Yeni Üyelik
36.
Bölüm

Mevzu Atlı Karıncalar Değil Dönen Dolaplar

@orenda

 

 

 

 

Biraz durağan bir bölüm oldu, geçiş bölümü gibi düşünebiliriz. Umarım seversiniz.

 

Keyifli okumalar😘

 

 

 

Halil ardında bıraktıklarını zerre umursamadan Nazlının elini kavrayıp çıkardı emniyetten. O zor şer bulduğu aralıkta karısını görmek için kırk takla atmışken başlarına gelene inanamıyordu.

 

"Halil?"

 

"Yürü boncuk! Asabın fena bozuk zaten, şunları görmesin gözüm!"

 

Nazlı kırkırdaya kıkırdaya onu çekiştiren kocasının peşinden hızlı adımlarla yürüdü.

 

"Eğleniyorsun bakıyorum da!"

 

Halilin sesi ne kadar sinirli çıkıyorsa Nazlının ki o kadar eğlenmişlik içeriyordu.

 

"Sert erkeğim benim. "

 

Nazlı bir kaç hızlı adımla önüne geçti Halilin. Ona ters bakışlar atan kocasının boynuna kollarını doladı.

 

"Dalga geçme!"

 

"Ama sevgilim hayatımızda aksiyon eksiğimiz vardı, Asaf karşıladı. Hem oh olsun Vural köpeğine. Ne güzel haşat etti best eniştem."

 

Halilin ters bakışlarını zerre umursamadan içinden ne geliyorsa söyledi Nazlı.

 

"O best enişten versin bakalım yıktığı mekanın hesabını! Yiğit gerizekalısı da çanak tutuyor birde! Ya birinize zarar gelseydi?"

 

Nazlı hiç umursamadan omzunu silkip parmaklarının üzerine yükseldi ve iki yanağına sesli birer öpücük bıraktı.

 

"Kim? Hey yavrum hey! Benim aslan gibi kocam varken kim zarar verebilirmiş bize? Alnını karışlar benim herkülüm hepsinin. Ay Halil üzerine atılan çocuğu ensesinden tutup fırlattın ya... Offf çok seksiydin hayatım."

 

İşin eğlence kısmı demek ki boncuk hanıma kalmıştı. Yüzünü okşayan elini Nazlı ne olduğunu anlamadan ısırdı.

 

"Ayyyyy! Ne yapıyorsun Halil? "

 

Halil yavaş yavaş yüzünü terk eden sinir emarelerinden arınıp tebbessüm ederek baş parmağının başlangıç kısmına bakan Nazlıya göz kırptı.

 

"Anan mı öğretiyor sana bu lafları? Böyle konuş, parmağında oynatırsın mı diyor?"

 

Nazlı hemen biraz evvel ki keyifli hâline geri döndü.

 

"Yıllar içerisinde gözlemlediğim bilgileri hayata geçirme zamanım geldi bir tanem. Ne diyorsun, işe yarıyor mu?"

 

Halil boynuna kolunu dolayıp yürütmeye başladı Nazlıyı.

 

"Yürü serseri, evimize gidelim de orda yap şovunu. Ulan zor şer karımın yanına geldim halime bak. Nezarete düştük otokontrolüyle övünen adam yüzünden!"

 

Boş bir taksi bulup Halilin Bursa da ayarladığı eve doğru ilerlediler. Eve girdiklerinde Nazlı içeri göz gezdirdi. Uzun zamandır gelme fırsatı bulamamışlardı.

 

Halil ise telefonundan yemek siparişi verebileceği yerlere bakıyordu.

 

"Saatlerdir neyle uğraşıyoruz? Ne yersin boncuğum, acıktın değil mi?"

 

"Fark etmez aşkım, seç bir şeyler."

 

Nazlı evin içerisinde dolaşırken yüksek sesle vermişti Halilin sorusuna cevabı.

 

Sonra mutfağa geçip dolabı kontrol etti. Bir kaç şey vardı en son geldiklerinde, onlar da ziyan olmuştu. Hepsini bir çöp poşetine doldurup, kenara koydu. Sonra siparişleri gelene kadar en azından kahve yapmak için tezgahın başına geçti. Bir anda beline sarılan kollarla kısık bir çığlık attı.

 

"Ya deliriyorum şu sinsi sinsi gelişlerine. Çıt bile çıkarmadan nasıl giriyorsun dibime sen ya?"

 

Nazlının kollarının arasında dönüp saydırmalarına sırıtarak tepki veriyordu sadece Halil.

 

"Gülüyorsun utanmadan!"

 

"Sende çekirge gibi zıplıyorsun korkudan."

 

"Pis!"

 

"Yer o pis seni. Ben özledim diyorum sen mutfağa kapanıyorsun ."

 

"Kahve yapacaktım ama."

 

Halil belindeki kollarını sıkılaştırıp biraz yukarı kaldırarak solona doğru yürümeye başladı.

 

"Az seveyim, sonra içeriz kahvemizi. "

 

Nazlının gülen dudaklarının kenarına öpücük bırakıp geri çekildi. Koltuğa oturduğunda Nazlı da kucağına oturmuştu. Elleri sakallarını okşamaya başladığında gözlerini kapatıp bu anın tadını çıkardı.

 

"Sakallarını kısaltmamışsın."

 

"Öyle... Bir süre uzayacaklar. Yakışmamış mı?"

 

Nazlı çenesini öpüp geri çekildi.

 

"Çok yakışmış, ilk kez böyle belirgin görüyorum ya ondan dedim."

 

Halil Nazlının sakallarıyla oynamasının keyfini sürerken başını geriye yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Nazlı da arada minik öpücükler bırakıp, parmaklarını yüzünde dolaştırıyordu. Hoşuna gitmişti bu his. Avuçlarının içini gıdıklıyor gibiydi.

 

Gözü kazağının bileğinden görünen sargıya değdi tekrar. Uzanıp dudak kenarına öpücük bırakırken "Halil" diye mırıldandı.

 

"Söyle boncuğum."

 

"Bu dövme işi. Halil ya sen sevmezsin öyle şeyleri, nereden çıktı gerçekten?"

 

Gözlerini açıp, başını kaldırdığında oldukça yakın bir pozisyonda kaldılar. Nazlının bir anda aldığı nefesi tutmasına Halil dudağını sağa doğru kıvırarak tepki verdi.

