@orenda
|
Keyifli okumalar yavru kuşlar.Hadi etkileşimimizi coşturalım. Bir sürü kişi de katılsın sizin sayenizde aramıza😘
Onu sıkıştıran üç çocuğun ne istediğini henüz anlamamıştı. Halime ninesine Halili sormaya gitmişti ve kursta olduğunu öğrenip üzgün bir halde evine dönmeye başlamıştı. Zaten çok yakındı evleri. Eskiden kendi balkonlarından bakınca bile görünüyorlardı. Ama buraya yapılan evler aralarına girmişti. Yüksek katlı oldukları için göremiyordu rahat rahat artık.
"Ne istiyorsunuz? Gidin başımdan!"
"Sen niye kız kardeşimi üzdün?"
Nazlı şaşırdı. Üçünü de tanımıyordu. Kız kardeşleri kim onu bile bilmiyordu.
"Kim ki kız kardeşin?"
"Niye matematikte grup ödevini yapmadı diye söylüyorsun öğretmene? İspiyoncusun kızım sen!"
"Sen Ecrinin abisi misin ki?"
"Evet! Benim kardeşime kızmış öğretmeni senin yüzünden!"
"Ama ödevleri ben kontrol ediyorum. Yapmamış, söylemem lazımdı."
"İspiyoncusun işte ispiyoncu. İspiyoncuların annesi ölüyormuş zaten. Baban da yeni anne almış bak. Senin gibi ispiyonculara böyle olur işte!"
"Sensin ispiyoncu. Hem benim annem var! Züleyha benim annem. Esma annem ona bıraktı beni. Kendi söyledi! Allah onu çağırınca Züleyha annemi göndermiş. Senin kardeşinde tembel. Anca anca ödev yapmıyor. Yapsaymış. Tembel işte!"
"Ben şimdi sana gösteririm tembeli!"
Nazlı daha ne olduğunu anlamadan arkasında duran çocuk hırsla sırtına vurdu. Dengesini sağlayamayınca öne, dizlerinin üstüne düşmüştü. Yüksek sesli bir çığlık attı. Dizleri kanıyordu. İkisinde de küçük taş parçaları vardı üstelik. Gördüklerinden sonra daha şiddetli ağlamaya başladı.
"Nazlıı!!!"
O sırada bağırarak koşan Halilin sesiyle kafasını kanayan dizlerinden çekti. Halil yolun başında, elinde sırt çantasıyla koşarak onlara doğru geliyordu.
Onu gören çocuklar hızla kaçmaya başladılar. Halil çantayı bir kenara bırakıp yerde bağırarak ağlayan kızın yanına çöktü.
"Ne oldu? Ne yaptılar sana?"
Boncuk gibi gözlerinden iri damlalar düşüyordu.
"İttiler beni Halil. Bak hep kan oldu. Taş var Halil!"
Sona doğru yine sesi yükselip ağlamaya başladı.
Halil çantasındaki pet şişeyi çıkarıp diz kapağına yavaşça dökmeye başladı.
"Niye kavga ediyorsun oğlanlarla? Enişteme söyleyim de gör sen!"
"Etmedim vallahi billahi! Etmemdim Halil. Kardeşi ödev yapmamış, ispiyoncu dedi bana. İspiyoncusun diye öldü annen dedi. Ondan ölmedi ki Esma annem. Söyledi ya babannem, Allah çağırmış. İspiyoncu olunca ölmez ki kimse. Dizim çok acıyo Halil."
"Ben o çocuklara gösteririm günlerini. Ağlayıp durma sende. Dokuz yaşındasın hala bağırarak ağlıyorsun. Sararız şimdi."
"Ama ikisi de kanıyor. Annem çorap giy demişti, kızar mı bana Halil?"
Halil suyla temizlediği yaraların kanamadığını görünce çantasını kurcalamaya devam etti. Peçete almamıştı yanına. Nefesini bırakıp üstündeki tişörtün uç kısmını yırtmaya başladı.
"Halil niye yırttın onu? Güzeldi o!"
