@orenda
|
Halilin kollarının arasına kedi gibi sığınan Nazlı mırıldamak üzereydi nerdeyse.
Aklı arada hayale dalardı. Halilin kollarında kendini düşlediği çok da zamanı olmuştu ama bu hissi düşleyecek hayal dünyası yoktu.
"Eee kaldık böyle. Sen galiba başka plan yaptın Nazlı boncuk! Bizde Nazeninle ikimiz yurda dönelim. İkimiz bir şeyler yaparız. Değil mi Nazenin, ikimiz artık gidelim?"
Meyranın kelimeleri bastıra bastıra söyleyerek Asafı yan gözle süzmesi çok komik görünüyordu. Resmen Nazenini hiç alakası olmayan birinden kıskanıyordu. Nazlı emindi ki Halil onun hayatına sonradan dahil olsa Meyra yine böyle davranacaktı.
"Olur kuşum, gidelim biz."
Nazenin bir Meyra'ya bir Nazlıya, arada da kaçamak bir şekilde Asafa bakıyordu. Meyra kesin densiz bir şey söyler, adamın aklına olmayan şeyler düşürür diye de kalbi korkuyla çarpıyordu.
"Ben sizi bırakırım Nazenin hanım."
Nazenin teşekkür edecekken Meyra yarım adım önüne geçer gibi yaptı.
"Sizde taksi gibisiniz maşallah Asaf bey. Ne zaman ulaşım ihtiyacı olsa, siz ordasınız."
Asaf gözlerini kısıp karşısındaki bir buçuk metrelik sarı kıza baktı. Derdi ne anlamadı, ona karşı açıkca düşman hisler beslediği her hareketinden belliydi.
Nazlı araya girmezse gerçekten Meyranın sapıtacağından korktu.
"Aslında hep beraber karşı taraftaki kafeye gitsek. Otururuz, sohbet falan ederiz. Hem Meyra sen Halille tanışmadın."
Meyra pis pis sırıtarak Nazlıya baktı. Tanışmaktan mı bahsediyordu gerçekten? Adamın sünnetinde Yiğiti sakinleştirip, korkudan kendinin bayıldığını bile biliyordu halbuki. Nazlı, gülüşündeki imayı anladığından kaşlarını aşağı yukarı yapma der gibi oynatınca, kahkahası içinde patladı.
Yaklaşıp elini uzattı.
"Hoşgeldin enişte. Gözümüzü yolda koydun valla."
"Gözünüzü?"
"Tabi canım. Nazlı kendi beklerken çok sıkılınca bizi de dahil etti biliyor musun? Kaç kadeh yasemin çayı devirdik senin hasretinle ah bir bilsen?"
Halil ciddi duruşunu koruyamayıp kahkaha attı. Hiç de Yiğitin dediği gibi ukala bir kız değildi. Gayet sempatikti, biraz kafa kırıktı ama kötü olmadığı her halinden belliydi.
"Memnun oldum Meyra. Ben yokken ona destek olduğunuz için çok teşekkürler."
Meyra burnunu kıvırdı. Gözleri fıldır fıldır dönüyordu.
"Çok kibar karşıladın beni. Böyle ağız tadıyla laf edemiyorum. Neyse best ve tek eniştem olduğun için seninle iyi geçinmem gerek."
"Tek enişte derken?"
" E Nazenin önümüzdeki on yıl boyunca kimseye aşık olmayı düşünmüyorda ondan dedim."
Halil gerçekten kendini sıkıyordu. Göğsüne başını gömen boncuğunun da ondan kalır yanı yoktu. Gerkekten Nazenini, Asaftan kıskanıyordu.
Beraber yürüyerek kafeye girdiler. Cam kenarı bir masaya oturup sohbet etmeye başladılar.
Halil, Nazlının okul anılarını anlatan Meyra'yı pür dikkat dinliyordu. Asaf ise yanından burnuna dolan hoş kokuyu bilinçsizce sürekli solumanın derdindeydi. Acaba fuları vermesi gerekir miydi? Vermese, ayıp olmazdı değil mi? Sarı pigme hazır Halille konuşurken kızın sesini duymak için iyice yaklaştı.
"O gün için yeterince teşekkür etmemişim Nazenin hanım. Gerçekten çok iyi geldi kabuklar."