 

"Neden istemeyeyim? Şöyle nabzımın üzerinde bir güneş doğsa güzel olmaz mı? Belki manası olan dövmeleri seviyorumdur. Gözümün takılıp, beni içine çektiği anlamları izlemek hoşuma gidiyordur."

 

Nazlı dudaklarını büzüp başını yana yatırdı.

 

"Ha seni kalbime yazdım yetmedi, nabzıma da kazıdım diyorsun. "

 

Halil belindeki elini çekip burnunu kıstırdı iki parmağıyla.

 

"Kalbim, nabzım da laf mı tüm hücrelerime ilmekledim güneşimi diyorum."

 

Nazlının tüm dişlerini gösterecek gibi gülen yüzü, ışıl ışıl parlayan gözleri sürekli dilinde dolaşan güneş meteforu için öyle uygundu ki.

 

"Siz ağabey, kardeş bu kadar kro olup bizi kendinizi böyle düşüremezsiniz ya? Haksızlık!"

 

"Lafta düşüp duruyorsun boncuk hanım ama geldim geleli adam akıllı öpmedin bile."

 

Nazlı uzanıp sağ yanağına bir öpücük bıraktı.

 

"Ay benim kocam ilgisiz mi kalmış?"

 

Diğer yanağına da sesli bir buse kondurdu.

 

"Nazlı karısına özenmiş de naz mı yaparmış?"

 

Dudağına da saniyelip, sesli bir öpücük bıraktı.

 

"Karısını yatağa atmak için yol yaparmış da asfaltını karısına mı döktürürmüş?"

 

"Of boncuk offf..."

 

"Hiç oflama Halil bey. Senin yürüdüğün bu yolda sana tur bindiririm. Züleyha başkanın kızıyım ben. Bilmiyormuyum şimdi masum masum öpücük isteyip iki dakikada beni yatağa atacağını. Açım ben, yemek gelecek şimdi."

 

Nazlı çevik bir hareketle kucağından kalktı Halilin. Kocasının ters bakışlarına yine sırıttı.

 

"Özledim diyorum kızım."

 

Nazlı iki elini beline koyup yüzünde muzur bir ifadeyle göz kırptı.

 

"Güneşi doğunca, seni doyunca kocacım. Yemeği tabakta, seni yatakta aşkım. Ekmeği doğrayarak seni okşayarak..."

 

Halilin bir anda koltuktan fırlar gibi kalkmasıyla Nazlı çığlığı basıp koridora doğru koşmaya başladı.

 

"Gel buraya çabuk, göstereceğim sana okşamayı."

 

"Gelme pislik! Ayyy gelme be!"

 

Nazlının yatak odasının kapısına ulaşmasıyla zil sesi de eve doldu. Olduğu yerde kalıp geri dönen kız kapının orda dik dik bakan kocasına yine göz kırpıp öpücük attı.

 

"Hadi kocacım, yemeği sıcak sıcak seni ıslak ıslak."

 

Halil ne kadar kızgın gibi dursa da Nazlıdan ona yayılan yaşam sevinci çok iyi geliyordu. Öbür tarafta canını sıkan bir sürü hadise Nazlının kokusunda, kollarında, konuşmasında dağılıp gökyüzüne karışıyordu.

 

Beraber yemeklerini yerken Nazlı, onun yokluğunda ne olduysa anlatmıştı. Derslerini, Yiğiti, Meyrayı, Nazenini, yurt da ki son durumları kendi yorumlarını katarak anlattıkça saniyelik bile ondan gözlerini ayırmıyordu. Kimlerden bahsettiğine dair hiç bir fikri yoktu ama Nazlı böyle tatlı tatlı anlatırken gülümsemeden edemiyordu. Hararetle Meyranın evini geri nasıl aldıklarını, Yiğitin yaptıklarını söylerken duraksadı.

 

"Halil sen beni dinlemiyor musun?"

 

Halil kıpır kıpır hiç susmadan konuşan ağzından gözlerini çekmeden "dinliyorum" diye mırıldandı.

 

Nazlı alt dudağını ısırıp iyice yüzüne, yüzünü yaklaştırdı.

 

"O zaman niye beni her an öpecekmişsin gibi bakıyorsun?"

 

Fısıltıyla söylediği sözler tüm tüylerini diken diken etti. Görüş açısından ayrılmayan dudaklara yutkunarak baktı yine.

 

"Kendimi tutmaya çalışıyorum ama gözlerimin o kadar iradeli olması mümkün değil sevgilim."

 

"Halil..."

 

"Hmmmm..."

 

"Ben var ya... Yemeği doyunca seni de soyunca bir başka seviyorum."

 

Nazlının cümlesi biter bitmez Halilin ayaklanıp onu da kolundan tutarak kaldırması aynı anda gerçekleşti. Daha ne yapıyorsun diyemeden kendini Halilin omzunda buldu.

 

"Ayyyy Halil!"

 

"Sus boncuk! Yoksa sabrımın sonundayım demem yemeği ocakta seni kucakta severim."

 

Nazlının sataşmalarına aynı şekilde karşılık verip kalçasına da elinin içiyle vurunca kısık bir çığlık daha duydu karısından. Odaya varana kadar vurduğu yeri okşayarak sızlamasını geçirdi.

 

Nazlıyı omzundan indirdiğinde ona beklentiyle bakan kıza uzanıp dudaklarını öpmeye başladı. Bir öpücük türlü türlü anlamlar ifade edebilirdi. Şehvet, arzu, aşk, aidiyet ya da hepsi. Halile bunların yanı sıra yaşama sıkı sıkı bağlanma hissi de veriyordu.

 

Bunu rahatlıkla söyleyebilirdi çünkü yaşadığı hayatın hiç bir gününde bir sonraki güne uyanma hevesi dolmamıştı içine. Nazlıyla geçecek günler, geceler ömrüne eklenene kadar böyle bir eksikliğin bile farkında değildi. Ertesi gün için heyecanla başını yastığa koymak nedir Nazlının ona gelişiyle öğrenmişti.

 

Dillendirmediği bir arayış içerisindeydi Halil hep. Ona çok güzel bakılmıştı, çok özenli büyütülmüştü ama hep bir yanında eksik olan bir şeyler vardı. Şimdi dudaklarından hayat içtiği kadının ona verdiği bir eksiklikti. Halası onları çocuklarından ayırmamıştı ama netice de halasının kendi çekirdek ailesi vardı.