"Sus boklu boncuk. En sevdiğim tişörtümdü. Dizlerini saralım da eve gidelim. Halam ikimizi de paralıyacak!"
Nazlı yaşı durmuş gözlerini yine soldurup baktı Halile.
"Şimdi niye ağlıyorsun?"
"Hani demiyecektin bi daha? Küsüyüm mü hı küsüyüm mü yine?"
"Ne demiyecektim?"
"Ondan işte. Ayıp o ,küfür bi kere o kelime. Hani demiyecektin? Babama dicem seni gör sen!"
Halil sonra fark etmeden boklu boncuk dediğini anımsadı. Gülecek gibi olsa da tuttu kendini. Şimdi bir saat buna da küserdi.
"Ha... O diyorsun, ağzımdan kaçtı boncuk. Tamam demem daha da. Hadi kalk sardım bak ayaklarını. Kanamıyor."
Nazlı dizinde sarılı mavi tişört parçalarına baktı. Hala çok acıyorlardı.
"Ama acıyo..."
Halil sıkılmış gibi derin bir nefes bıraktı. En az üç gün dizlerinin acısını söyleyip nazlanacaktı kesin. Sırtını dönüp Nazlının oturduğu yere çömeldi iyice.
"Sırtıma bin hadi. Ben götürürüm seni eve."
Nazlı biraz önce deli gibi ağlayan o değilmişcesine gülümsedi.
"Vallahi mi? Biniyim mi?"
"Vallahi vallahi! Binsene kızım kaldım ben böyle."
Nazlı omuzlarından tutunup bacaklarını beline sardı Halilin. Halil ayağa kalkarken bir iki sendelesede düşmeden toparladı.
"Boynumdan sıkı tut nazlı boncuk. Düşüp tekrar yaralanırsan bakmam sana."
Nazlı iyice boynuna sarılıp ayaklarını da sıkıştırdı.
"Halil..."
"Noldu yine?"
"Yiğitle Gurur hiç sen gibi güçlü değil biliyor musun?"
"Tabi kızım abiyim ben."
"Onlar beni hep düşürüyor sırtlarından. Bak sen taşıyorsun."
Halil duyduğuyla bir an duraksadı. Sonra yürümeye devam etti.
"Sen sırtlarına mı biniyorsun?"
"Tabi de biniyorum. Ama Gurur düşürdü beni daha ona binmem. Yiğit de hemen yoruluyor."
Evlerine çok kısa bir mesafe kalmıştı.
"Sen kimsenin sırtına binme boncuk. Ben taşırım seni."
"Sen hep ders çalışıyorsun ki. Kovuyorsun başından beni. Binecem işte."
"Binme diyorum kızım. Ağırsın sen, çocukların beli ağrır. Hasta mı olsunlar?"
Nazlı duyduklarıyla çok sinirlendi. Elinin tekini çekip Halilin kafasının ardına bir tane patlatmıştı."
"Ahh!!! Ne vuruyorsun kızım?"
"Sensin şişko! Uyurken çiyan gözlerini oyayım da gör sen. Anneme de gidip Halil düşürdü diyeceğim zaten. Kızsın sana!"
"Yalancısın sen. Hem inanmaz halam sana."
"Ağlarım ki."
"Ağla... Yine inanmaz."
Nazlı haklı olduğunu bildiği için sustu. Geri kolunu boynuna dolamıştı.
"Halil..."
"Yine ne oldu?"
"Tamam sen taşı sırtında beni. Ama şişko değilim ele?"
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Şu an yaşadığım şeyi bir zamanlar hayal ederken bile ne kadar eksik etmişim, fark ettim.
Halil yanımdaydı, dahası ben onun kolları arasındaydım.
Allahım aklıma mukayyet ol ne olur ben çığlık atacağım galiba. Kalbim deli bir hızla böyle çarpmaya devam ederse ambulans diye ortalığı birbirine katacağım.
Bir de çok güzel kokuyor şerefsiz. Keşler gibi boynuna burnumu dayasam, çocuğu ilk günden korkutur kaçırır mıyım ki? Keşke Nazenin burda olsa akıl verirdi. Meyra olmasın ama o şerefsiz rezil olmam için her şeyi yapar çünkü.
