@orenda
|
Nazlı kulağına doğru fısıldanan kelimelerin etkisinden çıkmak için nerdeyse onunla bütünleşen nefes egzersizlerine başladı. İçinden saydığının bile farkında değildi.
İşaret parmağı, kızını okşar gibi camı okşuyordu ama sırtını yakan sıcaklık da dikkatini vermesine engel oluyordu.
"Çok özledim seni Nazlı. Azıcık sarılsam."
Halilin mırıltısı ve beline dolanan koluyla soluğu göğsüne durdu. Gözlerini camda tutmak o kadar zordu ki.
"Biraz koklasam seni..."
Burnu karma karışık saçlarının arasında gezinmeye başladığında ayak parmakları bile kıvrılmıştı terliklerin içerisinde. Karnına doğru, elinden yayılan ısı kaynar sular dökülmüş gibi yakıyordu.
"Hasretinle aylardır nefessizim Nazlı... Sıkıca sarıp, sarmalamaktan beni alı koyan tek şey canının yanma ihtimali..."
Halil mırıltıyla konuşuyor Nazlının karnında çırpınışları andıran kramplar dolaşıyordu.
İçinde tuhaf bir his vardı. Bir bilinmezlik, bocalama hâli tutukluğunu üzerinden atmasına izin vermiyordu. Daha doğrusu ne olduğunu bilmediği hisler baş göstermek için cebelleşiyordu.
Nazlı ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu ki. Büyük bir boşlukta savruluyordu sanki.
Aylardır Halilin yolunu gözlemişti ama sarılmamıştı ona. Neden olduğunu bilmediği bir kızgınlık vardı kalbini sıkan.
Göreve gitmişti. Nazlı bunu biliyor, kabul ediyordu da zaten. Ama yine de bir şeyler için sinirlenme isteği duyuyordu.
Mesela bir kare fotoğrafta, koluna dolanmış bir el aklına geldikçe öfke daha bir boynunu uzatıp bakıyordu Nazlıya.
Başka ne vardı? Başka...
Birde ona bir şey olmuş olabileceğini düşündürmüştü. Ağlamanın bile ona yasak olduğu zaman da yaptığı reva mıydı? Hiç mi düşünmemişti Nazlı bu haberi görürse ölür diye? Hiç aklına gelmemiş miydi Nazlı başka kadınları yakınımda görürse mahvolur diye?
Ama yapamazdı ki Nazlı. Üzülüp, ağlayamazdı. Onu doğuma alacaklarını söyledikleri an dudakları Halil diye sayıklamıştı sadece. Medet dilenir gibi elleri Halilin elini tutmak istemişti.
Çok korkmuştu Nazlı üzerini çıkarıp, hasta önlüğü giydirildiğinde. Ödü kopmuş, annesinin gelmesi için de yanındakilerden yardım istemişti. Ağzı ilk Halil diyecek olmuştu ama yoktu ki. Halil yoktu!
Sonra onu sedyeye yatırıp, buz gibi bir yere götürmüşlerdi. Bacaklarının arasını muayene ederken de çok korkmuştu Nazlı. Acıyacak diye çığlık atmıştı. Sanki acıya alışkın değilmiş gibi? Sanki aylardır bedeninde yer edinen ağrıları o çekmemiş gibi acıyacak canı için korkmuştu.
Çok ağlamak istemişti ama bebeği yine etkilenir diye dudaklarını ısırmakla yetinmişti.
Esra Hanımı görene kadar kendini ne kadar sıktığını bile bilmiyordu. Ona ağlamak istediğini söylediğinde kadının izin vermesiyle hıçkırıkları ameliyathanede yankılanmaya başlamıştı.
Esra hanım elini tutup onu uyutacaklarını, kızının artık doğacağını söylemişti. Bitiyor Nazlı demişti. Bitiyordu Nazlının elem dolu günleri.
Tam bunu düşünmek, artık sona yaklaştığını hissetmek isterken kızının şiddetli hareketiyle inlemişti. Bitmiyordu! Bitmiyordu işte Nazlının acısı, sancısı bitmiyordu. Kızına kavuşmanın sevincini yüreğini yaran bir gerçeklik silip atıyordu. Nazlı burdan çıktığında onu bekleyen ve deli gibi kaçtığı bir gerçekle uyanacaktı. Nazlı uyanacak, kızını göğsüne bastırıp yanında olmayan için deli gibi ağlayacaktı.
Uyutulmak için anestezi verilmeye başladığında dudakları son kez hasretle Halil dedi.
Kalbi acımasızca fısıldadı. Uyu Nazlı, uyanınca çok canın yanacak...
Ama öyle de olmamıştı. Beyninin onu iknaya çalıştığı her şey bir pelerinin altında kalmıştı. Bebeği doğunca acısını yaşamak için kendine izin veren Nazlıyı çok daha büyük bir sürpriz bekliyordu.
Ayılamayan bilinci hayal dedi ilk. Sonra öldün diye fısıldadı. Çünkü onun en son hatırladığı şey patlayan bir malikane ve içinde olan kocasıydı. Annesinin elini kavraması, babasının düşmüş omuzlarla bakması... Ve asla olma ihtimalini düşleyemediği gerçeğinin sönmüş yeşilleri kendine getirdi onu. Saçları hiç görmediği kadar uzundu, ensesine değiyordu. Sakallarıda yüzünü kapatmış, Nazlının hayranlıkla dokunduğu cildini gizliyordu. Ama gözleri ordaydı. Nazlıyı ömür billah kendine meftun eden gözler hüzünle kendine bakıyordu.
Ölmemişti Nazlı. Hayal de görmüyordu. Tam o an karnına gitmek isteyen elini annesi fark etmiş, kızının güzelliğini anlatıp içindeki yangını üç cümleyle söndürmüştü.
Şimdi ise bir camın ardında öylece uyuyan kızına beraber bakıyorlardı. Bunu düşünmek bile o kadar tuhaftı ki.
"Boncuğum..."
Halilin kısık sesi ensesindeki tüyleri diken diken etti.
"Çok ayakta kaldın sevgilim, odaya gidelim dinlen biraz. Canın acıyacak."
Nazlının burnunun direği sızladı. Şimdi eski Nazlı olsa bak ben ne kadar acı çektim der, ayaklarını yere vura vura ağlar, neler yaşadıysa bir bir anlatıp ilgi beklerdi.
Hala bekliyorsun Nazlı. Onun ilgisini iliklerine kadar hissetmek için değil mi soğuk yüzün?
Halil doğru söylüyordu. Karnının içi çok yanıyordu. Sert nefes alsa, o bile acıtıyordu. Ama minik kuvözündeki ışığını bırakıp gitmeyi de içi kabul etmiyordu.
"Ama... Bebeğim..."
Her an ağlayacakmış gibi çıkan sesiyle Halilin dudakları minicik kıvrıldı. Aklı almıyordu olanları. O göğsünde bebeğim diye sevdiği karısını, onlar için bir bebek doğururken bulmuştu.
Azıcık tüm günü gözden geçirecek olsa kafayı yiyebilirdi. Ülkeye girdiğinde yerinde duramamıştı. Her an uçaktan atlayıp evine koşma isteğini zaptetmeye çalışırken Yiğitin ona söyledikleri...
Dalga geçiyor sanmıştı. Böyle bir şeyin dalgası olur muydu hiç? Ama dediği her şey de o kadar imkansız geliyordu ki kulağına...
"Geç oldu saat Nazlı. Dinlenmelisin, bir şeyler yiyebilir misin doktora soracağım. Sık sık kızımıza bakmaya geleceğim söz. Hadi güzel boncuğum."
Nazlı gerçekten çok bitkindi ve Halilin söylemesiyle midesindeki açlık burmuştu içini. Uykusu da çok geliyordu.
"Hep bakacaksın ama... Korkar belki..."
Halil, Nazlıya nasıl davranacağını bilemiyordu. Ne hissediyor, ondan nefret mi ediyor ya da daha kötüsü Halile dair hiç bir his yokmuydu içinde karar veremiyordu. Şimdi bir de böyle konuşması...
Her kelimesi ateş gibi yakıyordu. Kalbi durmadan sen ne yaşadın Nazlı? demenin ötesine geçemiyordu. Cevaplar onu mahvedecek biliyordu ama.
"Söz veriyorum sürekli geleceğim yanına boncuğum. Yalnız bırakır mıyım hiç? Korkmasına izin verir miyim?"
Nazlı ilk o zaman gözlerini gösterecek kadar yüzüne baktı. Hiç bir şey demedi. Ağzını açıp Halile tek kelam etmedi ama gözleri... Halilin zihnindeki şeytanlar hiç susmadan konuşuyordu. Şimdi ise onun yokluğunda ne kadar korktuğunu yüzüne çarparak yakıyorladı canını.
Duyacağı cevaptan ödü kopmasa bensiz çok mu korktun diye soracaktı. Ama bu sorunun cevabını duymaya yetmiyordu yüreği.
Kapının önünde bırakılan tekerlekli sandalyeye oturttu Nazlıyı. Bu sefer hastabakıcıdan destek almadan, kendisi sürerek odasına kadar götürdü. Odada bekleyenler hemen yatmasına yardım etmişti.
Halil kimsenin yüzüne bakamıyordu. Hiç biri ona ne kızgınlıkla ne de kırgınlıkla bakıyordu ama Halil sığamıyordu hiç bir yere.
Adımları onu Nazlının doktoru olduğunu öğrendiği kadının odasına taşıdı. İçeri girdiğinde kadının gitmek için toparlandığını gördü. O zaman saatin ne kadar geç olduğunu idrak edebildi.
"Ben... Çok üzgünüm, saat çok geç olmuş. Ben çıkayım..."
Kadının dik bakışları üzerinde bir iki tur dolaştı.
"Gelin lütfen Halil bey. Bir bekleyenim olmadığına göre yarım saat geç çıkabilirim."
Eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret ettiğinde Halil kadına bir kez daha bakıp derin bir soluk aldı. Geçip oturduğunda doktor elindeki çantayı bırakmıştı.
"Benimle ne konuşmak istiyorsunuz Halil Bey?"
Halil sıkıntıyla çenesini ovuşturup gerçekten ne sorması gerektiğini düşündü. Buraya gelmişti ama ne için geldiğini bile bilmiyordu.
"Ben... Ben ne soracağımı bilmiyorum. Ben ne yaşıyorum onu bile bilmiyorum."
Esra sandalyesinde sağa sola döner gibi hareket edip karşısındaki perişan adama baktı.
"İyi günümdeyim Halil bey. O nedenle işinizi kolaylaştıracağım. Anladığım kadarıyla askersiniz ve göreve giderken karınızın hamile olduğunu bilmiyordunuz. Tabi hamilelilk süreci hakkında malumatınız vardı. Doğru mudur?"
