@orenda
|
Şu zor günlerde tekrar okuyanları görmek istiyorum. Burdayım desenize, bozuk moralime şifa olursunuz🥹
Gözlerini kısarak ve kaşlarını çatarak bana bakmasının beni korkutacağını sanıyordu zavallı Halilim.
"Hayır Nazlı! Halam asla bilmeyecek!"
Şımarıkça omuz silktim. Bir cümle asla ile başlıyorsa maalesef evren bunu kendine bir saldırı olarak algılıyor ve mutlaka o aslayı yaşatıyordu sonuçta.
"Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkma gibi kötü bir huyu var Halil. Ben şimdi ne diyeyim sana? Hadi ben kimseye ne haltlar yediğinizi söylemedim diyelim ama ortaya illa çıkacak. Çıkar yani. Ben kendimden biliyorum çünkü. Annemden neyi saklamayı planlasam ilk o öğrenirdi. "
Kaşları hâlâ oldukça tehtitkar bir halde çatılıydı. Yeşil gözleri de amacım ne onu anlamaya çalışıyordu.
"Bir şey isteyeceksin. Alttan alta beni tehdit ediyorsun utanmaz boncuk. Hep böyle yapardın zaten. İstediğin bir şeye ulaşmak için mutlaka zaafım olan bir şeyi öne sürerdin."
"Ben bir şey mi dedim şu an? Neden bana iftira atıyorsun? Söyleyeceğim demedim ki sonuçta Yiğit beni parçalar. Annem öğrenecekse tamamen kendi çabasıyla olur bu. Tabi bir de babam detayı var. Bizi çok zor günler bekliyor gibi değil mi Halil?"
Belimin iki yanını saran parmakları daha çok sıklaştı. Dişi de alt dudağını kıstırıp başını sağa yatırdı. Hadi Halil, biraz daha izle beni böyle. Çok hoşuma gitti yeşil gözlerini ısırdığım.
"Bizi parmağında oynatmayı hep çok sevdin zaten. Hadi söyle! Ne istiyorsan söyle de rengini bilelim Dildar."
"Annem sen gelmiyorsun diye çok üzgün. Çok içine dert ediyor bu meseleyi. Sürekli adın ağzında. Keşke onu daha sık ziyaret etsen. Gözünü yolda koymasan. Annemi üzmesen Halil. Biliyorsun beni, annem üzülünce ben çok daha fazla üzülüyorum. Üzgün olunca da aklım hep karışır. Hep saçmalarım, doğru düşünemem hiç."
Onu en sinir eden hareketimi de yaptım. Dudaklarımı büzdüm. Çocukluğumuzda bunu her yapmamda öfkelenir ama hiç bir şey diyemezdi Sanırım sert soluklarını bırakışı amacıma ulaşmışım gibi gösteriyordu.
"Bir insan... Bir insan hiç mi değişmez ya? Bir insan hep mi aynı şekilde hizaya sokar karşısındakini?"
Üzerimize çöken kasvetten kurtulmaktı aslında amacım. Ne kadar onunla uğraşıyormuş gibi görünsem de elim göğsüne gitmeye çekiniyordu. Biraz evvel gördüklerimi gözlerim perde perde önüme sürüyordu.
Sırf bana acıyla bakmasın diye o konunun üstünü kapatmış gibi dursam da tenindeki acı izleri beni kanatıyordu.
Gözlerim yüzünün her yerini dolaştı ama biraz aşağı bakma cesareti bulamadım kendimde. Baksam göreceklerimi kaldırmayacağımı biliyordum çünkü. Ağzım kupkuruydu aslında ama yutkunma isteğimin önüne geçemedim.
"O çok özlüyor seni Halil. Ne hisserttiğini biliyorum, özlemek ne kadar acıtır biliyorum ben kendimden. Senin de çok özlediğini biliyorum. Hepimizden çok sen düşksün anneme."
Biraz evvel benim zorla yutkunduğum gibi o da derinden bir sesle gırtlağını hareket ettirdi.
"Adanaya gidemem. Ne olursa olsun benim burda olmam bile hata Nazlı. Birde oraya gidemem. Halam... Onun tekrar peşimden yaşlı gözlerle bakmasını kaldıramam."
Sinir bir anda her yanımı sardı sanki. Sadece kendi tarafından bakıyordu işte. Geride kalanın çektiği acıyı bilmiyordu. Her telefona o mudur diye koşmak ne, Çalan zilde bir anda elinin göğsüne konması nasıl zor anlamıyordu.
