@orenda
|
Halil yola çıktığı andan itibaren hiç konuşmadı. Avcı da ilk nereye gidilecek sormanın ötesinde bir cümle kullanmadı.
Asafın sıkıntıyla aldığı soluklardan başka ses yankılanmıyordu arabanın içerisinde. Asaf, Halilin bu bakışını tanıyordu ve onun sınırlarını zorlayacağından emindi. Hak da veriyordu. Onun canını sıkan tek şey şu an çok önemli bir göreve hazırlanan adamın görev öncesi sıkıntılı bir halin içerisine girme ihtimaliydi.
Şu aşamaya geldikten sonra Halile zarar vermezdi bu durum ama bir sürü açıklamayı beraberinde getirirdi. Yoğunlaşması gereken konu görev sürecindeki ilerleyiş olmalıydı. Şimdi çok sessiz duruşu öfkesinin miktarını kestirmesine engel oluyordu.
Adana Emniyet Müdürlüğüne ulaştıklarında sessizce takip etti. Nasıl olsa kobra çoktan kafasında planlamayı yapmıştı.
Emniyet Müdürüyle acil bir görüşme talep ettiler. Polis memuru bu duruma şaşırdı ama yönlendirmede de eşlik etti. Odanın kapısını Halil tıkladı. Gel komutuyla içeri girdiklerinde ise Emniyet Müdürünün şahsi telefonu çaldı.
Adam bir kapıda ona bakanlara bir de çalıp duran telefonuna göz attı. Eliyle içeri girin işareti yaptıktan sonra aramayı cevapladı. Arama boyunca adamın ağzından ilk "efendim" sonra ise "emredersiniz" kelimelerini duydular. Yüzünün aldığı hâl hem şaşkın hemde anlamak ister gibi çatık bir ifade almıştı.
Emniyet müdürü karşısında dikilen üç adama dikkatle bakıp kapıya doğru yöneldi. Telefondaki kişi soru sormamasını iki kere tekrarlamıştı.
"Mobese ekibine şimdi ben bilgi geçeceğim. İstediğiniz saat dilimindeki ve konumdaki kameraları hazır edecekler."
Halil adama elini uzatıp sıktı.
"Teşekkürler müdürüm, yardımlarınız çok kıymetli."
Cümlesine bir cevap beklemeden kapıdan hızla çıktı. Onlara eşlik eden bir ekiple beraber MOBESE kayıtlarının sürekli depolandığı ve canlı takibinin sağlandığı birime ulaştılar. Aradıkları arabanın plakasını bulduktan sonrası oldukça kolaydı.
Barajın etrafındaki görüş açılarından kaynaklı restorandan ayrılışını izleyemediler. Ama yaklaşık iki kilometre sonraki kavşakta yer alan kameralara takılmışlardı. Plakayı alır almaz hızla ayrıldılar. Aracın İstanbul yolu istikametinde ilerlediğini biliyorlardı ama yön değiştirme ihtimaline karşı Yiğit aracılığıyla ekibine bilgi geçildi.
Kısa sürede araç bilgileri sisteme ulaştığında canlı takibini yapmakta zorlanmadılar. Asaf arka koltukta leptopa bağladığı ortak bilgisayar ile ekibin takibine eşlik etti. Avcıya sadece istikameti söylemişti. Hızla ilerleyişleri sayesinde normal hızda seyreden araca yaklaştılar.
"Adam yakalanmayacağından mı emin, yoksa salak mı?"
Halil o adam hakkında her şeyi biliyordu. Geçmişte ne yaşandıysa ifadelere kadar okumuştu. Şu ânâ kadar hiç sesi çıkmamış adamın derdini sorguluyor ve sessiz duruşuna inat Nazlının saçlarından damlayan kanı düşündükçe içinde kırbaç gibi şaklama sesleri duyuyordu.
"Peşine takılacak kimse olmadığını sanıyor. Muhtemelen eniştemin şu an hastanede kızının sağlığıyla meşgul olması, araca dair Nazlının bir şey bilmediğini düşünmesi yada zaten İstanbul'a ulaştığında araçtan kurtulacak olmasının rahatlığı var üzerinde. "
"Uzun zamandır mı ailenin takibinde, bilgin varmı?"
"Öyle bir şey olamaz! Bizimkilerden birinin mutlaka radarına takılırdı. Bu oldukça anlık ve plansız bir hamle. Zeki biri de değil zaten."
"Amaç ne o zaman?"
"Kuyruk acısı!"
Halil daha fazla konuşmadı. Avcı da başka bir şey sormadı. Hızla ilerleyen arabanın sesi haricinde arada Asafın yol bilgilendirmesini duydular. Aradaki mesafeyi beş kilometreye düşürdüklerinde Halil silahlarını çıkarıp tekrar kontrol etti.
"Öldürme yok, yanında kaç kişi var bilmiyoruz. Etkisiz hale getirip benimkini alacağız sadece. Diğerlerini de arabada bizimkiler alsın diye bağlayıp bırakacağız. Derdim o itle!"
Mesafe kapanıp araç görüş açısına girdiğinde Avcı hızını biraz daha artırıp aracın önüne geçti. 4x4 arazi aracının verdiği imkanlardan yararlanacaklardı.
"Hadi biraz sarsalım şunları" diye mırıldanıp arkalarında kalan aracın onlara çarpması için ani fren yaptı. Sürücü koltuğunda oturan kişi bir terslik olduğunu hissetmişti ama ani freni aradaki kısa mesafeden kaynaklı yönetemedi. Kırdığı direksiyonu panikle yanlış yöne çevirmişti. Bariyere çarpmasını engelleyemedi aracın.
Araç bariyere çarptığında üç adam da kendi araçlarından inmişlerdi. Kenan ne olduğunu anlayamamış, uzandığı koltuktan sarsıntının etkisiyle düşerek uyanmıştı.
"Ne? Ne oluyor Lan?"
Şöför ağzını açamadan aracın kapısı sürünerek açıldı. Kendini toparlayıp karşı koltuğa attığı silahına uzanamadan suratına bir tabanca dipçiği inmişti.
"Lan!!! Lan kimsiniz? Ne oluyor lan?"
Şöför koltuğunda çarpma yüzünden oldukça sarsılmış olan adamı avcı, arka tarafta Kenanın karşısında oturarak uyuklayanı ise Asaf çoktan ensesinden kavramıştı bile.
"Ne? Bu kadar mıydı?"
Avcının sesine anlık Asaf baksada Halil gözlerini ne olduğunu anlayamamış adamdan ayırmamıştı henüz.
"Ulan koca tranporterı görünce en azından üç beş kişilerdir sanıyordum. Bunun için mi çağırdınız beni?"
Asaf sağ kolunu azıcık daha çevirse kırılacak olan adamın ensesine biraz daha baskı yapıp araçtan aşağı indirdi.
"Ne bilelim oğlum. Kobra aptal biri demişti ama bu kadarını bende tahmin etmedim."
Halil ise ona şaşkınlık, korku, dehşet izleri taşıyan gözlerle bakan adamın alnından silahını çekmeden arabadan inmesini buyurdu. Kenan derince yıutkunup aşağı indi. Bu saldırının altında karıştırdıkları işlerden bir hesaplaşma olduğunu düşünüyordu. Embesil herif kim bilir kimi sarmıştı yine başına?
Asaf ve avcının yanyana atakta tuttukları adamlara anlık baktı. Silah hâlâ Kenanın ensesine doğru dik bir konumda duruyordu. Ensesindeki sol elini çekip belindeki diğer silahını çıkardı.
"Ellerinizi havaya kaldırın."
Avcı kaşlarını havaya kaldırıp üst dudağını dişleriyle kıstırdı.
"Aga biz kenara çekilsek. Gömlek... Biliyorsun piyasa çok pahalı."
Halil adama öyle bir baktı sadece. İki adam ellerini havaya kaldırdığında ilk silah sesinden sonra çığlık gibi bir bağırtı çıktı.
"Yüzünde iz var! Hanginiz vurdunuz?"
Halilin sakin sesine sol elini sağ ile tutan ve kıvranan adam hiç tepki vermedi ama yanındaki adama korkuyla bakan kişi, başını onaylamaz gibi salladı sadece.
"Kaldır elini!"
"Hayır! hayır hayır ben bir şey yapmadım!"
"Elini kaldır, yoksa sol gözüne yersin!"
Adam titreyen bir halde sol elini havaya kaldırmaya çalıştı. Korkunun verdiği adrenalinle kolu hızla titriyordu. Silah tekrar patladı. Biraz evvelki çığlıktan çok daha güçlü bir bağırtı duyuldu.
"Hangi elinizle dokundunuz bilmiyorum, işimi şansa bırakmayı da sevmem. Sağ elleri kaldırın."
"Hayır! Ne olur? Yalavarırım!!!"
Bir bağırtı daha duyuldu ama zerre kadar umursamadığı için tepki vermedi Halil.
"Bir seçim yapacaksınız. Ya sağ ellerinize de birer kurşun yiyeceksiniz ya da öleceksiniz?"
Karşılarındaki adamın kararmış gözleri ve dik duruşu dediğini yapabileceğini zaten iki kişiye açıkca gösteriyordu. Ağlayan seslerle kan akan ellerini tutmaya çalışırken bir yandan da yalvararak vazgeçireceklerine inanmak istiyorlardı.
İki kurşun sesi daha duyuldu ve korkuyla birer adım gerilediler. Ayak uçlarındaki asfalta saplanan kurşunla gözleri tekrar karşılarında öfkeyle bakan adama saplandı.
"Sağ ellerinize kıyamadınız demek. Ama ona vurdunuz!"
Tetiğin tekrar çekildiğini gördüklerinde ikisi de pes etmişlikle sağ elllerini havaya kaldırdılar. Yaşlarına ve boylarına yakışmayacak şekilde bir ağlamayla biran evvel olup bitmesini bekliyor gibilerdi.
Halil silahını iki kere daha ateşlediğinde haykırışlarını zerre umursamadı. İki adamda yere yığılmış, inleme ve ağlama sesleri çıkarıyordu.
Yanında başına silah dayalı adamsa karşıda gördüklerine kilitlenip öylece bakıyordu. Yüzünün rengi gitmiş, gözlerinin aklarına kızıl damarlar işlemişti. Dehşete kapılmış, korkuya bulanmış yanı ardına bakmadan kaçmak istiyordu. Ama kafasının ardında duran namlu azıcık kıpırdasa, kurşunu beynine saplayacak bir konumdaydı.
"Bak... Bak konuşalım anlaşalım. Ne yaptı o sikik? Ben ara bulucu olacağım. Zarara uğrattıysa mallarınızı ben eksiksik temin edeceğim! Analaşalım!"
"Anlaşalım!!!"
"Evet!! Evet evet hatta napalım biliyor musun? Zararın iki katını teslim edeyim ben. Bunadı, yanlış kararlar veriyor. Beni biliyorsundur, ne desem yapar! Hallederiz aramızda!"