Nazenin kendine yakın bir şekilde konuşan adamla gözlerini ilk Meyraya değdirdi ama hemen yanındaki adama baktı. Nelere sebep olduğunu asla bilmediği bir tebessüm kondurdu dudaklarına.
"Çok sevindim Asaf bey. Aslında kantoron yağı da çok şifalıdır ama en kolayı elma kabuğuydu. Ben çocukken tandırda kolumu yakmıştım, anneannem hemen sarmıştı. Acısını bilirim, çok fena. Allah muhafaza sizin yanığınız da nasıl derindi?"
Asaf melodi gibi dökülen kelimelerin büyüsüne kapıldı. Yanığı gerçekten çok derindi.
"Hep aklımda tutarım bundan sonra. Eee okul nasıl? Yani sizin bölümünüz zordur değil mi?"
Şahinin diline düşeceği rezillikte konu açmaya çalışmıştı! Resmen kız konuşmayı kesmesin diye anasının, babasının halini hatrını soracaktı. Suratına okkalı bir yumruk şu an ne iyi giderdi ama.
"Zor tabi ama çok seviyorum. Benim babam çiftçilikte yapıyor. Toprağı çok seviyorum, ona dokunmayı, küçücük tohumları büyütüp bize nimet olarak sunmasını seyretmek çok değerli benim için. "
"Baba mesleğini siz daha verimli hâle getireceksiniz o zaman."
"Ah Asaf bey keşke babamın bilgeliğine erişebilsem. O, ayın günlerinden hesaplar tohumun toprakla buluşacağı zamanı. Havanın kokusunu soluyarak gübre ekilmesi gerektiğine karar verir. Nerde bende o ilim?"
Derince yutkundu Asaf. Porselen bebek gibiydi kız. Çok naif, çok kibar, su gibi.
Ağzından dökülen her kelime çok güzel bir ezginin hissettirdiği o duyguyu veriyordu.
Gözleri ellerine takıldı. Bembeyaz eller, uzun ince parmaklar. Sonra kendine baktı! Avuçlarının içinde bixi taşımaktan nasırlar vardı. Bıçak kesiğinden arta kalan izler. Eklem yerlerinde yumruk atmaktan kaynaklı sertleşmiş deriler.
Kendi ellerinin içinde beyaz elleri hayal etti. İçi ürperdi... Yakışır mıydı ki? Yakışmazdı! Ne olduğu, ne olacağı belli olmayan nasırlı ellere, saten gibi ten yakılmazdı!
Biraz önce içini kaplayan tüm güzel hisler sisin ardına çekilip uzaklaştı. Ona siyah inci tanesi gibi gözlerle bakan kıza, o da öylece baktı.
Çok güzeldi... Hakkı da güzelliğine denk bir güzellikti...
Bir süre daha sohbet devam edince ayaklandılar. Halil, Nazlıyı bir yere götürmek istediğini söyledi ama Asaf "ben sizi götürürüm" diye yeni bir teklifte bulunmadı.
Kafeden çıkan iki kızın ardından bir süre baktı. Kara saçlar, kapkara dolandı boynuna...
Halil arabaya binip yola düştükleri andan beri sadece sırıtarak karşıya bakıyordu. Nazlı ise sürekli nereye gittiklerini sorup alamadığı cevapla deliriyordu.
"Ya bu nasıl sabır? Ben elli kere söylemiştim şimdiye kadar."
"Hoşuma gidiyor."
"Beni delirtmek mi?"
"Öğrenmek için türlü şaklabanlıklar yapışın. Hala beş yaşındaki Nazlıyı görmek mutlu ediyor beni."
Nazlı geriye yaslanıp duruldu biraz. Bir yola bir Halila kaçamak bakışlar attı. Halil onu küçük bir kız olarak mı görüyordu acaba? Onun olgunluğunun yanında çok mu çocuk kalıyordu?
"Halil..."
"Efendim nazlı boncuğum."
"Şey dedin ya. Beş yaşındaki Nazlı dedin. Yanında çok mu çocuk kalıyorum gerçekten? "
Halil başını geriye yatırıp hoş bir kahkaha attı. Profilden de çok yakışıklıydı zaten. Allah Nazlıya sabır versin ama her gittiği yerde baktıracak kadar yakışıklıydı.
