Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Sen Çiğ Köfte Ben Lavaş, Sar Beni Yavaş Yavaş

@orenda

 

 

Hep beraber kahve içip bir birlerine bulaştıkları bir zamanın içerisindelerdi. Nazlı sık sık gözlerini Meyranın üzerinden ayırmıyordu ama. Meyranın hiç bir şey yokmuş gibi davranan tavırlarının altında çok büyük bir şey olduğunu görebiliyordu.

 

Gelen telefon onu incitmişti. Peşinden giden Yiğitin de onu incitip incitmediğiydi kafasına takılan. Yiğit de hiç bir şey yoktu farklı.

 

Hala Meyraya bulaşıyor, laf çarpıyor hatta kahvesine atmak istediği şeker küpüne bile göz dikiyordu.

 

Burda bir sorun yoktu. Bu standart Yiğitti işte. Sorun Meyradaydı.

 

Elinden alınan şekere kızıyordu ama sanki kızması gerektiği içindi. Onun sağına soluna laf atan Yiğite söyleniyordu ama yine olmayan bir şeyler vardı. Bir eksik, bir farklılık. Meyra ondan beklenilen neyse onu yapıyor gibiydi. Gözünün parıltısı bile verdiği tepkilerle örtüşmüyordu.

 

Sanki Nazenin de bir şeylerin farklı olduğunu anlamış gibi sürekli Meyraya bakarken buluyordu kendini. Sonra Nazlıyla göz göze geldiklerinde sözsüz bir şekilde sorguladılar durumu. İkisi de aynı anda bilmem dercesine omuzlarını silkti.

 

Yiğit Asafı sinir ettiği bir zamanda gözlüğünü kırmasını anlatıyordu. Dikkatlerini ona vermeye çalıştılar.

 

"Hayır madem kavga edeceğiz biraz daha hırpani davranmak gerekmez mi? Bence öyle! Adama kaybettiği flaş diskin hesabını soruyorum susuyor. Ben bağırıyorum o bakıyor. Bulacaksın diye saydırıyorum kaşını kaldırıyor. Dedim sonunda dövüşelim, böyle olmayacak dayağımızı da yersek hırsımızı atarız."

 

Nazenin kaşları havada tatlı bir gülümsemeyle bakıyordu Yiğitin anlattıklarına. Yiğit de zaten sadece Nazenine anlatır gibi ona doğru eğilmiş yüzünü gözünü buruşturuyordu.

 

"Sonra ne yaptınız? Ay kavga etmediniz inşallah Yiğit."

 

Yiğit küskünce Asafa baktı. Geriye yaslanıp başını iki yana salladı mutsuz bir ifadeyle.

 

"Kalktı ayağa, dibime kadar girdi. Aradaki iki üç santimlik boy farkı niye bir an büyümüş gibi oldu hiç anlamadım tabi ben onu."

 

"Dört!"

 

Asafın tek kelimesiyle tüm yüzler ona döndü. Asaf ise kahvesini dudaklarına yaslayıp bir yudum içti. Sonra yerine bıraktı. Ona kaşı kalkmış bakan Yiğite o zaman baktı.

 

"Boy farkı... Dört santim. Üstelik vücut kitle indeksinde kas kütle hacmim senden fazla olduğu için boyut olarak beni bir karış daha yukarda görüyor olman normal. "

 

Yiğitin ilk ağzı şaşkınlıkla açıldı. Sonra işaret parmağını Asafa uzatıp Nazenine döndü.

 

"Al işte! Al bak! Böyle bir adamla ben nasıl kavga edeyim? Sıfır eğlence. "

 

Nazenin tatlı tatlı kıkırdadı. Asafın herkese nötr mimikli suratı gülen Nazenine dönünde küçük bir tebessümle şekillendi.

 

"Sonra... Sonra ne yaptınız, kavga etmediyseniz?"

 

"Kızım ne yapacağız ya? Benim mavi ışık koruması en üst düzeyde üretilmiş gözlüğümü gözümden çıkarıp ikiye kırdı. Sonra da ' senin için bu kavga yeterli' deyip geçip geri oturdu."

 

Nazlının ve Nazeninin daha sesli Meyranın da kısık tutmaya çalıştığı kahkahası bir kaç başın onlara dönmesini sağlamıştı.

