Yeni Üyelik
42.
Bölüm

Otopsi İstiyorum Hayallerim Kendi Eceliyle Ölmüş Olamaz!

@orenda

Ayvayı yediğimiz bölümlere geldik. Hadi bakalım🫠

 

Instagram orenda_25

 

Twitter 2506Aysenur

 

 

İçinde öylesi bir karmaşa, öyle büyük bir sıkıntı vardı ki. Halile dair ne haber yapıldıysa hepsini okumuştu Nazlı ! Adına yazılmış her twite değmişti gözleri.

 

Nazlı işiyle ilgili ne anlattıysa kafasında tekrar edip durdu. Yalan söyledin bana diye delirmek istiyordu ama yalan da değildi sözleri. Sadece...

Eksikti!

 

Ama öyle büyük bir eksiklikti ki bu kızmadan da yapamıyordu. Onların birer ajan olduğunu düşündüklerinde bile ne kadar paniklemişlerdi.

 

Şimdi ise korku bile korkuyordu düşüncelerinden.

 

Nazlının, devlete gizli bir şekilde askerlik yaptığını düşündüğü kocası, İngilterenin en soylu ailesiyle, devlet erkanının adlarına verdiği yemeğe katılıyordu. İngiltere Büyükelçiliğinde barış, dostluk, yeni yarınlar mesajları veriyordu. Onunla ilgili haberleri gördüğü zamanın üzerinden on koca gün geçmişti.

 

Bu on koca günde sanki herkes anlaşmış gibi sadece onun haberini yapıyordu.

 

Turan Savunmanın beyni, görücüye çıktı!

 

Şu ana kadar tasarladığı silahlarla tüm dünyanın dikkatini çeken Aybars Doğru, İngiltereyle büyük bir müttefikliğe yol açtı!

 

Turan Savunmayı dünya çapında silah üretim merkezi hâline getirecek olan Aybars Doğru kimdir?

 

Otuz dört yaşında, University of Sheffield Nano-teknoloji Mühendisliği okumuş ve devamında Silah Bilimleri üzerine eğitim almış genç mühendisin, İngiltere sevgisi okul zamanınlarından geliyor belli ki...

 

Turan Savunmanın TSK'n de kullanılmak üzere geliştirdiği son dört silahın mühendisliğinde imzasını taşıyan Aybars Doğru, yeni nesil silah tasarımlarıyla İngilizlerin dikkatini üzerine topladı...

 

Kraliyetin göz bebeği Winshor ailesi İstanbulda!

 

Ankaranın hareketli günler geçirmesine ve ağır misafirler ağırlamasına öncülük eden Turan Savunmanın gözde mühendisi Aybars Doğru, İngiltere de yeni nesil silah üretimi için merkez kuracaklarını duyurdu...

 

Dudağını ısıra ısıra birde bu paylaşımların altına gelen yorumları okuyordu.

 

Adam ateş.

 

Aybarsta maşallah yani. Yavrum seni nerelerde saklamışlar?

 

İlah mısın silah mısın diyeceğim ama her masadasın meteor.

 

"Utanmazlar!"

 

Aybars beyciğim benim silahlarımı da görmek ister misiniz? Maksat ülkeye faydamız dokunsun.

 

Arkadaşlar bu adam bir proje. İngiltereyi ısıtamayınca ateşe vermeye karar vermişler.

 

"Evli be o evli! Karısı var onun!"

 

Sezen aksu ablamızın da dediği gibi yavrum baban nereli, nereden bu kaşın gözün sebebi.

 

"Alacağın olsun Halil! Süründüreceğim seni solucan!"

 

Adam at gibi be. Anneee anneeee hiç atım olmadı at alsan ya bana anneee. Sebebini bilmesen de olur.

 

"Pislikler! İnşallah atsız kalırsınız!"

 

Yatağına oturmuş saydırırken arkasından açılan kapıyı duymamıştı bile. Meyra da hırsla telefona bakıp, biraz hakaret, arada beddua, bir miktar tehdit akıtan kıza doğru yaklaştı.

 

"Nazlı!"

 

Nazlının bakışları kendine döndüğünde ağladığı için kızarmış gözlerine bakıp, iç çekti.

 

"Ne yapıyorsun ruh hastası?"

 

Nazlı yetişkin, evli, barklı bir kadın olmayı zerre umursamadan akan burnunu koluna sürtüp birde güçlüce burnunu çekti.

 

"Neler yazmışlar Meyra ya? Hiç ahlak kalmamış. Bu adam evli midir, karısı var mıdır, bunları görüp ağlıyo mudur demiyorlar hiç."

 

Meyra uzanıp telefonunu aldı eline. Hiç bakmadan da ekranı kilitledi.

 

"Kızım sen mazoşist misin? Niye okuyorsun?"

 

Omuzlarını silkip yana doğru kıvrılarak uzandı Nazlı.

 

"Dayanamadım."

 

Meyra tam kıyamayıp gülümseyecekken kaşları çatıldı. Telefonun saatine baktı.

 

"Nazlı senin dersin vardı, niye burdasın?"

 

Nazlı sanki saklanabilir miş gibi gözlerini kapattı.

 

"Ağzına sıçtığım! Kalk!!! Kalk gidiyoruz artık doktora kalk!"

 

Ayaklarını da toplayıp, iyice büzüşen kızla gidip dolabından montunu aldı. Hiç acımadan da suratına doğru fırlattı.

 

"Kalk Nazlı! Amına koyacağım inadının! Başımıza iş açacaksın!"

 

Nazlı yattığı yerden doğrulunca hararetle bağırmaya devam edecekti ama suratındaki ifadeyi görünce açılan ağzı öylece kalakaldı.

 

"Korkuyorum Meyra..."

 

Mırıltı gibi çıkan sesiyle Meyra derin bir nefes alıp, yanına geçip oturdu.

 

"Neden korkuyorsun boncuk? Bak ağrıların yüzünden okula gidememişsin bile. Yine bir avuç ilaç mı içtin?"

 

"Yok! Yani bir tane içtim sadece."

 

Kedi yavrusu gibi çıkıyordu sesi. O yüzden Meyra da istediği gibi hırçınlaşamıyordu."

 

"Kanama oldu mu?"

 

"Birazcık."

 

"Kalk gidelim ne olur? Bak vallahi çok korkuyorum. On günden fazla sürdü. Ağrılarında artıp duruyor. Niye gitmiyorsun Allahın cezası?"

 

"Korkuyorum."

 

"Lan gerizekalı mısın? Var bir sıkıntı işte, neyinden korkuyorsun?"

 

"Meyra..."

 

"Ne Meyra ne? Vallaha anneni ararım artık, yeter!"

 

"Dilber babannem gibiysem ya?"

 

Nazlının çekingen, korkuyla titreyen ve daha da beteri, sularla dolmuş boncuk gözlerine baktı Meyra.

 

"Korkuyorum işte. Bende farkındayım bir şeyler iyi gitmiyor ama doktora gidersem ve hasta olduğumu öğrenirsem nasıl kabullenirim bilmiyorum. On gündür her sabah bu gün gideceğim diye kalkıyorum yataktan ama doktor, babannem gibi benim de rahmimin hasta olduğunu söylerse diye ödüm kopuyor. "

 

Meyra ağzını açtı açtı kapattı. Ama hâlini gördükçe de ne diyeceğini bilemedi.

 

"Meyra yıllarca rahmindeki hastalık yüzünden operasyonlar geçirmiş. En sonunda rahmini de yumurtalıklarını da almışlar. Şimdi bende... Regli olduğumdan beri durmuyor kanama. Ağrılar her geçen gün artıyor, bıçak saplıyorlar sanki alt tarafıma. Korkuyorum Meyra. Biliyorum çünkü o doktorun kapısından girdikten sonra her şey değişecek. "

 

Meyra uzanıp boynuna sarıldı. Pislik öyle çaresiz bakıyordu ki gözlerine, onun da ağlamasını getiriyordu.

 

"Ama... Ama böyle olmaz Nazlı. Hastaysan da tedavisi için geç kalıyoruz, ne olur gidelim. Ne olur, bak ben artık diken üstündeyim. Şimdi iyice içime bir ateş düşürdün, kalk gidelim."

 

Nazlı bundan zaten kaçamayacağını biliyordu ki. Sadece içinde bunu kaldıracak gücü bulmak için kıvranıyordu. Meyranın da burnunu çekişleriyle sırtına dağılmış saçlarını okşaya okşaya son kez gözlerini kapatıp açtı.

 

"Tamam... Ama yarın gidelim ne olur? Hem saat de geçti. Tahlil için falan geç oldu yani. "

 

Meyra geriye çekilip yaş akan mavi gözleriryle baktı arkadaşına.

 

"Sabah erkenden gideceğiz!"

 

"Yarın sabah iki dersim var, ona gireyim sonra gideriz. Onda bitecek ders zaten, kahvaltı yapmam."

 

"Söz ver boncuk!"

 

Nazlının düşen omuzlarıyla pes ettiğini zaten anladı Meyra.

 

"Söz... Gidelim, ne olacaksa olsun artık."

 

"Mal mal konuşma, çarparım ağzına Nazlı! Bir şey olacağı yok. Tedavi olacaksın, bitecek. Nazenin nerde lan? Gelmemiş daha."

 

"Onlar bu gün toprak analizine gidecekti. Geç gelir ki."

 

Meyra biraz evvel Nazlıya fırlattığı montu yerden alıp, geri askısına astı. Üzerini değişmek için de iki parça kıyafet çıkardı. Kendi telefonunu masaya bırakacağı zaman artık alışkanlık hâline dönen bildirim kontrolünü yaptı ama hiç bir şey yoktu.

 

"Yiğit aramadı mı Meyra?"

 

Meyra dudaklarını büzüp, omuzlarını silkti.

 

"Aramadı davar! Üç gün oldu, kapalı hâlâ telefonu."

 

"Haber alsa arardı ama değil mi?"

 

"Bunlar nasıl bir boka bulaştılar ben anlamıyorum ki? Şu an çalıştığı yere telefonuyla giremiyor. Ordan çıkana kadar saat bile kullanamazmış! Ama abi, kardeş pek de hayırlı haltlar yemiyorlar Nazlı."

 

"Asaf dönseydi, öğrenirdik bir şeyler."

 

Nazlının umutsuzluk kokan sesinden Meyra, dönse bile çok bir şeyler öğrenemeyeceklerini biliyordu.

Haberleri gördüğü anda hemen Yiğiti aramıştı Meyra. Ulaşamamıştı ama gecenin üçünde telefonunun çalmasıyla sesini duyabilmişti.

 

Görmese bile sesinden akan yorgunluğu her hücresine kadar hissetmişti. Sadece üç saat uyumak için ayrıldığı zaman içerisinde ona dönüş yapabildiğini söylemişti. Onlara güvenmelerini ve desteğine çok ihtiyacı olduğunu söylemese Meyra bağıra çağıra ne haltlar karıştırdıklarını soracaktı. Ama hissetmişti... Sesindeki yorgunluğu, bitkinliği aralarındaki kilometrelere rağmen öyle yoğun hissetmişti ki hiçbir şeyin hesabını soramamıştı.

 

"Kalk bir şeyler yiyelim manyak boncuk, sen şimdi iki lokmayla duruyorsundur kesin."

 

Nazlı bir şey demeden ayaklanıp üzerine sadece bir hırka alarak Meyraya bakmıştı sadece.

 

Nazenin ise arkadaşlarının kahve içmek için plan yapmalarından sıyrılmaya çalışıyordu. Hiç bir yere gidesi de kimseyle konuşası da yoktu. Çalan telefonuyla iki adım uzaklaştı arkadaşlarından. Ekranda Asafın adını gördüğünde kalpi hızla dövünmeye başlamıştı bile.

