt kaynayanını bulmak akıl işi değildi.
Yiğit asansöre binip hastanenin çatısına çıkmak için acele ediyordu. Ona verilen süreyi yarım saat aşmıştı. Biran evvel gitmeleri gerekiyordu. Zaten üsse geçmeden önce gitmesi gereken başka yer çıkmıştı. Pistin bulunduğu kısma geldiğinde Asafı abisinin ekininden Şahinle konuşurken buldu. Pilot onu görür görmez helikopteri çalıştırmak için harekete geçmişti.
"Önce Umuta geçeceğiz Şahin."
Şahin gözünü kırpıp "ne iş" diye mırıldandı.
"Konuşmam lazım Tuğrul Beyle. Süresiz bir görevi kabul etmiyorum ben artık. Abimin planı üzerinden ilerleyeceğiz, ben ona gerekenleri ulaştıracağım."
"Kabul etmeyecekler, acele etmek riski çoğaltmak demek."
"O zaman bende abime karısının hamile olduğunu ve bebeğinin ölmesi gerektiğini söylerim! Seçim sizin! Görevi yarıda bırakıp mı gelsin yoksa biran evvel tamamlayıp mı?"
Şahin ağzını açtı ama Yiğitin sert tutumu ve yapacağına kesinlik katan duruşuyla bir şey diyemedi. Şu aşamadan sonra kobra, yılan deliğine girmişken çıkamazdı.
Sonra Yiğit Asafa baktı.
"Bana sürekli bilgi akışı sağla abi. Ne durumda Nazlı en azından bileyim. Bir şeye ihtiyaç olursa da ulaş bana Şahinden!"
"Duruma göre ararım, Nazlının mezuniyeti için bir şeylere ihtiyaç olacak."
"Halledilir, bilgilendir yeter."
Asaf geri geri çıkıp, pisti boşalttığında helikopter kalkış için hazırdı. Bir kaç dakika içinde havalanıp uzaklaşmasını izledi Asaf. Sonra da aşağı inmek için geri döndü.
Ertesi gün Muratdan gelen haberlerle bir miktar morali düzelmişti Asilin. Bir şekilde doktora ulaşmış ve görüşmek için fırsat yakalamıştı. Hemen hastane yönetiminden Nazlının raporlarını alıp en azından göz atabilmesi için göndermesi gerekiyordu. Sonra da tekrar rektörlüğe gidip, okul işini çözmeliydi. Nazlıyı bir kere görüp, sarılacak sonra da bu işleri tamamlayacaktı.
Züleyha uyandı dediğinde kapıyı yavaşça açıp kızının yanına doğru ilerledi. Nazlı yüzüne bakmıyordu. Simasındaki mahcubiyet, utanç, üzüntü Asilin baba yüreği için çok fazlaydı.
"Nazlım... Nasılsın güzel kızım? Ağrın yok değil mi?"
Yanında ki sandalyeye oturup, serum bağlı elini tuttu. Serum girişini tutan flasterin üzerine derin bir öpücük bıraktı.
"Nazlım?"
"İyiyim... Baba."
"Bakmayacak mısın babana boncuğum? Gözlerini hiç göremedim dünden beri."
Nazlı kızarmış, şişmiş gözlerini zorla aralayıp babasına baktı.
"İyisin değil mi babam? Doğruyu söyle bana."
"Baba ben... Çok özür dilerim baba. Ben... Size bunları yaşattığım için çok özür dilerim."
Asil uzanıp alnını öptü bu sefer de. Nazlının ağzından kaçan hıçkırığını duyduğunda ise bedenini yatağın kenarına yerleştirip kızını göğsüne yasladı.
"Ağlama kıymetlim, sen benim ilk göz ağrımsın. Kıyamam ben yavrumun akan yaşına."
"Çok özür dilerim baba."