Bizi tehlikeye atmak istemeyişini anlamıyor değildim ki ben. Ama sevdiğin biriyle geçireeceğin kısa ömürü onun hasretiyle geçireceğin uzun yıllara tercih edilir biliyorduk biz. Anne ve babamın aşkı bize bunu öğretmişti. Dilber babannem bile bunun en canlı kanıtıydı bize. Hasretle geçen uzun ömürü ne yapacaktık ki biz?
Annem ondan gelen telefondan sonra beni arayıp saatlerce anlatırdı. Noktasına kadar her kelimeyi tekrarlardı. Sonra sanki kendini teselli etmesi gerekiyormuş gibi "canı sağ ya, mutlu ya yeter" diye zavallı kelimelerinden medet umardı.
Tıpkı ben gibi!
Şimdi ben sevdiğime kavuşmuşken annemi evladından ayrı nasıl bırakacaktım? Ben anneme Halili sanki görmüyormuşum gibi nasıl davranacaktım?
Oturduğum kucaktan hiddetle kalktım. Beni anlamak zorundaydı!
Böyle bir tehlikeyi göze alıp bu işe başladıysa bizi geride bırakmasını hazmedemezdim ben. Ya işinin gölgesinde azıcık da olsa bizimle olacaktı ya da ben anneme yalan söylemeyecektim. Bana kızabilirdi, küsüp, gönül koyabilirdi. Şu anki sinirim bunları zerre kadar umursamıyordu.
"Sen bencilsin!"
"Ne?"
"Duydun beni! Sen bencilin tekisin. Sen gittiğinde bize ne oluyor bilmiyordun. Görmediğin için ne kadar üzülüyoruz anlamıyorsun. Sen... Sen bizi kırıyorsun ama güvenlikleri için deyip kalbini rahatlatıyorsun. "
"Çünkü bu en doğrusu!"
Şimdi benim kadar o da sinirliydi. Güzel! En azından hırsımızı almamızda tek tarafın sakin olması çok zorluyordu insanı.
"Neye göre en doğru Halil? Kime göre? yok mu bu insanların aileleri? Hepsi mi kendini yalnızlığa mahkum ediyor? Hepsimi tehlikede, hiç mi birinin evladı yok?"
Ben hiddetimin pençesinde ondan bir cevap beklerken sustu kaldı. Doğru yere parmak basmıştım demekki. Vardı tabi! Nasıl ülkenin askerinin, polisinin aileleri varsa onlarında vardı.
Sinirim çekildi. Duruldum, biraz önceki öfke sanki hiç uğramamış gibi yok oldu. Ama yerine öyle bir sancı bıraktı ki iki büklüm olmamak için dişimi sıkmam gerekti. Çok kırıldım.
Bu gerçeği dillendirene kadar fark etmedim ama kelimelerimin doğruluğunu fark edince ben çok kırıldım. halbuki ben ondan gelecek her şeye razı değil miydim? Halilsiz bir ömür de uzun seneler dilememiştim ki ben hiç.
"Nazlım... Benim güzel boncuğum."
Gördü beni. Hep ilk o görürdü zaten. Çocukken ağlamadığımı annem görmesin diye saklandığım yerden ilk o bulurdu. Şimdi de neye bu kadar içerledim anladı. Ama biraz daha kalsam burda daha çok canım yanacaktı. Sevinçle buraya gelen ayaklarım yere sürtüne sürtüne ilerledi. Vestiyerin kenarındaki çantamı parmaklarımın ucuyla kavradığımda bir elde bileğimi yakaladı.
"Nereye? Gitme lütfen konuşalım. Tamam daha sakin konuşalım, gitme Nazlım. "
"Sen biraz kafanı topla Halil. Biraz düşün, senin için doğru olan neyse en iyi sen bilirsin zaten. Ben alışkınım senin olmadığın günlere. Sen kendini bul, biz senin için neredeyiz emin ol öyle konuşuruz belki."
Tekrar kapıya uzanacakken sırtımdan doladı kollarını. Sımsıkı kavradı sanki.
"Gitme... Lütfen hayır bu değil istediğim. Artık olmaz. Sana bu kadar yaklaşmışken gidemem. Başka bir ihtimal düşünemem. Olmaz! "
Dirayetimi korumak hiç bu kadar zor olmamıştı sanki. Onun karşısında yenilmeye mahkum bir kalp taşıyordum ben. Şimdi inandığım doğrularla nasıl karşı karşıya kalacaktım?