 

"Asaf..."

 

"Güzelim, çıktın mı okuldan?"

 

"Ben merkezdeyim, sen döndün mü?"

 

"Evet döndüm. Konumunu yollar mısın Nazenin, seni almaya geleyim?"

 

"Tamam hemen atıyorum canım. Asaf..."

 

Mırıltı gibi gelen sesiyle Asafın dudakları kıvrıldı.

 

"Büyüm..."

 

"Çok özledim seni."

 

"Bende çok özledim güzelim."

 

Telefonu kapatıp, gelen konuma doğru sürmeye başladı arabayı. On beş dakika sonra onu bekleyen nişanlısını zıplar gibi sağa sola adımlarken gördü. Arabayı sağa yaklaştırıp hemen indi aşağı. Nazeninin onu görür görmez yüzünde açan gül demetine iç çekerek baktı.

 

"Asaf!"

 

Üzerine atılıp, sarılan kıza sıkı sıkı doladı kollarını. Bu gün saçlarını örmüştü. Örgüsünü avcuyla kavrayıp, boydan boya okşadı. Boynuna değen soğuk burnuyla dudakları kıvrıldı.

 

"Üşümüssün bebeğim, hadi arabaya binelim hemen."

 

"Dün çok güzeldi hava, bu gün buz gibi."

 

Elinden tutup çekiştirdiği kızı hemen arabaya bindirdi Asaf. Kendi de yerine geçince ellerini bir birine sürten kızın avuçlarını yakalayıp, nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Tatlı tatlı kıkırdamalarını duyunca bir de parmakalarına öpücükler bıraktı. En son öpücük sağ elindeki alyansın üzerine kondurulmuştu.

 

"Ne yaptın Asaf? Bir şeyler öğrenebildin mi? Nazlı çok kötü."

 

"Yiğitle görüştüm sadece güzelim. Nazenin bu konu hakkında bize bilgi vermezler. Biz Halile ve Yiğite güvenmenin ötesine gidemeyiz. Ben durumu anlattım sana zaten. Cezalıyım, sisteme girişlerim bile askıda."

 

"Ama neden? Ya bir anda niye böyle oldu ki?"

 

"Bu zaten bilinen bir şeydi ama Yiğitin söylediğine göre spotane gelişen durumlar varmış. Detay veremeyeceğini söyleyince zorlamadım. İketişim konusunda da sıkıntılı, bulunduğu bölgeden uzaklaşmadan telefonunu kullanamıyor. Gerçi hiç bir şey söylemez de. Nazlıya ne diyeceğimi bende bilmiyorum açıkcası ama hiç hoşuna gitmeyecek bir şey var Nazenin."

 

"Ne? Ne olmuş? Kötü bir şey mi?"

 

"Bir telefon bekliyorum ondan sonra konuşacağım. Şimdi düşünmenin manası yok. Sen acıktın mı güzelim? Nereye gidelim?"

 

Nazenin gözlerini kırpıştırıp yanaklarını şişirdi.

 

"Ya kızlar da kahve içelim diye çok ısrar ettiler ama benim hiç insan kaldıracak halim yok Asaf."

 

Asaf yanağının içini ısırıp, başını yana yatırdı. Aklından geçeni söylese rahatsız olur mu emin olamıyordu.

Ama sonuçta ikisi nişanlıydı. n6azenin ona güvenmese parmağına yüzüğünü takmazdı ki.

 

"Nazenin... Eğer rahatsız olmazsan eve gidelim mi? Yemek söyleriz, istersen film izleriz yada sohbet ederiz. Olur mu?"

 

"Gidelim hayatım, niye öyle bakıyorsun?"

 

Net cevabıyla Asafın kaşları azıcık kalkmıştı.

 

"Rahatsız olmaz mısın?"

 

Nazenin ona porselen bebek gibi davranmasını çok seviyordu. Her adımını onu kırıp, üzmekten çekinerek atıyordu Asaf ve bu Nazeninin narin kalbi için çok büyük bir armağandı. Uzanıp çenesine hafif bir öpücük bıraktı Asafın.

 

"Senden rahatsız olmam canımın içi. Ben bilmeden sana böyle mi hissettiriyorum?"

 

Örgüden kurtulmuş, ön tarafındaki kısa tutamaları parmak ucuyla sevip, tatlı bir tebessümle baktı Nazenine.

 

"Çok narinsin, istemeden incitirim diye ödüm kopuyor. Dokunurken bile elim titriyor camdan bebeğime."

 

Nazenin hayalini kurduğu gibi bir aşkla sevilmenin rüyasını görüyordu. Nazlı ve Meyraya bir aşk istiyorum derken bile Asaf gibi bir adamın nasibine yazılacağını hayal edememişti.

 

Sonra alt dudağını azıcık ısırıp geri bıraktı. Asaf ona yaklaşmadan hiç öpmemişti Nazenin onu. Birbirlerine karşı mesafesiz olmaları için Nazeninin daha yakın davranması gerektiğini şimdi çok iyi anlıyordu.

 

Uzanıp ona dikkatle bakan adamın dudak kenarına bir öpücük bıraktı.

 

"Senin camdan bebeğin olmak kulağa çok güzel gelsede sandığın kadar kırılgan değilim Asaf."

 

Sonra aynı öpücüğü dudağının sol köşesine de kondurdu.

 

"Yüzüğünü parmağımda taşımaktan mutluluk duyduğum adam bana dokunurken bu kadar tereddüt etmese çok daha iyi hissederim aslında."

 

Dudağı Asafın dudaklarına sürtüne sürtüne söylediği her bir kelimeyle nabzı hızlandı. Asafın dudaklarının aralanmasıyla alt dudağını küçücük öptü. Öpücüğü bir miktar daha istekli ve ıslak bir hal aldığında Asaf sürekli maruz kaldığı büyünün etkisinden hafif çıkar gibi oldu. Nazeninin üst dudağını iki dudağının arasına kıstırıp, ezmeye başladığında ikisinden de aynı anda bir inilti duyuldu.

 

Ayrılmak istemediği dudaklardan azıcık çekilip "eve gidelim " diye mırıldandı Nazenine. Aldığı "gidelim" cevabıyla da derin bir soluk alıp yanındaki sevdiğine bakmadan arabayı çalıştırdı. Etkileniyordu ve bu etkinin Nazenin tarafından fark edilmesinden bir miktar utanıyordu.

 

Nazlı ve kızların Bursa'da kaldığı süreç için kendine ayarladığı eve ilk Asaf girip tüm ışıkları açtı.

 

Nazeninin sessizce evi dolaşmasını peşinden ilerleyerek takip etti. En son yatak odasına giren kızın yanaklarının hafif pembeşleştiğini gördüğünde ise saklamaya çalıştığı gülümseme büyümüştü.

 

"Beğendin mi güzelim?"

 

Nazenin dolaba bakıyormuş gibi yapsa da sık sık çift kişilik yatağa kayan bakışlarını Asafa çevirdi hemen.

 

"Çok güzelmiş hayatım, güle güle otur."

 

Asaf yanına yaklaşıp sırtını göğsüne yaslayarak sarıldı.

 

"Burası geçici olduğu için öylesine ayarladığım bir ev. Ama ikimizin evini özenle kurarız. Üstelik hangi şehirde oturmak istediğine de karar vermedik, onu da düşünmemiz lazım."

 

Aslında bu konuyu iki gün önce dalga geçerek Meyra sormamış olsa Nazeninin aklına hiç gelemişti. Gerçekten onlar evlenince nerede yaşayacaklardı? Nazenin çalışmak istiyordu ama Amasya da iş imkanı baya kısıtlıydı.

 

"Bilmiyorum ki Asaf. Ben mesleğimi yapmak istiyorum, üstelik senin işin için en uygun yer nereyse ona da dikkat etmek lazım. "

 

Asaf çenesini omzuna bastırıp hafif hafif salanmalarını sağladı.

 

"Ben ailen için Amasya da olmak istersin diye düşünmüştüm."

 

"Evet... İlk öyle düşünüyordum ama orda işimi yapmam çok kolay olmayabilir. Amasya tarım bölgesi değil ve ben yeni mezun bir ziraat mühendisi olarak çok da talep görmeye bilirim. Bilmiyorum, kafam çok karışık. Senin bir önerin var mı?"

 

Asaf geriye çekilip Nazeninin ellerini kavradı. Bir şey demeden salona doğru yürümelerini sağladı.

 

"Bunu o zaman konuşuruz bebeğim, sen de belki okul bitene kadar istediğin doğrultuda karar verirsin. Sen nereyi söylersen benim için uygun. Biliyorsun... Bizim işimizin her hangi bir merkezi yok."

 

Geçip koltuğa oturduğunda Nazenin de dizlerini altına katlayıp oturdu. Yönü Asafa dönüktü.

 

"Kpss için de hazırlanmam lazım ama tembellik ediyorum. "

 

Asaf uzanıp ardındaki saç örgüsünü omzunun üzerine attı. ucundaki siyah tokayı çıkarıp yavaş yavaş örülmüş saçlarının dağılmasını sağladı.

 

"Acelemiz yok bebeğim. kendini bunun için strese sokma. Her şeyi aynı anda yapman gerekmiyor, önceliğin okulu bitirmek olsun. "

 

Biraz duraklayıp tekrar "Nazenin?" diye mırıldandı.

 

"Efendim canım."

 

"Annen ya da baban düğün için bir şey dediler mi?"

 

Nazenin dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini irice açtı.

 

"Aslında... Yani babam böyle bir şey demez de annem... Sormuş olabilir."

 

Asaf çok önemli bir şey görmüş gibi örgünün kıvır kıvır yaptığı saçlarını inceliyordu. Nazeninin son söylediğiyle gözlerine baktı.

 

"Ne sordu bebeğim?"

 

Kızın sıkıntılı bir soluk vermesiyle kaşları hafif çatılır gibi oldu.

 

"Asaf ben sana bunu nasıl anlatayım bilmiyorum ki."

 

"Olduğu gibi Nazenin. Aklından geçtiği gibi."

 

Nazenin sanki yeri hiç rahat değilmiş gibi biraz kıpırdanıp katlı olan dizlerini ovuşturdu bir iki kere.

 

"Asaf bizim nişan olayının çok hızlı olduğunu biliyorsun. Yani bir anda yüzüğümüzü takılırken bulduk kendimizi."

 

Asafın kaşları daha çok çatılmaya başladı. Bu kötü bir şey miydi?"

 

"Ya bakma öyle, serzeniş falan değil bu. Ben böyle olmasından o kadar mutluyum ki. Ama bu durum bir nedenden dolayı böyle oldu."

 

"Bir nedenden?"

 

Kaşlarını şimdi de kaldırmış ona merakla bakan adama en doğru durumu nasıl anlatır emin olamıyordu.

 

"Dudu yengemi tanıyorsun zaten. O... Biraz tuhaf biridir. Yani benim için kendi kafasında başka planlar kurmuşlar. Annem de Züleyha ablayı arayınca işte... Öyle... Bizim nişan işi biraz oldu bittiye geldi."

 

Asaf da sağ dizini içeri kırıp iyice yaklaştı Nazenine. bahsettiği kadını tabiki hatırlıyordu. Kendine nefretle bakışlarını defalarca görmüştü. O zaman öyle çok hata yapmadan bu işin içinden çıkmaya odaklanmıştı ki Nazeninin yengesini çok da düşünmek işine gelmemişti.

 

"Bana nasıl baktığını hatırlıyorum Nazenin. Ama sen şu işi olduğu gibi anlatır mısın artık?"

 

Parmaklarıyla oynayan kızın elini büyük eliyle kavradığında yüzünde oldukça ciddi bir ifade vardı.

