Yeni Üyelik
54.
Bölüm

Ne Bir Ten Ne Bir Neden Azer Bülbül Gibi İlle de Sen

@orenda

 

 

NOT: kurban olayım kuzen shipi yapmayalım. Gururun cazgır sevdiceği için henüz zaman var🤫😉

 

 

 

Eve yıldırım gibi düşen geçmişin ardından geçen hafta oldukça renksizdi. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş, içsel olarak yüklerinin ağırlığını tekrar tartıyordu.

 

Asil karşısında Güneşi seven karısını izlerken tam olarak bunları düşünüyordu işte. Hayatında bir çok zorlandığı, gücüm bitti dediği an olmuştu. Ama aynı zamanda gerçekliğini sorgulatacak kadar güzelliklerde yaşamıştı.

 

Nazlı doğmuştu. Züleyha gibi bir cennete kavuşmuştu. Halil ve Yiğit gibi iki evlat bir anda kucağına düşmüştü. Sonra ne kadar uğraşırsa uğraşsın gözünden sakınacağı yaman bir oğlanın babası olmuştu. Ama yetmemişti dünya nimetlerinden onun bahçesine akan ödüller. Bebek kokusunu unuttukları bir zamanda iki taptaze can daha çiçek açtırmıştı kollarına.

 

Hamzanın geldiği gün karısını, kollarındaki Güneşle odasına götürene kadar oldukça iyi idare etmişti Züleyha. Güneşi yıkarken onunla uğraşmış, giyinmeyi zorlaştıran minik parmaklarına bile bulaşmıştı. Asilin gözünü ayırmadan onu izlediği anlarda hiç bir şey olmamış gibi devam etmişti. Sonra Asille ortalarına alıp kendince sesler çıkaran minik parıltı, hissediyormuş gibi Züleyhaya sığınıp elini koynuna attığı an bir şey olmuştu.

 

Bir saniye önce gülen yeşil gözler ışık hızıyla dolmuş ve Asil ne olduğunu bile anlayamadan Züleyhanın hıçkırıkları Güneşi sinesine saklayıp artmıştı. Asilin titreyen elleri saçlarına uzandığında o hıçkırıklar daha da sesli bir hâl almıştı.

 

Minicik bir bebek olmasına rağmen Güneş de hissetmiş gibi daha çok sokulmuştu Züleyhanın koynuna. Bu Asile yıllar önce Nazlının da tıpkı böyle annesine sığındığı anları hatırlatmıştı.

 

İçindeki zehir, gözündeki yaşla akıp gitsin diye bir süre dayandı Asil. Ama zümrüt gözlü karısına kıyamayan yanı bir zaman sonra teselli için iyice kavradı bedenini.

 

Züleyhanın hem ağlayıp hem içinden geçenleri söylediği an sessizce dinledi sadece. Kalbindeki kırıklığı, öfkesi her kelimeden belliydi.

 

Asil yıllar içinde bir şeyi daha fark etmişti. Bir zamandan sonra onlar için kalb-i bir dil gelişmişti. Bazen bir şeyleri anlamak için kelimelere ihtiyaçları olmuyordu.

Züleyha göz yaşlarının içerisinde ben sandım ki demişti. Ağzını açıp kapatmış sonra o lafı eksik bırakıp oğlanları görmeye gelmemiş, kızları korumaya gelmiş diye serzenişte bulunmuştu. O cümlenin içerisinde bir an oğlanlar ve benim için geldi sandım kelimeleri gizliydi.

Asilin Birgülle yaşadıklarından öğrendiği çok önemli bir ayrıntı vardı. Kalp söz dinlemiyordu. Yapmaması, sevmemesi gereken insanlara yinede sevgi besleyebiliyor, dillendirme cesareti olmasa da gizli gizli bir kuytuda o sevgiyi saklıyordu. Şimdi Züleyhanın da ölse söyleyemeyeceği o gerçek yüzüne çarptı.

 

Züleyha bir an bile olsa, dünyada ona cehennemi yaşatmış ağabeyinin onlar için geldiğini düşünme gafletine düşmüştü. Belki pişmanlığını dinleyeceğini, af dileyeceğini hatta özlemle ilgili bir kaç kelime kullanacağını bile umut etmiş olabilirdi. Çünkü insan hem çok güçlü hem de çok zayıf bir canlıydı. Asla hak edilmeyen biri için gizli saklı özlem yada sevgi saklayacak kadar acizleşebiliyordu da.

 

Aile her şeydi onun karısı için. Her odanın dolup taştığı aile için yaşanılır, gerekirse o aile için hiç düşünmeden can verilirdi.

Züleyha çocukların birbirlerini her daim korumalarını, kollamalarını tembihlerdi. Bu onun için her şeyden önce gelirdi. Aileden olan her daim bir birini gözetirdi!

 

O yüzden belki kavgaya tolerans göstermeyen karısı, Zümrütü inciten bir çocukla Yağız kavga ettiğinde yarım ağız uyarmıştı. Asil söylese büyük bir inançla inkar ederdi ama Yağızın Zümrütü koruyup kollamak için o kavgaya daldığından içten içe gurur duyduğunu biliyordu.

 

Yamanın her daim Nazlıyı koruyup kollayışını da aynı bakışlarla izlerdi çünkü. Halilin ve Yiğitin abiliği elden hiç bırakmayışları göğsünü kabartırdı.

Lisede kavga edip olay çıkaran, disiplin cezası alan Yiğit, bunu neden yaptığını öfkeli bir sesle soran müdüre "kimse benim ailem hakkında böyle konuşamaz" diye bağırıp birde uzaklaştırma almıştı. Asil orda da yeşil gözlerin nasıl gururla parladığını izlemişti. Halilin ne yaparlarsa yapsın hepsinin ardını toplayışına hayran hayran bakardı. Herkesin ödev kontrolünden sorumlu oymuş gibi üstlenmişti bu görevi mesela. Ya da kimseyle polemiğe bile girmeyi kendine yakıştıramayan Halilin, nazlı kızları için kaç kişiyi ensesinden tutup sarstığını da görmüştü. Gururun ilkokul vukuatlarında, kendilerine olay intikal etmeden müdahale etmişliği de çok fazlaydı. Ve her daim Yiğitin bir adım gerisinde bekleyişleri hiç eksilmemişti.

 

Züleyha ise en çok korunup, kollanmaya ihtiyaç duyduğu anda belki de ilk uzandığı kişi tarafından mahvedilmişti. Yaşadıklarının aksine her çocuğunun diğer evladına gösterdiği ihtimam çok başka bir yerdeydi.

 

Şimdi kırk dört yaşındaki Züleyha değilse bile on dördünde babasız kalan kız, bir an ağabeyinin onlar için geldiğini sanacak kadar afallamıştı.

 

O gün Züleyha bebeklerini nasıl koynunda şefkatle uyuttuysa Asil de öyle uyuttu karısını. Kulağına kıymetini ifade etmeye yetmese de bir miktarını belki anlatan sözler fısıldadı. Ertesi gün ise karısı onu hiç şaşırtmadan dimdik kalktı ayağa. O güzel gülümsemesi yüzünde, kahvaltıyı kendisi hazırladı.

 

Her çocuğunun doyduğundan emin olana kadar kimseyi kaldırmadı masadan.

 

Bir kaç gün herkesi kendi hâline bıraktı. Her yarayı en iyi yar iyileştirirdi neticede. Halil karısı ve kızına sığınırken Yiğit de Meyrada buldu şifasını.

 

Ama onun uzun süre sakinliğe tahammülü olmayan karısı bu kadar sessizliği yeterli bulmuş olacak ki akşam yemek masasına bombayı bırakmış, on gün içinde düğün kurulacağını, olayın muhataplarına bildirmişti.

 

Dudakları keyifle kıvrıldı Asilin. Züleyha, Güneşi pışpışlarken başını iki yana sallayıp, akşam ki halini düşünüp gülümsedi.

 

Tüm arsızlığıyla laf söz olacağını söylerken hiç utanması da yoktu.

 

"Hayırdır Asil efendi?"

 

Asil başını yana yatırıp orta avluda dolaşan karısına kaşlarını kaldırarak baktı.

 

"Ne oldu zümrüt hanım? Efendim olduk yine."

 

Züleyha durduğu yeri beğenmeyen küçük kızı bu sefer omzuna yatırıp volta atmaya devam etti.

 

"Bakıp bakıp sırıtıyon da! Derdin ne çözemedim."

 

Asil kısık bir kahkaha atıp geriye doğru yaslandı. Ellerini de başının üzerinde birleştirimiş, oldukça rahat bir görüntü vermişti karısına.

 

"Hiç... Akşamki arsızlığın geldi de aklıma. Zavallı çocuklar..."

 

Züleyha gözleri kısıp ters bir bakış attı hemen. O sırada da Güneşin nemli avuçlarıyla kavradığı saçlarını kurtarmanın derdine düştü.

 

"Kız bıraksana, yoluğa döndürdün ya beni. Öncesinde ağzının şörüğüyle güzelce ıslatıyon ki hiç bi tel kaçamasın elinden ele zilli?"

 

Kendini kurtarıp bu sefer onları keyifle izleyen kocasına döndü.

 

"Ne arsızlık edeceğimişim? Yalan mı diyom?"

 

Asil bu sefer daha şiddetli bir kahkaha attı.

 

"Karım, oturmuş sakince çorbasını içen çocuklara evimde daha ne kadar nikahsız yaşayacaksınız dedin."

 

Züleyha kendini iki yana sallayıp, saçlarını iyice geriye attı. Sonra da o saçları tekrar yakalamak için uğraşan minik boncuğun nevrini döndürecek şiddette bir öpücük bıraktı.

 

"Yalan mı dedim? Ne dedim? Vallahi de doğru dedim. Ben sesimi çıkarmadıkça kimsenin umuru değil! Laf söz çıksa! Züleyhanın evinde kalıyolarmış da evli bile değillermiş deseler ne diyecem ben? Yüzüm yer mi olsun?"

 

Asil başını iki yana sallayıp gülmesine devam etti.

 

"Karım en azından bana mı yapmasan? Biri sana böyle bir şey dese sen bir daha o dili kullanılamaz hale getirisin. Senin derdini biliyorum ben."

 

Züleyha tam ağzını açıp yükselecekken gelen giden var mı diye sağı solu kontrol etti. Sonra da sedirlerde oturan kocasına doğru iyice yaklaştı.

 

"Asil ne yapayım? Yaz ortası oldu! Bunların daha hiç hareket ettiği yok. Süreyyayla elimizi açtık bekliyoz. Ben bunların keyfini mi bekliyecem böyle? Ama bak nasıl zılgıtı yiyince kalktılar ayağa. Düğünü yapacakları yere bakmaya gittiler yavrularım. Allah vere de doğru düzgün bi yerden tarih bulabilseler."

 

Bu sefer Asil ayaklanıp hiç bir şey demeden kucağında kendince sesler çıkaran miniğini aldı kollarına. Önce biraz havaya kaldırıp iki yana salladı. İstediği güneş ışıltısını alınca da dudaklarının ucuyla burnunu öptü boncuğun.

 

"Güzeller güzelim. Ne güzel gülüyorsun sen bana. Az da benimle gezer misin prensesim?"

 

Nazlı ve Halil de Meyra ve Yiğitle çıktığı için Güneşi oyalama görevi ikisine kalmıştı. Züleyha kalktığı yere oturunca Asil voltalara devam etti.

 

"Tamam, niyetin iyi de sen niye çocukları utandırıyorsun karım? Meyra kıpkırmızı oldu."

 

Züleyha umursamazca eteğini düzeltip omuz silkti.

 

"Kocam az safmısın sen acaba? O yer biti utandığından mı kızardı sanki? Yiğit hanım kızın nazını bekliyoruz dedi de karşılığında biz varız diye sövemedi. Onun sinirinden kızardı."

 

Güneşin anlık sıçramasına neden olan bir kahkaha daha çıktı Asilden.

 

"Hiç de itiraz etmiyor kız. Üstüne çok oynama, darlanmasın."

 

Züleyha başını yana eğip gülümsedi.

 

"Şu yaşına kadar anasıyla beraber ne kadar derdi varsa sırtlanmış, her bişey için bin kere düşünmüş, bin kere iş koşturmuş. Şimdi birileri onun için ondan önce düşünüp uğraşıyo ya darlanmaz. Bakma sen onun öyle durduğuna, gözünün altından öylece izliyo onun için verilen her bi uğraşı."

 

Asil nasıl olsa dediğini yapacağını bildiği için hiç uğraşmadı. Gerçi bir konuda haklıydı. Meyra tabiat olarak hırçındı ve dikenleri vardı ama aileyi nasıl izlediğine kendi de defalarca şahit olmuştu. Kalabalıklarda en sessiz olan Meyra oluyordu. Tüm dikkatini izlemeye veren kız bir tek o anlarda konuşmayı unutuyordu.

 

"Utandırma çocukları."

 

Yine de küçük bir uyarı fena olmaz diye düşündü. Gerçi Züleyhanın attığı kahkahaya bakılırsa uyarısı pek kaale alınmamıştı.

 

"Onlar mı utanacakmış? Yiğit maşallah kaşığından pilav yemişliğini hiç inkar etmiyo, aynı sen. Meyra desen el versem bu kadar olur. Tasalanma sen kocam, arsız onlar. Bişeycik olmaz onlara."

 

Asil kaşlarını çatmış koca cümlede tek bir yere odaklanmıştı.

 

"Bu taş bana nasıl dokundu şimdi? Hayır ne yaptım da yine laf yedim?"

 

Züleyha oturduğu yerden hızlı bir kalkış yapıp kocasına doğru ilerledi.

 

"Dışardan baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe Asil efendi. Nikahımız kıyılmadan rahmetli annem ağır akıllı diye seni bana pazarlıyodu , geldiğimin üçüncü günü mememi avuçladın. Evin en efendisi dediğimiz adam sağda solda karısını kıstırmayı gözlüyodu. Allah biliyo ya o kıpçık göze bi tek kaynanasının yanında efendi diyom. Yalandan ağzım eğrilmese bari. Neyse sen kızı oyala ben Sultan ablaya yardım edeyim az."

 

Sonra da ardını dönüp dünya laf saymamış gibi bir sakinlikle mutfağa doğru ilerledi.

Ardından bakan Asil iç çekip Güneşe baktı. Minik boncuk da giden anneannesini izliyordu.

 

"Sen bile şaşırıyorsun değil mi? Yirmi iki yıldır kocasıyım beni bile şaşırtıyorsa soru mu bu? Gel bakalım Güneş hanım, az da arka bahçeyi gezelim seninle."

 

Güneş kollarını bacaklarını çırpıp, olmayan dişlerini göstere göstere gülümsedi. Asilin şefkatle erimişti kalbi yeşil gözlerdeki parıltıya bakarken.

 

"Baban kucak kuşu yaptı seni değil mi minik boncuk? Birde annen gibi geziyorsan senden keyiflisi yok. Hadi biraz daha gezelim birazdan teyzen gelecek. Bozuluyor seni sürekli kucağımda gördükçe. Üzmeyelim benim zümrüt prensesimi."

 

Güneşin çığlık atar gibi bir ses çıkarmasını ve ellerini kollarını civciv gibi çıprmasını sırıtarak izledi.

 

"Hiç boşuna sinirlenme. Büyümek için deliren kızım sen geldiğinden beri küçülmenin dedine düştü. Herkes tüm nazını babasına yapsın lütfen."

 

Asil hem konuşup hem dolaştırdığı Güneşi oyalarken Meyra ve Yiğit de düğün mekanlarını geziyorlardı.

 

"Buranın nesini beğenmedin sarı papatya?"

 

Meyra omuzlarını silkip bilmiyorum der gibi dudak büzdü.

 

"Ben bu işlerden anlamıyorum galiba ya. Ne bileyim, çok yapay burası. Her yer çok gösterişli. Böyle bir şeye gerek var mı ki ya nikah kıysak yetmez mi? Hem nerdeyse bir ay var, biz niye şimdiden başladık hazırlıklara."

 

Halil sessiz sessiz gülerken Nazlı ve Yiğit şiddetli bir kahkaha attı. Nazlı omuzları düşmüş etrafa bakan kızın omzuna kolunu doladı.

 

"Bunu anneme söylerken yanında olalım çiçeğim, kaçırmayalım o eğlenceyi."

 

Meyra etrafa bakıp bu sefer medet dilenir gibi Yiğitle göz göze geldi. Yiğit kolunu omzuna sarıp dışarı doğru yürümesi için onu yönlendirmişti.

 

"Gel bakalım sarı. Sıkıldın sen tabi. Acıktın mı çeyrek simitim? Hallederiz, takma kafana."

 

Yiğit kendince onu teselli ederken geride kalan Halil ve Nazlı uzaklaşmalarını izliyordu.

 

"Kalabalık bir şey istemiyor."

 

Halil kolunu beline sarıp iyice yaklaştı karısına.

 

"Ama anneler üzülür diye söyleyemiyor da."

 

Nazlı başını salladı.

 

"Düğüne çağıracak kimsesi yok ki. Süreyya abla birde Yavuz abi... Kabul etmez söylesek ama utanıyor. Dayılarını da hayatta orda görmek istemez. Yoksa Meyra sever böyle şeyleri. Nazeninin düğününde herkesden çok o eğlendi."

 

Halil öylece kapı girişine bakıp konuşan Nazlıyı kendine doğru çevirdi.

 

"Sen ne severdin boncuğum? Biliyorsun biz de yaz için ..."

 

Nazlı Halilin mahçup çıkan sesiyle dudaklarını şefkatle büktü.

 

"Bunu düşünüp kendine dert etmeyeceksin değil mi?"

 

Halilin yeşil gözleri öylece bakıyordu kendine. Hiç bir his yoktu o irislerde.

 

"Ne severdin Nazlı? Her şey yolunda gitse nasıl bir düğün isterdin? Merak ediyorum."

 

Nazlı dudaklarını büzüp, düşünürmüş gibi yukarı doğru baktı.

