Yeni Üyelik
34.
Bölüm

Kork Hırslının Şerrinden Dişini Söker Tersinden

@orenda

 


Güzel bir bölüm dimi ama😅

Instagram hesabım orenda_25

Twitter 2506Aysenur (evet Twitter, işine bak elon)

Tiktok orenda25


Halil ona büyük bir inançla bakan bakışların ağırlığından kurtulduğunda hiç bir şey anlamayan kardeşine döndü yüzünü.

Yiğite böyle bir yükü neden verdiler biliyordu. Yiğit henüz hiç bir şey anlamasa da Halil anlamıştı. Ona verilen görev sırasında ne devletin ne de Güneşin himayesinde olamayacağına, Yiğitin şu an burda oturuyor olması başlı başına bir kanıttı.

Bir ağabeyi en iyi, onu koruyucusu olarak hayatına işlemiş sadakatle bağlı kardeş korurdu.

Başkanın sesiyle Yiğite bağlanmış gözleri çekildi.

"Çok dar bir boğazdan geçiyoruz evladım. Siz iki kardeşe ne denli ağır bir sorumluluk yükledik farkındayız. Ama başka şansımız yok! Bize o Rusu getirdiğin gibi Dükün ölüm fermanını da getir Halil."

Başkanın biten cümlesiyle Orgeneral Ertuğrul Kılıç ayağa kalktı. Duruşu, bakışı hatta nefes alışı bile asker kimliğinin şekillendirmesiyle can bulmuştu sanki.

Rütbeleri, kaideleri bir tarafa bırakarak karşısında aynı anda ayaklanmış iki delikanlıya bakıp ilk Halile elini uzattı. Halilin bir an şaşkınlık geçen gözlerine küçük bir tebessümle karşılık verdi. Halil uzatılan davete hemen icazet gösterdi.
Kavranan eli PAŞA tarafından bırakılmadığında kaşları hafif çatılır gibi oldu.

"Buraya gelirken tek emelim seni görmekti. Birliğin bel bağladığı, Güneşin kobrası olarak adlandırdığı adam kimmiş öğrenmekti maksadım. Sen gelene kadar hayatında ne varsa öğrendim delikanlı."

Paşanın anlık bakışları kardeşine kayıp geri kendine dönmüştü.

"Kardeşine, ailene, milletine, ülkene, ırkına bağlılığını dinledim. Hayalini öğrendim. Bize o kasanın anahtarını getir kobra sonra da ailene, eşine geri dön! Sen gelene kadar ailen Ertuğrul Kılıç korumasında olacak. Benim başımı eğme evladım, beni o kapıya başım yerde gönderme. Benim bayrağıma bağlılığımı, alnım kara bir lekeye çevirme."

Ertuğrul Paşa Halilden bir şey beklemeden Yiğite de elini uzattı. Bir eli de sol omzunu babacan bir ifadeyle sıvazladı.

"Sana olan itimadımız, göz bebeğimizde yer açtığımızdan belli Yiğit oğlan. Ağabeyine göz, nefes ol. Gururum formamı çıkarma vakti geldiğinde ben çıkarayım, söküp aldırmayın onu benden!"

Ertuğrul PAŞA bir baş hareketiyle Başkana selam verdikten sonra çıkıp gitmişti. Halil kapanan kapının ardından öylece bakmıştı.

Ertuğrul Paşa'nın sözlerinin maksadını anlamıştı. Bu görevi Güneşe , dolayısıyla ikisine yükleyerek Ertuğrul PAŞA tüm hayatını ortaya koymuştu. Askeriyenin kendi içinde şekil bulmuş raconları vardı. Bir asker göreve giderken en yakınına ailesini emanet ederdi. Görevden dönene kadar o aile askerin boyun borcu olurdu. Aileden birine gelecek tek zevalde emanete sahip çıkamayan göğsündeki armayı söker çıkarırdı. Halilin istemediği sözü, Ertuğrul PAŞA vererek otuz sekiz yıllık mesleğini ortaya koymuştu. Yiğite söylediği sözlerden anladığı üzere devlete verilmiş bir kefillik sözü vardı. Başarısızlık sonucu ömrünü bayrağına adamış bir adam, vatan hainliğinden yargılanmayı kabul etmişti.

Halil az çok neler olduğunu anlamış olsa da derinlemesine çözememişti işi. Tuğrulla göz göze geldiklerinde Tuğrul başını eğerek beklemesi için işaret verdi.

En son Başkanı da selamladığında dışarı çıkma izni başkandan gelmiş oldu. Yiğit ve Halilin ardından Tuğrul da odadan çıktı.

"Gel benimle!"

Halil gözünü açıp kapayarak onayladı ve Yiğite baktı.

"Avcının yanına geç, bekle beni."

Kafası oldukça karışmış olan kardeşinin sorularını gözlerinden okuyabiliyordu ama önce neler olduğunu kendi anlamalıydı.
Hızlı adımlarla Tuğrulu takip etmeye başladı. Girdiği odaya kapı kapanmadan Halil de adımını attı.

"Tuğrul abi ne oluyor?"

Tuğrul üzerindeki ceketi söker gibi çıkarıp yere fırlattı. Biraz evvel özenli duran saçlarını da eliyle karma karışık bir hâle soktu.

"Durumlar değişti Halil! Bize istenileni getirmen lazım. "

"Abi kraliyet işi ne? Mossadla anlaşma yapacak kadar ne oldu?"

Tuğrul biraz evvel çakı gibi bir görüntüye sahip değilmişcesine yıkık bir ifadeyle baktı bu sefer halile.

"Olmaması gereken şeyler oluyor ve biz müdahale edecek güçte değiliz. "

"Ne demek bu?"

"Bizden kıymetli biri ellerinde. Dokuz üs ayaklandı ama yok hiç bir yerde yok. Her şeyin üst üste gelmesi tesadüf değil. Bu çağ çok uzadı Halil, yeni bir çağ için oldukça sancılı geçecek süreç başladı bile. "

Tuğrul dişlerini sıkıp, dilinin ucuna gelse bile söyleyemeyeceklerini yuttu.

"Senden başkası olmaz! Bize o ailenin ipini çekecek tüm kanıtları getir. Mossadı, M16 yı elimize muhtaç edecek tüm kanıtlara ulaşmak zorundayız. Üstelik bu kadar güçlenmesine öncü kimler bilmemiz lazım. "

"İsrail kaos için çıldırırken neden ailenin infazını istiyor?"

Halil hâlâ İsrail istihbaratının Türkiyeden medet ummasına sebep bulamıyordu.

"Çünkü kontrol edemeyeceği bir güç olduğunu biliyorlar. Eminim kendi yönetmek istedi o silahlanmayı ama kendine yer bulamadı. Şimdi de yılanın başını küçükken ezmek istiyor. Değişebilecek durumlara karşı da elini taş altına sokmadan bizi kullanmanın peşinde. Bırakalım onlar öyle zannetsinler. Biz bizim kurduğumuz hüküm çağını yönettiğimizde ulusun gücü önünde eğilecek hepsi!"

"Peki Yiğit? O çok tecrübesiz!"

Ne kadar büyürse büyüsün içinde, her daim korunmaya ihtiyacı olan kardeşini kolunun altından çıkarmak istemiyordu.