"Burdan çıkınca yurda gideceğim. Annem arayacak beni Halil. Yağızı anlatacak, Zümrüt okulda yine ne yaramazlıklar yapmış sıralayacak. Gururla konuşup konuşmadığımı soracak. Yiğite bir kız bulsak da evlense diye takılacak ama en sona seni bırakacak. Hiç değişmiyor çünkü. Nerde ne halde diyecek, içerlenecek. Ben ne yapacağım o zaman? Biraz önce onun kollarının arasındaydım ama sana söyleyemem mi diyeceğim? Yiyip içiyormu merakta olduğu yeğeninin ne hâlde olduğunu bile bile nasıl susacağım? "
Kolları ben konuştukça daha da sıklaştı. Haklıyım çünkü. Bunun farkında oluşu değil mi böyle sus pus kalışına sebep.
"Ne yapmam lazım?"
Teslim olduğuna dair gelen cümle içimi rahatlattı. Bir an gitmeme izin verirse ne yaparım diye korkudan kalbim sızlamıştı.
"Arasan onu olmaz mı? Ben seni gördüğümü, Bursa da olduğunu yine söylemeyim ama arasan mutlu olsa. Sonra bir tarih, bilmiyorum sana uyduğu bir zamanda hep beraber eve gitsek. Sen, ben, Yiğit, Gurur olmaz mı? Halil çok mutlu olur benim annem."
Sık nefesleri düşündüğünü gösteriyordu.
"Ondan sonra hiç peşimizi bırakmaz ama. Sürekli ister."
"Görev dönüşlerinde yine gideriz. hem anneme anlatırsan, yani bu kadarını değilse bile biraz daha özel bir görevde olduğunu söylersen sana hak verir. Onu böyle endişelendiren bilinmezlik hissi. Yıllardır ben de o hissin içindeyim Halil."
Beni sıkı sıkı kavrayan kolları gevşeyip iki yana düştü. Biraz evvel benim yaptığım gibi ayaklarını sürüyerek salondaki koltuğa geçip oturdu. Başı geriye düşmüş, gözleri kapanmıştı. Elimdeki çantayı yavaşça bırakıp ona doğru adımladım.
Sanki hep oraya aitmişim gibi geçip kucağına oturdum yine. Kasılsa da sesi çıkmadı.
Burnum boynundaki kokuya olabildiğine yaklaşıp teninden sızan hoş kokuyu soludu.
"Senin ihtiyacın yok mu Halil? Böyle eski günlerdeki gibi tekrar kocaman bir aile olmaya. Beraber o günlere dönmeye. Yağız Bera ve Zümrüt kocaman oldu. On yaşındalar ama Zümrüt hâlâ ele avuca sığmıyor. Yağız ise sanki hiç kardeş değillermiş gibi öyle farklı ki. Hem Toprak... Kocaman oldu görmen lazım. Öyle fena bir şey ki ısırmak istiyorsun yakaladığın yerde. Açelya hâlâ sinir bozucu ama Defneyle çok iyi anlaşabiliyoruz yan yana geldiğimizde."
Her kelimemde boynuna değen dudaklarım nerden çıkıp geldiğini bilmediğim başka hisleri de okşuyordu sanki. Burnumu sürttüğüm derisinin tadını da hissetmek istiyordum.
Yapsam... Dudaklarımı boynunda gezdirsem hakkımda kötü şeyler düşünür müydü acaba? Bilinçsizce bir noktaya daha çok bastırdım dudaklarımı.
"Nazlı..."
Gırtlağından zorla çıkan ismim kanımı kaynattı. Karnıma, kasıklarıma sanki elektirik vermiş gibi bir his oluşturdu.
"Seni tekrar evimizde görmeye o kadar ihtiyacım var ki. Hiç bir şeyin değişmediğini, senin hâlâ bizim olduğunu bilmeye çok ihtiyacım var."
Daha ne olduğunu anlamadan belimden kavrayan elleri yana devirdi beni. Bir anda onu üzerimde buldum. bacaklarımı kıstıran bacakları zerre hareket etmeme izin vermiyordu. Vücudumun üzerindeki ağırlığı o kadar büyüleyiciydi ki deliriyorum sandım.
Henüz ağzımı bile açamadan dudaklarıma kapanmasıyla ciğerlerimdeki son soluk da terk etti beni.