Kırmızı ışıkta duran arabayla Halil yüzüne yine tebessümle baktı. Yeşil hareleri saçlarında, gözlerinde, dudaklarında gezindi. Boynundan aşağı kayan kısık bakışları göğüslerinde sanki biraz fazla dolandı.
"Hayır Nazlı. Sen çocuk olamayacak kadar dişi, bir duruşunla aklımı alacak kadar dişlisin."
Nazlı duyduklarıyla ellerini ses getirecek şiddette alnını ve gözlerini kapatır gibi yüzüne çarptı.
"Allahım!!! Allahım ben bi halt yedim ne kadar daha sürecek bu durum? Kaç kere daha önüme gelecek? Yahu anonimdim diye onlar anonim! Niye sürekli geri dönüyor o laflar bana?"
Halil yine kahkaha attı. Hayatının en keyifli kahkahaları Nazlıyla olanlardı.
"Öyle deme sevgilim. Ben o resim ve o mesajdan sonra kendime gelemedim. Yanımdakiler kafayı yedim sandılar. Seni hiç tanımasaydım bile etkilenirdim yani."
Başını iki yana sallayan kızın diliyle dişi arasında söylenmelerinden sadece Meyra kısmını anladı. Farklı numaradan mesaj atma işinin o sarı cadının başının altından çıktığına adı kadar emindi.
"Nazenin ve Meyradan başka arkadaşınla tanışacak mıyım Nazlı?"
Halil bunu normal bir soru gibi sorsada alttan alta cevabı merak ediyordu.
Nazlıda düşündü bir süre. Onun başka arkadaşı yoktu zaten.
"Başka kimse yok Halil. İkisi benim en yakınım, bilirsin sevmem insan kalabalığını ben."
Halil, eniştesinin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlamış oldu böylece.
"Sen insan seversin Nazlı. Yabancı insan sevmezsin. Yoksa aileden olanlarla oldukça samimisin."
"Yabancılardan hoşlanmıyorum Halil. Evet bu özelliğim baki. Büyürken de hoşlanmıyordum. Zaten ihtiyacım da yoktu. Sen, Yiğit, Gurur, ikizler gayette bana yetiyordunuz. Neden başkalarını hayatıma dahil edeyim ki?"
Halil bir şey demedi. Yola devam etti sadece. Kalbi "kendinden emil ol diye" desede dili bunu söyleyecek cesareti bulamadı.
Sonra yüksek katlı bir apartmanların bulunduğu siteye girdiler. Halil elini tutup etrafa meraklı gözlerle bakan kızı tutup apartmanın birine çıkardı. Asansör sekizinci katta durunca da cebinden bir anahtar çıkarıp kapıyı açtı.
Nazlı nereye, daha doğrusu kimin evine geldiklerini idrak edemedi. Halilin burda bir düzeni yoktu düne kadar.
"Halil burası..."
"Burası... Bizim evimiz Nazlı boncuğum. Ben görev dönüşlerinde Bursayı mesken tutacağım belli ki. Senin de canın sıkıldıkça gelebileceğin bir evin olacak böylece."
"Sen, sen ne ara hallettin burayı. Eşya falan da var."
"Kurulu bir daire istedim, kısa sürede buldum. Yeni döşenmiş ev ama sen bak. Değişmesini istediğin, eklemek istediğin her şeyi halledelim."
Ev çok büyük değildi, 2+1 daireydi ama çok modern dizayn edilmişti. Nazlı değiştirmek isteyeceği hiç bir yeri göremedi. Elinden tutup, onu koridorda karşılıklı duran iki kapıya yönlendirdi Halil onu. Birisi yatak odası olarak düzenlenmişti. Diğeri ise yatılı misafir ağırlamaya müsait bir yerdi. Çok tuhaf hissetti kendini.
Her şey çok hızlı ilerliyordu ve bu kalbinde ince bir sancıya neden oldu. Bir fısıltı yankılandı beyninin içinde. Çok güzel olan her şey hızlı tükenir Nazlı...
İçi daralınca hemen bu histen sıyrılmak için ona merakla bakan adama döndü.
"Beğendin mi güzelim?"
"Çok güzelmiş gerçekten. Her şey tertemiz, çok güzel. Yani değiştirilecek bir şey değil. Hem kiralık bir yer için hiç gerekli değil."
