Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Kamyondaki Yüküm, Aşkından Hafif be Gülüm

@orenda

 

 

 

Hadi keyifli okumalar😘😘😘

 

 

Duyduklarını bir süre beyninde dolaştırdı Nazlı. Ama anlamıyordu işte. Tam olarak Halil neye bulaştı aklı ermiyordu o kadarına.

 

Kendine dümdüz gözlerle bakan adam kimdi? Halil herkesin ağabeyi, koruyucusu, kurtarıcısıydı. Kardeşleri için hep en dar anın başvurulacak kişisiydi.

 

"Ne demek terörist?"

 

Soğuk bakışlarını daha ürpertici hale getiren bir tebessüm oluştu yüzünde.

 

"Bir şeyler ters giderse ve ben ifşa olursam Türkiye Cumhuriyeti beni kendi adıyla bir tutmayacak. Muhtemelen diplomatik bir kriz çıkarmadığım sürece ülkem bizi kimsenin eline bırakmaz. Ama Türkiyeyi sıkıntıya düşürecek bir halin içerisinde yakalanmışsak, terör mensubu olarak yaftalanırız. Ülkenin üzerine binecek akbabaları uzaklaştırmaya çalışırlar bu şekilde."

 

Nazlının gözleri doldu. Görüşü puslandı, burnu acıyla sızladı.

 

"Neden... Neden yaptın bunu kendine? Nasıl böyle bir işe girdin sen?"

 

"Aslında böyle bir şey için seçilmedim. Amaç askeri eğitimdi ama devletin ve ırkın istikbali için oluşmuş birliğim orda daha çok işe yarayacağım kanaatine vardı. Bilirsin, hafızam çok güçlüdür. Gördüğümü unutmam. Lisede matematik hocamın dikkatini çekti bu durum."

 

Nazlı gözünden aşağı akana inat gülümsedi. Odasına girse halıdaki ayak izini bile fark eder, anında enselerdi.

 

"Biliyorum... Senden saklanmak imkansızdı."

 

O günleri hatırlamış gibi Halil de gülümsedi. Nazlının ele avuca sığmaz halleri gözlerinin önüne aktı sanki. Yapar sonra da tüm utanmazlığıyla inkar ederdi. Birde gözlerini doldurup babasına iftiraya uğramış masumlar gibi dert yanardı. Eniştesinin gerçeğini bildiği yalanları dinlerken ki hali onu hep çok eğlendirirdi o zamanlar.

 

"Kitaplarımı karıştırırdın."

 

"Hayır! Ya sadece dokunuyordum nasıl anlayabiliyordun pislik? "

 

"Yerleri kaymış oluyordu."

 

Nazlı soluğunu verip yüzünü yine aşağıda kalan şehre döndü. Esefle "milimlik" demeden geçemedi.

 

"Fotografik bir hafızam varmış, hocamın dikkatini çekince, askeri bir eğitimle farklı şeyler hayal etmiş benim için."

 

"Sonra... Sonra ne oldu?"

 

"Sonraaaa... Vasim olduğu için eniştemle görüştüler."

 

"Ne??? Babam biliyor muydu?"

 

"On altı yaşındaki bir çocuğun kararıyla hareket edilemeyecek kadar özel bir konu bu."

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Eniştem bu durumdan çok hoşlanmadı açıkçası ama bilirsin onu. Bir yaşında bile olsa o kişiye saygısı vardır. İsteklerini göz ardı etmez. Benimle konuştu. Olabilecek her şey konusunda araştırma yapmış zaten. Artılar, eksiler derken fikrimi sordu."

 

"Peki... Neden kabul ettin Halil? Başka, daha kolay bir hayat senin için iyi olmaz mıydı?"

 

Halil bu soruyu kendine de yıllar içinde defalarca sormuştu. Genç bir delikanlı nasıl böyle bir şeyi isterdi ki?

 

"Nazlı, eniştem benimle konuştuğunda devletin yetiştireceği bir asker olarak düşünüyordu. Aslında öyleydi her şey. Ama öyle olursa sadece devletin içine olacaktı hizmetim. Gördüğünü unutmayan, çok hızlı ezber yapabilen, zihni bir çok şeyi uzun süre saklama kapasitesinde olan biri istihbarata çok lazım olurdu ama benim birliğim askeriyenin himayesinden kendi bünyesine kattı beni ve ekibimi. Fotografik hafıza otizmli bir bireyin özelliğidir genelde. Ama bende otizm bulgusuna rastlanmadı. Bu çok daha iyi sonuçlar doğuracaktı. Ben çok farklı hissettim. Görüşme taleplerini kabul ettim. Eniştem hiç ayrılmadı yanımdan. Cemil amca, sürekli benimleydi. Ben kendimi çok özel hissettim. "

 

"Sen... Sen zaten çok özelsin. Çok kıymetlisin Halil."