 

"Ya of... Dudu yengem babamın aklına girip beni kendi yeğeniyle evlendirme planları yapmış aklınca. Dedemi de gördün işte Asaf. Bizim evin büyüğü dedem gibi olsa da Dudu yengemden geçer tüm kararlar. Benim anne ve babam onlar gibi değiller. Yengem emrivaki yaparak kız kardeşine benimle ilgili sözler vermiş. Babam da benim rızam olursa onaylayacağını söylemiş ama ben onları biliyorum, psikolojik olarak eminim çok zorlamışlardır babamı. Ben anneme senden bahsedince işte... Yani zaten annem bu durumdan asla mutlu değilmiş hemen Züleyha ablayı aramış. O da böyle oldu bittiye getirip bir şekilde bizi nişanlamış oldu. "

 

Asafın tek gözünü biraz kısarak kendine derin derin baktığında içini rahatsızlık hissi doldurdu.

 

"Ama benim hiç alakam yok yemin ederim bahsettiği kişiyle. Babamı böyle doldurmuş yani. Yalan söylemiş Nazeninin gönlü var diye. Hiç öyle bir şey yok Asaf, yemin ederim hiç yok."

 

Asaf avucunda sıkıca tuttuğu elin parmaklarını aralayıp avuç içine bir öpücük bıraktı.

 

"Biz giderken halam zaten nişanı planlamış yani."

 

"Evet, öyle olmuş bitanem. Senin hediye sandığın bohçalardan anlamamız lazımdı da işte..."

 

Asafın dikkatli bakışlarıyla Nazenin sürekli bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyordu.

 

"Ama annem de babamda seni çok sevdi, gördün değil mi? Musabı bile hemen kandırdın, gönlünü aldın. Züleyha abla da zaten sorun çıkaracak iki kişi yüzünden böyle yapmış. Sende gördün, dedemi beş dakikada her dediğini yapacak hale getirdi. Şey... benim dedem biraz aç gözlüdür de. Yengem de hükmetmeyi sever. Züleyha abla da annemle konuşunca dedemi bu şekilde aradan çekmeyi kafaya koymuş. Tamam her şeye yengem karar verir ama dedem için o kurulacak ortaklık çok fazla. Böyle bir şeyi kaybetmeyi göze alamayacağı için yengemin elinde patlamış oldu kendi planları. O öyle yapardı çünkü. Kendi isteğini önce dedeme aşılar, dedem de evin büyüğü benim kararım bu diye herkesi sözüne getirirdi."

 

Sona doğru utançla kısılan sesi ve ellerine düşen başılarıyla Asaf bu sefer çenesini tutup yüzünü kaldırdı. Mimiksiz suratına sonunda azıcık bir tebessüm gelip konmuştu.

 

"Kurulan ortaklık ve o abartılı altın gösterisi bunun içindi demek."

 

"Sen ne sandın ki?"

 

Asaf omuzlarını silkti.

 

"Bir çeşit gelenek."

 

"Ne?"

 

"Ne bileyim Nazenin, orda ne yapılsa adetlerimiz, geleneklerimiz deniyordu. Bende heralde damat tarafının gösteriş yapması da adetten sandım."

 

Nazenin ciddi mi yoksa onla dalga mı geçiyor emin olmak için baktı ama Asaf gerçekten ciddiydi. dayanamayıp kahkaha attı.

 

"Asaf çok tatlısın bitanem."

 

Asaf alt dudağını ısırmış, gülen gözlerle onu izleyen kıza iç çekerek baktı.

 

"Halama borcum düşündüğümden daha fazla benim demek ha? Sadece ailem olmamış, birde sevdiğime kavuşayım diye neler neler yapmış. Hayatım boyunca onlar gibi insanlar görmedim hiç."

 

Nazenin biraz düşünse yapmaya asla cesaret edemeyeceği bir şeyi yaptı. Bu gün de çok iyi anladığı gibi Asafa adım atan kişi kendi olmazsa Asaf önceki yaşadıklarından dolayı her hareketini düşünerek yapacaktı. Katlı dizlerinin üzerine yükselip sol bacağını Asafın üzerinden atıp dizlerine oturacak şekilde kucağına yerleşti. Mavi gözlerinin iri iri açılmasına gülmek istese de yanakları cayır cayır yanıyordu. Bunu hep yapıyormuş gibi bir rahatlık takınması lazımdı. Derin bir soluk aldı ve kilitlenmiş gibi ona bakan adama uzanıp yanağına bir öpücük bıraktı.

 

"Annem de bende öyle çok dua ediyoruz ki ona canım. Resmen babamı minnet duygusundan vurup, dediklerini yapmaya mecbur kılmışlar. Kaçıncı yüzyıldayız ama kadın hâlâ bizim hakkımızda karar verebileceğini hak görüyor."

 

O normale dönmek için konuşmaya devam ederken Asaf böyle bakarsa hiç de başarılı olamayacaktı. Tamam, Nazenine göre oldukça cesur bir hamleydi ama sonuçta onlar nişanlıydı değil mi ama? Böyle her şeyden çekinirlerse nasıl evleneceklerdi?

 

"Of ama Asaf ya! Bakma artık şöyle, nişanlı değil miyiz biz? Kucağında oturamaz mıyım? Evlenmeyecek miyiz biz? Evleneceğiz!"

 

Yutkunduğu için adem elması hareket eden adamın kasılı bedeni bir miktar rahatlamış oldu. Dudağına kademe kademe yerleşen gülümseme Nazeninin de çatık kaşlarını düzeltmeye başlamıştı.

 

"Ya Asaf ya..."

 

Asafın elleri beline yerleşince omurgasından aşağı bir titreme geçmişti. O eller bir aşağı bir yukarı hareket ettikçe o titreme karnına doğru yayıldı.

 

"Bu nişanlılık... Tahminimden daha güzel bir şeymiş Nazenin."

 

Dudağı sola kıvrılmış, alaylı parıltılar lacivertlerini ışıldatmış halde konuşunca utanç daha güçlü bir hal aldı. Eliyle hafifçe koluna vurdu. Tam geri çekilip inecek gibi yana çekilirken belindeki eller daha sıkı kavrayıp onu omzuna doğru yatırmıştı.

 

"Cam bebeğim benim. Narin büyüm... Kal böyle, çok güzelmiş."

 

Ruhunu yatıştıran sesiyle nazeninin bedeni gevşedi. Kolarını omuzlarına dolayıp,başını iyice boyun boşluğuna yasladı.

 

"Asaf..."

 

"Hmm..."

 

"Annem dedi ki..."

 

"Bir sorun mu var güzelim?"

 

"Sorun değil de... Dudu yengem sürekli diliyle onları eziyormuş. Dedeni caydırmaya çalışıyor kendince dedi. Şey... Düğün için senin aklında bir tarih var mı bitanem?"

 

Asaf sırtını okşayan ellerini durdurup Nazeninin ona bakmasını sağladı. Kızın yüzünün sıcacık olduğu, boynundaki pembelikten bile belliydi.

 

"Ben... Bilmiyorum ki. Sen ne zaman istersen hemen yaparız olmaz mı? Aslında Halil döner dönmez derdim ama o iş biraz sıkıntılı olacak gibi. Ama Tahir babanında, Ünzile annenin de benim yüzümden sıkıntıya girmesini isteyemeyiz. Halamla konuşuruz olmaz mı Nazenin? Okulun biter bitmez yaparız düğünü."

 

Nazeninin hızlı hızlı kafasını sallamasını görünce onun da bunu söylemek istediğini anladı.

 

"Ben de Nazlı bu haldeyken bir düğün istemiyordum açıkcası. Ya niye böyle bu kadın anlamıyorum ki? Ne yaptım ben ona? Bir yandan da... Ödüm kopuyor dedemi kandırırsa diye. Bu tabiki dediklerini yapacağım anlamına gelmez yanlış anlama beni. Ben sadece annem ve babam için endişeliyim. Huzur bırakmayacaklar hiç. Bir şey yapamayacaklar ama babamında yakasından düşmeyecekler. En kötüsü de ben üzülmeyim diye hiç bir şey söylemezler bana. Halbuki nişan öyle güzel geçti ki. Herkes memnundu yani. Babam, dedemle arası bozulmadan ve benim gönlümün istediği biriyle olmamdan çok mutluydu. Ben ailemi üzecek bir durumun içinde kalmaktan çok endişe duyuyorum Asaf. "

 

Asaf yeni bulduğu ailesinin bu şekilde üzülmesini zerre kadar istemiyordu. Onun gönlü kardeşinin olduğu bir düğünü istiyordu ama böyle de işler planladığı gibi gitmezse can sıkıcı şeyler olacaktı belli ki. Halasıyla bunu konuşmayı kafasına koydu. O nasıl olsa ne yapılması gerektiğini herkesden iyi bilirdi.

 

"Sen bunları kafana takıp üzme bebeğim. Ben yarın konuşacağım halamla. Okulun son sınavı ne zaman Nazenin?"

 

"Mayısın yirmisinde bitecek. Alttan dersim kalmazsa yani."

 

"Üç ayımız var güzelim. Senden tek istediğim hiç dersinin kalmaması. Geri kalanı ben halledeceğim. Tamam mı? Sen anneme de söyle, haberi olsun."

 

Nazeninini yüzü kademe kademe çiçek açmışken Asaf derin bir nefes aldı.

Daha ne olduğunu anlamadan dudaklarına hızla yapışan kızla ise oldukça afallamıştı.

 

Nazenin küçük küçük ama sayısız öpücüğü dudaklarına, çenesine, yanağına bırakıp canına kastediyordu.

 

Geri çekildiğinde koyu kahveleri daha da siyahlaşmış gördü. İri gözleri gülümsediği için kısılmıştı.

 

"Biliyorum... Yani senin Halili enişteyi ne kadar sevdiğini ve o yokken bunu yapmak istemeyeceğini anlıyorum. İnan bende asla istemezdim şu şartlarda. Sadece... Sadece sorunlu bir ailem var ve biz Halile, Nazlının durumunu onlara anlatamayacağımız için ne diyeceğimi bilemedim hiç. "

 

"Haklısın güzelim. Keşke istediğimiz gibi olsaydı ama Halil beni anlar. O ben konuşmadan bile anlar zaten. Üstelik..."

 

Asafın sonra doğru sıkıntıyla kısılan sesiyle Nazeninin yüzündeki tebessüm de kırıldı.

 

"Ne oldu Asaf?"

 

"Nazenin Halilin ne zaman döneceği belli değil."

 

"Ne?"

 

"Haber beklediğim konu bu aslında. Halilin İngiltereye gitme durumu oldukça erkene çekildi. İşin kötüsü dönüş görev tamamlanana kadar diye belirlenmiş. Bunun ne kadar süreceğini hiç birimiz kestiremeyiz."

 

Nazenin korkuyla araladığı gözleri ve ağzına kapanan elleriyle öylece kala kaldı.

 

"Nazlı! Nazlı yaza gelecek dedi. Nazlı bilmiyor ki. Nasıl süresi belli değil?"

 

Asafın iç çekmesi ama konuşmamasıyla Nazeninin paniği daha çok büyüdü.

 

"Rusya gibi mi? O kadar uzun kalmaz değil mi? Asaf bir şey söyle! Nazlı o gelene kadar mahvoldu, yıllarca sürmez değil mi?"

 

"Bu biraz da Halile bağlı maalesef Nazenin. Ondan istenileni ne kadar çabuk yaparsa o zaman dönebilir yuvaya."

 

Nazenin Nazlıyı düşündükçe daha kötü oldu. Biraz evvel kalbinde kendi evliliği için çırpınan kuşun kanatları kırılmış gibi omuzları düştü.