 

"Bende Meyra gibi isterdim sanırım. Kalabalık sevmiyorum, ailem yeter. Ve böyle mekanlar hiç benlik değil. Bilmem hiç düşünmedim açıkçası. Nikahımız da gayet düğün tadında geçmişti hatırlarsan."

 

Halil sesinde azıcık bile bir burukluk hissedemiyordu. Nazlı gerçekten yapılmayan düğünü umursamıyor mu yoksa Halilin gönlü kırılmasın diye mi uğraşıyor anlayamadı.

 

"Bakma şöyle!"

 

"Nasıl bakmayayım?"

 

Dudağı kıvrıldı Halilin.

 

"Sana içim gidiyormuş gibi bakmayayım mı yani?"

 

Nazlı cilveyle kıkırdayıp, iyice yakınına girdi kocasının.

 

"Neyse vazgeçtim bak sen sevgilim. Bol bol bak. Hep bana bak."

 

Halil güçlü bir kahkaha sonunda Nazlının yüzüne dudaklarını bastırıp geri çekildi.

 

"Annesinin nazını ayrı kızımın nazını ayrı çekeceğim belli ki. Hadi gidelim artık. Bunlar karar veremeyecekler gibi. Kızım özlemiştir babasını."

 

Nazlı hem yürüyüp hem ters ters baktı kocasına.

 

"Üç saatte üç yüz kez kızım dedin Halil. Gerçekten Gurur haklı olabilir. Bu görmemişlik şaka gibi."

 

Halil kendinden önde yürüyen karısının kalçasına küçük bir tokat atıp, kolunu boynuna doladı ve kafasını iyice göğsüne bastırdı.

 

Aklındakini hayata geçirmek için annesiyle konuşması gerekiyordu ve bunun için de biran evvel eve gitmeleri lazımdı.

 

Ordan sonraki günler ise Nazlı için asla keyifli değildi. Ne olduysa bir anda düğün hazırlıklarından aforoz edilmişti. Kucağındaki kızının göğsünde süt içmesini keyifle izlerken azıcık da gönül koymuşluğunun hüznü vardı.

 

Bu gün Meyra gelinlik bakmaya gidecekti ve annesi de Seyhandaki restorandaydı. Kızıyla beraber hazırlanmış çıkacakken Meyra gelmesine gerek olmadığını söylemişti. Nazlı ne olduğunu bile anlamadan Yiğit de bu sıcakta kızıyla beraber ne işi olduğunu dillendirip Nazlının açılan ağzını konuşmadan kapatmıştı. Halil zaten sabah erkenden yeni kurulacak şirket işleri için çıkmıştı evden. Bütün gün canı sıkıldığı için Meyralarla çıkmak iyi gelecekti halbuki.

Ama asıl gönül kırıklığı Nazeninin işten koşturarak gelmesi ve geç kalıp kalmadığını sorması olmuştu. Nazlıya söylemeden ikisi zaten alışveriş planı yapmıştı demek ki. Birde sürekli Güneşle gezmenin zor olacağını dillendirip duruyorlardı. Halbuki onun bebeği, kangurusunda gezdiği sürece kimseyi üzmüyordu ki. Güzel, yeşil gözlerini etrafta dolaştırmaktan ağlamak bile gelmiyordu aklına.

Nazlı bir kere daha yorulmayacağını dillendirdiğinde bu sefer üçü aynı anda gerek olmadığını söylemişti.

 

Gerçekten insanlar bebekli arkadaş sevmiyodu galiba. Nazlı da bir şey demeden kızını almış ve odasına çıkmıştı. Madem kızıyla yapılacak alışverişe zor gözüyle bakıyorlardı Nazlı da gitmezdi.

 

"Seni sevmek isterlerse hemen ağla tamam mı güzelliğim? Asla kendini sevdirme hiç birine. O amcan olacak pislik özellikle. Senden için onun cızırtısını çekemem bu sıcakta dedi. Sakın öptürme kendini. Senin üç tane mis gibi dayın var. Amcalar pis dayılar cici tamam mı bal peteğim?"

 

Kendi kendine saatlerini kızıyla oyalanarak geçirdi. Aklı sürekli ne yaptıklarına gitse de gururunu ezip, aramamıştı bile.

 

Akşam eve hepsi aynı anda girdiler. Halil ve Asafla kapıda karşılaşmışlardı. Halil uzanıp karısının şakağını öptü ilk sonra da kızının boynunu koklaya koklaya soluklandı.

 

"Üzerimi değişip geliyorum boncuğum. Ne yaptınız bütün gün anlatırsın."

 

Halil geri çekildiğinde ellerini bir birine sürten Yiğit yaklaştı bu sefer.

 

"Çitlenbik! Gel kız amca yesin seni az. Bu üstündeki çilekler ne böyle?"

 

Yiğit tam uzanmış Nazlının kucağındaki Güneşi alacakken Nazlı iki adım geriye çekildi. Yiğit ne olduğunu anlamamıştı bile.

 

"Yeni emzirdim, kusar falan şimdi hiç vermeyim. Üstelik dışardan geldin Yiğitciğim! Kızıma bu şekilde dokunmazsan sevinirim."

 

Yiğitin ağzı açıldı açıldı kapandı. İlk şaka yapıyor sanmıştı ama Nazlı gayet ciddiydi. Nazlı hiç yüzüne alık alık bakan adamı umursamadan kocasına baktı.

 

"Sen üzerini değişirken bende Güneşi yeniden giydireyim canım, yakası kirlenmiş."

 

Halil kaşlarını kaldırıp, gülmesini engellemeye çalışsa da pek başarılı olmamıştı. Nazlı felaket kurulmuştu herkese. Uzatmadan başını sallayıp, karısına yaklaştı.

 

"Gel çıkalım güzelim."

 

Onlar kimseye bakmadan salondan çıktıklarında ise kahkahalarını tutmaya çalışan kızlar sonunda patladılar. Meyra elini karnına yaslamış öne doğru eğilmiş, gülmelerini kontrol etmeye çalışıyordu.

 

"Allahım!!! Delirmiş bütün gün. Ayyy suratı gördünüz mü? Hepinizden nefret ediyorum dese daha az kindar bakardı."

 

Nazenin de yaşarmış gözlerini parmak uçlarıyla kuruladı.

 

"Hayır ne yaptınız diye sormadı bile. İçi içini yiyordur meraktan. Kesin Halil eniştenin peşinden de sormak için gitti."

 

"Kocasının da bütün gün bizle olduğunu duysa evden atar hepimizi."

 

Asaf dudağını ısırmış, başını iki yana sallamıştı.

 

"Üzüyorsunuz kızı. Gönül koyacak hepinize."

 

Yiğit ise kaşları çatık hâlâ suratına çarpılmış gibi sert kapanan kapıya bakıyordu.

 

"Kızı yanınızda siz götürmediniz ama tüm hırsını benden aldı. Gördünüz değil mi? Minik boncuğa bile yaklaştırmadı."

 

Meyra sanki becerebilecekmiş gibi elini Yiğitin omzuna atmış, kendinden yirmi santim uzun sözlüsünü omzunun altına alabilmek için aşağı doğru çekiştirmişti.

 

"Az akıllı olsaydın da Nazlıya kızının cızırtısı gibi bir cümle kullanmasaydın. Sen artık Güneşe nah yaklaşırsın."

 

Yiğit ters ters kendiyle dalga geçen kıza baktı. Meyra ne olduğunu anlayamadan elini beline dolayıp, ayaklarını yerden kesmişti bile.

 

"Kimin yüzünden acaba! Sırf inadına Gurur denilen zibidiyi göklere çıkarır sinirim bozulsun diye. O zaman hepinizi satarım haberiniz olsun."

 

Oyuncak bebek taşır gibi Meyrayı tuttuğu tuhaf pozisyonda oturma guruplarına doğru götürmeye başladı Yiğit. Meyra da göz ucuyla Nazenin ve Asafa bakıp Yiğitin kulağına yaklaştı.

 

"Sen bir benim planlarımı boz, gebertirim seni ! Mezar taşına kıpçık gözlü geveze açılmadan iade yazdırırım."

 

Yiğit kendiyle beraber Meyrayı da koltuğa bırakıp, sırıtan bir suratla yan yan baktı.

 

"Çok üzülürsün ama! O iade de neler vardı diye için içini yer. Yanlış hatırlamıyorsam en son paketi parçalamaya çalışıyordun."

 

Meyra alışkanlık üzerine Yiğitin gözündeki gözlüğü çıkarıp tişörtünün ucuyla silmeye başladı.

 

"Yiğitciğim daha önce söyledim mi bilmiyorum ama çok pisliksin. Öyle böyle değil ha hakkını verecek kalitede bir pislik!"

 

Yiğit keyifle Meyranın işini bitirip, gözlüğünü gözüne takmasını
bekledi.

 

"Günde yüz posta söylüyorsun sarı şeker. Yapacak bir şey yok, sözlüm pislik seviyor sonuçta. Hakkını veririm evelAllah. Hiç o mavişleri belertme, bu pisliği hunharca öptüğün anlar dün gibi aklımda."

 

Meyranın yüzü kızarmaya başlamıştı ama bu kesinlikle utançtan değil, sinirdendi. Yiğitin omzundaki kolundan kurtulup ayaklandı. Üstten baktığı adam gerçek bir pislik olarak sırıtıyordu. Sesi kendi aralarında kalsın diye kulağına doğru uzanırken omzunda da toz varmış gibi bir silkeleme hareketi yaptı.

 

"Senin başına ne geliyorsa bu çenenden geliyor çipil göz. Hunharca öptüğüm günlere geri dönmek için az yalvar bakalım bundan sonra. Ha bu arada evlilik öncesi stresi falan yaşıyorum ben biliyor musun? Bir kaç ay anlayışlı olursun artık!"

 

Yiğit kendinden uzaklaşıp çıkışa doğru sekerek yürüyen kız ilk ne diyor anlamadı. Sonra ise yıldırım gibi bir gerçek çarptı yüzüne.

 

"Meyra! Meyra gel lan buraya! Ne demek o?"

 

Ayaklanıp kapıdan çıkan kızdan daha hızlı adımlarla yürümeye başladı.

 

"Ne demeye çalıştın gel çabuk! Alooo kime diyorum? Ne demek o şimdi?"

 

Mutfağa giren kızın zil gibi bir sesle kahkahasını duydu sadece. Ağzı açıldı açıldı kapandı. O sırada merdivenden gelen kıkırtı sesleriye başı o yöne çevrildi. Nazlı ve ağabeyi gülüşerek geliyodu. Abisiyle göz göze geldiğinde kaşları öfkeyle çatılmıştı.

 

"Hayırdır oğlum, o surat ne?"

 

Nazlı yan bir bakış atıp hiç muhatap olmazmış gibi kızının ellerini sallıyordu. Yiğit hırslı bir soluk alıp tekrar mutfak kapısına baktı. Sonra bütün bunların sebebi Nazlıymış gibi sinirle gözlerini ona çevirdi.

 

"Ne geliyorsa başıma sizin yüzünüzden geliyor! Bıktım lan ikinizden de atraksiyon merakınızdan da!"

 

Hızlı hızlı yanlarından geçip giden adamın derdi ne ikisi de anlamamış, şaşkın şaşkın peşinden bakmaya başlamışlardı. Yiğitin oda kapısından gelen çarpılma sesiyle Güneş ve Nazlı irkilmişti. Nazlı bu sefer şaşkın şaşkın kocasına baktı.

 

"Aaa kafayı yemiş bu be! Durup durup bulaşmaya yer arıyor. Dimi kızım? Amcan yaz ortasında kafayı üşütmüş prensesim."

 

Halil derin bir nefes alıp karısı ve kızıyla aşağı inmeye başladı. Ne olduğunu düşünmek için bile efor harcamak istemiyordu.

 

Günler tam da bu hızla ilerledi. Nazenin işten fırsat bulduğu her anda Meyra ile düğün koşturmacası yaşadı. Nazlı ise davet edilmiyorsa asla ben de geleyim mi dememişti. Gerçi kimsenin onu da davet ettiği yoktu ya.

İşin kötüsü herkes sinirini bozmak ister gibi düğün hakkında hiç konuşmuyordu. en azından nerde yapılacak, gelinlik nasıl biri bari kendi arasında konuşsa ve Nazlının merakı dinse ne olurdu ki?

 

Düğüne dair konuşulan belki de tek detayın kına gecesi olmayacağı oluşuydu. Nazlı yadırgamadı ama bunu. Tam Meyralık bir hareketti. Gerçi kendi de istemezdi muhtelemelen. Günlere yayılan düğünler yerine kısa tutulan ve eğlencesi dibine kadar hissedilen anlar yeterliydi. Birde yakın bir tarihe çekilmişti evlenme planları. Laf arasında da yapılacak madem biran önce olsun bitsin deyip Nazlıya kısa bir açıklama yapma zahmeti göstermişti.

 

Şimdi ise konakta bir koşturmaca vardı. Süreyya ablası ve Yavuz bey geliyordu. Akşama ise Nazeninin ailesi gelmiş olurlardı. Annesi sabahtan beri deli bir koşturmacanın içerisindeydi. Odalar temizlenmiş, havalandırılmış ve misafirleri için özenle hazırlanmıştı. Yemek konusuna girmiyordu bile mutfak kokuları her yere dağılmıştı.

 

Meyra üzerini değişip aşağı inecekken Yiğit de odasından çıktı. Giydiği gri gömleğin kollarını katlamakla meşguldü.

Meyra ona doğru yürüyüp Yiğitin katlamaya çalıştığı manşetlere uzandı.

Yiğitle olan şeyler arasından belki de en çok hoşuna giden detay buydu. Birbirlerini tamamladıklarını hissettiği çok güçlü bir andı. Dağılan saçları kendi müdehalesine gerek kalmadan Yiğit tarafından düzeltilirdi. Ya da Yiğitin tozlanmış gözlüklerinden artık Meyra sorumlu gibi bir şeydi. Ve bunu yaparken öncesinde hiç bir uyarıya ihtiyaç duymadan hareket edilirdi.

 

"Süreyya anneler birazdan gelirler. Heyecan var mı heyecan?"

 

Meyra kıvrılmak isteyen dudaklarını düz tutup bu sefer sol kolunu özenle katladı.

 

"Neden heyecanlanacakmışım?"

 

Yiğit at kuyruğu yapılmış saçlarının uçlarını parmaklarına dolamaya başladı.

 

"Sonuçta cici babanla geliyor kadın. Vardır bir miktar heyecan."

 

"Daha öncede geldi Yiğit. Abartma istersen!"

 

"Kızım o zaman sıfatlardan birinde cici baba yoktu. Bende müstekbal kayınpederime bu sefer daha alıcı gözle bakayım."

 

Meyra dudaklarını kıvırıp başını iki yana salladı.

 

"Sende haklısın kıpçık göz, öbürü pek matah bir şey değildi. İnşallah bu sefer ki kayınpederin fiyasko çıkmaz."

 

Yiğit kolunu omzuna atıp aşağı doğru yürümek için Meyrayı yönlendirdi.

 

"Adamı sünnet eden doktora kadar bilgilerine hakimim limonlu şeker. On numara insan. Süreyya anne de mutlu. Yani her türlü severiz."

 

Meyra da zaten tam olarak Yiğitin verdiği bu güvenden ötürü tüm tedirginliklerinden arınmıştı.

Geçen hafta annesine evlenme teklifi yapmak isteyen adam, ilk olarak Meyrayı aramış, durumdan bahsederken alttan alta icazet alır gibi bir incelik göstermişti. Meyra ise bu durumda sadece annesinin mutlu olmasını isttediğini söylemişti. Annesini mutlu edecek her kararı Meyra en önde desteklerdi.

 

Kapı sesiyle geldiklerini anlayıp hızla ilerlediler. Ev ahalisi tam kadro evdeydi. İki gün sonra ki düğün için ise ne kadar belli etmek istemese de deli bir heyecan gizliydi içerisinde.

 

Halil ve Yiğit sayesinde aklına gelemeyecek kadar güzel bir düğün planı kurulmuştu. Meyra oturup düşünse hayatta aklına gelemezdi ama yapılan plana öyle bir atlamıştı ki Halil ve Yiğit bu teklifi asla beklemiyordu. Nazenin az gücenecek gibi olmuştu ama onun da gönlünü alacak bir çözüm bulunmuştu nihayetinde.

 

Gelenler karşılandı. Meyra sıkı sıkı annesine sarıldı. Bu sefer Yavuza da aynı sıcaklıkla yaklaşmıştı. Her kafadan çıkan ses, anlatılacak bin farklı konu, sevilecek ışık saçan bir Güneş sonrasında bu sefer kapı Ünzile ve Tahirin gelişiyle açıldı. Nazenin deli gibi özlediği anne ve babasına sıkıca sarılmış, kardeşlerini doya kana öpmüştü.

Musap neredeyse üzerinden hiç çıkarmadığı Galatasaray formasıyla eniştesinin kollarına çıkmıştı bile.

 

Asaf kucağındaki çocuğu öpüp, yere indirdi. Ona sıcacık bakan kadına doğru yaklaştı.

 

"Hoş geldiniz anne."

 

Uzanıp elini öpecekken Ünzile kendine çekip, iki yanağını öpmüş, sonra da sıkıca sarılmıştı.

 

"Hoş buldum maviş oğlum. Maşallah yavruma, kilo almışsın annem. Nasıl güzel olmuşsun."

 

Asaf gülümseyip kaçamak bakışlarla Nazenine baktı. Gerçekten evlendiğinden beri üç kilo almıştı.

Geri çekilip bu sefer Tahire yaklaştı.

 

"Hoş geldiniz baba. Yol çok yordu mu?"

 

Tahir eline uzanan adamın öpmesine izin verdi. Sonra da sıkıca sarılıp, sırtını okşadı.

 

"Dinlene dinlene geldik oğlum. Bir sıkıntı olmadı çok şükür. Çocuklarımıza geliyoruz ya o kadarcık eziyet gözümüze görünmedi bile."

 

Tahir yanına yaklaşan Nazenini de kollarına aldı.