"Nazlım..."
"Hmm..."
"İyi misin güzelim?"
"İyiyim... Neden iyi olmayım iyiyim tabi. Niye sordun ki?"
"Çok hızlı nefes alıyorsun... İyisin değil mi?"
Gerizekalı Nazlı, adama koala gibi yapışıp, müptezeller gibi koklarsan sorar tabi sana bunu.
"Şey çok sıkı sarılıyorsun ya. Daraldım galiba yani of Halil! Kocamansın canım, ezdin, kırdın kemiklerimi. "
Allah beni bildiği gibi yapsın! Allah beni akılla ödüllendirip şu mallığımı alsın! Allahım bir Serdar Ortaç bir ben adam olmayız kurban olduğum. Kaç yıldır yolunu gözlediğim adama, sarılıyor diye atar yaptım! Aşkı fazla kaçırınca akıldan yeri daralttım ben kesin. Olmadım ben olmadım. Yapamadılar beni. Off...
Halil geriye çekilip kaşlarını kaldırarak bakınca inanmadığını anladım tabi. Oncacık aklımın kalmış olması bile şükür sebebi.
"Çok sarıldım diye..."
"Yok öyle değil de... Ben şimdi hiç alışkın değilim ya... Of be ne sıkıştırıyorsun beni? Kafam karışık şu an benim, niye geliyorsun üstüme?"
Annem babamla bir çekişmeye girerse mutlaka çirkefleşirdi. Kesin bir bildiği vardır onun. Üste çıkacak bir şey bulmak lazımdı sonuçta. Yoksa bu davar rezilliğimi torunlarımıza bile anlatır.
Allahım torun dedim inşallah yarabbim!
"Nazlım..."
"Hmm..."
"Micro ifade okumayla ilgili bir şey duydun mu hiç?"
"Bilmem duyduysam da şu an hatırlamamın mümkünü yok."
Sen böyle yakınımdan bana bakarken nasıl hatırlayım yeşil gözlerini ısırdığım?
Suratıma bakıp başını iki yana salladı. Sonra da daha fazla dayanamıyormuş gibi suratıma suratıma kahkahayla gülmeye başladı.
Allahım çok güzel gülüyor...
"Ne oldu? Ne oldu ki şimdi?"
Bir şey demeden ve güzel yüzünü daha da çekici hâle getiren gülümsemesiyle ensemden yakalayıp göğsüne bastırdı beni geri.
"Ben seninle ne yapacağım nazlı boncuk?"
"Bilmem... Bulursun sen bir şeyler. Akıllısın sonuçta."
Mırıl mırıl göğsünün kokusunda mayışırken anca bu kadarını söyleyebildi uçmuş aklım.
Halil daha fazla üşümeyim diye arabaya geçelim dedi. Ben konuştuklarımızın ve hissettiklerimin kıskacında cebelleşirken fark etmemiştim ama gerçekten üşümüştüm baya.
Arabaya binince ellerimi birbirine sürttüğümü görüp avuçlarına aldı. Kalbim tekledi sanki. Dudaklarına yaklaştırıp ısıtmak ister gibi üfleyince sonrada parmak uçlarıma öpücük kondurunca şey gibi oldum ben. Çok yüksekten bir anda aşağı düşer gibi...
"Üşüme nazlı boncuğum... Isıtırım ben seni."
Ellerime bakarak kurduğu cümleler ruhuma dokundu sanki. Aklım az az yerine gelmeye başlayınca daha dikkatli bakabildim güzel yüzüne. Gözleri çok güzeldi ama dudakları da çok güzeldi. Ben kalemle çizince sadece kenarları böyle belirgin olabiliyordu. Halilin niye öyleydi sanki? İnsanın dokunası geliyordu.
Ben dudaklarına dalmış izlerken göz göze geldik. Yeşil hareleri koyu çam ağaçlarının rengine dönmüştü sanki. Yutkunuşunu, adem elmasının hareket edişini izledim. Bir anda her yer ısınmış gibi bir ateş sardı tenimi.