İlk öpüştüğümüzün aksine öyle yırtıcı talepleri vardı ki ona nasıl ayak uyduracağımı bilemedim. Dudaklarıma baskı kuran dili ağzımı aralamaya zorladı daha sonra ne olduğunu bile anlamadan damağımda dilinin dolaşmasını, tek elinin ise ince kazağımın ucundan açılan belimi okşamasını hissettim. Olanca tüylerim acı verircesine dikeldi.
Dilime çarpan dili istediğini bulmuş gibi dilimi yakalayıp hırsla emmeye başladı. Canım biraz yanmış olsa bile o kadar güzel hissettiriyordu ki inlememi kendime saklayamadım.
Nefessiz kalışıma merhamet edip birazcık geri çekildi. Dudakları hala dudaklarıma çarpacak kadar yakındı.
"Sen... Ateş gibisin Nazlı... Yakacaksın bizi!"
Bir cevap istemiyormuş gibi geri dudaklarıma saldırdı. Eli şimdi daha arsızdı. Belimdeki açıklığı çoğalttı. Tenimde dokunduğu yerleri artırdı.
Dudakları çenemden boynuma doğru kayarken eli göbeğimden yukarı doğru tırmanmaya başladı.
Biz bu hale nasıl gelmiştik tam olarak!
Öpücükleri çok cürretkardı. Yani sadece dudakları değil dişleri ve dilide eşlik ediyordu. Sanki öpmek değil de yalayıp, emdiğini hissediyordum. Karnımın altındaki basınç arttıkça, sızının beni kıvrandıracağını düşündüm.
Aklımı bulabilsem ne yapıyoruz derdim ama aradığım zeka kırıntısına ulaşılamıyordu.
"Halil..."
Yakarır gibi bir inilti daha çıktı ağzımdan.
"Bunu yapmak istemiyorum ama sürekli seni hayal ediyorum Nazlı. Offf... Kahretsin çok güzel teninin tadı."
Boynumdaki dudakları hem dokunduğu yeri ateşe verip hemde kelimeleriyle beni büyülüyordu.
Dilinin darbeleri inca kazağımın üzerinden kayarak göğsümün üzerinde durdu. Sanki birileri çığlık atıyordu ve o an hiç beklemediğim bir şey yaptı.
KENDİNİ BANA BASTIRDI!
Öylece kalakaldım. Kasıklarımın üstüne oldukça sert bir şey bana baskı yaparken kazağımın üzerinden dişleri göğsümü kıstırdı. Kendi tükürüğümde boğulmak için ne güzel bir gün!
Dantel bir braletle kapalı göğüslerim incecik bir trikonun varlığından güç alamadı tabiki. Sanırım o da sütyenin süngeriyle karşılaşacağını sanırken dişlerinin arasında tenimin yumuşaklığını hissetmeyi beklemiyordu.
İkimizde öylece kalakaldık. Ben bacaklarımın arasındaki sertliğin varlığıyla o ise dişlerinin kıstırdığı mememle.
Sonra boğuk, hırıltılı bir inleyiş duydum ondan.
"Nazlı... Sen ah sen sütyen giymiyorsun..."
Şimdi konumuz o mu acaba Halil? Bence beni delip geçmeye çalışan varlığını sorgulamalıyız. İçimden sürekli bir titreyiş geçiyordu. Böyle çok üşüdüğümüzde, kemiklerimize kadar ürpeririz ya öylesi bir hisle baş etmeye çalışıyordum ben burda.
"Aslında var da... Yani sadece dantel... Yani öyle değil şey olanından. Off!!!"
Şimdiki iniltisi ise acı çekiyormuş gibi geldi kulağıma. Başını göğsüme gömüp hızlı hızlı nefesler almaya devam etti.
Kendimi tutmak için çok zorlanıyordum. Biri Allah için bana ittirip duran şu şeyi çekenibilir mi? Halile ben bunu nasıl diyecektim? Ayrıca jeenden bile bu kadar hissedilebilir olmak zorunda mıydı?
Allahım çığlık atacağım şimdi, kalk Halil!
İçimdeki kasırgaya kulak veren sevgilim sonunda merhamet edip üzerimden kalktı. Kendini yana atıp öylece oturdu. Ellerini de hırsla yüzüne sürtmesinin nedenini tam olarak anlayamadım.
Giymediğim sütyen miydi şu an sorun? Ama ben onun bana batan yerlerini yüzüne vurup utandırmıyordum onu.
"Şey... Geç oldu ya... Gitsem ben. Yurt kuralları şey geç oldu gideyim."