 

Halil, Nazlıyla kendi ailesini kurmayı hayal edene kadar aradığı eksikliğin ne olduğunu bile bilmiyordu ki. Şimdi kollarını omuzlarına saran ve kalp atışlarını kendi göğsünde hissettiren bu kızın ona vaad ettiği tamamlanmışlıkla buldu...

 

O da tıpkı eniştesi gibi kendine, sadece kendinin sahip olacağı bir ailenin özlemini duyuyordu.

 

Öpüşmeleri daha ıslak bir hâl aldığında Halil biraz geriye çekilip Nazlının üzerindekini bir çırpıda çıkarıp attı. Dağılmış saçları, bordo sütyeni ve beyaz teniyle güzelliği akıl alır gibiydi.

 

"Çok güzelsin benim boncuğum."

 

Halilin sütyen askılarıyla oynarken kurduğu cümle yüzündeki ısıyı artırdı. Ondan hep tatlı kelimeler duyardı ama sesini puslandıran tutkuyla çıkınca utanmasına neden oluyordu.

 

Halil önünde diz çöküp siyah pantolonunun belini açtığında kemerin iz yaptığı kısma bir öpücük bıraktı. Dizlerinden sıyırırken bacaklarının üst kısmı da o öpücüklerden nasiplendi.

 

Sadece iç çamaşırlarıyla kaldığında Halil ayağa kalkıp ona beklentiyle bakmaya başlamıştı bile. Alt dudağını dişleriyle kıstırıp kocasının yaptığı gibi kazağını sıyırdı bedeninden. Kolunu çıkarırken gösterdiği özene Halil alnını öperek teşekkür etti. Dizlerinin üzerinde pantolonunu çıkarması ise biraz evvel ki masumiyetini silip götürmüştü. Nazlı aşağıdan ona öyle gözlerle bakıyordu ki asla ne yaptığını bilmediğini iddaa edemezdi.

 

Çamaşırı üzerindeyken parmaklarının üst kısmını heyecanla gerilmeye başlayan kısmında dolaştırdı.

 

"Nazlı..."

 

Adı ağzından ıslık gibi çıktığında Nazlı tatlı tatlı kıkırdayıp ayağa kalktı. Göğsünden itekleyerek yatağa doğru gerilemesini ve bacakları yatağa denk gelince hemen kendini bırakmasını aynı büyük tebbessümle seyretti.

 

"Ne kadar güzel bakıyorsun sen bana öyle?"

 

Halil iç çekip cilvesine, nazına ayrı tutkun olduğu karısına doğru bedenini kaldırıp çenesine güçlü bir öpücük bıraktı.

 

"Ne güzel okuyorsun canıma öyle. Dokun, öp, okşa diye nasıl da yalvaracak hâle getiriyorsun."

 

Dudaklarına sürte sürte konuşan adam aynı şeyi kendine yaptığının farkında mıydı acaba? Tabiki farkındaydı!

 

O andan sonra konuşmaları gereken cümleleri yoktu. Hırsla birbirine kapanan dudaklar, birbirine dokunmak için kıvranan iki ten ve şiddetli bir aşk atağıydı.

 

Nazlının çıkan sütyeniyle Halilin ağzı göğüslerine kapanmış, Nazlının elleri de saçlarına aslarak güç aramıştı. Tenin de dolaştıkça içinde kaynayan kazanlar daha da alev aldı. İkisininde bedeninde kalan son parçalar da çıktığında Nazlı hâlâ kocasının kucağındaydı. Halili göğsünden iterek yatmasını sağladı. Dağılmış saçlarını omzundan aşağı sarkıttığın da sol göğsü kapanmıştı ama üzerinde dururken Halile verdiği görüntü bir tablo kadar güzeldi.

 

Sızlamaktan artık acı çeken erkekliği özlediği sıcaklığa değdiğinde gırtlağından bir inilti yayıldı. Nazlı üzerinde biraz daha kıpırdanıp onu çileden çıkarmaya başladığında ise ağırdan alma işi tam da burada son bulmuş oldu. Belinden kavradığı karısını bir anda yana yatırıp üzerine çıktığında odayı dolduran çığlığına dişlerini gösterecek kadar gülümsedi.

 

"Yeter bu kadar oyun Nazlı hanım. Şimdi sıra bende."

 

Nazlının ayak bileklerini kavrayıp bacaklarını araladığında araya girip, bedenlerini birbirine değdirdi. Bacaklarını omuzlarına yerleştirdiğinde belini hareket ettirdi. Islak kadınlığından içeri süzülmeye başladı. Nazlıdan çıkan iniltiyle başı geriye doğru düştü. Bu hissi çok seviyordu.

 

Bu sıcak, ıslak derinliklerin ona verdiği zevki bedeni deli gibi seviyordu. Erkekliğinin tamamına yer bulduğunda bir kaç saniye öylece bekledi. Gözleri kapanmış karısına iyice yaklaştı.

 

"Gözlerini aç boncuğum, seni görmeme izin ver."

 

Kahve boncuk gözlerin içerisine dağılmış ışıltılar ve arzunun verdiği canlılıkla bir kaç saniye bakıp dudaklarına yapıştı. Dili ağzını talan ederken bedeni de durmadı. Geri çekilip tekrar Nazlının içine girdiğinde ağzına çok daha güçlü bir inilti dağıldı.

 

Yavaş yavaş süren gelgitleri artan ıslaklıkla daha güçlü, daha hızlı olmaya başladı. Nazlının sol omzundaki bacağı beline doğru kaymıştı. Sağ bacağının ise bileğini kavrayıp, baldırına şiddetli bir öpücük bırakırken içinde hareket etmeye devam etti. Ta ki Nazlının istediğini ona verene kadar. Nazlıdan istediğini son damlasıyla alana kadar...

 

Bedenleri ter içinde kalıp, yorgunlukla iç içe bir hâlde yatmaya devam ettiler bir süre. Nazlıyı iyice kendine çekip, yorganı üzerine kapattığında soluğunu toparlayamamıştı. Nazlının da ağzından alıp verdiği nefeslerle kendine gelemediğini anladı.

 

Nazlı sırtını kocasına döndüğünde Halil beline sımsıkı sarıldı. Omzunu, ensesini öpmeye, tenine doymaya devam etti.