Asaf başını iki yana sallayıp konuşmaya zerre önem vermeden yerde kıvranan iki adamı arabaya fırlatır gibi attı. Kapı emniyetini açıp sürgüyü de hızla kapattı. Dışardan biri açmadığı sürece içerden kapı açılamayacaktı. Gerçi elleri de güç kullanamayacak kadar dağınık bir haldeydi. Avcı ise aracı almaya gelecek ekibe konum bilgisini gönderiyordu.
Halil kafasının ardına yaslı silahı indirdiğinde Kenan rahatlama hissiyle omuzlarını bıraktı.
"Uyandığında seninle çok eğleneceğiz orospu çocuğu!"
Tam o anda kafasına yaslı duran silahın dipciği ensesine sert bir şekilde inmiş ve bilincini yitirmişti.
Yere yığılan adama üçü de üstten baktı.
"Ne yapıyoruz aga?"
"Bu leşleri almaya geliyorlar mı?"
"Yoldalar."
"Bağların orda biraz ağırlayacağız bunu. Ona kim olduğumu söylemeden bayıldı, tanıştığımıza memnun etmem lazım!"
Kenanın yere yığılmış bedenini kıyafetinin ensesinden tutup, sürükleyerek avcının aracına doğru götürdü. Arkaya fırlatır gibi attı.
Kış nedeniyle bağlar oldukça sessizdi. Halil gözüne kestirdiği bir kulübenin önünde aracı durdurdu. Tahta kapıdaki kilidi silahın ardıyla kırıp içeri girdi. Asaf ve avcı hala ayılmayan adamı sürükleyerek getirip bir sandalyeye oturtmuşlar, el ve ayaklarını sıkı sıkı bağlamışlardı.
Halil sedir gibi bir oturma yerinin üzerine silahlarını bıraktı.
"Arabanın arkası dolu mu?"
Avcı sandalyede sabit kalsın diye sıkıca düğüm attığı adamın öne düşmüş kafasına elinin tersiyle çarpıp Halile baktı.
"Usta her zaman benim kızım hazırdır."
Halil dışarı çıkıp kendi aracına yaptığı gibi bagajdaki korumalığı söktü ve içerisinde kendine ait küçük bir çantayı alıp kukübeye girdi."
Asaf küçük camın önüne bir sandalye çekmiş ve cebindeki sustalısını çıkarıp kuzinenin yanında yer alan odun parçalarından birini yontmaya başlamıştı. Belli ki bir süre kobra hırsını atacaktı. Bu süreçte yeterli vakti varsa Nazenin için oduna şekil verebilirdi. Peliti yontmak zor olacaktı ama pelitten oyulmuş gül de bir başka güzel oluyordu.
O sırada Kenandan çıkan inleme sasleriyle Halil anlık adama baktı ve küçük çantayı masanın üzerine bıraktı. Sonra tahta sandalyelerden sonuncusunu kendine alıp tam karşısına oturdu. Sol ayağının bileğini sağ dizine koyup adamın kendine gelmesini bekledi.
Kenanın gözlerindeki pus gibip, etrafı algılamaya başladığında ensesindeki zonklama başına çivi çakıyormuş gibi bir hisle kıvrandırdı onu.
"Amına kodumun yavşağı, derdin ne oğlum senin? Sen kime bulaştın lan?"
Halil dikkatle diktiği yeşil gözlerini bir an bile üzerinden ayırmadı.
"Bu soruyu ben soracaktım, benden önce davrandın. Nazlıyla derdin neydi? O kadar zamandan sonra niye peşine düştün?"
Kenan anlamadı ilk önce. Sonra Nazlı adıyla bir ayılma yaşadı. Peşinden gelen bu üç piçin kendi işleriyle bir ilgisi yoktu. Kaşları havaya kalktı.
"Asil bey kızını bırakıp gelemedi, fedai mi gönderdi? Ama taktir ettim, böyle çok daha havalı olmuş."
Halil dudağını büzüp başını onaylar gibi sallamaya başladı. Sonra da ayağa kalkıp masaya doğru ilerledi.
"Kobra! Uzun sürer mi abi ben az şu sedirde kestirsem, valla çok uzun zamandır uyumuyorum."
Avcının gözü sedire iç çekerek bakışına Halil başını onaylayarak salladı.
"Uyu sen. Var belli ki benim biraz işim."
Kenanın zerre anlam veremediği duruma Halil gözünün kenarıyla baktı.
"Duydun mu? Kim olduğumu söyledi, tanıyor musun kobra kim?"
"Kimsin lan sen? Ne bu şov yapan haller. Kobrasını siktiğim, kobraymış. Ne sikin mi büyük?"
Avcı yattığı yerden başını kaldırıp ilk Kenana sonra Halile baktı?"
"Ovvvv buralar ısınacak, ben dalıyorum. İşiniz bitmeden uyandırmayın."
Asaf ise bezmiş bir ifadeyle elindeki peliti oymaya devam ediyordu. Avcı istediği an rem uykusuna dalar ve dünya yansa zerre rahatsız olmadan rüyasını görürdü. Demekki bu gün başı ağrısın diye seçilmiş kişi Asaftı.
"Çok istersen ölçeriz."
Halil mırıltıyla söylenirken çantanın içerisinden dikkatle çıkardıklarını ince beyaz bir beze yerleştirmesini izledi Kenan. Ne olduklarını anlayamıyordu.
"Kobraların çok ilginç bir intikam dürtüleri varmış biliyor musun? Bana da bu adı, beni eğiten adam verdi."
Halil başını çevirip onu dikkatle izleyen, neler olduğu hakkında zerre fikri olmayan adama baktı.
"Beni küçük bir çocuğun intikamını alırken izledi. O gün hocama ilham vermiş olmalı ki o günden sonra bana sadece kobra dedi."
Sonra geri önüne döndü ve küçük bir kırılma sesi duyuldu çıt çıkmayan kulübede. Kenan hiç bir şey anlamıyordu ama adamın bu tavırları ürpertiyordu içini. Şimdiye dayak yemesi gerekirken çok saçma bir konuşmayı dinliyordu.
"Nazlının yüzünde bir tokat izi vardı. Adamların mı sen mi yaptın?"
Kenan sesindeki sakinlikten dolayı istemsiz yutkundu.
"Kızı alırken vurmuş olmalılar."
"Hmmm... Peki onu o arabadan sen mi attın?"
"Niye duruma göre mi döveceksin beni? Gerçi şu ana kadar dayak faslına geçmemiz lazımdı ya."
Halil teessüf eder gibi başını eğerek baktı. Cık-cık sesleriyle de soğuk duruşunu korudu.
"Dayak mı? Hayır dayak çok basit bir eylem."
Tekrar Kenanın gözlerine buz gibi bir bakışa baktı. Yeşil gözlerinin soğukluğu tenini ısırıyordu sanki.
"Senin ona yaşattıklarondan sonra çok çok basit. Ben... Biraz daha kreatif şeylerden hoşlanırım..."
Buna ne diyeceğini bilemedi Kenan. Şu an eli kolu böyle bağlı olmasa bir şekilde kaçmanın yolunu arardı ama oldukça sıkı bağlanmıştı. Üstelik karşısındaki adamın tavırları hiç de beklenilesi değildi. Bu kadar... Sakin olması hiç de normal değildi.
"Bana bulaşmak istemezsin evlat! Ben seni uyarayım. Kimin sağ kolu olduğumu bilsen burdan ardına bakmadan kaçarsın."
Halil kısık tuttuğu gülmesini engelleyemedi.
"Biliyorum... Biliyorum merak etme. Ölü Necminin yanından ayırmadığı irinisin sen. Adanadan siktir edilince demek kendine böyle bir kariyer planladın. Torbacı Kenan! Pezevenk Kenan! Tefeci Kenan ve orospu Kenan!"
Son lafa kadar öylece dinleyen adam son kelimeyle anlık bozguna uğradı. Bunu bilmesine imkan yoktu. Sadece küfür etmek için kullanılmış bir laftı. Karşısındaki çocuğun bilmesine olanak yoktu.
"Seninle tanışmadık tabi. Ben Asil ve Züleyha Sulhanın yeğeni aynı zamanda damatlarıyım. Senin haberin yoktur bizden. Arabadan öylece fırlatıp attığın, yalan yanlış zehirlemeye çalışıp korkuttuğun kızın kocasıyım!"
Kenan kaşlarını havaya kaldırmış şaşkınca bakmaya devam etti.
"Züleyhanın memleketinde bıraktığı yeğeni demek. Bizi def edince yanına almış sizi. Akıllı kadın."
"Öyledir halam. Aklıyla yarışamadığınız için de anan hapishanede sürünerek öldü. Sende İstanbulun kara babalarından birinin orospusu oldun işte. "
Kenanın hırsla yanağını ısırmasına neden olmuştu sözleri. Biliyordu!
"Eniştem gelecekti aslında ama bu seferde benimle tanış istedim. Ben..."
Halil önündeki işini yaparken anlık adama bir bakış atıp geri masaya döndü.
"Eniştemin asaletine pek yaklaşamıyorum, idare edersin umarım. O merhamet konusunda oldukça bonkör, ben biraz daha zalimim sanırım. Şayet yirmi yıl önce olanları bana yapsaydın ben eniştem gibi küçük bir cezayla salıvermezdim seni."
"KÜÇÜK CEZA!!! Küçük ceza ha! Onun yüzünden hayatım karardı. Sen ne konuşuyorsun lan! Dua etsin kıymetli kızını adamlarıma siktirip köşeye atmadım."
Halil dişlerini kıracak kadar sıktı ama adama göstermedi bu yüzünü.
"Kobralar diyorduk Kenan! Kobralar avını yemek isterse hiç eziyet etmezmiş biliyor musun? Ama bir kobranın düşmanı olduysan ve intikam için kanını kaynattıysan başına gelebilecek şeyler kötü değildir. "
Halil yan bir bakış daha attı Kenana.
"Çok çok çok kötüdür."
Halil elinde uzun bir iğne görünümlü parçayla Kenana doğru yaklaştı.
"Ne? Ne yapacaksın?"
"Ben her şeyi duyarım ama hiç bir şey duymamışım gibi yaşamaya devam ederim biliyor musun? O evde neler olduysa hepsini bilirim, kimse bildiğimi bilmez. Halamla yıllar önce bir konuşmanız olmuş, onu da duydum. Halam sana emek verdiği civcivlerine saldıran yılana ne yapmış masal anlatır gibi anlatmış."
"Öyle... Halan sever laflarıyla insanları ezmeyi."
"Sana bir kıyak yapayım. Bu sefer yeğeninden bir hikaye dinle. Yine yılan konulu olsun. Ama bu sefer ki zarar gören bir yılan."
"Ne saçmalıyorsun?"
Halil uzanıp saçlarının önünü kavradı karşısındaki adamın ve başını sağa doğru iyice yatırdı. Şah damarının iki milim altında bir sinir noktasına elindeki iğneyi sağladı. İğne girerken nerdeyse hiç acı hissi yaşamamıştı Kenan.
"Ne? Ne yaptın bana?"
Halil yine omuzlarını silkip geri masaya döndü.
"Tayland da bir orman kenarında, tek başına yaşayan bir çiftçinin hikayesi bu. Adam tarımla uğraşıyor ama ormanın nimetlerinden yararlanmayı da biliyor."