Halil dudaklarını sıkı sıkı bastırıp başını iki yana salladı.
"Ben bilmiyordum. Hamile oluşunu da bu güne kadar yaşadıklarını da bilmiyordum. Evime döndüğümde ise bir bebeğim olacağını öğreniyorum. Buna sevinecek olduğum an ise ikisinin hayatının tehlikede olduğunu duyuyorum. Ben ne yaşıyorum gerçekten bilmiyorum. Şimdi Nazlıya nasıl yaklaşmam lazım onu da bilmiyorum. Herkes Nazlı çok zor günler geçirdi diyor ama kimse karıma ne oldu söylemiyor. "
Halil peşi peşine kurduğu kelimelerden sonra derin bir soluk alıp karşısındaki kadına gözlerini dikti.
"Benim karıma ne oldu doktor hanım? Karım yeni doğum yapmasına rağmen nasıl bu kadar zayıf? Gözlerinde ışık vardır benim karımın, bebeğimizi doğurdu ama niye parlamıyor Nazlım?"
Esra başını onaylar gibi sallayıp önündeki kalemi parmaklarıyla çevirmeye başladı. Gerçekten de taze babayı tokatlayacak kişinin o olması çok komikti. Ama yapacak bir şey yoktu ve o bir doktordu. Gerçi şaşkındı da. Adamın Nazlının durumundan haberdar olduğuna emindi Esra.
"Siz gerçekten gebelikten haberdar değil miydiniz?"
Bu onu ilgilendirmezdi ama sormadan da duramamıştı. Kafası oldukça karışıktı şu an. Karşısındaki adamın düz bakışları zaten veriyordu cevabı.
"Değildim! Ne karımdan, ne de bebeğimden aylardır haber almadım ben. Neler olduğunu bana anlatacak mısınız?"
Esra bu işlerden, düzenden yada kaidelerden anlamazdı. Boşverip adamın sorusuna döndü.
"Halil bey, Nazlı çok zayıf çünkü kilo alımı yasaktı. Yüzü çok solgun çünkü yaklaşık yirmi üç haftadır doğum sancısı çeker gibi ağrı çekti. Bebeğinin ve Nazlının sağlığı hep bıçak sırtıydı. Duygusal olarak büyük bir çöküntü içerisinde olmasını bekliyordum zaten ki bu da hamileliği sürecinde üzüntüyü yasakladım diye kendini bu tür duygulara karşı gard oluşturma halinde tuttu."
Halilin duyduklarıyla aralanan dudakları ne diyeceğini bilemedi. Esra da halini anladığı için karşıdan bir soru beklemedi.
"Karınızın rahminde bir cenin ve iki kist vardı Halil bey. Nazlı bana şiddetli ağrılar, aralıklı kanamalarla ve büyük bir korkuyla geldi. İlk rahatsızlandığında Bursa'da muayene olmuş. Kistlerin durumundan dolayı kürtajın çok daha mantıklı olacağı kararlaştırılmış. Ama taze anne adayımız bunu istemediğinden başka çıkış yolları aramaya başlanmış. Nazlı bana geldiğinde yüzde yirmi beşlik bir ihtimal olduğunu ve bence de kürtajın en sağlıklı karar olacağını söyledim ama karınız bebeğini istiyordu. Bizde annenin isteği üzerine küçük ihtimallerden bir güneş doğar mı kolları sıvadık. Ha bu arada Nazlının bana gelmesini ne kadar Murat Bey ayarlamış görünse de son anda iptal edilen uçuşum ve görüşmeye gelen iki kişiden kaynaklı sizin haberiniz var diye düşünmüştüm. Ben sanırım biraz da o yüzden haddim olmayarak tepki gösterdim size. Nazlı ne kadar hastam olsa da duygusal bağ kurma olayını çözemiyorum ben. "
Halil hiç bir şey anlamadığı için sadece konuşan kadını dinliyordu. Nazlı hayatını riske atıp bebeğini doğurmaya çalışmıştı. Damla damla içine köz düşmeye başladı. Onun nazı, niyazı, canının tatlılığı her şeyden önce gelen karısı ikisinin bebeği için canını riske atmıştı. Sonra ise doktorun söyledikleri kafasını karıştırdı.
"Benim haberim olduğunu nasıl düşündünüz? Anlamadım!"
"Askeriyenin işlerine akıl sır ermiyor. Bundan dokuz ay önce yapay rahim projesinde görev aldım ve hasta alımlarını bıraktım. Enişteniz hastane yönetimine oldukça cömert teklifler sunmuş. Ayrıca çabasını taktir etmeliyim, teyzeme kadar ulaşıp benle irtibat kurmaya çalışmış. O yüzden bağışı biraz gereksiz olmuş oldu ama bunu bilmesine gerek yok diye düşünüyorum. Programın böyle yoğun olmasa tabiki Nazlıyı geri çevirmezdim lakin içinde bulunacağım proje de hayatımı adadığım bir çalışmaydı. Nazlıyı güvendiğim bir meslektaşıma yönlendirmek için bir kereliğine görüşmeyi kabul ettim. Ama Nazlının bana gelmesinden bir gün önce şu an oturduğunuz yerde bir Tuğgenaral ağırlamak durumunda kaldım. Nazlının tüm tedavi sürecini benim yönetmem gerektiğine dair rica görünümlü bir emirdi. Haklarını yemeyelim tüm programımı yeniden düzenleyerek yıllardır içinde bulunmak için çalıştığım projeden azledilmedim. Ben bu sebepten dolayı en başından beri haberdarsınız sanıyordum tedavi sürecinden."
Halil başını iki yana yavaşça salladı. Tuğgenaral dediği Ertuğrul Paşa olmalıydı. Ailesinin durumumdan Halil hariç herkes haberdardı demek ki.
"Hayır! Benim bir bilgim yoktu bu durumdan. Ülkede değildim."
Esra kaşlarını kaldırıp, dudaklarını gergince sıktı. Ne karmaşık bir aileydi ama.
"Anlıyorum. Neyse bunlar önemli detaylar değil. Zaten Nazlıyı gördükten sonra onu reddedemezdim. Yaşı ve durumunu göz önünde bulundurursak hiç beklemediğim bir dirayet örneği sergiledi. Çok güçlü bir karınız var Halil bey. Nazlı mucizevi hastalar listeme ekleyeceğim bir epikrize sahip."
Halilin karısına yapılan övgüyle dudaklarının kıvrılmasını burnundan nefes vererek dalgacı bir gülümsemeyle izledi Esra.
"O çok narin görünür ama çok güçlüdür."
İşte bu doğru bir tanımlamaydı. Halbuki Esra kistleri, konumlarını görünce beşinci ayda bu işin hüsranla biteceğine emin gibiydi.
"Gerçekten Nazlı beni yanılttı. Ve inanılmaz sevindirdi. Şu ana kadar tedavisine yüzde yüz uyum gösteren bir hastam olmamıştı. En azından beslenme listesinde kaçamaklar olurdu, Nazlı sıfır hatayla tamamladı."
"Şimdi peki... İyi değil mi? Doğumla beraber başka bir operasyon da geçirmiş. Bir sorun yok artık değil mi?"
"Kistleri temizledik rahimden. Her kadının düzenli yaptırması gereken kontrollerini aksatmasa yeterli. Sonraki gebelikler için bir problem olmayacaktır ama gebelik öncesi doktor kontrolü şart. Ama bir konuda sizi uyarmak istiyorum."
Halil yanağının içini kanatacak kadar ısırarak ve büyük bir sukunetle dinliyordu doktoru. Son söylediğiyle gözleri kısıldı.
"Bir... Sorun mu var? bebeğimiz mi? Bir problem yok dediniz!"
"Bebek gayet sağlıklı. Ben Nazlı için endişemi dile getirmek istiyorum."
"Neyi var? Kötü mü?"
"Psikolojik olarak nasıl olur kestiremiyorum. Nazlı sadecce hastam olmaktan çıktı bu süreçte. Tüm gebelik boyunca Nazlı dar boğazdaydı Halil bey. özgürce ağlayamadı, sinirlenemedi, korkusundan kaynaklı mutlu bile olmadı. Şimdi tüm bastırdığı duygular rahatlayacak, vücudu kendini salacak ve ona bu hisler nasıl döner bilemiyorum. Eşi olarak da bu süreçte en büyük destekçisi siz olacaksınız!"
Halil hızla başını salladı. Gözünden ayırmazdı. Ne gerekiyorsa yapar, iyi ederdi karsını.
"Ben ne yapmalıyım? Ne yaparsam iyi olur karım?"
Esra geriye doğru yaslanıp kollarını göğsünde topladı.
"Bu şekilde söylüyorum ama sırf sizi uyarmak için. Yoksa ben Nazlının çok şanslı bir kadın olduğunu düşünüyorum. Birbirine çok bağlı bir ailesi var. Hr aşamada destek oldular ve Nazlının bu yolu tamamlaması tamamen bununla ilgili. Şimdi yine ailesinin desteğine ihtiyacı var. Çok büyük bir koruma duygusunu işledi içine, bebek onu yordukça zorlanabilir. Yanından ayrılmayın mümkünse. Tabi bu benim uzmanlığım değil, uzman birine danışmanız daha doğru olacaktır."
Halilin her anını şüküre ayırmasına neden olacak en büyük gerçeği de buydu işte. Ailesi en dar anlarında Nazlıyı korumuştu ama aynı zamanda Halili de kurtarmıştı.
Aklına asla düşürmeye cesareti olmadığı diğer ihtimalle yüzleşiyor olsaydı şu an... Evine döndüğünde yas tutan bir kadın bulsaydı... Hızla silkelenip çıktı bu düşünceden. Aklına getirmeye bile tahammülü yoktu.
"Ben ne gerekirse yaparım. Şüpheniz olmasın, ikisinin de yanında ayrılmam."
"Bundan kuşkum yok Halil bey. Zor bir savaştı ama kızınız çok inatçı. Annesi ise inanılmaz sabırlı. Başaracaklarına olan inancımı yine Nazlı ve bıdığı sağladı. Bu gün evime sayelerinde mükemmel bir ruh haliyle gidiyorum. Umarım sizin için de zorlu süreç bitmiştir ve karınızla, bebeğinizin tadını çıkarırsınız."
Esra bu kadar konuşmanın yettiğine karar vermiş olacak ki ayaklandı. Onunla beraber Halil de kalkınca kapısı hunharca çalmaya başlamıştı. Gel diyemeden de içeri Sulhanların en tuhafı daldı.
Gurur kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu kapıyı bir ihtimal ittirerek açınca dengesini sağlayamamıştı. İçeri biraz dağınık girdi ama hızla toparlandı. İçerde dikilen adamı görünce yüzündeki gülümser ifade bozulup kaşlarını çattı. Sonra da hiç görmemiş gibi doktora gülümsedi.