 

"Ama çok üzülür. O... Aralarında bir şey yokken bile ne kadar ağladı, Nazlı şimdi nasıl beklesin o kadar? Çok üzülür Asaf. Halil böyle bir şeyi nasıl kabul eder? Bu bencillik!"

 

Asaf bunu nasıl anlatsa anlardı bilemedi. Böyle bir şeyin izahı normal bir yaşantı süren insanlar için öyle zordu ki.

 

"Nazenin... Biz diğer insanlar gibi büyütülmedik. Bize bir amaç verdiler ve o amaç için ne yapılması gerekiyorsa yapmayı öğrettiler. Sonsuz bir sadakat ve sınırsız bir itaat için eğitildik. Üstelik Halile bahsedilen görev ilk önce bu seviyede değildi. Çok fazla detaya hakim değilim. Sana bunları anlatmam da doğru değil. Ondan istedikleri şeyle şu anki beklenti öyle çok değişti ki... Bu işten nasıl çıkar inan bilmiyorum. Üstelik hayır diyemeyiz biz Nazenin. Ülkenin istikbali söz konusuysa, milletin canıysa mevzubahis biz, ben bunu yapamam diyemeyiz. Bizim gidecek başka vatanımız yok. Hepimiz kendimizi düşünürsek koruyamayız evimizi."

 

"Ama böyle... Yani anlamak istiyorum ama böyle de ikisine yazık değil mi?"

 

Asaf her sıkıntılı hisse düştüğünde elleriyle oynayan kızın yine parmaklarına işkence etmesini önlemek için avuçlarıyla kıstırdı parmaklarını.

 

"Yaralı bir kedi gördüğünde üstünden atlayıp gider misin Nazenin?"

 

Nazenin bu konuşmanın nereye varacağını bilse de küskünce "hayır tabiki" diye mırıldandı.

 

"Şimdi biri bana çıkıp zulme uğrayan bir gurup insan için gitmen lazım derse duramam Nazenin. Seni çok seviyorum. Allah şahit gerçekten hayatımda asla hissetmediğim bir duyguyla bağlıyım sana ama bana bunu söylerse duramam. Lisenin üçüncü sınıfından beri onlarlayım. Biz bu dünya hakkında hiç bir şey görmüyoruz Nazenin. Bize sadece yalandan üç beş görüntü izletiyorlar ama asıl çığlıkları duyurmuyorlar. Birileri elini taşın altına koymazsa zalim çok daha zalim olacak. Şimdi Halil tüm bedenini o taşın altına sokuyor. Mecbur çünkü. O yada ben farketmez, birileri bunu yapmazsa biz parçalanan masumları izleyeceğiz. Ayrıca kobrayı hafife alma! Birim bu görevin altından sadece o kalkabileceği için onu yolluyor. Atılacak ikinci bir kurşunumuz, ıska şansımız olmadığı için Halili seçtiler."

 

Nazenin ne söylese bilemedi. Haklıydı Asaf. Onların hayatında böyle sorumluluklar yoktu. Kendi hayatları kadar yükleri vardı. Ama milliyet duygusu olan her insan bilirdi ki bu ülkenin askeri, polisi, doktoru, öğretmeni zamanında gözlerini kırpmadan canından geçmişti. Birileri rahat nefes alsın diye başka birileri nöbet tutuyordu.

 

Teselli arar gibi hiç bir şey söylemeden Asafın üzerine bıraktı halsiz bedenini. Nazlıya çok dikkat etmeleri lazımdı. Gözlerinden ayıramazlardı onu. Tek başına çok üzülürdü o.

 

Onunla ilk tanıştıkları anlar geçti gözlerinin önünden. Dizlerinin üstünde hıçkıra hıçkıra ağalayışı sanki dün yaşanmış gibi doldu belleğine. Halilin Rusyaya gittiği haberiyle nasıl yıkılmıştı? Şimdi ne zaman geleceği belli olmayan kocasının haberini alınca perişan olacaktı.

 

Uzunca süre sadece birbirlerine sarılı bir vaziyette nefes alış verişlerini dinlediler. Sonra Asafın sipariş ettiği yemeği yiyip, olabilecek en önemsiz konular hakkında sohbet ettiler.

 

Asaf yarın Nazlıyı görmeye gideceğini ve Halil dönene kadar ne ihtiyacı olursa ondan istemesi gerektiğini söyleyecekti.

 

Gece yarısına yakın Nazenini yurda getirdi. Aracı durdurduğunda dalgınca yolu izleyen kıza döndü.

 

"Nazenin..."

 

Daldığı yerden hafif bir ürpertiyle sıçrayarak çıktı Nazenin.

 

"Ah... Gelmişiz canım. Fark edemedim."

 

Asaf minik bir tebessümle iki eliyle yüzünü avucunun içine kıstırdı Nazeninin. Uzanıp burnunun ucuna ve alnına öpücük bıraktı.

 

"Benim güzeller güzeli büyüm. Böyle yaparsan Nazlıya hiç bir faydamız dokunmaz. Onun ikinize daha çok ihtiyacı var şimdi. Üstelik ben Halili hafife alma derken çok ciddiydim. Onun da Nazlıdan uzakta uzun bir süre dayanabileceğini hiç sanmıyorum. Şu ana kadar bir rota oluşturmuştur kafasında."

 

Asafın sesindeki eminlikle Nazenin de düşmüş omuzlarını biraz daha dik bir hâle getirdi.

 

"Değil mi ama? O da duramaz, her neyse hemen yapar gelir ki. Çok seviyor Nazlıyı. Böyle onun yanındaysa hiç bir şeye bakmıyor bile. Sağlam bir motivaasyonu var hem. Yani hızlı halleder, belki! Belki gerçekten yaza bile yetişir. Düğünümüz de o da olur. Karamsar düşünmeyelim biz. Evrene kötü enerji gönderiyorum resmen akşamdan beri, her şey güzel olacak. İnanıyorum, çok güzel olacak."

 

Nazeninin tatlı tatlı kendini ikna etme çabasını gülümseyerek izledi Asaf. Dayanamayıp kıpır kıpır eden dudaklarına dudaklarını bastırdı. Bir nefeslik uzaklığa çekildiğinde Nazeninin iç çekişine kısık bir kahkaha attı.

 

"Seninle hayat gerçekten mükemmel olacak Nazenin ve ben o hayat için oldukça sabırsızım."

 

Sonra aralanmış dudaklarından bir öpücük daha çalıp, alt dudağını dişleriyle kıstırdı. Kendine doğru çekiştirdiği dudağı bıraktığında Nazeninin gözlerinin daha çok açıldığını gördü.

 

Bir cesaret çenesine yasladı bu sefer dudaklarını. Boynuna aşağı sürte sürte indirdi. Islaklığın değdiği her yerde tüyleri acı çeker gibi sızlıyordu. Ağzından Asaf diye bir inilti döküldü.

 

Asafın dudakları köprücük kemiğinin üzerine konduğunda dudaklarının baskısı bir miktar daha artmış ve karnının içinde tuhaf bir burkulmaya neden olmuştu. İstemsiz bacaklarını birbirine bastırdı.

Eğer aklı ona oyun oynamıyorsa asafın dili bulunduğu noktayı okşuyordu. Nabzının atışını kulaklarında bir uğultu gibi hissetmeye başladı.

 

Adı ağzından yine bir mırıltı gibi çıktı. İnce derisini dudaklarıyla kıstırması da tam o anda gerçekleşti. O sıcak dudaklar bulunğu yerden ayrılıp tekrar boynu boyunca sürtünerek kulağına kadar yaklaştığında kurumuş gırtlağını ıslatmak için yutkundu.

 

"Haklısın kara saçlı büyü. Biz evleneceğiz ve böyle şeyler için birbirimize... Daha yakın olmalıyız."

 

Asafa söylediği sözlerin bu şekilde ona döneceğini asla düşünmezdi ama bu his de öyle gerçek ve öyle yakıcı bir histi ki insan devamını merak ederken buluyordu kendini.

 

Hiç kötü hissetmemişti. Zerre kadar rahatsız olmamıştı. İsmini anmak istemediği biri tarafından uğradığı taciz sonrası filmlerdeki öpüşme sahneleri bile huzrusuz ederken şimdi hissettiği bu tatlı sızılar düşüncelerini değiştirmişti. Asaf onu, aklının alamayacağı bir şekilde gerçekten değiştirmişti.

Çünkü azıcık cesaretli bir kız olsa, biraz evvel boynunu emen dudaklarının biraz daha devam etmesi için hiç düşünmeden konuşabilirdi.

 

"Nazenin..."

 

Asafın fısıltısıyla dudakları tekrar boynuna sürtünmüştü ve bu bir titreme olarak dönmüştü bedenine.

 

"İyi misin güzelim? Çok hızlı... Nefes alıyorsun."

 

Bir anlık panikle geriye çekildi Nazenin. Ona muzip gözlerle bakan adamla ne diyeceğini bilemedi.

 

"İyiyim! Çok iyiyim, niye iyi olmayım ki? Çok güzelmiş. Yani güzelmiş derken şu an güzel ya onu dedim. Ben gideyim dimi artık? Geç oldu zaten, kızlar merak eder. Ben gideyim!"

 

Arabaya binerken elinde tuttuğu montu giymeye çalışan kızı izledi Asaf. Kahkaha atmak istiyordu ama şu utangaç ve paniklemiş halini daha kötü yapar diye dişiyle alt dudağını kıstırıyordu.

 

"Kolu nerde bunun? Of nerdesin sen?"

 

Sağ kolunu geçirdiği ama bir türlü sol kolunu bulup giyemediği montuna uzanıp yardım etti giymesine. Kendinin dağıttığı saçlarını montun içerisinden çıkardı.

 

"Ya gülmeesene artık ama ya!"

 

"Sen çok güzelsin Nazenin. Çok fazla güzel."

 

Asafın ona böyle gülerek konuşması elini ayağının dolaştırıyordu. Zavallı kalbine merhamet etse ve birazcık onu rahar bıraksa olmaz mıydı ki? Biran evvel buradan kurtulma telaşıyla kapıyı açtı.

 

"Ben gideyim artık. Geç oldu uyuyayım ben. Yarın görüşür müyüz?"

 

Sonra Asafla yarın için plan yaptıkları geldi aklına. Elini boş bulunup alnına vurdu.

 

"Görüşeceğiz ya. Ben unuttum bir an, konuştuk zaten. Görüşeceğiz yani."

 

Kızın bu şaşkın haline daha fazla dayanamayıp sesli bir kahkahayı saldı arabanın içine.

 

"Gel buraya gel."

 

Uzanıp ensesinden yakaladığı kızı göğsüne bastırdı. Saçlarına da bir sürü öpücük bıraktı.

 

"Bir insanın her hali mi güzel olur Allahım?"

 

"Ya Asaf tamam konuşma artık. Vallahi ben sakarım da biliyor musun? Böyle çok heycanlanınca falan kendi ayağıma takılıp düşerim yani."

 

"Hmmm... Seni heycanlandırıyor olmak ne güzel bir şeymiş böyle."

 

Nazenin elini göğsüne doğru vursa da konuşmadı. Bu hali Asafı daha çok eğlendirmiş olacak ki yine kahkaha atmıştı.

Asafın onu kapıya kadar getirmesi ve alnına tekrar bir öpücük bırakması sonucunda bu geceyi bitirmiş oldular.

 

Odaya çıktığında odanın ışığı oldukça kısıktı. Bu saatte uyumuş olmaları kaşlarını çatmasına neden oldu. Sessizce içeri girdiğinde Nazlının yatağında uyuyor olduğunu gördü. Ama Meyra masasındaydı. Odadaki ışığın kaynağı da masa lambasıydı. İlk ders çalışıyor sanmıştı ama elinde telefon, aheste aheste sandalyesinde dönerek baktığını gördü.