"Ne anlatıyorsun lan piç? Kes sesini, ne sapladın lan boynuma?"
"Şşştttt! sakin ol, sohbet ediyoruz."
Halil tekrar masaya dönüp elimdeki iğneyi hazırladı. Kenanın da itirazlarını hiç duymamış gibi konulmasına devam etti.
"Bu adam yine ormana gidiyor. Orda özel bir sazlık bölgesi var. Esnekliği, sağlamlığı kullanılıyor insanlar tarafınca. Güzel sepetler örülüyor. Adamda yakınındaki nimetten yararlanmasın mı? Yararlanıyor ama sazlıklara yakın bir yerde bir yuva keşfediyor. Ne yuvası bir fikrin var mı?"
Kenan boş boş bakmaya devam ediyordu Halile. Halil biraz evvel hazırladığı iğnenin bir eşiyle karşısına dikildi. Üzerindeki gömleğin iki düğme arasına parmaklarını geçirip hızla yırttı. İşaret parmağı alt kaburganın bitiş noktasını bir iki kere içeri doğru iterek doğru ucu hesapladı ve iğne aynı saniyede o bölgeye saplandı. Acı hissi olmadığı için Kenan tepki veremiyordu ama bunu neden yapıyor anlamıyordu da.
"Doğru düşündün, bir kobra yuvası. Yumurtadan çıkan, küçük kalem inceliğinde yavruları görüyor ve bunlar büyürse başıma bela olur diye orada hepsini katlediyor. Uzun yıllardır o yuvanın orda olduğunu, hiç bir yılanın şu ana kadar ona zarar vermediğini düşünme zahmetine bile girmiyor. Öylece evine dönüyor adam. Hesaba katmadığı şeyi hiç de aklına getirmiyor."
"Ne... Ne yapıyorsun bana? Niye iğne saplayıp duruyorsun?"
Sesine sinen korkunun tadını hissedebiliyordu Halil. Yine silik ama tehlikeli bir tebessümle baktı adama.
"Anneyi hiç aklına getirmiyor adam. Anne yuvaya döndüğünde katledilmiş yavruları görünce çıldırıyor."
Halil tekrar masaya gidip yeni iğne ile geldi. Üzerinde iyice hırpalanmış gömleğin bu sefer sol kolunu manşetlerinden ayırdı. Adamın koltuk altına bakan kısmında iki parmağını sürterek bir nokta aradı. Kısa sürede bulunan noktaya iğneyi tekrar sapladı. Kenan iğnenin bedeninden uzaklaşmasını ister gibi hareket ettirmeye çalışmıştı ama sıkı düğümler kıpırdamasına izin vermiyordu.
"Anne tabi bunu ona kim yaptı kısa sürede buldu. Adam peşinden kimsenin gelmeyeceğinden o kadar emindi ki ardında bıraktığı yiyecek artıklarını, su bidonunu umursamamıştı bile. Hayvanlar aslında çok zekidir Kenan, biliyor musun?"
Halil biraz önce tekrarladığı işlemi sağ koluna da yapmıştı. En son iğneyi ise eline alıp Kenanın karşısındaki sandalyeye oturdu.
"Anne her gün adamı izlemiş. Onu ısırıp bir anda ölmesini istemiyormuş. Çektiği acının misliyle karşılığını alacağı bir ölüm arzuluyormuş. Hak verdim ben bu isteğe, kısasa kısas önemli. İntikam hissiyle adamın bahçesine ektiği sebzelere her gün zehrinden bir parça bırakmış sadece. İntikamını ânâ değil günlere yaymış. Çiftçi gün geçtikçe kendini hasta hissetmeye başlamış. Ağrılar, sızılar, görüş kayıpları bilirsin işte. Zehir miktarı öyle güzel hesaplanıyormuş ki, bir anda öldürmüyor azar azar organlara zarar veriyormuş sadece. Yılanları küçümsememek lazım ha haysiyetsiz!"
Halil yanda sarkan kollarını göğsünde bağlayıp onu dikkatle dinleyen adamdan bakışlarını çekmedi. Bile isteye tedirgin olsun diye daha çok gözünün içine baktı.
" Adam iyileşmek için beslenmesine özen göstermiş, tüm yemeklerini bahçedeki eliyle yetiştirdiği sebzelerle yapmaya çalışmış. Kendini zehirlediğinin farkında olamayışı komik geliyor aslında kulağa. Her gün şifa diye yuttuğunun zehir olduğunu bilmeyişi... Çok güzel bir haz veriyor bana bu durum"
"Derdin ne oğlum senin? Hasta mısın lan?"
Halil yine hiç duyduklarını duymamış gibi gözlerini ayırmadı Kenandan.
"Yılan her gün gelip zehirinden bir parçayı sebzelere aktarmayı, çiftçide şifayı bahçesinde aramayı bırakmamış. Ta ki çürümeye yüz tutmuş organları öksürük parçalarıyla ağzından çıkana kadar. Kobra acısına eş değer bir ölüm armağan etmiş adama. Kan kusarak canını almış. Bende böyle bir adalete inanırım işte. Yapılanı bir anda tahsil etmem, parça parça alırım öcümü. Bir anda öldürmem kimseyi. Yaptığına pişman olduğunu bağırarak haykırtırım. Bundan sonra gözün güne açıldığında bir tek ben geleceğim aklına. Sadece beni düşünecek, o gün asla Nazlıya yaklaşmış olmanın pişmanlığını yaşayacaksın!""
Halil ayaklandı tekrar. Bu sefer Kenanın ardına geçip dik tutmaya çalıştığı başını öne doğru sertçe itip ensesini ortaya çıkardı. Kafatası ve boynun kesişim yerinden girişi yapmaya başladı, omirilik soğanının merkezine girene kadar iğneyi itmeye devam etti.
Kenan anlık gözlerinde bir kararma hissetti ama hızlı toparladı kendini.
"Burdan çıktığımda... Peşinden geldiğin kızın ölümünü izleteceğim sana! Ne yaptın lan bana?"
Halil başını sola yatırıp karşısındaki adamı tekrar izledi.
"Niye bunca zamandan sonra Nazlıyı incittin?"
"Derdim Nazlı değil, onun sikik babası! Çok ağladı mı Asil efendi!"
Kenan karşısındaki adamın sakinliğinden nefret etmişti. Hiç bir kışkırtmasına tepki alamadıkça hırs içini kavuruyordu.
"Neden ağlasın ki? Ağlaması gereken sensin. Onun kocaman bir ailesi var sonuçta."
"Kızı artık onun kim olduğunu biliyor."
Kenan iğrenç bir sesle güldü.
"Asil bey kızından saklamak için yaktı yıktı ama Nazlı anasının nasıl bir orospu olduğunu biliyor. Hatta Asilin kızı olmadığını da biliyor. Ama taktir ettim halanı, iyileştirmiş bizim kuşu kalkmayan Asili. Gerçi Züleyhaya da kalkmasa..."
Dişlerini göstererek gülüşüne zerre tepki alamıyordu karşısındaki adamdan. Şimdiye öfkeyle ona saldırması gerekiyordu halbuki.
"Nazlı kime inanacağını bilir. O konuda endişemiz yok, kafana takma sen... "
Halil halası için söylediklerini ise beklenmedik nir şekilde gülerek karşıladı.
"Hmmm... Eniştemin durumunu kendine dert edineceğine bi keşe nasıl orospu oldun onu mu konuşsak. Mizahi yönün hoşuma gitti. Ve yine dediğim gibi Naxlıyı düşünme sen, o akıllıdır. Bi erkek orospusunun laflarını kendine dert etmez."
Kenan dilini dişleriyle kıstırıp duyduklarını duymazdan gelmeye çalıştı.
"Bak burda haklısın. Kız baya dirayetli çıktı. Ağlayıp, sızlanır diye bekledim ama -cık. Vermedi istediğimi. Ama düştü içine kuşku. Artık istesede içindeki kurtları susturamaz. Anasının hasta olduğunu da öğrendi. Durup durup kendini dinler artık, bende onun gibi olursam diye. Asil bey demekki istediği kadar uğraşsın gerçekler bir şekilde ortaya çıkıyor işte."
Kenan hafif hafif karnında bir ısı hissetmeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamak için başını eğdiğinde Halilin dudağı keyifle kıvrıldı.
"Ne yaptın bana? Ne bu iğneler?"
"Akapunktur tedavilerini duydun mu? Uzakdoğuda bu iğneler doğru sinir uçlarına temas ederse narkozsuz ameliyatlar sağlıyor."
Zerre kadar bir şey anlamıyordu. Karnındaki ısı ise yavaş yavaş artıyordu sanki.
"Bende bu konuda bahsettiğim hocamdan uzun bir eğitim aldım. Bana insanın dokunulması ne derece tehlike getirecek sinir uçlarını tek tek öğretti. Bu şekilde yapılan tedavileri kafama kazıdı. Sana anlattığım hikaye o zamanlardan kaldı bana."
Halil bacak bacak üzerine atarak karşısında terlemeye başlamış adamı incelemeye başladı.
"Eğer insan, beyni kandırıp ona acı hissetmediğini düşündürebiliyorsa... Bu şekilde oldukça ağır ameliyatlar yapabiliyorsa bunun tersini de yapabilir değil mi Kenan!"
"Ne... Ne demek bu?"
"Biz doğru noktaları uyarıp bedeni uyuşturabiliyorsak ve kesip biçerken hasta hiç hissetmiyorsa o zaman beyni tekrar kandırıp ona çok büyük acılar da yaşatabiliriz. Üstelik parmağımızı kıpırdatmadan yapmak çok zevkli olmaz mı?"
"Oğlum amına korum lan senin! Ne yaptın lan bana?"
Bedenine doğru yayılan sıcaklık sanki kademe kademe artmaya başlamıştı.
"Dünyadaki acıları sıralamışlar ve ilk sırayı yanarak ölmek almış Kenan."
Kenanın ona korkuyla bakan gözlerine kaşlarını çatmadan baktı.
"Bende tezimi doğrulamak için beynine bir oyun oynamaya karar verdim. Beynin şu an tenine alevlerin yaklaştığını düşünmeye başladı bile. Sinir uçların teyakkuza kalktı. Yandıklarına ikna olmuş gibiler. Karnındaki sıcaklık yayılmaya başladı mı Kenan? Senin, benim Nazlıma yaptıklarından sonra yaşayacağın tek şey bu çünkü. Cayır cayır yanacaksın ama ölmeyeceksin Kenan!"
"SENNN!!! SEN NE YAPTIN?"
"Ben karımı inciten adamı, kendimi zerre yormadan yaktım Kenan. Şu an yanıyorsun, etrafını alevler sarmaya başladı bile. Derin ısıyı iyice özümsemeye başladı. Yanarken hissedilen acı kanalları ateşin varlığına ikna olmuş gibi görünüyor. Çok muazzam değil mi? Ateşsiz yanmak. Derin kızarmayacak bile ama tüm sinirlerin yandığını düşünüp acıyla kavrulacak."