"Biliyorsun Güneş damgasını sınırlı sayıda müridine verir. Sen damga için çok önceden belirlendin zaten. Şimdi ise zaruri bir hâl oldu bu durum. Belirlenen iki damarın arasına yerleştirilecek çip dağlanarak yerine oturtulacak.. Seninle haberleşme ağımızı Yiğit sağlayacak. Senin takibini o yapacak. İncirlik üssüne kurulacak birim, dünyanın her yerinde kullanılan ağdan bağımsız bir uydu sayesinde olacak. Türkiyede gündemde olacaksın bir süre. Bu sırada Rusun aileye sığınma talebinin peşinde olmamız lazım. Seni ve şu an üzerine çalıştığın silahın karşılığında can güvenliğinin sağlanması için pazarlık yapacak kadın. Winsor, yasal bir üretimle kimyasal silahların verdiğinden fazla zarar veren yeni nesil nanoidlerin peşine düşecektir mutlaka. Dolayısıyla da seni kendi bünyesine dahil etmek için sınırsız imkanlar sunacak. Sende kârını düşünen bir mühendis ve iş adamı olarak anlaşma şartların için inlerine sızacaksın. "

"Bu... Bu ne kadar bir zamanı kapsıyor?"

Halilin içine düşen sıkıntı, Tuğrulun dudaklarını sıkmasına neden oldu. Henüz yeni evlendiğini biliyordu. En son görev emri için onunla görüştüğünde gözlerindeki parlaklığa bizzat şahit olmuştu. Kendine kuracağı ailesi için heyecanını dillendirmese de bakışlarındaki parıltı her şeyi anlatıyordu.

"Bu sana bağlı oğlum..."

"Tuğrul abi!"

"Her şey sarpa sardı Halil. Senden başkasından isteyemem anla ne olur? Güneşin amacı ölümle burun buruna! Başka çarem yok, sıkışıp kaldım."

Halil gözlerini açıp kapattı. Dört yıldır tanıdığı bu adamı ilk kez böyle bir yorgunlukla görüyordu. Yaşından oldukça genç görünüyor olması yorgun bakışlarını engelleyememişti. Üstelik böyle bir göreve hazırlık süreci eklenmeden çıkılıyorsa işler git gide saepasaracaktı.

Derin bir nefes çekti içerisine ve omuzlarını dikleştirdi.

"Ölüm emri kimler için çıkacak?"

Bu soruyu Halil değil görevi kabul eden ve o görevi yerine getirmek için her şeyi yapacak olan kobra soruyordu.

Tuğrul ondan daha azını beklememişti zaten. Hiç bir zaman birliği hayal kırıklığına uğratmayan, ondan istenileni fazlasıyla bulup getiren bu çocuğun sadakatinden hiç şüpheye düşmemişti.

"Tüm aile için!"

"Tüm aile?"

"M16 iddaların kanıtı sonucunda Winshor kanının yer yüzünden silinmesini isteyecektir. Kraliyet de böyle bir ihanetten sonra aileden geriye kimsenin kalmasını istemez. Bu onların sorunu ama. Biz yapılanmak istenen silahlandırmanın önüne geçmeliyiz. Hüküm çağında bizden başka kimse büyük bir güce sahip olmamalı Halil!"

Halil anladığını ifade eder gibi başını salladı.

"Ne zaman başlıyoruz?"

"Kimliğin hazırlanmak üzere. İlk olarak medyaya tanıtılma aşaman var. Turan savunmanın yönetimini devir alırken basın orda olacak. Bir anda ortaya çıkmaman için bir kaç aylık döneme ihtiyacımız var. Rustan gelen haberle başlayacaksın."

"O kadına nasıl güveneceğiz, bizi satmayacağı ne malum?"

Tuğrul teessüf eder gibi yüzünü sağa doğru eğimlendirdi.

"İfşasını yapacağı silahı vücudunda taşırken mi? Her an dinleneceği ve gerektiğinde parçalanarak öleceği bir çipi bedeninde taşırken büyük kumar olur. Hayatta kalmak için anlattıklarını dinlesen dudağın uçuklardı. Bu kadar ölmekten korkan biri nasıl böyle işlere bulaşmış aklım almıyor."

Halil anladığını ifade etmek için başını salladı. Sonra aklına başka bir soru daha takıldı.

"Ekibim?"

Tuğrul onaylamaz ifadesini azıcık bile ölçülendirmemişti.

"Seni kendi oluşturduğun bir ekiple, öylece içlerine almazlar. En fazla Mahir ve Kürşat diye düşünüyoruz ama şartlar ne gerektirir anlık değişim gösterebilir. "

Şu an için konuşulacak başka bir şey kalmadığından Halil, Tuğrulun yanından çıktı.

Nazlı aklına geldikçe kanı çekiliyordu. Aylarca ona hasret kalacaktı. Nazlısız geçecek günleri düşünmek bile kızgın bıçağı teninde gezdiriyormuş gibi bir his bırakıyordu.

Ona bunu nasıl anlatacaktı? Bir anda İngiltere'ye gitmesi gerektiğini söyleyemezdi ki. Çok üzülürdü, boncuk gözleri dolar taşardı hemen. Düşündükçe içindeki kasvet arttı.

Ama sağlam adımlar atar ve ailenin destekleyici gücünü bulursa ve dönerse Nazlıyla yaşanacak koca bir ömür vardı ucunda. Nazlıyla kurulacak bir aile... Belki ilerde... Nazlının da istediği bir zamanda kendi kurduğu ailesi büyürdü.

Böyle bir şeyi düşünmek bir anda adımlarını bıçak gibi kesti. Adana da kurulmuş bir aile. Halasının uzağında kalmadığı bir yuva. Sonra Nazlı ya benzeyen minicik bir şey...

Baba olmayı hiç düşünmediğini o an fark etti. Öylece koridorun ortasında zihninde dönüp duran bir senaryo, ona hiç aklına gelmeyen bir ihtimali armağan etti. Halilden nasıl baba olurdu ki? Yirmi dokuzuna çok az kalmış bir adamdı ama şu ana kadar bunu hiç düşünmemişti.

Düşecek gibi olan omuzlarını dikleştirdi.
Çok kötü bir babanın oğlu olabilirdi ama Halil her şeyiyle mükemmel bir babanın ellerinde büyümüştü. Zamanı gelirse, yaşamak için can atacağı bir şey daha bulmuştu Halil.

Nazlısına kavuşmayla beraber içini sarmalayan yuva isteği, şimdi de aile olma heyecanıyla dolup taşmıştı. Dudağı sağa doğru kıvrıldı. Nazlının varlığı ödül gibiydi. Onunla gelecek olan her şeyin Halile hissettireceği mutluluğu düşünmek böyle hissettiriyorsa yaşamak cennet demekti.

"Boncuk... Ah güzel boncuğum, yaşasak ya bunu senle..."

Mırıldanarak adımlarını sıklaştırdı. Yiğitin merakla onu beklediğini biliyordu. Üstelik buraya kadar gelmişken onun karın ağrısına da derman olabilirdi.

Bunu düşününce de ötelediği sorumluluklar baskıyı azaltmıştı. Yiğitin böyle aşık olup, aşık olduğu kız için oyun çevireceğini hiç düşünmezdi. O şu ana kadar hayatı park bahçesi gibi yaşamayı seçmişti. Nazlı gibi dışardan kimseyi yaşamına dahil etmeden, olanlarla bağını koruyarak sürdürmüştü hayatını.