 

"Senin bana bu yaptığın bağımlılık..."

 

"Hmmmm..."

 

Halil saçlarını burnuyla itekeyip ensesinde daha geniş yer ararken konuşmuştu. Nazlının kedi mırıltısını andıran sesiyle öpücük bırakma işine devam etti.

 

"İnsan şu kokudan uzak nasıl kalır? Kalamıyorum işte. Dağ gibi iş beni bekliyor, ben karımın kollarını düşlüyorum."

 

Konuşma hâli Nazlıyla sohbet gibi değil de kendine dert yanma gibi geliyordu kulağa. Nazlı kıkırdayıp yüzünü kocasına döndü.

 

Onu öperken tenini çizen sakallarını parmaklarlarıyla okşamaya başladı.

 

"Biz bayılırız hanımcı beylere. Böyle sevin, öpün, okşayın Halil bey canımızı yiyebilirsiniz."

 

Halil biraz evvel ensesine gösterdiği ihtimamı yüzüne göstermeye başladı. Yanaklarına, alnına, burnuna, çenesine en son gözlerine öpücükler bıraktı.

 

"Nazlım... Güzel boncuğum..."

 

Bir insanın sesi hasretlik çeker mi? Nazlı bunu tam da şu an hissetti. Bir düğüm gelip boğazına kondu. Halil ona büyük bir özlemle bakıyordu. Yüzündeki her hücreyi zihnine kazır gibi izliyordu sanki. Alt dudağını ısırdı. Gelmiş miydi yani kapılarına ayrı kalacakları zaman aralığı? Onun için mi içi gider gibi izliyordu Halil onu?

 

"Halil... Sen, gidecek misin? Hemen mi gideceksin?"

 

Ne kadar sesi düz çıksın diye uğraşsa da istemsiz bir kırıklık çöktü kelimelerine. Halilin gözlerini kapatıp alnına alnını yaslamasıyla derin bir soluk aldı.

 

"Bir süre daha var Nazlım. Ama ben..."

 

"Halil?"

 

"Sabah Bursadan gitmem lazım, bir süre ülkede olmayacağım."

 

"Na-nasıl? Türkiye'de olmayacak mısın?"

 

"Cezaire gitmem lazım Nazlı."

 

"Ama... Sen demiştin ki... Yani burda, medyada yüzümü göreceksin demiştin."

 

Halil geriye çekilip Nazlının karışmış aklını daha da karıştırmamak için bir iki küçük şey söyleyebileceğini düşündü.

 

"Planlarda değişiklik oldu Nazlım. Birini bulmamız lazım. Koybolduğu yere gidip araştırmalıyız. Sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz."

 

"Çok mu uzun sürer?"

 

Sesindeki çaresiz tını canını yaktı. Hem gözlerinden gözlerini ayırmayıp, güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışması hem de korkuyla bekleyişi içinde sızı olarak dolaştı.

 

"Nazlım..."

 

"Tamam... Haklısın sormadım, bitecek gidecek. Sonra sen geleceksin, biz evimizi kuracağız. Olsun! Hem benim de derslerim ağırlaşacak iyice ki. Bitirme tezim olduğu gibi duruyor, finaller var önümüzde. Stajım! Tabi onu da ihmal ettim, boşlukları hep doldurmam lazım."

 

Bu kelimeler bir ikna çabası mıydı? Öyleyse kimi iknaydı bu? Gidecek olan Halili mi geri de kalacak olan Nazlıyı mı?

 

"Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi Nazlı?"

 

"Biliyorum... Bunu tüm kalbimle, aklımla, ruhumla biliyorum. Endişelenme, aklın kalmasın bende. Unuttun mu ben geleceğini bilmeden bekledim seni kaç yıl. Şimdi sen kocamken ve bana böyle aşıkken bu koyar mı hiç bana? Sen boncuğunu çok hafife almışsın Halil bey."

 

Gözlerini dolduran sular olmasa nasıl da inanırdı Halil bu tatlı sataşmalarına. Ama şimdi ne söylese Nazlı ağlayacak gibiydi. Nazlı ağlarken Halil gidemezdi. İyice göğsüne bastırıp, üzerine doğru çekti boncuğunu.

 

"Bana gelir misin bilmeden kurduğun hayalimsin Nazlı. Tüm yollarım sana çıkacakken artık bu koyar mı hiç bana? Gözlerimi kapattığımda beni düşündüğünü bileceğim artık. İhtimaller canımı yakamayacak. Sen benim karımsın, boncuğumsun. Bunu bilirken zor hiç zor olarak belimi büker mi?"

 

Tüm gece Halil bir an bile uyumadan Nazlıyı sevdi. Gece iyice rengini koyulttuğunda Nazlı uykunun kollarına çekilmişti ama Halil ne kadar izlese hafızasını o kadar onunla dolduracağını bildiğinden bir saniye bile ayırmadı gözlerini karısından. Arada mırıldanır gibi kıpırdayan dudaklarını, yüzüne saçları değdikçe kırışan burnunu, ara ara çatılıp gevşeyen kaşlarını yudum yudum içti.

 

Ertesi gün ikisi için de gün oldukça zor başladı. Nazlının içindeki kasfete ortak olmak isteyen Bursa, sisli bir günle aydınlandı. Sabahın oldukça erken bir saati Halilin yüzüne bıraktığı öpücükler, daldığı rüyadan uyandırdı onu.

 

"Halil?"

 

"Nazlım, bir tanem, güzel boncuğum..."

 

Her kelimesinde bir öpücük yüzünde dolaştı.

 

"Gideceksin..."

 

Zor şer fısıldanan kelimede ki kırıklığa dayanamayınca dudaklarına dudaklarını kapattı.

 

"Bir süre... Cezairden döner dönmez seni görmek için geleceğim. Söz veriyorum boncuğum, bir kaç saatliğine bile olsa kokunu solumak için geleceğim ülkeye dönünce."

 

Nazlı bırakmak istemediğini diliyle söyleyemese de sıkıca sarılarak anlatmaya çalıştı. Halilin kalkıp gidişini izleyene kadar metanetini korudu. Üzüntüyle çarpan kalbine aklı dönünce gelecek yanına diye teselli verdi. Halille vedalaşma kısmında tuttuğu tüm göz yaşları o kapıdan çıkar çıkmaz saklandıkları yerden firar ettiler.