 

Fısıltıyla "Meyra" diye seslendi. Meyranın telefondan ayrılan bakışları ilk Nazlıya değmişti. Ondan sonra kendine döndü.

 

"Geldin demek sonunda Nazenin hanım."

 

"Asaflaydım çiçeğim, mesaj attım ya. Nazlı erken uyumuş."

 

İkisi de seslerini olabildiğine kısık tutuyordu. Meyranın sıkıntıyla nefes alıp bırakması, Nazeninin kaşlarını çatmasına neden oldu.

 

"Ağrısı mı vardı Meyra? Ondan mı uyudu? Yok böyle olmayacak, tutup zorla da olsa götürelim. Korkuyorum ben."

 

"Yarın gideceğiz. O da korkuyor, bu yüzden cesaret edip gidemiyor ya."

 

Nazenin hızla montunu çıkarıp yatağına gelişi güzel attı. Sonra da Meyranın yakınına geçti.

 

"Neden korkuyor? Doktordan mı? Bizde gideriz onunla, neyse alırız ilacını da. Böyle ne kadar daha kıvranacak?"

 

Meyra sırtı onlara dönük, düzenli nefes alışları omuzlarının hareketinden belli olan kızı izledi.

 

"Babannesinin hastalığının onda da olduğunu düşünüyor. Açıkcası..."

 

Meyra mavileri titreyerek Nazenine baktı.

 

"Bende aynı şeyden korkuyorum Nazenin. Amasyaya gittiğimizden beri kanaması varmış. Şimdi her gün olmasa bile ara ara olduğunu söylüyor. Ağrılarını da gizlemeye çalışıyor aptal! Yarın bi gidelim de... Allah kerim."

 

"Saat kaçta gideceksiniz, derse girmeyecek mi Nazlı?"

 

"İki saat var zaten. Onda gideceğiz. Senin kaçta bitiyor dersin?"

 

Nazenin sıkıntıyla omuzlarını düşürdü.

 

"Dört dersim var, on iki de biter ama sorun değil. İki derse gitmem. İmza almıyor zaten."

 

Meyra onaylar gibi başını salladı. Kendi de sadece iki derse girecekti. Eğer Meyra peşini bırakırsa Nazlının doktora gitmekten yine bir şekilde kaçacağını düşünüyordu. Onlar da yatsalar iyi olurdu. İliklerine kadar hissediyordu. Yarın onlar için hiç de kolay bir gün olmayacaktı.

 

Sabah Nazlı düne göre çok daha iyi uyandı. Kasıklarındaki sancılanma çok hafif olsa da yerindeydi ama dert edeceği bir boyutta değildi. Üçü de beraber yurttan çıkıp fakültelerine dağıldılar.

 

Nazlı, derse girmiş olsa bile zerre kadar kendini veremiyordu. İşin kötüsü sancı bu gün doktora gitmesi gerektiğini yüzüne vurmak için kademe kademe artıyordu. İkinci dersin son on beş dakikasında daha fazla dayanamayacak gibi oldu.

 

İyi olmadığını söylediğinde uygulama hocası kaşlarını çatmıştı ama yüzünde her ne gördüyse çıkmasına izin vermişti. Ağır adımlarla mühendislik fakültesine doğru ilerlerken bankların birinde Asafı gördü. Adımlarını sıklaştırıp yanına doğru yürüdü.

 

"Asaf!"

 

Telefonuna bakan adam kafasını kaldırıp, ona seslenen kızı görünce ayaklandı.

 

"Nazlı... Ben de seni bekliyordum. Nasılsın?"

 

Nazlının yüzünü sabırsız bir bekleyiş kapladığı için canı sıkıldı Asafın.

 

"İyiyim. Sen nasılsın? Dün dönmüşsün Yiğitin yanından, ararsın diye bekledim ama..."

 

Elini ensesine atıp, sıkıntıyla ovuşturan adamın tavrı aslında durumu ortaya seriyordu. Nazlının heyecanlı solukları ağırlaştı. Tam o anda alt kısmına bir sancı daha girmişti. Dişlerini sıkıp, ondan bakışlarını kaçıran adama bir adım daha yaklaştı.

 

"Asaf ne oldu? Yiğit de mi haber alamıyor?"

 

Asaf sonunda dayanamayıp baktı.

 

"Haber alamıyor değil. Ama bize bir şey söyleme yetkisi yok Nazlı."

 

"Ne demek bu? Demedin mi Nazlı çok merak ediyor diye? Kıyamaz o söylemiştir bir şeyler, ne dedi lütfen?"

 

"Nazlı, Halilin durumu benim dahil olduğum kadarıyla değil artık. Plan değişmiş. Önceden ondan sadece bir takım... Dosyalar alıp çıkmasını istiyorlardı. Bu her zaman yaptığımız bir şey."

 

Nazlı kasılmış bedeni nedeniyle sancıyı sanki biraz daha şiddetli hissetmeye başladı. Eli bilinçsizce sol kasık bölgesine doğru meyillendi.

 

"Ne olur anlayacağım gibi anlat. Ben çok panikliyorum böyle söyleyince."

 

"Nazlı onun bir görev süreci yok artık. Duruma göre gittiği yerde uykuya çekilmesi de istenebilir. Bir ay, bir yıl, beş yıl beklemek zorunda kalabilir. Bilmiyorum! Yiğit bana tek bir şey söyledi. O da bahsedilen görevle şu an Halilden istenilenin hiç alakası olmadığı. Ama o dönene kadar hep yanında olacağım. Bir abi olarak hep etrafındayım, merak etme. Bir şeye ihtiyacın varsa bana söyle olur mu?"

 

Nazlı konuşan adamı duyuyordu ama söylediklerini algılayamıyordu ki. Onun sadece aklında dönen kelime uykuya çekebilirler kısmıydı. Nazlı bunun ne demek olduğunu biliyordu. Halil öylesine laf arasında anlatırken bahsetmişti. Donanımlı bir askerin yedi yıl boyunca güçlü bir iş adamına şöförlük yaptığını anlatmıştı. Yedi yılın sonunda görevini tamamlayıp, birliğe dönme emri verildiğini söylemişti. O zaman! O zaman Halil için de bunu mu isteyeceklerdi? Gittiği yerde, sessiz sedasız ne istiyorlarsa bekleyecek ve onlar istediğinde mi dönecekti? Ya da dönecek miydi?

 

Boğazında yutamadığı bir düğüm, kasıklarında şiddetli bir sancıyla kalakaldı. Düğünleri olacaktı onların. Yaza şurda en fazla dört ay vardı. Düğün yeri seçmişti Nazlı. Telefonuna gelinlik modelleri kaydediyordu. Halili ikna edip Adana da yaşama planları kuruyordu. Kendi kendine eğer ataması olmazsa diye çalışabileceği okullar için liste bile yapmıştı.

 

"Nazlı! Nazlı duyuyor musun beni? Bak böyle söyledim ama bunlar birer ihtimal. Belki de her şey sorunsuz geçecek ve kısa zamanda yurda dönecek."

 

Sol kasığındaki sancı geçer gibi oldu ama bu sefer çok daha şiddetli bir hâlde geri döndüğünde öne doğru büküldü bedeni. Ağzından inilti, çığlık arası bir ses çıktı.

 

"Nazlı ne oluyor? Neyin var, hasta mısın?"

 

Asafın panik bulaşmış sesi ve koluna sarılan elini hissediyordu ama kasığına giren her sancıda kafa tasına da şiddetli bir darbe alır gibi ağrı saplanıyordu.

 

"Asaf..."

 

"Nazlı tutun bana! Hadi hastaneye gidiyoruz, çabuk tutun!"

 

Ağrı git gide şiddetlendi. Kasığındaki sancı beynindeki ile aynı anda saplanıp takatsiz bırakıyordu onu. Halil gelmeyecekti. Bacakları titriyordu. Yumruğunu daha çok ağrıyı hissettiği bölgeye bastırmaya çalıştı. Yaza düğün yapamayacaktı onlar, Halil gelmeyecekti!

Beline dolanan kolları hissetti ve istemsiz çok daha güçlü bir çığlık daha fırladı ağzından. Asafın sesini bir balonun içinden duyar gibiydi. Halil yıllarca belki de orda kalacaktı. Bedeni sarsılıyordu. Galiba bir arabadaydı ama canı git gide daha fazla yanmaya başladığı için ağzını açıp nerede olduğunu sorgulayamıyordu. Canı gerçekten çok acıyordu. Halil gelmeyecekti. Nazlı onu beklemişti. Hep beklemişti ama şimdi...

Gözleri ve zihni kapanırken karanlık bir sise dalar gibi hissetti.

Nazlının Halili gelmeyecekti...

 

Asaf sürekli nasıl olduğunu sorduğu kızdan artık inilti bile duymadığında arkaya doğru dönderdi başını. Bilincini kaybettiğini gördüğünde çok daha hızlı asıldı gaza.

 

Hastaneye ulaşmaları çok da uzun sürmemişti. Arabayı acil kapısında öylece bırakıp Nazlıyı kucakladığı gibi içeri doğru koşturdu.

 

Ona ne olduğunu soruyorlardı. Ama neyi olduğunu bilmiyordu ki. Onu böyle acıyla kıvrandıracak neyi olduğu hakkında hiç bir fikri yoktu. Sedyeye yatırılan kızın ardından öylece bakıp kaldı bir süre. Sonra kendine gelip hemen telefonunu aldı cebinden. Nazeninin sesini duyduğunda ise sadece Nazlının iyi olmadığını ve biran evvel hastaneye gelmesi gerektiklerini söyleyebilmişti. Züleyha halasını arayıp aramamakta tereddüte düştü.

En azından doktor çıkana kadar beklemenin en iyisi olacağına karar verdi.

 

Kısa bir süre sonra koşturarak gelen iki kızı gördü. Nazeninin esmer teni kireç kadar beyazlamıştı. Meyranın ise mavi gözleri kan çanağı gibiydi.

 

"Asaf! Asaf ne oldu Nazlıya? Biz buluşacaktık, doktora gelecektik onunla ne oldu?"

 

Asaf sıkıntıyla yüzünü ovuşturup derin bir nefes aldı.

 

"Bilmiyorum. İnan Nazenin ona ne oldu bilmiyorum. Seni bekliyordum, dün de söyledim onunla konuşmak için senin yanımda olmanı istemiştim. Dersten erken çıkmış galiba. Dün sana söylediklerimi ona da söylemek durumunda kaldım ama rahatsız gibiydi. Hasta mıydı o? Siz biliyor musunuz? Kıvranmaya başladı. Sonra da çığlık atmaya. Hastaneye getirdiğimde bayılmıştı. Şimdi bekliyorum çıkıp bir şey söylemelerini."

 

Meyranın burnunu çekip sağa sola bakınması gözüne çarptı.

 

"Dedim ona! Aptal! Aptal ne yaptın sen? Allahım ne olur kötü bir şey olmasın? Sabah ağrım yok deyip yine kandırdı bizi Nazenin. Salak gibi yine inandık!"

 

Asaf Nazeninin titreyen bedenini kolunun altına çekip, çatık kaşlarla serzenişte bulunan kıza baktı.

 

"Neyi vardı onun?"

 

"İyi değildi. Amasyadan döndüğümüzden beri ağrıları vardı. Doktordan korktuğu için gelmedi gerizekalı. Allahım ne olur? Ne derim ben annesine, ne olur bir şey olmasın."

 

Meyranın saçlarını yolar gibi karıştırmasıyla sürgülü kapının, kayarak açılması aynı anda gerçekleşti. İçerden çıkan doktora doğru hızla hareketlendiler.