"Hişştt... Özür falan yok. Babalar çocukları gülsün diye yaşar. Ben seni kucağıma alana kadar canımdan can gitmişti. O zaman yavrum için uğraştım şimdi de yavrumun yavrusu için çabalayacağım. Yüzünü eğmek yok. Sen Züleyha Sulhanın kızısın, utançla bakmak yakışmaz sana."
Nazlı tek kolunu babasının boynuna sarıp tutmaya çalıştığı hıçkırıklarını daha fazla saklayamadı içinde.
"Baba size bunu yaşatmak istemezdim. Yemin ederim... İstemezdim. Ama ne olur koruyalım onu baba. Bana yardım edin."
Asil geriye çekilip kendini gülümsemek için zorladı.
"Şimdi okuluna gideceğim kızım. Hocalarınla görüşüp devamsızlık sorununu çözersek evimizde gider, öyle verirsin sınavlarını. Sonra da Muratın bizim için bulduğu bir doktora gideceğiz seninle. Sen korkma babam, biz burdayız."
Asil titreyen elini kontrol etmeye çalışarak Nazlının karnına yasladı.
"İkinizi de koruyacağız kızım, hiç bir şey olmayacak size."
Nazlı duyduklarıyla dünden beri ilk kez yüzüne bir gülümseme kondurabilmişti. Gözlerindeki yaşlar hızlanmıştı ama kahvelerindeki ışıltı öyle parlaktı ki. "Gerçekten mi? Başka... Başka yerlere gidip, bakacak mıyız? Onu... Almayacaklar mı benden?"
Asil yüzündeki yaşları silip, tekrar uzanıp öptü kızını.
"Çalabileceğimiz her kapıyı çalacağız sizin için kızım. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Sen bunları düşünme. İyi olman, onun da iyi olması demek."
Asil Nazlının tutunmak istediği küçücük bir dala nasıl yapıştığını gözlerinden anlayabiliyordu. Kızına bir kere daha sarılıp, karısıyla konuştu ve yapması gerekenler için yola düştü.
Züleyha sonunda Nazlıya bir şeyler yedirmiş, biraz içini ferahlatmıştı. Kızlar da yanında ayrılmıyor ve sürekli iyi olup olmadığını anlamak için izliyorlardı onu.
Öğleden sonra Asil geldiğinde en azından okul için hayırlı haberler vermesi Züleyhanın içine su serpmişti. Yaptığı staj saatlerini kanıtlar belgeler getirmesi sonucu sınavlarını online verebilmesi mümkündü. Hocaları da Nazlının durumunu öğrenince çok üzülmüşler ve devam konusunda hiç biri zorluk çıkarmayacağını söylemişti. Hastane raporları, doktorun beyanı ve staj belgeleri sonucunda Nazlı bu şekilde mezun olabilecekti.
Öğleden sonra Muratın da aramasıyla biran önce hastaneden çıkış yapmak için karı koca doktorun yanına gittiler. Durumu ve kararlarını anlatıp tedavi için memleketlerinde bir hastanede devam edeceklerini bildirdiler.
Nazlının şu an için taburcu olmasında bir sıkıntı yoktu. Doktor uçakla yolculuk yapmasını da sorun teşkil edecek bir unsur olarak görmüyordu.
Kısa sürede toparlanan aile hastaneden çıktı. Nazlının yurduna gittiklerinde kızlar ağlaya ağlaya toparladılar tüm eşyalarını. Onlar bu şekilde bir ayrılığı hiç düşünmemişlerdi. Mezuniyetlerini beraber kutlayacak, Bursada ki son günlerinde deli gibi gezip, eğleneceklerdi. Hayat planlar kurarken başımıza gelen her şey olduğunu yine kanıtlamıştı. Nazlı da kızlardan ayrılırken çok zorlandı.