Halil gözlerini sağa sola çevirip derin bir nefes aldı.
"Halil kiraladın değil mi burayı? Şurda bir buçuk dönemim kaldı Bursa da. Sonra ne olur bilmiyorum ama kalıcı değilim ki burda."
"Almadım, yada kiralamadım Nazlı. Birliğin evlerinden birisi bura. İhtiyaç anında kullanıma açılıyor."
Kaşlarını çatıp söylediklerini bir kere daha düşündü Nazlı. Tuhaftı!
Şu an ki zamanlarını böyle şeylerle geçirmek istemedi. Mutfağa doğru yürürken yine yüzüne Halili mest eden gülüşünü ekledi.
"Dolap ne halde Halil? Bir şeyler yapalım mı?"
"Sabah aldım biraz ama seninle gitsek daha iyi olur gibi. Ben ne lazım olur anlamam."
Evli gibi diye fısıldadı içindeki ses. Sanki evli gibilerdi.
Dolapta bulduğu bir paket tavuk göğsünü parçalayıp, makarna haşladı. Kremalı makarna dan başka bir şey yapacak malzeme yoktu şu an için.
Ardında hareket eden Halil sürekli yanağına, başının üstüne öpücük kondurup duruyor, dikkatini dağıtıyordu.
Telefonun çalmasıyla içeri salona gidince derin bir nefes aldı. Yakın oluşu gerçekten kalbine zarar bir histi.
Makarna için kaynattığı suyun fazla olduğunu görünce küçük bir kaba tenceredeki suyun bir kısmını döküp evyeye doğru yürürken ensesine konan öpücükle olduğu yerden sıçradı. Bir anda boş bulunup geriye dönmüştü.
Elindeki sıcak su Halilin üzerine çarpalanmış, yarısı dökülmüştü. Panikle bir çığlık atıp gömleği üzerinden çıkarmaya çalıştı.
"Halil! Halil yandın! Yandın çıkar!!!"
"Dur Nazlı!! Dur diyorum yok bir şey DUR!"
Halilin bir anda bağırtısıyla parmakları çoğunu açtığı düğmelerde kalakaldı. Dudakaları titriyor, gözleri puslu görüyordu.
Onun canına bıçak gibi saplanan Halilin bağırması değildi. Onu böyle titreyen parmaklarla puta çeviren yarısı açılmış göğüste parça parça olan izlerdi. Yanık izleri... Dikiş izleri... Ve hangi filmde izlediğini bilmediği ama beyninin bir şekilde kaydettiği elektro şoklardan sonra oluşan çürük deri lekeleri.
Yutkundu...
Gırtlağına takılan öyle çok canını yaktı ki kayıp geçmedi boğazından.
"Halil..."
Fısıltısı hâlâ karşısında harabeye dönmüş tendeydi. Başını cesaret edip kaldırmak istedi ama boynuna bakacak kadar güç bulabildi kendinde.
"Nazlı..."
Kendi sesi gibi fısıltılı, ürkek sesi bir pusun altından duydu. Onun zihninde yankılanan asıl kelime Halilin "gelemedim" dediği anda saklıydı.
Gelemeyen Halil ne yaşıyordu da gelememişti?
Nasıl da safsın Nazlı, nasıl da küçük! Nasıl da havai ve nasıl da güçsüz... Söyle Nazlı, gördüğün görüntüyü kaç gecene karabasan edeceksin? Şimdi tenine değmeyen bu yanıklar kaç gecende yakacak etini? Halilin tenini yarıp geçen bu bıçak izleri kaç kere saplanacak yüreğine? Sen kimi sevdin Nazlı? Bu adam senin Halilin mi? Senin Halilinin teninde bu kadar zulüm yoktu, sen kimi sevdin?
Gözlerinden sağanak yaşlar boşalmaya başladı. Kendini sıkmasından kaynaklı bir titreyiş, gözlerinin parıltılı yıldızlarında solmalar oldu.
Yüzünde sıcak avuçları hissediyordu ama tepki veremiyordu. Biri ona sesleniyordu ama Nazlı kendini bulamıyordu. Bedenine sımsıkı dolanmış bir şey vardı. Bir şey onu sımsıkı kavramış, ısıtıyordu.
Bulamadı Nazlı kendini. Düştüğü zindan çok karanlıktı bulamadı. Kulağına uğultu gibi gelen sesleri ayrıştıramıyordu.