 

Sabırlı olmak zorundaydı. Onu anlamalı, üzerindeki sorumlulukları düşünüp hak vermeliydi. Halil kendini adadığı bu vazifede muaffak olana kadar ona beklemek düşüyorsa sûkut ile beklemeliydi. Bir zamanlar adını yanına eklese umutsuzluk göğsünde yara olarak açılırdı. Şimdi kocası olmuşken, aşkına aynı aşkla karşılık vermişken sızlanamazdı.

 

Halil ona geldiği ilk an anlatmıştı üzerindeki sorumluluğun ağırlığını. "Sen olmazsan başkası da olmaz" demek o an için kolaydı. Şimdi o sözleri yerine getirmeliydi.

 

Halilin giderken kulağına fısıldadığı cümlelere sıkı sıkı sarılmalıydı.

 

Beni sana senin cesaretin getirdi Nazlı. Şimdi sabrına ihtiyacım var. Beni yine bul, ben aşkınla besle, beni yuvama kavuşana kadar bekle...

 

O günden sonra ki ilk hafta en zorlu zamandı sanki. Zaman olabilecek en ağır şekilde akıyor gibiydi. Kızlar bir an bile yanından ayrılmıyor, kafası dağılsın diye türlü şaklabanlıklar yapıyorlardı. İşin tuhaf kısmı Asaf Bursadayken Yiğit de yoktu ortada. Meyrayı telefonla aradığını biliyordu ama Bursaya geleceğine dair hiç bir şey söylememişti. Bir kaç kere de kendini aramıştı. Her şey normalmiş gibi takılıp, asker yolu beklemenin geyiğini döndermişti.

 

Nazlı, Yiğitin onunla şakalaşan tavrıyla ferahlayacak gibi oluyorsa da gece aklına Yiğitin en karanlık zamanlarda bile rengini asla belli etmeyen yapısından korkuyordu.

 

Günleri okul ve yurt arasında akıp geçerken kızlarında yoğunlaşan dersleri ve yaklaşan finalleriyle odalarından çıkamaz hâle gelmişlerdi.

 

Finallerin başlamasıyla Asafın da İstanbula gitmesi gerektiğini Nazeninden öğrendi.

 

Nazenin bir hafta önce annesine Asaftan bahsetmişti. Ünzilenin sadece dinleyişi, çok fazla konuşmamış olması üçünün de canını sıksa da sesli dile getirmemişlerdi bunu.

 

İlk kez Nazeninden böyle bir konu hakkında konuşmasının şaşkınlığına verdiklerini söyleyip endişelenen arkadaşlarını rahatlattılar.

 

İki gün sonra Nazenini annesi aramış, bahsettiği adamı gerçekten sevip sevmediğini sormuştu. Nazenin utana sıkıla sevdiğini söylediğinde ise pek bir şey demeden annesi yine kapatmıştı telefonu.

 

Nazlının ve Meyranın son final sınavları perşembe günü bitiyorken Nazeninin cuma günü bitecekti.

 

Hâlâ Asafın Bursaya gelmemesinden sebep Nazenini bir sıkıntı almıştı. Telefonda kısa zaman sonra yanına geleceğini söylemişti. Belki baskı gibi hisseder diye annesine ondan bahsettiğini telefonda söylemeye dili varmamıştı.

 

Geldiğinde yüz yüze söyleyince annesini bir kere de beraber aramanın düşüncesi daha mantıklı geliyordu kendine. Zaten annesinin bu tepkisizliği onu korkutuyordu. Halbuki onun tanıdığı annesi şimdiye kadar bin tane soru sormuş olması gerekirdi. Sadece kimin nesi olduğunu söylemişti.

 

Nazenin de içi ezile ezile ailesinin olmadığını ama Züleyha ablasının onu Halil ve Yiğitden ayırmadığını, yeğeni olarak benimsediğini söyleyip annesinin içini ferahlatmak istemişti. Annesi yine tepkisiz kalmıştı.

 

Salı günü akşam Nazlının telefonu çaldı sessiz odada. Üçü de masalarında ders çalışırken odaya dolan sesle sıçrar gibi başlarını kaldırdılar.

 

Nazlı hemen yatağındaki telefonuna ulaşmak için kalktı.

 

"Kusura bakmayın ya ben sesini kıstım sanmıştım. Özür dilerim."

 

Meyra ağrıyan belini geriye doğru esnetip eliyle boşver der gibi bir işaret yaptı. Nazlı annesinin adını görünce hemen açtı telefonu.

 

"Annem."

 

"Boncuğum, nasılsın yavrum?"

 

"İyiyim anneciğim, ders çalışıyorduk."

 

"Allah zihin açıklığı versin kuzum. Nazlı, Nazenin nerde annem?"

 

Nazlı hâlâ önündeki notlarını inceleyen kıza bakıp "burda" diye mırıldandı.

 

"Kız o zaman o telefona niye bakmıyo? Araya araya bi hâl oldum!"

 

"Ay anne ne bağırıyorsun acaba? Duymamıştır."

 

"Çemkirme anana boklu boncuk! Aç telefonunun hoparlörünü! Süs diye taşıyonuz şu mereti yanınızda."

 

Nazlı bir şey daha söylerse daha çok azar yiyeceği için kıkırdayıp telefonu hoparlöre verdi.

 

"Al açtım, duyuyorlar ikisi de seni."

 

Nazlının dediğiyle iki kız da merakla ona bakmaya başladı.

 

"Nazenin... Yavrum o telefonun nerde annem senin? Ben arıyom arıyom açmıyon!"

 

Nazenin oturduğu yerden fırlayıp okuldan gelince çıkarmadığı çantasından telefonunu çıkardı. On yedi arama vardı. İkisi annesinden, on beşi Züleyha ablasındandı.

 

"Ayyy Züleyha abla kusura bakma, sessizdeydi. Ben duymadım ki hiç."

 

"Duy gözünü seveyim kızım, ben arayınca duy emi ablam? Hah neyse sınavınız ne zaman bitiyo kara kızım?"

 

Nazenin niye böyle bir soruyu ona soruyordu anlamadı. Kızlara başını ne oluyor der gibi sallayıp "Cuma günü bitiyor" diye cevap verdi.