"Doktorcuğum... Sizi çıkmadan yakalamış olmanın mutluluğunu yaşıyorum."
"Gel bakalım bamyacı Sulhan. Senin karın ağrın ne?"
Gurur saatlerdir elinde tuttuğu paketleri havaya kaldırıp bir iki salladı.
"Doktorcuğum, Nazlıya yemek yeme izni verilmiş. Acaba diyorum bir güzellik yapsan da şu şekerlerden bir kaç paket yedirsek bizim kıza."
Gurur dikkatle yüzünü izleyen yeşillere soğuk bir bakış atıp geri Esraya döndü.
"Aylardır rüyalarında görüyorda bir lokma girmedi kursağına. Bir zararı olur mu? Ne diyorsun, hadi sevindir şu garibi."
Esra gülümsemek isteyen yüzünü zorla tutuyordu.
"Garip dediğimiz kişi Nazlı mı oluyor?"
Gurur çapkın bir tebessümle baktı.
"Aslında kendimi kastetmiştim ama bebek faceme garipliği yakıştıramaman gözümden kaçmadı. Nazlı şu şekerlerden yesin Allah rızası için. Onun canı çekti benim memem şişti yemin ederim. Olur mu? Ne diyorsun?"
Esra kısa bir kahkaha attı.
"Tamam izin verelim ama o elindekiler çok. Bir anda böyle ağır bir diyetten çıkıp, kızı şoka sokmayalım. Bir paketi paylaşın kardeş kardeş. Anlaştık mı bamyacı?"
Gururun tüm dişlerini sergileyerek gülmesiyle Esra da göz kırptı.
"Senin Allahına kurban be. Olmaz mı hiç? Yemin ediyorum bir on yaş genç olsan var ya. Ah ulan kader ah..."
Esra alenen kahkaha atıp biraz evvel çevirdiği kalemi Gurura doğru fırlatmıştı. Havada yakalanan kaleme öpücük bırakan serseri onu çok eğlendiriyordu
"Sizden hatıra diye saklıyorum bunu doktorcuğum. Kalp sızım olarak kalacaksınız. Şimdi gideyim de ablamı aylardır aşerdiği şekerine kavuştırayım."
Yine son sözlerini Halile ters ters bakarak söylemiş ve çıkmıştı odadan. Esra bu çocuğun insanın havasını değiştiren enerjisini sorgularken başını iki yana salladı.
"Nazlı size nasıl davranır bilmiyorum Halil bey ama kayınçonuzun çok tiribini yiyecek gibisiniz."
Halil gülümseme bile denilemeyecek küçük bir dudak kıvrımıyla onayladı bu söylediklerini. Sonra da teşekkür ederek çıktı odadan.
Önden Gurur arkadan o yürüyerek Nazlının odasına geldiler. Gururun kapı girişinde elindeki paketleri cebine tıkıştırışını izledi.
İçeri girdiklerinde Nazlıya halası çorba içiriyordu. Züleyha kapıdan giren ikiliye baktı. Yüzü artık gülüyordu.
"Annem... Eve gitmedin miydi sen?"
Gurur başını iki yana sallayıp, ağır ağır çorbasını içen ablasına yaklaştı.
"Yavru kartala baktım. Aklım almıyor, aile genlerimiz bu kadar güzelken nasıl çirkin olabilir?"
"Yaman!"
Asilin oturduğu koltuktan uyarmasıyla Gurur dişlerini göstererek gülümsedi.
"Sende haklısın dede Sulhan. Yüreğimize taş bağlayıp kirpimizi pamuğum diye seveceğiz mecbur "
"Dilin açılmış senin!"
Oğlunun keyifli yüzüyle Asilin de içi rahatlamıştı. Hâli endişelendirmişti onu. Gözünün altından hâlâ hâlini beğenmediği diğer oğluna baktı. Duvara yaslanmış, sessizce onları izliyordu. Uzakta duruşu canını sıktı. Oturduğu ikili koltuğun boş kısmına elini vurdu.
"Halil! Gel oğlum."
Nazlıyla dolu olan aklı, Asilin seslenişiyle bocaladı Züleyha. Gerilerinde duran oğlan hüzün düşürdü içine.
"Yavrum, sen bişey yedin mi? Geldin de kaç saattir bakamadık hiç bişeye. Aç mısın kuzum?"
Gurur ifrit oluyordu ailesinin her şeyi hemen unutmuş olmasına. Yine gözünün altından ters ters baktı Halile. Ağır adımlarla babasının yanına geçip oturuşunu izledi. Ama şimdi ona hiç bulaşası yoktu. Aylardır Nazlıyla beklediği andaydı Gurur.
"Çorban bitti mi?"
Nazlının solgun yüzü biraz kendine gelmişti. Soruyu soran kardeşine minik bir tebessümle baktı. Başını salladı onaylar gibi.
"O zaman tatlıya geçebiliriz boncuk ablam."
Arka cebine tıktığı, sıkmaktan paketi buruş buruş olmuş şekeri çıkardı. Nazlı öylece havada kalladığı pakete bakıyordu. Gözleri tereddütle bir pakete bir Gurura bakınca kardeşi gülümsedi.
"Esra hanıma sordum. Tamam dedi, sen sormadan söyleyim. Ama bunu paylaşacağız Nazlı hanım. "
Gurur elindeki paketi açıp, yatağın kenarına oturdu. Herkes film izler gibi onu izliyordu. Gururun dalgacı bakışları durulmuş öylece bakan ablasıyla göz göze geldi.
"Aç ağzını Nazlı."
Nazlı yavaş yavaş gözlerini dolduran yaşlardan Gururu bulanık görmeye başlamıştı. Yine de küçük bir çocuk gibi itaat edip araladı dudaklarını. Gururun ağzına paketten şeker dökmesiyle bir damla yanağına aşağı kaydı. Doktorun dediği gibi paketin yarısını kendi ağzına boşaltırken tıpkı Nazlı gibi onun da bir damla göz yaşı yüzünü ıslatmıştı.
Nazlının ağzına dağılan çıtırtılar, bazen rüyalarını süsleyen tad. Limon kokusu... Gururla gözlerini kırpmadan birbirlerine baktılar. Odada çıkan tek ses ikisinin ağzında patladığını söyledikleri şekerlerin çıtırtısıydı.
"Bitti Gurur..."
Nazlının cılız sesiyle Gururun gözünden kayanların sayısı arttı.
"Bitti abla. Başardınız..."
Nazlı tam o an idrak etti. Ağzındaki his onu dolandığı boşluktan yer yüzüne fırlattı. Bitmişti gerçekten. Sanki bunu anlaması için, sanki gerçekten kabustan uyandığına emin olması için ağzındaki tada ihtiyacı vardı.
Bir anda sağanak gibi yaşların akması, hıçkırıklarının şiddetlenmesiyle Gurur yavaşça doladı kollarını Nazlıya. Sesi çıkmıyordu ama gözünün ıslaklığı Nazlının omzunu ıslatıyordu.
Ağrıların, sancıların, korkuların, hasretin, bekleyişin içinden dim dik çıkmıştı ablası.
"Gurur, Güneş doğdu..."
Halilin gözlerini kırpmadan izleyişi, yumruğunu sıktığı için damarlarının derisinin üzerinde kabarmasını Züleyha öylece izliyordu. Avcu tekrar sızladı. Bir kere bile hiç bir evladına kalkmayan el nasıl kıymıştı yavrusuna? Zamana çok ihtiyaçları vardı. Hepsinin çıktığı bu zemheri ayazın, soğuğunu üzerlerinden atmak için zaman en iyi ilaç olacaktı.
Nazlı ise bambaşka hissediyordu. Parmak uçları bile titriyordu idrak ettiği gerçekliğin varlığından. Nazlının korkuya hapis olan aklına birinin bunu sürekli tekrar ederek sokması gerekiyordu. Birinin sürekli Nazlıya bittiğini izah etmesi lazımdı.
"Güneşimiz doğdu abla. Az çirkin doğdu ama olsun. Sağlıkla doğdu."
Nazlı sıkı sıkı kapattığı gözlerini araladığında yaşlarla dolu bakışları, karşısında ona kitlenmiş yeşillere dolandı. Halilin ona nasıl baktığını tarif edemezdi ama içten içe çektiği ızdırabı görebilirdi. Bir kez de onun için aktı göz yaşı. Duymaktan kaçmak için uykuya sığındığı gerçeğin ihtimali karşısında dikili görse de acıtıyordu canını. Öyle bir korkuyu içine almamak için verdiği çaba etlerinde yanık olmuştu sanki.
Babasının ayaklanmasıyla dikkati dağıldı ve Halilden bakışlarını uzaklaştırdı.
"Züleyham... Hadi karım, kızın doyduğuna göre sıra sende. Aşağıda bir şeyler yiyelim sonra geliriz."
Züleyhanın bir Nazlıya bir Halile kararsız bakışlarını görünce Asil Nazlının alnına öpücük bıraktı.
"Nasıl olsa kocası burda karım. Hadi... Hem Zümrütle Yağızı aramadık. Çocuklar sesini duysun rahatlasın."
Diğer çocuklarının adı geçince Züleyha, Asile hak verdi. Kim bilir ne kadar korkmuşlardı?
"Doğru diyon Asil. Bi seslerini duyuyum."
Sonra kalkıp Nazlı ya baktı.
"Sende dinlen annem. Yüzüne kan gelsin az. Güzelce uyu."
Nazlı burnunu çekip başını salladı. Yeni çocuk doğurmuş bir anne gibi değil de beş yaşında düşüp, dizini acıtmış boncuğu vardı sanki karşısında.
Asil ise hiç kıpırdamadan oturan Gururla başını iki yana sallayıp, derin bir nefes aldı. Ağzını bile açmadan ensesinden yakaladığı oğlunu yerleştiği hasta yatağından çekip kaldırmıştı.
"Baba ne yapıyorsun ya?"
"Servisi bize sen yapacaksın Yaman efendi! Düş önüme!"
Babasının bir miktar sert çıkan sesiyle itiraz için açılan ağzı kapandı. Odadan çıktığında anne ve babası da peşinden geliyorlardı.
Kapanan kapıyla Nazlı gözlerini kaymak istediği yerden uzak tutarak kapatıp, uzandı. Birden hızlı hareket etmesi karnındaki acıyı artırmıştı. Kısık inleyişiyle Halil öylece oturduğu koltuktan fırlayıp yanına yaklaştı.
"Nazlım... Canın mı acıyor güzelim? Doktor çağırayım mı?"
Endişeli sesiyle Nazlı başını iki yana salladı.
"Yok... Birden unuttum ben. Az acıdı, geçti şimdi."