"Nazlım... Gönül ışığım, ne olur! Ne olur bak bana Nazlı! Nazlı bak bana!"
Başını biraz daha kaldırdığında Halilin korku dolu yeşillerinin ıslak çimenlere benzediğini düşündü. Gözlerindeki yaşarmanın nedeniyle yeşilleri daha parlak, daha koyu bir ton olmuştu.
"Konuşalım... Bak bana konuşalım! Bi bak bana! Özür dilerim, ne olur Nazlım!"
"Acımıştır..."
Halil alt dudağını şiddetli bir şekilde ısırdı.
"Çok acımıştır Halil..."
"İyiyim... İyiyim, geçti... Çok iyiyim bak!"
"Senin canını yakmışlar. Ben nerdeydim ki? Nerdeydim ben..."
Hala çok kısıktı sesi. Kollarından geriye kendini çekince boş bulundu Halil. Elleri yanlarına düştü.
Nazlının ellerini saçlarına atıp öne doğru eğilmesiyle ona uzandı.
"Nerdeydim ben!!! Senin canın acımış nerdeydim? Nasıl bilmez benim kalbim senin acı çektiğini, nerdeydim ben? Allah belamı versin gülüyor muydum, geziyor muydum nerdeydim?"
Sıkı sıkı doladı tekrar kollarını. Girdiği histeri krizinin durulmasını bekledi. Bir anda bacaklarının altından geçirdiği koluyla kucağına aldı.
Koridorun sol tarafında kalan salona doğru ilerledi adımları. Göğsüne başını yaslamış hıçkırarak ağlayan kız, kalbine asit döküyordu sanki.
Kucağında bir saat boyunca bebek avutur gibi avuttu. Sırtını, saçlarını okşadı. Küçük küçük öpücükler bıraktı. İç çekişi devam eden ama daha sakin olan kızla başını geriye yasladı.
"Rusyadaki görevim bir rus mafyasının koruması olmaktı. Karı koca çok güçlü bağlantıları olan bir aileden geliyordu. Onlarda ele geçirmemiz gereken bir ipek yolu vardı Nazlı. Bulmak zorundaydık. "
"Yak- yakaladılar mı? Yakaladılar, onlar yaptı dimi?"
Hala sesi titreyen ve iç çeken kızın saçlarının arasına baskılı bir öpücük daha bıraktı.
"Yakaladılar... Öyle olması gerekiyordu!"
Nazlı başını kaldırıp kızarmış gözlerle Halile baktı. Kaşları çatılmıştı. Anlamadı...
"Bilerek mi? Ama ama niye? Bilerek mi yakalandın?"
"Planın son aşamasında dikkat dağıtmam gerekiyordu. Tüm dikkatleri üzerime çekersem Turanlar girişte sorun yaşamayacaktı."
Nazlı biraz daha dik oturdu. Böyle doğru düşünemiyordu. Yana doğru kayacakken Halil belinden yakaladı.
"Uzaklaşma benden. Lütfen şimdi olmaz, uzaklaşma."
Nazlı sesindeki muhtaçlığı duyunca hareket etmekten vazgeçti. Ona ihtiyaçla bakan adamın gözlerine daha güçlü baktı.
"Birlik adına Güneş diyor. Güneş asker olarak kendine Turan yetiştirir. Tsk'nın bordo berelileri gibi düşün. Konya, Eskişehir arasında geniş bir araziye kurulmuş askeri üs görünümlü Türkiye ayağı. Umut adını veriyorlar oraya. Savunma ve saldırıda hizmet veren Turanlar Umutta yetişiyor. Bilim, sağlık için yetişen turanlar için Moskova üssü var mesela. Bizim peşine düştüğümüz karı koca ortadoğudaki savaşı kendilerine ticari malzeme yapmışlar. Ama aracılar. Küçük kız çocuklarını ortadoğudan topluyorlar. Avrupanın pedofili sapıklarına satıyorlar. Kimisi ise Rusya, Avrupa arası bir durakta organ ticaretinde kullanılıyor. Bizim bu ticari yolu kordinat olarak ele geçirmemiz gerekiyordu. Çünkü dediğim gibi bu karı koca aracı. Bize asıl adamlar lazımdı. Yapılan anlaşmaların saklı olduğu yeri bulmak için kadının sağ kolu olarak korumalığını yaptım iki yıl kadar. "
Nazlı elini hızla atan kalbinin üstüne koymuş tek kelime etmeden dinliyordu Halili. Duydukları onun aklının alacağı şeyler değildi. Halilin birlik diye bahsettiği oluşum onun düşüncelerinin çok ötesindeydi.