 

Halil biten kahvesine doyamamış gibi Nazlının elindekine uzanıp bir yudum aldı. Bol şekerinden kaynaklı da suratı anında buruştu.

 

"Boncuk bu şerbetten hallice."

 

Nazlı gülen yüzündeki ışıltıdan bir şey kaybetmeden sevgilisine baktı.

 

"Tatlı seviyorsam demekki."

 

O dudağını dişinin ucuyla azıcık kıstırıp, gözlerini de Halilin dudaklarına dikmese masumiyet çizgisi tartışılmazdı. Ama Nazlının Halilin nefsini sınayan bir cilvesi vardı. Konuşurken, bakarken, gülerken ya da sadece nefes alırken. Ama Halilin iradesine ardarda tekme atan cilvesi için de canını verirdi.

 

"Belli ki beni de alıştıracaksın boncuk hanım. Ya da bağımlı yapacaksın."

 

Bir iki öksürük sesiyle birbirlerinde olan bakışları ayrıldı. Yiğitin çatık kaşları ve çizgiye dönmüş gözleriyle ne oluyor der gibi baktılar.

 

"Siz konuşmayın! Bak çok ciddiyim sakın toplum içinde konuşmayın! Tövbe Allahım ya. Ortamın elektriği değişiyor ya. Ürperdim, şu hale bak!"

 

Kolunun üzerindeki tüyleri gösterirken oldukça ciddiydi.

 

"O gün Asaf seni elinden geçirmeliydi."

 

"Abi gibi abi be! Bana olan bu katıksız sevgin ne olacak senin abim?"

 

Halil ters ters Yiğite bakıp Asafa döndü.

 

"Geç değil hiç bir şey için. Bana olan saygındansa ben öyle şeylere takılmam."

 

Asaf tehlikeli bir şekilde dudağını kıvırdı. Bu gülüş Nazeninin gördüğü o sevimli gülüşlerden değildi asla.

 

"Cık... Keyif vermez."

 

"Yalnız küçümsediğiniz şahsım dört yıldır düzenli olarak kichbox yapıyor."

 

Halil biraz evvel şikayet etmemiş gibi yine Nazlının kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Asaf Bokator, Combato ve Silat konusunda ders veriyor ara ara. Bazen ağzımızdan çıkanları iki, üç, dört kere düşünmemiz gerek kardeşim."

 

Yğit gözlerini ayırıp onu zerre umursamayan Asafa baktı.

 

"Oha! Combato II. Dünya savaşında kalmadı mı lan? Sen ne çeşit bir ruh hastasısın? Karete neyine yetmedi?"

 

Asaf gelen soruyla anca Yiğite baktı.

 

"Tekniğini seviyorum."

 

Omuzlarını silkerek sanki ölümcül olan bir dövüş sanatından bahsetmiyorda günlük rutinindeki sporunu anlatıyor gibiydi.

 

O sırada Serkan yanlarına gelip keyiflerinin nasıl olduğunu sordu. Sonra Halille göz göze geldi.

 

"Asil Bey müsait şimdi. Yanına çıkıyorum, burda olduğunuzu mu söyleyim yoksa siz çıkar mısınız yanına Halil Bey."

 

Halil cümle bittiğinde ayaklanmıştı bile.

 

"Yok ağabey, çıkıyorum eniştemin yanına."

 

Sonra sıradan bir rutini tekrarlayıp Nazlının saçlarına öpücük bıraktı.

 

"Siz takılın, eniştemle konuşmam lazım benim. Gelirim birazdan."

 

Nazlı ilişkileri üzerine konuşulacağını düşündüğünden giden Halilin ardından bir süre baktı. İçinden de hiç bir sorun olmaması için bir sürü dua sıraladı. Babasını biliyordu, ona çok güveniyordu ama insan istemsiz de bir geriliyordu işte.

 

Halil merdivenleri çıkıp eniştesinin ofis olarak kullandığı kısıma geçtiğinde kapıyı tıklattı. Gelebilirsin komutuyla da içeri geçti.

 

Asil önündeki faturalardan başını kaldırıp Halili gördüğünde tebessümle baktı. Ayağa kalkıp oğlunu karşıladı.