Halil biraz evvel halasının oturduğu sandalyeye geçip oturdu bu sefer. Nazlının kapalı gözleri kırpışmasa uyuma çabasına bir miktar inanabilirdi.
Yüzünde gezdirdi bakışlarını. Teninin rengi yoktu neredeyse. Üzerindeki ince örtüde öylece duran ellerini süzdü. Beyaz teninde yeşil damarları belli oluyordu. O damarların üzerinde geçmeye yüz tutmuş kahverengi izler vardı.
Eli korka korka uzandı ama tutamadı.
"Nazlım..."
Nazlı fısıltısına ses vermedi ilk.
"Boncuğum?"
Tek gözünü açıp kenardan baktı. Halilin hüzünlü yeşilleri zaten ağlamak isteyen ruh haline hiç iyi gelmiyordu. Nazlı o yeşillerdeki ışıltıyı severdi en çok.
"Elini tutayım mı Nazlı?"
Nazlının yattığı yerden tek omzunu silkmesi ne anlama geliyor çözemedi.
"Tutmayayım mı?"
Nazlı şimdi iki gözünü açmıştı.
"Nişanlın bir şey demesin?"
Belli ki bu mevzu bir süre önüne gelecekti. Bir şey de diyemiyordu Halil. Az empati kuracak olduğunda bile deliresi geliyordu. Nazlıyı başka birinin kollarında... Düşüncesi bile sinir hastası ederdi adamı.
"Nazlı..."
Teessüf eder gibi çıktı sesi.
"Gerçi öldü galiba. Başın sağolsun."
Halil gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Biraz önce nezaketle izin istediği el için daha da izin falan almayacaktı. İri elinin içine koydu soğuk parmakları.
"Buz gibi ellerin Nazlı. Üşüyor musun?"
Nazlı çarpıttığı laflara karşılık alamadıkça kuruluyordu da. Aklına getirmek istemediği o resimler şimdi full hd gözünün önündeydi sanki. Umurumda değil dediği o konu, yuvasından çıkan yılanın başı gibi nasıl da zihninden fırlamıştı.
Lacivert bir takım giymişiti Halil Bey. Kızıl prenses de kızıl saçları daha çok ortaya çıksın diye gümüş grisi elbisesiyle memelerini ortaya saçmıştı. Tabi güzel olunca malzeme, seyir keyfi sunmak istemiş olmalıydı prenses hazretleri.
"Maşallah boyunuz posunuz da nasıl yakışmıştı birbirinize. Nazar değdi heralde!"
"Nazlı! Yapma sevgilim..."
Nazlı hırsın içini yakmasını engellese yapmazdı. Çünkü kendine konuşmama sözü vermişti. Küsecekti ama şu karnını dolduran laflar izin vermiyordu ki. Hazımsızlık git gide şişiriyordu onu.
"Ne yaptım ki Halil? Öyle boy boy resimlerinizi görünce... Yakışmışsınız dedim. Demese miydim? Gerçi acın var dimi senin, böyle çok şey oldu!"
Halil gözlerini Nazlının kıskançlıktan alevlenen kahverine saplayıp avcundaki elin üzerine öpücük bıraktı. Göz bebekleri titreyen Nazlı görmeden dudakları kıvrılmıştı.
Avuç içini açıp her parmağın boğum yerine bıraktı sıcacık dudaklarından dökülen öpücükleri.
"Zaruri durumlar dışında yanında durmadım asla Nazlı. Sadece o ailenin inine girmek için bir biletti. Daha fazlasının olmayacağını çok iyi biliyorsun sen!"
Avuç içine sıralı üç öpücük bırakıp kurmuştu bu cümleyi. Tekrar elinin içinde tavaf eder gibi parmak uçlarını öpmeye başladı.
"Midemi bulandıran kokusu, elleri, varlığı yüzünden defalarca ağzıma gelen kusmuğu yuttum."
Nazlıyı uyuşturan öpücükler yüzünden duyduğu her kelime suyun altından geliyormuş gibi boğuk boğuktu. Ama son söyledikleri dudaklarındaki tebessümü gizlemesine engeldi.
"Oh olmuş. Bedduam tutmuş işte! Tırnakları da akbaba pençesi gibiydi."
Halilin dudakları bileğine doğru kaymıştı bu sefer. Nabzının üstüne bastırdı ama bir süre çekmedi dudaklarını. Hırsından ölüyordu ve bunu saklamak için içi içini yiyordu yaramaz boncuğun.
"Sen hariç herkesin midemi bulandırdığını biliyorsun. Beni en çok sen bilirsin zaten Nazlı. En iyi sen görürsün. O resimlere az baksaydın ölecek gibi olduğumu görürdün. Sen bakmamışsın ki..."
O gün geldi aklına Nazlının. Ne kötü bir andı. Hastanede gözlerini açıp da bebeğini sorduğu an ne çok canı yanmıştı. Esra hanımın tokat gibi çarpan sözleri o günden sonra hiç çıkmamıştı kulaklarından. Sanki o anları yine yaşıyormuş gibi acıdı içi.
"Bakamadım..."
Nazlının titreyerek söylediği tek kelimeyle Halil başını kaldırıp gözlerine baktı. Kahve boncuklarını sular kaplamıştı.
"Işığım gidiyordu... Karanlığa hapsoluyordum neredeyse. Uzun uzun bakamadım ki yüzünde ne var göreyim. Çok üzüldüm ama. Seni başkasının yanında görünce çok üzüldüm. Bebeğim de üzüldü..."
Başka bir şey demesine gerek yoktu. Halil ne demek istediğini anlamıştı nasıl olsa. Kızmaması gerekiyordu ama yapamıyordu. Kızıyordu istemsiz. Halil dediği her gün için kızmak geliyordu içinden. Böyle kendini bir bıraksa ben çok korktum diye bağıra çağıra ağlamak istiyordu.
Çok canım acıdı, neredeydin demek istiyordu. Her yerim çok ağrıdı yoktun diye serzenişler dökesi vardı. Gelmeyeceksin sandım, kalbim söküldü diye ağlamak geçiyordu hep içinden.
"Affet boncuğum..."
Nazlı başını geri yastığına bıraktı. Bir anda bedenine çöken uykuyu göz ardı edemiyordu. Ama bir de içinde baş gösteren Halilin kokusunu soluma isteği vardı. Kendi tavırlıydı ona da keşke Halil biraz zorlayıp sarılsaydı. Elini izin vermeden tutmuştu işte. Sarılmak isteyip yine böyle izinsiz yapsaydı ya.
Nazlı istemiyorum falan derdi ama yine de az itleyip sanki zorla sarılıyormuş gibi göz yumardı.
"Uykum var benim."
Halil başını salladı. Avcundaki eli kendi ısısıyla biraz ılıklaştırmıştı. Tekrar eğilip öptü üzerindeki iğne izi olmuş noktayı.
"Uyu boncuğum. Ben yanında olacağım."
Nazlı bakışlarına engel olamadan elinin yanında duran diğer ele bakmıştı. Uyurken tutardı heralde. Nazlı gözlerini kapattı. Ne kadar kızgın yada kırgın olsa da aylardır ona uğramayan huzur göğsüne yayılmaya başlamıştı. Beklediği gerçekleşti, elini kavrayan bu sıcaklığı her hücresi nasıl hasretle beklemişti.
"Nazlı..."
Halilin ona fısıltıyla seslenişine kayıtsız kalamadı. Zaten istemsiz ağzından bir şeyler çıksın diye bekliyordu.
"Hmm..."
"Bebeğimiz çok güzel Nazlı."
Gözleri kapalıydı ama dudakları mutlulukla kıvrıldı. Yüzünü izleyen bakışlardan kaçamadığı an araladı tekrar boncuklarını.
"Minicik... Benim Güneşim çok güzel."
Halil Nazlıdan bulduğu azıcık yüzü fırsat bilip öne doğru uzanıp Nazlının yatağa serilmiş saçlarından bir öpücük aldı.
"Aklım almıyor hâlâ. Yukarda uyuyan kızımız var. İnanamıyorum."
Nazlı dişinin kıyısıyla dudağının derisini yolmaya başladı.
"Duyunca... Sevindin mi?"
Aslında gözlerinden bile belliydi ama duysa nasıl güzel olurdu.
Halilin biraz evvel mahsun bakan hareleri parladı. Dudakları kıvrıldı.
"Aklımı oynatacağım sandım. İnanamadım... Sonra onu gördüm. "
Nazlının elindeki elini çekip yüzünü sıvazladı. Hâlâ da bir rüyanın içerisinde olduğunu söyleseler hemen ikna olurdu.
"Nazlı onu gördüm ve... Ben bunu nasıl anlatayım ki? Ben seninle karanlığı yok edecek güneşimi bulmuştum. Şimdi iki güneşle nasıl yaşanır? Aklımı oynatmadan ona nasıl baba olurum zerre fikrim yok."
Nazlının, Halili dinlerken yorgun bedeni sızar gibi uykuya çekilmişti. Usulca kapanan gözlerinin sebebi yorgunluktan bitap düşen bedeniydi. Duydukları da mutlu etmişti onu. Halilin sevinci tenini okşuyordu sanki.
Halil bu sefer alnına yasladı dudaklarını.
"Ben bir kayıptım Nazlı. Kendimi bulamıyordum. Sen bana ilk ev verdin şimdi de yuvaya çevirdin. Teşekkür ederim boncuk gözlü sevdiğim..."
Fısıltıyla kurulan sözler Nazlının uykuya teslim olmadan önce duyduğu son kelimelerdi.
"Beni bulduğun için çok teşekkür ederim Nazlı..."
Halil, bütün gece uyuyan karısından gözlerini ayırmamıştı. Gece yarısına yakın bir iki kez halası gelip en azından iki lokma yemesi için iknaya çalışsa da Halil zerre yerinden kıpırdamadan loş ışıkta Nazlıyı izlemişti. Gözünü kapatsa kaybolma ihtimali ödünü koparıyordu.
Sadece kızını görmek için bir ara kalkacak oldu ama gece ateşini kontrol etmeye gelen hemşire, yeni doğan ünitesine bu saatte giremeyeceğini söyleyince yine yer ettiği sandalyeye çöktü.
Bebeği de uyuyordu. Halilin bebeği. Nazlı sayesinde doğan Güneşi. Doğmak için inat eden, savaşçı aydınlığı...
Düşündükçe kendi kendine güldü bir süre. Sonra Nazlının yaşadıklarını düşündükçe hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi. Ona dokunmak isteyen elleri bahane arar gibi kollarına baktı. Ne çok iğne izi vardı. Nazlı eline diken batsa ağlardı. Şimdi tenini korktuğu iğne izleri sarmıştı.