 

"Biliyorum. Eniştem, halam, siz benim hayatımın şansısınız. Ama düşünsene Nazlı. Annesinin babasının zerre istemediği bir çocuğu o adamlar öyle çok istiyordu ki. Bu çok farklı bir his. Seni testlere sokuyorlar ve çıkan sonuçlarla senden çok seviniyorlar. Bana bir mucizeye bakar gibi bakıyorlar. Nazlı beni doğuran kadın bana bir pisliğe bakar gibi baktı."

 

Çenesi titreyen, gözlerinden incecik yaşlar döken kızın suratını kavradı Halil. Onu anlıyor muydu acaba? Nazlı, Halil için bu kelimelerin önemi ne demek hissediyor muydu?

 

"Boncuk kızım... Beni anla Nazlı. İlk zamanlar gençlik ateşiyle önemli hissetmekdi belki bu. Ama sonra, yaşadıkça çok daha farklı bir şey oldu. Nazlı Çanakkalede öyle çok can verildiki vatan uğruna, o sene hiç bir lise mezun veremedi. Ben toprağıma aşık oldum. Bana geçmişimi tanıttılar. Bayrağıma, ırkıma aşık oldum Nazlı. Bir gece gelen görev emriyle esir tutulan küçük çocukları annelerine geri bıraktık. O anneler yüzlerini görmediği adamların ellerine sarıldılar. Evladını seven annelere, çocuklarını geri veren devletimin merhametine aşık oldum. Senden bir bok olmaz diyen babama karşı, yardım ettiğimiz insanlar öyle çok dua ettiler ki bize, gözlerinde öyle yüksek yerlere oturttular ki bana insanlığımı geri verişlerine minnet duydum. Ben, arkadaşlarım kimsenin el uzatamadığı topraklarda uzandık. Dünya üzerinde zulme uğrayan ve yardım bekleyen çok fazla müslüman var, çocuklar, kadınlar var. Her yerimiz düşman, taşı kaldırıyoruz altı üstü düşman. Ben bu hayatta bir şey oldum Nazlı."

 

Nazlı daha fazla tutamadı kendini. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayıp kendini aşık olduğu adamın kollarına attı. Sımsıkı sarıldı. Canına katar gibi sarmaladı. Onlardan gizlediği yaralarına ilk kez bu kadar çıplak bakmıştı. Dokunmaktan korkması ve bir o kadar da yaralarına deva olmayı istemesi nasıl bir histi? Hiç dillendirilmeyen ama bazen fısıldanan şeyleri duyardı Nazlı. Bir zamanlar kardeşini annesinin öfkesinden korumak için siper olan Halil, şimdide ülkesini koruyordu.

 

"Beni anla küçük nazlı kızım."

 

"Halil... Halil bunca zaman seni görmemiş gözlerimden nefret ediyorum. Sen ruhunda nelerle yaşadın? Ben nasıl görmem Halil?"

 

"Nazlı üzülmen için anlatmıyorum bunları. Beni gerçekten anla istiyorum."

 

Ona sarılan kollardan biraz uzaklaşıp Nazlının elini tuttu. Göğsünün üstüne yasladı üşümüş elleri.

 

"Buraya geldim, gelmemem gerek biliyorum ama dayanamıyorum Nazlı. Çok özlüyorum, çok hasretim. Hakkım yok seni böyle bir şeye sürüklemeye ama takatim de kalmadı ki."

 

Bir çok hissi aynı anda hissetmek bir insanın aklına yapabileceği en korkunç şey olmalı. Üzüntü, korku, heyecan, pişmanlık ve en fenası aşk aynı anda yer alınca ruh kıskıvrak kalıyordu.

Nazlı da elinin altında atan kalpte takılı kaldı. Gözlerini ordan ayıramadı.

 

Halil karşısındaki güzelliğin her milimini izlerken konuşmakta zorlanıyordu. Gözlerine, kirpiklerine, hoş bir renge boyanmış dudaklarına bakmadan duramıyordu. Yeri değildi, şu an hiç doğru değildi ama sık sık ısırılan dudaklarına takılıp, düşüyordu sürekli. İçindeki şeytanlar sürekli fısıltılarla tatlı nefesine yaklaşmasını tembihliyor, onu nefsiyle sınıyordu.