 

"Nazlı Sulhan Çarmıhın yakınları mısınız?"

 

Kimse konuşmadan Meyra öne doğru atılıp kafasını sallamıştı.

 

"Evet! Evet biz yakınıyız. Arkadaşımız Nazlı, neyi var?"

 

Doktor üçüne öylece bakıp başını iki yana salladı.

 

"Eşi yada aileden birinci derece yakınıyla görüşmemiz daha doğru olur."

 

Meyranın çatılan kaşları ve Asafın da öne çıkmasıyla doktor bu sefer ona doğru bakmıştı.

 

"Bakın içerdeki kız benim manevi kız kardeşim. Ailesi Adanada. Kocası şu an görevde bir asker. Ben kız kardeşime ne oldu öğreneceğim! Şimdi!"

 

"O zaman biran evvel ailesine haber verseniz iyi olur. Nazlı hanım oldukça tehlikeli bir hamilelik içerisin de ve emin olun hamileliği en basit sorunu."

 

Giden doktorun peşinden üçü de saplanmış gibi kalmışlardı oldukları yerde. Meyranın "hamile" diye mırıltısını duydu Nazenin. Sonra öylece giden doktorun ardından bakan nişanlısına döndü yüzünü.

 

"Asaf! Züleyha ablayı aramalıyız. Hadi durmayın, bir şey yapmalıyız. Ne dedi duymadınız mı? Gelmeleri lazım."

 

Asaf başını iki yana sallayıp "halam olmaz" diye mırıldandı. Cebindeki telefonu bir kere daha çıkarıp iki adım kızalardan uzaklaştı.

 

"Asaf?"

 

Derin bir soluk alıp ne diyecekse biran evvel demeyi ve hemen telefonu kapatmayı istiyordu.

 

"Asil abi biran evvel Bursa'ya gelemeniz lazım. "

 

"Asaf ne oldu? Nazlı! Nazlıya bir şey mi oldu?"

 

"Abi biz akraba olmadığımız için bilgi vermiyorlar. Aileyi istedi doktoru. Okulda fenalaşınca ben getirdim hastaneye. Şimdi başhekimin yanına çıkacağım, bilgi alırım muhtemelen ama siz de biran evvel gelin."

 

"Ben... Tamam hemen geliyoruz. Ayrılma ordan Asaf! Kızımın yanından ayrılma, biz hemen geliyoruz."

 

"Asil abi..."

 

"Başka bir şey mi oldu? Ne olur söyle, Nazlıya başka bir şey mi oldu? İyi mi benim kızım?"

 

Adamın paniği, korkusu telefonun bir ucundan bile içini sıkmıştı.

 

"Abi Nazlı hamile ve muhtemelen bilmiyordu."

 

Her hangi bir şey duymayı bekledi ama derince alınmış bir nefesten başkasını işitmedi kulakları. Kapanan telefonla ardında bekleyen kızlara doğru ilerledi.

 

"Başhekimle görüşeceğim, sorun neyse öğrenmem lazım. Siz burda bekleyin, ayrılmayın bir yere Nazenin."

 

Sıra sıra inci gibi yaşların aktığı gözleri onaylar gibi kapanıp, başını salladı Nazenin. Meyra sıkıca sarılmış, iç çeke çeke ağlıyordu.

 

Asaf sert adımlarını hızlandırıp yürümeye başladı. Telefonu bir kere daha kullanmak için eline aldı.

Açılan telefonda hiç bir selamlaşma cümleleri kurulmadı.

 

"Bursa Acıbademdeyim, baş hekime ulaş. Nazlı Sulhan hakkında bilgi vermekte sıkıntı çıkarmasınlar!"

 

Telefonu kapattığında asansörler görüş açısına girmişti. Asaf baş hekimin yanında yaklaşık yarım saat kaldı. Ona durumu kendi doktoru anlattığında ise ne yapacağını bilemez hâlde odadan çıktı.

 

Halil yoktu! Ailesi yoktu! Nazlı acıdan bayıldığı için şu an uyutuluyordu. Nazlıya durumunu anlatırken ailesinden birilerinin yanında olması gerektiği üzerine doktor fikir beyan etmişti.

 

Şu an annesinin karnında sıkı sıkı tutunmaya çalışan bir bebek vardı. Ama annesine de en çok o bebek zarar veriyordu. Bu işten nasıl çıkacaklarını bilemedi. Halil, Nazlıyı ona emanet etmişti. Emanete sahip çıkamazsa yüzüne bakamazdı. Hem Halilin hem de halasının gözlerine bir kere bile bakamazdı.

Kızların da yanına gidemiyordu. Ona neler olduğunu soracaklardı ve Asaf Nazlıya olanı anlatacak gücü kendinde bulamıyordu. Göğsü daralmışlık hissiyle bunaldıkça bunaldı. Dışarı çıkıp bir sigara içti. Sonra ulaşamayacağını bile bile Halili aradı. Avcıyı, kasabı ve en sona Yiğiti aradı. Hiç biri telefonlarını açmamıştı. Gerçi açsalar ne diyeceğini de bilmiyordu ya.

 

İçerde onu merakla bekleyen nişanlısı ve arkadaşı tekrar hatrına düşünce ayaklarını sürüye sürüye ilerledi. Bankta birbirlerine sığınmış, oturduklarını gördüğünde göğsündeki o sıkışmışlık hissi artık boğacak şiddetteydi. Onu ilk Nazenin fark etti. Hemen ayağa kalkmıştı.

 

"Asaf! Ne öğrendin? Ne dedi doktor?"

 

"Bebek... Nazlıya zarar veriyor. İyi değil ve Nazlıyı da kötü yapıyormuş. Başka... Başka sıkıntılar var ama bebek neredeyse on ikinci haftadaymış. Aldırmak isterse... Ailesini bunun için istiyor doktor. Şimdi uyutuyorlar."

 

Meyra da Nazenin de put gibi kalmışlardı. Hamilelik haberine zerre kadar sevinemeden bebeğin alınacağını duyuyorlardı. Nazlı ne hisseder ikisi de karar veremedi. Ama bu kadar büyüdüğü hâlde nasıl anlamamıştı Nazlı? Üç aylık olana kadar hiç mi hissetmemişti?

 

Denilebilecek hiç bir şey olmadığı için öylece oturdular yan yana hastane banklarında.

Asil tekrar aramış İstanbul aktarmasına uçak bileti bulduklarını söylemişti. Sonra ise Züleyha kızları arayıp hem ağlayarak hem de panikle neler olduğunu ona anlatmalarını istemişti. Kimsenin telefonda bebeğin durumunu söyleyecek cesareti yoktu. Sadece hamile olduğunu ve fenalaştığını açıklayabilmişlerdi.

 

Öğleden sonra dört gibi hastaneye anca ulaşabildiler. Son dakika kalkacak uçak için yalvar yakar iki yolcunun biletini beş katı fiyata satın almışlardı. Ankara Esenboğada bir sonraki Bursa uçuşu için beklemek durumunda kalmışlardı.

 

Züleyha gelene kadar ağlamış, perişan olmuştu. Asilin de ondan kalır yanı yoktu ama dirayetli durması gerekiyordu. Kızı ve karısı için hep olduğu gibi en güçlü o olmalıydı. Hasta kabulden nerede olduklarını öğrendiklerinde artık koşturur gibiydi adımları. Züleyha birbirine sığınmış öylece oturan iki kızı da ayakta başını duvara usul usul vuran adamı da görünce dermanı kesilmiş gibi durakladı.

 

Asilin eline yapışan eliyle güçten düşmek için çırpına bacaklarına son bir komut daha verdi.

 

"Meyra, Nazenin!"

 

Kızlar sesini duyunca ayaklanmışlardı. ikisi de suçlu çocuklar gibi omuzları düşük, ağlamaktan mahvolmuş bir halde ona kaçamak bakışlar atıyordu. Züleyha koşturup kolunun birini Meyraya, diğerini Nazenine sardı.

 

"Nerde yavrum Meyra? Ne oldu kızıma?"

 

"Züleyha abla..."

 

İnilti gibi çıkan cılız sesten fazlası gelmedi Meyradan. Nazenin ağzını açtığında sadece hıçkırıyordu.

 

"Asaf! Oğlum nerde Nazlı?"

 

"Biz onu göremedik Asil abi. Doktoruyla görüşmeniz lazım, ben götüreyim sizi."

 

Asil sadece başını sallayıp tekrar Züleyhaya elini uzattı. Karısının buz kesen elini kavradığında Asafın peşinden hızlı adımlarla ilerlediler.

 

Doktorun kapısını tıklattıklarında içerdeki gel sesiyle kapıyı araladılar.

 

Orta yaşların sonunda ama oldukça dinç bir duruşa sahipti doktor.

 

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

 

"Biz... Kızımız burda, Nazlı! Annesiyim ben onun. Ne oldu ki kızıma?"

 

Doktor gözlüğünü çıkarıp eliyle içeriye buyur etti ikisini.

 

"Nazlı Sulhan Çarmıhın ailesisiniz değil mi?"

 

"Evet doktor bey, ben babasıyım. Asil Sulhan!"

 

"Geçip oturun lütfen Asil bey. Nazlı hanımın durumunu konuşmamız lazım."

 

Asilin korkuyla göğsünü döven kalbi sanki anlık duraksadı. Destek arar gibi yine karısının eline yapıştı. Doktorun işaret ettiği deri sandalyelere oturdular.

 

"Nazlı hanım buraya geldiğinde bilincini kaybetmişti. Biz hafif şiddette seyir eden bir kanamayla karşılaşınca düşük yapıyor olabileceğin düşündük. Muayeneler sonucunda Nazlı hanımın hamile olduğu tesbit edildi."

 

"Hamile... Bebek! Bebeğe bişey mi oldu ki? Ondan mı Nazlı böyle olmuş?"

 

Züleyhanın gözleri korkuyla doktorun söyleyeceği kelimeleri bekliyordu.

 

"Asaf beye de söyledim, maalesef Nazlı hanımın hamileliği en basit sorunu. Fetüs on ikinci haftasında. Nazlı hanımın rahmi ters bir pozisyonda. Normalde bu tür hastalarımız olur ve sorunsuz bir gebelik süreci geçirilir. Ama Nazlı hanımın asıl sorunu rahmini fetüsle paylaşan iki kist."

 

Züleyhanın eli göğsüne yaslandı. Korku her tarafını sarmıştı.

 

"Kist mi? "

 

"Evet. Rahim duvarına yapışan ve fetüs büyüdükçe rahim duvarında kalınlaşmaya neden olan iki kist tesbit edildi. Şu an için devam eden gebelik sebebiyle olası bir biyopsi yapamıyoruz."

 

"Ama hiç bilememiş mi? Şimdiye kadar hiç demedi bize ağrım sancım var diye."

 

"Açıkcası kistler oldukça sinsi bir yerleşim sağlamışlar. İlk zamanlar, yani döllenme ve henüz emriyoyken hamilelikten oldukça memnun oldukları için uyaran vermemişler. Rahim keseyi büyütmek için emek harcarken yeni kök hücreler kistleri de beslemiş. Kistleri bu kadar zararsız kılan da rahmin yeni düzeninden duydukları memnuniyet. Hamileliğin ilk dönemlerinde Nazlı hanımın her hangi bir ağrı atağı geçirmemesini buna bağlıyoruz biz. Ama asıl problem embriyo büyüyüp fetüs olduğunda meydana geliyor. Kistler beslenmeye ortak olan fetüsten rahatsız oldukça kendilerini daha çok belli etmeye başlamışlar. Çünkü fetüs gibi onların da büyüdüğünü düşünüyoruz biz. Fetüsle beraber iki kist de büyüdüğü için rahim oldukça zorlanmış. İşin kötüsü rahim şu an üç bebek büyütür gibi fazla çalışıyor ve bunu ters bir pozisyondayken kaldıramıyor. Nazlı hanım bir süredir ara ara kanamalar yaşıyormuş. Akşam saatlerinde kendine gelecektir. Benim sizinde burda olmanızı isteme sebebim bebek hakkında vereceği kararda psikolojik olarak desteğe ihtiyaç duyması."