Ama şimdi gözlerindeki o güzel parıltı kendi içinde yeşeren o hevesin Yiğite de sıçradığını gösteriyordu. Yalnız kaldıkları o dönemde, kollarıyla sıkı sıkı sarıp uyuttuğu kardeşi şimdi kollarının arasına kendi ailesini sığdırmak istiyordu.

Bu görevi içerisine kasvet yüklemesin diye sürekli düşünmekten kaçınması da tam olarak bundan sebepti. Bir şekilde yuvadan çıkmışlardı. Halasının koynundan uzaklaşmaları gerekmişti ama Yiğit ve ona yeni bir hayat şansı olabilirdi bu. Kendilerini aradıkları, kim olduklarını buldukları şu zamandan sonra belki de gerçekten eve dönme zamanı gelmişti.

Yaşı büyüdükçe halasına daha çok benzediğini düşündü. Onun gibi herkesin birbirine yakın yaşadığı bir hayatı hayal ediyor olmasının başka açıklaması olamazdı.

Kendini, varlığını, hayatını sorguladığı zamanları geçmişti artık. Bir "şey" olma arzusunu eğitmişti. O hiç bir şekilde bir yere ait olamama duygusundan Nazlının koynunda azat olmuştu. Nazlının ona gelişiyle, Halil de kendi için aradığı tüm soruların cevabını bulmuş oldu.

Kulağına bağırılarak içine yerleştirilen "adam olamayacağını, beceremeyeceğini, bir işe yaramayacağını" haykıran cümleler nazlı bir boncuğun gözlerindeki aşkla, ruhundaki dişlerini geri çekmişti. Zaman zaman kendine yaptığı işkenceyi anımsadı. Gidip bir park bankında "biz de böyle olabilirdik" düşünceleriyle geçirdiği saatleri Nazlı yasaklamıştı.

Gülümsemesi genişledi. Nazlının atarlı giderli oraya gidişini yasaklayışı o an için farklı hissettirse de şimdi içine çok hoş bir his yaymıştı. O adamın layık görmediği aileyi Nazlısı ona verecekti.

Son bir adımdı. O adımdan sonra evine dönmek için çok güzel sebepleri vardı...

Yiğitin onu beklediği odaya girdiğinde üçünü bıraktığı gibi buldu. Avcıyla göz göze geldiğinde soru istemediğini bakışlarıyla anlattı. Onlar da ağızlarını bile açmadı.

"Kalk bakalım Yiğit efendi. Şu senin kayınpederi bir inceleyelim."

Yiğit ağabeyini bekliyordu ama çok başka nedenlerden. Şimdi o hiç bir şey olmamış gibi Levent Hancıdan bahsedince afalladı. Ayağa kalkıp Halilin yanına doğru yürüdü.

"Ağabey?"

Halil kolunu omzuna dolayıp ondan yedi santim uzun olmanın lüksünü yaşadı. Ne kadar büyürlerse büyüsün Yiğiti kolunun altına alması hep orada, onları bekliyor olacaktı.

"Madem Umuta kadar geldik ve bir iş yapacaksın sağlam yapalım."

"Abi sıkıntı olmasın? Şimdi ortalık karışık, zaten biraz evvel Tuğgeneral tarafından elim sıkılmış, kafam dumanlı."

Halil kısık bir kahkaha attı. Omzunda asılı duran elini kafasına çıkarıp saçlarını karıştırdı.

"Yürü Allahın leylası yürü. Bu kıyağımı da unutma. Yetkisiz Bilişim erişimine İstanbulda yer bulamazsın artık. "

Yiğit onaylayıp Halilin peşine takıldı. Etrafta insanlar koşturmaya başladığında biraz evvel çocuk gibi onu seven ağabeyi duruşunu düzeltmiş, omzundaki elini çekmiş ve sert adımlarla bulundukları ana binadan çıkmışlardı.

Geniş arazi ortasına kurulan Umuta ilk kez geldiği için Yiğitin gözleri sürekli etrafı tarıyordu.

"Orası neresi?"

Yiğitin işaret ettiği yapıya baktı ve yürümeye devam etti.

"Orası kütüphane. Ana bina gibi sınırlı kişinin girişine izin verilir. Eğitim alanlardan biri girmek durumunda kalırsa da kütüphane refakatçisiyle aradığına bakar. Oldukça eski eserler, kıymetli yazıtlar var. Korunması için büyük özen gösteriliyor. Ama arşiv kısmına bizlerden biri inemez."

İşlerini görecekleri binaya gelmiş oldular bu arada. İçeri girerken Halilin retina taramasına onay çıkmıştı. Yiğiti de kendi yetkisinin verdiği üstünlükle soktu.

Dışardan eski bir yapıyı andırsa da içerisinin teknoloji fuarı gibi görüntüsüyle şaşkınlığını gizleyemedi.

Gözünün gördüğü her yer ekranlandırılmıştı. Daimi bir hayatı kayıt altına alma sistemi oluşturulmuştu. Sırtına dokunan el sayesinde sürekli hareket eden insanların arasından çıkıp yürümeye devam ettiler. Halil yeni bir kapıya geldiğinde tekrar retina taramasıyla krom kapının açılmasını sağladı.

"Burda sisteme her hangi bir şekilde giriş yapmış tüm vatandaşların bilgileri mevcut. Aynı zamanda o bilgilerin verdiği avantajla çok daha fazlasına erişebilecek teknoloji de hazır. Ama ben seni uyarmayacağım. Ne arıyorsan bul ve çıkalım. Bulamazsan değiştirme yok!"

Yiğit içeri adımını atar atmaz onlara bir kaç başın döndüğünü gördü. Kurulmuş sistem insanlığın alımına bırakılmayacak kadar üst düzeydi. Yiğit birliğin hizmetine girene kadar insanlara, onların işlerine yarayacak kadar teknoloji satıldığını bilmiyordu. Ya da insanların umutla çıkmasını beklediği bir telefonun zaten beş yıl önce üretilmiş, satışa çıkmak için bekletildiğinden de haberi yoktu.

Ağabeyini başıyla onaylasa da etrafta fıldır fıldır dönen gözlerini ona çevirmedi. Halilin ensesini sıkmasıyla anca başını çevirdi.

"Oyuncakçıdaki çocuk gibisin yemin ederim. Yürü halledelim şu işi daha başımda bin tane dert var."

Yiğit hızlı hızlı başını sallayıp Halille adımladı. Halil saçlarını oldukça sıkı toplamış, simsiyah giyinmiş, kalın çerçeveli gözlükleriyle parmakları çalışan birinin önünde durdu.

Kadın oyun konsoluyla top peşinde gezer gibi bir beden diliyle çalışıyordu.

"Zehra teymenim!"

Kadın ona seslenilene kadar geniş ekrandan gözlerini çekmemişti. Kadın başında dikilen kişinin varlığıyla ayağa kalkıp hazırol vaziyeti aldı.

"Emredin efendim..."

"Bize biraz müsade edin lütfen, halletmemiz gereken bir iş var."

Zehra anlık bakışlarını Halilin yanındaki kişiye değdirip çalıştığı programı korunmaya aldı hızla. Başında bekleyen adamı sorgulama yetkisi yoktu. Hiç bir şey söyledemeden bilgisayarını hazır hâle getirdi.

"Buyrun efendim hazır."

Arkasını dönüp giden kadınla Yiğitin ağzı yine açıldı.

"Öylece bırakıp gitti."