"Sonra... Sonra ne oldu?"
"Son sevkiyatı geciktirmem gerekiyordu. Turanların zaman kazanması, sevkiyat için paniklenmesi gerekiyordu. Kendi kendimi ele verdim. Turanlar beni bulup, ordan çıkarana kadar konuşturulmaya çalışıldım."
"Sen... Bunu nasıl yaparsın? Sen bizi düşünmeden bunu..."
Halil iki eliyle yüzünü tuttu Nazlının. Yüzünün her yerine bir sürü öpücük kondurdu.
"645 küçük kız çocuğu Nazlı! Tam 645 küçük kız çocuğu kurtuldu. Savaşta annesi, babası ölenler... Para için ailesi tarafından satılanlar... Minicik, çok güzel kız çocukları kurtuldu. Zorla ailelerinden koparılanlar kavuştu. Anne baba olamayan iblisler hiç ulaşamayacak diğerlerine. Güneş koruyacak, okutacak, büyütecek. Umut olacak onlara. Çok masumlar Nazlı."
Biraz önce söylediklerinden her zerresiyle utandı Nazlı. Aslında düşünerek de söylememişti. Ama insandı işte! İnsan, ilk canı için ağıt yakmaz mı? İlk kendi canı için korkmaz mı? Gaflete kapıldı!
"Ben öyle değil... Onlara bişey olmasın... Çocuklara olmasın bişey. Çok masumlar."
"Öyleler sevgilim... Şimdi güvendeler. Ticari yol bozuldu. Aradaki sevkiyat aracıları yok edildi. O çocuklarla beraber, yok edilecek hayatların da önüne geçti benim birliğim."
"Sen... Sen nasıl kurtuldun? Çok canını yakmışlar..."
Sesi titredi. Gözü istemsiz gömleğin kapanan düğmelerine değdi ama hemen korkuyla geri çekti.
"Moskova üssünden bahsettim sana. Orda bir süre tedavi oldum. Uzun bir süre! Yiğit... O eski ses kayıtlarımı kesip, biçip halamla görüşme yaptırmış arada. Shoplu resimler atmış."
Nazlı ona sarılan kollardan hızla geri çıktı.
"Yiğit biliyor mu? Nasıl? Nasıl biliyor?"
"O... Bitirme teziyle çok dikkat çekti. Benle olan bağı ortaya çıkınca birlik onu da..."
Korkulu gözleri yerinden çıkacaktı sanki. Yıllardır ne kadar çok kandırılmışlardı.
"Ama o İstanbulda! Süpriz yaptım kaç kere. Orda o!"
"Yiğit benim ekibimin beyin takımından. O bize açılması imkansız kilitleri açan kodlar yazar, rotasyonu oluşturur kendi ekibiyle. Yer değiştirmeye ihtiyacı olmaz onun. En fazla Umuta rapor vermeye gider, o da günü birlik."
Aklı bir anda duyduklarıyla durma noktasına gelecek gibi oldu Nazlının. Ne kadar da saftı! Dümdüz diye nitelendirdiği hayatı aslında öyle karmaşık bir haldeydi ki.
"Gurur da sizden mi? O da elektrik tesisatınıza falan bakıyor mu bari?"
Halilin dudağı kıvrıldı. Şu an gülmesi hiç doğru olmazdı.
"En son Ankarada elektrik mühendisliğindeydi. Öyle bir şey yaptıysada benim haberim yok."
Nazlı iç çekti. Bu da bir şeydi sonuçta. Farkında olmadan babası da mutant çıkabilirdi. Duysa şu anda hiç şaşırmazdı.
"Nazlım... Sevgilim..."
Ona biraz ürkek, biraz çekingen bakışlarla bakan adamı süzdü. Kalkıp kaçması için ne kadar çok sebebi vardı. Kalbini bırakabilse muhtemelen bunu da yapardı.
"Annem... Mahvedecek sizi..."
|
0% |