Kenan git gide artan ısıyla kıvranmaya başlamıştı. Karnındaki yanma kollarına, aynı zamanda bacaklarına doğru yayılıyor ve kendini kurtarmak için çırpınıp duruyordu. Bedenine dalga dalga çarpan kaynar sular hissediyordu sanki.
"Sen!!! Benim karımı incitmek ne demek yanarak öğreneceksin! Benim aileme uzanmak ne demek hem yanıp hem ölmeyerek öğreneceksin!"
Kenanın bağırtıları kademe kademe arttı. Çığlıkları, yalvarışları kulübede yankılandı. Kendini savurmasından kaynaklı sandalyesi devrilmişti ama çırpınmaya devam etmeyi kesmemişti. Haykırışları dakikalar ilerledikçe çok daha güçlü bir hâle büründü .
Asaf pelit odunu oymaya, Halil kıvranan adamı izlemeye, avcı ise uyumaya ara vermediler.
Saatler süren bağırtılar kesilmedi. Karnında bayılmasını engelleyen iğne acının şiddeti ne olursa olsun bilincini rahat bırakmıyordu. Kenanın haykırışları bağların etrafına yayıldı ama bir Allahın kulu yardıma gelmemişdi. Hırsla ısırılan dudaklarındaki yarıklardan kan boşaldı, gözlerinde damar çatlamalarından sebep kanamalar oluştu. Bağlı olduğu sandalyeyle haykırmaya, çırpınmaya devam etti. Acıdan uzaklaşmaya çalışırken bağlı bedenini yerde şiddetle savuruyordu.
Halil, Nazlı uyanmadan yanında olacağına dair söz vermemiş olsa acıdan kalp krizi geçirene kadar kıvranışını izlerdi. Yerde çıldırmış gibi debelenen ve haykıran adamın saçlarını kavrayıp zorla başını öne doğru eğdi. Ensesinde saplı iğneyi çekip almıştı. Sonra şah damarına yakın bölgedekini de çıkardığında adamın kıvranışlarında azalmalar oluşmaya başladı. Bağırmaktan kaynaklı yırtılan ses telleri ilk anlar kadar yüksek sesle çığlıklar atmasına engel oluyordu. Halil yıllar önce bebek Nazlısının zarar görmüş ses tellerini düşündü. Çok geç kalınmış bir intikam olduğunu düşünmeden edemiyordu. Kenanın koltuk altında sağlı iğneler de çıktığında kıpırdayacak hâli kalmamış bir şekilde kala kaldı. En son midesinin üzerindeki sinir rahat bırakıldığında ise bilincini kaybetmişti.
Asaf sapını biraz daha inceltmeye çalıştığı gülden başını kaldırdı. Adamın yerde bir et parçası gibi yığılmış haline bir de Halilin dimdik duran suretine baktı.
"Uyandırayım mı şunu? Kaç saat oldu, insan yönünü değiştirir lan!"
Bıraksalar en az on saat daha uyuyacak adama doğru ayaklandı Asaf. Yanına yaklaşıp elindeki küçük gül dalını gömleğinin cebine soktu. Eli ilk burnuna sonra ağzına kapandığında nefes alamayan adamın beyni saldırı sinyali verdiğinde gözleri anında açılmıştı. Neyle karşılaşacağını bilen Asaf sıçrayarak geri çıktı ve karnına şiddetle çarpacak tekmeden kurtulmuş oldu.
Avcı ilk Asafa sonra Halile en sona da yerde baygın yatan adama baktı. Kolundaki saate gözleri takıldığında derin bir nefes aldı.
"Üç saat! Merhametli davranmışsın?"
"Nazlı bekliyor, gün ışıyana kadar kıvranırdı yoksa. Bunu al, faili meçhul bir cinayetin sorumlusu olarak yargılansın. Sonra da her gün ölmek için yalvaracağı bir koğuşa tık! Kendini öldürmesine izin verilmesin. Bilgimiz dışında kimse ona ulaşamasın. Ölü Necmiye de biri selam götürsün, irinine ulaşmaya çalışırsa sonu ondan beter olur hatırlatsınlar. "
Avcı sadece başını sallayıp ayaklandı. Sakallarını eliyle kaşır gibi taradı. Yerde ölü gibi yatan adamı sürükleyerek dışarı çıkarmış ve aracının bagajına teperek sokmuştu. Halil yolun bitmesini sabırla bekledi. Biran evvel Nazlıya ulaşması lazımdı. Ne kadar korkmuş olacağını düşündükçe içi çekiliyordu. Kim bilir arabadan atılırken kalbi nasıl şiddetle çarpmıştı. Düşündükçe bagajdakini öldürme arzusuyla kıvrandı. Ama anlattığı hikayedeki kobra gibi bir anlık ölüm istemiyordu. Ona, bile isteye kendini öldürecek sebepler verecekti girdiği delikte. Üç beş ayda çıkamayacağı, ömür boyu orda kalacağı gerçeğiyle yüzleşecekti.
Adana sınırlarına girdiklerinde sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Yaklaşık bir saat sonra araç hastanenin önünde durdu. Halil avcının omzuna küçük bir yumru attı.
"Sağol kardeş..."
"Ne demek usta."
Anlık arkadaki Asafa bakıp sırıttı avcı.
"Bundan sonra senin canından ben sorumluyum neticede."
Asaf diliyle dişi arasında "hıyar" diye fısıldayıp indi arabadan. Kapıyı da oldukça şiddetli çarpmayı ihmal etmedi.
"Kıskanç it. Kızımı incitti."
"Geride kalacak diye kinleniyor, gitme üstüne!"
Avcı omuz silkip arabayı tekrar çalıştırdı.
"Küseceksek oynamayalım usta. Kaç görevde köşede beklettiniz beni, bu kadar ağlamadım."
Halil küçük bir sırıtmayla tekrar omzuna yumruğunu çarpıp indi arabadan.
Hastanede ilk lavaboya gidip elini yüzünü güzelce yıkadı ve kendine çeki düzen verdi.
Nazlının odasına ulaştığında ise sessizce odaya girdi. Eniştesi başını yumruğuna yaslamış, halası eniştesinin omzuna yaslanmış ikili koltukta uyuyorlardı. Olabilecek en az sesle Nazlının yatağına yaklaştı. Loş ışıkta uyuyan yüzünü izledi. Düştüğünde çizilen eline uzanıp bir öpücük bıraktı. Sabah olup, Nazlı gözünü açtığında ilk onu görsün diye bakışlarını yüzünden ayırmadı.
Sabah erkenden uyanan ilk Asil oldu. Kızının başında öylece onu izleyen adamı görünce gözünün önüne anlık geçmiş düştü. Onun kızına ikinci kere aynı korkuyu yaşatmışlardı. Halilin hâlini anlamasa kendi kanından olanı elleriyle öldürmek için peşine düşerdi.
"Halil..."
Fısıltısı karısı ve kızı için olabildiğine sessizdi. Halil başını eniştesine doğru çevirdi.
"Ne zaman geldin?"
"Çok olmadı enişte."
"O... nerde?"
"Ait olduğu yerde."
"Halil!"
"Enişte merak etme. Ölmedi ama ölmüş olmak için çok yalvardı. Artık ailemize uzanamayacak kadar uzakta."
"Sana bir zarar gelmesin!"
Halil tekrar Nazlıya baktı. Kaşının açılmış yerine parmağını yaklaştırdı ama acıtır korkusuyla geri çekti. "Onun bana tozu bile değemez. Endişelenme sende. Ben hallettim."
Kesinliğinden ötürü Asil zerre şüpheye düşmemişti. Sadece... Sadece yıllardır Nazlıdan özenle sakladığı şeylerin böyle duyulmasını ve kızının bir yerde içinde mutlaka sorgulayacak olmasını hazmedemiyordu.
Asilin kıpırdanışıyla Züleyha da gözlerini araladı. Bedenini düzeltip kızının yatağına baktı. Yatağın kenarında oturan Halili de o zaman gördü.
Ayağa kalkıp yanına yaklaştı. Elini omzuna atıp yüzünü izledi.
"Oğlum..."
"Bakma öyle hala. Sorun yok."
"Hııı... Enişten de bi zamanlar öyle dediydi. Sonra da memkeketin yarısını yaktığı haberini dinledik."
Halil anlık eniştesine bakıp tebessüm ettti. Huydu işte, bir yerde çekiyordu. Eniştesi memleketin yarısını, Halil ise sebep olanı yakmıştı.
"Kimsenin malını yakmadım hala. Tasalanacağın bir durum yok."
Züleyha uzanıp başına öpücük kondurdu evladının. Oturduğu için kendinden kısa kalan adamın kafasını, kollarıyla sarmalayıp göğsüne bastırdı.
"Neler demiş o cibilliyetsiz kızıma. Ne pislikler saçmış."
Mırıltıyla söylediklerini Halil de içine dert ediyordu. Nazlının bunları düşünüp üzülmesini istemiyordu. Çocukken onu inciten herkesi anne ve babasından saklamaya çalışan boncuk geliyordu gözünün önüne. Yanlarında bir şey yokmuş gibi davranan sonra da bulduğu bir ağaç altında uzun uzun ağlayan boncuğu yine üzmüşlerdi.
"O... Güçlü hala. Neyin doğru, neyin yalan olduğunu bilir."
Nazlıyı uyandırmamak için fısıltıyla kuruluyordu cümleler.
Züleyha yanağını Halilin başına yaslayıp kızına baktı. Gözünün kenarından akan yaş saçlarının içinde kaybolmuştu.
"Bende bundan korkuyom ya. Neyin doğru, neyin yalan olduğunu bilir. O doğrular..."
Halil iç çekip "canını çok acıtır" diye tamamladı halasının sözlerini.
Bir süre sonra Nazlının da gözleri aralandı. İlk tavana bakıp kendine gelmeye çalıştı. Sonra gözleri odada dolaştı. Başında bekleyen annesine, Halile baktı. Sağ tarafında kalan babasının ona tedirgin bakışlarına tebessümle cevap verdi.
Nazlı şımarmayı severdi ama sadece evinin içerisine. Arsızlıkla istediklerini yaptırırdı ama sadece kalbinde yerleri daimi olan bu insanlara. Biliyordu çünkü. Ailesinden başka kimsenin onun nazını, niyazını çekme eğilimi olmayacağını idrak edecek kadar da olgundu. Gönül umduğuna küsebildiği gibi sadece umduğundan bekliyordu her zorluğunun çekilmesini.
Nazlı biliyordu...
Nazlı o adamın başlı başına yalan söylemediğini, babasının zamanında bir yerleri gerçekten yakmak durumunda kaldığını...
Ve en kötüsü! Nazlı adı zorunlulukla geçen, onu doğuran kişinin o adamın anlattığı şeyleri yaptığını biliyordu. Yüzünü bile görmediği annesinin, onu geride bırakıp, bir adamla beraber öldüğünü biliyordu. Babası hakkında söylenenlerin çoğunun sebebini artık anlıyordu.
Bunlar bir şeyleri değiştirir miydi ama? Asil gibi bir babanın kızı olan Nazlı, tam olarak neler yaşandığını bilmeden "annem neden öldü" der miydi hiç? Ölen annesini hiç tanımıyor olması babasını tanıyor olması gerçeğini değiştirir miydi?