Ama Nazenin aynı zamanda Asaftan da ayrılıyor olmasının acısını yüklenmişti. Asaf gerçekten Nazlının gözü ve kulağı olmayı hedef tayin etmişti kendine. Sık sık gelemeyeceğini söylemiş ve Nazlının durumu netleşene kadar yakınlarından ayrılamayacağını Nazenini anlatmaya çalışmıştı. Gerçi Nazenin ona hak veriyordu. Onun da bu şekilde içi rahat edecekti. Her an yardım için hazırda bulunan birinin olması güzel bir şeydi. Yiğit ve Halil yokken tüm her şeyle Asil ve Züleyhanın baş etmeye çalışması çok yıpratıcı olurdu.
Nazlı, Halil gibi Gururun da şu an bir şey öğrenmesini istemiyordu. Onun dersleri daha yoğun ve zordu. Üzülüp, iyice derslenrinden kopması Nazlının ailesini sürüklediği zorluğun kademesini artırırdı sadece. Züleyha öğrendiğinde hepsiyle kavga edeceğini söylese de Nazlı yine ikna etmişti onları.
Evlerine ulaştıklarında saat dokuzu bulmuştu. Züleyha hemen Nazlıyı yatırıp, yemeğini odasına getirdi. Sultan, Miniş yanına gelip küçük kızları için hayır dualar sıraladılar. Nazlının uyuması dinlenmesi lazımdı ama sabah erkenden gidecekleri hastane, gözündeki tüm uykuyu çekiyordu. Gece saat üç olsa da damla uyku uğramamıştı gözlerine.
Eli korka korka yine karnının üzerine gitmişti. Minicikti ama sanki ağzından ne çıksa anlayacakmış gibi edeceği her kelimeden korkuyordu. Bebeği de kendi gibi saftı demek ki. Dünya üzerinde ona annelik edecek milyonlarca muhteşem kadın varken gelip Nazlı gibi bir beceriksizi bulmuştu. Hâline tekrar ağlayası gelmişti. Nazlı, bebek ben burdayım diye çığlık atmasa varlığını anlamayacaktı bile.
"Ah bebeğim, kendine akıllı bir anne seçsen olmaz mıydı? Bak ne kadar aptalım? Varlığını bile senin çabanla öğrendim."
Okşar gibi karnını seven elinin farkında değildi ama. Nazlı anne olduğunu, onun varlığını öğrendiği andan beri karnını kollayan elinden anlamalıydı. Bunu da fark edemiyordu.
"Baban da yok. Ne yapacağız minik biz böyle?"
Şakağına aşağı bir yaş daha kaydı.
"Benim aptallığımın bedelini sen ödeme minik. Lütfen bana böyle bir acı yaşatma. Madem ordasın, lütfen orda kalmaya devam et. Lütfen..."
Sabaha karşı sızar gibi bir uykuya daldı. Saat dokuz olduğunda annesinin odasına girmesiyle de kuş uykusundan hemen uyandı.
"Anne... Gidiyor muyuz?"
Züleyha başını sallayıp, yanına yaklaştı. Yatağın kenarına oturup, Nazlının saçlarını okşadı.
"Kalkalım artık annem. Şimdilik bişey yeme, belki tahlil ne isterler. Gidelim hadi yavrum."
Nazlı ayaklanıp, olabildiğine ağır adımlarla üzerini giydi. Elleri titriyordu. Adım attıkça bacaklarında seğirmeler hissediyordu. Hem duyacakları onu korkutuyor hem de bir ihtimal için ümit beslemekten kendini alamıyordu.
Babası ve annesi önde Nazlı arkada yola çıktıklarında hiç birinden ses çıkmadı bir süre. Sonra bir arabanın dörtlüleri yakıp önüne geçmesiyle murat eniştesinin de onlarla geldiğini anladı.
"Asil, Murat enişte ele o. Hangi hastane dediydin, ben unuttum?"
"Medlineye gidiyoruz güzelim. Murat geleceğini söylemişti, ben sana demedim mi?"
"Yok, unuttun heralde."