Sürekli de içindeki ses çok korkmuştur, çok ağlamıştır diyerek göğsünü daraltıyordu. Hem ne yaşadıysa her şeyi bilmek istiyor hem de duydukça kahrolacağı gerçeği gözünü korkutuyordu.
Hiç uyanmadan hatta kıpırdamadan uyuduğu anlarda üzerine eğilip nefesini dinliyordu. Bazen o kadar hareketsizdi ki bedeni korkuyla göğsüne yaklaşıyordu. Sıcak soluğunu yüzünde hissedince o korku anında çekiliyordu göğsünden.
Sabah aydınlanan havayla pencereye doğru baktı. Sessizce aralanan kapıya döndüğünde halasının içeri sessiz adımlarla girişini izledi.
"Oğlum... Hadi yeter kuzum, git bi kaç lokma ye en azından. Ben beklerim burda. Ayrılmam hiç. Zaten serumunda ilaç varmış, kolay kolay uyanamaz dedi hemşire. Hem kurban olam şu saçını sakalını kes. Elin adamı varmış gibi karşımda."
Halil biraz utanmış halde yüzünü kapatan sakallarına dokundu. Züleyha biraz üzerindeki mahcubiyet gitsin diye uğraşmak istemişti.
"Valla bebene ellettirmem bu sıfatla seni. Ciğerci kedisi gibi bakarsın karşıdan."
Halil tekrar uykunun içindeki Nazlıya baktı. Usulca başını salladı. Nazlı da pek sevmezdi zaten böyle karma karışık hâli. Kendini düzene sokacak zerre zamanı olmamıştı.
"Ben... Fırsatım olmadı."
Züleyha yanına doğru yaklaşıp karın hizasında kalan Halilin boynuna kollarını doladı. Başını göğsüne yaslayınca dudaklarını da laf edip durduğu saçlarına bastırdı. Pişmanlık ve vicdan azabıyla kıvranıyordu kalbi.
"Halil... Ben dün şey ettim ya."
Halil neyin sızısını çektiğini biliyordu. Ama zerre kadar gönül koymamıştı.
"Hak ettim. Ben Nazlıya, size yaşattıklarımdan sonra her şeyi hak ettim. Siz burda neler yaşamışsınız, ben..."
Züleyha başını daha bir sıkı sardı.
"Sen gittinde gelmedin diye vurdum sanıyon ele."
Halil biraz geriye çıkıp Züleyhanın yukardan bakan gözlerine değdirdi gözlerini.
"Ben sizin aklınıza, bilginize yetişemem Halil. Ben bi seni bilirim. Adını ben koydum biliyon ele?"
Halilin ağır ağır sallanan başıyla dudağı minicik kıvrıldı.
"Halil ol istedim bana. Yalnızlığıma eş, dost olursun diye... Canıma sadık bi yoldaş ol istedim."
Eli bu sefer de laf edip durduğu sakallarını okşadı. Zümrüt yeşili gözleri hafif nemlendiği için parlıyordu.
"Sen ne iş yapan, yükün nedir, derdin ne denli büyüktür bilemem. Eniştenin bana dediği kadarı var aklımda. Emme iyi bişey için yerini yurdunu bıraktığını biliyom Halil."
"Ben..."
"Allah biliyo hiç yanımdan ayrıl istemedim. Ama gördüm ben senin gözlerinde hiç bi yere sığamayışını. Uzağa gidecem, orda okuyacam dedin köz gibi yandım. Sonra madem öyle mutlu olacak, kendine bi vatan bulacaksa elleşme Züleyha diye ses etmedim. Yoksa hiç salar mıydım seni ben?"
"Yapma ne olur?"
Halilin yalvarır gibi çıkan sesiyle baş parmağı göz altındaki koyulukları okşadı.
"On dördümde yersiz yurtsuz kaldım çünkü. Gözündeki o bakışın maksadını kendimden biliyodum ben Halil. Oturduğun sofrada yer tutmaktan korkmak ne demek en iyi ben biliyodum. Yoksa sen nasıl çıkacaktın beni çiğnemeden o kapıdan? Babam gitti, ben öldüm sandım. Babamın evi el oldu bana. Sen kendine benim gibi bi ev bulun belki diye saldım."
"Canını yakıyorsun yapma..."
Halilin mırıltısı dudağında tebessüm oldu ama çok acıtıcı bir gülümseyişti o.
"Ama hep kötü olmuyo ki hayat. Bi mucize oldu o küf kokusunun içinde. El olduğum evde kollarıma bi bebe bıraktılar."
Züleyha dün avcunda sızı bırakan yere değdirdi parmaklarını.
"Ben evini, karını, bebeni geride koydun da görevine gittin diye vurmadım sana Halil. Vatan meselesi dedi enişten. Öyle dediyse hiç sesim çıkar mı? Ben on beşimde kollarıma konan bebeyi kollarımdan söküp aldın sandım diye vurdum. Benim göğsüm ilk senin kokunu soludu. Benden soluğumu aldın sandım diye kıydı ellerim yüzüne. Benim ilk yarenimi, dostumu, canıma yoldaşımı kaybettim sandım da aklım durdu."
Halilin titreyen gözleri ayrılmıyordu Züleyhanın yüzünden. Başında dikilen, acıttı sandığı yüzünü okşayarak seven kadın onu hıçkırarak ağlatmak istiyordu sanki.
"Anne..." "Patlamış dediler Halil. Benim gönül sızıma deva olan yavrumun olduğu yer patlamış dediler. Dilime değidirip soramadım öldü mü diye."
"Çok özür dilerim. Çok özür dilerim, ne olur affet beni. Size bunları yaşattığım için affedin."
"Kollarımı boş koma Halil. Altı evladımdan biri eksilse ben ölürmüşüm. Beni ateşin içinde öylece bırakma. Ne olur, gözümün görmediği bi yere gitme."
Halil başını iki yana hızla salladı. Gitmeyecekti artık bir yere. Verdiği sözü tutacaktı. Ne halasını böyle bir korkuyla sınayacak, ne de karısını ve kızını yalnız bırakacaktı.
"Affedeceksin beni ama değil mi? Gitmeyeceğim hiç bir yere. Sana söz vermiştim hatırlıyorsun değil mi? Yemin ederim. Kırgın bakmayacaksın bana..."
Züleyhanın yüreğine su serpen sözler tam da bunlar oldu. Şimdi yüzünde yer eden gülümseme gerçekten güzel yüzüne bahar getirmişti. Belki bencilceydi ama o anneydi. Bir annenin dünyası çocuklarının canının yandığı yere kadardı işte. Aklı ermezdi devlet işlerine. O sadece yavrusunun kokusunu bilirdi. Onsuz oturulan sofraları, adının geçtiği anları, çalan kapıyla belki dediği ihtimalleri bilirdi.
"Anneler hiç yavrularına küser mi? Kim doğurmuşsa doğurmuş, senin annen ben değil miyim?"
Halil yine hızlı hızlı salladı başını.
"Sensin... Benim tek annem sensin. Bana bir kepçe fazla yemek koyup, dayak yemeyi göze alan annemsin. Bize kimse uzanmasın diye her darbenin üstüne atlayan, Yiğit için çıplak ayak köyde araba arayan annemsin."
Halilin beline sıkıca dolanan kollarıyla Züleyha tekrar öpücükler bıraktı saçlarına.
"Hadi kalk artık bak içim daralıp duruyo. Kaç saat oldu, su bile içmedin. Hadi kuzum."
Halil geriye çekilip öylece uyuyan Nazlıya baktı tekrar. Sonra yavaşça başını sallayıp ayaklandı.
"Hemen geleceğim."
Züleyha tamam der gibi gözlerini kapatıp Halilin kalktığı yere oturdu. Dışarı çıktığında Gurur ve Asil karşılıklı sandalyedelerdi. Onları yalnız bırakmak için burda mı beklemişlerdi?
"Baba siz burda mı kaldınız bütün gece?"
Asil başını iki yana salladı.
"Yok oğlum biraz evvel geldik. Gece Zümrüt çok ağlayınca kızlar ne yapacaklarını bilememişler. Eve gittik. Yarım saat anca oldu geleli. Doğum başlayınca görmüş onlar da. Haliyle çocuk aklı..."
Halil ne diyeceğini bilememişti. Başını salladı sadece. Bir kaç şey mırıldanıp çıktı hastaneden. Yakınlarda yeni açılıp, içi temizlenen berber dükkanı buldu. Aylardır yüzünü saklayan sakallar, uzunluğu onu ifrit eden saçlar kesildi.
Yüzüne bir süre öylece baktı. Neredeyse kendi bile unutacaktı. Elini traşlanmış cildinde dolaştırdı. Zümrüt ya da Yağızı öpmeye kalktığında halası, eniştesinin yüzüne bakardı. Eğer bir mucize olur da Güneşine dokunursa canını yakacak hiç bir şey kalmamıştı suratında.
Yine gülümseme kondu dudaklarına. Kollarının arasında minicik kalırdı. Hayalini kurmayı denedi ama öyle imkansızmış gibi bir his veriyordu ki canlandıramadı gözlerinin önünde o görüntüyü.
Dışarı çıkar çıkmaz da sokak satıcısından bir tane simit alıp hastaneye doğru koşturan adımlarla ilerlemeye başladı.
Nazlı uyandığında onu görse iyi olurdu. Belki yine korkardı.
Hastane kapısına geldiğinde gözü Kürşatı gördü. Sonra etrafına baktığında onlardan bir kaç kişinin sivil olarak sağa sola dağılışını izledi.
Yanına doğru ilerlerken Kürşatın telefonla konuştuğunu fark etti. Göz göze gelice telefon kapandı.
"Kasap? Ne iş?"
Gözü karşı binaya konuşlanan bir namlu görür gibi olmuş sonra çaprazına kaymıştı. Aynı minik hareketi orda da yakaladı.
"Tedbir diyelim usta. Hastane de misafirin olacakmış da güvenlik açığını kapatıyoruz."
Halil başını onaylar gibi salladı. Şu an büyük ihtimalle sorgu için onu bekliyorlardı ama gidebilecek bir durumu yoktu. Duhan Doğrunun gelebileceği aklına gelmemişti ama. O sırada otopark kısmından Yiğit, Meyra, Nazenin ve Asafın kendilerine doğru geldiğini gördü.
"Sen burda mısın?"
"Avcı da burda. Çatıları düzenliyor. Kobra..."
Tek düze sesi kendi adını fısıldar gibi seslenince Halil çatıları gözleriyle taramayı bıraktı.
"Karının isteğiydi..."
Ne dediğini anlamadığı için kaşları çatıldı. Bir çok görevde yan yana durmuş adamın kendinden utançla kaçan bakışlarının sebebini çözemedi.