 

"Kara kızım... Babasının kıymetlisi, maşallah bi başka güzelleşmişsin kızım. Asafım iyi bakmış belli ki sana."

 

Asafın parıltılarla ışıldayan gözleri saniyelik bile olsa üzerlerinden çekilmiyordu. Beline dolanan kolla başını sağına çevirdi. Züleyha sırıtarak karşısında sarılan baba kıza baktı.

 

"Güzelleşmez mi hiç? Kocası gözünden sakınıyo kızını Tahir abi. Maşallah ne şanslı adamsın, arasan bulaman böyle damadı."

 

Tahir gülüşünü saklar gibi sakallarını sıvazlayıp, başını onaylar gibi salladı.

 

"Öyledir benim evladım Züleyha. Ha sen yeğenim diye övüneceksin belli ama babasının oğlu Asaf. Ünzile hanımın da yüzünün güzelliği evlenince bi başka artmıştı."

 

Nazeninin kıkırtılarına diğerleri de uydu. Ama en çok ses yine Züleyhadan çıkmıştı. Bulaşa bulaşa ağzı var dili yok adamın bile huyunu bozmuştu.

 

Hızla masaya geçilip yemekler yenildi. Her kafadan bir ses çıksa bile bu asla rahatsız etmiyordu. Konular çok hızlı değişiyor, muhabbetin hızı asla kesilmiyordu.

 

Meyra ne kadar gerek yok böyle şeylere dese de akşam kahveleri içilirken bir anda konu değişmiş ve bir anda olay kız istemeye evrilmişti.

 

Meyra tekrar gerek yoktu dese de bu sefer Asilin oğluma, güzel bir kızı isteyesim var, hadi kahvelerimizi yap demesiyle susmuştu.

 

Hiç önemsemediği durum, ellerini titretecek hâle onu nasıl soktu hiç anlamadı bile. Herkesin kahvelerini verip, Yiğitin kahvesini uzattığında stresten karın ağrıları arttı. Ne zaman çok kasılsa hep böyle olurdu.

 

Geçip yerine oturdu. Züleyhanın fırsat buldukça oğullarını övüşünü kıkırdayarak izledi. Asil abisinin kendinden bahsederken hep kızım deyişleri içini titretti. Annesine yetiştirdikkeri evlat için teşekkür edişleriyle neredeyse ağlayacaktı. Meyra belki de hayatının hiç bir döneminde bu kadar değerli hissetmemişti. İsteme sonrası herkesle sarıldı. Genzini yakan tüm tebrikleri olabilecek en güzel şekilde karşıladı. Ama en son Zümrütün gelip sarılması ve Meyra abla sende artık bizimsin demi sözleri tüm direnişini yıktı. Boncuk boncuk gözlerinden yaşlar akıtıp, her yerini öptü küçük Zülüşün.

 

Sonunda Züleyhanın ve Süreyyanın sevinçle Meyranın ise karın ağrılarıyla beklediği gün geldi. Sabahın erken saatlerinde herkes ayağa dikilmişti bile.

 

"Anne tüm angaryaları bana iteledin yine ya. Bunu da Halil abi yapsın bir zahmet!"

 

Gurur avludan yukarı doğru bağırırken Züleyha üst katta Zümrütle uğraşıyordu. Kafasını pencereden uzattığında sinirden saçları kabarmıştı.

 

"İndirme lan beni aşağıya! Çabuk babanlar bekliyo elindekileri. Valla birinin yerini beğenmeyim o bana çemkiren dilini ensenden sökerim!"

 

Gurur elindeki büyük büyük iki torbaya bakıp surat astı. Sabah erkenden düğünü yapacakları yere Asaf ve Asil gitmiş, organizasyonun başında bekliyorlardı.

Gurur tekrar ağzını açtı.

 

"Yahu bunu da organizasyon şirketi yapsaydı. Benden ne istiyorsun kadın sen?"

 

Züleyha yarı beline kadar sarktığı camdan Gurura doğru terliğini fırlattı.

 

"O kadar okula yolluyoz, bakayım dedim bişeyler öğrenmiş misin? Altı üstü ampul takacan söylenmedik laf bırakmadın! Ha hemen hallet gel çabuk geri. Üstünü başını giyecen daha."

 

Gurur pes etmişlikle omuzlarını düşürüp yerdeki torbaları avuçladı. Küskün küskün de annesine baktı.

 

"Senin hunharca kullandığın bu oğlanı dm den düşürmek için kaç kız takla atıyor biliyor musun? Yirmi bir yaşımda hala terlik yediğimi bilseler o kampüsten içeri almazlar beni."

 

Züleyha iki elini beline yaslayıp sırıtmaya başladı.

 

"Hadi beni dinden imandan çıkar. O kampüstekiler iki ampul taktın diye okuldan atarlar mı bilmem de dört yaşına kadar kıçında bezle dolaştığını duysalar iyi gülerler onu bilirim. Ne diyon fındık oğlum, Yiğit abinin kulağına fısıldayım mı okula yayın yapmasını?"

 

Gurur önce bir yutkundu. Sonra kapı çıkışına bakıp geri annesine döndü yüzünü. Küskünce dudak büzdü.

 

"Hep tehdit hep şantaj! Çocuk gelişimciler bana yaşattığın travmaları dehşetle izliyor şu an anne."

 

Züleyha hiç sırıtan yüzünü bozmamıştı.

 

"Yavrum her eşeğin güdülüşü bir olmuyo ki. Ne ediyim, sen yularını tutunca gelsen hiç kıçına kırbaç yermisin yavrum?"

 

Gurur ardını dönüp hiç bir şey demeden kapıya doğru ilerledi. Nasıl olsa dediğini yaptıracaktı.

 

"Dilek fenerlerini de hallederim ben, şimdi onun için de bir şantaja maruz kalmayım!"

 

Kapıdan çıkan oğlunun ardından Züleyhanın sesi yankılandı.

 

"Anası kurban olsun verene. Oy anası yesin yaman oğlunu, maşallah her işime yetişiyo paşam her işime."

 

Züleyha Gururun ardından tebessüm ederek bakarken Zümrütün odasının kapısı tıklatıldı. Züleyha daha yeni taradığı saçlarındaki tokaları çıkarmış, saçlarını da bir güzel kabartmış kızına iç çekerek baktı. Babası gelince de böyle gezebiliyor mu görürdü o.

 

Kapıyı açan kişiyle göz göze geldi. Halil elinde kutuyla halasına bakıyordu.

 

"Anne..."

 

"Gel yavrum."

 

Halil içeri girdiğinde Zünrüt de fırsattan istifade aralık kapıdan kaçtı. Züleyha başını iki yana salladı.

 

"Bak yine elbisesini giymedi. Görür emme o, düğüne de böyle götürüyüm de malamat olsun millete."

 

Halil gülümseyip yanına yaklaştı.

 

"Annem... Nazlı Güneşi giydiriyor. Yanına gideceğim şimdi. "

 

Züleyhanın gözleri ışık hızıyla dolmuştu. Yanına yaklaşıp elindeki kutuyu dikkatle aldı ve yatağın üzerine bıraktı. Sonra da ne istediğini bilen Halil kollarını açmıştı bile. Beline doladığı kolları ve göğsüne bıraktığı öpücükle halasının sırtını okşadı.

 

"Bazen diyom ki keşke hiç büyümeseler de hep kucağımda dolaştırsam. Sonra da boyunuz beni geçti diye bi gururla doluyom. Sen şimdi benim kızımın yüzünü öyle bi güldürecen ki hah diyecem işte. Benim yetiştirdiğim oğlan tam da böyle olur. Bana yaşattığınız hiç bi sevince doyamıyom Halil. "

 

Halil dudakları saçlarına yaslı her bir kelimesini özümseyerek dinledi.

 

"Senin yetiştirdiğin bu çocuk çok da iyi değildi anne. Üzdükleri incittikleri anları çok fazlaydı ama sen o kadar güzel bir annesin ki o anlara dair hiç bir şeyi tutmuyorsun içinde. Babam ve sen, kardeşimle benim şansımsınız."

 

"Aldığınız nefese şükür ediyom ben, ne demek üzmek. Hadi Nazlının yanına sen girde sonra bende bi emaneti var onu vermek için de ben girerim. Meyrayla Nazenin öyle yolunu gözlüyodu. Öldüler meraktan."

 

Halil geriye çekilip sırıttı. Sonra da yataktaki kutuyu alıp odalarına doğru yürümeye başladı. Karşı odasında saçlarında tuhaf şeyler olan Meyra eğilmiş kapı aralığından bakıyordu. Nazenin de ona uymuş üstten uzanıyordu.

 

"Bana beş dakika verir misiniz kızlar? Karımla konuşayım, gelirsiniz yanımıza."

 

Oyuncak bebek gibi ikisi de aynı anda kafasını salladı.

 

"Rahat rahat konuş Halil abi. Biz dinliyoruz... Of aman bekliyoruz zaten."

 

Halil Meyraya gülümseyip başını iki yana salladı. Sonra da odalarının kapısını tıklattı. İçeri girdiğinde Nazlı yatağın üzerine kızını yatırmış giydiriyordu. Kendi elbisesi de askıda asılı dolap kapağında giyinmeyi bekliyordu.

 

"Ay geldin mi Halil? Güneş hazır sayılır, lütfen biraz bakar mısın ben daha giyinemedim bile. Kızların saçları bitti mi acaba? Saçlarımı yaptırıp mı giyinseydim? Of geç kalıcam hadi Halil!"

 

Güneşin başına bandanasını da takıp geriye çekildiğinde anca Halilin elindeki kutuyu fark etti. Halil kutuyu şifonyerin üzerine bırakmıştı.

 

"O ne aşkım?"

 

 

Halil kendine boncuk boncuk bakan kızını alıp, boynunu koklayarak öptü ve anakucağına bıraktı. Merakla onu izleyen karısına hiç bir şey söylememişti.

 

"Halil? Ne oldu canım?"

 

Sonra da kutuyu tekrar ellerine alıp Nazlıya yaklaştı.

 

"Oturur musun güzelim?"

 

Nazlı nedensizce yutkunup, denileni yaptı.

 

"Halil iyi misin? Bir şey mi oldu?"

 

Halil ağır ağır başını salladı ilk. Sonra aralarındaki kutuyu yatağa bırakıp karısının ellerine uzandı.

 

"Hakkın olan bir çok şeyi yaşatamadım ben sana Nazlı."

 

Nazlı ne olduğunu anlamıyordu ama Halilin durgun, bir parça da hüzünlü sesi boğazında hemen bir düğüm olmasına neden olmuştu.

"Halil..."

 

"Sen dünyaları hak ederken ben sana layık olamadım. Sabırla kalbinde bir aşkı besledin, ben sana geç geldim. Özenle sevilmeyi hak eden boncuğuma hak ettiğinden azını verdim. Sonra seni bırakıp gitmem gerekti. Sen tek başına türlü cefalar çektin. Yine de bana azıcık bile gönül koymadın."

 

Halil gözlerini Nazlının dolmak için hazırda bekleyen gözlerine değdirip iç çekti.

 

"Sen hamileliğini elini tuttuğum bir anda öğrenmeliydin Nazlı. Seni pamuklara sardığım zamanlar içinde geçirmeliydin o süreci. Canının istediklerini bulmak için uğraş bile veremedim. Ağrıların, sancıların içinde bir parça ışık için karanlıkta bekledin. Ben sana bir düğün bile veremedim Nazlı. Hak ettiğin şey dünyalarken ben hiç bir şeyi tam beceremedim."

 

Nazlı hızla başını iki yana salladı.

 

"Öyle deme... Sen bana dünyaları verdin Halil. Aşkını verdin sonra... Sonra dünyalara bedel bir güneş verdin. Böyle düşünme ne olur?"

 

Halil elini kavrayan eli sıkıca tutup dudaklarına bastırdı.

 

"Nazlı müsaden olursa ben geç de olsa sana eksik kaldığın bir şeyi vermek istiyorum bugün."

 

Nazlı ne demek istiyorsun der gibi gözlerini kısıp baktı. Halil yanlarında duran kutunun kapağını kaldırıp Nazlının kucağına bırakmıştı.

 

Nazlı önce hızlı bir soluk aldı sonra ise inler gibi kocasının adını fısıldadı. Parmakları titreye titreye kutunun üzerindeki ince kağıdı kaldırıp altında bekleyen kumaşa parmaklarını değdirdi.

 

"Halil? Bu..."

 

Halil, Nazlının korkak ellerinin aksine cesaretle kutudaki gelinliği biraz kaldırdı.

 

"Beğenir misin bilemedim. Ama bunu gördüğümde benim boncuğuma çok yakışır diye düşündüm."

 

Nazlının gözünden kayan yaşın aksine yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.

 

"Ama... Ama nasıl? Ama Meyra... Ama nasıl?"

 

Halil şefkatle dudaklarını kıvırdı.

 

"Çok fena biri kendisi. Benim planlarıma nasıl ortak oldu emin ol hiç birimiz anlamadık bile. Senin sevdiğin bir yerde, küçük de olsa bir düğün planlarken bir baktık o da kendi tarihini bizimkine denkleştirmiş."

 

Nazlının ağzı açıldı. Hayretle de gözlerini kırpıştırdı.

 

"Nasıl? Beraber mi? İkimiz mi yani? Ama nasıl?"

 

Halil şaşkın haline dayanamayıp kısık bir kahkaha attı ve kapanmayan dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı.

 

"Sen istemez misin boncuğum? Bir düğün kursak ama o düğünün iki gelin ve damadı olsa... Mutlu olmaz mısın?"

 

Nazlı elinde hâlâ bir parçasını tuttuğu gelinliğe baktı. Sonra Halilin yüzüne geri çevirdi gözlerini. Kademe kademe arttı yüzündeki gülümseme. Tam idrak edişi uzun sürmüştü ama anlamıştı da. Bugün sadece Meyranın düğünü yoktu. Bugün kendi de evleniyordu. Aylar önce nikahlandığı, yetmezmiş gibi çocuğunu bile doğurduğu bir adamla bugün Nazlı düğün yapıyordu. Gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Öyle ki onun kahkahası Halilin eşsiz manzarası oldu.

 

"Halil bizim..."

 

Soluklarını toparlasa cümlesini devam ettirecekti. Az nefeslenip yüzünü okşayan ele yanağını yasladı.

 

"Halil bizim bir kızımız var ama."

 

Halil umursamazca omuzlarını silkti.

 

"Ben kızımsız düğün istemezdim zaten boncuk. Benim güzelliğim anne ve babasının düğününü görmesin mi yani? Kıyamam ben ışık prensesime. Üstelik onun da gelinliği var orda. Annesi giyer de kızım giymezse üzülür Güneşim."

 

Nazlı tekrar kahkaha attı. Gözleri ana kucağında onlara bakan, elindeki çıngırağı ağzına sokan kızlarına döndü. Ne olduğunun farkında değildi Güneş ama annesi gülüyor diye yüzünün yarısını kaplayan bir gülümsemeyle onlara bakıyordu.

 

"Anneciğim... Gelin oluyoruz bebeğim."

 

Nazlı kutuyu eliyle yoklayıp küçük gelinliği havaya kaldırıp baktı. Her bir zerresini inceleyip tekrar kıkırdadı.

 

"Biz gelin oluyoruz minik boncuğum."

 

Sonra küçük gelinliği göğsüne bastırıp karşısında onu bir efsunu izler gibi izleyen kocasına baktı. Yüzü gülümsemeyle parlasada gözleri dolu doluydu.

Halil hiç bir şey demeden elini boynuna atmış, gülüşünü doya doya öpmeye başladı. Dudaklarının etrafında keyifle dolanan dudakları duyduğu sesle duraksadı. Yüzünde gülümseme arttı.

 

"Delirdi beklemekten."

 

Nazlı geriye çekilip gözlerini güzel yeşillerde dolaştırdı.

 

"Ne... Ne oldu?"

 

Halil tekrar küçük bir öpücük bırakıp geriye çekildi.

 

"Gel Meyra gel."

 

Cümle biter bitmez de kapı hızla açıldı. Meyra kafasında bigudileri, üzerinde sabahlığı, ayağında komik terlikleriyle anında içeri girdi. Nazeninin de ondan pek kalır yanı yoktu.

 

"Ay çatlayacaktım vallahi. Ay Halil abi sen ne kadar çok konuşuyormuşsun, bende nasıl olsa iki kelam eder bizi çağırır diye kapıda beklemekten ağaç oldum."

 

Hızlı hızlı konuşup Nazlıya baktığında Nazlının elindeki küçük gelinliği görüp kısık bir çığlık attı.

 

"Allahım Allahım bu kız da mı gelin oluyor? Ayyy... Şunun tatlılığına bak, düğünde benden güzel bir değil iki gelin olacak travma sebebi resmen."

 

Nazlı başını yana yatırıp ayağa kalktı. Kollarını açtığında Meyra hemen atılmıştı öne.

 

Sesi çatlak çıktığında Meyra daha sıkı sarıldı. Nazlı ardında öylece onları dolu gözlerle izleyen Nazenine sol elini kaldırıp çağırdı. Üçünün birbirine yapboz gibi geçmiş bedeni bir iki dakika sarılmayla oyalandı.

 

"Meyra sen ne yaptın?"

 

Meyra iki uzun arkadaşının arasından kafasını yukarı kaldırıp ışıl ışıl bir gülümsemeyle baktı Nazlıya.

 

"Nazlı ben tek başıma evlenemem. Vallahi iki gündür karın ağrısından öleceğim. Sınava girerken bile böyle olmadım. Ne olur beraber evlenelim."

 

Yaşı Nazenin ve Nazlıdan büyük olan Meyraydı ama boyunun verdiği avantajla küçüklük nimetlerini hep dibine kadar kullanırdı.

 

"Nazlı çok güzel olacak. Gerçi çok bozuldum beni önden evlendirip ikinizin beraber evlenmesine ama gidip kendime ikinizin gelinliğini bile geride bıraktıracak elbise alarak bunun intikamını aldım Nazlı kuşum."

 

Nazlının gözünden akan yaş sayısı arttı. Nazenin uzanıp yanağına çok güçlü bir öpücük bıraktı.