"Dur Nazlı! Dur kendime geleyim bırakacağım ben seni."
Kendime geleyim derken! Allahım Meyranın anlattığı ahlaksız hikayelerin içinde gibi hissediyorum kendimi. Halilin kendine gelmesi kalkan uçağın inişe geçmesiydi sanırım.
Ama ben bunu hiç beklemiyordum ya off!
Yüzümün kıpkırmızı olduğunu görmeye hiç ihtiyacım yoktu. Gözümün kenarıyla baktığımda Halilin de benden aşağı kalır yanı yoktu. Biz ne güzel kavga ediyorduk en son ne olduysa birden bire bize? Niye öyle olduk ki biz şimdi?
İkimizinde birbirimize bakacak mecali yoktu sanki. Sessizce toparlanıp çıktık. Suratımda sürekli gezen bakışlarını hissediyordum ama kafamı kaldırıp bakamıyordum da. Bu hiç de dalgasını geçtiğimiz bir şey değilmiş ki canım. Hâlâ tenime değen dokunuşlarını hissedecek kafadaydım.
Kendime not; Halil bende sarhoşluk yapıyormuş!
Araba yurdun önünde durunca kaçınılmaz olanla yüzleştim. Yani Halille.
İnatla zaten o yeşil gözlerini üstüme dikmişti.
"Demek sonunda bana bakabildin nazlı boncuğum."
"Niye bakmayım canım, bakarım tabi de."
Kaşını kaldırıp benimle dalga geçiyormuş gibi tebessüm etti ya yeni bulduğum sevgilimin kanına girecektim nerdeyse. Daha da mememi nah ısırttırırdım, görürdü o.
"Utanıyorsun..."
Evet anne sen çok haklısın. İşin içinden çıkamayınca cazgırlaşmak en mantıklı yöntem.
"Ne utanması be! Allah Allah sürekli sanki yüzünü izliyoruz! Yola bakıyorum ben, dikkatin dağılmasın diye. Kaza mı yapalım akşam akşam? Kurallara uyuyorum ben, ama siz erkek şöförler anlamazsınız bizim hassasiyetimizi."
Suratıma suratıma hönkürerek güldü pis. Benim biran evvel yatağıma gidip saklanmam lazımdı. Bir eli direksiyonda dururken diğer eli enseme doğru uzanıp beni kendine çekti. Alnı alnıma yaslandı. Bir kaç nefesi derince soluduğunda kokumu içine çektiğini anladım. Dudaklarım gülmek için sabırsızlanıyorlardı.
"Utanma benden. Sen bensin boncuk sevgilim. Benim her şeyimsin."
Biraz bile kıpırdamadım. Bir şey söylemem gerekiyormuydu bilmiyorum ama ağzımı açsam saçmalayacağımdan o kadar emindim ki konuşamadım.
Sonra bir an da şap diye dudaklarımı öptü. Burnuyla sağa sola ittiği saçlarımın arasından kulağıma iyice yaklaştı.
"Benim yanımda sütyeninin olmaması hoşuma gider sevgilim. Ama ben yokken onu kullanacaksın. Anlaştık mı?"
Akli melekelerini yitirmiş bir Nazlı kim ne derse salaklığına yaraşır şekilde onaylardı. Şu an kulaklarımın duyduğu ama beynimin duyduğunu inkar ettiği kelimelere bile başını sallayarak kanulleniyordu çünkü.
Bu günlük kotam dolsun diye hızla inip uzaklaştım aklımı pelteye çeviren yeşil gözlü kobranın yanından.
Odaya girdiğimde Nazenin yoktu ama Meyra masasında ders çalışıyordu.
"Selam Meyroşum, Nazenin nerde?"
"Sınıftan arkadaşlarıyla alt sokaktaki kafedeler. Kahve içmek için aradılar ve tabiki bizimki reddedince müdehale etmek durumunda kaldım. Bana söyene söylene gitti."
Çantamı ve montumu yatağın üstüne koyup oturdum. Meyra bana hiç bulaşmadan dersine devam ediyordu. Bu gün ki tavırları da hoşuma gitmemişti zaten. Meyraya göre bile olsa fazlaydı. Bir derdi vardı ve saklanıyordu bizden.
"Meyram..."
"hmmm..."
"Az ara versende konuşsak senle."
"Olmaz!"
"Neden?"
"Azarlayacaksın çünkü, o sebeple olmaz."
"Azarlamayacağım ama konuşmamız lazım."