 

"Hah pek iyi pek. Şimdi yavrum akıllı uslu dersinize çalışın, zayıf alırsanız saçınızı başınızı yolarım. Birer de çanta hazırlan emi yavrum? Cumartesi günü biz gelip sizi alacaz."

 

"Şey Züleyha abla, ben anlamadım. Bizi nereye alıyorsunuz ki?"

 

"Nasıl nereye alıyoz ablam? Kız Amasyaya gidecez ya oraya alıyoz sizi. Meyra duyuyan mu kızım sen de beni?"

 

Meyra sırıtarak ortada dönen muhabbeti dinliyordu.

 

"Duyuyorum Zülüş başkan. Çok hoşuma gidecek bir takım eylemlere imza atacağını hissediyorum, doğru mudur?"

 

"He kızım eğlendirecem ben sizi merakta kalman. Meyra sen bu ikisine adam akıllı çanta hazırlat emi yavrum. O yanındaki benim kıza da cropmuş neymiş sakın aldırma. Hanım hanım olacağınız yanı başımda. Ananla da konuştum o da gelecek."

 

Nazenin karışan aklıyla iyice panikledi.

 

"Ay Züleyha abla ne yapıyoruz biz? Asaf yok ki. Gelmedi, ben daha söyleyemedim anneme ondan bahsettiğimi."

 

"Sen tasalanma kuzum ben ananla konuştum konuşacağımı. Bizi bekliyo Cumartesiye. Asafla da konuştum, o da tamam. Gidek de bi görünek Amasyada. Bi bakak bakalım yaşı gelenler hakka yürümeye meyilli mi yoksa el atmak mı lazım. Suyu ısınanlara benzin döküyoz mu dökmüyoz mu?"

 

Züleyhanın nefes almadan konuşmasına hiç biri anlam veremedi. Meyra bile annesinin alakasını çözemediği için kaşları kalkık dinliyordu telefonu.

 

"Zülüş bir durum mu var? Annem daha yeni işe başladı sayılır, hemen nasıl geliyor ki?"

 

Bir kaç saniye telefondan ses gelmedi. Sonra da oflama gibi bir şeyler duydular.

 

"Kız siz neyin hesabını soruyonuz ki şimdi bana? Ne diyosam ana sözü dinlen azcık! Dersinizi geçin, üstünüzü başınızı adam gibi seçin, cumartesi de beni kapı da dikeltmen aha da bu kadar

işte. Ananı da göresim geldi çağırdım gelin hanım, senden mi izin alacaz bu yaştan sonra? Canımızın istediğini yaparız canım."

 

Şimdi bu kadın neden böyle birden yükselmişti ki? Kötü bir şey de dememişlerdi. Ayrıca o gelin hanım lafı niye böyle vurgulu çıkmıştı ağzından?

 

"Zülüş... Kötü bir şey demedim ki niye kızdın sen bana?"

 

Meyranın küskün çıkan sesiyle Züleyha da duruldu.

 

"Yok annem kızar mıyım ben hiç size? Kurban olurum veren Allaha, az heyheylerim üstümde. Siz dediğimi edin yavrum olur mu? Gidek de yeğenime kız bakak beraber. Az havamız değişsin ele yavrum?"

 

"Anne sen yine bir şey karıştırmıyorsan Nazlı değilim ben."

 

"Bana bak boklu boncuk, uzaktayım diye laf ebeliği yapma bana. Amasya soğuk kızım, el kadar etekler alma yanına. Götün donar maazallah. "

 

"Anne taktın ama kıyafetime!"

 

"Adana da ne giyiyosan giy annem bişey diyecek halim yok. Gittiğimiz yere uymak icap eder, olur mu kızım? Laf vermeyek kimsenin ağzına."

 

Şimdi neden bu kıyafet mevzusu iki de bir söyleniyor anlamış oldu üçü de. Nazeninin dedesi bu konularda katı bir adamdı ve ilk kez gidecekleri için ve büyük ihtimalle pek de gitmelerinden haz edilmeyeceğinden bu taraftan olmadık bir laf duymanın önüne geçemeye çalışıyordu annesi.

 

"Tamam anneciğim, merak etme sen. "

 

"Aferin benim akıllı kızlarıma. Sabah erken hazır olun emi yavrum. Ankaraya da uğruyacaz Gurur da gelecek."

 

Bu kadar kalabalık gerçekten gitmeye lüzum var mıydı Nazlı şaşırdı.

 

"Anne çok kalabalık olmuyor muyuz.? Ayıp olmasın Ünzile ablalara?"

 

"Biraz evvel konuştum ben annem, haberi var Ünzilenin. Siz tasalanman her bişeyi halledicez."

 

Sonra da kısa bir vedanın ardından kapanmıştı telefon. üçü de birbirine öylece baktılar.

 

"Zülüş savaşa mı gidiyor Nazoya görücü mü?"

 

"Sesinde bir şeye çok sinirlendiği belliydi. Konuşmuş baksana hem Asafla hem Ünzile ablayla. O kafaya koymuş zaten. Bence gözüne batmayalım değil mi çiçeğim? Sen konuşmadın hiç."

 

Nazeninin yüzünde oldukça durgun bir ifade vardı. Annesinin sessiz yaklaşımı üzüyordu onu. Nazenin içten içe Asaftan bahsettiğinde annesinin daha çok heyecanlanacağını düşünmüştü. Şimdi olabilecek en az tepkiyle karşılık vermesi onayının olmadığını hissettiriyordu.

 

"Annem doğru düzgün hiç sormadı Asafı? Bilmiyorum, bu kadar az konuşmasını beklememiştim."

 

Meyra ve Nazlı da bunun farkındaydılar. Ama şimdi endişeli arkadaşlarına destek olmaları gerekiyordu.

 

"Kuşum, annem aynı serilikle konuştuysa Ünzile ablayla emin ol Asaf hakkında senin vereceğin detaydan daha fazlasına hakimdir. Annem diye demiyorum suyu kaç yudumda içtiğine kadar anlatmıştır."

 

Nazeninin Nazlıya bakışında ki masumluk gözüne çok tatlı gelmişti. Nazlı yanına yürüyüp, sandalyesinde oturan kızın sırtından sarıldı.

 

"Kız gelin oldun gidiyorsun sen bunlara odaklan. Annem halleder geri kalanı."

 

"Ya Nazlı ne gelin olması, tanışma için bu buluşma."