 

Derin derin soludu. Çok istiyordu... Ölecek kadar çok istiyordu ama şimdi sırası olmadığını da biliyordu.

Nazlı!!!

Bir çok sabır testinin nirvanasıydı onun için.

Bu testi asla geçemeyecekti!

 

"Sana bunları anlattım çünkü çağırdın beni Nazlı. Sen çağırmadan gelmeyecektim ben. Ama çağırdın. Beni tutan o ince ipi sen kopardın."

 

"Halil..."

 

Elleri yüzünü kavrayıp, nefesi tenine değecek kadar yaklaştı Halil. Toprağın bereketini simgeleyen gözlere bu kadar yakından bakmak bile kalbini durduracak bir histi.

 

"Kalbimi hissediyorsun boncuk kızım. Kalbimin kimin avuçlarında olduğunu biliyorsun."

 

Nazlı dudağını büzdü. Küçük bir kızken de böyle nazlanırdı. İstediğini alana kadar gözlerini kırpıştırır ve sonunda da başarırdı.

 

"Ben nerden bileyim Halil? Kalp bu atar ki. Atar yani, niye bileyim ben? Niye hızlı atar, kimin için atar nasıl bileyim ki?"

 

Halil başını sağa sola sallayıp kahkaha attı. Kıvrılan dudaklarına daha dikkatli baktı. Masumiyetini kaybettirecek kadar kadınsı duruyorlardı yüzünde. Ve Nazlının da sürekli kaçamak bakışlarını dudaklarında yakalıyordu.

 

O saklanamayan bir yalancıydı ve Halil onu her seferinde sobeleyecek tek kişiydi.

 

"Biliyorsun yalancı dildar. Sen bu kalbin bir senin adını duyunca böyle attığını bal gibi biliyorsun. Süründürmeden kime hangi istediğini verdin ki zaten değil mi nazlı boncuk?"

 

Yine dudağını bilmem der gibi büzdü Nazlı. Omuzlarını da silkti. Çok masum ve çok güzel oluşu kafasını karıştırıyordu Halilin.

Ama onu kabul edecekse her şeyi bilmeliydi.

 

"Nazlı ben sana geldim ama sen bana gelebilir misin bilmiyorum?"

 

"Ne demek bu?"

 

"Ben sana eniştemin halama verdiği hayatı vermem ki. Sabah çıkıp akşam geleceğim bir evim yok. Her an yeri belli bir işim yok. Ben sana elimi tut diyemem. Hakkım yok çünkü. "

 

"Halil sen ne diyorsun?"

 

"Nazlı ben kendimi bilmediğim bir anda kördüğüm olmuşum. Anlamam geç oldu farkındayım ama ben sana düğümlüyüm. Eğitim için evden çıktığımda göğsümdeki sancı ne bilemedim. Ben o kadar yorgun argın yatağa girdiğimde gözümü senin suretini düşleyerek niye kapattım anlamadım. Sabah kalktığımda Nazlı uyanmışmıdır diye kendime o soruları niye sordum çıkamadım işin içinden. Bu benim hiç bilmediğim bir yerden gelen sorum çünkü. Ama son üç yıldır biliyorum Nazlı. Ben adından nasıl güç aldığımı biliyorum. Nazlının yanına başka bir erkeğin adı eklenir korkusuyla kıvrandığım günden beri biliyorum. "

 

Nazlı yıllarca Halilden güzel sözler duymayı düşledi. Aşk sözcükleri...

Ama bu kadarını hiç hayal etmedi.

 

Halil ne demişti? 'Ben sana düğümlüyüm!'

 

Nazlının kalbi sayfalarca yazsa anca bu kadar net bir kelimeye ulaşamazdı belkide. Halilin gözlerine, varlığına, gülüşüne, yaralı kalbine, büyüyememiş çocukluğuna düğümlüydü Nazlı.

 

Halile dair ne varsa tüm kalbi ve ruhuyla düğümlüydü...

 

"Beni ister misin Nazlı? Hak ettiğini veremesem de beni ister misin? Ama istemezsen anlarım Nazlı. Kırılamam, kızamam anlarım. Senin hakkın daha güzel bir hayat çünkü. Çok daha iyileri senin hakkın..."

 

Dudaklarından dökülen soruyu kendine sordu.