 

"Geleceğinden haberim yoktu, be zaman geldin?"

 

"Bizimkilerle aşağıdaydık enişte. Bir saatten fazla olmuştur. Serkan ağabey işini bitirdiğini söyleyince uğramak istedim."

 

"İyi yapmışsın oğlum, evde fırsat bulamazdık. İyi yaptın gelmekle, soracaklarım var sana."

 

"Bende onun için geldim enişte, anlatmam gerekenler var ama işin varsa bekleyebilirim."

 

"Geç otur bakalım, işim yok."

 

Misafir koltuklarında karşılıklı oturdular.

 

"Halana bu kadar erken söylemeni beklemiyordum."

 

Halil o anı hatırlayınca istemsiz kasıldı. Hem bir miktar utandı hemde halasının verdiği tepkiye gülmek istedi.

 

"Böyle olması gerekiyordu enişte. Biran önce öğrenmiş olması iyi oldu. Gizleme maksadım hiç olmadı biliyorsun."

 

"Halan evlilik diyor. Bu çok acele verilmiş bir karar değil mi?"

 

Halilin şu hayatta sakınmadan, saklanmadan konuşabildiği tek kişi eniştesiydi. Ergenliğe girerken bile eniştesi erkek olmak üzerine konuşma yapmış, hep yanında olmuştu.

 

"Enişte bizim Nazlıyla uzatılmış bir ilişkiye ihtiyacımız yok. Üstelik ben Nazlıya giderken bile bu böyleydi. Benim ondan başka hiç ihtimalim olmadı. Halamın da uzun bir nişanlılık sürecini hoş karşılayacağını sanmıyorum zaten "

 

Asil gülümseyip geriye yaslandı. Bacak bacak üstüne attı.

 

"Hayırlı iş uzatılır mı Asil, şeytanı mı sokak araya diye başladı bile."

 

Halil kısık bir kahkaha attı. Başını da iki yana kabullenmişlikle salladı.

 

"Aksi düşüneceğini sanmıyordum zaten."

 

"Züleyhaya ikinizi bildiğimi söyleme yeter. Beni ikna etmek için kırk takla atıyor, sakın beni ele verme! "

 

İkisinin de yüksek sesle gülmesine neden olmuştu bu uyarı.

Asil asıl aklına takılan konuyu hatırlayınca yüzündeki o sakinlik yavaşca çekildi. Kaşlarını çatıp dikkatle karşısındaki yeğenine baktı.

 

"Halana düzenli bir hayatın olacağını söylemişsin. Bu ne demek Halil?"

 

"Enişte seninle konuşmak istediğim kısım burası. Önümüzdeki zaman içerisinde son saha görevine çıkıyorum. Bana yardım etmene ihtiyacım var."

 

Asilin üzerindeki tüm sakinlik kaybolmuş, duruşu dikleşmiş ve Halili daha dikkatli bir bakışla izlemeye başlamıştı.

 

"Neler oluyor?"

 

"Yakında farklı bir kimlikle medyada göreceksiniz beni. Yüzüm Türk ve dünya basınına ifşa olacağı için saha görevlerinde olamam artık. Bununla beraber görev bitiminde kısa süreli görevlere katılıp, kendime kurduğum hayatı devam ettirebileceğim."

 

"Medyayla ne işin olur senin?"

 

"Çok detay veremem enişte. Gördüğünüzde Nazlı tam olmasa da bir görevde olduğumu anlayacaktır ama halam problem çıkarabilir size. Onu sakinleştirmek için bir tek sana güvenebilirim. Her hangi bir tanıdığın yanında bilinçsizce kim olduğum konuşulmasın. Görevi tamamlayana kadar dikkatli olmanızı istiyorum. "

 

"Ne zaman gideceksin?"

 

"Henüz kimlik oluşturma aşamasındayız. Tamamlanınca başlayacağız. Ben yokken Asaf Adana da olacak. Her ihtimale karşı yirmi dört saat güvenlik çemberinde olacaksınız. Sizinle bir bağım ortaya çıkamaz ama bunu da riske alamam. "

 

"Yiğit de seninle mi olacak?"