 

"Nazenin ben..."

 

"Çok güzel olacaksın canım arkadaşım. Meyrayla beraber görüp görebileceğim en güzel gelin olacaksınız."

 

"Beni de öp pislik Nazenin, ben de evleniyorum."

 

Meyranın kafasını ikisinin arasından mirket gibi uzatıp, istediğini almaya çalışmasına gözlerindeki damlalarla kahkaha attılar. Nazlı başka bir farkındalıkla başını iki yana salladı.

 

"Siz o yüzden beni hiç bir yere çağırmadınız. Pisler, ne kadar üzüldüm. Ne olurdu bende gelsem?"

 

Kollarını gevşetince geriye çekildi kızlar. Meyra yüzünde şeytani bir gülümsemeyle sırıttı.

 

"O zaman düğünü yapacağımız yeri görürdün şaşkın boncuk. Sürprizi kaçardı."

 

Nazlı kaşlarını çatıp Halile baktı.

 

"Düğünü yapacağımız yer mi?"

 

Halil ayağa kalkıp, karısının beline kolunu doladı. Alnına da kısa bir buse bıraktı.

 

"Dilber babannenin bağ evini hazırladık Nazlı. Bakımsız kalmış uzun süredir. Temizleyip toparlamak oyaladı bizi. Orayı sana vermişti ya... Bende senin için manevi değeri olan bir yer olursa daha mutlu olursun diye..."

 

Nazlı alt dudağını ısırmış, deli gibi gülme isteğini frenlemeye çalışmıştı. Ne tepki verecek diye bekleyen kızlara baktığında tekrar Meyrayla göz göze geldi.

 

"Ama sen... Bu düğün asıl senin düğünün olacaktı. Meyra niye kendi istediğin bir yer seçmedin? Ben..

Yani biliyorsun aklımda düğüne dair hiç bir şey yoktu ki."

 

Meyra hiç de bu durumu kafasına takmamıştı. Hatta fikri duyduğunda üzerine balıklama atlamıştı. O da ruhu olmayan bir yerde evlenmek yerine tüm aile için kıymetli kabul edilen o yeri istiyordu.

 

"Boncuk sen gördün mü bağ evini? Resmen tekrar inşaa ettiler. Sen orda evlensen, ben dümdüz düğün mekanlarında israf olurdum. Kıskançlıktan delirirdim. Aslında Halil abim bir akşamı ikiniz için planlamak istedi ama Allahtan IQ seviyem boyumla doğru orantılı değil de bizi de dahil ettim. Çok güzel oldu Nazlı. Sadece ailenin olduğu çok güzel bir düğün olacak."

 

Nazlı aynı kanı paylaşsa anca bu kadar kardeş kabul edebilirdi bu iki kızı. Hayatı boyunca hiç arkadaşı olmamıştı ama olunca da arkadaştan çok kardeş olarak girmişlerdi yaşamına.

 

"Hanımlar..."

 

Halilin uyarısıyla ona baktılar. Halil gözlerini kapıya çevirmişti. Halası kapıya yaslanmış, yeşilleri sulanmış bir hâlde üçünü izliyordu.

 

"Geç kalmamamız lazım. Birazdan Yiğit de gelecek Meyra, kardeşimi böyle mi karşılayacaksın? Biz çıkalım olur mu?"

 

Kızlar aynı anda başlarını salladılar. Kapıya doğru ilk Nazenin ilerledi. Züleyha yanından geçen kızı tutup yanağına bir öpücük bıraktı. Sonra saçının önündeki bigudi düştü düşecek bekleyen Meyraya gülümseyip aynı öpücüğü ona da kondurdu. Halil yanından geçerken kafasının üstüne dudaklarını yaslayıp kapıyı kendi kapattı.

 

Züleyha anakucağında bekleyen, ağzını silmek için yakınlarında her daim duran mendili ağzına almış emen Güneşe baktı. Sonra da derin bir soluk alıp onu boynu bükük bekleyen kızıyla gözgöze geldi.

 

"Gelinliğini... Ben giydiriyim mi annesinin boncuğu?"

 

Nazlı biraz evvel dolu dolu gülen, yaşadığı anda keyifle nefeslenen o değilmiş gibi bir anda ağlamaya başladı.

 

"Annimmm..."

 

Züleyha, Nazlının ilk akan yaşıyla zaten gözünde zor tuttuğu damlayı bıraktı.

 

"Annesinin nazlı boncuğu. Güzeller güzeli kuzusu."

 

Uzanıp bir güzel göğsüne bastırdı Nazlıyı. Alnına, şakağına, saçlarına sayısız öpücük bıraktı. Geriye çekildiğinde Nazlının ıslak yüzünü elleriyle kuruladı.

 

"Geçe kalmayalım olur mu annem? Giydireyim yavrumu."

 

Nazlı başını sallaya bildi sadece. Annesinin üzerini çıkarmasını yirmi üçünde yetişkin bir kadın olarak değil de üç yaşında uslu bir kız olarak bekledi. Eline aldığı gelinliğe ilk bacaklarını geçirdi. Sonra üzerini düzeltip, fermuarını kapatmasını bekledi. Züleyha geriye çekilip baktığında alt dudağı titremeye başlamıştı bile.

 

"Çok içimi yakıyodu hevesini yaşayamayışın. Dillendirsem üzülürler mi dedim de hiç ağzıma alamadım. Halil gelip de Nazlı ya düğün yapacağım dedi ya... Göğsümün üstüne oturmuş tüm hak ettiklerin ayaklandı. Ben kendim için hiç düğün düşü görmediydim Nazlım. İnsan ana babasının dualarıyla giymediği gelinliği, gülerek izlemediği düğünü ne yapsın? Çok şükür ama biz kızımızın ak gelinliğiyle salınışını göreceğiz. Hemde eşantiyon diye küçük bi boncuk daha olacak."

 

Nazlı gözünden akan yaşlara inat kocaman gülümseyip, başını salladı.

 

"Babası ona da gelinlik almış."

 

"Almasa şaşardım zaten. Babası onsuz bi damla su içiyo mu ki? Gel güzel kuzum."

 

Züleyha elini tutup Nazlıyı oturması için yatağa yönlendirdi. Eteğinin cebinde bekleyen kutuyu çıkarıp ne diyecek diye bekleyen kızına buruk bir tebessümle baktı.

 

"Bende bi emanetin var Nazlım. Allah biliyo ben vermek için doğduğun günü bekliyodum ama düğünün daha yerinde olacak gibi."

 

Nazlı elindeki kutuya birde annesine baktı. Züleyhanın kutunun kapağını açmasıyla da gözleri şaşkınlıkla irileşti.

 

"Anne??? Ama..."

 

Züleyha evlendiği günden beri hiç çıkarmadığı yüzüğünü Nazlı, Güneşi doğurduğu gün çıkarmıştı. Kutusuna bırakmış, zamanını bekliyordu.

 

"Ben bu yüzüğü parmağıma taktığımda sen göğsümde, elin boynumda derince uyuyodun. Bu yüzüğü bana denk gören sarraf düş dediydi adına. Bu yüzük bi düşe hediyeymiş. Düşün sahibi evlatları için yapılabilecek her şeyi yapmış, öyle göçüp gitmiş bu dünyadan. Bu yüzüğü benim parmağımdan bi kere daha çıkarmışlardı. Karnımda Gurur, yine göğsümde sen aklımın yerinde olmadığı bi anda almışlardı. Ama gözümü açtığımda yine istedim onu parmağımda. Ama bu yüzük senin Güneşi doğurmak için verdiğin her çabada parmağımı sıkmaya başladı boncuğum. Her inleyişinde, yavruna zarar gelecek korkusuyla ağzına süremediğim lokmalarda parmağını çok acıttı. En son doğumhanenin kapısında daha dayanamadım ağırlığına da çıkardım. O gün bu gündür vermek için bekliyodum. Benim el bebek gül bebek büyüttüğüm kızım imrenilesi bi anne oldu. Senin hakkın bu yüzük artık."

 

Nazlı parmağına geçen yüzükle atılıp annesine sıkıca sarıldı.

 

"Ya bulmasaydın beni? Ya annem olmasaydın ne yapardım ben? Ne olurdu sensiz halim?"

 

Züleyha bebek dokunuşlarıyla sırtını okşadı küçük kızının.

 

"Asıl sen beni çağırmasan benim halim ne olurdu boncuğum? Anne diye beni istemesen ne ederdim ben? Hangi kuş kanadına takarda beni taa oralardan buralara uçururdu? Senin masumluğun bana babanı, seni, kardeşlerini, evimi verdi Nazlı."

 

Kızının yüzündeki yaşları tekrar kuruladı Züleyha. İlk kez gördüğünde nasıl baktıysa aynı hayranlıkla baktı. Nazlı ise parmağındaki yüzüğe çevirdi gözlerini. Dudakları kıvrıldı.

 

"Zümrüt çok kıskanacak annecim. Uğraştırmaz mı seni?"

 

Züleyha yirmi iki yılı geçkin zamandır parmağında olan yüzüğü okşadı.

 

"Düğünden sonra babanla Mersine gidelim dedik biz. Eskiyi yaad edek istiyodum ne zamandır. Gitmişken de Zümrüt için de bi düş almak istiyom. Sordurdum babana. Sarraf vefat etmiş ama baba mesleğini sürdüren oğlu varmış. Diğer kızımın nasibi neymiş görmüş olurum."

 

Nazlı başını salladı. Züleyha bu arada artık yerinde sıkılan kendini atmak için uğraşan Güneşe baktı.

 

"Kalk bakalım anne boncuk, yavru boncuğun gelinliğini de giydirmek lazım. Düğünümüz var bugün, oturulacak zaman mı?"

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Meyra saçları biter bitmez hemen gelinliğini giymişti. Ne kadar bu ruj çok oldu dese de herkes yakıştığını iddia edip caydırmıştı onu silmekten. Yine de gözüne batan ruju peçeteyle hafifletirken kapısı çaldı.

Karın ağrısı da arttı. En son üniversite sınavına girerken böyle olmuştu. Milletin sorulara doğru cevap vereyim diye dua ettiği saatlerde Meyra tuvalete gitmemek için yalvarıyordu Allaha.

 

Kapı aralandığında ilk annesinin başını gördü. Annesi içeri girdiğinde ellerini ağzına kapatmış, mavi gözleri dolu dolu kızını seyretmişti baştan aşağı. Kapının yanında duran Yavuz ağabeyi de girdiğinde Meyra soluğunu tuttu.

 

"Anneciğim..."

 

Meyra yanağının içini ısırmaya, duygusal bir havaya girmeden bu durumu atlatmaya odaklandı sadece.

 

"Çok güzel olmuşsun bebeğim. Çok yakışmış gelinlik benim kızıma."

 

Süreyya ilerleyip kızına atıldı. Sıkı sıkı sarılıp, kokusunu içine çekti.

 

"Anne beni ağlatma ne olur, gözümde bir ton maskara var, valla zift gibi olurum."

 

Süreyya burnunu çekip, havaya baktı. Gözlerindeki yaşlar hafiflesin diye de sık sık açıp kapattı.

 

"Yok... Yok sakın ağlama. Çok güzelsin bozarsak çok üzülürüm. Hem bu gün en güzel günün bebeğim, gül hep sen."

 

Süreyya iki adım geriye çekilip tekrar gelinliğini boydan boya süzdü. Meyra o kadar kısa bir zamanda seçip, bu olsun demişti ki bir aksilik olursa diye içi içini yemişti. Ama şimdi görüyordu ki kızı ne giyerse giysin daima en güzeli olacaktı.

 

"Ben hâlâ inanamıyorum Meyra. Benim küçük bebeğimin büyüyüp, gelin olması öyle hayal gibi geliyor ki."

 

Meyra burnunu çekip, yüzündeki gülümsemeyi büyüttü.

 

"Yiğitle evleneyim diye ağaca ip bağlandığın kaldı anne. Hiç kandırma beni hayal falan diye."

 

Bilerek annesine bulaşıyordu. Azıcık gözleri dolsa annesinin hiç durmadan ağlayacağını bildiği için asla duygusallaşmaya izin vermiyordu.

Ardından gelen kısık bir gülme sesiyle başını onları bekleyen Yavuza çevirdi.

O anda Süreyya adama dönüp "Yavuz söyleme" diye mırıldanmıştı.

 

Meyranın meraklı gözleri üzerinden çekilmeyince Yavuz öne doğru adımladı.

 

"Aslında annenle Tireye bir teslimat yaparken adak ağacı gördük Meyra."

 

"Yavuz!"

 

Meyranın gözleri iri iri açılmış annesine bakmıştı.

 

"Anne şaka yapıyorum de."

 

Süreyya ilk Yavuza kötü kötü bakıp sonra suçlu bir çocuk gibi kızına döndü yüzünü.

 

"Ama herkes dilek dileyip çabut bağlıyordu Meyra. Adettendir diye..."

 

"Anne gerçekten evleneyim diye çabut mu bağladın? Zülüşle niye bu kadar iyi anlaşıyorsun sorgulamamak lazım aslında hiç."

 

"Yok evlen diye değil."

 

Yavuz yine kahkaha attı. Sonra da iki eliyle omuzlarını tuttuğu Süreyyayı kenara doğru yönlendirip Meyranın karşısına dikildi. Ceketinin iç cebinden çıkardığı kutuyu açtığında zarif bir bileklik görünmüştü.

 

"Müsade eder misin kızım?"

 

Meyra bir şey demeden bileğini öylece uzattı. Bunu beklemiyordu. Ama nedensizce de içine bir ağırlık çöktü.

 

"Annen doğru söylüyor Meyra. Evlen diye değildi o çabutu bağlama sebebi."

 

Yavuz kilitlenmiş gibi kendine bakan kızın elini iki elinin arasına aldı.

 

"Yiğitle çok mutlu bir yuvan olsun diye dilek diledi."

 

Kendine öylece bakan kıza başını sağa yatırarak minik bir tebessüm bahşetti Yavuz.

 

"Sen çok özel bir kızsın Meyra. Annenden o kadar çok dinledim ki seni, her anınızda yanınızdaymışım gibi tanıyorum artık. Ve çok imreniyorum böyle güzel bir evlat oluşuna. Süreyya hep senden için hayattaki tek şansım diyor. Haklı da. Biliyorum ben annenin hayatında olduğum için senin de yaşamına dahil olmuş oldum. Ama bunu zorunlu bir akrabalık bağı olarak yaşamak istemiyorum Meyra. Annene çok kıymet veriyorum, her an annesi için çabalayan bu savaşçı küçük kıza çok kıymet veriyorum. Belki baba olarak göremezsin beni ama bir ağabey olarak hep ardındayım kızım. Dara düş yada düşme bir telefon kadar uzağındayım. Annenle kuracağımız evde odanız hazır olacak hep. Yiğit ve ailesi çok özel insanlar. Çok mutlu bir evliliğin olacağına adım kadar eminim. Ama bu sana, bizim kızımız olduğun gerçeğini hiç unutturmasın."

 

Meyra bu sözleri babasından duymalıydı. Meyra gibi her kız, gelin olurken senin kapı gibi baban var sözleriyle o eşikten uğurlanmalıydı ama Meyranın nasibinde öyle bir baba yoktu. Yine de bunu düşünüp kederlenmeyecekti. Çünkü annesi öyle güzel seviliyordu ki o sevgi neredeyse üç beş kelimeleri bile olmayan bir adamın kendine babalık yapmasına sebep oluyordu.

 

Yavuzun şaşıracağı bir şey yapıp, üzerine atıldı. Ve sıkıca sarıldı.

 

"Yavuz abi..."

Yavuz başı göğsünde kalan kızın saçlarını bozmadan usulca okşadı.

 

"Süreyyamın güzeller güzeli Meyrası. Ağlayıp makyajını sakın bozma kızım. Yiğite karşılıklı oynama sözü verdim. Gözünden yaş akıtıp, üzme bizi. "

 

"Çok... Çok teşekkürler Yavuz abi. İyiki burdasın. İyiki yanımızdasın."

 

Yavuz geriye çekilip alnına bir öpücük bıraktı. Sonra da ardında iki gözü iki çeşme onları izleyen Süreyyaya kolunu uzatıp, yanına çağırdı.

 

"Annenin bu gözünde hazır bekleyen yaşlarını ne yapacağız biz Meyra. Yüzü gülsün diye gözünün içine bakıyorum, o ise bulut yüklenmiş gökyüzü gibi."

 

Meyra kıkırdadı. Başı hâlâ Yavuzun göğsüne yaslıydı.

 

"Alışmak zorundasın Yavuz abi. Annem çok mutluyken de ağlar hep. Sonuçta senin karın olacak, kabullenmekte fayda var."

 

"Sefasına da cefasına da şükür diyelim kızım."

 

O sırada bir boğaz temizleme sesiyle üçünün başı kapıya döndü. Yiğit damatlığını giymiş, traşını olmuş ve elinde beyaz papatyalardan hazırlanmış bir gelin çiçeğiyle öylece bekliyordu.

 

Yavuz Meyraya sarılı kolunu indirse de Süreyyayı göğsünde tutmaya devam etti. Yiğitin hayran hayran kızlarına bakmasını da saklı bir tebessümle izledi.

 

Yiğit zor şer gözlerini Meyradan çekince ilk Süreyyaya baktı. Başını yana eğip, dişlerini gösterdi hemen.

 

"Süreyya anne beni oğlun yapıyorsun diye kurumadı sevinç göz yaşların. Ama yapma böyle, millet yanlış anlayacak."

 

Süreyya son kez yüzünü kurulayıp iki kolunu da açtı. Yiğit yanında küçücük kalan kadına sıkıca sarıldı.

 

"Meyra Bursaya gideceği zaman daha çok ağlamıştım Yiğit. Bilsem orda Nazlıyla tanışacak, Züleyhayla arkadaş olmamı sağlayacak sonra da bana bir oğul getirecek... Tek damla göz yaşı dökmez, lokmalar dağıtırdım."

 

Yiğit keyifli gülüşünden azıcık bile eksiltmeden ardında onları izleyen Meyraya göz kırptı.