Keşke Züleyha annesinin dediği kadarıyla kalsaydı her şey. O zaman Nazlı, ölen annesini içinde güzel hislerle ağırlamaya devam ederdi. Asla sormaya dili varmayacaktı. Züleyha annesi bir tane melek bir tanede cazgır annesi olduğu için çok şanslı olduğunu söyleyip, onu güldürmüştü. Keşke hatıralarında Esma annesi melek olarak kalmaya devam etseydi.
"Nazlım... İyi misin güzelim? Ağrın sızın var mı?"
Halilin sözleriyle Nazlı düşüncelerinden sıyrıldı. Yine yüzünde küçük bir tebessümle baktı.
"İyiyim Halil. Bir şeyim yok, valla hiç kalmaya bile gerek yoktu da çok evhamlı bizimkiler."
Halil her şeyi olabildiğine küçülterek tepki vermesini de istemiyordu. Yaşadığı fiziksel şiddetin yanında, psikolojik olarak ne durumda anlamasını zorlaştırıyordu bu hâlleri.
Asil kızının gözlerine derince bakıp ayaklandı.
"Halil... Oğlum halanı aşağı indirip, bir şeyler yedirir misin? Dünden beri aç duruyor öylece."
Züleyha gitmem diye ağzını açacakken Asilin kızına bakan gözleriyle geri kapadı. Bir şey demeden ayaklandı. Halil de uzanıp Nazlının alnına bir öpücük bıraktı. Sonra halasının yanına geçip kolunu omzuna doladı. Odadan sessizce çıkan ikiliyle Asil tekrar Nazlıya baktı.
"Baba kız dertleşelim mi Nazlı kızım?"
Biraz evvel olabildiğine hissis tuttuğu duyguları babasının sesiyle kırıldı sanki. Nedensizce büyük bir ağlama isteği sardı her yanını.
"Babacığım..."
Asil yatağın yanına oturup, kızını kolunun altına aldı.
"Benim kıymetlim, küçük boncuk kızım."
Nazlı elini göğsüne atıp, başını iyice gömdü babasının boynuna. Sadece çok ağlamak istiyordu. Bir şeye üzülmüyordu, sadece ağlasa geçecek gibi bir his vardı içinde.
"Ben o adama hiç inanmadım baba. Kalbi kararmış onun. Ben babamı biliyorum dedim. Benim babam kötülük için yapmaz hiç bir şeyi. Yaptıysa da..."
Asil iç çekip saçlarını okşamaya devam etti kızının.
"Yaptıysa da mecbur kalmıştır babalar kızım. Nazlım... Şu hayatta bana sorsalar en mutlu olduğun gün hangisi diye ne derim biliyor musun?"
Nazlı bilmiyorum der gibi başını iki yana salladı ama babasının göğsüne gömülü yüzünü kaldırmadı.
"Seni kollarıma verdikleri gün derim Nazlı. Çünkü benim hayatımda güzel olan her şey senin gelişinle başladı. Ben bu gün ki hayatımı senin gelişine borçluyum yavrum."
"Annem?"
"Onu diyorum ya işte. Sen geldin diye Allah onu bize gönderdi. Otuz iki yıl boyunca böyle güzel bir hayatın kıyısından geçememişken hayatıma bir melek girdi sonra da peşinden başka meleği sürükledi. Kapkaranlık, bomboş dünyamı cennete çevirdiniz el birliğiyle. Sen her şeyin başlangıcısın. Allah senin masumluğuna kıyamadı Züleyhayı gönderdi. Züleyhayla beraber Halille, Yiğitim oldu. Sonra Gurur duyduğum bir evladım, Bera gibi bir nimetim, Zümrüt gibi bereketimle doldu taştı evim. Tüm bunları bana küçük, boncuk gözlü bir kızın masum kalbi verdi. Bende o boncuğu korumak için her şeyi yaptım ama yetemedim."
Nazlı babası konuştukça daha çok ağladı. Son sözlerinde ise başını kaldırdı babasının göğsünden. Şiddetle iki yana salladı hayır der gibi.
"Yok! Yok öyle bir şey! Sen bir kızın sahip olacağı en iyi babasın. Sen bizim her şeyimizsin."
Asil göz yaşlarını ıslattığı yüzüne yapışmış saçları eliyle kenara çekti. Yüzünde kırık bir tebessüm vardı.
"Babalar her zaman doğru şeyler yapamıyor Nazlım. Onlar da göremiyor, duyamıyor bazen. Esma..."
Asil derin bir nefes çekti içine. Kullanacağı her kelime Nazlıya nasıl zarar vermez düşünmeden edemiyordu.
"O hastaymış. Bilmiyordum ki ben. Ailesi çok cahil insanlardı, ablası da kendini düşünmenin ötesine geçemeyecek kadar bencildi. Şizofreniymiş... Yaşından ve seviyesinden dolayı hastalık ilerlemiş bir boyutta değilmiş. İlaçlarını düzenli kullansa hiç bir problemi olamayacakmış ama işte... Söylemeye cesaret edememiş. Çekindi mi, utandı mı bilmiyorum ki. Ailesi itibarları sarsılmasın diye manipüle etti belki de onu. Öfke krizleri git gide boyut atladı. Hamileliği de biraz zorladı onu. Yardım etmeye çalıştım ama insan bilmediği bir şey için de ne yapar ki? Birinin tavırlarını doğru bulmadığı için kaç kişi kolundan tutup hastaneye götürür birini. Bende anlamayacak kadar cahildim demekki. Hatalar yaptım ama denildiği gibi onu incitecek hiç bir şeyim olmadı Nazlı. Ona asla zarar vermedim."
"Babacığım... ben biliyorum baba. Ne olur böyle konuşma. Sanki o adama inanmışım da kendini açıklıyormuşsun gibi yapma. Ben inanmam kimseye. Ben sadece seni biliyorum."
Asil tekrar göğsüne yasladı kızını. Saçlarına burnunu soktuğunda hissettiği kan kokusuyla dişlerini sıktı. Kızının tenine kan kokusu süren o adamı elleriyle parçalama hissinden bir türlü kurtulamıyordu.
"Yaptım ama nazlım... Sana, annene, Gurura zarar vermek istediler o insanlar. Fısıltıyla konuşulan, cesaret edip yüzüme söyleyemedikleri o yangın doğru. Canımı öyle çok yaktılar ki o gün bende taptıkları adlarını yakarak küle çevirdim Adanada."
"Baba..."
Nazlı ölümünü sorsa babası üzülür mü bilemiyordu. Gerçekten annesi başka bir adamla kaçarken mi ölmüştü?
"O adam... Annemin öldüğü günle ilgili..."
Daha fazla cümle kuramadı Nazlı. Ne derse babası kırılacakmış gibi bir his vardı içinde. Asil anladı ama kızını. Nazlıyı tamda bundan korumak için yapmıştı ne yaptıysa. Züleyha sayesinde Esma, Nazlıda yara olarak kalmamıştı. Küçük bir tebessümle hatırlayıp, acı vermiyordu kızına. Ama şimdi Kenan yüzünden Nazlının kalbi Esmaya karşı lekelenmişti. Ölüp gidenle derdi bitmişti Asilin. Ama kızını korumak bir babanın en önemli göreviydi.
"Doğum sonrası o lohusalık sendromuna yakalandı. Bir takım..."
Ne söylese zoruna gidiyordu Asilin. Karakterine hiç yakışmayan şeyler yapmak ağırdı ama kızı da karakterinden çok daha kıymetliydi.
"Halisünasyonlar görüyormuş. Hastalığını bile o öldükten aylar sonra öğrendim ben Nazlım. O gün kaza yaptığı adamı... ben bile sanıyor olabilirdi kızım. Bilinci puslandığı anda neyin ne olduğunu bilemeyecek hâle geliyordu belkide. Bilmiyoruz Nazlım, içinde neler yaşadı biz bilmiyoruz. Aklının kontrolünü kaybeden birinin yaptıklarını yargılamak doğru mu kızım? O kendini hiç açıklayamayacak ki. Belki de onu kontrol eden bir ses vardı ve engel olamıyordu. Kenan bana olan nefretini iftiralarıyla süslemek istemiş. Biliyor çünkü kan akıtacağım damarın senden geçtiğini. Ben bunu sakladım çünkü insanlar hastalık ne anlamaz ki. Onlar yargılar, acımasız sözleriyle incitirler. Ben bunu yaşama istedim. Seni bu şekilde acıtmasınlar istediğim için sakladım kızım. Doymadılar ama. O adam ve annesi canlarımın canına göz dikti. Gurur duymuyorum Nazlı ama şu an olsa yine aynı şeyi yaparım. Kucağımda ağlamaktan sesi kısılmış kızımın hâli yıllarca kabus gibi çöktü uykularıma. Karımı, bebeğimi kaybetme korkusu yaşattılar bana. Acı... Çok güçlü olunca insan kontrol edemiyor ki kendini."
Asil ölüp gidenin aslında karakterinin beş para etmediğini söylemek istemedi. Bile isteye aldatıldığını kızına anlatmak ağırına gidiyordu. Nazlının bunu kendine yük yapmasına izin veremezdi. Asil , Esmanın onu tüm bilinciyle aldattığını zaman içerisinde kabullenmişti. Hastalığın getirisi öyle planlı hareket ettirmezdi insana. O telefonlar hasta bir zihin sayesinde saklanmaz, gözünün içine baka baka yalanlar sıralatmazdı. Cesaretini topladığı bir zamanda Esmadan kalan telefonu açmıştı. Ordaki mesajlar, fotoğraflar, serzenişler hiç de bilinç dışı yapılacak şeyler değildi.
Nazlı babasının ne demek istediğini anlıyordu. İnsanlar konuşurken "baban bir ailenin her şeyini yakmış" diyorlardı. Hiç biri de neden yakmış, ne yapmışlarda ona bunu yaptırmışlar demiyorladı. Hiç kimse ne yaşandı bilmiyordu ama herkes "Esma anneni dövüyormuş" diyordu. Yanlarındaymış gibi, sanki her yaşanılanı izlemişler gibi yakıcı olabiliyorlardı. Zalim olan babası değildi. İnsanların bilmeden yargılayan, sırf canı yansın diye ettikleri laflardı zalim.
"Ben... Senin gibi bir babam olduğu için çok mutluyum baba. Sana sahip olduğum için, bizim babamız olduğun için hepimiz çok şanslıyız. Kim ne derse desin benim kalbim senin kim olduğunu biliyor. Ne yaptıysan bizim için yaptın. İyi yada kötü olması umurumda bile değil. Sen bir ailenin başına gelebilecek en iyi şeysin."
Asil bir süre daha koynunda avuttu kızını. Sık sık eline, alnına öpücük bıraktı.
"Ben nefes aldığım sürece kimse size zarar veremez. Üstelik artık içim daha rahat. Seni, ailemizi koruyacak aslan gibi evlatlarım var. Kızımın gönlüne yakışır eşi var. Bir baba daha ne ister Allahtan? "
"Evimize gidelim babacığım. İyiyim ben, gerçekten iyiyim ama. Dünyadaki herkes gelse ve aynı şeyi söylese ben bir sana inanırım. Çocuklar merak etmiştir bizi. Zümrüt korkmasın."