Eli avucumdan çekilip yüzüme düşmüş saç tutamıma dokundu. Alıp kulağımın ardına sıkıştırdı. Sonra baş parmağı kulak hizamdan çeneme kadar sürtünerek ilerledi. Tüm tüy diplerim acı verircesine sızladılar sanki.
"Halil..."
"Çok güzelleşmişsin boncuk kızım. Hep güzeldin ama bu kadar... Çok fazla..."
Kelimeleri aheste aheste dudaklarından dökülürken baş parmağı alt dudağımın kenarını okşamaya devam etti. Biraz önce onun boğazından zorla geçen yutkunuş bende takılıp kaldı sanki.
Nefes almayı, gözlerimi aralayacak dermanı bulmayı ne çok isterdim.
Yüzünün bana yaklaştığını bile tenime değen nefesinin sıcaklığından anlayabildim.
"Halil..."
"Özlemek ölmekten bir harf fazla demişler Nazlı. Gözlerini hayal ederken kaç kere öldüm biliyor musun?"
"Biliyorum Halil... Adını fısıldayarak uykuya daldığım gecelerden biliyorum..."
Nefesi hâlâ bu kadar yakınken ve ben gözlerimi açacak cesareti bulamazken o nasıl karşımda böyle güçlü durabiliyordu ki?
Çenemde bir baskı hissedince saç diplerimden itibaren bir titreme sardı bedenimi. Kor bir ateş çeneme dokunuyordu ama ben böyle yanarken hiç acı çekmiyordum. Daha fazla kıvranamam dediğim anda dilinin ucunu hissettim çenemde. Şimdi ölecektim!
Aptal Halil ilk günümüzde beni öldürecekti!
Gözlerimi araladığımda onunda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Elleri yüzümü kavrayıp alnını alnıma yasladı. Minik minik üç kere vurdu.
"İrade denilen şey sana kadarmış..."
"Halil kalbim çok hızlı atıyor... Ben bayılacağım galiba."
Gözleri hâlâ kapalıydı galiba. Kirpiklerinin kıpırdayışını hissediyordum.
"Halbuki seni daha öpmedim bile nazlı boncuğum."
Dediğiyle tekrar durulacak gibi olan kalbim hızlı hızlı attı. Ağzımdan fırlayacaktı şimdi.
"Öpecek misin ki?"
Geriye biraz çekilip tekrar yüzümü karış karış gezdi bakışları. Ne düşünüyor zerre anlayamıyordum. Sonra bir anda çenemi dişlerinin arasına aldı. Boş bulunmanın verdiği vehametle çığlık attım.
"Halil!"
Şimdi düz bakan o ifade yoktu. Eğlenen, yeşillerinde ışıltılar gezen bir gülüş vardı yüzünde.
"Sen söyle boncuk kızım. Bu kadar hasretten sonra ben sana dokunmadan durur muyum?"
Yine boğazımdan geçmedi kelimleri. Onunla öpüşsem nasıl hissederdim diye düşünmekten alamıyordum ben kendimi. Dudaklarını dudaklarımda hissetsem...
Kesin ölecektim... Düşünürken bile böyle hissediyorsam ben rezilliği elimden bırakmayıp ölecektim. Öpüşürken öldüm diye annem bir kere daha öldürecekti beni. Of!!!
Halil geriye çekilince rahatladım biraz. O çok yakınken benim tüm herşeyim bir birine karışıyordu sanki. Bir şey demeden arabayı çalıştırdı. Nereye gittiğimizi sormak istiyordum. Hava kararmıştı ama saat kaç bilmiyordum. Halile nereye gittiğimizi soracağım anda telefonu çaldı.
Aslında Bluetoothdaydı ama çıkarıp kulağına dayadı.
"Söyle!"
"..."
"Aldılar! Eksik yoktu, kontrol ettim."
"..."
"Sorun yok! İstanbulda olmayacağım bir süre."
"..."
"Ne kadar uykudayım!"
"..."
"Sustaya ben söylerim, beraberiz! Tamam..."
Merak ediyordum kiminle konuştuğunu. Sesi benimle konuşurkenki tınısından çok farklıydı, çok soğuktu. Bir süre konuşacak mı diye bekledim.