 

Nerde, nasıl hiç bir zaman emin olamayacağı Halili ister miydi Nazlı? Belki bir anda çıkıp gidecek, uzun süre gelmeyecekti? Doya kana asla sevemeyecekti belki. Hep bekleyecekti! Birini beklemek o kadar kolay mıydı? Geride kalmak, özlemle kıvranmak...

 

Şimdi kalksa gitse, yeni bir hayat istese mesela ne değişecekti ki? Üç yıldır haber alamadığı Halil yok diye ne değişmişti ki şimdi değişecekti?

 

İnsan istemiyorum ben böyle hayatı dese kalbi vazgeçer mi sevmekten? Kalp zaten severken sorgular da öyle mi sever? Olmadı bu diye döner mi yolundan?

 

Yüzünde kırık bir gülüş oluştu. Ne üç yıl, ne de otuz yıl! Kalp sevdikten sonra dönüşü yok! Kurtuluşu, vazgeçişi, pişmanlığı yok işte yok!

 

İllede o! Sevecekse bir o! Varsa sadece o! Yoksa herkes yok ama olacaksa sadece o!

 

Aklının bile sus pus kaldığı bir anın içinde sıkıştı. Aklı bile kalk git diyemiyordu. O bile biliyordu Nazlı Halilsiz kuru bir daldı.

 

Ona titreyen harelerle bakan adama yaklaştı. Elleri, kumral sakalların kaşındıran hissi için kıvrandı sanki. Yüzünü avuçlarının içine aldı.

 

"Aptal... Başka ihtimalim varmış gibi. Sanki gidebilirmişim gibi. Senden başkasına bakabilirmişim gibi. Ben kaderimdeki yazgıya razıyım Halil. Benim kaderim seni beklemekse beklerim. Gönlün bende mi bilmekle yetinirim..."

 

Derin bir soluk bıraktı karşısındaki adam. Omuzları düştü biraz. Gözlerindeki o soğuk pus kalkıp yeşillerine bahar geldi.

 

"Nazlı... Boncuk kızım... Güzel nazlı bebeğim..."

 

 

Kollarını sarıp , sımsıkı dolandı Nazlıya. Saçlarından en sevdiği kokuyu doya kana içti. Çok hasretti, çok yorgun ama şimdi... Şu an sanki yeniden doğmuş gibi bir his kapladı içini.

 

"Çok özledim seni dildar... Çok özledim."

 

"Halil..."

 

"Hmm..."

 

"Artık gözlerini bana verecek misin?"

 

Yıllardır aralarında geçen bu soru her seferinde aynı gülüşe neden oluyordu. Nazlı bu soruyu binlerce kez sormuş Halil ise binlerce kez kahkaha atmıştı.

 

"Minicik bebekken benim olsun diye peşime düşmüştün. Sen istediğini mutlaka alırsın nazlı boncuk..."

 

Nazlı tebessümle Halilin göğsünün tadını çıkardı. Çok beklemişti, bu sarılmayı çok hak etmişti.

 

 

 

 

 

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Nazenin arabasına bindiği adamın görüntüsünden biraz ürkese de iyi biri olduğunu düşünüyordu. Yoksa Nazlı onunla gitmesini istemezdi. Zaten Halilin arkadaşıydı.

 

Kaçamak gözlerle yanında arabayı süren adama bakıp geri yola dönüyordu.

 

"Siz hangi bölümdesini Nazenin hanım?"

 

Asaf kızın gergin duruşunu kırmak için bir konu açmanın doğru olacağını düşündü. Yurda kadar kız böyle çok eziyet çekecekti.

 

"Ziraat mühendisliği okuyorum. Peki sizde Halil gibi polis misiniz?"

 

Asafın dudağı manidar bir şekilde kıvrıldı.

 

"Evet... Aynı görevdeyiz."

 

"Yaaa... Ne güzel. Ben çok saygı duyuyorum sizin mesleğinize. Allah ayağınıza taş değdirmesin."

 

Asaf kahkaha atar, kızı gücendirir korkusuyla alt dudağını acıtırcasına ısırdı. Adının naifliği bir insana bu kadar işlenmemeliydi.

 

Nazenin biraz yan dönerek adama bakmak isterken sol avuç içini gördü. Birden boş bulunup küçük bir inilti kaçırdı dudaklarından. Elleri de ağzını kapatmıştı.

 

"Asaf bey eliniz?"

 

Asaf kızı neyin bu kadar endişelendirdiğine bakmak için avcunu açtı. Dün gece atladığı yerden düşmemek için tuttuğu boru sıcaktı. Avuç içini biraz yakmıştı. İkinci derece bir yanık için fazlasıyla korkmasını anlamadı.