Asil iç çekti. Yataktan yavaşça kalktı. Ona dikkatle bakan, ağlamaktan gözleri şişmiş kızını güzel bir tebessümle izledi. Yıllar boyları, kiloları, yüzleri değiştirse de bakışları değiştirmiyordu. Kucağına ilk verildiğinde aralanmış boncuk gözler ona hep aynı bakıyordu.
"Gidelim yavrum. Çıkışını yapalım biran evvel de gidelim."
Asil kapıya yöneldiğinde Nazlı ardından baktı. Bile isteye "beni o yüzden mi hep doktora götürüyordunuz" diye sormadı babasına. Babasının bu soruya cevap veremeyeceğini ama çok canının yanacağını biliyordu. Babasının annesi için kötü konuşmayışını, dili söylemese de kalbi hissediyordu. Asil Sulhan hâlâ incinecek küçük kızını koruyacak kadar yürekli bir babaydı.
Kısa sürede hastane çıkışını yapıp eve geçtiler. Herkes merakla, endişeyle bekliyordu gelişlerini.
Züleyha, Asilin ve Nazlının durgun hallerinden ne konuştuklarını anlıyordu. O konuşmanın içsel olarak ikisini de yıprattığını görüyordu. Bu nedenle hiç bir şey sorulmadan, kimse Nazlının üstüne gitmeden odasına çıkarmanın derdine düştü.
Evde onları bekleyenler Züleyhanın önden tembihini almış ve saygıyla karşılamışlardı.
Hazır olan kahvaltı hep beraber yapılır yapılmaz kızını yatması için eliyle yatağına yatırdı.
"Dinlen olur mu annem? İyice uyu güzel kızım."
Nazlı bir şeyi olmadığını söylemek için ağzını açtığında kaşlarını çattı Züleyha.
"Anneye cevap verme zilli boncuk! Yat diyosam efendi, uslu yat. Yemek saati gelince kaldırırım seni. "
Halilin kapıya yaslanmış, halasının tembihlerini dinleyişine Nazlı anlık baktı. Dudağı kıvrılmış, çocuk gibi azarlanışından keyif alıyordu pislik.
Züleyha geriye dönüp kısık gözleriyle yeğenini süzdü bir tur.
"Sende git dinlen. Şu tipini düzelt az."
Halil başını yana yatırıp tebessümünü biraz daha büyüttü.
"Çıkmanı bekliyorum hala. Çıkarsan bende dinleneceğim zaten."
Züleyha gözlerini iri iri açıp tam küfürle karışık kalayı basacakken kendi elleriyle evlendirdiğini anımsadı.
"Hadi halam, sen in aşağı. Bende karımla az uyuyayım. Bütün gece uyumadım ya her yerim ağrıyor."
Züleyhanın ağzı açıldı açıldı kapandı. O zaten başına geleceği biliyordu da eline uzatılan değneğin iki ucu değil her tarafı boklu olduğundan nikah diye tutturmuştu.
Şimdi kimi nerden kovacaktı? Ters bakışlarını yeğeninden ayırmadan kapıya doğru yürüdü.
"Nazlım! Hemen uyu annem. Ben gelir gelir kontrol ederim. Uyun ele annem?"
Nazlı gülse mi şu duruma içini çeke çeke aplasa mı bilemedi. Kadın gerçekten kıskanıyordu kocasından kendini.
"Uyurum ben anniim, çok uykum var zaten hemen uyurum."
Halilin sırıtarak annesine bakan suratını komodinin üzerindeki abajurla dağıtsa mıydı ki? Kışkırtıyordu resmen.
Çıkan halasıyla Halil kapıyı kapatıp, kilidi de bile isteye sesli bir şekilde çevirdi. O anda sırtına yumuşak bir şey çarptı.
Nazlı iki dizinin üzerinde Halile sinirli sinirli bakıyordu.
"Pislik! Bilerek kadına eziyet ediyorsun. Niye kilitledin kapıyı?"
Halil yüzündeki sırıtışı bozmadan yerdeki yastığı alıp yatağa doğru yürümeye başladı.
"Kendi söyledi sık sık gelirim diye. Önlem aldım boncuğum."
Nazlı kızgın tutmaya çalıştığı yüzünü gülümsemesi yüzünden bozmuştu.
"Kıskanıyor resmen."
"Kızı kıymetli. "
Nazlı sonra odasında göz gezdirdi anlık. Sonra üstten üstten dikkatle ona bakan Halile döndü yine.
"Hiç uyumamışsın. Iıı sen uyusan, ben banyoya gireceğim."
Halilin çatılan kaşları başındaki bandaja kaydı. Nazlı da azar yemeden hemen lafa girdi.
"Saçlarımda kanlar kurumuş. Hem sordum ya ben. Güzelce kurularsam bir şey olmayacağını söyledi doktor. Böyle uyuyamam daha fazla Halil."
Halil gerçekten akan kanın saçlarında kuruması nedeniyle tutam tutam kaçeleşmiş halinin ne kadar rahatsız edeceğine hak verdi.
Eli gömleğinin üst düğmesine gidip açmaya başladığında Nazlınında gözleri iri iri açıldı.
"Sen! Sen ne yapıyorsun?"
"Tek başına banyoya girmene izin vereceğimi sanmıyorsun değil mi?"
Gömleğinin düğmelerini seri bir şekilde açmaya devam ederken cevap vermişti. Nazlının bakışlarının aralanan gömleğe kilitlenmesini dudağı sağa kıvrılarak izledi.
"Sıcak bir duş almak ikimize de iyi gelir Nazlı. Bende, banyoda başın döndümü, dikişine zarar verdin mi düşünmek zorunda kalmam."
Sakin sesinden çıkan her kelimeye başını sallayarak onay verdi Nazlı. Gözleri üzerinden çıkarıp attığı gömleğe sonra ise yara izleri olsa dahi gösterişinden hiç bir şey kaybetmemiş vücuduna kilitlenmişti.
"Hadi sevgilim, yıkayalım seni."
Uzanmış eli kavrarken alt dudağını ısırmış bakışlarını sağa sola kaçırarak ayaklanmıştı. Kalbini hızlı hızlı attıran bir hadise yaşanıyordu Nazlı için. Halille beraber banyoya girecekti. Halilin Nazlıyı yıkayacağı banyoya. Anlık gözleri pantolonuna kaymıştı ama yakalanırım korkusuyla hemen çekmişti bakışlarını. Yok canım o dururdu heralde. Sonuçta yıkayacaktı. Yardım amaçlı bir eylemdi. Kendi yaralı diye endişelendiğindendi hep. Ama yıkanırken üstündekileri çıkarması gerekiyordu değil mi? Hep öyle yapardı banyosunu neticede. Hem kıyafetle yıkanmazdı ki canım. İçindeki arsız yanları kıkır kıkır gülmek istedi bu hâline. Dünya yansa taranma işini hep kendi üstlenecekti demekki. O kadar olandan sonra şu an banyoda kıyafetlerinin çıkıp çıkmayacağını düşünmek bir Nazlının aklına gelirdi zaten.
Ayağa kalkmasıyla Halilin çıplak tenine oldukça yakın bir mesafede durdu. Halil yaralanmış kaşına kuş tüyü gibi bir öpücük bırakıp onu odasının banyosuna doğru yürütmeye başladı. Banyoda küçüktü aslında. İkisi nasıl sığacaktı ki? Tabi biraz yakın dururlarsa sığarlardı. Yine kıkır kıkır gülme isteğini zapetmek için dudağını ısırdı.
Annesi aşağıda kendini yiyor olmalıydı.
Banyoya girince daha önce hiç bu eylemi yapmamış gibi sağa sola bakındı. Halilde bu şapşal halinden oldukça keyif alıyordu.
"Üzerindekikeri çıkarmadan bandajı açalım güzelim. "
Eli ince sweetin alt kısmına tutundu.
"Bunu çıkarırken takılıp acıtmasın." Nazlı ne dense cevap veremeyecek kadar diline güvenmiyordu. Her an Halile, kendinin de soyunup soyunmayacağını sorabilirdi. Halil yavaşça çıkardığı bandajı lavabonun üzerine bıraktı.
"Kollarını kaldır sevgilim."
Nazlı yine başını sallayıp kollarını havaya kaldırdı. Halil küçük bir tebessümle gözlerine bakıp üzerindeki sweeti incitmeden çıkardı. Altında ince askılı, bej bir atlet daha vardı.
"Nazlım..."
"Hmm..."
"Titriyorsun, utanıyor musun benden?"
Nazlı yine anlık Halile bakıp gözlerini kaçırdı. Hiç de utanmıyordu. Niye utanacaktı ki? Sonuç olarak onlar evli, iki yetişkindi.
"Yok... Şey soğuk gibi ya ondan heralde. Utanmıyorum ki. Niye utanayım yani, daha neler?"
Halil kaşlarını kaldırıp alt dudağını ısırsa da eğlenen bakışları ne kadar gülmek istediğini gösteriyordu. Nazlının yanağını kemiren hâli oldukça komikti.
Bir şey demeden önünde diz çöküp eşofmanının ipini çözdü. Parmaklarını beline geçirip indirirken bile isteye Nazlıdan gözlerini ayırmıyordu. Tepkilerini takip etmek inanılmaz bir haz veriyordu Halile. Eşofmanı sıyırırken boğazından geçen yutkunuş, sıkı sıkı bastırdığı dudaklarının aralanışı bedenini tetikliyordu.
Eşofmanı çıkarınca ayaklarındaki çorapları da tek tek çıkardı. Nazlının omzundan destek almak için konan ılık eli teninin sıcaklığını artırıyordu.
Tekrar ayağa kalktığında bu sefer atletini çıkarmak için uzandı. Bej atleti başına dikkat ederek bedeninden ayırdığında atletin renginde sütyeniyle Nazlı karşısında yarı çıplak kaldı.
Nax6lı dikkatle bedenini izleyen adamın yüzüne bakma cesaretini bulduğunda Halilin omzuna kondurduğu öpücükle içinden hızla bir his aktı. Omzunda hafif bir sızlama hissetmişti. Düşmesi sırasında vücudunda bir kaç morluk ve ezilmeler oluşmuştu. Aracın çok hızlı olmaması ucuz atlatmasını sağladığından bu ezikler için üzülmeyi aklına bile getirmiyordu Nazlı.
Halil dudaklarını omzuna sürterek "acımış burası" diye fısıldadı.
"Acımıyor..."
Nazlı da sessizce cevap verdi Halile. Onun için endişelenmesini istemiyordu. Halil sağ kolunu tutup dirseğine bu sefer öpücük bıraktı.
"Burada acımış..."
Nazlı bir şey söylemek istemedi. Halil sol omzuna, köprücük kemiğine de öpücük bıraktı. Duşakabinin kapılarını aralayıp suyu açtı.