"Karın... Hamileliği de hastalığı da duymanı istemedi. Gelemeyeceğini biliyordu. Ama onun için her şey yapıldı kobra."
Halile ne duysa bir düğüm atıyordu sanki. Her cümle yüreğini urgana doluyordu.
"Nazlı mı istedi bunu sizden?"
"Yiğite söz verdirmiş. Aklın kalırsa, hata yaparsın diye korkmuş. Yönetim de en doğrusunun bu olduğuna karar verdi. "
Halil hiç bir şey demedi. Ne diyebilirdi ki? Yanlarına gelenler de konuyu öylece kapattı.
"Abi?"
"Günaydın."
Yiğit kasaba bakıp, çaktırmadan etrafı kolaçan etti. Yapılan hazırlığın maksadını anlamadı oda. Kızlar olduğu için de soramamıştı.
"Halam tipine el atmış."
Halilin dudağı sola doğru kıvrıldı.
"Öyle oldu... Belki kızım..."
Belki kızım çıkarılırsa diye bende sabahın erken saati koşturup berber aradım demesi gerekiyor muydu? Ya da Nazlı böyle daha çok seviyor beni, tekrar yüzümü görürse gözlerini kaçırmaz benden diye belirtmesine gerek var mıydı?
"Doktor bir şey dedi mi?"
İki yana salladı başını. Merya, Yiğitin kolunun altından çıkıp güzel gülümsemesiyle baktı.
"Dün söylediler. Topuk kanı sonuçlarına birde tekrar ciğerlerinin durumuna göre beslenmesi için Nazlıyı alacaklarmış yanına. Yani böyle bir şeyler diyordu."
Başını sallayan adamla Meyra tekrar Yiğitin elini tuttu. Bunu da öyle bir alışmışlıkla yaptı ki kendi bile fark etmedi.
"Hadi gidelim de Nazlıya bakalım. Uyanık mıydı Halil?"
"Yok... İlaçların etkisiyle hiç uyanmadı bütün gece."
Yürümeye başlayacakları zaman Halil, Asafın karşısına dikildi. Geldi geleli o kadar çok şey yaşamışlardı ki daha yeni aklı başına geliyordu.
"Kaç oldu sana can borcum?"
Asafın mavi gözleri kısılıp, arkadaşını süzdü boylu boyunca.
"Bilmem... Sayıyor muyduk? Ben bir yerden sonra senin kurtarışları saymayı bırakmıştım."
"Ben artık sana yetişemem. Karımı, kızımı korudun."
Asaf umursamaz bir ifadeyle omuzlarını silkti.
"-cık! O köprünün altından çok sular aktı kobra. Ben kız kardeşimi, yeğenimi korudum. Bir abi niye vardır ki?"
Bir zamanların Asafı, kendini hiç bir resmin içine sokamadığından foroğrafı çeken olmayı üstlenirdi hep. Şimdi yarası belini büken can kardeşi, Nazlının abisi olarak konuşuyordu karşısında.
Kollarını kaldırıp Asafla sarıldıklarında sırtlarına vurulan o küçük el darbeleri çok şey ifade ediyordu. En önemlisi ise sen varsan geriyi gözlemem demek gibi bir şeydi.
İçeri girdiklerinde Gurur ve Asil kapıdaydı.
"Baba? Niye içerde değilsini? Nazlı iyi mi?"
Asil her an panik olmaya müsait adamın omzuna elini koydu.
"Züleyha üzerini değiştiriyor oğlum. Hemen panikleme, bir şey olsa ararız."
İçerinin müsait olmadığını duyan Nazenin de dün doğru düzgün bakamadığı bebeğin derdindeydi.
"O zaman biz beş dakika Güneşe baksak olmaz mı? Ben hiç göremedim dün."
Asafın eline dolanan parmaklarıyla anlık nişanlısıyla göz göze geldi ama cevap Asilde gibi yine ona baktı.
"Bizde yeni geldik yanından. Gidin bakın kızım. Bir saate onun da kontrolü varmış."
Asafla Nazenin ilerlerken Meyra Yiğite baktı. O da gitmek istiyordu ama Yiğitin başka karın ağrısı vardı ki yüzü sürekli abisindeydi.
"Biz de gidelim mi?"
Dikkatini çekince Yiğit gülümseyip, burnuna dokundu.
"Benim abimle az işim var fındık burun. Sen git benle bir daha gidersin."
Meyra onaylayıp koşturur adımlarla Nazeninlere doğru yürümeye başladı.
Yiğit ise duvara yaslı, kolları bağlı Gurura bir bakış atıp Halile yaklaştı.
"Hastaneyi sarmışlar!"
Halil işaret parmağıyla çenesini kaşıyıp, açıktaki camları da bir tur gözleriyle gezdi.
"Misafirimiz varmış ama kasap kim demedi. Ön hazırlık."
O sırada içerden çıkan Züleyha ile konuşmaları yarım kaldı.
"Hah geldiniz mi?"
"Anne Allah aşkına şu mantıksız soruyu bir salın ya. Gelmiş olmasalar göremezsin. Gördüğüne göre zaten gelmişler demektir. Niye soru soruyorsun?"
Züleyha, Gururun laf çarpmasıyla kademe kademe çattı kaşlarını.
"Bana bak fındık Gurur! Nazlı doğurdu, senin ki içerde kaldı belli ki! Sen ne karışıyon benim soruma? Diyecem işte! Uyuyosan uyandın mı da diyecem! Geç içeri, ebenin birinin eline vermeyim seni doğurtsun diye!"
Annesinden rutin azarını yediğinde düz suratı azıcık gülecekmiş gibi kıvrıldı. Gerçekten alışkanlık haliyle azar canı çekiyor olabilirdi. Zira şu an gergin bedeninin gevşemesine iyi gelmişti annesinin tehditleri.
"Doğurmak fiilini hayatımızdan çıkarıyoruz Zülüş sultan. Aylardır doğura doğura hâl kalmadı hiç birimizde."
Omzuna kolunu atıp annesini kendine çekince dirseği de böğrüne geçmişti bile.
"Tövbe de anasının paşası! Daha ben Asafla, Yiğitin bebesini sevecem. Seni boklu göt temizlerken görmezsem gözüm açık giderim."
Asilin kısık kahkahasıyla yüzleri biraz rahatlamıştı.
İçeri girerken hâlâ çekişiyorlardı anne, oğul.
"Sana evlat ayırdığını yine ben söylemek zorundayım anne. Evin ezileni olmak kaderimse çekerim."
"Sen mi eziliyomuşun?"
"Hor görüleni de benim. Yağıza zeka küpleri, bana en fazla fındık."
Nazlı yatağını öne doğru yükseltip yatma halinden çıkarmıştı kendini. Hasta önlüğünden kurtulmuş, saçlarını tarayıp toplamış, biraz olsun kendine gelmişti. Gerçi hasta bezi çok rahatsız ediyordu.
Asil, yüzünün rengi gelmeye başlayan kızıyla derin bir soluk almış oldu. Dünkü bitkinliği hafiflemiş, uyku iyi gelmişti demek ki.
"Babam... İyi misin yavrum?"
"İyiyim babacım."
Sonra kaçamak bakışları Halilin ona bakan yüzüne dönüp hemen geri babasına çevrildi. İstemsiz eli yüzüne gitmişti. Halil bey günlük bakımlarını yapıp, filinta gibi olmuştu maşallah. Tabi Nazlı doğuracağım diye yüzü gözü dağılmış bir hâlde olunca insanlar halini soruyordu.
"Şey... Kötü mü görünüyorum ki?"
Soruyu çok da düşünmeden sordu. Zaten hamileliğinde de çok solgun, çok renksizdi yüzü. Annesi yüzünü yıkarken bir anlık bakabilmişti aynaya, darmadağın saçlarını taramanın ötesine geçememişti. En azından dudağına bir nemlendirici sürebilseydi böyle durmazdı bazılarının yanında.
"Yok babam, çok güzelsin. Onun için bir de senden duymak istedim. Yüzüne renk gelmiş benim kızımın."
Yüzünde dolaşan bakışlar nedeniyle rahat rahat gülemiyordu ki. Babasının övgüsüyle de utanacak oldu nedense. Pislik böyle bakıp bilerek de utandırıyor olabilirdi. Her şey beklenirdi o yılandan.
"Baba Güneşin yanına ne zaman gireceğim? Esra hanım gelmedi mi?"
"Güneşin doktoru ayrı kızım. O muayene edecek kızımızı. Sonra seni hazırlayıp alacaklar yanına."
Nazlının hevesli gözleri yine Halille çarpıştı. Niye bakıp duruyorsa sanki? İnsanların içinde tenini ısıran bakışlar atması da ayıp değil miydi? İnsanın küsmesini bozuyordu yeşillerinin teninde gezişi.
Nazlının kahvaltısı gelince hepsi bir yere oturup, onu izlediler. Züleyha gözlerini kırpmadan ekmeğini yemesini, peyniri ağzına atışını izliyordu. Kaç aydır yiyemediği her lokma Züleyhanın kursağına taş olup durmuştu. Elleri titreyecek gibi oldu. Ama yine de küçük paketteki balı açıp bir parça ekmeğine sürdü. Nazlıya uzattığında boncuk gözlerini izledi. Evladın yediği ama annelerin doyduğu bir andı tam da o an.
"Doydun mu yavrum?"
Nazlının ağır ağır sallanan başıyla, yüzüne uzanıp güçlü bir öpücük bıraktı.
"Şifa olsun boncuğuma. Can olsun, kan olsun."
Tekerlekli masayı kenara çektiğinde Asaf ve kızlar girdiler odaya. Meyra ve Nazenin bir camın ardından ve uzaktan görmemiş gibi birbirlerine anlatıyorlardı minik boncuğu.
"Elini kaldırıp indirdi. Parmaklarını gördün değil mi Meyra kuşum. Kürdan gibiler ay yerim onları."
Meyra herkesin onlara baktığını görünce çok büyük bir şey anlatır gibi cıvıldayarak konuştu.
"Bu sefer yüzünü net görebildik. Ağzını açıp kapatıyor Nazlı. Böyle dudaklarını pıt pıt oynatıyor. Ay yicem ama ya çok güzel."
Nazlının hevesle dinleyişini izliyordu Halil. Boncuk gözlerini parlatan minik boncuğunu görmek için o da deliriyordu. Ama Nazlının görmediği anlarda gitmeyi hakkı kabul etmedi içi. Kızını annesiyle izleyecekti o.
Asaf geçip Asilin yanına oturduğunda sırtına konan elin sıcaklığını hissetti.
"Evde durumlar nasıl oğlum?"
Asafın dudağı kıvrıldı.
"Çok borçlandık."
Asilin dişleri görünesi gülümseyişiyle Asaf da gülümsedi.