"Halil... Şey önemli bişey mi oldu?"
Yola bakmaya devam etti. Dudağımı dişlerimin arasına kıstırıp soruma cevap verecek mi diye beklemek çok zordu.
"Bir süre etrafındayım Nazlı boncuk. Tatile çıktık Asafla."
Kelimelerin gerçekliğini anlayınca eminim gözlerimden havai fişekler çıkmaya başlamıştı.
"Nasıl yani? Burda mı? Bursa da mı kalacaksınız?"
"Öyle olacak boncuk hanım."
Gözünü yoldan ayırmadan elimi tutup dudaklarına bastırdı.
"Burda ev ayarlamak lazım. Göreve gitsem bile dönüşü Bursa yaparım artık. "
"Şey... İstanbulda evin falan, kurulu düzenin yok mu ki?"
"Yok güzelim, benim uzun zamandır evim yok... Üç yıldır toplasan üç ay kalmadım orda. Şimdi uzun süre sahaya sürmeyecekler belliki beni."
Çok merak ediyordum. Nasıl bir şeydi bağlı olduğu birim. Mesela Rusya da ne yaptığı. Sormamak için deliriyordum. Ama ilk gündende sıkboğaz etmiş gibi mi olurum diye düşünüyordum.
"Halil... Ben sana soru sorunca rahatsız oluyor musun? Yani merak ettiklerimi işte."
"Rahatsız olmuyorum Nazlı. Sen benim hayatımın en kıymetli kısmısın, senden bir şey saklamak gibi gayem de yok. Sadece bu konulara çok kafanı yorup, olmadık çıkarımlar yaparsın diye endişeleniyorum. Beni bir asker gibi göremez misin? Görevini yapan, sonra evine gelen bir asker."
Evine geleceğini bilsem ah bi. Keşke buna emin olabilsem.
"Nazlı... Şimdi Asafla bir işimiz olacak. Seni yurda bıraksam, sabah okula ben götürsem olur mu güzelim?"
"Sorun değil, kızlar merak etmiştir zaten" diye fısıldayıp önüme döndüm. Telefonuna üst üste bir kaç mesaj geldi. Gözüm sürekli takılsa da bir şey sormadım. Hem merak ediyordum hemde duymak istemiyordum.
Kısa sürede yurdun önünde durdu. Yönünü bana dönünce bende ön camdan ayırdım yüzümü.
"Sabah kaçta dersin güzelim?"
"İlk ders dokuzda."
"Saat yedi buçukta hazır ol boncuk hanım. Kahvaltı yapalım beraber."
Ben bir şey demeden üzerime eğilip dudağımın ucuna değecek şekilde öptü.
Yemin ederim dudağıma çok yakındı. Asla yanağım değildi, dudağımda hissettim yemin ederim!
Yine çok yakınımdan yüzümün her yerini izlemeye başladı. Hiç kimse bu kadar dikkatli bakmamıştı bana. O hem beraber büyüdüğüm çocuktu hemde hiç tanımadığım bir adamdı. Çünkü ben hiç onun böyle baktığını görmemiştim.
Ondan uzaklaşmadığımı görünce aynı yere bir kere daha öpücük bıraktı. Sanki biraz daha ıslak bir his yayıldı öptüğü kısma.
"Halil... Ben çok farklı hissediyorum..."
Gözleri bu kadar yakınken çok daha güzeldi. İçindeki siyah parçacıkları net olarak görebiliyordum sanki.
"Nazlı... Boncuk kızım..."
Kelimeleri dudaklarıma çarptı. Dudaklarının ılıklığı alev alev dudaklarımda çok hoş bir his bırakıyordu.
Elim benden bağımsız yüzüne uzandı. Kısa sakalları avuçlarımın içindeydi işte. Dokunuyordum ona. Benimdi artık...
Sonra bir balyoz yedim karnıma. Alt dudağımı ılık dudakları kıstırıp, dilinin ucuyla dokununca can havliyle omuzlarına tutundum. Titriyordum! Dişlerimin dipleri sızlıyordu sanki.