Halil kadının kalktığı yere geçip oturduğunda mırıldanarak "neyi varsa korumaya almıştır o, tilki gibi" diye fısıldadı. Sonra Birliğin kurduğu bir program üzerinden kendi koduyla sisteme girişini sağladı. Ayaklanıp yerini kardeşine bıraktı.

"Al bakalım Yiğit efendi. Adamın kimlik numarasını biliyor musun demeyeceğim, ayakkabı numarasını bile öğrenmişsindir sen."

Yiğit küstahça bir bakış atıp sırıttı ve hemen geçip oturdu.

"Anasının kızlık soyadının hikayesine kadar buldum merak etme sen."

Ağabeyine laf yetiştirse bile çoktan başlamıştı işine. Levent Hancının genel bilgilerine erişim sağladıktan sonra daha özellerin arasında dolaşmaya başladı. Programın yazılımı öznel cihazlarına erişim imkanı veriyordu. İlk olarak telefonuna sızarak uygulamaları içerisinde dolaştı. Ne kadar zamanı olduğunu bilmediği için taramayı şimdi yapamazdı.

"Ağabey bunları aktarabileceğim bir bilgisayar yokmu? Yoksa sabaha kadar bakınmamız gerekecek."

Halil yanına çekip oturduğu sandalyeye yayılmış, kollarını bağlamıştı.

"Hiç bir veriyi aktaramazsın. Ne görüyorsan onunla yetin. Sabaha kadar da burdayız merak etme."

O saatten sonra aralarında konuşma geçmedi. Yiğit mesajlarına, maillerine, banka hesap hareketlerine ve ona istediğini veren borsada işlem yaptığı ağa kadar sızdı. Kimlerle iş yaptığı, ne kadar parayı işletip, ne kadarını içerde tuttuğu derken Levent Hancının tam da tahmin ettiği gibi birisi çıkması onu yanıltmadı. Özellikle yabancı yatırımcılarla yaptığı anlaşmalarda kullanılmak üzere emanet edilen paralar yıl içinde repoda kullanılmış ana para sahibinin hesabında işleme sokulduğunda kâr farklı hesaplara aktarılmıştı. Ne hikmetse bu hesaplar hep yakın tarihte açılan ve para hesaptan çekildikten sonra kapanması üzerine talimat verilen seyyar hesap gibiydi. Yatırımcılarının güvenini kendi amaçları için kullandığı yetmezmiş gibi kâra geçen paraların hiç birini işleme sokmadığından vergiye de tabi tutmuyordu. Bununla beraber şirketin hesaplarını da karıştırdı. Maliyenin dikkatini çekecek faturalandırmaları aklına kazıdı. Daha özel bilgileri incelerken mesajlaşmaların içerisinde o günkü kadınla olan bir konuşma hırsını ayyuka çıkarmıştı. Bir kaç ay öncesinde kalan bir konuşmaydı. Kadın evin onun üzerine yapılıp yapılmayacağı üzerine sırnaşık mesajlar atarken Levent Bey arsızca bir cümle kurmuştu. Her daim böcek muamelesi gördüğü Hikmet Beyin kıymetli kızına hediyesini isterse yıktırabilceğini söyleyip, üzerine dalga geçiyordu. Süreyya hanımın o günkü yüzünü görmek için nasıl sabırsızlandığını metresi olan kadına keyifle anlatıyordu. Utanmazca kızına belli etmemek için girer banyoda ağlar diye iğrenç bir eğlence yürütüyordu.

"Ulan seni bonyoda zırıl zırıl ağlatmazsam..."

Meyranın böyle bir adamla büyümüş olması içini daralttı. Onlar da çok kötü bir hayatın içine doğmuşlardı ama halası ve eniştesi yepyeni bir yaşam armağan etmişti. Meyra böyle bir adamla yaşamak zorunda kalmıştı. Adamın dilini çözmüştü. Sürekli aşağılama üzerine kurulmuş cümleler, üstten kibirli tavırlar içinde bir kız çocuğunun ruhu ne kadar hasar alırdı düşünmek istemedi. Onların ailesinde Nazlı ve Zümrüt kaç yaşında olursa olsun bebek gibi bakılmıştı. Eniştesinin tek bir kötü sözüne şahit olmamıştı. Şimdi kendi kızından anasının ezik kızı diye bahsedilişi, insan olarak zerre saygı duymadığı bir kadının önünde hâlâ aşağılayan cümleler kuruşu öfkesini kızıştırdıkça kızıştırdı. Mahkeme günü sabahı olan yazışmalarla zerre merhamet edecekse bile artık o sınırı geçmişti.

"Bu gün sende geliyorsun benimle. Olabilecek en güzel hâlin olsun Nihal. Süreyya hanım kadın ne demek görsün. İsteksiz, buz gibi, ağlak kadınların sonu nasıl olurmuş öğrensin. Benim gibi bir adam nasıl kadınları hak eder gözüne sokacağım onun. Meyra hanımda babasını tehdit etmek ne demek çocukluğunu sana verdiğimi öğrendiğinde anlayacak! En ateşli görüntünle benim yanımda duracaksın Nihal. Ana, kız benim kim olduğumu bir kere daha anlayacak!"

Bu mesajın her kelimesi beynine kazındı. Her kelime için ayrı yalvartacaktı ama öncesinde Meyraya çocukluk anılarını geri iade etmeliydi. Dudağı keyifle kıvrıldı. Sarı bu habere bayılacaktı. Belki kucağına doğru bayılırdı. Hoşuna gitti bu ihtimal. Zaten küçücük bir şeydi, Yiğit kucağında sabırla ayılmasını beklerdi.

Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Omuzları, beli deli gibi sızlıyordu ama aradıklarını bulmuş olmanın huzuru her şeye değerdi. Geriye doğru yaslanıp ekrana bakmaya devam etti. Sabırla yanında bekleyen ağabeyine başını çevirdiğinde onun duruşunun bile bozulmadığını gördü.

"Yemin ediyorum robotlaşıyorsunuz. Kuyruk sokumun da mı ağrımadı abi? Sağa sola kıpırdan bari!"

Halil sol bacağını sağa atarak geriye doğru genleşti.

"Keyfin yerine gelmiş. Tamam mıyız?"

Yiğitin gülen yüzü, kısılan gözleri, gevşemiş bedeniyle zaten Halil işini bitirdiğini anladı.

"Anasına helva kavurtturacak kadar elim güçlü artık. İlk şu yazlığı alalım üstünden sonra maliyeyi başına sararız. Yazlığı kurtaralım metresinden. Elinde ne var ne yok alındığında daha çok diş bileyemesin oraya."

"Vergi mi kaçırmış?"

Yiğit kısık bir ıslık çaldı.

"Kaçırmakla kalmamış, müşterileri için naylon faturalandırma yapmış birde. Sadece kendi için pezevenklik yapmamış. Bir kaç parasını işlettiği adam içinde vergilerden kurtulsunlar diye devleti kandırmış. Hepsi yalancı istihtamcı. "

"Of of offf... Hadi kalkalım, acıktık."

Yiğit ekranı ve dolaştığı her yeri temizleyip ayaklandı.

"Şimdi senin durumu konuşalım. Damga diyorlar, üstelik ben ne alaka?"

Halil önde Yiğit arkada çıktılar binadan. Hiç durmadan soru soran Yiğitin omzuna alışılmış şekilde yine sarıldı.