 

"Olsun balım, ilk adım atıldı mı tamamdır bu iş. Üstelik annem gerçekten savaşa gider gibi ordusuyla gidiyor. Kadın erinmeden Ankaralardan laf ebesi oğluşunu da alacak."

 

Meyra bacağını diğer bacağının üzerine atıp, elindeki kaleme sigara muamelesi çekmiş ve hayali dumanı üflemişti.

 

"Kadın tam bir streteji dehası canım. Senin yengeler konuşamasın diye kendi efor harcayacak belli oldu. Arada nefes alma molalarında Gururu maça itecek demek ki. Şahane ortam yeminle. Gel cumartesi gellll."

 

Nazlı keyifle işin dalgasını geçen Meyraya tek kaşını kaldırıp baktı.

 

"Sen çok yayılma gelin hanım! Bak ben o gelin hanımdan aşırı gerilimli bir tını yakaladım. Annen de geliyor ne hikmetse. Yiğit seni avladığını ötmüş belli ki anneme. O da artık kime niyet kime kısmet diyerek Amasyada İzmirli gelin istmesi yaşatabilir bize."

 

Meyra, Nazlı ciddi mi yoksa onu sinirlendirmek için mi böyle söylüyor emin olamadığından dikkatle baktı. Valla da ciddiydi.

 

"Şaka değil mi bu? Ne evliliği ayol? Kız biz onu dalga geçmek için diyorduk ya hani. Ben otuzdan önce evlilik falan düşünmüyorum! Yok öyle bir dünya."

 

"Hah şekerim bunu anneme de söyle. Bak bana ilk bir yüzük lazım parmağınıza dedi. Sonra nikahsız yakışık almaz, babanız ayıplıyor diyerek konuya daldı sonra ne var ne yok bir günde halletti. Tabi benim canıma minnetti ama hayır desem de o yeşil gözlerini belertip beni tek hayırla paralardı."

 

Meyra maviş maviş böyle alıklıkla bakarsa Nazlı nasıl onunla dalga geçmeden durabilirdi ki?

 

Nazlı gülümseyerek Nazenine döndüğünde elinde telefona boş boş bakışlarını yakaladı.

 

"Kuşum yine ne oldu?"

 

"Ya Nazlı bu Asaf beni aramadı ama. Madem biz Amasyaya gidiyoruz niye aramadı."

 

"İşi vardır belki kuşum, fırsatını bulunca arayacaktır."

 

Nazlı lafını bitirmeden titreyen telefonla kaşlarıyla telefonu işaret etti.

 

"Evrene gönderdiğim mesajlar benimle ilgili değilse anında dönüş sağlıyor, şaka gibi."

 

Nazlı esefle başını iki yana sallayıp masasına doğru yürümeye başladı. Sonuçta derslerden geçme emri gelmişti, saçlarının yolunmasına izin veremezdi.

 

Nazenin, Asafla görüşüp gülen bir yüzle odaya geri döndü. Asaf, Züleyha halasıyla konuştuğunu ve ona da pek söz hakkı vermeden işini gücünü ayarlamasını söyleyip kapattığını anlattı. Nazenin nedense buna hiç şaşırmamıştı.

 

Sınav stresi yerini çok başka bir şeye bıraktığında eli ayağı sağa sola dolanıyordu. Sürekli masadaki kalemleri saçması, su içerken genzine sık sık kaçırması, hatta kendi ayağına takılıp tökezlemeleri bile hâlinin vehametini ortaya seriyordu.

 

Sonunda beklenilen gün geldiğinde sabahın sekizinde hepsi hazırdı.

 

"Nazo Allahını seversen çişin varsa git yap ama zıplama artık!"

 

Nazenin küskün küskün bakıp çantasını kontrol eder gibi yaptı.

 

"Aşkolsun ama Meyra, ben burda kalbim duracak diye korkayım sen ne de."

 

"İyi de yavrum kalbin hızlı atıyor diye niye olduğun yerde zıplıyorsun? Çişin var sanıp bende geriliyorum. "

 

Nazlı saçlarını düzleştirmiş ve suratı asık bir hâlde banyodan çıkarken Meyranın, Nazenini daha çok germesine tersçe baktı.

 

"Rahat bırak kızı! Bizim evde tüm keserler ve saplar döner sarı papatya. Merhamet diye ağlatırız seni."

 

Meyra her seferinde böyle önünün kesilmesine uyuz oluyordu. Ne güzel eğlenecekti heycanlı kuşla.

 

"Nazlı sen aşırı gerginsin. Valla bak son bir buçuk aydır felaket gerginsin. Bir takım sebepler geliyor aklıma da özel hayatı dile dolamayalım diye susuyorum."

 

"Aşırı gerginim Meyra! Biraz evvel sekiz saatlik yola çıkacağımın bilinciyle regli oldum, nasıl gerginim anlatamam!"

 

"Hiç çekilmezsin sen artık."

 

"Kasıklarım böyle ağrıyorken bence de çekilmem. O yüzden bulaşma bana. Şu kıza da bulaşma. "

 

Sonra Nazlının telefonu çalınca dikkatleri oraya kaydı. Annesi geldiklerini ve biran evvel aşağı inmelerini söyleyince üçü de hazırladıkları sırt çantalarıyla çıktılar yurttan.

 

Nazlı annesi ve babasının yanında Asafı da görünce kaşları kalktı. Organizasyon oldukça koordineli ilerleyecekti demek ki. Ama arkada duran minübüs tarzı araç kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Asafla konuşan annesi yurt kapısına başını çevirdiğinde kendilerini gördü. Yüzündeki minik tebessüm hemen kocaman bir hâl aldı.

 

Nazlı seri adımlarla annesine doğru ilerleyip hemen kollarının arasına girdi.

 

"Anniimm..."

 

"Annisinin boncuğu, güzel kokulu kızım... Özledim yavrum. İki aydır burnumda tüttün ya."

 

"Bende çok özledim sizi. Çokdan da çok özledim annem."

 

Züleyha minik kızıyla hasret giderdiğinde onlara gülümseyerek bakan babasıyla göz göze geldi. Annesinin kollarından çıkınca babasının göğsünde sokuldu.

 

"Boncuk kızım, nasılsın babam?"

 

"Sizi gördüm babacığım, kötü olur muyum hiç? "

 

Asil kızının saçlarını koklayarak bir süre kollarıyla sarmaladı Nazlıyı. Nazlı daha fazla dayanamadığında "baba" diye mırıldandı.