Önden giden arabayı takip ederek bir süre daha yol gittiler. Hastaneye ulaştıklarında Nazlı çok daha felaket bir halin içerisindeydi. Kendini bayılacak gibi hissediyordu. Birazdan ne duyacaktı bilmiyordu ama onu yarı ölüye çevirecek aynı cümleleri duymaktan ödü kopuyordu.
Arabadan inince Birgül ve Murat koşturarak yanlarına geldi. Birgül hemen Nazlıya sarılmış, korkusunu yüzünden saklayamamıştı.
"Halacım, iyi misin?"
"Hala..."
"Tamam...yok bir şey halacım, geçecek hepsi. Korkma sen biz buradayız hadi gidelim Esra hanımı bekletmeyelim."
Murat da elini omzuna atıp sıkmıştı. Asille sürekli göz göze gelen adam , üçünün de ne kadar perişan olduklarını görebiliyordu.
"Hadi boncuk Nazlı. Kötü bir şey olmayacak, korkma kızım."
"Murat enişte... Çok teşekkür ederim. Benim için uğraştınız, çok teşekkürler."
Murat omzunu biraz daha sıkıp kendine doğru çekti Nazlıyı.
"Hişştt teşekkür falan yok. Hadi evin küçük boncuğu, yavru boncuk nasılmış öğrenelim. Hadi kızım."
Nazlı, halası ve annesinin kolunda önden ilerlerken Murat da Asille yan yana ilerledi.
"Korkma bir şey olmayacak. Kadın feleket bir şey. Az aksi ama çok iyi. "
"Bir ihtimal vermezse Nazlıyı nasıl toparlarız bilmiyorum."
"Kötüyü çağırma. O zaman başka doktor buluruz bizde. Hadi Asil."
Muratın kolunu sıkan eliyle başını sallayıp önden yürüyen kadınlara yetiştiler.
Sekreterden aldıkları bilgi doğrultusunda doktorun odasına doğru ilerlediler. Kadın bu gün Lüksemburg'a uçuşu olduğunu söylemiş ve randevu talebini reddetmişti. Ama Murat erişebileceği her yere ulaşıp, araya bin farklı hatır sokarak sonunda randevuyu koparmıştı.
Kapısını tıklatıp odaya girdiklerinde böyle kalabalık gelmenin doğru olmadığını biliyorlardı ama can kendi canları olunca da çok fazla mantıklı hareket edemiyordu insan.
Kırklı yaşlarının ortalarında, saçlarının beyazı siyahını geçmiş bir kadın onları görünce gözlüklerini çıkarıp baktı.
"Evet... Demek uçuşumu iptal etmeme sebep hastam geldi ama hanginizsiniz? Maşallah tüm aile ferdleri burda gibi."
Murat kimseye fırsat vermeden öne atılıp kadının elini sıkmak için uzandı.
"Kusurumuza bakmayın Esra hanım. Sizi işinizden alıkoyan da uçuşunuza sebep olan da benim, Murat Öztürk. Yeğenim Nazlının dosyasına bakmanızı ben rica ettim. Daha önce de Yağmur Atasoyun doktoruydunuz. İnanın çok zor durumda olmasak bu şekilde emrivaki yapmak istemezdik."
Kadın hafif sinirli sayılabilecek bir ifadeyle adama bakıp elini Murat kadar sıkı bir şekilde tutarak başın salladı.
"Maşallah Murat bey, kafaya koyduğunuzu yapıyorsunuz belli ki. Gerçi hastaneye sponsor olma teklifinizle hastane yönetimi bana ısrarcı olmuştu. Teyzemi karıştırmasaydınız keşke!"
Murat utanmış gibi baksa da karşısındaki kadın ondan da kurttu ve zerre pişmanlık duymadığını gayet net görebiliyordu. Asilin "Murat..." fısıltısıyla kadın ardında dikilenlere baktı.
"Siz?"
"Ben Nazlının babasıyım, Asil Sulhan."