 

"İlk aşamayı Yiğitin ekibi tamamlıyor sonra onun birimle görevi sonlanacak. "

 

"Bu ne demek? Ayrılıyor mu sizden artık?"

 

"Yiğit için birime baskı kurulmaya başlandı. Devlet Yiğitin ekibiyle beraber İncirlik üssünde görev almasını istiyor. Görev için bir takım imtiyazlara ihtiyacımız vardı. Bir kaç anlaşmanın içerisinde Yiğit de var."

 

Asilin kafası oldukça karışmıştı. Ne işi vardı Yiğitin askeri hava kuvvetlerinde.

 

"Neler oluyor? Ne işi var onun orda?"

 

Halil gözlerini anlık çekti eniştesinden ama sonra daha dikkatli baktı.

 

"Kurulmak istenilen yeni dünya Türkiyesi sadece savunmayı planlamıyor anlaşılan enişte. Yiğit ve ekibi ummandaki damla. Bu konu da bize yeterli bilgi verilmez. Sadece bizden beklenileni eksiksiz yerine getirmek için devlet ve hükümetle ortak bir anlaşmaya gidildi. Senden istediğim görev sürecimde sabırlı olmalarını sağlaman. "

 

"Ne kadar sürecek bu görev, ne zaman döneceksin?"

 

"Çok uzun bir zamana yayılacağını sanmıyorum. Net tarih veremem ama."

 

Asil yutkunup geriye yaslandı.

 

"Canın... Güvende olacak mı?"

 

Halil de eniştesi gibi geriye yaslanmıştı. Eniştesinin aksine oldukça rahat bir duruşu vardı.

 

"Can bu enişte. İçtiğin suda bile boğulma ihtimali varken insanın buna nasıl net bir şey söyleyeyim? Şimdi şu kapıdan çıksak eve gidebilecek miyiz onu bile bilmiyoruz..."

 

"Sen... Bu kararı verirken Nazlının mutluluğunu düşünerek mi karar verdin Halil? Bu konuda dürüst olmana ihtiyacım var. Uzun zamandır bu tutkun için yaşıyorsun, Nazlı için vazgeçtiklerin ilerde birgün aranıza girer mi?"

 

Halilin bu konuda tereddüdü hiç olmamıştı. O devletin himayesinden Güneşe geçtiğinde en önemli kurallardan birini de kendine kabul ettirmişti. Tüm eğitimlerden geçtikten sonra ona bir bürokratın yanında şoför olma görevi de verilebilirdi. Eğitimlmiş, tam donanımlı Turanlardan bir çoğu sessizlik içerisinde yıllarca gözcü de olabiliyordu. Halil de bunlardan biri olabilirdi. Şu an ise planlanan bu görevden sonra Halilin sahadan çekilmesiydi. Eğer birimine böyle daha çok fayda sağlayacaksa kabul etmekten onur duyardı.

 

"Enişte şu an Nazlıyla bir yola girmemiş olsaydım ve bu görev bana verilmiş olsaydı da ilerisi için tasarlanan bu olacaktı. Bize verilen görev her zaman aktif olacağız diye kabul edilmez. Ne şekilde daha çok fayda sağlayacağız diye kabul edilir. Eğer ülkem için yapmam gereken buysa ve benden bunu bekliyorlarsa ben başım gözüm üstüne der kabullenirim. Aklına kuşku düşürmeni istemiyorum. Bu görevi bana getiren Rusya da olanlar."

 

Asil tereddüde düşse de her zaman yaptığı gibi Halile güvenmeyi seçti.

 

Halil, Asilin yanından çıkınca aşağı indi ve sandalyesinde duran ince montunu eline aldı.

 

"Çıkalım mı Nazlı?"

 

Nazlı anlamak ister gibi yüzüne baktı. Halilin montunu giydiğini görünce ayaklanıp çantasını, montunu avuçladı.

 

"Hayırdır nereye?"

 

Halil, Yiğite öylesine bir bakış atıp elini Nazlıya uzattı.

 

"İşimiz var bizim, siz keyfinize bakın."

 

"E bizde gelirdik."

 

"Ördek ailesi miyiz biz? Niye takılıyorsun peşimize, Gururu da çağır istersen."

 

Halil ters ters bakıp Nazlıyı kendine doğru çekiştirdi.