 

"Bir kaza oldu. Bilmeden sıcak sap tutmuşum. Önemli değil."

 

Nazenin ise etrafına bakmaya başladı. Aradığını ilerde göründe elleri kapı koluna tutundu.

 

"Şurda durur musunuz? Sağ da hemen lütfen."

 

Asaf ne olduğunu anlamadan ani bir frenle durdu. Kolu refleksle kızın önüne uzanmış, olası bir çarpmadan korumuştu onu.

 

Nazenin hiç bir şey demeden arabadan inip önünde durdukları manava koştu. Asaf ne yaptığını anlamıyordu bile. İki dakika bile olmadan elinde poşetle arabaya geri bindi kız.

 

"Bir sorun mu var Nazenin hanım?"

 

Nazenin poşetten çıkardığı elmaya sonra adama baktı. Bir bıçak lazımdı.

 

"Ama böyle kabuğu soyamam ki."

 

Sağı solu turlayan bakışları ne yapacağını düşünüp durdu.

 

"Nazenin hanım canınız elma mı istedi?"

 

Nazeninin kıkırtısı melodi gibi doldu arabanın içerisine.

 

"Yok canım ne yemesi? Asaf bey bıçak yada kesici bir şey var mıdır sizde?"

 

Asaf yine bir şey anlamasa da deri ceketinin iç cebindeki sustalıyı çıkarıp kıza uzattı.

 

Nazenin önündeki bıçağa kaşlarını kaldırarak baksa da bir şey demeden alıp elindeki elmayı hızla soymaya başladı.

 

"Dikkat edin... Keskindir!"

 

"Hah bitti bile. Elinizi uzatır mısınız?"

 

Asaf ne yapacağını şaşırdı ve bu bir ilkti. Kız çok tuhaf davranıyordu. Mantıklı tek bir hareket yakalayamadı benden dilinde.

 

"Bakmayın canım, yanık için çok iyi gelecek. Anneannemden öğrenmiştim .Keşke yanık olunca hemen yapabilseydik ama olsun. Ağrısını alır, iz kalmaz. Çok iyi gelecek inanın."

 

Sonra da ona alık alık bakan adamı umursamadan eline uzanıp avcunu açtı. Soyduğu elma kabuklarını canını acıtmaktan korkar gibi yanık derinin üstüne yerleştirdi. Kabukları sabitleyecek bir şey ararken saçlarını örerken araya renk katsın diye eklediği küçük fularını hatırladı. Yine onu şaşkınlıkla izleyen adamı umursamadan örgülü siyah saçlarını açmaya, aradaki fuları çıkarmaya başladı.

 

Mavi fuları avucunda elma kabuklarıyla onu bekleyen adamın eline dolayıp küçük bir düğüm attı.

 

"Hah, bu onları tutar. Asaf bey uyumadan bir kere daha elma kabuğu sarın olur mu?"

 

Asaf avucunda sarılı mavi fulara birde gözlerini iri iri açmış kıza bakıp istemsiz başını salladı. Kısık sesle bir teşekkür fısıldayıp aracı geri çalıştırdı. Kısa sürede yurdun önüne vardıklarında Nazenin ona hoş bir tebessümle baktı.

 

"Beni getirdiğiniz için teşekkürler Asaf bey. Eliniz için elma kabuğunu unutmayın lütfen, şifa olsun..."

 

Kelimeleri biter bitmezde inip yurt kapısından içeri girdi. Asaf boğazındaki yumruyu yutkunmaya çalışıp tekrar elinde sarılı fulara baktı.

 

Üç günlük bebekken, yetimhanenin kapısına bile bırakılmaya üşenilmiş, bir çöp konteynırının yanına atılmış Asaf için çok farklıydı bu. Defalarca yaralanmış, çoğu zaman yaralarını kobraya yada şahine diktirmiş biri olarak avucundaki küçük yanığa gösterilen ihtimam çok fazlaydı.

 

Acır korkusuyla kabukları koyarken zarif parmakları titremişti. Hiç düşünmeden saçlarındaki fuları yarasına sarmıştı.

 

Yatimhanede açılan, cerehat bağlayan yaraları yıllar sonra sızladı.

Bu yanık hemen iyileşirdi. O zaman açılan yaralar da böyle naif parmaklarca dokunulmuş olsalar, onlarda hemen iyileşirdi muhtemelen.

 

"Nazenin..." Diye fısıldadı dudakları. Kara saçlı bir çöl ahusu...

 

 

Loading...
0%