"Bir tane çocuk oyun merkezi varmış oraya götüreceğiz. Birde çok beğendiği elbise varmış da rengine karar verememiş o yüzden üç rengi de alacakmışız. Ha doğum gününde de konsepti o seçecekmşi, annesi karışmayacakmış."
Sona doğru kıkırdayışıyla odadakilerde kahkaha atmışlardı. Zümrütü ikna etmek ve bu gün bebeği göremeyeceğine inandırmak gerçekten yorucuydu.
"Yapacak bir şey yok, dayısı tutacak sözünü."
Züleyha Asilin dediğiyle yanlarına yaklaşıp Asafın başını tıpkı Halile yaptığı gibi göğsüne doğru yasladı.
"Kurban olsun halası verene. Her derdimizi savıyo kuzum. Dün de duran aklımızı hep sen çalıştırdın halam. Hakkını nasıl ödüyecez biz?"
Asafın mahcubiyetle kızaran yüzünü eliyle okşadı. Nazeninin tatlı tatlı onu izlemesi de utandırmıştı.
"Olur mu öyle şey hala? Ne hakkı?"
Mırıldanır gibi konuşup sustu. Dünden beri sürekli ya halası ya eniştesi teşekkür edip yüzünü kızartıyordu. Gözlerindeki minnet çok fazlaydı Asaf için.
"Yesin halası maviş gözlü oğlunu. Her derdimize koşturdun yavrum, Allah bahtını açık etsin. Bin yıl çalışsam ödeyemem hakkını."
"Hala... Deme öyle şeyler..."
Git gide kısılan sesiyle Züleyha tiz bir kahkaha attı.
"Kaynanana çok efendi diyom da az bile söylüyom. Gurura az sırnaşacak olsam tepeme çıktıydı bile. Anam kurban olurum, yüzü de kızardı."
Çocuk sever gibi sevmeleri ilk bir kaç kez tuhafına gitmişti ama sonunda alışmıştı Asaf. Züleyhanın yaş hesabı çok iyi değildi. Oğlum ya da kızım diyorsa birine, ona beş yaşında gibi muamele etmekten zerre çekinmiyordu.
Kapı tıkladığında Asafla uğraşması da yarım kaldı. Başlar kapıya döndüğünde Halilin arkadaşı olduklarını bir ara dıyduğu adam içeri girip bir baş selamı vermişti. "Kobra? Eğer müsaitseniz..."
Halil gözlerini kıstı. Etrafa bakıp eniştesiyle göz göze geldiğinde başını onaylar gibi sallamasıyla Kürşata doğru yürüdü.
"Müsaitiz... Hayırdır?"
"Ertuğrul Paşa giriş yaptı şimdi. Ziyaret etmek istiyor."
Kürşat ardındaki Nazlıya anlık bakıp başını selam verir gibi salladı ve geri Halile dönderdi yüzünü.
Halilin kalkan kaşları bunu beklemediğimi açıklıyordu aslında. O Duhan Doğrunun geleceğini düşünmüştü.
"Buraya mı? Hastane güvenli mi?"
Halilin değişen sesini odadaki bir iki kişi bilse de halası için bir ilkti.
"Güvenlik önlemleri alındı. Resmiler olmayacakmış. Dikkat çekeceği için sivil giriş yapılacak."
Eli kulağına gittiğinde de zaten hastaneye küçük bir konvoyun girildiği haberi ulaşmıştı.
Kürşat çıktığında Yiğitle gözgöze geldi.
"Paşa... Ziyaret etmek istemiş."
Az çok herkes bir şey anlamıştı. Tek olaya vakıf olamayan Züleyhaydı.
"Kim annem? Tanıyoz mu biz? "
Asilin beline dolanan koluyla gözleri Halilden çekilip kocasına döndü.
"Halilin komutanı diyelim biz zümrüt göz. Hasta ziyaretine gelmek istemiş. "
Uzlaşmacı sesi çok fazla soru sorulmasını hep bir şekilde engellerdi. Zaten onun da her hangi bir bilgisi yoktu.
"He... İyi madem, gelsin. Misafir sonuçta."
Asilin kıvrılan dudağına baktı. Onunla uğraşmak istediği her zaman böyle gülerdi.
"Paşaya bulaşmak yok zümrüt göz. Benim oğlumu nereye gönderdin diye hesap falan sormuyoruz."
Züleyha küskün bir bakış attı.
"Aşkolsun Asil! Duyanda patavatsızın teki sanacak beni. Koskoca adama hesap soracak değilim ben. Çocuk gibi bide uyarıyon!"
Züleyha gözünün kenarıyla yüzünü saklayarak gülenlere de kuruldu.
"Siz ne gülüyonuz? İyice maskaranız olduk!"
Yiğitin sırıtan suratına da ters ters baktı. Gurur bey de eğlence bulmuştu.
"Sen neyime gülüyon Gurur efendi! Dünden beri düdüklü tencere gibi fışıldayarak geziyodun. Keyfini benle dalga geçmek mi yerine getirdi?"
Gurur kaşlarını kaldırıp indirdi.
"Bir an seni Paşaya hesap sorarken hayal ettim anne. Offf... Hayali bile on numara aktivite. Düşünsene bir. Sen paşaya, oğlumu gevur memlekete niye yolladın diyorsun adam şok. Benim çocuğuma elleşmen daha da diye azar çekiyorsun adam eşekten düşmüşe dönüyor. Müq bir olay. "
Kendi söylediğine en çok kendi kahkaha attı. Sonra Nazlının eliyle kapattığı kıkırdayışları gülmek isteyen herkesin önünü açmış oldu.
"Bunlara sebep hep sensin mustur! Sana belletmem mi ben dalga geçmeyi? Emme gider o adam birazdan. Sonra yüzüne yüzene demem mi bana ettiğini?"
Asilin kolunu dolayıp kendine bastırmasına gücü yetip engel olamamıştı.
"Git! Sırnaşma daha da. Ömrümün yarısını, götündeki bezi temizlemekle geçirdiğim fındığa bile madara ediyon beni!"
"Anne herkes gülüyor sen niye beni söylüyorsun sadece? Ayrıca tamam anladık dört yaşıma kadar bezlenmişim anladık anne. Sürekli hatırlatmak için an kolluyorsun yemin ederim! Verememişsin tuvvalet eğitimini, bana niye yüklüyorsun suçu!"
"Sus edepsiz! Bezini çıkardığımız her yere sıçmasan o yaşa kadar bezlemezdik heralde. Evin necasetini temizliyecez diye imanımız gevredi!"
Gurur ters ters baktı annesine. İnsanın küçükken yaptıkları bile kadın tarafından her an heybeden çıkıp, yüzlerine vuruluyordu.
O sırada kapı tıklatıldığında anlaşmışlar gibi gençler hep bir köşeye doğru çekildiler. Açılan kapıyla atmışlı yaşlarının başında ama dimdik duruşlu, uzun boylu ,takım elbiseli biri girdi içeri. Sim siyah takımda tek renk beyaz gömlek ve yakasındaki mini ay yıldızlı bayrak rozetiydi.
Adam odanın ortasına geçtiğinde peşinde yine takım elbiseli iki iri adam kapı girişini gözlüyordu. Kulaklıkları ve birbirine önde dolayarak durdukları elleri hazır ol vaziyetini andırıyordu.
İçeri giren adamla Asil öne doğru iki adım yürüdü. Hayatı boyunca böyle bir rütbede kimseyle yakından iletişimi olmamıştı.
"Merhabalar Asil Bey."
Tok sesiyle konuşup, tokalaşmak için elini uzatan adama aynı dik duruşla karşılık verdi Asil.
"Hoşgeldiniz komutanım. "
Ertuğrul PAŞA gözünü içerdekilerde bir tur gezdirip, iri iri gözlerle kendine bakan hasta kıza küçük bir tebbessüm armağan etti.
"Ben Tuğgenaral Ertuğrul Türker. Sizi rahatsız etmemin sebebi gelin kızımızı bizzat görmek ve geçmiş olsun dileklerimi iletmekti. "
"Estafurullah efendim, rahatsız olmadık. Memnuniyet duyduk nezaketinizden dolayı."
Ertuğrul candan bir bakış attı.
"Eğer müsade varsa gelin kızımızı ilk kutlamak isterim. "
Asil çıt çıkmayan odaya kaçamak bir bakış attı.
"Müsade sizin efendim."
Ertuğrul ceketinin iç cebinden çıkardığı siyah bir kutuyu eliyle kavradı.
"Geçmiş olsun gelin kızım. Allah evladınızı sağlıkla büyütmeyi nasip etsin. "
Nazlı çok heycanlanmıştı. Asla böyle bir şey beklemiyordu ve ne derse kendini utandırmaz dili dolanıyordu.
"Çok teşekkürler efendim."
Ertuğrul izin ister gibi eline doğru baktı.
"İznin olursa küçük bir hediyem var."
"Ben... Niye zahmet ettiniz, çok teşekkür ederim."

"Zahmet değil. Hem bizzat tebrik etmek istedim hem de teşekkürümü güzel yüzüne karşı etme fırsatı buldum."
Nazlı neden bahsettiğini anlamadı. Adamın kendine sevgiyle bakan gözleri çok içtendi.
"Teşekkür mü?"
"Senin metanetin, sabrın omzumdaki yükü aldı gelin kızım. Biz torunun haberini duyduğumuzda ne yapacağımızı bilemezken senin dirayetin yolumuzu açtı. Allah razı olsun seni yetiştiren anne-babadan."
Nazlının yanaklarına yayılan kızıllık, ne diyeceğini bilemeyen duyguları sadece tebessüm etmekle yetindi.
"Torunun haberlerini de aldım gelmeden önce. Tam annesine yakışır bir kız çocuğu getirmişsin dünyaya. Adıyla yaşasın."
"Amin efendim, çok teşekkürler."
Ertuğrul gelin kızım dediği Nazlının tepesinin üstüne küçük bir öpücük bırakıp geriye çekildi.
Onu izleyen Halil ve Yiğite baktı sonra. Başını yana yatırıp bir baba şevkatiyle açtı kollarını.
"Ülkene de ailene de hoşgeldin evladım. Beraberinde sefalar getirdin."
Halile uzanıp, kollarını doladığında Halil dik duruşunu ve saygısını bozmadan olabilecek en ksıtlı hareketlerle karşılık verdi. En az Nazlı kadar o da şakındı.
"İkinize de vefa borcum var. Yüzümü kara çıkarmadınız, şu yaştan sonra adıma leke sürmelerine müsade etmediniz. Gururum oldunuz ikiniz de."
Ertuğrul geriye çekilip kollarını kavramayı bırakmamıştı.