 

"Halil gerçekten ne işimiz var?"

 

"Gözü üzerimde, kız abiliği yapmayan insanların olduğu yerde olmak istiyorum bir süre boncuk."

 

Nazlıyla konuşsa da bakışları Yiğitin üzerindeydi.

 

"Anasını satayım, halam bir şey demiyor. Eniştem ağzını açmıyor bu iki dingilin gözü dürbün gibi üzerimizde."

 

Söylene söylene Nazlıyı çekiştirip restorandan çıktılar. Ardında kalanların ne dediğini de zerre umursamadılar.

 

Bir süre yol aldılar, Nazlı defalarca nereye gittiklerini sordu ama Halil gülümseyerek bakmak dışında hiç bir şey söylemedi. Sonra şehir merkezinde cadde kenarına arabayı park etti. Oldukça büyük bir mağazaya girdi sonra da orta ebatlarda bir koliyle geri çıktı. Nazlı cama sinek gibi yapışıp kolide ne olduğunu anlamaya çalışsada koli bagaja girmişti bile. Halil tekrar arabaya bindiğinde iyice dibine yaklaştı.

 

"Neydi o? Ne aldın?"

 

"Çok sabırsızsın."

 

"Ama ne aldığını söylemedin!"

 

"Söylemeyi hâlâ düşünmüyorum."

 

"Biliyorsun! Biliyorsun tabi sabırsızın teki olduğumu ondan bu pislikliğin."

 

"Sabır en iyi eğiticidir boncuğum"

 

Bunu bir eğitmen havasıyla değilde sinir bozucu, serseri bir gülüşle söylediği için Nazlı dikkate bile almadı.

 

Nazlı bir zaman sonra yolun Yılankaleye dönmesiyle gülğmsemeye başladı.

 

"Yılan kale! Vallahi billahi Yılan Kaleye gidiyoruz. Ay niye gidiyoruz ki şimdi?"

 

Halil omuzlarını silkip yola devam etti.

 

"Özledim."

 

Nazlı uzun zamandır gitmediği yolu hiç görmemiş gibi bir merakla inceledi. Bazı yerleri ise gözleri ile sevdi.

 

Yol araba için uygun olmayacak raddeye geldiğinde ise aracı uygun bir yere park etti Halil. Ağzı bantlı koliyi de eline alınca ona dikkatle bakan boncuk gözlere baktı.

 

"Ne varki onda? Ay bu gün sana sinir oldum ben Halil!"

 

"Yürü bakalım sabırsız boncuk. Hadi dilin değil bacakların çalışsın."

 

Nazlı küskünce yüzünü dönüp kaleye çıkan patika yoldan tırmanmaya başladı. Surlara ulaşana kadar nefes nefese kalmıştı. Keşke Halil'den de öyle bir etki görüp kendinin hantallığıyla böyle yüzleşmeseydi.

 

Sur kenarında Halil elindeki koliyi kenara bıraktı. Sonra insanı hayran bırakan o manzaraya gözlerini dikti.

 

"On bir yaşını hatırlıyor musun boncuğum?"

 

Nazlı Halilin baktığı yere yaklaşıp yanında durdu. Onun gibi aşağıdaki manzarayı gözlemeye başladı.

 

"Bilmem... Hatırlıyorumdur heralde."

 

"Bana küstüğün ama ilk kez küskünlüğünü saklamak için kendini sıktığın bir zaman var onbir yaşında. Onu hatırlıyor musun?"

 

Nazlı kırık bir tebessümle baktı yanındaki adama. Çocuk Nazlının ilk kez gerçekten kırıldığı, küstüğü ama dillendirmeyi gururuna yediremediği bir gün vardı on bir yaşında.

 

"Hatırlamıyorum."

 

Halil elini uzatıp Nazlıyı ensesinden tuttu. Sonra başı göğsüne yaslanana kadar kendine sıkıca bastırdı.

 

"Yalancı bir dildar."

 

"Değilim yalancı!"

 

Halil alnını öpüp kısıkca bir gülme sesi çıkardı. Sonra Nazlıyı bırakıp koliye doğru yürüdü. Bantlı yerleri açıp içerisinden oldukça büyük, renkli bir uçurtma çıkardı.