Derin bir soluk alıp elindeki kalemi gelişi güzel bıraktı masaya. Ayaklarını sürüye sürüye gelip yanıma oturdu.
"Niye öyle davrandın bu gün? Çok kabaydın, sen yapmazsın öyle şeyler."
"Kaba değildim. Ne dedim ki kaba oluyorum hem?"
"Meyra, Asafı hiç birimiz tanımıyoruz ama sen düşman gibi davrandın."
Meyra dışardan istenildiği gibi deli dolu olsun ben onu görmüştüm. Çok az gösterirdi bize içindeki kırılgan kızı ama bir kere en savunmasız kaldığı anda onu yakalamıştım.
"Kör değilim ben Nazlı. O ikisine bakan her göz onların sıradan polis memuru olmadığını bilir. Hiç bir polisi emniyet şak diye yurt dışına gönderip geri getirtmez. Tamam polislerdir belki ama bizim bildiğimiz polislerden değiller. "
İçimden bir titreme geçti. Bazen onun aklı beni korkutuyordu.
"Ne demek istiyorsun."
"Yapma Nazlı. sende gayet farkındasın. Sana hiç bir şey söyleyemem çünkü sen birini uzun yılar görmeden böyle sevilebileceğini bana göstermiş tek kişisin. Güçlüsün, sabırlısın ama Nazenin öyle değilki."
"Ama canımın içi, biz onun hayatına yön veremeyiz ki. O bizim canımız ama biz onun yürüyeceği yolları seçemeyiz."
"Seçmemiz lazım! Yani seçelim Nazlı. Hatırlamıyor musun Vuralla olanı? Ne kadar yıkıldı. Ororspu çocuğu kızı yatağa atamadı diye dımdızlak öylece bıraktı onu ortada. Biz üzülmeyelim diye banyoda gizli gizli ağladı haftalarca. Çok kırılgan, çok savunmasız. "
Söyledikleriyle kolunu okşayan elim durdu. ikinci sınıfın sonlarında Nazenin kalbini o iblise kaptırmıştı. Vural denilen aşağılık öyle çok uğraştı ki hepimiz gerçekten sevdiğine inanmıştık. Nazeninin o zaman nasıl güldüğünü, nasıl ay gibi parladığını hatırlıyordum ben. İki üç buluşmadan sonra onunla cinsel anlamdada birlikte olmak istediğini olduğu gibi söylemişti pislik herif. Nazenin reddetsede onu umursamayıp üzerine gelemeye devam etmişti. Kırılgan çiçeğime en sonunda öyle bir darbe indirdi ki onu toparlamak için yanımda Adanaya götürmüştüm. Tatilimizin yarısını Adanada diğer yarısını da onu yalnız bırakmaya korktuğumuz için Amasyada, Nazeninin ailesinin yanında geçirmiştik.
"Hatırlıyorsun değil mi? Ona o kadar insanın içinde ne dediğini? Onurunu nasıl kırdığını hatırlıyorsun tabi. Embesil istediğini alamadığı her kızı frijit diye etiketliyor. Nazenin ne kadar utandı."
"Hatırlıyorum tabi. Ama ne güzel ağzına etmiştin Meyra. İnsan içine çıkacak yüz bırakmamıştın."
"Oh olsun o putperest pezevenge."
İstemsiz kıkırdadım. Meyra tüm okula Vuralın iktidarsız olduğunu nasıl yaydıysa yaymıştı ama asıl süpriz koca kantinde nasıl başardığını anlamadığım bir şekilde ona çarpması ve o malum mavi hapların ortaya saçılmasıyla olmuştu.
Herkes bir anda sanki duraklama tuşuna basılmış gibi kalmış ve yere saçılan mavi haplara bakmıştı. Meyra ise hiç istifini bozmadan "Bunlardan çok kullanma, kalp krizi geçirtiyormuş" deyip yanından sıvışmıştı. Bir anda tüm fakülte Vuralın sağlık sıkıntısını konuşur hale gelmişti.
"İyi de güzelim sen neden o şeref yoksunuyla Asafı bir tuttun ki."
"Pardon da sen nerden tanıyorsun bu herifi de bana savunuyorsun?"
"Onu tanımıyorum ama Halili tanıyorum Meyra. Halil karakteri bozuk biriyle yakın olmaz ve gördüğüm kadarıyla birbirlerine çok değer veriyorlar."