 

"Duy bunları sarı papatya."

 

Meyra gülümsese de zorla kaşlarını çatmaya çalıştı.

 

"Anne şımartma şunu. Tepemize çıkacak sonra al başına belayı."

 

Süreyya da ortak oldu oyunlarına. Sonuçta alışmıştı Yiğit ve kızının birbirini sevme şekillerine.

 

"Hiç söylenme Meyra. Daha düğün fotoğraflarını paylaşacağım, bakın benim damadıma diye etiket atacağım."

 

Meyra başını iki yana salladı. Yiğit de Süreyyanın başına öpücük bırakıp geriye çekildi.

 

"Hadi çıkalım Süreyyam. Eksik bir şey kalmış mı Asili aramam lazım."

 

Süreyya başını sallayıp, Meyraya yaklaşan Yiğite ve sonra kızına bir kere daha baktı. Anneler kızlarının kaderini çeyiz diye sandıklarında taşır derlerdi. Ama Süreyya çok iyi biliyordu ki kendi kızı öyle bir kaderi yaşamayacaktı. Kendinin zerre görmediği merhameti, sevgiyi, saygıyı bu ailede Meyra oluk oluk yaşıyacaktı.

 

Kapıdan çıkan ikiliden sonra Yiğit tekrar Meyraya dönüp baştan aşağı iki tur süzmüştü. Sonra da sesli bir ıslık çalıp başını iki yana salladı.

 

"Ateş ediyorsun sarı. Kızım aşırı çirkin olmuşsun be."

 

 

 

Omzundaki tüllerde olan minik papatyalara parmak uçlarıyla dokunup, sırıttı.

 

"Gelinliğindeki papatya detayları da çok manidar. Sen, sana çok aşığım, uğruna ölüyorum Yiğit demesen de olur sarı çekirdeğim."

 

Meyra daha fazla dayanamayıp kıkırdadı. Elinin tersiyle da Yiğitin koluna vurdu.

 

"Yiğit cilveleşmen bile çok davarca. Bugün bari çok güzel olmuşsun desen ne olur dört göz?"

 

Yiğit teessüf eder gibi başını yana yatırıp, kınayıcı bakışlar attı Meyraya.

 

"Sen tut bakalım çiçeklerini. Güvenlik çemberi kurmam lazım benim."

 

Meyra anlamadığı için kaşlarını çatmıştı.

 

"Ne oldu ki? Güvenlik çemberi mi?"

 

Yiğit oldukça ciddi bir duruşla başını salladı. Sonra ceketinin iç cebimden minik bir nazar boncuğu çıkardı. Meyranın hayretle aralanmış dudaklarına çok hızlı bir öpücük bırakıp , göğüs kısmının iç astarına nazar boncuğunu iliştirdi. Yüzündeki ciddiyet azıcık bile eksilmeden tekrar iç cebine uzanıp bir boncuk daha çıkardı. Ne yaptığını hayretle izleyen kızın ardına geçip bu sefer de gelinliğin fermuar kısmının iç yüzeyine diğer nazarlığı taktı.

 

Meyra konuşma yetisini kazanana kadar iki nazar boncuğu sağ ve sol kolunun altına da iliştirilmişti.

 

"Yiğit?"

 

Yiğit işini bitirince geriye çekilip boncukları kontrol etti. Oldukça sağlam olmuşlardı, düşmeyeceklerinden emin oldu.

 

"Yiğit kafayı mı yedin danam? Ay düğün stresi falan derken yaz ortasında üşüttün mü saksıyı acaba?"

 

Yiğit yaptığı her şey çok normalmiş gibi yine Meyranın cahilliğine kınayıcı bir bakış attı.

 

"Kızım işlerimi ne zaman garantiye almadığımı gördün sen benim? Sağdan, soldan, önden arkaya gelebilecek tüm haseneti savuşturdum işte. Sonra sirkeli su ritüeli var, halamın kombo kalkanı sayılır. Kaya tuzu falan bir olay daha vardı öğrenirim ben onu, merak etme sen."

 

Meyra ağzı aralık ciddi ciddi bu işlere kafa yoran adama şaşkınca baktı. Sonra da bu ciddiyeti kocaman bir kahkaha atmasına neden oldu.

 

Öyle bir anda öyle bir şey yapıyordu ki Meyranın sabahtan beri karnını sancılandıran ağrısını çekip alabiliyordu.

 

"Ya Yiğit, ne kadar manyaksın sen ya?"

 

"Gel bakalım sen, şöyle iki tur da güzelce sarılayım. Düğün işi için hammal olduk da sevdiğimiz sarıları görmedik iyi mi? Boyun mu uzamış senin?"

 

Meyra kendini saran kolların arasına girdiğinde son duyduğuyla göğsüne bir şaplak indirdi.

 

"Gebertirim seni, bir dalga geç!"

 

"Ne olur bakayım ayakkabına. Buldun mu istediğini?"

 

"Yiğit inek yalamış saçlarını bi bozarım görürsün gününü."

 

Yiğit sırıtıp, açıktaki omzuna uzun bir öpücük bıraktı.

 

"Hadi sarı şeker, seni Sulhan soyadıyla kaynaştırmamız lazım. Gidelim de en afillisinden iki imza çakalım."

 

Yiğite başını sallayan Meyra ellerini sıkıca tutmuş ellerle kapıya doğru ilerledi.

 

Halil ise annesinin hazırlar sözüyle kapıyı aralayıp, iç çektirici manzarasına baktı.

 

 

 

Nazlı hazırlanmış, onu bekliyordu. Güneş de gelinliğinin içinde, o güzel gülümsemeyle bakıyor, onu kucağına alması için ellerini havaya kaldırmış bekliyordu.

 

"Halil..."

 

Halil ileriye adımlayıp kucağına alması için sesler çıkaran kızına uzandı. Güneş çığlık gibi bir sesle babasına kavuşmasının keyfini yaşadı hemen. Halil diğer elini de Nazlıya uzatıp yanlarına yaklaşmasını sağladı.

 

Su damlası gibiydi karısı. Azıcık bir makyajı vardı. Ama yüzünde öyle güzel bir gülümsemeyle onu bekliyordu ki güzelliği için saatlerce emek verilecek her işleme bedeldi.

 

"Boncuğum... Çok güzel olmuşsun sevgilim."

 

Nazlı elinin içiyle etek kısımlarını okşayıp tekrar Halile baktı.

 

"Çok güzel Halil. Aşırı beğendim. Kızımıza da çok yakıştı. Allahım ağlayacağım şimdi ben ama ya."

 

Halil uzanıp dudaklarına bir kaç saniye süren bir öpücük bırakmıştı hemen. Dudakları dudaklarına değecek şekilde Nazlıya fısıldadı.

 

"Ağlamak yok anne boncuk, bütün akşam gülüşlerini izleyeceğim senin."

 

Güneşin araya giren ve Nazlıyı iten eliyle ikisi de aynı anda kıkırdadı. Bu ara yeni bir huy edinmeye başlamıştı. Erkekler de dahil kim babasına yaklaşıyorsa onu savuşturmak için ya ağlıyor yada eliyle müdahale ediyordu.

 

"Anneciğim ama anlaşmıştık senle. Ben hariç geri kalan herkesti hani?"

 

Güneş babasının kucağında iki elinin arasına sıkıştırdığı tülleri ağzına çekmeye çalışırken annesinin sitemini zerre umursamıyordu.

 

Halilin belini kavramasıyla odasından çıktılar. Onlarla beraber Yiğit ve Meyra da çıkıyordu.

 

Nazlıyla gözgöze gelen Meyra, kurulmuş bebek gibi aynı anda gülümsedi.

 

"Nazlı! Kızım çok güzel olmuşsun ya."

 

Kocasının kolundan çıkan Nazlı Meyraya yaklaşıp kollarındaki tüllere baktı.

 

"Asıl sen kendine bak, prenses olmuş benim çiçeğim."

 

Yiğit eliyle saçlarını düzeltir gibi bir jest yapıp başını öne uzattı.

 

"Birbirinizi övdüğünüz yeter. Şimdi asıl konuya gelip beni övün. Bekliyorum yakışıklılığıma dizilecek methiyeleri."

 

Nazlı dudaklarını büzüp, kaşlarını çattı.

 

"Kızıma cızırtı dedin! Benden en fazla küfür duyarsın sen pislik!"

 

Yiğit, Nazlıyı sinir edecek şiddette bir öpücük bıraktı hızla yanağına.

 

"Kızım sana sürpriz yapacağız diyeydi o. Seni olay mahalinden uzak tuttuk işte."

 

Nazlı omuzlarını silkti.

 

"Bu kızıma cızırtı dediğin gerçeğini değiştirmiyor. Neyse ki üç tane cillop gibi dayısı var Güneşimin. Eksikliğini hissetmeyecek."

 

Yiğit başını iki yana sallayıp babasının kucağındaki kıza baktı. Gelinliğini yemeye çalışan küçük bir ışık topuydu.

 

"Amcası götünü yesin, bu ne güzellik kız. Gelinleri silkeleyip atmışsın. Gel buraya."

 

Hiç müsade istemeden Güneşi kucağına alıp, şap diye öptü.

 

"Bakma sen anana. Elinde tek bir tane amca var. Nimetleri en bol olanından hemde. Dayıların bir fiyasko, büyük olan suratsız, küçük de insanı sinir edecek kadar mantıklı. Amca candır gerisi heyecan balım."

 

Halil kızını dolduran kardeşine yan bir bakış atıp, geri kollarına aldı Güneşi. Sonra da Nazlıya elini uzattı.

 

"Can olan sadece baba prensesim. Geri kalan herkes senin için heyecan."

 

Önden önden ilerleyen üçlüye arkada kalanlar da eşlik etti. Merdivenden inip avluya çıktıklarında Asil, Gurur, Yağız onları bekliyordu. Hepsi takımlarını giymiş, olabilecek en yakışıklı hallerinde gelinleri süzüyordu. Asaf ve Nazenin önden düğünün yapılacağı yere grçip, misafirlerle ilgilenme görevini üstlenmişlerdi.

 

Nazlı babasıyla gözgöze geldi. Asil yüzünde her daim olan, insanın içine tarifsiz bir güven yayan gülümsemesiyle kızını seyradiyordu.

 

Nazlı Halilin gevşeyen elinden ayrılıp öne doğru adımladı. Yolu yarılamadan babası kollarını açmıştı bile.

 

"Nazlı bebeğim..."

 

"Babacığım..."

 

Asilin sarılmasını taa içinde hissediyordu Nazlı.

 

"Ne kadar güzel olmuşsun Nazlım. Babasının güzeller güzeli boncuğu."

 

Geriye çekilip, kızının yüzünü avuçlarına aldı Asil. İki gözüne de öpücük bıraktı.

 

"Hep çok mutlu ol güzel kızım. Dert diye içine düşecek hiç bir şeyden korkma. Ben hep ardında bekliyor olacağım. Yanını zaten kocan hiç boş bırakmayacak."

 

Nazlı bugün ne kadar güldüyse bir o kadar da ağlamıştı. Ama hepsi de içindeki mutluluk hissini katmerlemenin ötesine geçmemişti.

 

"Sen bir kızın sahip olabileceği en iyi babasın. İyiki benim babamsın."

 

Asil son kez alnına bir buse bırakıp, bir kez daha göğsüne yasladı kızını. O sırada etrafına dolanan kollarla ne olduğuna bakmak için kafasını kaldırdı.

 

Gurur ikisini birden kavrayıp sarılmış, birde omzuna başını sürtme hareketi yapıyordu. Geriye çekildiklerinde Asil kaşını çatmış, ne yaptığını sorgular gibi baktı.

 

"Çok canım kaynadı baba. Ayrıca bir saat benimle sarılma faslı da yaşamasın diye işi hızlandırdım. Ayrıca bana şöyle hiç sarılmadın ya evlat ayrımcılığın ortaya serilmesin diye yine yükü omuzladım."

 

Asil başını iki yana sallayıp geriye çekildi. Ensesinden kavradığı oğlunu da kolunun altına aldı.

 

"Yavrum biz seni niye büyütemiyoruz? O kadar emek nereye gidiyor?"

 

Gurur kedi gibi başını babasına sürtüp sırnaşmaya devam etti.

 

"Zümrüte hiç büyüme benim prensesim olarak kal diyorsun ama Asil Sulhan. Biri yüce kitapta evlat ayıran babalarla ilgili ayet var mı söylesin çabuk."

 

Züleyha ortamın neşesini artıran bir kıkırtıyla oğlunun beline elini doladı.

 

"Küçükken yazları gönderdiğim camiden kaçmayaydın da kendin öğreneydin fındığım."

 

Gurur yan yan annesine baktı.

 

"Şu adama karşı olup birgün beni savunduğunu görecek mi bu güzel gözler Züleyha hanım?"

 

Züleyhanın oğluyla uğramasını babasının yanında bekleyen, sonunda ablasına sarılmak için sıranın gelmesiyle öne yürüyen Yağız bozdu. Onunla beraber Zümrüt de yeşil gözlerini her detayda gezdirdiği Halil ve Güneşe yaklaşmış, kendini olabilecek en doğru şekilde gösterebilmek için eteklerini tutarak yanlarına yürümüştü.

 

"Neden takım arkadaşı olarak seni seçsin ki?"

 

Yağız küçümseyici bir bakış atıp ablasına yaklaştı. Gurur ağabeyinin kendine çatık kaşlarla baktığının farkındaydı. Annesinin bir dünya duygusal manipülasyonla takmasını sağladığı papyonu düzeltti.

 

"Sonuçta yılın dokuz ayı evde bile değilsin. Ama babam her an annemin yanında. Mantıklı olan her an yanında olanla takım olmak. Çok güzel olmuşsun abla, sana çok yakışmış gelinlik."

 

Nazlı tatlı bir kıkırdamayla Yağızın sinir olacağını bile bile dudaklarını yanağına bastırdı. Oluşan ruj lekesini de parmaklarıyla sildi hemen. Yağızın buruşan suratıyla kıkırtıları kahkahaya dönüştü.

 

"Çok yakışıklı olmuşsun sen de ablacığım."

 

Sonra iltifat sırası kendine gelsin diye bekleyen Zümrüte bakmış, alt dudağını ısırmıştı.

 

"Bebeğim... Ama sen benden de güzel olmuşsun. Bu haksızlık."

 

Zümrüt asla yüzüne yakışmayan mahçup bir gülümsemeyi yüzünde ağırlarken bu sözü herkes duydumu diye gözlerini etrafta gezdirip, kibarca teşekkür etti.

 

Gurur ise ağzını aralayıp, iç çekti. Mantık adam Yağızın sinir bozucu derecede ki cümleleri insanı ifrit ediyordu.

 

"Bu çocuğa kendi sümüğünü çok yedirdim ben. Bana bak çocuk! Babamla uğraştığım anlarda bana muhalefet olma kendi kendini tokatlarken pişmanlığını çok yaşarsın."

 

Gurur sonra da annesine aynı kızgın bakışlarını çevirdi.

 

"Bu çocuk niye böyle oldu ya? Zümrüt de bizim kardeşimiz hiç böyle değil!"

 

Züleyha ona söylenen ağabeyini zerre takmayıp, ablasına sarılan Yağızı tebessümle izledi. Bu sene boyu biraz daha hızlı uzamıştı. Zümrütle aralarına fark koymaya başlamıştı bile. Zümrüt ise onun yanaklarını öpen Halile kıkırdayarak karşılık veriyor, kendileriyle zerre ilgilenmiyordu bile. Güneşin gelinlik giyeceğini duyduğu anda düğün için alınan mavi elbiseyi aniden sevmeyesi tutmuştu. Ne hikmetse aldıklarından beri bir kere bile giydiremediği ekru renkli, etek uçlarındaki tüllerde pembe çiçek detayları olan elbiseyi bir anda çok sevesi gelmişti.

 

"Elleşme benim paşama. Akıl küpüm benim. Bak nasıl haklı? Her daim yanımda olan kocam dururken seni niye savunacağımışım? İki güne başlan arkadaşlarla tatil diye, evden tüyme çabalarına!"

 

Gurur tam itiraz etmek için ağzını açtığı sırada gelecek hafta için arkadaşlarıyla planladıkları kamp tatili aklına düştü. Şu an artistlik laflara gerek yoktu. Tarih bu kadar yakın olmasa güzel bir tirad sergilerdi ama takvim çok yakındı tükürdüğünü yalamak için.

 

Arabalara sırayla geçildiğinde daha ilk andan Gururun kornaya abanması Asilin başını iki yana sallamasına neden oldu. Tam uyarıp, sessiz olmasını isteyecekken Yiğitin ve Halilin arabalarından gelen korna sesleriyle Asil iç çekip yola baktı. Araçlar sıralandığında Halilin görev arkadaşları olarak tanıştığı bir kaç kişi de arkalarına takılmış, kendilerince oluşturdukları düğün konvoyuna kornalarıyla eşlik etmeye başlamışlardı.

Yavuzun bile onlara uymasıyla diyecek bir şeyi kalmamıştı.

 

Bağ evine yaklaşıp arabaları park ettiklerinde Nazlı etrafa hayran gözlerle bakmıştı. Meyranın da etrafa parlak gözlerle bakışı, onun da son halini tam olarak bilmeyişinden kaynaklıydı.

 

Züleyha ise omzuna kolunu atıp, ağırlığını üstüne veren oğluna yan yan sırıttı. Gurur göz kırpıp kendi ışıklandırdığı yolu işaret etti.

 

"Anlatsana annelerin en zümrütü, on parmağında on marifet birine sahip olmak nasıl bir his?"

 

Züleyha kahkahasını atıp, oğlunun yanağına öpücüğünü bıraktı.

 

"Ne bileyim oğlum, sen diyecen onu. Sonuçta benim gibi anaya sahip olmayı sen yaşıyon."

 

Gururun herkesi baktıracak kahkahasından sonra annesinden onlara hatıra kalan yere tekrar göz gezdirdi Züleyha. İçine sinesi olmuştu her yeri. Dilber annesinin hatırasını tekrar elden geçirmek, bir de böyle güzel bir şeye ortak etmek özlemini harlasa da ruhuna şifa da oluyordu.