"Memnun oldum Asil bey. Ve Murat bey rica ediyorum teyzeme duygu sömürüsü yapmayın bir daha. Kadın gece yarısı arayıp, hastanızı reddedersem yüzüme bakmayacağını söyleyip bir saat ağladı. Her ne dediyseniz bu bebeği yer yüzünde sadece benim doğurtabileceğimi sanıyor."
Murat ağır ağır başını salladı.
"Kusura bakmayın tekrar Esra hanım. Teyzenize hayır diyemiyormuşsunuz, e bende bunu öğrenince mecbur..."
Kadın başını iki yana salladı.
"Neyse... Sohbet güzel ama şimdi işimize bakalım. Hastam ve yanında istediği bir kişi hariç odayı boşaltalım lütfen. "
Kimse ses çıkarmadan odadan çıkmıştı. Züleyha ve Nazlı da doktorun eliyle işaret ettiği koltuklara yerleştiler.
"Evetttt... Dosyana baktım Nazlı. Birbirimize net olacağız. Büyük ihtimalle tarzımı sevmeyeceksin de. Ama her şeyden önce ben o bebeği bir görmeliyim. İkili tarama testi yapıldı mı? Ben göremedim burda sonuçlarını."
Nazlı bilmediği için annesine baktı. O bir kaç gündür ne yaşadığını bile bilmiyordu.
"Yok... Yapılmadı heralde doktor hanım. Nazlı pek iyi değildi. Zaten bi süre ilaçlar yüzünden uyudu, uyandığında da... Ama doktoru demedi bize bişey."
Kadın başını sallayıp ayaklandı.
"Önce bir ben kontrol edeceğim, sonra ikili taramayı yaptıralım ki kromozomsal bir sıkıntımız var mı?"
Nazlı ne denirse sadece başını sallıyor ağzını açamıyordu. Kadının yönlendirdiği kısımda sedyeye uzanıp, karnını açtı. Doktor probu kasıklarında gezdirdikçe korkudan midesi burkulmaya, bulanmaya başlamıştı.
"Aferin sana bıdık..."
Kendi kendine konuşur gibi söylenmesiyle Nazlı hemen annesine bakmıştı. Annesi de onu izliyor ve tek bir kelimeden bile medet umar gibi bakıyordu.
Doktor bir süre daha karnında probu gezdirip incelemesine devam etti ve Nazlıya peçete uzatarak toparlanmasını söyledi. Onları masasında bekleyen kadının yanına anne kız sessizce oturdu.
Esra hanım direk gözlerini Nazlıya dikmiş, bir miktarda ürkütücü bir ifade takınmıştı.
"Şimdi seninle biraz konuşalım Nazlı. Bu bebeği gerçekten istiyor musun yoksa ilk zorlukta pes edecek misin?"
Nazlı başını hızla iki yana sallayıp "onu kaybetmek istemiyorum" dedi. Her an ağlayacakmış gibi duran boncuk gözlerini sık sık kırpıştırıyordu.
"O zaman seninle iyi anlaşmamız lazım. İkili tarama testi sonuçlarına göre harekete geçeceğiz ama tüm şartlarımı kabul edersen!"
Nazlı yine hızla başını salladı.
"Ben... ne isterseniz yaparım."
"Bak... Durumu sana hafiletmeyeceğim. Olduğu gibi anlatacağım ki bil! Bizi ney bekliyor, nasıl bir çabaya gireceğiz gör. Ama yolun yarısında ben dayanamıyorum alın onu benden dersen bana gelme! Ben tedaviye başladığımız günün ertesinde bile olsa almam onu senden. Ha gider bana bir malpraktis daha açabilirsin. Hiç sorun değil, telefonumun hatırlatması bu tür dava günlerimle dolu. Sen bebeğini kaybetmek istemiyorsun, bende emekle büyüttüğüm kariyerime kara çentik olmanı istmiyorum."
"Yaparım... Ne derseniz gerçekten yaparım. Her şeyi... Onu benden nasıl alacağınızı biliyorum, bunu yaşayamam ben."