Omuzları pes etmişlikle düştü. İşte orda içimi kemiren kurt daha bir iştahlı hale geldi.
"Neyin var Meyra? Bir şey olmuş."
"Yine gitmiş! Allahın belası adam yine annemi kandırdı. Yine bin yalan söyledi geldi, annemi ikna etti ve yine gitti."
Dişlerimi sıkmasam arkadaşımın babasına çok ağır küfür edecektim. Dünyada bu kadar haysiyetsiz insanların olması midemi bulandırıyordu artık.
"Meyra..."
"Aynı... Annem de Nazenin gibi. Çok kırılgan, çok masum, aldatılmaya o kadar müsaitler ki. Ağladığını benden saklamaya çalışıyor telefonda. Onu defalarca uyardığım halde yine inandı ve yine kandırıldı. Sırf el alem ne der diye, sırf dul kadınlara kötü kelimeler kullanıyorlar diye bu leş evliliği devam ettiriyor. Daha da fenası inanıyor Nazlı. Bir kaç tatlı söze, bir buket çiçeğe, yalan olduğu her halinden belli olan özürlere aldanıyor. Annemi koruyamıyorum, Nazenini koruyalım. Kör değilim işte görüyorum. Asaf çok düzgün biri olsa bile Nazeninin hayalini kurduğu o yuvayı veremez ona. Bunu görüyorum ben Nazlı."
Haklı olduğu için hiç bir şey söyleyemedim. Nazeninin hayalleri arasında uzakta kalmış bir sevgiliyi beklemek yoktu ki.
"Belki biz evham yapıyoruzdur Meyra. Yani yoktur öyle bir şey."
"Kör Nazlı sen Halilden başkasını görmezken ben o adamın nasıl iç çekerek bizin nazendemizi izlediğini gördüm. Dediğim çıktı. Malın iyisinden anlıyormuş hergele. Bi yanık müdehalesine tav olmuş."
Sinirli sinirli söylenmesi çok komiğime gitti nedense.
"Ne yapacağız peki şimdi?"
"Ne bileyim ben! Bunları hep sen açıyorsun bizim başımıza. Helal süt emmiş köyünden bir oğlan bulsak olmuyor muydu? Efendi , uslu, sabah işe gidip akşam eve gelen adamlar bulmayın kendinize."
Yaşlılar gibi dizini döve döve söylenmesi çok komiğime gitti.
"Sen öyle birini bulsan bizim denklemi en azından biraz sen korusan olmazmı?"
"Zaten yine iş bana düştü. Kendime efendi, uslu, ağzı var dili yok birini bulacağım. Ağzımdan çıkanı kanun kabul eden, peki karıcığımdan başka sözcük dağarcığı olmayan birisi olacak. Siz de haset duygular içerisinde izleyeceksiniz beni."
Söylenmelerine daha fazla dayanamadım. Üstüne atlayıp bir güzel sarıldım. Çığlık atıyor olması ya da vurmaya çalışması zeerre umurumda değildi. Meyranın iyi olmadığı gecede ben uyuyamazdım sonuçta.
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Asaf elinde sıkı sıkı tuttuğu fuları fark etmeden burnuna götürdü. Koku çok hızlı kaybolmuştu. Halbuki günlerce kalması için nelerini vermezdi.
Şu düştüğü hali ekipten birileri görse onunla hayatlarının sonuna kadar dalga geçerlerdi. Kadınları bilmeyen bir adam değildi. Kısa süreli bir iki sevgililik macerası olmuştu ama böyle bir şey...
Yüzüne, boyuna, posuna, arabasına ya da cüzdanına azıcık bile bakmadan yarasını gören kimse olmamıştı. Asafın zerre varlığını umursamayacağı yaraya birinin şifa olabileceğine ihtimal bile vermezdi. Gözlerini kapattığı her anda kara saçların dalgalanışını görüyordu. O güzel gözleri bir serap olup zihnine düşüyordu.
Şimdi de bir sefil gibi onun arkadaşlarıyla gülüşmelerini yolun karşısından izlemekle yetiniyordu. Nasıl olur da her şeyi bu kadar zarif olabilirdi. Bardağını dudaklarına yaslarken o minik tebessüm nasıl olur da yüreğinde bir sarsıntıya neden olurdu? Uzun saçlarını sağ omzunun üzerine atışı, uçlarını okşar gibi tarayışı nasıl aklını böyle alırdı?