 

İpini ayarlayıp eline aldı uçurtmayı. Nazlının onu dolu gözlerle izlemesine de güzel bir tebessümle karşılık verdi. Surun üzerine çıktığında yavaş yavaş uçurtmanın ipini salmaya başladı. Üzerinde her rengin olduğu, kuyruğunda sıra sıra çiçeklerin dizildiği bir uçurtma...

 

"Yanıma gelsene boncuğum."

 

Nazlı yavaşça sura çıkıp dikkatli adımlarla Halilin yanına ulaştı. Halil elindeki ipi sıkıca tutarken sağ elini Nazlıya uzatıp onu önüne çekti. Kalenin konumundan sebep sürekli aldığı rüzgar sayesinde uçurtma gök yüzündeki yerini bulmakta hiç sıkıntı çekmemişti.

 

"On bir yaşında saçlarını bir anlık hevesle kısacık kestiren sonra da günlerce saçlarım diye ağlayan boncuğu ahmak bir Halil bir kere daha ağlatmıştı. Özür dilemesi lazım o ahmağın."

 

"Halil..."

 

Nazlı gökyüzündeki uçurtmayı gözleriyle takip etti. Elinin içerisine ip topağı bırakılmış ama üzerindeki el çekilmemişti.

 

"O zaman çok da zeki olmayan o oğlan çocuğu hevesli ışıl ışıl parıltılarla ona gelmiş bir boncuğun kalbini kırdı. Sınıftaki uçurtma şenliğine en güzel uçurtmayı onun Halili yapar diye kapısına gelmişti ama ahmak Halil arkadaşı için tüm ışığını söndürdü minik boncuğun."

 

"Arkadaş değil! Sevgilisi!!!"

 

Halil yine gülümsedi. Usul usul ipi açmaya, uçurtmanın daha da yükselmesine yardım ediyordu. Saçlarının izin verdiği ölçüde Nazlının boynuna bir öpücük bıraktı.

 

"Ahmak diye boşuna demiyoruz ya biz o çocuğa. Gençlik hevesine yenilip boncuğunun hevesini yerle bir etti."

 

"Çok kırıcı konuştu..."

 

"Öyle yaptı. Bunun ne kadar kötü bir şey olacağını hiç düşünmeden peşimi bırak diye bağıracak kadar pervasızdı."

 

"Birde bıkmıştı şımarık isteklerinden, onu da söyle!"

 

"Evet... Öyle bir şey daha söylemişti bizim ahmak. Sende Allahtan hatırlamıyorsun be boncuğum."

 

Uçurtmanın kuyruğundaki çiçekler salındıkça Nazlının gülüşü büyüdü. Bir zamanlar bir uçurtma için deli gibi ağlayan o kızı hatırladı. Nasıl da dert etmiş, içerlemişti bu kadarcık şeye.

 

"Ben çocukluğumuza ne zaman dönüp izlesem senin sessiz sakince 'öyle yapayım o zaman ben' dediğini unutmam boncuk. Bana ilk kez hayal kırıklığıyla baktın sonuçta, nasıl unutayım? Ama ağlamadın. Kendi keyfime düşerken o gün hastayım diye okula gitmediğini de unutmam. Uçurtmalara artık dokunmadığını da. Bir önceki gün bütün sınıfa 'benim Halilimin yaptığı hepinizden güzel olacak' diye hava attığını da unutmam. Ama en çok... En çok o günden sonra benden hiç bir şey istemediğini unutmam Nazlı."

 

Nazlının Halille ilgili ilk hayal kırıklığı o gün olabilirdi. Hani insan asla kurumayacak sandığı bir ırmağın susuz kalışını bir anda görür de kabullenemez ya Nazlı öyle olmuştu. Uçurtma çok önemli değildi. Yarışma da önemli değildi. Ama 'şımarıklığından bıktım, bi rahat bırak artık beni' diyen kişi Halil olunca çok önemliydi. Yiğit ' şımarık derdi zaten hep, Gurur da 'rahat bırak beni' derdi. Ama Halil hiç söylememişti. Halile bunu söylettiren turuncu saçlı Miray'dı. Miray ile geçirilecek zamanın isteği söyletmişti. Arkadaş adına kimsesi olmayan Nazlının, Halil gibi bir kıymetlisi vardı. O kıymetlisi ise çilli, turuncu saçlı bir Miray için peşini bırakmasını istemişti.