Nazlının gözlerine baka baka altındaki pantolonun kemerini araladı. Nazlının hafif bir şaşkınlıkla aralanmış ağzına, hızlı hızlı açılıp kapanan gözlerine baktıkça yüzündeki gülümseme genişliyordu. Sadece siyah bir boxerla kaldığında Nazlının hızla kaçan gözlerine kahkahasını tutamadı. O gülünce Nazlı duşakabinin camına diktiği gözlerini geri çevirebilmişti.
"Gülme!"
"Bana bakamıyorsun."
Nazlı anlık Halilin bedenine bakıp tekrar ateşe değmiş gibi gözlerini çekti. Halilin uyuyor olduğu bir anda tüm bedenini izlemek için her şeyi yapardı ama şu an o böyle dalga geçer gibi gülünce istemsiz utanıyordu.
Halil daha fazla zorlamadan elinden tutup akan suyun altına çekti Nazlıyı. Eline duş başlığını alıp suyu bir miktar kıstı ve yavaş yavak ıslatmaya başladı karısını.
"Sıcaklığı iyi mi sevgilim?"
Su saçlarının arasından aktıkça bir miktar sızlatıyordu ama dayanamayacağı bir acı olmadığı için umursamadı Nazlı. Islanmış yüzünde kirpikleri daha belirginleşmiş, gözlerinin kahvesi iyice erimiş çikolatalar gibi bir hâl almıştı.
"Güzel... Sıcaklığı güzel..."
Saçlarında kurumuş kanlar suyla akıp giderken Halil hafif hafif saçlarında parmaklarını dolaştırmaya devam etti. Bu sırada kızın bedenine olabildiğine yaklaşmış, göğüslerinin bir birine değmesini sağlamıştı.
"Halil ..."
Mırıltı gibi çıkan sesine destek olmak ister gibi başının üzerine bir öpücük bırakıp saçlarıyla ilgilenmeye devam etti. Nazlının sol eli göğsündeki pembeden beyaza dönmek üzere olan bir dikiş izinin üzerinde durdu. İşaret parmağı okşamaya başladı.
"Küçücük bir yarayı bebek gibi ilgilenerek iyileştiriyorsun Halil. Ben bu izleri nasıl söküp alacağım teninden."
"Geçmeyecekler Nazlım. Seni... Rahatsız mı ediyorlar?"
Nazlı bir cevap vermeden başını az eğerek o izin üzerine bir öpücük bıraktı. O izin bir benzeri olan ve omzunun ortasında yer alan başka bir ize kadar dudaklarını sürerek hareket ettirdi.
"Acılarını öperek iyileştirebilsem keşke. Canının yanmış olması... Bu his çok kötü."
Halil bir adım geriye çıkıp yüzüne dikkatle baktı. Eli havalanıp kaşına ordan yanağına en son ıslak dudaklarına dokundu. Elindeki duş başlığını duvardaki yerine asıp suyun ikisini de ıslatmasına izin verdi.
"Seni çok seviyorum Nazlı."
Nazlının "seni çok..." Diye kıpırdayan dudakları Halilin dudaklarının baskısıyla sesini kaybetti. Alt dudağını kavrayıp emmeye başlayan adamın üst dudağını emerek karşılık verdi. Halilin dili tarafından aralanan dudaklarından içeri sıcak bir dil kaydığında minik bir inilti duyuldu banyoda. Nazlının ensesini kavrayan bir el ve boynunu kavrayan başka bir elle öpüşmenin ateşi kademe atladı. Halilin hırpani bir hâl alan öpücüğüne karşılık vermekte zorlanıyordu. Dişlerinin de devreye girmesiyle karnının altında hissettiği kasılmalar arttı. Alt dudağını ısırıp kendine doğru çektiğinde bir inilti daha kaçtı gırtlağından. Halil çenesine doğru sürterek indirdiği dilini aşağı yukarı sürterek çenesinde dolaştırdı. Daha sonra boynuna yol alışıyla boynundaki elini indirip belini sıkıca kavradı. Bedenini biraz daha eğerek küçük ısırıklarını sağ göğsünün üzerine kadar sürdürdü. Nazlının güç almak ister gibi parmakları kollarına tutunmuştu.
"Sana dokunmak istiyorum Nazlı."
Nazlı tekrar yutkunup kısık bakışlarıyla başını onaylar gibi salladı. Halil biraz geri çekilip ona haz dolu bir ifadeyle bakan kızın gözlerinden yeşillerini ayırmadı.
"Sütyenini çıkarabilir miyim?."
Yine başını sallayabildi Nazlı. Şu an bilincini bulup adam akıllı bir kelime bile söyleyemeyecek kadar uyuşmuşluk hissiyle kuşanmıştı teni.
Halilin gözleri kendi gözlerinden bir an ayrılmadan belindeki elinin kayarak yukarı çıktığını, sütyen kopçasına ulaştığını hissetti. Alt dudağı dişleri tarafından acı verecek bir şekilde kıstırıldı. Sırtındaki sıkışmışlık hissindeki ferahlamayla kopçanın açıldığını anladı. Sırtındaki ele diğer eli de ortak olup sürtünerek yavaşça omuzlarına çıktılar. Omuzlarını tutan iki askıyı kaydırarak kollarından indirdiğinde göğüsleri çırılçıplak kalmıştı.
Halilin bakışları anlık gözlerinden kopup göğüslerine değdiğinde sıcak su sanki çok daha yakıcı bir hâl almıştı. Tekrar gözlerine baktığında yeşil ormanlarda çıkan yangının kasıklarında tatlı bir sızı oluşturdu Nazlıya. Beğenilmek isteyen kadınsal hisleri hiç bir ifadesini kaçırmak istemiyordu.
Halil ise çok büyük sayılmayacak, oldukça dolgun ve zevk hissiyle uçları belirginleşmiş göğüslere gözlerini dikip bakmamak için iradesiyle savaş veriyordu. Dili, dişleri dokunmak için sızlıyordu sanki. Nazlıyı omzundan tutup geriye bir adım ilerlettiğinde kızın fayansa dayanan sırtıyla ürperdiğini gördü. Omzundaki eli kayarak sol göğsümün üzerinde durdu. İşaret ve orta parmağının sırtıyla belirginleşmiş ucu aşağı yukarı okşayarak daha hissedilebilir bir hâle getirdi.
"Halil..."
Nazlının mırıltısıyla dudakalarına tekrar yaklaştı. Dilini çenesinden alt dudağına kadar sürterek kaydırdı. İki parmağının sırtı hala göğsünü okşamaya devam ediyordu.
Halil dudakları dudaklarına yaslı "ağzıma almak istiyorum" diye fısıldadı. Bir adım geri çekildiğinde Nazlının bedeninde gezen gözleri ıslak boxerından belirginleşmiş erkekliğine değip geri çekilmişti. Halilin dikkatle bedenine bakan hâline dayanamayıp başını fayansa kendi yasladı.
"Çok güzelsin Nazlı. Sabırlı davranmak için kendimi hiç bu kadar sıkmamıştım."
Halilin göğüslerine bakarak kurduğu cümleye bir cevabı yoktu. Güç almak isteyen elleri de gerisindeki fayansa yaslı, Halilin insafıyla yaşayacaklarını bekliyordu.
Halil başını eğip biraz evvel okşadığı göğsünün ucuna bir öpücük bıraktı. Sonra dili etraftaki koyu halkada dolaştı. Beyaz tenini dudakalsrının arasına kıstıra kıstıra emerek uç kısmına ulaştı. Ağzının içine aldığı uçla kendi gırtlağından da bir inleyiş firar etmişti.
"Halil... Halil..."
Nazlının kıvranarak ismini söyleyişiyle ağzının içerisindeki uca biraz daha hırsla asıldı. Dişleri sıyırıp, diliyle tahrik ettikçe Nazlının iniltileri daha sesli bir şekle dönüşmüştü.
Zevkten sızlayan ucu raha bırakarak dudaklarını diğer göğse ulaşmak ister gibi kaydırmaya başladı. Geçtiği tene minik ısırıklarla tatlı sızılar bırakmayı ihmal etmiyordu. Sağ göğsünü de ihmal etmek istemezcesine önce öpüp, emmeye daha sonra ise ısırıklar bırakarak Nazlıyı kıvrandırmaya devam etti.
Nazlının kolunu tutan eli, okşayarak fayansa yaslı eline doğru kaydı. Bedenini düzeltip kıza üstten bakmaya başladı. Nazlının hazla pembeleşmiş yüzü, sık solukları ne kadar tahrik olduğunu anlamasını kolaylaştırıyordu. Dudaklarına yaklaşıp tekrar öpmeye başladı. Bu arada fayansta yaslı olan elinin avcunun içerisine alarak yerinden ayırdı. Öpücüğünü bir an bile kesmeden Nazlının elini karnının üzerine dokundurdu. Bir iki milim dudaklarından ayrılıp "bana dokun" diye mırıldandı.
Nazlı kaslarının sıkılığı ve teninin o pürüssüz hissini avuç içinde hissettiğinde tw6krar yutkundu. Eli karnını okşarken öpüşmeye ara vermişlerdi ama dudakları birbirine değecek kadar yakınlıklarını koruyorlardı.
"Bana... Dokun Nazlı..."
Nazlı dudağını Halilin dudağına aşağı yukarı sürterek değdirmeye başladı. Bu arada karnında gezinen eli boxerın bel lastiğine ulaşmış, parmkaları tıpkı Halilin istediği gibi ona dokunmak için lastiği aralamıştı. Tek eliyle yapamayacağını anlayınca diğer elide eşlik etti. Islak çamaşırını aşağı indirdiğinde sol eline çarpan penisinin sıcaklığı içinden şiddetli bir lav akıyormuş hissi uyandırmıştı. Bacaklarını birbirine bastırma dürtüsünü engelleyemedi. Şimdi Halilin iki eli ardındaki fayansa yaslıydı, gözleri kendi gözlerinden bir an bile ayrılmıyordu. Solukları birbirine karışıyor, nefeslerini ortak alıyorlardı.
"Parmaklarını dolar mısın Nazlım? Elinin sıcaklığı... Hissetmek istiyorum."
Yine dudaklarına çarparak fısıldanan kelimelere itaat etmenin ötesinde bir ihtimali yoktu. Kor ateş gibi teni avcunun içerisine alıp, parmaklarını etrafına doladığında ıslık gibi bir ses çıkararan nefesini aldı Halil.
"Halil... Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."
Mırıldar gibi medet dilendi kocasından.
"Onu biraz daha sık Nazlı. Çok... Çok güzel bir his. Elinin içerisindeyken böyle hissediyorsam kadınlığından alacağım zevki düşünmek bile kanımı kaynatıyor."
Halil rahatsızlık veren çamaşırından kurtulmak için geriye çekildi. Bedeninden ayrılan ellere hızla kavuşma isteğiyle ıslak çamaşırı çıkarıp öylece bir köşeye attığında Nazlı dikkatle erkekliğine bakıyordu. Ereksiyonu can acıtacak boyuttaydı.
Nazlı ise sertleşmiş, rengi koyulmuş penisinden gözlerini ayıramıyordu. Sanki bir şey onu oraya bağlamış, gözlerini kontrol etmesine izin vermiyordu. Halilin bir şey söylemesini beklemeden tekrar uzandı, dokunmak hoşuna gitmişti. Halilin bedeni tertemizdi. Titiz hâli bedeninin en mahrem yerinde de hüküm sürüyordu. Nazlının elinin üzerine konan elle bakışları onu dikkatle izleyen adama değdi.