"Egon zedelenecek Yiğit efendi ama seni birime götümü kolla diye almışlar. Yap bakalım şovunu, arkamı toplama işini sana yıktılar..."

"İlk andan kullanıldığımı hissetmiştim, Allah sonumuzu hayra çıkarsın."

"Amin aslanım. Ben bir süre Bursaya gidemem muhtemelen. Damganın iyileşip, dövmelenmesi zaman alacak. Senin de biran evvel İncirlikte başlaman istenir. Fırsat bulduğun her an Bursada olursun diye düşünüyorum."

Yiğit biraz evvel ki neşeli halinden sıyrıldı.

"Bu damga işi şart mı? Sınırlı sayıda kişide olduğunu biliyorum. Sen açığa çıktığında zaten burayla işin bitmeyecekmi, ne gerek var?"

"Hiç birimizin burayla işi bitmez Yiğit. Sorumluluğu değişir. Ben aktif görevlerden azledileceğim belki ama anahtar olmaya devam edeceğim de. Bunları düşünme sen, ben her şeyi toparlayacağım."

Yiğitin ağabeyini hiç sorgulamadan bir güven duygusu vardı. Bir çok şeyi derinlemesine sorgulamadının önüne geçen bu güven için Halil ona minnettardı.

Sabahın altısında yiyebilecekleri tek şey daimi çalışanlar için hazır tutulan çorbaydı. Yemekhanenin boşluğunda çorbalarını alıp oturduklarında Yiğit telefonunu çıkardı.
Halil soru sorar gibi göz kırptığında sevimli bir çocuk gibi gülümsedi.

"Kayınpederini günaydın demek için aramayan damadı ne yapsınlar değil mi?"

Telefonu kulağına götürdüğünde biraz evvel Halilin kırptığı gibi gözünü kırptı. Uzun çalışlar sonucunda telefon açılmıştı.

"Kimsin?"

"Günaydın sevgili kayınpederim, nasılsın?"

Bir kaç hışırtı sesiyle yattığı yerden adamın kalktığını anladı.

"Kimsin lan sen?"

"Kırıldım, incindim, üzüldüm şimdi Levent Bey. E biz seninle tanışmıştık."

"Kişisel telefonumu bildiğine göre tanışmışız mutlaka! Kimsin?"

"Memnun olmayacaksın ama hatırlatayım. Meyranın sözlüsüyüm. Mahkeme sonunda tanışmıştık, ayıldın mı kayınpederim?"

Yiğitin bir insanın sinirlerini çok daha germesine neden olan konuşması Halilin kısık bir kahkaha atmasına neden oldu.

"Hmmm hatırladım. Bizim kızın peşine düşen salaksın sen. Eeee sabahın altısında beni aramanın iyi bir sebebi vardır umarım! "

"Aynen o salak benim Levent Bey. Ayrıca aramamın oldukça iyi bir nedeni var. Oldukça güzel haberlerim var."

"Güzel haber?"

"Aynen! Pazartesi günü noterde hazır bekleyin! Hile hurdayla aldığınız yazlığı Süreyya annemin ve Meyranın üzerine yapacaksınız!"

"Yapma ya! Öyle mi yapacak mışım?"

Yiğitin gevşek yüzü olabildiğine sertleşti o andan sonra.

"Aynen öyle yapacaksın Levent Hancı! Ha dersen ki kolay yoldan sorunumuzu çözmeyelim, sen beni mahvet dersen ona da varım ben. İlk maliyeyi mi başına sarayım yoksa iş yaptığın adamların paralarını kendin için kullanıp sonra da hiç bir şey olmamış gibi kâr dan kendince pay almanı mı halledelim? Ya da dur dur biz, ilk naylon faturaların için bir görüşme ayarlayalım senle!"

O anda telefonun diğer ucundan bir gürültü duyuldu. Çıkan sese bakarsa bir bardak kırılmış olabilirdi. Cam parçalanma sesi oldukça netti.

"Sen! Sen ne saçmalıyorsun?"

"Sana seni mahvedeceğimin sözünü verirken keşke bir miktar ciddiye alsaymışsın Levent Hancı. Metresine mahkeme sabahı attığın o mesajın acısını almadan bırakmayacağım peşini. Karaktersiz bir kadına, tertemiz Süreyya annemi aşağılatmak ne demek hiç unutturmayacağım sana! Arama motoru geçmişin de dahil her şeye ulaşmışken yerinde olsam sesimi keser, anlaşma yapmaya çalışırdım."

O sırada kulağından uzaklaştırdığı telefona, ağabeyine kaçamak bakışlar atarak kurcaladı. Sonra ise telefonu geri kulağına götürdü.

"Sana bir kıyağım olsun bunlar. Şimdilik özel bilgilerinin fotoğraflarıyla yetin. Elimin altında nasıl tuttuğumdan emin ol! Sonra istersen benimle inatlaşabilirsin, inan bu bana daha keyif verir. Ha bu arada güzel haberlerin senin için olduğunu söylemedim, bana kırılmaya hakkın yok. Hayırlı sabahlar tekrar kayınpederim!"

Başka bir şey demeden telefonu kapattı. Sonra ise çatık kaşlarla ona bakan ağabeyine suçlu ifadesini bozmadan kaçamak bakışlar attı.

"Yiğit!"

"Valla sadece WhatsApp yazışmalarına eriştiğimi görsün diye monitörün fotoğrafını çekmiştim. Ha birde banka hesaplarına girebildiğimden emin olsun diye kısa bir video kaydı..."

Sona doğru sesi iyice kısılmıştı. Ağabeyinin hâlâ sinirli bakışlarıyla utanmış halde başını eğdi.

"Abi adam yazlığı versin diye. Kadının üzerinde tapu. Yahu adam söylediklerimin gerçekliğinden emin olmadan nasıl dediğimi yapsın? Al bak, valla başka bir şey aktarmadım. Ekran kayıtları sadece."

Halil önüne uzatılan telefona saniyelik bir bakış atsa da geri kardeşine döndü.

"Abi lan?"

Halil başını esefle iki yana sallayıp çorbasını içmeye devam etti.

"Utanmıyorsun da!"

Çorbasını içerken edebileceği en az lafı söylemişti. Ağabeyinden sert bir tepki almamış olmasının etkisiyle hemen bedeni gevşeyip, gülümsedi.

"Uyuyamaz da artık puşt. Gönderdiğim iki kareyi pixel pixel inceleyip, götü tutuşur "

"Gevşeme!"

"Abi lan, yüzünü bir görseydim var ya. Of çok içimde kaldı. Gavat! Ben götünden kan alırken mesaj yazan parmaklarına sövecek."

İyice keyfi yerine gelmiş bir hâlde çorbasını içmeye başladı. Mavişe bu haberi vermek için oldukça sabırsızdı.

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

Yiğit Meyrayı yurda geri bırakmak için yola çıktıklarından beri sık sık yanında oturan kızı gözetliyordu. Meyra hanım artık ne düşünüyorsa bir an gülecek gibi oluyor sonra o iki tutam kaşını geri çatıyordu. Şu insanların zihhnini okumaya yarayacak teknolojiye hâlâ ulaşılmamış olması ne kadar da ayıptı.

Sonra dudağı sinsice kıvrıldı. Eli müzik listelerine erişmek için ekranda dolaşmaya başladı. Aradığını bulduğunda ise daha çok sırıtıp müziğin sesini yükseltti.