 

Hiç küstüğünü dillendirmemişti Nazlı. Halbuki Nazlı birine küserse bunu ev adamı en az on kere duymuş olurdu. Birini çok sevmek aynı zamanda o kişiyle yaşanılabilecek her olumsuzluğu en üst perdeden hissetmek demekti.

 

O günden sonra ödevlerine yardım için Yiğite gider olmuştu. Bisikletin atan zincirini de babası, Serkan ağabeyi yapardı artık. Önceden ne olursa Halile giden Nazlı hiç gitmez olunca dikkat çekmişti. Zaten o günden sonra vicdan azabı olmuştu Halile.

 

Az biraz nazlansa, küstüm sana diye ağıt yaksa hallederdi tüm sıkıntıyı. Ama onun boncuğu yüzüne öyle boş boş bakıp " küsmedim, niye küseyim" dediğinde kala kalırdı.

 

Sonra Nazlının, Yiğit ve Gururla olan yakınlığı da canını sıkardı. Halilin matematiği çok iyiyken Yiğitten yardım istemesi olacak şey değildi ama ona gidiyordu.

 

"Çok kindarsın, tıpkı halam gibi. Kaç ay boyunca odamın kapısını bile tıklatmadın."

 

"Meşgulsündür diye. Malum Mirayın hiç durmadan arıyordu ya."

 

Nazlı uçurtmaya, Halil Nazlının boynuna bakarken gülümsediler.

 

"Atma! İki kere çıktık sadece. Daha konuşmadık."

 

"Sahi niye bitti o büyük aşk!"

 

"Boncuğum ne aşkı? Gençlik arayışı gibi bir şeydi o."

 

"Yok yok! O kız kuyruk gibiydi peşinde. Niye ayrıldınız siz?"

 

Halil bir öpücük daha kondurdu boynuna.

 

"Ter kokuyordu."

 

Fısıltısı rüzgarın sesiyle çok da anlaşılmadı.

 

"Ne!!!"

 

"Ne ne Nazlı, ter kokuyordu. Takıntılarım vardı o zamanlar."

 

"Ha şimdi yok yani?"

 

Halil boynundan köprücük kemiğine burnunu sürterek derin derin nefesler aldı.

 

"Hâlâ kokuya takıntım var, mesela senin kokuna çok takığım güzeller güzeli boncuğum. Zümrütün bebeklik pudrasına benziyor kokun, mis gibi."

 

"Narciso Rodriguez kendine yakıştırılan pudra tanımını duysa kendini imha ederdi Halil."

 

"Bir parfüm değil ki bu. Senle bütünleşmiş parfüm söz konusu olan."

 

Bedenini Nazlıya iyice yaslayıp elindeki ipi usul usul çözüp uçurtmanın yükselmesini sağlamaya devam ettirdi.

 

"Sana bir şey anlatmak istiyorum."

 

Nazlı Halile yaslanıp uçurtmasının gökyüzünde salınışının keyfini çıkardı.

 

"Anlat sevgilim."

 

"Bir gün eğitim sürecinde birimin adıyla dalga geçiyordu ordakiler. Daha yaratıcı bir isim bulamadınız mı niye Güneş diye makara yapıyorlardı. Sonra eğitmenlerimizden biri gelip yanımıza oturdu. Çok saygı duyduğum bir adamdı. Yasak olmasına rağmen ortamda içilen sigaradan bir tane alıp yaktı. Hepimiz ceza kısmını kafamızda hesaplıyorduk o anda."

 

"Ne yaptı size, aç bırakmıştır kesin?"

 

"Yok. Sigarasını içti sonra da bana hayatımdaki en önemli ip ucunu verdi."

 

"Neydi o?"