Nazlının ağzından kaçan hıçkırığı ve gözünden akan yaşları görünce kadın önündeki peçetelikten bir tane çekip uzattı.
"Lütfen yardım edin bana. Parçalayarak alacaklar bebeğimi, lütfen yardım edin."
Doktor, kızını izleyip sessiz sessiz ağlayan kadına sonra da yeni hastasına baktı.
"Öyleyse test sonuçlarından sonra başlayacağız Nazlı. Yarın öğleden sonraya sonuçları çıkarmaları için baskı yaparım. Biliyorsundur ayın yarısında Türkiye de değilim. Burda olduğum zamanlarda kontrollerin olacak. Şimdi durumun hakkında bir kere daha konuşalım ve netleştirelim her şeyi."
Nazlı yine başını salladı.
"Meslektaşımın söylediği her şeye katılıyorum. Kistler bebek sayesinde oluşan hücre akışından memnun, besleniyorlar. Keyifleri yerinde ama bebek büyüdükçe yerleri daraldı. Rahmin ters bir pozisyonda."
Nazlı tırnaklarını avuç içlerine geçirerek, titreyen dudağıyla dinliyordu her şeyi. Bunları o da duymuştu ve bunların sonunda en mantıklısının kürtaj olduğu konuşulmuştu. Yine böyle bir cümle duymak istemiyordu. Kadının ona bakıp, bu çocuğu aldır canını kurtar demesini istemiyordu.
"Yüzde yirmi beş bir çok doktora göre az bir ihtimal. Ama benim için ihtimal ihtimaldir. Rahminin ters olması düşünülenin aksine kötü bir şey değil. Bu kesenin kendine yer bulmasında normal olandan farklı bir konum seçmesini sağlamış ve görünene göre düşmanlarından en uzak yerde büyümek için çaba harcıyor. On ikinci haftaya ulaşmasına bu fırsat tanımış olmalı. Plasanta oldukça güçlü bir kalkandır. Bebeğini kistlerin zararlı hücrelerinden baya iyi korumuş görünüyor."
Nazlı umut veren bir iki kelimeyle hemen yüzündeki ölü ifadeyi silip annesine baktı.
"Yani iyi bir şey mi bu? İyi değil mi?"
"Ölçümleri haftasıyla paralel gittiğine göre oldukça iyi bir şey Nazlı. Şimdi gelelim asıl meseleye."
"Tabi. Ne yapacağım, yani ne yaparsam iyi olur?"
"Sana bir tedavi uygulayacağız. Kistleri doğuma kadar uyutmayı vaad ediyor bu tedavi ama bu yetmez. İşte sana düşen işi söyleyeyim. Ben o kistleri uyuturum sen güçsüz bırakırsın. Her şeyin düzenli olacak Nazlı. Sen diğer hamilelerin lükslerine sahip değilsin. Olmadık şeyler aşeremezsin, canının istediği gibi yatamaz yada hareket edemezsin. İçtiğin suyun bir bardağı bile çok önemli."
"Tamam... Yaparım ben. Ne yapmam gerektiğini söyleyin yaparım."
Esra ne kadar sert görünse de ağzından çıkan her kelimeye can simiti gibi tutunan kıza üzülmeden edemiyordu. Onu çok zorlu bir hamilelik bekliyordu ve bu genç kadın her şeyi göğüslemek için hazır gibiyidi.