 

 

 

İçeri girecekleri ağaçlık kısmı Gururdan özellikle fenerlerle ışıklandırmasını o istemişti. Sonra bütün ailenin birbirini görebileceği güzel bir masa evin ön kısmına hazırlanmıştı. Çocukların nikahları için de küçük bir platform organizasyonla ilgilenenler tarafından halledilmişti. Nazlının çocukluğundan beri en sevdiği dilek fenerleri de uçurulmak için gecenin sonunu bekliyordu.

 

Gelinler önden ilerlerken elini kavrayan kocasıyla arkalarından yürümeye başladı Züleyha.

 

Nazenin ve Asaf hızlı adımlarla yanlarına geliyordu. Biraz gecikmişlerdi ama masada oturacak herkes kendi ailesinden olduğu için hoş göreceklerine emindi.

 

Nazenin biraz daha zorlansa gelinlik denilecek bir elbiseyle iki arkadaşına hızlı adımlarla yürüdü.

 

 

Nazlı onu süzdüğündü Meyra ile aynı anda kıkırdadı.

 

"Üç gelin?"

 

Soru sorar gibi çıkan sesiyle Meyra gülmesine devam etti.

 

"Bizim beraber düğün organizasyonundan sonra beni neden erkenden evlendirdiniz o zaman diye küsmeye kalktı. Bende elbiseyle çözdüm Nazeninin asılan yüzünü. Hayır olmaz öyle şey der falan diye beklerken balıklama atladı üstüne elbisenin. Sessiz sakin duruyor ama fesat bu kız Nazlı."

 

Nazenin yanlarına geldiğinde Yiğit ve Halil birer adım geri çekilmişti.

"Ay siz çok güzelsiniz ama. Allahım maşallah, çok güzel olmuşsunuz."

 

Nazlı ona uzanan kıza yanağını uzatıp geri ekildi.

 

"Sende çok güzel olmuşsun çiçeğim. Gölgende kaldık biz yine."

 

Nazenin nazlı nazlı omuzlarını silkip Meyranın da yanağına dudaklarının ucuyla dokundu.

 

"Aslında çok gücendim size ama neyse. Düğün bitsin öyle küseceğim."

 

Asil, Züleyhanın gözlerine bakıp başını onaylar gibi salladığında Züleyha zorla bir gülümseme kondurabildi yüzüne. O sırada Halille göz göze geldiğinde başını yanına yatırıp, dudağını kıvırdı.

 

"Anne?"

 

Halilin sesiyle girişte duranlar Halil ve Züleyha ya bakmıştı. Bir kaç adımla çocuklarına yaklaştığında elinin biri hemen Yiğitin sırtına kondu. Gözleri Halilden çekilmemişti ama.

 

"Kimsenin günahı başkasına yük olmamalı ele oğlum."

 

Halilin anlamak ister gibi çatılan kaşlarıyla bu sefer yüzünü Yiğite çevirdi.

 

"Bi zalimin kanından diye bilmediği günaha ortak edilmez ki."

 

"Halam... Neyin var?"

 

Yiğitin de yüzü durgunlaşmıştı. O sırada hepsinin ardından duyulan boğaz temizleme sesiyle bakışları geriye döndü. Asil iki eliyle omuzlarını kavradığı kızlar ile yanlarına yaklaştı. Gülşahın bakışları yerdeydi ama Cansu merakla abilerine, yanlarında peri kızı gibi olmuş gelinlerine bakmadan yapamıyordu.

 

Yiğit tekrar gözlerini halasına çevirdiğinde Halil de kucağındaki kızını Nazlının kollarına bıraktı. Züleyha uzanıp diğer eliyle de Halilin kolunu tuttu.

 

"Dayanamadım Halil. Evleneceğinizi söyleyince...Onların ne günahı var ki? Sizin gibi ikiside. İnsan seçemiyo işte babalarını. Hem yapayalnız kalacaklar. Siz abileri olmazsanız kimsesiz kalacaklardı."

 

Halil öylece dikilen, gözlerine anlık baksalar da hemen kaçınan kızlardan sonra yüzünü Yiğite çevirdi. Başı sağına doğru eğimlenmiş iki kızı süzüyordu kardeşi.

 

"Yiğitim... Senin gibi abileri varken yokluğunu mu çektirecen halam?"

 

Yiğit derin bir nefes aldığında o da ağabeyine baktı. Başını iki yana sallayıp, pes etmişlikle öne doğru adımlamaya başladı. Halil de Yiğitin yürüdüğünü görünce yanında ilerledi. Gülşahın gözleri saniyelik bile bakamıyordu kendilerine. Ama Cansu daha cesursu. Ve gözlerindeki parıltıları görmemek için kör olmak lazımdı.

Halil uzanıp Gülşahın çenesini parmak uçlarıyla yukarı kaldırdı. Dudağında minik bir kıvrım oluştu.

 

"Erkeklerle bile kavga ediyorsun, haklıysan kim olursa olsun başını eğmiyorsun. Şimdi niye gözlerin yerde güzelim?"

 

Kendi gözlerinin aynısı yeşiller puslandı. Yüzünü ne kadar düz tutmaya çalışsa da çenesindeki titreyiş gözden kaçmayacak kadar güçlüydü.

 

"Bugün iki ağabeyiniz de evleniyor, tebrik etmeyecek misiniz?"

 

Gülşah hep daha soğuk olan olmuştu. Mesafeleri sever, kendi yalnızlığında dinlenirdi. Cansuya göre fazlasıyla da asosyaldi. Öyle iki üç kelimeye göz yaşı dökecek biri ise asla değildi. Ama nasıl olduğunu bile anlamadan hayatında ikinci kez gördüğü adamın beline kollarını dolarken buldu kendini. Halil bedenine sıkıca sarılan kızın sırtını okşarken tekrar Yiğitle gözgöze geldi. Sadece ikisinin anlayacağı bir bakışma geçti aralarında. Yiğit ise pes etmişlikle başını iki yana sallayıp ağabeyini ve ablasını kocaman bir gülümsemeyle izleyen Cansuya baktı.

 

"Gel bakalım boyacı, sende küçük ağabeyini tebrik et."

 

Cansu sadece ona seslenilmesini beklermiş gibi bir hızla hemen atılmıştı bile. Yiğitin göğsüne bile gelmeyen boyuyla sıkıca sarıldı.

 

"Biz çok sevindik. Yani şey olunca. Züleyha hala arayınca. Ablam bizi istemezler demişti. Ama vallahi biz çok sevindik."

 

Yiğit iç çekip halasına baktı tekrar. Eniştesine yaslanmış, öyle güzel bir gülümsemeyle onları izliyordu ki şu bakışlar için bile o adamın adının geçtiği her şeye tahammül edebilirdi.

Gerçi belini sıkı sıkı saran, bir de kedi gibi başını sürten kızla yüzündeki gülümsemeden habersiz saçlarına avuç içlerini yasladı.

 

Halil ve Gülşah ayrıldığında Cansu sarılsın diye Halilin gözüne kendini sokmaya çalışmıştı. Bunu karşılıksız bırakmayan ağabeyi Gülşaha yaptığı gibi onu da kollarıyla sardı.

 

"Bebeğiniz çok güzel, sonra ona da sarılayım mı?"

 

Halil alnına öpücük bırakıp başını ağır ağır salladı.

 

"Güneş, halalarıyla tanıştığına çok mutlu olacak."

 

Yiğit, Gülşahın kendine yaklaşamayacağını anladığı için ağır adımlarla önüne geçti.

 

"Gerçekten halama bu kadar benzemek zorunda mıydın?"

 

Yiğit konuşunca yerdeki gözleri üstten ona bakan Yiğitin gözlerine değdi. Sonra ise onları büyük bir keyifle izleyen, halaları olduğunu öğrendiği kadına çevrildi.

 

"O fazlasıyla güzel. Çok da benzemiyorum açıkcası."

 

Yiğit dirseğini tuttuğu kızı kendine yaklaştırdı. Saçlarının üstüne dudaklarını bastırınca fark ettiği ile bir kaç saniye duraksadı. Sonra ise kıkırdayıp halasına baktı.

 

"Parfümünde gardenya esansı var. Yeminle birilerine eğlence mezesi oluyoruz gibi hissediyorum."

 

Züleyhanın tebessümü iyice büyüdü, zümrütleri ışıldayıp, parladı. Asilin ona dolanmış kollarına, kendini biraz daha yasladı. İçi içini yese de dillendiremediği bu istek, onun diğer yarısı tarafından görülmüş, hiç kendini açıklama çabasına girmeden Asilin kızlar da gelsin sözleriyle içindeki sıkıntı buhar olup uçmuştu. Ölmek için gün sayan göçüp gittiğinde yapayalnız kalacak olmalarını kalbi kabullenemiyordu. Şimdi ise gözlerinin gördüğü manzara öyle iyi gelmişti ki boğulan ruhuna.

 

Ağabeylerinden ayrılan kızlar yengelerinin onlara yaklaşmasıyla biraz daha çekingen durmuşlardı. Nazlının kucağındaki Güneşe baktılar, Nazlı uzanıp ikisini de yanaklarından öpmüş, iyiki geldiklerine dair güzel sözler sıralamıştı. Meyra ise yabancı hissetmenin ne kadar ağır olduğunu bildiği için hep tanışıyorlarmış gibi samimi davranmıştı.

 

Asil daha fazla misafirleri bekletmemek için bir uyarıda bulundu. Geriye çekilip gelinler ve damatların ilerlemesi için yolu açtı.

Bahçeye ulaştıklarında Öztürklerin tamamı ordaydı. Nazeninin ailesi ikramlarla ilgilenenleri kontrol etmek için erken gelmişlerdi. Halilin arkadaşları geçip masadaki yerlerini aldığında kendi kalabalıkları koca bahçeyi doldurmuş oldu.

 

Birgül ve Zeynep koşturarak gelip kızlara sarıldılar. Her şey çok hızlı başlamıştı.

Murat ve ailesi tek tek evlenenleri, aileleri tebrik etti.

 

Nazlı elini bir saniye bile bırakmayan kocası ve kucaklarındaki kızlarıyla Halilin arkadaşlarıyla biraz da olsa sohbet etme fırsatı bulmuştu. Adına sık sık avcı dedikleri kişinin aslında Mahir olduğunu en azından öğrenmiş oldu.

Tüm ekibin Halile duyduğu saygı bariz bir şekilde belli oluyordu. Kendi aralarında şaka yaparken kocasını, yeni işine dahil olmak için ikna etmeye çalışmalarını kıkırdayarak izlemişti. Mahir sürekkli Asafın neden yanında olduğunu ve kendinin geride kaldığını söyleyip, laf çarpıtıyordu. Ara ara ise sıkılmalarından korktukları iki kızın yanında dinleniyorlardı. Neyse ki Gurur, Açelya ve Defne yanlarında olduğu için yalnız kalmıyordu Gülşah ve Cansu.

 

Meyra ve Yiğit, Semihanın ellerine düşmüş hızla torun haberi alma baskısına evlendikleri gün maruz kalmışlardı.

 

Murat kendine hazırladığı oldukça geniş bir tabakla en büyük eğlencesi olan Asile bulaşma eylemini gerçekleştiriyordu. Bunu yaparken de Gururu yanına çırak almış, sakin kalmaya çalışan adamı delirtmenin keyfini sürüyordu.

 

Nikah için beklenen memur geldiğinde Nazlı Meyraların nikah kıyılacak alana geçmesini beklerken ellerine dolanan parmaklarla Halile baktı.

 

"Hadi boncuğum."

 

Nazlı anlamadığı için kaşlarını çatmış Onu bekleyen Meyra ve Yiğite baktı.

 

"Halil? Biz evliyiz zaten canım."

 

Bilinen gerçeği tekrar dillendirmek zorunda hissetmişti kendini. Halil ise ilk babasıyla göz göze gelmiş ona gülümsemiş sonra kendine bakmıştı.

 

"Sen Halil Çarmıhla evliydin boncuğum. Malum artık öyle biri olmadığı için senin de bir nikahın yok. Bugün Halil Sulhanla evlenmek için burdasın Nazlım."

 

Nazlı şaşkınca ağzını aralayıp, sakince konuşan kocasına baktı. Bu detayı hiç düşünmemişti ama Halil doğru söylüyordu. Görevden döndükten sonra Halil Çarmıh adında biri hiç var olmamış gibi tüm kayıtlardan silinmişti. Bu da Nazlının aslında şu an bekar bir kadın olduğunu anlamasına neden oldu.

Sonra da hiç bir şeyi normal yapamayışlarına kıkırdadı.

 

"Aynı adamın farklı versiyonlarıyla iki kere evlenmek de bana yakışırdı zaten sevgilim. "

 

Yiğit ve Meyra onları bekleyen memura doğru adımlayınca Halil ve Nazlı da yerlerine geçtiler.

 

"Meyra..."

 

Yiğit yanında kaskatı kalmış kıza sessizce fısıldadı.

 

"Meyra diyorum."

 

Meyra doktor görmüş çocuk gibi nikah memuruna bakıyordu.

 

"Hı..."

 

"Beni tırmalamak için geceyi bekleseydin sarı panterim."

 

Meyra neden bahsettiğini anlamak için baktığında elini tutan ele tırnaklarını geçirdiğini fark etti.

 

"Ay farketmedim. Yiğit..."

 

"Kızım adama şöyle bakmasana."

 

"Yiğit ben çok heyecanlandım."

 

"Bende çok heyecanlıyım sarı papatya. Resmen nikahı basıyorum sonunda sana.

"

Meyra karnına kramplar olarak giren sancıları görmezden gelemiyordu artık.

 

"Yiğit benim... Of Allahım... Benim tuvalete gitmem lazım."

 

Yiğit kaşlarını çatıp yüzü bembeyaz olmuş kıza baktı.

 

"Ne?"

 

"Ya ben çok heyecanlanınca... Off! Benim tuvalete gitmem lazım."

 

Yiğit nikah defterinin konulabilmesi için yerleştirilen masaya ve sabırla onları bekleyen memura baktı.

 

"Düğünden mi kaçacaksın lan sen?"

 

Meyra tekrar bir sancıyla hafif öne eğildi.

 

"Manyak mısın Yiğit? Kaçacak olsam bir sürü vakit vardı. Ama çok heyecanlanıyorum ben. En son üniversite sınavında böyle oldum. Allahım hayır ya."

 

Yiğit yan yan bakıp, gözlerini kıstı.

 

"Sana güvenmiyorum yer biti! Beni dımdızlak ortada bırakma ihtimalin çok yüksek. İmzayı atalım ben çişini yaptıracağım."

 

Meyra onları izleyen bir sürü gözle bakışlarını gezdirip dirseğiyle Yiğitin yan boşluğuna bir darbe indirdi.

 

"Salak çocuk, ortalığa işeyeceğim diyorum sana."

 

"Hiç önemli değil, önce imza!"

 

Meyra taviz vermez sesinden sonra omuzlarını düşürdü. Biran evvel şu imzaları atmaları herkesin hayrına olacaktı.

 

"Senin yüzünden bir rezil olayım Hande Ataizinin rekorunu ben kırarım. İki saatte boşarım seni zibidi!"

 

Sonra tahammülü kalmamışçasına memura baktı.

 

"Memur bey biraz acele mi etsek? Bekliyoruz biz böyle ayakta!"

 

Memur gelinlerden birinden böyle bir çıkış beklemediği için şaşkınlıkla baktı. Bir an kalabalıkta çıt çıkmayacak bir sessizlik oldu. Bu sessizliği Yiğitin kahkahası bozdu.

 

"Siz onun kusuruna bakmayın memur bey. Evlenmek için aylardır bekliyor ya sabırsız biraz. Çok aşık bana çok. Biz geçelim nikaha, son anda vazgeçerim diye strese girdi kız."

 

Yiğitin lakayıtlığı herkesin gür bir kahkaha atmasına neden olmuştu. Meyranın yüzünün kızarıklığı loş ışıkların altında bile belli oluyordu.

Etrafta gezen gözleri annesi ve Yavuz ağabeyinin bile kahkaha atmasıyla iyice kısıldı.

 

"Ağzına sıçtım kıpçık göz! Şurdan bir kurtulayım kazığa oturtacağım seni!"

 

Mırıltıyla söyledikleri yanındaki adama sadece kahkaha attırıyordu.

 

Sonunda memur hazırlıklarını bitirip nikah için boğazını temizledi. Heyecanlı gelini daha fazla bekletmeye gerek yoktu neticede.

 

İlk Meyra ve Yiğitin nikahı kıyılmıştı. Sonra ise Nazlı ve Halil ikinci nikahlarını da ilki gibi bir heyecanla yaşadılar. Bu sefer kucaklarında artı birleri de vardı.

 

Nikah sonrası danslarını Halil, Güneş ve Nazlı başlatı. Yiğit ve Meyra karşıdan bile didiştikleri belli olan hareketlerle hem dans ediyorlar hem birbirlerine söyleniyorlardı.

 

Asaf, kollarına aldığı karısını etrafında döndürüp tekrar kollarına çekti.

 

"Gülme ama artık Asaf ya."

 

"Neden gülmeyeyim güzelim? Gelinimi izlerken keyfim yerinde olmasın mı?"

 

"Ya Asaf... Bakmasana şöyle!"

 

Asaf elini tutup kendinden uzaklaştırdığı kızı baştan aşağı tekrar süzdü.

 

"Kendi düğünümüzdeki gelinliğin mi yoksa Nazlı ve Meyranın düğünündeki gelinliğin mi daha güzel karar veremiyorum şu an. Az daha bakayım, belki karar veririm."

 

Nazenin kıkırdayıp tekrar onu kendine çeken kocasının kollarının arasına girdi.

 

"Nazenin?"

 

"Efendim hayatım."

 

"Bugün tekrar evleniyormuşuz gibi hissettim ben."

 

"Hmm... Öyle mi?"

 

Asaf göz kırpıp ölçülü bir gülümsemeyle baktı karısına.