 

Şarkı başladığında direksiyonda ki parmakları ritim tutarak kıpırdamaya başlamıştı bile. Kararmış yolu izleyen Meyra da bir anda ortama dolan sesle sıçramış, ilk yüzü Yiğite sonra ekrana dönmüştü.

Sinan özen sesine "evlere şenlik kızınız var, bizimde onda gözümüz var, belki biraz da nazınız var, almaya geleceğiz vallahi" sözleriyle yanındaki davar eşlik edince ağzı ilk şaşkınlıkla açıldı.

Biri bu adama gerçekten şarkı söylemek konusunda çok vasat olduğunu söylemeliydi. Bunu biran evvel yapmalı ve Meyrayı bu eziyetten kurtarmalıydı. Eli hızla uzanıp müziğin sesini iyice kısmak için harekete geçti.

"Bu ne be?"

Yiğit şarkı kısılsa da mırıldanarak ritim tutmaya devam etti. Gözünün kenarıyla ona bakan kıza bakış atıp geri yola döndü.

"Şarkılı mesaj yolluyorum anlarsın diye de sen hakikaten kütük gibi bir kızsın. Burda rengimizi belli ediyoruz, niyetimiz ciddi anla diye ne hallere giriyoruz gördüğümüz tepkiye bak. Hey gidi doksanlar, gençliğimi yaşamam gereken zaman o zamanmış be!"

Meyra bön bön baktı. Sonra şarkının sözleri kısıkça kulağına dolmaya devam edince kendini belki de ilk kez Yiğitin yanında özgür bıraktı. Arabanın içerisindde yankılanan kahkahası hiç bu kadar tasasız olmamıştı.

Aklım kaldı yolunda
Uykularım da onunla
Kararlıyım en sonunda
Gelecez alacaz vallahi...

Kahkahası yavaş yavaş durulduğunda yaşaran gözlerini parmaklarının ucuyla sildi.

"Sen... Sen nasıl bir manyaksın Yiğit? Ama bak gerçekten soruyorum bunu, bu nasıl bir kafa?"

Yiğit teessüf ederek baktı sonra da omuzlarını silkti.

"Allahın sarı susam taneciği, manyak edip bir de dalga geçiyor rabbim. Burda derdimizi anlatacağız diye girmediğimiz hâl kalmamış, çeyrek simit kılıklı kız eğleşiyor benle."

Söylene söylene yola devam etse de Meyranın gülmesi yüzünden silinmemişti.

Bu akşam olanlar, Yiğitin yanındaki varlığı. Öpüşmeleri ve artık "biz senle şimdi neyiz" diyen yarım akıllı sevgilisiyle hiç bir zaman hissetmediği kadar hafif hissediyordu kendini.

Ve birde Yiğitin ona söyledikleri vardı. İçini kıpır kıpır eden o söylediği... Pazartesi günü gerçekten o adamdan alabilecekler miydi evlerini emin olamıyordu. Şimdi erkenden sevinip hayal kırıklığına uğramak istemiyordu ama içinde coşmak için bekleyen yanını zaptetmek çok zordu.

"Yiğit?"

Yiğit ters bir bakış attı mırıldanarak ona seslenen kıza.

"Sarı civciv senin kelime hazneni bir yoklasana! Orda bir yerde böyle tatlı hitap şekilleri yok mu? Şöyle bir aşkım olur, hayatım olur, hiç olmadı evimin direği, gönlümüş şenliği Yiğit erkeğim olur. Olurda olur yani. Bir bak oralara sen ya. Millet sevgilisini kurt bakışlım, aslan yelelim, canımın sultanı diye sever, bizimki adımızı yeni sesleniyor. Gerçi şükür mü etsek ki dana da diyebilirdin. Bak şu an fark ettim, gelişme var kız sende. Adımı sıfatsız söyledin."

Hızlı hızlı konuşan, kendi kendine laf yetiştiren adama baygın bakışlarla baktı Meyra.

"Canımın sultanı?"

"Aynen! Bak Hürreme, sultanım diye diye koskoca Süleyman'ı götürdü. Sende feyz alır mısın kudretli sultanlardan?"

"Sen bunları inanarak mı söylüyorsun şu an?"

Yiğit üstün körü yan bakıp baştan aşağı kızı süzdü. Dudaklarını büzüp -cık -cık sesleriyle durumu özetlemiş oldu.

"Tabi sende haklısın. Bünye alışkın değil, geri teper Allah muhafaza. En azından aitlik eki kullan bari."

"O ne be?"

"Kızım dana falan diyorsun ya danam de beri. Ulan Nazenin o soluk benizli Asafa canım diyor adamın kan ünitesi yükseliyor anında. Kurban olduğum hep mi komşuda pişeni izleteceksin. Şu kız hiç mi ziyafet masası kurmayacak bana?"

Meyra her zaman olduğu gibi sinirlenmek istedi aslında ama içindeki bu his izin vermiyordu. O kaşlarını ne kadar çatmaya çalışsa da dudakları kıvrılmak için çok daha büyük güç uyguluyordu yüzüne.

"Danam diyeyim yani?"

"Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi diyeceğiz ne yapalım. Zamanla öğretirim ben sana tatlı tatlı konuşmayı. Erkeğim, yiğidim, gün ışığım falan bunlar hoşuma gider ama aklında bulunsun."

"Erkeğim?"

"Hı hı... Çok eril bir hitap şekli. Sen bana böyle konuşsan parmağında oynatırsın valla beni. Kendimi biliyorum sonuçta. "

Meyra yine kahkaha attı. Sol bacağını içe katlayıp yönünü iyice Yiğite dönmüştü. Kavga anları da çok eğlenceliydi aslında. Kendine yalan söylemeye lüzüm yoktu ama şu andan da keyif almadığını söylerse büyük günaha girerdi.

"Senin hitap şekillerini konuşalım mı Yiğit bey? Çirkin, camgöz, susam, yarım porsiyon, yer biti hmmm başka ne vardı. Yere yakınım, göğe uzağım! Sen bu işte resmen bir duayen mişsin."

Yiğitin de ağzı kulaklarına varınca keyfi daha çok yerine geldi.

"Çirkin mevzusunu konuştuk sarı, orayı geçiyorum. Yer bitleri çok tatlıdır bir kere. Böyle minik minik zıplarlar falan. Yere yakın kısmı da yalan mı kızım? Şu an içimizde yer küreye en yakın ebat senin ki. Zümrüt le Bera var bir de ama onlar gelecek yıla seni sollarlar. O yüzden yarış dışı tutuyorum o iki zıpırı."

Meyra dönüp dolaşıp tüm konuların boyuyla bitmiş olmasına ayar oluyordu. Sen çok mu uzunsun dese adam 1.85 ti. O da istemez miydi yirmi santimi daha olsun ama vermeyince mabut neyleyecekti Mahmut?

"Benim bir bu kadar da yerin altında boyum var danacığım, ayağını denk al. Göremediğin kısmım çekip almasın o yer küreyi altından!"

Yiğitin ıslığıyla hırslı bakışları tekrar yüzüne döndü.

"Seni uçururum diyorsun yani? Tamamdır, bana uyar. Bayılırım yarım porsiyon yaprak dönerim tarafından uçurulmalara."

"Boğa burcu musun sen ya? Bu ne açlık?"

"Oğlağım ama yükselen boğa. Bildin sayılır sarı şeker. Artık beni ne kadar inceliyorsan yükselenim, alçalanım her şeyime hakimsin."