"Şekeri tamamen hayatından çıkaracaksın Nazlı. Onları güçsüz düşürecek en önemli şey besin kaynaklarını bedeninden silmek. Bebeğini susuz bırakma ihtimalimiz olmamalı. Düzenli suyunu tüketeceksin. Alacağın ilaçlar kemiklerine ve kas sistemine sıkıntı çıkaracak o yüzden bedenini güçlü tutmalısın. Günlük yürüşler isteyeceğim senden. Asla aksatmayacaksın. Ağrıların şiddetli olacak zaman zaman, özellikle doğum için yumuşama gösteren serviks bölgesi etkilenecek . Ama sen rahatlıkla ağrı kesici de alamazsın. Bir hocam var aynı zamanda hastanemizin ortağı, dosyanı ona de göstereceğim. Kendisi altarnatif tıpbı günümüz bilimine uyarlama adına oldukça güzel çalışmalar yürütüyor. Ağrıların için ve beden gücünü korumak için önerileri olacaktır. Ve en önemli kurallardan biri Nazlı. Bedenin ödem tutamaz, kilo kontrolünü hep sağlamalıyız. Uyuyan ve güçsüz düşen kistler bebeğinin büyümesini önleyemesin. Onu doğuma hazır olacak kadar bedeninde tutalım ve sonra sezeryanla alalım. Ama henüz bitmemiş olacak. Doğumla beraber bir ameliyatını da gerçekleşitreceğiz. Kistleri kazımamız lazım. Bir sonraki gebelikler için rahimi korumaya almalıyız. Şu an kürtaj yapsak bile kistleri almamız doğru olmazdı zaten. Doğurganlığına zarar verecek iki işlemi vajinal yollardan yapmayı mantıklı bulmuyorum ben. O yüzden sezaryeni aynı zamanda kist temizliği için kullanacağız. "
Nazlı ne derse başını onaylayarak kabul ediyordu. Hiç sorgulamak zerre kadar aklına gelmiyordu. O sadece bebeğinin yaşayacak olmasına odaklanmıştı. Ama Züleyhanın kafasına takılan diğer doktorun görüşüydü.
"Şey... Esra hanım Nazlı Bursa'da ilk göründü doktora. O doktorumuz çok umutsuzdu, bize kürtaj için acele etmemizi tembihledi. Şimdi... Anneyim ben, kendi yavrum için de korkuyom. Nazlıma bişey olmaz ele."
Kadın kendinden belki de küçük olan kadına baktığında nazlıya bakarken oluşan o sert miömikleri yumuşamıştı.
"Pardon isminiz neydi?"
"Züleyha..."
"Züleyha hanım, Nazlı da tıpkı sizin gibi yavrusu için endişeli bir anne. Meslektaşıma katılıyorum. Asıl olan annenin hayatıdır ve riske girmektense kürtajı daha mantıklı bulmasını destekliyorum. Ama ben ikinci bir ihtimali de Nazlıya söylemek durumundayım. Tüm saydıklarımdan bebeği aldırarak kurtulabilir. İlerde ağrıların, kısıtlamaların olmadığı bir gebelik planlayabilir. Bende bu yüzden bebeğini ne kadar istediğini sordum. Bunlara katlanacak kadar istiyorsa, bende hastamın isteğine önem verir ve o yüzde yirmi beşin de ne kadar büyük bir rakam olduğunu kanıtlarım."
Züleyha ilk Nazlıya sonra doktora geri döndü.
"Biz ne lazımsa yaparız. Nazlım için de bebek için de her bişeyi yaparız. Şeker yemeyecekse evime dirhemini sokmam. Her bişeyini gözümden ayırmam. Tek iyi olsun ikisi."
Esra öyleyse ben tamamım der gibi başını eğip tekrar Nazlıya baktı.
"Evet Nazlı. Kalkalım ve bir an önce başlayalım. İki düşmanın arasından akıllı bir bıdık çıkarmamız lazım. Ha unutmadan sadece bedenini değil ruhunu da koruyacaksın Nazlı. Üzülmek, öfke, stres tamamen yasak. Dünya yansa ardını dön. Seni üzebilecek filmler, diziler bile yasak. Serotonine ihtiyacımız var bizim."
Nazlı böyle bir durumun içinde bunu nasıl başaracağını bilmese bile başını yine onaylar gibi salladı.
"O zaman hadi bakalım küçük anne. Sağlam bir savaş vermiyordum bende ne zamandır. Doğur da sevelim bebeğini..."
|
0% |