 

"Düşündüm de... Bu düğün tekrarının devamında balayı tekrarı da yaşarız demek olabilir. Ne zaman sevişme teklifi edersin? Evimize geçince mi?"

 

Nazenin kıkırdasa da utanmış bir yüz ifadesiyle başını Asafın göğsüne sakladı.

 

"Ya hani artık demeyecektin Asaf? Dedim ya ben sana... Heyecandan şaşırdım diye."

 

"Güzeller güzeli büyüm, çok olağan şeyler bunlar. Kocalar bugünler için var sonuçta. Ne zaman sevişmek istersen ben burdayım."

 

"Asaf annemler bakıyor yapma ama ya..."

 

Nazenin oturdukları yerden onları izleyen anne ve babasına kaçamak bir bakış atıp, sanki ne konuşuyorlarsa duyuyorlarmış gibi sesini iyice kıstı.

 

Asaf da anna ve babasına bakıp karısının alnı ve saçlarının bitişik kısmına dudaklarını sürttü.

 

"Dün gece yan odamızda anne ve baban uyurken böyle demiyordun bebeğim."

 

Nazeninden sadece inleme gibi bir ses çıktı. Hem onun aklını çelip hem de nasıl Nazenini utandıran kişi olabiliyordu ki.

 

"Asaf ama ya..."

 

Asaf kıvrılmak için can çekişen dudaklarına bakıp, tekrar iç çekti.

 

"Düğünler değişiyor ama en güzel gelinin benim karım olması gerçeği hiç değişmiyor büyüm."

 

Dans etmekten ziyade birbirlerine sarılarak salınmaları devam etti.

 

Gecenin bitmesine yakın terden sırılsıklam olan Gurur elindeki oyuncak niteliği taşıyan mikrofonla ortaya geçti.

 

"Ses deneme bir iki... Ses- ses- se-seee"

 

Herkesin bakışları kendine dönünce sırıtarak mikrofona parmağını vurdu.

 

"Sevgili misafirler, Yiğit abinin evde kalma derdine çare bulup, boncuğu ikinci kez aynı kişiye itelemenin mutluluğu içerisindeyim."

 

Asil iç çekip başını geriye yatırdı. Züleyha da sanki bir etkisi olacakmış gibi hemen eline yapıştı.

 

"Sözü çok uzatmak istemiyorum, beni bilen bilir az ve öz konuşmamla nam saldım Adanaya. O yüzden bir maruzatımı dillendirmek için burdayım."

 

"Yaman!"

 

Babasının sesiyle başını oraya çevirdi. Sinsi bir sırıtma vardı bakışlarında.

 

"Duydum ki Asil Sulhan en son yıllar önce zeybek oynamış. Tabi ben o zamanlar piyasayı şenlendirmediğim için kaçırdım bu görsel şöleni. Şimdi oğulları ve kızları evlenirken geçip masasında oturmaz diyorum ben."

 

Gurur aradığını bulmak için bakışlarını masalarda gezdirdi.

 

"Murat enişte! Kalkta alem Murat Öztürk ve Asil Sulhan karizmasıyla yıkılsın."

 

Murat sanki tam da bunu beklermiş gibi asla ikiletmeden ayağa kalkmıştı bile. Bir ara çıkardığı ceketinin yanına boynundaki kravatı da bıraktı hızla.

 

"Oğlum biri müdahale etmeyecek diye içim içimi yiyordu. Aferin çekirge."

 

Gurur elindeki mikrofonla alkış tutarken tekrar babasına baktı.

 

"Asil Sulhanı ortaya çekmek için büyük bir alkış istiyorum."

 

Gelen alkış sesleriyle Asil Züleyhaya baktı.

"Bu çocuk benim sabır çizgimde sek sek oynuyor Züleyha."

 

Züleyha omuz silkip kocasına melül melül baktı.

 

"Hatrıma düşürdü sıpa görüyon mu bi... Nasıl içim sana kaynadıydı da hevesimi alamadıydım o zaman. Ah ahhh..."

 

Asil sinirleri bozulmuşcasına kısık bir kahkaha atıp ayaklandı. Üzerindeki ceketi çıkarıp tekrar onu izleyen karısına göz kırptı.

 

"Hevesini diri tut karım. Senin kocan içinde uhte bırakmaz."

 

Gençlerin oyun oynadıkları kısıma doğru ağır ağır ilerledi. Muratın karşısına geçtiğinde ne kadar engel olmaya çalışsa da gülmesini tutamamıştı.

 

"Ah Birgül ah..."

 

Murat herkesin dikkatini çekecek gibi bir kahkaha attığında Asil başını iki yana salladı.

 

"Hiç Birgüle söylenme. Liseye başladığım gün o çocukların elinden beni aldığın da ipini kendin çektin. Kaldır kollarını da heybetin eskisi gibi yerinde mi bir bakalım."

 

Müziğin ağır ağır girmesiyle hareketleri senkronize bir şekilde ilerledi. Yıllar önce kendi düğününde Asille karşılıklı hakkını verdikleri zeybeği bugün evlatları için tekrar harmana sermişlerdi.

 

Herkesin bakışları altında keyifle ilerleyen bir kaç dakikanın ardından müzik bitmiş alkışlar da kulak çınlatacak kadar güçlenmişti.

 

Gecenin finali Nazlının çocukluk heveslerini saklayan dilek fenerleriyle gerçekleşti. Gökyüzünü ateş böceği gibi dolduran fenerlerden sonra düğün alayı da ağır ağır dağılmaya başladı.

 

Halil karısı ve kızını alıp kendileri için ayarladığı dört günlük bir tatil için yola çıktı.

 

Yiğit ve Meyra ise bu geceyi otelde geçirecek, ertesi gün öğlen saatlerinde olan uçaklarıyla ilk İstanbula geçecek, ordan da balayına Atinaya gideceklerdi. Planlanan on günlük balayı tatili Yunan adalarının tamamını gezmekle geçecekti.

 

Otele girip, odalarının kartını aldıktan sonra Meyra gözünün altından pişmiş kelle gibi sırıtan Yiğite baktı.

İnsanın sinirini bozan bir ifadesi vardı yüzünde.

 

"Ağzın ayrılacak ağzın. Kapat artık dudaklarını!"

 

Yiğit özenle giydiği damatlığından geriye sadece dağılmış gömleği ve kırışmış pantolonuyla taze karısına baktı.

Meyranın suratına doğru eğilip parmağını yüzünde dolaştırdı.

 

"Şu sıfata bak sarı papatya. Su suratı kaplayan hak edilmiş gülüşe taktirlerini sun. Otuzumdan önce evlenmem diye bik bik eden kıza yirmi dördünde nikahı nasıl geçirdim gördün."

 

Meyra tam sinirleneyim, yükseleyim derken istemsiz kıkırdamasını tutamadı.

 

"Ruh hastasısın Yiğit. Kendi topuğuma sıkmışım gibi hissettirip durma bana da. Ayrıca daha nikah sırasında yaptıklarını unutmadım!"

 

Yiğit asansörün kendi katlarına gelmesiyle açılan kapıdan Meyranın elini tutarak çıktı.

 

"Tuvaletim var diye çirkeflik yaptın, nikah sonrası sesin kesildi. Dua et inadına bir saat tuvalette bekletmedim seni."

 

"Ya manyak! Heyecandan diyorum. Sınavlara girerkende böyle oluyor. Karnım ağrıyor benim."

 

Yiğit umursamazca omuz silkip daha ne olduğunu anlamayan kızı omzuna attı. Meyranın çığlığı bir anda kontrolsüz yankılanmıştı koridorda.

 

"Lan ne yapıyorsun?"

 

Yiğit gelinliğin üstünden çok da hissedilmeyen bir şaplak attı kalçasına.

 

"Hiç adetlerden haberin yok sarı şeker. Kızım düğün gecesinde gelin yürüyerek mi girer odasına?"

 

Meyra kendini kaldırıp Yiğiti görmeye çalışarak başını çevirdi.

 

"Salak çocuk kucakta olacak o adet. Patates çuvalı gibi omzuna atmayacaksın."

 

Yiğit bir kez daha kalçasına vurdu.

 

"Böyle daha çok hoşuma gitti sarı. Seni evirip çevirmek aşırı keyifli."

 

Meyra bir anda Yiğitin sesinde hissettiği erotik tınıyla anında başını çevirmiş, ağzındaki lafları yutmuştu.

 

Odalarına girdiklerinde tam da Meyranın dediği gibi patates çuvalını bırakır gibi yatağa bıraktı kızı.

Dağılmış saçlarını yüzünden hırsla çekip, öfkeli mavilerini kendine sırıtarak bakan adama çevirdi.

 

"Eeee sarı... Geldik mi işin en keyifli yerine."

 

Meyra kaşlarını kaldırmış, dalga geçen ifadesiyle Yiğiti süzmüştü. Ağır bir hareketle yatakta oturur pozisyona geçti. Kendini dikkatle izleyen adama yan bir bakış attı sadece . Ayağındaki ayakkabıları çıkarırken inlemelerini engeleyememişti.

 

"Bütün akşam canıma okudunuz putperest pezevenkler. Ay canım ayaklarım... Ay çok acımışlar."

 

Yiğit onu kaale almadan kendi kendine söylenen kızı üstten üste izlemeye devam etti.

 

"Düğün boyunca çok oynadım Yiğitciğim. Duş alacağım, resmen yapış yapışım."

 

Yiğit gözlerini iyice kısıp ona tatlı bakışlar atan kızı inceledi.

 

"Yiğitciğim dediğinde bir puştluk yapacakmışsın gibi hissediyorum sarı."

 

Meyra tatlı tatlı kıkırdayıp ayağa kalktı.

 

"Aşkolsun canım danam. Taze kocama puştluk yapacak insan mıyım ben? Hadi şu fermuarı aç da duş alayım. Bak kendi kokumdan soğudum."

 

Sırtını Yiğite döndüğünde Yiğit hâlâ irdeleyerek bakıyordu. Elleri gelinliğin içine saklanmış fermuarı aralığında ipek gibi teni de ortaya çıkmaya başlamıştı. İşaret parmağının tersiyle açılmış sırtını okşadığında Meyranın kıkırdamasına neden olacak bir iç çekti.

 

"Meyram... Kızım sonra duş alsan. Hatta beraber alsak. Vallahi çiçek gibi kokuyorsun ya."

 

Meyra parmakların okşayışı artınca iki adım öne çıkıp eliyle göğsünü tuttuğu gelinliğiyle Yiğite baktı

 

"Olmaz Yiğitciğim. Rahat edemem ben öyle. Duşumu alayım geliyorum."

 

Yiğit mecburi bir kabullenişle göğüslerinin yarısı görünen dekoltesine bakıp, omuzlarını düşürdü.

 

"Hızlı ol ama tamam mı?"

 

Meyra sadece büyük bir gülümsemeyle başını sallayıp banyoya girdi.

 

Yiğit bir süre odayı arşınlayarak oyalandı. Sonra kendi gömleğinin pejmürdeliği canını sıkınca çıkarıp onlar için önceden hazırlanan valize ilerledi. İlk tişörtü başından geçirdi. Sonra aynada kendine bakıp, çok evcimen göründüğünü düşünüp geri çıkardı.

 

"Lan böyle de çok abaza mı oldum ki? "

 

Aynada tekrar çıplak üstüne bakıp, kumaş pantolonuna burun kıvırdı.

 

"Sen bozuyorsun işi."

 

Pantolonu çıkarıp boxerıyla kaldığında tekrar ayna karşısında kendini inceledi.

 

"He Yiğit! Kızı korkutmak için ne kadar argüman varsa ser önüne oğlum."

 

Sonra valize tekrar uzanıp gri eşofman alıp, bacaklarından geçirdi. Tekrar tişörte uzanacakken duraksadı.

 

"Yok senle olmaz dostum. Hadi yatıp uyuyalım imajı çiziyorsun sen. Böyle iyidir."

 

Kendi kendine söylenmeleri böyle yarım saati bulmuştu. Gözü sık sık banyo kapısına dönse de su sesinden başka bir şey gelmiyordu içerden.

 

"Hadi be kızım kırklanıyor musun?"

 

Söylenmeleri arasında odada bir kaç tur daha attı. Artık Meyra kırk beş dakikayı geçince de sabrı sınıra gelmişti. Gidip banyo kapısını kibarca tıklattı.

 

"Sarı papatyam, iyi misin güzelim? Bir sıkıntı yok değil mi?"

 

İlk bir iki dakika ses gelmedi. Yiğit tekrar kapıyı tıklattı.

 

"Meyram..."

 

Su sesi azalırken Meyranın Yiğit deyişini duydu.

 

"Suyu kuruttun kızım ya. Hadi çıksana."

 

"Yiğitciğim ben daha peeling yapıyorum ama. Kese yapacağım, lifleneceğim, saçlarıma bakım yağı sürdüm. Saatinin dolmasını bekliyorum. Ay Yiğit ayaklarım aşırı acımış canım ya. Biraz sıcak suda bekleteceğim ben."

 

Yiğit, Meyranın saydıklarını göz kapaklarını zorlayacak bir ayrılmayla dinledi.

 

"Ne?"

 

"Ya ne demek ne? Benim banyo rutinim var. Öyle su sabun çıkamam ben. Sen istersen yat uyu canım, bekleme beni. Tüm gözeneklerimi açmam lazım. Resmen her hücrem tıkanmış."

 

Yiğit ağzını şaşkınlıkla açtı açtı kapattı. Şaka yapıyor olmalıydı.

 

"Ne? Ne diyorsun lan sen?"

 

"Ay ne diyeceğim Yiğit? Yıkanıyorum diyorum işte. Rahat bıraksana."

 

Yiğit derin bir nefes aldı. Gerçekten onunla dalga geçiyordu. Sakin olmak için bir kaç derin nefes çekti içine.

 

"Meyra... Meyram! Sarı papatyam, mavi denizim hadi çık artık güzelim. Yüzdün derini, yeter bu kadar gözeneklerine açılma. Sonra ben bir tur daha açarım o gözenekleri."

 

Meyranın suya karışmış kıkırtısını duyduğunda sol gözü seğirmeye başladı.

 

"Bilerek yapıyorsun dimi lan? Delireyim diye çıkmıyorsun banyodan?"

 

"Ay Yiğit bir salmadın ama ya! Paketin bir süre daha jelatiniyle kalsa bir şey olmaz değil mi canım danacım."

 

Yiğit alt dudağını hırsla ısırmış, kapıdan sanki Meyra görecekmiş gibi başını da sertçe sallamıştı.

 

"Ulan sarı! Ulan Allahsız çirkef! Aylardır perperişanım, insanlık mı lan senin yaptığın?"

 

Tam o sırada banyonun kapısına ıslak bir şeyin çarptığını duydu Yiğit.

 

"Ne oldu kıpçık göz? Namusunu koruyordun en son benden? Çok hızlı ortalığa saçtın lan kırk kat kilitle sakladığın bekaretini!"

 

Yiğit bir misilleme bekliyordu ama bugün değildi be! En azından halasının yaptığı gibi başa kakma olarak önüne çıkacağını düşünüyordu. Tam o anda kapıya bir şey daha çarptı.

 

"Ayrıca nikah sırasında yaptığını unutur muyum ben puşt? Rezil rüsva oldum lan senin yüzünden onca insana. Milletin aklında tek bir şekilde kalacağım artık. Azdım sanacaklar lan senin yüzünden!"

 

Yiğit git gide öfkeyle yükselen sesini duyunca sanki hak veriyormuş gibi başını onaylar gibi salladı.

 

"Meyram... Bebeğim ben evleniyoruz ya sevindirik oldum galiba. Kızım kaç ay oldu evleneceğiz diye gün sayıyorum, şirazem kaymış demek ki. Hadi benim güzeller güzeli karım, çık şu banyodan. Az sevsin seni kıpçık gözün. Hı sarı şekerim."

 

Bir süre hiç ses gelmedi sonra da banyo kapısı aralandığında Yiğitin tüm dişlerini gösteren gülümseyişi büyüdü. Meyra öfkeyle kendine bakmıştı ama.

Ellerini de iki yandan beline koymuş, hesap sorma işini yüzyüze olacak bir hâle taşımıştı.

 

"Güzelin mi? Güzelim mi dedin sen bana davar? Ulan aylardır çirkin demenin ötesine geçemedin yatağa atma sevdasıyla güzel mi oldum şimdi?"

 

Yiğit dudaklarını büzüp sinsi sinsi yanına yaklaştı. Meyranın saçlarına sardığı havluyu Meyra daha ne olduğunu anlamadan çekip aldı.

 

"Yavrum hani anlaşmıştık senle bu çirkin meselesinde. Çözmüştük biz o sorunu."

 

Meyra hâlâ elleri belinde ters ters bakmaya devam etti.

 

"O beni götürmek için güzel demeden önceydi."

 

Küskün, nazlı sesiyle Yiğit iyice dibine girdi. Islak saçlarını parmağının ucuyla dolayıp bir de öpücük bırakınca Meyra bir adım yana kaymıştı.

 

"Sarı papatyam sen yeterki güzel olduğunu duymak iste. Sana söz yorgan altında sürekli bunu söyleyeceğim."

 

Meyra, gevşek gevşet sırıtışına eline şaplak indirerek karşılık verdi. Sonra da umursamazca yanından geçip valize doğru ilerledi.

Yiğit aç gözlerle biraz evvel valizde gördüğü dantellilerden hangisini çekip alacağını beklerken Meyranın tişört, şort seçmesiyle ağzı ayrıldı.

 

"Meyra?"

 

Gözleri hâlâ valizde geziniyodu.

 

"Kızım orda dünya güzellik varken ne yapacaksın onları? Meyra lacivert olan çok güzelmiş, onu giysene, ne olur?"

 

Meyra dizlerinin üstünde valizi kurcalarken ardındaki adama hayretle baktı.

 

"Davar! Sen valizi kurcalayıp, çamaşırlarımı mı dikizledin lan?"

 

Yiğit omuz silkti.