Parmakları kaşınıyordu. O saçlara dokunmak için isyan çıkarıyorlardı sanki. Havanın soğukluğuna aldanmadan bir saatten fazla her hareketini yüzünde, varlığından habersiz bir teebessümle izledi. Sonra ayağa kalkıp montunu giyişine ve atkısını zarif boynuna sarışına hayranlıkla iç çekti.
Halbuki daha öğlen ona yakışmayacağı konusunda kalbini ikna etmişti aklı. Ona neler oluyordu? Böyle yeni yetme hallerini açıklayacak mantıklı tek bir cevap bulamıyordu. Birine otuz metre ileriden fırlattığı bıçağı, hedeflediği noktayı ıskalamadan saplardı. Üç kişiyle yakın temasla kıran kırana baş edebilirdi. Günlerce aç susuz verilen görevi yerine getirebilirdi ama şu anda ondan uzak kalacak iradeyi kendinde bulamıyordu.
Kız kendine yaklaştığında hâlâ yere bakan gözlerinin yüzünü bulması için dua etmeye başladı. Sanki göklerden duası kabul olurmuş gibi tam da o anda yere bakarak yürüyen kız başını kaldırıp onun gözlerine öylece takıldı. Gözlerinden kayıp giden şaşkınlığı huzurlu bir tebessüme bıraktı kendini.
Yanına yaklaştıkça ne diyeceğini hiç düşünmediği dank etti durmuş aklına. Kız adımlarını önünde durdurdu.
"Asaf bey?"
"Nazenin hanım..."
"Hayır olsun inşallah. Akşamın bu saatinde, Halil mi gelmişti ki? "
"Yok... Halil gelemedi."
Güzel kaşlarını yavaşça havaya kaldırmasından neden burada, onun karşısında olduğunu öğrenmek istediğini biliyordu da keşke verebilecek bir cevabı olsaydı.
Sonra aklının bağıra çağıra yapmamasını söylediği o şeyi yaptı.
"Ben... Geldim çünkü fularınız bendeydi."
"Ah... Önemli değildi aslında."
"Onu vermek istemiyorum size Nazenin Hanım. Sizin rızanızla bende kalmasını istiyorum. Üzerindeki koku gitti ama yine de benim olsun istiyorum."
Nazenin karşısında kararlı gözlerle ona bakan adamın kelimelerini içinden tekrar etti. Bir anda kalbine tekme yemiş gibi bir hisle sarsıldı. Gözleri avcunda sıkı sıkı tuttuğu fulara takıldı. Olabilir miydi?
Meyranın dedikleri olabilir miydi?
Ne demesi gerektiğini bilemedi.
"Ben... Yarın şehir dışına çıkmak zorundayım Nazenin hanım. Bir kaç gün görevde olacağım. Bana güç versin diye... Benim olabilir mi bu fular?"
Nazenin ne diyeceğini bilemiyordu ama kalbinin bu hızla çarpması hiç hayra alamet değildi.
Göreve gidecekti...
Ama dönmek için de bir sebep istediğini anlayabiliyordu. Meyranın söylemlerinin aksine çok da saf sayılmazdı.
Sonra tekrar böyle bir şeyin içerisine çekilirse canının ne kadar yanabileceğini düşünürken buldu kendini.
Bir kere cesur olmak istedi. Nazlının sürekli dediği gibi belki de kader gerçekten cesurlara gülerdi.
"Fular sizin olsun Asaf bey..."
Kelimeleri fısıltı gibi olsa da Asafın duyacağı kadar güçlüydü. Karşısındaki iri yarı adamın gözlerindeki ışıltı bir sokak çocuğunun ev bulmasıyla yarışırdı.
Sonra Meyranın duyunca onu paralayacağı başka bir şey daha yaptı. Biraz evvel boynuna sıkıca doladığı atkısını boynundan çözdü. Üç adım karşısındaki adama iyice yaklaştı ve ayak parmaklarının üzerine yükselerek kahverengi atkıyı boynuna doladı.
"Ama bu atkıyı çok seviyorum. Görev dönüşü onu bana geri getirir misiniz Asaf bey?"
Başka hiç bir şey demeden ve denilecek tüm kelimelerin önüne geçerek adımlamaya başladı. Yurda giden sokağın başına gelince gözleri gerisinde bıraktığı adamdaydı.
Atkısının sarkan ucunu kavramış burnuna tutuyor ve gözleri üzerinde saplı öylece bakıyordu.
Derin bir nefes aldı Nazenin. Göğsünde uçan kuşu serbest bıraktı...
|
0% |