Asilin çatılan kaşları ne demek istemediğini anlamadığı için daha da derinleşmişti.

 

"Bebek hakkında karar mı?"

 

"Asil bey fetüs şu an on ikinci haftasında. Bu kadar nasıl dayanmış, nasıl sağlıkla büyümeye devam etmiş emin olun çok şaşkınım. Ama onun varlığı bizim operasyonla kistleri temizlememize engel oluyor. Yasal olarak da onuncu haftadan sonra ki hamilelikleri sonlandıramıyoruz. Yine dediğim gibi Nazlı hanımın sağlık durumu gebelik sonlandırma hakkı tanıyor kendisine."

 

Züleyha bir Asile bir doktora baktı.

 

"Ya... Ya Nazlı bebeğini isterse. Kocaman olmuş, nasıl kıysın? Kıyamaz ki benim kızım. O çok merhametli, kendi canı olsa bile ucunda kıyamaz yavrusuna."

 

Doktor onaylar gibi başını salladı.

 

"Tabiki biz Nazlı hanımı böyle bir duruma zorlayamayız. Ama şahsi fikrim gebeliğin sonlandırılmasının anne için çok daha mantıklı olduğu yönde. Yine de ikinci seçenek olarak bir tedavi izleyeceğiz. Sorun bu tedaviyi Nazlı hanımın bedeni kaldırabilir mi?"

 

"Nasıl bi tedavi ki? Ne lazımsa yaparız biz. Burada değilse başka hastanedeyse şifası oraya gideriz. Başka ülkeyse oraya götürürüz kızımızı, ne yapmamız lazım?"

 

"Başka bir hastane ve hekim tercihi hakkınız tabiki var. Ben Nazlı hanımın durumunu paylaştığım hekim arkadaşlarımla hemen hemen aynı fikirde olduğumuzu gördüm. Hamileliğin sonlandırılmasını istemez ve bebeğini doğurmak isterse Nazlı hanıma bir ilaç tedavisi uygulayacağız. Kisteleri gebelik sürecinde uyutacak bir tedavi ama başarı şansı düşük. Aynı zamanda maalesef bu tedavinin bir takım da yan etkileri var. Hamilelik süreci maalesef oldukça zorlayıcı geçecek anne için."

 

" O ne demek? Asil! Ne demek o? Ben hiç bişey anlayamıyom ki."

 

"Yirmi dört saatte bir enjekte edilecek ilaç, kistleri uyuturken bir takım kemik ağrıları, bedensel bitkinlik, unutkanlık yapıyor hastada. Nazlı hanımın doğuma hazırlanan bedeni nedeniyle en hassas kemik yapısı pelvis kemiği olacak. İlaç muhtemelen orda şiddetli ağrı ataklarına neden olacaktır. Sağlıklı bir gebelik için o ağrıları önleyecek farklı ilaçlar kullanamaz kendisi. Tabi birde beden gücünü korumak için takviye destekleri de olacak ve yine maalesef o takviyelerin Nazlı hanıma etki etme oranı da oldukça düşük. Her hareketine dikkat etmesi , hiç bir ilacının saatini bile atlamaması gereken bir hamilelik bekliyor bizi. Tabi bu annenin fetüs için verdiği karara göre tekrar konuşmamız gereken bir durum. Öğrendiğim kadarıyla baba şu an için ulaşılabilir bir yerde değilmiş. Nazlı hanımın sağlık durumu nedeniyle kürtaj için baba onayına da gereksinimimiz yok. Ne yapacağımıza Nazlı hanım uyandığında karar vereceğiz anlayacağınız. Ama bir konu hakkında da sizi bilgilendirmeliyim. Tedavi istediğimiz sonucu vermeyebilir. Yani Nazlı hanım bebeğini doğurmaya karar verse bile sağlıklı bir doğum şansı yüzde yirmi beş. Erken doğum riski de olacak. Bu oranı dikkate alarak düşünmesine yardımcı olun lütfen. Şahsi fikrim ilk olarak annenin sağlığını gözetme yönünde. Özellikle olası bir erken doğum, annenin yaşamını büyük ölçüde riske atmak demek."

 

Doktorun odasından çıkan karı koca hastanenin bahçesindeki banklara oturalı neredeyse yarım saat olmuştu. İkisi de tek kelime kuracak gücü bulamıyorlardı.

 

"Bilememiş... Bebesi kocaman olmuş ama o bilememiş. Benim kızım daha bebek Asil, nasıl kendi bebeği olacak? Nasıl doğuracak onu? Yapamaz ki... Yapamaz bu haldeyken."

 

Züleyhanın ağlamaktan ksılmış sesi dişlerini sıkmasına neden oldu Asilin. Gözünden sakındığı evladı acıdan bayılacak bir hâle gelmişti. Halasının bedenini mahveden illet kızına da sıçramıştı.

 

"Nazlı... Uyansın da bir. Allahım yardım et bize."

 

Züleyhanın başı omzuna kondu. Soğuktan bembeyaz olmuş ellerini avuçlarının içine alıp, sıktı.

 

"Asil o kıyamaz yavrusuna. Nasıl dayanacak? Doğurmak isterse eğer... Nasıl dayansın? Biz ne edecez Asil?"

 

Sorulan hiç bir sorunun cevabı yoktu Asilde. O hayatını hep Esmanın yakasına yapışan illetten sakınarak geçirmişti. Hiç aklına Dilber halasıyla yok olup giden hastalığı düşmemişti. Üstelik ameliyat olur geçer diyemiyorlardı. Nazlının hasarlı rahmi bir bebeği büyütmek için ne emekler veriyordu. Annesine tutunmuş küçük bir bebek iki düşmanla yaşamaya çalışıyordu.

 

"Nazlı... Ne isterse her şey öyle olacak Züleyha. Biz anne babası olarak elimizden ne geliyora yapacağız. Daha iyi bir hastaneyse hastane! Doktorsa doktor! Dediğin gibi başka ülkeyse oraya gideceğiz. Ama... Ama doktorun dediği riske nasıl gireceğiz?"

 

Züleyha Asilden duyduklarıyla başını kaldırdı. Gözleri şişmişti ve ıslaklık yeşillerinde oynaşıyordu.

 

"Asil isterse ya bebeğini? Ben kendi yavruma kıyamıyom o da kıyamazsa yavrusun?"

 

"Mecburuz Züleyha! Ben ister miyim kızıma böyle bir şey söylemeyi? Ama erken doğum olursa doktor ne söyledi sende duydun."

 

Züleyha gerisin geri başını omzuna yasladı. Bir yanı küçük bir can için endişeleniyordu ama annelik tarafı kendi yavrusuna kıyamıyordu. Eğer... Eğer Nazlı bebeği aldırırsa hemen iyileşebilecekti. Doktorun bahsettiği o dertlerin hiç birini çekmeyecekti. Sonra aklına Halil düştü. Dişlerini sinirle birbirine bastırdı.

 

"Bu çocuğun babası nerde Asil? Yine geçiştirecen mi beni? Boy boy televizyonlarda dönüyo endamı! Yine onun yükü ağır diye kapatacan mı ağzımı?"

 

"Züleyha!"

 

"Beni salak yerine koyuyonuz, sesimi çıkarmıyom. Demek ki en hayırlısı budur da onlar o yüzden beni geçiştiriyo diye ağzımı açmıyom. Asil böyle diyosa bi bildiği vardır deyip yutuyom gördüklerimi. Bana polis diye yutturduğunuz oğlanı sabah akşam haber ediyolar. Sakalını kesmeyip, saçını uzatınca, adını Aybars yapınca tanımaz halam mı demiş? Elime doğan oğlan, kandırırım halamı nasıl olsa mı demiş?"

 

Asil geriye çekilip ıslak yanaklarını eliyle silmek için uzandı. Züleyhanın yüzüne avcundan kaçırmasıyla başını yana yatırdı.

 

"Biliyorsun sen zaten Züleyha. Üstelik ne demek salak yerine koymak? Bu ülkenin askeri, polisi her yaptığını alenen söylerse güvenlik dediğimiz şey ne hâle gelir?"

 

"Laf cambazlığı yapma bana! Yukarda benim kızım acıdan kıvranırken o çocuğun babası İngilterelere gitme planı kuruyo!"

 

"O çocuğun babası senin de oğlun."

 

"Ben canı yanan kızımı bilirim. Niye yanında değil karısının? Her bişeyi bilip susuyon ya şimdi cevaplan belki!"

 

"Başka çocuklar babasız, evsiz, barksız kalmasın diye kendi evinden uzakta senin oğlun Züleyha. Üstelik bak Nazlının da haberi yokmuş, Halil nasıl bilsin? Onun çocuğu doğarsa koruyacak kocaman bir ailesi var ama o başka çocukların belki de kimsesi yok. Senin oğlun kimsesizlere el uzatıyordur belki de."

 

Züleyhanın bağırıp çağırmak için açılan ağzı yine dökemediği kelimelerle kapandı.

 

"Her bişeylerine aman ses çıkarma! Burda halası varken ne boklar yiyosa sana anlatıyolar ya işte bundan sebep! Ne etseler hop diyemiyon bi kere de. O Yiğitin de suyu ısındı! Belli ne halt yiyosa abisiyle beraber yiyo!"

 

"Deme Züleyha! Benim evladım karşıma geçip ben bu hayatta biri olmak istiyorum derse ben onu desteklerim sadece. Babasının bağıra çağıra hiç bir halta yaramayacağını söylediği oğlan, geçip karşıma ben işe yaramak istiyorum dediğinde sırtını sıvazlarım. Benimle özel olarak görüşmek isteyen hocaları, ülke için çok hayırlı bir güç olacağını anlattıklarında göğsüm kabarır. Şimdi de gelip karısına, yuvasına sahip çıkana kadar onun yapması gereken her şeyi ben yaparım. "

 

Züleyhanın içinde ki korku, panik, endişe onu böyle konuşturuyordu. Buraya gelene kadar canından can gitmişti. Beş saat ömrünün beş yılını götürmüştü.

 

Asilin öne düşmüş başını görünce biraz evvel ondan uzaklaşan bedenini kıyın kıyın yaklaştırıp başını geri omzuna bıraktı.

 

"Asil..."

 

Ses çıkmadı kocasından.

 

"Asil diyom."

 

"Efendim zümrüt göz."

 

"Sen kızdın mı Nazlıya?"

 

Adamın derince iç çekip bırakmasıyla Züleyha başını onaylar gibi salladı.

 

"Kızdın ele..."

 

"Kimseye kızmadım ben Züleyha! Kızacaksam da niye sadece Nazlıya kızayım, o çocuğu! Tövbe yarabbim! Ama şu nikah olayı yüzünden sana bir miktar kızgınım."

 

Züleyha başını kaldırıp, çatık kaşlarıyla baktı kocasına.

 

"Ne ettim de bana kızdın sen şimdi?"

 

"Onlara bu rahatlığı senin nikah sevdan verdi Züleyha hanım!"

 

"He tabi kızına, oğluna bişey diyemiyon bana şarlıyon hemi şimdi de? Sen yat kalk dua et karına ki nikahlarını kıydırdım. Yoksa şimdi nikahsız bebenin derdine düşecektik biz!"

 

Asil ağzını açtı açtı kapattı. Tekrar önüne döndü. Canı çok sıkkındı ve kavga edecek zerre enerjisi yoktu.