İlk hafif olan baskı, dilinin alt dudağıma sataşır gibi sürtünmesiyle içimi ürpertti.
"Dudaklarını arala nazlı..."
Fısıltısını kulaklarım duyuyordu ama aklım komut verecek iradeyi eline geçiremiyordu.
"Ağzını benim için aç sevgilim. Tadını bilmem gerek. Bu gece tadını bilerek uyumam gerek."
Sesi çok kısıktı aslında o zaman nasıl böyle her yanımı uğuldatır gibi hissettiriyordu?
Kendime azıcık gelir gibi olunca dudaklarımı araladım. Dilinin ucunu üst dudağımda hissettim. Boydan boya ıslaklığını yayıp ağzımdan içeri girince karnımdaki sancı şiddetini artırdı. Kalbimi tutmak istedim. Azıcık sakinleşsin, biraz bana izin versin diye avcumla sıkıştırmak, uslu durmasını sağlamak istedim.
Onun genzinden kopup, ağzıma yayılan inleyişiydi belki de beni kendime daha çok getiren. Tadını merak eden dilim ağzımda hafifçe kıpırdayan dile dokundu. Halil yüzümdeki elini hızla enseme atıp beni daha çok kendine çekti. Biraz önce azıcık dokunduğum dilin ablukasına yakalanmıştım. Damağımda geziyor, tadımı gerçekten doya kana hissetmek ister gibi bir hızla beni darmadağın ediyordu. Dilimi yakalayıp emmeye başladığında kasıklarıma şiddetli bir sancı saplandı. Tırnakalarım omzuna geçmişti muhtemelen. Sanki düşüyordum ve tutunacak tek dalım omuzlarıydı

Üzerinden attığı çekingenlik şimdi hırslı bir öpüşe bıraktı. Ben yaklaşamıyordum bile hızına. Üstelik bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum. Onun öpücüğünde savrulmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Nefes alamadıkça göğsüm daraldı. Titremelerim artınca azıcık çekildi. Ama azıcıktı, dudakları hâlâ dudaklarıma yaslıydı. O da derin derin soluyor, aldığı nefesi benimle paylaşıyordu.
"Sen... Sen beni mahvedeceksin. Tadının kölesi olurum ben. Nazlı sen beni bitireceksin..."
Şiddetli soluklarının arasına giren kelimeleri ağzımın içinde kayboldu. Kendimi toparlayabilsem. Ah azıcık kendime gelebilsem mahvolanın ben olduğumu söylerdim. Bu hissin kölesi olacak acizin sadece ben olabileceğini ona kelime kelime anlatırdım.
Yapamadım... Aklımda, kalbimde ağzımın içinde hâlâ hissettiğim tadında iradelerini yitirmişlerdi...
Arabadan inmek, asansöre binmek ve odaya gelebilmek öyle zordu ki. Bacaklarım titriyordu. Aklım yürüme komutunu veremeyecek kadar uçmuştu. Zor şey odaya girdiğimde sürüklediğim adımlarım yatağımda durdu. Bir külçe gibi yığıldım.
Meyra elinde pudinkle karşıma dikilip, yeni dünya canlısına bakar gibi baktı bana.
Sonra da böğürürcesine gülmeye başladı. Öyleki elindekini zor yatağın üzerine bırakıp yerde debelenmesi gözlerimi iri iri açmama neden oldu.
Tuhaf hali biraz önceki depremimden beni sıyırdı.
"Ne... Ne oldu? Neden gülüyorsun?"
Durulmaya çalıştıkça daha çok gülmesi sinirimibozdu.
"Gerizekalı niye gülüyorsun şimdi?"
Zor şer yattığı yerden doğrulup suratıma baktı. Mavi gözleri kızarmış, gülmekten yaş getirmişti.
"Seni salak! İnşallah çenene kadar yaydığın rujunu oğlanın suratından silmişsindir!"
Elim bilinçsizce çeneme gitti. Rujum vardı değil mi benim?
"Nezenin koş kız koş! Banyo yapmanın sırası mı şimdi? Nazlı milli olmuş, kutlamamız lazım!!!"
|
0% |