"Salak..."

Meyra oturuşunu düzeltip başını sağına doğru çevirdi. Yurda yaklaşmışlardı. İçli bir nefes alıp bıraktı. Yurda girecek ayakları sanki kullanım dışıydı. Herkes sussa Nazlı susmazdı artık. Rabbinden sabır diledi. Zıvanadan çıkarıp kavga etmesine sebep olmasalardı bari. Bir kere daha kavga ederse özel yurttan bile atılmayı başarmış olacaktı sonuçta.

Araba yurdun önünde durunca kemerini çıkarıp ona dikkatle bakan adama döndü.

"Şey... O dediğin... Yani pazartesi için dediğinde ciddi miydin?"

Yiğit bütün yol boyunca zevzeklik yapmamış gibi ciddi bir ifadeyle Meyraya baktı.

"Sabah yedide hazır ol ki erkenden gidelim. Süreyya anneyle de zaman geçirelim Meyra. Geri kalan hiç bir şeyi düşünme. Sizin olan size geri dönecek, söz veriyorum."

Uzanıp Meyranın alnına bir öpücük bıraktı. Az geri çekildiğinde Meyranın kapanmış gözlerine tebessümle baktı. Sonra burnuna da aynı öpücükten kondurdu. Meyra hâlâ hiç kıpırdamadan bekliyordu. Yiğitin gülümseyişi büyüdü. İtirazsız böyle bekliyor oluşu yanaklarını ısırsa aynı şekilde devam eder miydi acaba? Denemeden bilemezdi. Burnunu burnuyla iki yana itip dudaklarını dudaklarına yaklaştırdı. Meyranın hızla aldığı nefesi kahkaha attıracaktı ona. Sonra da hızlı bir hamleyle dişlerini yanağına geçirdi.

"Ayyyyyy!!!!"

Çığlığı bir anda kulağını sızlatsa da umursamayıp dişleriyle kıstırdığı yanağı serbest bırakıp bir de şap diye ses çıkaran bir öpücük bıraktı.

Meyranın koca koca açılmış mavi gözleri ve yanağına kapanmış eliyle ne kadar şok olduğunu görebiliyordu. Yüzündeki pis sırıtış yayıldıkça yayıldı.

"Sen! Sen ne yaptın? Isırdın beni!"

Kızın tiz sesine burnunu kırıştırsa da keyfi çok yerindeydi.

"Canım çekti, tadına baktım ne var bunda?"

"Ama sen hakikaten hayvansın Yiğit!"

Meyra hâlâ ısırılmış yanağını tutuyordu. Yiğit kıyamayıp elini bileğinden kavradı.

"Tamam tamam öpeyim geçsin. Oy yerim krekerimi ben, acımış mı canı? Gel az seveyim de affet."

Çocuk eğler gibi konuşup yanağından çektiği eli öpünce Meyra bi gevşer gibi oldu. Sonra dediği gibi ısırdığı yeri tatlı tatlı öptü bu sefer. Geri çekildiğinde mavi gözlerindeki parıltılara Yiğit iç çekerek baktı.

"Hadi sen de öp de gideyim. Pazartesi burdan alırım seni. Ha engel atma işini de bırak gözünü seveyim, on dakika uğraşıyorum sonra. Ara, sor halimi hatrımı."

Yiğitin vedalaşır gibi kullandığı cümlelerle Meyra alt dudağını ısırdı. Gidecek miydi ki?

"Sen... Şey burda değil misin ki? Hafta sonu ya ondan sordum."

"Yok papatyam, İstanbula dönmem lazım. Hafta sonu da çalışıyorum anlayacağın. Ama sık sık arayıp sesini duyarım değil mi?"

Meyra ısırıp durduğu dudağının derisini soymuştu. Araşırlardı artık. Sonuçta biz şimdi neyiz ki konuşması yaşanacak kadar ilişkileri vardı. İçine tuhaf bir gülme isteği doldu. Şaka falan değildi. Meyranın gerçekten bir ilişkisi vardı.
Kafasını onaylar gibi salladı.

"Konuşuruz o zaman. Şey, ararsın müsait oldukça. Ben müsait olurum yani. Hafta sonu ya ondan öyle dedim. Neyse ineyim ben, geç de oldu."

Yiğit tekrar uzanıp dudağının kıyısına bir öpücük daha bıraktı. Meyra da kendini sorgulamadan uzanıp yanağına dudaklarını değdirdi ve geri çekildi.

"İyi geceler canımın danası..."

Mırıl mırıl konuşup indikten sonra Yiğitin yüz kaslarını ağrıtan gülüşü olduğu yerde duruyordu. Canının sultanı olamasa da danası olmuştu. Bu büyük bir adımdı ikisi için.

Meyra ardında bıraktığı adamın hâlâ gözlerini üzerinde hissederken yurt kapısından içeri girdi. Sessiz sakin adımlarla, varlığını belli etmeden odasına ulaşırsa her şey çok daha kolay olacaktı. Asansörün önüne geldiğinde en üst katta olduğunu gördü. Hiç zaman kaybetmeden merdivenlere yöneldi. Adımını attığında bir sesle gözleri kapandı. Yurt değiştirmek gerekecekti kesinlikle!

"Erkekleri tepenize çıkartırken iyi düşünün kızlar. Sonra niye bunlar başımızın üstünü koltuk sanıyor diye ağlamayın!"

Ardından gelen kahkaha sesleriyle omuzları düştü.
Ortak alan olarak kullandıkları bölümün eşiğinde dört beş kız öylece durmuş ona bakıyorlardı.

"Haklısın Pelin. Ne o öyle bir sevgili yaptı diye götü başı dağıtma halleri? Hayır biz senin kıllı bacaklarını görmüşüz zamanında. Nedir bu prenses hâller?"

Kübra'nın Pelin'e söylermiş gibi yaptığı ama sırtlan sırıtışıyla kendine bakarak konuşması Meyrayı nasıl irite ediyordu. Yine kulakları çınlatası bir kahkaha tufanı koptu.

"Kız ayılıp bayılıyorlar birde. Sadrazamın sol parmağımı bu adam? Nedir yani? Şu erkeklerin size hükmetmesine izin vermeyin canımmmmm..."

Serapın tırnaklarına baka baka kurduğu cümleyle Meyra yanağının içini ısırmaya başlamıştı. O sırada arkadan iki kıza kollarını dolayan Zara kafasını ikisi arasından uzattı.

"Lan Allahın yarım akıllıları! Milletin içinde ne o öyle sarılıp elleşmeler? Bir siz de mi var, nedir bu havalar?"

Eğlence yakalamış her toplu kız gurubunun yapacağını dibine kadar yaşıyorlardı şu an. Bir zamanların erkek düşmanı Meyrası, koca cadde ortasında öpüşürse kimse bu durumu sessizce yaşayıp, unutmazdı.

"Siktirin gidin lan! Tüm devrelerim yanmış zaten, sizden alırım hırsımı!"

Meyranın bağırtısı tekrar kahkaha sebebi oldu.

"Owwwww! Kız enişte alamadı mı senin elektriğini?"

"Yavru o elektirik alınacak elektrik miydi? Trafo patlatır bir andı. Ben her an şehrin enerji akımı kesilecek diye bekledim."

"Öyle güzel yürüyor ki zilli kesin izmirliiiiii..."