"Aşağı yukarı okşar mısın?"
Nazlı onaylar şekilde başını sallayıp Halilin yönlendiren eline uyum gösterdi. Halille beraber eli hareket ettikçe penisinin damarları daha belirgin bir hâl alıyordu.
"Nazlı... Nazlı... Nazlı..."
Ne olduğunu anlamadan Halil geriye çekildi. Yeşil gözleri neredeyse kara iki deliğe dönüşmüştü. Önünde bir anda diz çöktüğünde "Ne yapıyorsun" diye fısıldadı. Halil ise onu duymuyormuş gibi ıslanmış çamaşırını çıkarmak için iki elini beline atıp, bedenine yapışmış küçük parçayı bacaklarından çıkarıp biraz önce kendi çamaşırını fırlattığı köşeye attı.
Nazlı mahreminin ilk kez böyle açıkca bir durumda kalmasından kaynaklı nefes bile almakta zorlanıyordu.
"Halil! Halil ne yapıyorsun?"
Halil Nazlıyı duymuyormuş gibi uzanıp öpücük bıraktı.
"Halil!"
Nazlının güçlü çıkan sesine alttan bakışlarını kaldırdı.
"Seni rahatlatacağım."
"Ne? Halil bu... Çok şey..."
Halil gözlerini Nazlıdan ayırmadan sol ayağını diz kapağında kavrayıp omzuna doğru attı. Kızın dehşetle açılan gözlerine bakmaya devam etti.
"Kendini tatmin ederken beni hayal ettin mi hiç Nazlı?"
Duyduklarını doğru duymuş olamazdı. Gözleri biraz daha irileşti.
Halil anlık Nazlının kadınlığına bakıp geri başını kaldırarak kıza baktı.
"Söylemeyecek misin? Sanki ben sana dokunuyormuşum gibi hayal ederek kendine dokundun mu?"
Bu soruya Nazlı cevap veremezdi. Hayır bu kadar cesur değildi. Halille ilk yakınlaştıkları zaman tatmin olmak isteyen bedeninin çağrısına kulak tıkayamamıştı ama sesli söyleyemezdi.
"Dokundun... Benim gibi sende hayalinde benimle seviştin."
Nazlı dengesini kaybedecek gibi hissettiğinde musluk başlığından tutundu sıkıca.
"Konuşma böyle..."
"Tadını çok merak ediyorum."
Bile isteye onu kışkırtıyordu sanki. Omzundaki dizinin iç kısmına ıslak ıslak öpücükler bırakmaya başladığında karnının içerisinde sarsıntılar oluşmaya başlamıştı. Halilin sağ elinin havalandığını ve bacaklarının arasına girdiğini gördüğünde gözlerini sıkıca kapattk. Bunu görmeye dayanamazdı.
En hassas noktasında hissettiği parmaklarla genzinden yukarı çıkan ses kendinin olamayacak kadar değişikti.
"Halil lütfen..."
"Sırılsıklamsın Nazlı..."
Halilin işaret parmağı kadınlığının girişinde dairesel hareketlerle dönmeye başladı.
"İçine girmemi istiyor. Beni içinde istiyorsun Nazlı."
"Ko-nuşma...lütfen, bu çok utandırıyor beni."
"Karımsın sen."
Halilin nefesinin sıcaklığını iyice hissettiğinde gözlerini daha sıkı yumdu. Dudaklarının sürtünmesiyle mırıltı gibi bir inleyiş daha duyuldu banyoda. Ama sonra bir anda çığlık attıracak şiddette bir saldırı oldu. Halilin parmakları kadınlığının katmanlarını aralayınca dili hassasiyeti can yakacak bir yere acımasızca saldırmaya başladı.
Nazlı elinin tersiyle ağzını kapatıp inlemek ve hıçkırmak arasında sıkışıp kalmış sesini kontrol etmeye çalılıyordu. Halil ise sadece dilinin saldırısıyla yetinmeyip dişlerinide kullanmaya ve Nazlıyı sıkışıp kaldığı bu andan uzaklaştırmaya devam etti. Dili sızıların kaynağına sürtündükçe, canına kast ettikçe karnının içerisinde hızla atan nabız istediğini almanın hayalindeydi. Tahrik olmuş bedeni orgazma ulaşmak için çok da zorlanmamıştı.
"Halil! Ahhhhhh!!! Dur ne olur!"
Sesindeki yalvarış durmasını değil devam etmesini istiyordu. Nazlı bu hissi kendi başına yaşamamıştı. Bu çok fazlaydı. Çok yoğun... Çok yakıcı... Çok güçlü... Orgazmın sarsıntısı bedenini kavrayıp onu zevk hissiyle kuşatınca kapanmış gözler, aralanmış dudaklar ve sık sık alınan nefeslerden başka sadece fayanslara çarpan suyun sesini misafir etti banyoda. Nazlının dermanı çekilen bedenine Halil ayaklanıp üstten baktı. Biraz önce omzunda olan bacağı dizinden kavrayıp kalçasına sardı.
"Kolunu boynuma sar. Sağ elinle de duş panelinden tutun Nazlı. Kucağıma çık."
Boşalmış bedenini hareket ettirmek oldukça güçtü ama denileni uslu bir çocuk gibi yaptı. Duş paneline tutununca Halil diğer bacağını da dizinden kavramış ve beline sararak kolaylıkla kucağına almıştı Nazlıyı. Nazlı sürtünerek kucağına çıkarılırken kadınlığında hissettiği sertlikle bir an sıçradı.
"Hiştttt... Sakin ol, boşalmam gerek sevgilim ve ben kadınlığının tadına bakmak istiyorum."
Nazlının kulağına dudaklarını yaklaştırdı. Dilini kulağının alt kısmında gezdirip küçük bir öpücük bıraktı.
"İçine şimdi girmeyeceğim Nazlı ama kendi elimede boşalmayacağım."
Bedenini öne iterek penisini kadınlığına iyice yasladı. Nazlının kapanmak ğzere olan gözlerine "aç gözlerini" diye fısıldadı.
"Bu hayalinden bin kat daha güzel."
Nazlı zorla aralık tuttuğu gözlerini yanan ormanlardan ayırmadı.
"Seni hiç böyle düşünmemiştim."
Halil kendini biraz geri çekip tekrar kadınlığının arasına kaydırdığında Nazlı sırtını fayansa daha gğçlü bastırdı.
"Böyle derken?"
Sıcak penisi biraz evvel yaşadığı orgazmın kalıntılarına bulanarak sürtünmeye devam etti.
"Bu kadar... Tutkulu?"
Halil gülümser gibi dudaklarını kıvırdı ama bu Nazlının tüylerini ürperten bir gülüştü.
"Nazlı henüz içine girmedim bile."
Kendine yakaladığı ritimle sürtünmesinin hızını artırdı.
"Sıcaklığında girip çıktıkça inleyişlerimi dinlemedin. O gün... Bursada altımda kıvrandığın günü hatırlıyor musun?"
"Halil..."
"Hatırlıyorsun... Göğsünün yumuşaklığını ağzımla hissettikten sonra seninle ilgili hiç bir şey masum değildi Nazlı."
"Ahhhh..."
"O gün seni bırakıp eve döndüğümde yaptığım ilk şeyi bilmek ister misin?"
"Sus... Sus lütfen sus!!!"
Nazlının bacaklarının arasında gelip giden, ateş gibi yakan uzunluk karnında oluşmak için çırpınan alev topunu hırslandırıyordu.
"Banyoya girip şu an yaptığımız şeyi hayal ederek kendimi okşadım. Yüzünü fayansa yasladığımı... Kalçalarını ayırıp arasında gidip geldiğimi düşledim..."
"Halil... Lütfen, yapma!"
"O gün sende beni hayal ederek boşaldın mı Nazlı? Söyle!"
"Sus!!!"
"Söylemezsen seni rahatlatmam Nazlı. Beni içinde gelip giderken hayal ettin mi?"
Yavaşlayan hareketleri istemsiz panik yaptırmıştı Nazlıya. Sanki içinde oluşan his kıyılarından çekiliyordu.
"Yaptım!!! Kahretsin durma sakın yaptım! Seni hayal ederek kendime dokundum!"
Nazlının takatsizlikle kapanmış gözlerine Halil yüzündeki sertlikten zerre taviz vermeden bakmaya ve yavaşlattığı hareketlerini hızlandırmaya devam etti. Zonklayışı can yakan penisi kaygan aralıkta hızla gidip gelirken Nazlının sık solukları ve iniltileriyle rahatlamak için bıraktı kendini. Sıcak spermeler kadınlığına doğru akarken sürüntümeyi bir an bile kesmedi.
Nazlının ve kendinin tükenmiş bedenini ayakta tutamadığı için yer değiştirip kendi sırtını fayansa yaslayarak yere doğru kaydı. Kucağındaki kızı düşürmemek için sıkı sıkı kavradı.
Nefesi düzene girene kadar konuşmadı. Nazlının omzuna düşmüş başı, tamamen tükendiği için halsiz bedeni kucağında öylece duruyordu. Sevişmeleri sırasında ne ara kapattığını hatırlamadığı yerdeki duş başlığına uzandı. Sıcak suyu uzanarak açtı. Suyun tekrar bedenine değmesiyle Nazlı kedi gibi mırıldanmıştı.
"Hayır Nazlı, uyuyamazsın."
"Azıcık..."
Halil sıcak suyu omuzlarına, sırtına tutarak üşümüş bedeninin tekrar ısınması için elini vücudunda gezdirmeye başladı.
"Hmmmm... Spora başlamalısın Nazlı, kondisyonun zayıf."
Nazlı elini göğsüne çarptı ama başını omzundan kaldırmadı.
"Pislik..."
"Sevgilim sadece seviştik ama kıpırdayamıyorsun bile. Seksden sonra günlerce uyuyacakmışsın gibi hissediyorum."
Nazlı yine elini çarptı ama kıkırtısı da duyulacak kadar güçlüydü. Halilin de dudakları kıvrıldı.
"Nazlı bu pozisyonda oldukça güzel, bunu da deneyelim bir ara. Ama sürtünmek yetmez bana, içine almalısın beni."
"Pisliksin Halil!"
Öyle söylemişti ama gülümsemesine mani olamıyordu. Halilin de kısık kahkahası dudaklarının daha çok kıvrılmasını sağladı.
"Halam tam olarak bundan korkuyordu biliyorsun değil mi?"
"Bence daha önce seviştiğimizi düşünüyordu. O yüzden hızla evlendirdi bizi."
Halil Nazlı görmesede başını salladı.
"Daha da fenası kapının kilitlendiğini duyduğu andan itibaren seviştiğimizden emin ve hiç bir şey yapamadığından aşağıda dört dönüyor olmalı."
Nazlı geriye çıkıp ciddiyetle kurulmuş cümleyi kafasında bir kaç kere tekrarladı.
"Aman Allahım!!! Beni mahvedecek..." |
0% |