 

"Elli beş dakikadır banyodasın, ne yapsaydım? Kendime eşofman bakarken gözüme takıldı. E biri takılınca diğerlerinin hatrı kalmasın diye onlara da baktım. Hı Meyra? Laciverti giysen? Gözlerine nasıl yakışır benim karımın?"

 

Meyra sırıtarak elindeki şort ve tişörtü bırakıp tam da Yiğitin istediği gibi lacivert ipek geceliği çekip aldı eline. Yiğitin parlayan gözlerini bu mesafeden bile oldukça net görebiliyordu.

 

"Canım ya şaka bir yana ben aşırı yorgunum uyuyacağım. İnanırmısın her yerim ağrıyor. Birazdan yorgunluktan bayılabilirim bile."

 

Yiğit geceliğin efsunundan hızla, Meyranın tokat etkisi yaratan sözleriyle çıktı. Şaşkın şaşkın taze karısına baktı.

 

"Şaka! Şaka yapıyorsun."

 

"Ay niye yapayım Yiğit? Uykum var benim."

 

"Kızım manyak mısın sen? Bugün evlendik biz!"

 

Meyra umursamazca bakmaya devam etti.

 

"Biliyorum canım danam, bende ordaydım evlenirken."

 

"Lan madem biliyorsun bu gecenin zifaf gecesi olduğunu niye atlıyorsun? Tüm dünya uyusa bu gece bizim uyumamamız lazım!"

 

"Tüm dünya da benim kadar yorgunsa uyusun Yiğitciğim. Ne yapabilirim ki?"

 

"Yiğitciğim deyip durma, gözüm seğiriyor benim bak. Ulan vicdansız kurudum kaldım lan. Hiç mi insafın yok, ergenken ben bu kadar rüyada şey olmadım. Yetti canıma artık az halden anla be!"

 

Meyra sırıtmak için can çekişen dudaklarını zorla bastırdı. Yiğit üstü çıplak, altında da gri bir eşofmanla neredeyse tatlı diyebileceği bir serzenişle kıvranıyordu. Ayrıca gri eşofmanların asla kapatıcı özellikleri yoktu.

 

"Canım ya! Sen en son namus dersi vermiyor muydun bana? Ben o zaman bir keşiş kadar iradeli olduğuna çok ikna olmuştum halbuki. Bence beni bir gün daha bekleyebilirsin. Sonuçta yorgunum ya."

 

Meyra ayağa kalkıp yanından geçecekken Yiğit hızla kolunu beline dolamış ve etrafında bir tur hızla döndürmüştü. Meyranın yüzü duvara gelecek şekilde bedeniyle duvar arasında sıkıştırmıştı.

 

"Anladım ben seni, Vallahi anladım billahi anladım. Tabi o zaman eşeklik ettim ya. Haklısın çiğdem çiçeğim. Ama ne olur kurban olayım intikam alacaksan da bugün olmasın be kızım. Yemin ediyorum artık bende sabır namına bir şey kalmadı. Ulan elimin gücü yetmiyor artık az merhamet et be."

 

Meyra beline doğru yaskı yapıp duran sertlikle boğazındaki yumruyu zorla yutmaya çalıştı.

 

"Ni-nikah da utandırdın beni!"

 

"Sana kavuşuyorum diye kafayı yemişim saysak ordan da öyle helalleşsek. Meyra vallahi durum vahim diyorum. Kızım elini boynuna sürsen ben yükseliyorum artık. Şerefsizim su içişini izlerken ayak üstü ıslak rüyaya daldım lan. Boynuna dökülen suyu dilimle yaladığımı hayal ediyordum en son. Daha ne diyeyim halimi anlatmak için?"

 

Meyranın kıkırdayışıyla başını ıslak saçlara gömüp derince kokladı. Burnu sürtüne sürtüne ilerlerken kulağına yaklaşmıştı. Dilini boydan boya sürtüp, minik ısırıklar bıraktı.

 

"Hem unuttun mu seni öpüp, okşarken nasıl iç çektiğini?"

 

Kulağında oyalanan dili bu sefer boynuna doğru ilerledi.

 

"İncecik bacakların belime dolanmışken inleyişlerin hâlâ kulağımda Meyra. Öleyim mi sensizlikten?"

 

"Be-beni sinir ediyorsun."

 

"Çok sevdiğimden. Çok sevince içim içime sığmıyor işte. Ne yapacağımı bilemiyorum."

 

Bedeninin alt kısmını tekrar Meyraya bastırdığında taze karısından minik bir inilti sesi duymuştu.

 

"Zaten o gün de irademe sahip çıkacağım diye çatlayıp ölecektim."

 

Meyra kendini döndürüp Yiğitle gözgöze geldiğinde açık mavilerinin laciverte dönüştüğünü gördü Yiğit. Tıpkı bahsettiği günkü gibi arzuyla koyulaşmıştı irisleri.

 

"Güvenmiyorum diyordun hani."

 

Yiğit-cık diye bir ses çıkardı.

 

"Sen benim diğer yarımsın, öyle bir şey mümkün mü?"

 

Bu sefer dudakları çene çizgisinde minik minik sürtünerek ilerlemeye başladı.

 

"Öyle dedin ama."

 

"Ben aşık olduğum papatyayı doya kana sevmeden benim yapar mıyım? Öyle ayak üstü, geçiştirir gibi nefsimi doyurup bırakır mıyım? Benim deniz gözlüm en özelini, en güzelini hak eder."

 

Yüzünde minik öpüşler arasında sarf ettiği sözlerle Meyra tatlı tatlı kıkırdadı.

 

"Seni pislik, koynuma girmek için nasıl da tatlı konuşuyorsun."

 

Yiğit de Meyra gibi sırıtıp burnunu burnuna sürttü.

 

"Öyle alelade bir şeyden bahseder gibi bahsetme o koyundan. Hasretiyle perperişanım çiçek kokunun."

 

Dudağının kenarına minik bir öpücük bıraktı. Sonra bununla hiç tadını hissedemediği için öpücüğü büyüttü. Dili dudaklarının etrafında dolaşmaya başladığında Meyranın da ağzı aralanmıştı. Bunu bir davet kabul eden Yiğit dilini dudaklarının arasından kaydırıp birbirlerinin nefesleriyle ciğerlerini doyuracak bir şiddette öpmeye, emmeye, dişleriyle üzerinden geçmeye başladı.

 

Meyranın kollarına tırnaklarını geçirdiği anda sol bacağını diz hizasından kavrayıp Meyrayı kendi boyuna denk olacak şekilde kaldırdı.

 

Kollarındaki eller boynuna dolandığında ise sonunda kavuşmak istediği yatağa doğru adımlar atmaya başladı.

 

Meyranın bornuzu gevşemiş, önündeki açıklıktan hatrı sayılır bir dekolte vermişti.

 

Yiğit olabilecek en naif hareketlerle yatağa bıraktığı kızın dağılmış halini süzdü ilk. Sağ göğsü tamamen açık bir halde mest edici bir manzara veriyordu. Tahrik olmuş bedenini ifşalamak ister gibi pembe tomurcuğu iyice belirginleşmişti.

 

Meyranın koyulaşmış gözlerine bakarken diliyle alt dudağını yaladı. Uzanıp hiç bir uyarıda bulunmadan o tomurcuğu dişleriyle kıstırdı. Meyradan gelen çığlıkla ısırdığı yerlerin acısını almak ister gibi diliyle okşadı. Elleri boş durmayıp, bornozun altında kalan bacaklara doğru ilerlediğinde Meyra kaskatı kesilmişti.

 

"Yiğit! Yiğit dur!"

 

Yiğit hiç de söyleneni yapacak gibi değildi. Göğüs oluğuna dilini sürttüğünde Meyra geri geri çekilip oturur pozisyona geçti. Yiğit başını kaldırıp çatık kaşlarla baktı.

 

"Eğer şu saatten sonra başım ağrıyor, kıçım ağrıyor dersen dinime imanıma çingar çıkarırım sarı!"

 

"Dur be iki dakika! Ay ne çirkef çıktın sende ya!"

 

Meyra hızlı hareketlerle ayağa kalkıp koşturan adımlarla valize doğru ilerledi. Eğilip küçük bir çantayı kurcaladıktan sonra merakla ona bakan adama doğru geri yürümüştü.

 

Elindeki iki parlak jelatinli paketi istemsiz bir mahçubiyetle Yiğite uzattı. Yiğit gözleri şaşkın şaşkın açılmış iki pakete sonra da neredeyse utanmış diyebileceği karısına baktı. Yüzünde kademe kademe artan gülüşle hızla atılıp iki paketi aldı.

 

"Senin Allahına kurban be! Libidosunu sevdiğim tekde beni ortada bırakmayacağını biliyordum. Ağzını yediğimin sarısı, hakkatten götü yere yakın olandan korkacaksın yahu."

 

Meyra bayram şekerini avuçlamış çocuk gibi sevinen adama ters bir bakış attı.

 

"Nazlıya da Nazenine de demedik laf bırakmadım. Kendimi ultra korumaya alacağım kıpçık göz. Çift kondomla yaklaşabilirsin bana. Yoksa yeni bir tükürdüğünü yala olayını kaldıramam."

 

Yiğit şaka mı yapıyor diye gözlerini kıstı ama gayet ciddiydi. Elindeki paketlere bakıp geri kaşları kalkık onu izleyen kızla göz göze geldi.

 

"Sıçacam ama böyle işin ızdırabına. Gel lan buraya!"

 

Meyra çığlık atmaya bile fırsat bulamadan kolundan yakalanıp yatağa devrilmişti bile. Bir anda tüm ağırlığını üstüne veren adamla soluğu genzinde kaldı.

 

"Çifter çifter takacakmışım! Yok dikenli tel de çekelim. Şurda medenice sevişelim diye götümden kan aldırdım yetmedi. İlla mağaramıza sokacaksın beni!"

 

Meyra çemkirmek için açılan ağzının Yiğitin diliyle doldurulması sonucu boğuk bir ses çıkarabildi sadece. Yiğit oldukça agresif bir öpüşme başlatmıştı ama bu asla canını yakmıyordu. Hatta oldukça hoşuna gitmeye başlamıştı. Özellikle kalçalarına geçirilen parmaklar sürtünerek bornozun altına girdiğinde nefesi nereden aldığını bile şaşıracak bir heyecan dalgasıyla sarsıldı.

 

Yiğitin ısırıklarla eşlik ettiği öpüşleri boynuna, oradan göğüslerine kayarken eli en mahreminde, sızılarını artırıcı bir hızla hareket ediyordu.

 

"Yiğit! Ah..."

 

İnleyişleri artıkça Yiğitin hareketleri de hırçınlaştı. Dişleri derisini çizerek dolaşıyor, parmakları hassaslaşmış sinir uçlarında onu baş edilemez bir girdaba sürüklüyordu. İçini saran ateş topu büyüdükçe büyüdü. Kendini sıkmalarının arasında titreyişleri artmıştı. O anda yavaşlayan parmaklarla gözleri hızla aralandı.

 

Yiğit eserine keyifle bakıp sırıttı.

 

"Yiğit?"

 

"Felaket ıslandın... Seni görmek istiyorum."

 

Meyra ne demek istiyor anlayamadan iki bacağı da kolları arasında ayrılmış, tüm çıplaklığı ortaya serilmişti. Karşısındaki adam öyle dikkatli gözlerle izliyordu ki kaçıp, saklanma dürtüsünü kontrol etmek hiç bu kadar zor olmamıştı.

 

"Ba-bakma..."

 

Yiğitin alt dudağını ısırıp başını sallamasını ve anlık göz göze gelişleri karnına bir darbe almış gibi hissettirdi.

 

"Bakmakla yetinmeyeceğim sarı, tadını da öğreneceğim."

 

Meyra hayır diyemeden iki bacağının arasına giren kafayla oldukça güçlü bir çığlık attı.

 

"Allahım!!!! Yapma... Yiğit!"

 

Adını inilti gibi anca seslendirebilmişti. Ama en kuytularında dolaşan sıcak bir dil yüzünden soluklarını toplama çabasına girdi. Biraz evvel parmaklarının onu hazırladığı zevk seline dili çok daha hızlı bir şekilde taşımıştı. Bir kaç darbe sonrası bedeni sarsılarak tüm yorgunluğundan arınır gibi boşalmaya başladı. Dizlerinde his kaybı vardı sanki. Parmak uçları bile karıncalanıyordu. Bedenini saran tarifsiz his kıyılarından çekilirken bile Yiğitin darbeleri yavaşlamamıştı. Pelteye dönen bedenini öylece bıraktı. Yiğitin dudakları bel kemiğinde dolaştı bir süre de. Ağır hareketlerle üzerine tekrar yerleşene kadar vücudundan öpülmedik yer bırakmadı.

 

Yüz yüze geldiklerinde eseriyle mutlu bir sanatçı bakışı vardı suratında.

 

"Keyifler yerinde mi sarı?"

 

Meyra sadece kıkırdayıp, kapalı gözlerini bile aralayamadan başını salladı. Yiğitin alt bedenini çıplak bırakma çabası arasında omzuna, koluna bıraktığı öpücükleri de yüzündeki tebessümle hissetti.

 

Tekrar bedeninin üzerinde sıcaklığını hissettiğinde gözleri sonunda aralanabilmişti. Mavileri fırtına sonrası güneş vurmuş, çarşaf kadar durgun bir denizi anımsatıyordu.

 

"Güzeller güzeli sarı, biz o iki paketi de kullanacağız kusura bakma. Şimdiden uyarayım gözün değse boşalacak durumdayım, ilkinde çok bir iş çıkaramam gibi ama söz ikincisinde helva gibi olacaksın."

 

Meyra kahkahasını tutamayıp, duvarlara çarpası bir sesle güldü. Tam gülümsemesinden öpüldüğünde kahkahası tebessüme dönüştü. Bacaklarının arasında hissettiği sertlikle istemsiz bacaklarını birbirine kapatmıştı.

 

"Şiiitttt... Gevşe biraz bebeğim."

 

Yiğit sol eliyle yataktan destek alıp biraz bedenini yükseltti. Sağ eliyle de Meyranın kapanmış bacaklarını araladı. Biraz önceki orgazmın ıslaklığı hala duruyordu. Can çekişen uzvunu sürttüğünde Meyrayla aynı anda yutkundular.

 

"Bende durum çok fena sarı."

 

Meyra nemlenmiş göğsünde elini dolaştırıp boynuna sardı parmaklarını. Kendini biraz yükseltip Yiğitin çenesine küçük bir öpücük bıraktı. O küçük öpücüğü minik minik ısırıklar takip etti.

 

"Bende de durum felfena çipil göz. Ama sen yinede iradene sahip çıkarsan çok mutlu olurum. Biraz evvel... Yaşadığım şeyi yine istiyorum."

 

Çenesindeki dudakları, Yiğitin dudaklarının üzerinde durmuş her bir kelimeyi hissettirmek ister gibi dudaklarıyla dudaklarını okşayarak kurmuştu.

 

Meyra bedeninden içeri kaymaya çalışan sertlikle bilinçsizce kasıldı. Ama bunun ikisini de zorlayacağını anladığında kendini gevşetmek için derin derin nefesler aldı.

 

"Yiğit..."

 

"Canın... Canın mı yanıyor bebeğim?"

 

"Uzarsa yanacak... Bekleme ayyyyyyy!!!!!"

 

Cümlesi bile bitmemişti Yiğitin kendini içine sığdırma hamlesinde. Kasıklarını yakan bir acı çok ani ve keskindi. Derin derin soluklar alırken kendinden gözlerini ayırmayan adama aynı şekilde karşılık verdi.

 

"Pis ... Pisliksin Yiğit!"

 

"Kızım bir karar ver ama sende. Uzarsa acır dedin. Ah... Sarı çok iyi ya. Offf... Biraz gevşe kurban olayım boşalacağım şimdi."

 

Meyra sancı hafifleyene kadar taş kesilmiş kaslarıyla bekledi. Ama yanma hissi dağıldığında dermansız kalan boynu geriye doğru düşmüştü.

 

"Meyram..."

 

Gözleri kapalı bile olsa Yiğitin devam etmek için bir onay bekleyen gözleri zihninde canlanabiliyordu. Dudakları minicik kıvrıldı.

 

"İyiyim."

 

Yiğitin soluğunu bıraktığını duyduğunda gözleri kısıkça aralandı. Yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

"Biran beni üstünden atacaksın sandım papatya. Çok sıcaksın... Sol bacağını belime dolar mısın? Ah... Evet böyle."

 

Ağır ağır gelgitler yapmaya başladığında Meyranın aralanan gözleri geri kapanmıştı. Yiğitin geriye doğru yaslanan boynundan damarlar fırlayacak gibiydi artık. Hareketleri sertleşip, hızlandıkça acı hissi tamamen kayboldu. Parmakları ve ağzının Meyrayı taşıdığı uçurumdan çok daha sarp bir kıyıya tekrar sürüklendi. Bedenini sıtma gibi bir titreyiş sarmış, Yiğitin de kendinden bir farkı olmadığını kısıkça aralanan gözleri görmüştü.

Bedenindeki tüm birikmiş enerji bacaklarının arasından akıp gitti. Bir kaç gel git sonrası üzerine yığılan adamı kollarıyla sarmaladı. Eli ensesindeki saçları okşarken Yiğitin sert solukları boynuna çarpıyordu. Aradan geçen bir kaç dakika sonra Yiğit iki eliyle destek alarak bedenini kaldırmış ve üstten kendine havai fişek gibi çakmak çakmak olan gözlerle Meyraya bakmıştı. Meyra da tatlı bir tebessümle kocasının gözlerinden gözlerini çekmedi.

 

"Meyra?"

 

"Efendim kıpçık göz."

 

Yüzündeki ifade çok komikti. Meyra dayanamayıp kıkırdadı. Bir kaç tatlı söz gelecekti muhtemelen. Yüzündeki mest olmuş ifadeye bakılırsa Yiğitin kendine özgü kelimeleriyle aşkını dinleyecekti.

 

"O neydi lan öyle? İliğimi kemiğimi kuruttun sarı..."

 

 

Loading...
0%