 

"Kızgın değilim kimseye Züleyha ama kırgınım. Onlar en başından beri Halilin gideceği görevi bilirken bu kadar... Böyle dikkatsiz olmaları... Düğünleri yapılmadı bile. Toplasan üç beş kişiden başka kimse bilmiyor evlendiklerini. Ben hayatım boyunca Nazlıya kötü laf gelmesinden korktum. Şimdi kızıma ileri geri konuşurlarsa... Üstelik sağlığı da kötü. Bu çocuk ne zaman gelecek? Benim kızım tek başına nasıl kalkacak bu yükün altından? Şimdi gidip kürtaj için kızımı nasıl ikna edeyim ben Züleyha?"

 

Züleyha daha yeni yatıştırdığı sinirlerini yine tepesinde toplayan sözlerle başını çok daha sert bir hareketle kaldırdı kocasının omzunda.

 

"Kim laf ediyomuş? Kimmiş onlar? Biri ağzını açsın bak neler ediyom onlara! Hiç kimse bişeycik diyemez benim yavruma!"

 

Asil kırgın bir tebessümle karısının dağılmış saçlarını eliyle düzeltir gibi okşadı. Başı yana düşmüştü.

 

"Sende biliyorsun Züleyha. Derler... Yıllarca yüzüne gülüp ardını döndüğün anda neler neler söylediler senin için. Bunu mu söylemeyecekler?"

 

Öyleydi... Bilen, bilmeyen, duyan, bolca yalan katan yıllarca Asil ve Züleyhanın yaşadıklarını kırk farklı çeşitte anlatmıştı birbirlerine. Kimi Züleyhayı haklı bulmuş kimi gelip kırk yıllık düzeni bozuşunu konuşmuştu. Girdiği evi darma dağın eden, kimini hapse, kimini mezara gönderen uğursuz diyen de olmuştu, zavallıya eziyet ettiler diye vahlayan da. Züleyha zaman gelmiş yüzlerine söylemişti ettikleri lafları bir bir. Zaman gelmişti zerre umursamamıştı. Böyleydi çünkü dünya düzeni. Nereye gidersen git kimse seni tam anlamıyla göremiyordu. Çay yanı mezesi olacak bir konu varsa günahından korkmuyordu. E biraz daha iştah açmak için yanına üç beş kelime de ekleniyor, bir anda şeytan yada melek olabiliyordun.

 

Ayaklanıp üstünü silker gibi düzeltti.

 

"Kalk kocam, kızımız uyanınca yanında dirayetli durmamız lazım. Evladın hayır gösterenine herkes ana baba olur. Şimdi ki imtihanımız bu demek ki. Hep koruyup kolladık çocuklarımızı, yine bize düşeni yapacağız. Ama önce sen dayanak ol bana. Biliyon sana yaslanmadan ben adım atamam."

 

Asil kalkıp kolunu karısına sardı. Soğuk sinmiş saçlarına burnunu yasladı.

 

"Asıl dayanak olan hep sen oldun zümrüt göz. Şimdi de topla bizi. Ben... Ben söyleyemem Nazlıya böyle bir şeyi."

 

Tekrar hastaneye girip Nazlının kaldığı odanın yakınına yürüdüler. Bıraktıkları üç genç de oldukları gibi duruyordu. Sessiz sedasız geçip oturdular.

 

Yaklaşık iki saat sonra odadan çıkan hemşire, hastanın uyandığını söyleyip girmelerine izin vermişti.

 

Nazlının kireç gibi yüzü ve kupkuru olmuş dudaklarını gördüğünde Züleyhanın dolup, taşmaya hazır gözleri yaşlarını sızdırdı.

 

"Nazlım. Boncuk kızım iyi misin annem? Bi yerin ağrıyo mu yavrum?"

 

Nazlının oldukça sersemlemiş hâli muhtemelen ağrıları için verilen ilaçlardan kaynaklıydı. Boş gözlerle etrafa bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştığını fark ettiler.

 

"Anne?"

 

"Burdayız kuzum, yok bişeyin. İyisin annem."

 

Nazlı kurumuş ağzı yüzünden sık sık yutkunup aralamakta zorlandığı gözlerini kırpıştırıyordu.

 

"Anne ne oldu?"

 

Gözleri arkada duran arkadaşlarına, yüzü mahsun babasına takılsa da cevap annesindeymiş gibi hep ona bakıyordu. Aradan beş dakika geçmeden odaya Asil ve Züleyhanın konuştuğu doktor ve hemşire girdi.

Adam bir baş selamı verip ayak ucundaki dosyasını almıştı eline.

 

"Kendinize gelmişsiniz Nazlı hanım. Nasıl hissediyorsunuz?"

 

Nazlı hâlâ tam olarak bilincini berraklaştıramamıştı. En son ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu.

 

"Ben... Uyuşmuş gibiyim ben."

 

Doktor onaylar gibi başını sallayıp elindeki kalemle dosyaya birşeyler yazmaya devam etti.

 

"Geldiğiniz de bilincinizi kaybetmiştiniz. Kendinize gelecek gibi olduğunuz anda ise çok acı çektiğinizi söylediniz. Ağrılarınız için verilen ilaç aynı zamanda yüksek oranda yatıştırıcı etkisi göstermiş olmalı."

 

Nazlı eline sıkıca yapışan ele doğru baktı. Annesi iki avcuyla da sımsıkı kavramıştı. Şimdi biraz daha iyiydi düşünceleri. En son okulda, kasıklarına saplanan acıyı hatırlıyordu. Sonra ise...

 

Sonunda kaçıp durduğu gerçeğe yakalandığı doldu zihnine. Ağrıları onu takatsiz bırakıp sonunda hastaneye taşımıştı demek ki. Nazeninin, Meyranın ağlamaktan şişmiş gözleri, Asafın yerdeki başı, babasının düşmüş omuzları ve annesinin sanki kaybolacakmış gibi eline sıkı sıkı tutunması bir şeyleri kavraması için yeterliydi esasında. Bir iki kere daha yutkundu.

 

"Benim neyim varmış doktor bey?"

 

Sesini istediği kadar net çıkaramadığı için kendine kızdı. O konuşunca annesi elini daha çok sıkmıştı çünkü.

 

"Aslında bunu yalnız konuşmak isteyebilirsiniz, mahremiyet açısından. Ama isterseniz rahatsızlığınız ve sizinde muhtemelen farkında olmadığınız durumunuz hakkında konuşalım."

 

Nazlı derin bir iç çekti. Biran önce ne söyleyecekse söylesin ve bu durum bitsin istiyordu.

 

"Konuşabiliriz doktor bey. Burdaki herkes benim ailem."

 

Doktor nedense onay bekler gibi annesiyle de göz göze gelmişti. Sonra ise bir iki kere sesini temizlemek için öksürmüştü.

 

"Nazlı hanım ağrılarınızın sebebi öncesinde bilmeniz gereken bir durum var. Şu an mevcut bir gebelik izleniminde bulunduk. Sanırım haberiniz olan bir durum değilmiş."

 

Nazlının kaşları çatıldı. Doktorun dediğini duymuştu ama anlayamamıştı.

 

"Ne?"

 

"Nazlı hanım hamileliğinizin on ikinci haftasındasınız ve maalesef sağlıklı bir gebelik süreci içerisinde değilsiniz."

 

Nazlı sanki doktorun söylediği hiç bir şey doğru değilmiş gibi annesine baktı. Onun gözlerinde aradı duyduğunun gerçekliğini.

 

"Beben varmış kuzum."

 

Nazlının dişlerini bile titreten bir his geçti bedeninden. Bebek diyorlardı ona. Ama nasıl olurdu? O regli olmuştu. Olamazdı böyle bir şey! Sağlıklı değil diyordu, ne demekti bu? Üstelik... Üstelik Halil yoktu! Halilin ne zaman geleceği bile belli değildi. Ama ona doktor hamilesin diyordu.

 

"Ama..."

 

"Nazlı hanım şu an için bilmeniz gereken bir başka önemli durum var. Rahminizde bebeğinizin dışında iki risk teşkil eden kist var. Ve maalesef bebek büyüdükçe onlar da büyümeye devam edecekler gibi görünüyor. Ağrılar ve aralıklı kanamaların sebebi kistlermiş. Siz kistelerin neden olduğu kanamaları regli sanmış olmalısınız. Bu nedenle biran evvel karar vermeniz gerekiyor."

 

Nazlı yine odada dolaştırdı gözlerini. Ağzını açıyor ama ne söyleyeceğini bilemediği için geri kapatıyordu.

 

"Ne...Neyin kararı?"

 

"Fetüs için bir karar vermelisiniz Nazlı hanım. Maalesef oldukça zaman kaybedilmiş daha fazla fetüsün büyümesini beklemeden dilerseniz kürtaj için hazırlayabiliriz sizi. Şu ana kadar fetüsün bu şekilde duruyor olması bile imkansızken doğacak erişkinliğe ulaşması çok zor."

 

Nazlı ne yaptığının bile farkına varmadan elini karnına yaslamıştı. Asilin yutkunmasına, Züleyhanın ise hıçkırır gibi bir ses çıkarmasına neden olmuştu bu hareketi.

 

"Kürtaj mı? Ama..."

 

"Fetüsün sağlıklı doğması yüzde yirmi beş ihtimal Nazlı hanım. Bu süreçte sizin sağlığınıza ne kadaar zarar verir bunu maalesef kestiremiyoruz. "

 

Nazlının gözünden kendinin bile fark etmediği bir yaş kaymıştı. Medet dilenir gibi annesine baktığında gözlerinden kaçan gözleri dudaklarının titremesine neden oldu. Sonra babasına kaydı bakışları. Bir şey söylesin istediği babası yüzüne bile bakmıyordu.

 

Ne hissetmesi gerektiğini bilemedi. Hamileliğini öğreneli beş dakika bile olmamıştı. Böyle bir ihtimali hiç düşünmemişti de. Hiç bebeklere dair hayal bile kurmamıştı ama şimdi rahminde fetüs diye bahsettikleri bebeğinin varlığını öğreniyordu. Eli daha sıkı kavradı karnını.

 

Nazlı annelik ne demek bilmezdi. Beceriksizin de tekiydi. Yapamazdı annelik kimseye. Üstelik! Üstelik ne zaman geleceği belli olmayan bir babası vardı o bebeğin. Sağlığı yerinde değildi, doğuramazdı bebek falan. Zordu bu işler. Daha yirmi iki yaşında kalkamazdı böyle bir sorumluluğun altından.

 

Ama!

 

Nazlı zerre kadar varlığını hissetmediği ama avcunun altında uyuduğunu bildiği bebeğini nasıl öldürecekti? Hiç gereksinimi yokken bebeklik döneminde gelişim dersinde gördüğü haftalara göre bebek boyutları aklına düştü. Bebeği bir erik boyutundaydı. Üstelik yüzü şekillenmeye başlamıştı bile. Kulakları, gözleri vardı. Annesi hissetmezdi ama o hareket ederdi.

 

Annesinin elinden çekerek ayırdığı eli de kavradı karnını. Onlar söylemese de Nazlı anladı. Babasının kalkmayan başından, annesinin gözlerine değmeyen gözünden doktorun dediğini yapmasını istiyorlardı. Derince bir iç çekti ve titrek nefesini bıraktı.

 

Nazlı muhteşem bir anne olamayabilirdi. Onu en olması gerektiği gibi taşıyamazdı. Sonra... Sonra doğsa bile bakamazdı ki. Altını, karnını, gazını, uykusunu idare edecek meziyetlere sahip değildi. Ama karnında iki düşmanla ona sıkı sıkı tutunmuş bebeğine kıyamazdı...

 

Loading...
0%