 

"Efendim Nazlım."

 

"Baba sormayım diyorum ama bu ne?"

 

Asil kızının baktığı kısma anlık bir bakış atıp küçük bir tebessümle geri döndü.

 

"Ananın işleri işte. Zengin göstersin diyeymiş."

 

"Ya baba siyah transporter mı gerçekten?"

 

"Üç dört gündür barut gibi Nazlı, hiç bulaşma. Ben söylenecek gibi oldum canımı zor kurtardım."

 

Nazlı kıkırdayıp, arkadaşlarıyla sarılan annesine baktı.

 

"Var değil mi bir şeyler?"

 

"Telefona bağlı yaşıyor bu Amasya mevzusu çıktı çıkalı. Soruyorum söylemiyor da bir şey."

 

"Nazenini aradığı gün fark ettim, çok öfkeliydi de saklamaya çalışır gibi bir hâli vardı."

 

Meyra, Asafa sırıtarak sırt çantalarını uzattı sonra da geçip arabaya yerleşti. Asafın Nazenine tebessüm ederek göz kırpmasıyla onun rahat olduğunu görmek Nazlı için iyi bir şeydi. Kendi çantasını bagaj kısmına yerleştirmek için aracın arkasına doğru yürürken Züleyha da Asafla yanına geldi. Asaf bagajı açtığında çantaları kenardaki boşluklara bıraktı ama Nazlı daha çok sol kısımda istiflenmiş bohçalara bakıyordu.

 

İğne oyasından, fiyonklanmış bohçalar!

 

"Anne!"

 

Züleyha gözlerini sağa sola çevirip Nazlının dik bakışlarından kaçındı.

 

"Hala çok emek vermişsin gerçekten. Ben nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, her hediye için çok uğraşmışsın."

 

Nazlı ağzı açık bir şekilde konuşan Asafa baktı. Ne yani o da mı biliyordu? E Nazeninin haberi yoktu.

 

"Anne ne oluyor Allah aşkına?"

 

Züleyha, Nazlıya ters bir bakış atıp Asafa döndü.

 

"Hadi arabaya geç oğlum sen, aman Asil abine sürdürme sakın. Dün çok çalıştı kocam, yorgun argın uzun yolda araba sürdüremem canım kocama."

 

Asaf bu hâline Adanadan hakim olduğu için çok yadırgamadan başını onaylar gibi sallayıp yanlarından ayrıldı.

 

"Anne!"

 

"Ne anne Nazlı? Tövbe yarabbim, adımı mı öğreniyon kızım."

 

"Anne bunlar nişan bohçası! Hayır Asaf da biliyor, Nazeninin haberi var mı acaba? Zavallı kuşum tanışmaya gidiyoruz sanıyor da!"

 

Züleyha can sıkıntısıyla derin bir soluk bıraktı.

 

"Çemkirme anana! Bi bildiğimiz var ki hazırlıklı gidiyoz ele. Bu saf oğlanın da haberi neyi yok. Giderken eli boş gidilmez diye hediye aldık sanıyo yavrum. Nerden bilsin nişan bohçası ne?"

 

"Annem, canımın içi sen yine ne yapıyorsun tek başına?"

 

"Keyfimden etmiyom ne ediyosam boncuk hanım! Ünzileyle konuştum da ediyom. Kadıncağız iki ipin ortasında sıkışıp kalmış. Nazenin üzülür diye çocuğa telefonda bişey dememiş ama o sinsi yengesi yeğenine kızın gıyabında söz kesmiş nerdeyse. Kaynatasını parmağında oynatıyo yelloz. Tahir abi de evlerden ırak safın teki, baba hakkı diye babasını dinleyecek gibi olmuş. Bir aydır bizde yatıp bizde kalkıyolar diye telefonda ağladı kadın. İyice aklına sokmuşlar o siftik oğlanı Tahir abinin. Ünzile de Nazenin acıdan ölürde babasının karşısında duramaz diye eli yüreğinde gün sayıyo. Beni aradı Nazenin Asafı deyince. Bende oğlan benim oğlan dedim. Yardım istiyo kadın. Nazenin sessiz sakin diye babasının eteğinde, anasının emziğinde oğlanı yamayacaklar gül gibi kıza. Bana yardım edecen Nazlı hanım! Allem edip kallem edecez, yüzük takmadan gelmiyecez. "

 

"Ay anne delirmiş mi bunlar? Zorla mı evlendirecekler kızı istemediğiyle?"

 

"Kuzum her hayatı kendin gibi belleme. O yaşlı iblis var ya gelip gidip baba bedduası alan iflah olmaz diye Tahir abiyi imanından vuruyomuş. Sürekli de oğlanı övüp duruyolar emme Ünzile, babası evin yedek anahtarını bile güvenip vermiyo oğlana dedi. Hem o yılan eltisi Ünzilenin hayrına iş yapmaz yavrum. Sessiz, sakin, yönetecekleri kızı bulmuşken kaçırmamanın derdindeler."

 

"Nazenin istemez bir kere. Tamam iyi niyetli ama hayatını da mahvetmez böyle."

 

"Heee istemez istemez de babası gönül koysun bi bakalım kaç gün istemez? Okulun bitmesine şurda bişey kalmadı, aç köpek gibi eve gelişini bekliyolar diyo Ünzile. Oturmuş eltisi yapılacak düğünü konuşuyomuş. Nazenin iş bulup elleri genişleyene kadar ablasıyla kalırmış. Kapının önünde bi düğün yapılınırmış. Sanki gelin olacak o! Valla hırsımdan kaç gündür uyku girmiyo gözüme Nazlı. Allah bana sabır verse de dövüşmeden gelsek yavrum."

 

Annesinden sızan öfke Nazlıyı da çileden çıkarmıştı. Şu çağda yapılan muhabbetlere, başka insanların hayatı hakkında verilen kararlara hem şaşırıyor hem öfke doluyordu.

 

Nazlı annesinin koluna girdi ve onları bekleyenlere doğru yürümeye başladı.

 

"Hadi gidelim annem. Amasya baya soğukmuş, Adananın sıcağını götürürüz belki. Dudu hanım yenge de Sulhanların gelinine göz koymak neymiş öğrenir bu vesileyle...

 

Loading...
0%