 

"Dünya için Güneşin anlamını sordu bize. Bir ikimiz teorik açıklama yaptı. Sonra kınar gibi baktı ve kendi konuştu. Güneş dünya için umut demek dedi. Karanlıktan sonraki beklenti. Işığa kavuşma hevesi demek. Dünya dönmek için bir sebebe ihtiyaç duyuyordu o da sebep olarak gökyüzünün en parlak yıldızını seçti dedi. Benim için güneş ırkıma hizmet diye de kendi güneşi ne bize taktim etti. Sonra bize hepimizin hayatında güneş olacak o şeyi sordu. Bir çoğumuz cevap verdi. Ben veremedim ama."

 

"Sonra... Sonra ne oldu?"

 

Uçurtma yükseldikçe Nazlı gözlerini ondan çekemiyordu. Ama kulakları da Halilin ağzından çıkacak kelimeleri gözlüyordu.

 

"Sonra buz gibi bir gecede uykunun içerisinde çok güzel bir gülüşe ulaşmak isterken buldum kendimi. Uyandığım sırada bile saf mutlulukla kıvrılmış dudakları, sevinçle parlamaktan rengi akşam batışını anımsatan gözleri düşledim. Ben yattığım uykudan kendi güneşimi bularak uyandım."

 

Nazlının elindeki ip topağı iyice açılmış, uçurtma gök yüzünde ulaşabileceği en üst sınıra ulaşmıştı. Eline değen bir şeyi refleksle yakalayacağım derken ipin ucunu tutamadı. Çiçekli kuyruğuna hayran kaldığı uçurtması gökyüzünde rüzgarın etkisiyle savrularak uzaklaşmaya başladı. Gözleri kaçan uçurtmasındaydı ama tüm bedenini titreten şey avuçlarındaydı. Cesaretini toplayıp bakamıyordu.

 

"Yanına geldiğim zaman, sana kendimi anlattığımda benden başka ihtimalinin olmadığını söylemiştin hatırlıyor musun Nazlı? İşte o gün alındı elindeki. Bana katıksız mutlulukla güldüğünde gözlerinin aldığı rengi hatırlattı."

 

"Halil... Halil ben..."

 

"Benim güzel yüzlü boncuğum. O gülüşü yüzünde gördüğüm bir anı daha bahşeder misin bana? O gülüşle parmağına bu yüzüğü takar mısın?"

 

Nazlı Halilin kolları arasında dönüp yüz yüze gelmelerini sağladı. Yüzünde tamda Halilin bahsettiği ışıltılı güzel bir gülümseme vardı. Gözündeki kahveler ışıltının da etkisiyle açılmış yine Halilin dediği gibi gün batımının son demini anımsatmıştı.

 

"Sen... Sen takar mısın? Şey... Benim ellerim titriyor da avcumu açarsam düşer diye korkuyorum."

 

Nazlının masum isteğiyle Halil avuçlarına uzandı. O günden beri her an yerine kavuşmak için bekleyen yüzüğü parmakları arasına aldı. Gözlerini kalbinde düğümlü kızın gözlerinden ayırmadan sağ elinin yüzük parmağına geçirdi. Uzanıp Nazlının alnını, kaşını, elmacık kemiğini öptü.

 

"Benim ömrümün en güzel düğümü hiç kopmasın gözlerin benden."

 

Nazlı parmağındaki yüzüğe hayran hayran baktı. Anlık Halile değen gözleri yüzüğüne doyamayışından tekrar eline kayıyordu.

 

"Çok güzel..."

 

"Güzel yüzün kadar mı? Yok... O kadar değil benim nazlı boncuğum."

 

Nazlı omzunu silkti. Ne kadar olduğu önemli değildi. Çok güzeldi, bulduğu ilk fırsatta bir çok kez öpüp çığlık atacak kadar güzeldi.

 

Uzanıp ısırılmaktan kızarmış dudaklarına bir öpücük bıraktı. Tam tadını hissedemeyişinden sebep ıslak bir öpücük daha kondurdu. Nazlının uzanıp ensesini tutuşu ve alt dudağını ağzına alışıyla masum öpücüğü daha tutkulu bir hâle bürünmüştü. İki eli yüzünün üzerinde, rüzgarla dağılan saç tellerini okşayarak kenara iteledi. Üst dudağında dilini gezdirip ağzının içine sızdı. Nefesinde hissettiği aşk, kalbini delirten bu his, kendine güneş tayin ettiği gülüşle her şeye değerdi...

Loading...
0%