Meyra baş edemeyeceğini anlayınca sırtını dönüp koşturan adımlarla çıkmaya başladı. Yiğiti eline geçirirse canının sultanını gösterecekti! Aitlik ekiymiş! Millet danasını yüzen İzmirliyi konuşacaktı bu günden sonra. Ardından hâlâ söylenen şarkı kulaklarında çınlıyordu sanki.

Odasına giden koridora girdiğinde Sinem ve Elifi gördü. Elifin yüzündeki maskesine bakıp gülecek gibi olduysa da vazgeçti. Hâli yoktu ki onlar zaten bakıp sırıtıyorlardı.

"Kız İzmirli! Bak bi bak. Kaçma gel ayol şuraya. Yaktınız ortalığı, küllerini toplamayı bize bıraktınız kız."

Meyra araya kaynayan konular olduğunda ötelemek zorunda kalırdı bazı şeyleri. Ama bu şeylere gözlerine lens takarak onun Yiğitine yavşamak dahil değildi.

"Seni gökte ararken yerde buldum Sinem! Gel lan buraya! Kimin mavişi oluyormuşsun sen bir daha söyle sen o lafı!"

Sinem sırıtmasını bozmadan Elifin ardına geçti. kendinden uzun kızın bedenini kalkan gibi kullanıyordu resmen.

"Yavrum ne bilelim eniştemiz olduğunu. Kız Allah çarpsın adam seni vakumladığı anda dünya ahiret bacım oldu!"

"Gel lan sen buraya! ben sana göstereceğim vakumu. Çekil kız sende ortadan, gümbürtüye gideceksin."

Meyra, Elifin kolunu tutup aradan çekmeye çalışırken aldığı tek tepki kahkaha oluyordu.

"Meyra dur gözünü seveyim ya. Bak maskem düşecek yüzümden, Sinem çekil sen de be kızım!"

"Koru beni Elif. Bu tıfıl tavuk parçalar valla beni. Ay çok güzeldiniz ama yaaaa. Videoya aldık Meyra. Seni ünlü yapacağız şekerim."

"Lan ben seni şu koridora yatırıp bağırtmaz mıyım?"

Elif'in koluyla Meyrayı itelemeye çalışması, Sinemin ardından uzanıp laf sokup geri saklanma çabaları derken ortalık hareketlenmişti.

"Olmaz şekerim! Aldattırmam enişteyi sana. Hiç hallenme bana. Ayrıca başın bağlı kızım hâlâ beni yatırma hayalleri kuruyorsun, hiç yakıştıramadım."

"Gel sen gel! O keratinli saçlarını nasıl yoluyorum izle beni!"

"Lan dursanıza maskem kaydı diyorum. Ödetirim ikinize de! Çekil kızım ya. Kısacık bir şeysin deli gücü var yeminle."

"Koru beni Elifim. Bu azgın İzmirliyi enişte kesmemiş namusuma göz koyuyor."

"Sinem kurban olayım sus! Vallahi tutamıyorum deliyi. Nazlıııı!!!!"

"Dur sen dur bi tarafına koyunca böyle konuşabilecek misin? Kime laf attın sen bak öğreteceğim ben!"

Seslere Nazlı ve Nazenin fırlayıp çıktı odalarından. Nazlı, Elifin ortada bir Meyrayı bir Sinemi tutmaya çalışmasını ve yüzündeki nem maskesini gördüğünde kalakaldı. Zavallı kız ayağının birini de Meyra tekme atmasın diye Meyraya dayıyordu. Beli düşmüş eşofmanı biraz daha zorlansa sağlam bir firikik verecekti.

"Kızım ne bakıyorsunuz alsanıza şu deliyi üstümden! Kız gülmeyin kıçım açıldı be!"

Nazeninin kıkırtılarına Nazlının kahkahaları karıştı. Sonra da koşturan adımlarla Meyraya yaklaştılar. Hâlâ hırsla küfür edip, Sineme saldırmaya çalışan kızı iki arkadaşı kolundan yakalayıp Elifin üstünden aldı.

"Bırakın lan beni! Gel buraya gel. Bir daha benim sevgilime salya akıtacak mısın öğreteceğim gel!"

Meyranın saldırısından kurtulan kız Elif'in yanına geçse bile hâlâ kolları Elifi tutarak kendine siper ediyordu. Yüzündeki sırıtış Meyrayı çıldırtsa da engel olamıyordu.

"Ama şekerim hani bir erkek için birbirine giren kızlara sen ifrit olurdun. Ayıp değil mi adamın biri koca caddenin ortasında seni öptü diye beni incitiyorsun. nerden bileyim ben adam kim? Müzik zevkini beğenince isterse mavi lensle bir orta yol buluruz dedim."

Meyra başını sağa sola eğip boynundan küçük iki çıt sesi çıkardı.

"Yok ben bunun amına koyacağım, başka olmayacak bu!"

"Ay ay ayyyy tamam be! Takılıyoruz işte. Eniştemiz olur kendisi. Allah sana bağışlasın. Ha bir sor bakıyım kardeşi, kuzeni en olmadı arkadaşı varmıymış enişte beyin. Gözlüklü olması tercihim."

Meyra Nazlı ya baktığında onunda kaşları çatılmıştı.

"Ama bak kaşınıyor Nazlı ya. Bak ne diyor bana? Hem dolaylı yoldan Halil enişteye de yürüdü bu!"

Sinem ne olduğunu anlamadan gözlerini iri iri açmış kendine öfkeyle bakan Nazlıya döndü. Şaşkınlıkla ağzı aralanmıştı.

"Kız! Kız Allah sizi ne yapmasın. Bir gittiniz bir geldiniz ikiniz de sevgili mi yaptınız? Elifff!!! Elif bunlar bile sevgili yapmış üç aydır boştayım Elif! Gel bana da bakım yapalım Elif!"

Sinem dertli bir hâlde Elif'in koluna girip odasına çekildiğinde Nazlı ve Nazenin Meyranın kolundan çıktı. İkisi de arkadaşına dönüp kaşlarını kaldırmışlardı.

"Ne bakıyorsunuz be?"

"Eeee?"

"Ne var lan?"

"Yiğit nerde sarı şeker? Biz bu gece gelemezsin diyorduk. Ne yaptınız?"

Meyra omuzlarını düşürüp ardını döndü. Ayaklarını sürüye sürüye odasına doğru yürümeye başladı. Kızlarda hemen peşine takıldılar. Meyra geçip yatağına oturduğunda ayakta ondan tek kelime duymak için bekleyen arkadaşlarına baktı. Hali tavrı çok durgundu.

"Bana yardım etmeniz lazım."

Nazenin anlamadığı için yine Nazlıya bakıp geri Meyraya döndü.

"Meyra kuşum ne oldu balım? Çok güzeldiniz, bir şey mi oldu?"

Meyra boş vermiş bir ifadeyle bakıyordu.
O bilmediği sularda nasıl yüzecekti ki?

"Yiğit ona tatlı kelimeler kullanmamı istiyor. Canımın sultanı, kurt bakışlım, aslan yelelim falan diyecekmişim. Allah aşkına ben nasıl diyeyim öyle şeyler?"

Nazlı ve Nazeninin boş bakışlarına yüzündeki durgun ifade kırılır gibi oldu.

"Sevgililer birbirlerine tatlı sözler söylüyor ya. O da öyle istiyor. Az yardım edin de şuna hakaret etmeden seslenecek kadar dilimi eğitelim..."

 

Loading...
0%