"Estafurullah komutanım. Görevimiz neyse onu yaptık. "
"Görevinden fazlasını yaptın evladım. Sen dün bayrağımız için çok büyük bir şey yaptın."
Geriye çekilip yanında dikilen Yiğite biraz daha geniş bir gülümsemeyle baktı.
"Biraz ortalık karıştırdın ama helal olsun, alnının akıyla çıktın işin içinden."
Yiğit Halile göre biraz daha rahattı. Daha önce iki kere yüz yüze gelmeleri de bu yüzü veriyor olabilirdi ona.
"Ben abime güvendim komutanım. Biliyordum, bildiğim için geri çekilmedim."
"O zaman helal olsun sana gözü kapalı güven veren abine. Helal olsun abisinin yolundan gözü kapalı yürüyen kardeşine."
Aynı şekilde Yiğite de kısa bir sarılma gerçekleştirmiş ve yanlarında dikilen Asafla gözgöze geldi.
"Sana da teşekkür edemesem içim rahat etmezdi. Emanetlerimizi gözünden bile sakındın. Aklımı hiç buralarda bırakmadın evladım."
"Ben bir şey yapmadım komutanım. Onlar benim ailem. Ben aileme destek oldum sadece."
Ertuğrul Yiğit ve Halilden ayırmadan aynı kucaklamayla karşılık verdi Asafa. Biliyordu ki bu zorlu zamanlarda Asafın varlığı içine bir nebze ferahlık vermişti. Özellikle plansız doğumda idareyi elden bırakmaması şimdi başı dik bu ailenin karşısına çıkmasında en büyük etkendi. Geline ya da toruna bir şey olmuş olsa ömrünü adadığı üniforması sırtına kaya olur, otururdu. Göreve göndermeden önce verdiği tüm sözleri yüzünü karaya bulardı.
Sonra ardını döndü. Asıl teşekkürün müsebbiplerine doğru ilerledi.
"Ama ben asıl buraya sizi yetiştiren anne babaya teşekkür için geldim. "
Yeşil gözleri parlak parlak bakan kadının eline doğru uzanıp tokalaşma maksatlı tuttu. iki eliyle sıkıca kavradı.
"Şükürler olsun milletim için iki mücahit yetiştirmiş annenin varlığına."
Züleyhanın ilk kez dili düğümleniyordu. Hayatı boyunca ilk kez ne konuşacağını bilemediği bu andaydı. Göğsü gururla dolmuş, taşıyordu. Gözleri yaşlarla parlıyor, nabzı ağzında atıyordu.
"İki yavrumuzunda tüm hayatını öğrenmiş bulunduk kızım. Senin Kütahyanın bir köyünde büyütmeye çalıştığın iki oğlan çocuğu, ulusumun istikbali için canla başla savaş verdi."
"Ben... Ne diyecem bilemedim Paşam. Valla şimdi ağlıyacam ya gururdan. Kurban olurum onları bana verene."
"Hakkındır. Gurur en çok senin hakkındır kızım. Senin gibi annelerin evlatları sayesinde bayrağımızın dalgalanışını izliyoruz. El üstünde değil baş üstünde tutsak ödeyemeyiz hakkınızı."
"Allah razı olsun Paşam. Rabbim devletimizi, milletimizi korusun."
Ertuğrul bu sefer yanında dikilen ve okuduğu her satırda karakterini adında taşıdığını öğrendiği adama çevirdi yüzünü.
"Oğullarına bir teşekkür borcum varsa sana bin teşekkür etmem lazım Asil Sulhan. Halil ve Yiğit adına yazılmış dosyada okuduğum her kelimede bir adamın adıyla nasıl böyle denk olduğunu düşündüm. Senin Kütahyadan alıp Adanaya getirdiğin evlatların, alnımızın akı oldular. Babaları olup, koruyup kolladığın çocuklar sayesinde onurumuzu, gururumuzu kullanmak isteyen sömürgecileri ezip geçtik."
Asil ona ışıltılı bakışlarla bakan Haliline sonra gururunu gözlerinde arayan Yiğitine gülümseyip Paşaya döndü.
"Ben elimden geleni yapmaya çalıştım komutanım. Layığıyla baba oldum mu bilmem ama onlar bana çok iyi evlat oldular. Gittiğim her yerde, adlarının geçtiği her sohbette gururla göğsümü kabarttı tüm çocuklarım. Bana bu yaşımda bir paşadan teşekkür duyurdular. Rabbim bana bu gün yaşattıkları gururu üzerlerinden hiç eksiltmesin. Şeref duydum sayenizde. "
Ertuğrul paşanın kısa ziyareti böylece son bulmuş oldu. Gitmeden evvel Halile ailesiyle bir süre ilgilenmesini ama fırsat bulduğu ilk an üsse geçip sorguya girmesini rica etti. Çıkmadan evvel Nazlının alnına bir öpücük daha bırakmıştı.
Paşanın ardından uğurlama maksatlı çıkanlarla Meyra mavi gözlerini iri iri açmış kapanan kapıya bakmıştı.
"Biz ne yaşadık? Aman Allahım tam olarak ne yaşadık Nazlı?"
"Ellerim titriyor, dur azıcık manyak! Offff nefes almayı unuttum çoğu zaman konuşamam şimdi"
Nazenin dudağını ısırmış kıkırdamasını tutmak için parmaklarını da ağzına götürmüştü.
"Sen neyse de Züleyha abla bile konuşamadı Nazlı. Ayyyy Asafın yanakları nasıl kızardı gördünüz mü? Allahım keşke videoya çekseydik, izler izler gurur duyardım canımın içiyle."
Meyra dirseğini Nazenine vurur gibi yapıp kıkırdamasına eşlik etti.
"Benim danam ne yaptı da ortalığı karıştırdı acaba? Ay çok tatlıydı, resmen ağına yüzüne vura vura sevesim geldi."
"Sana da bir haller oldu Meyra kuşu. Çocuğa tatlı kelamlar bahşedecek kadar hasret yüreğini yakmış."
Meyra kaşlarını oynata oynata sırıttı.
"Sizin yüzünüzden pislikler! Beni de kendinize benzettiniz. Şimdi birazcık özledim diye çok şey yapmıyorum. Sonra kaldığımız yerden sövmeye devam ederim. Alışkın değil benim minnoşluğuma çipil gözlüm."
"Sevmeye diyecektin galiba."
Meyra tiz bir kahkaha attı.
"Yok hayatım sövme o sövme. Öyle anlaşıyoruz biz onunla."
Kızlar sohbet edip birbirlerine bulaşırken Nazlı ellerine bakıyor, gülümseme isteğini dudaklarını ısırarak zaptediyordu.
Avcundaki altın bileklikde ay ve yıldız vardı ama ona bir de güneş eklenmişti. Çok beğenmişti paşanın hediyesini.
"Çok manidar bir hediye boncuk."
"Çok ince düşünmüş. Ay kalbim çok hızlı atıyor."
Meyra geçip yatağın kenarına kuruldu. İyice Nazlıya sırnaşıp, başını yasladı koluna.
"Yüz vermiyorsun ev kobrasına."
"Küsüm ben ona."
"Yeme bizi Nazlı. Paşa överken lohusalığı siktir edip üzerine atlayacakmışsın gibi baktığını görmedim sanma."
Nazlı nazlanarak omzunu silkti.
"Hiç de bile. Ne işim olur elin nişanlısıyla. Pislik!"
Bu hâli iki kıza da kahkaha attırmıştı. Ne uzun zaman olmuştu böyle tasasızca gülmeyeli.
"Nazlı kurban olayım küsmeye devam et ne olur. Sizin birbirinize canınız kaynadığında sadece sen değil herkes doğuruyor malum. Yaklaşık bir on yıl küsersen bizim ruh sağlığımız için çok iyi olur."
Nazlı eliyle Meyranın koluna vurdu.
"Pislik yapmasana eşek! Hem hiç de barışamam. Gidip gevur ellerde kızıl prenseslerle kol kola resim çekinsin o!"
"Of of offff Nazlı çiçeğim bunu sürekli başına mı kakacaksın gerçekten?"
Nazlının sinirle çatılan kaşları ve öfkeyle parlayan gözleri Nazenine cevabı vermişti aslında.
"Hiç bir şeyi kakmıyorum ben başına falan! Konuşmuyorum onunla. Gördünüz değil mi? Hemen yüzüne gözüne bakım yapıp gelmiş birde. Ben tipim paspasa döndü diye aynaya bakamıyorum adam büst gibi dikiliyor. İnsan yalandan azıcık çökmüş gibi yapmaz mı ya?"
Meyra veryansının saçmalığına kaşlarını kaldırarak baktı. Tam olarak kocası yakışıklı diye mi trip atıyordu?
"Sen şimdi tam olarak neye kızdın boncuk? Af buyur ama ben anlamadım."
Nazlı kapıya şöylece bir bakış atıp kendini biraz daha geriye çekmişti.
"Ya Meyra Allah aşkına bir bak bana ya! Şu halime bak! Çocuğumu görmeye gideceğim, kızım bir bakacak hortlak gibi anne, taş gibi baba. Haksızlık değil mi bu? Ben kamyon çarpmış gibiyim, adamın saçını rüzgar bozmamış. Hem niye attıra attıra traş olmaya gitti o?"
Gerçekten bunu dert ediyordu. Meyranın iri iri açılmış maviliklerinin bir eşi de Nazenin de vardı.
"Meyroş... Lohusalık hormonları da mı şey olur? Ben tam bilmiyorum, sen bilirsin."
Meyra yüzünü az eğip dudaklarını bilmem der gibi kıvırdı.
"Öyle oluyormuş galiba. Tam hakim değilim konuya. Ama sanırım kızı babasını çok beğenir diye kıskanıyor da."
"Kıskanmıyorum ben kimseyi!"
Nazenin alt dudağını ısırıp başını iki yana salladı.
"Kıskanıyor gerçekten. Yanında hiç makyaj malzemesi yok mu ki? Belki o zaman biraz rahatlar."
"Çantada her zaman duran bi glossum vardı. Bir bakayım hâlâ orda mı?"
Nazlı git gide öfkeleniyordu. O kimseyi kıskanmıyordu. Yoktu öyle bir şey. Hem zaten kızı da en çok annesini sevecekti tabiki. Daha sesini duymadığı babasının derdine düşecek hâli yoktu ya onun minik boncuğunun.
"Pisliksiniz ikiniz de!"
Aslında atılıp biraz daha saydıracaktı ama önden giren bir doktor ve hemşire sözlerini yarım bıraktırdı. Peşlerinden ise annesi ve babası girmişti hemen.
"Merhaba Nazlı hanım, nasılsınız?"
Nazlı daha önce görmediği adama dikkatler baktı. Gerçekten görmemişti.
"Ben Neonatoloji uzmanı Emre Karslı. Bebeğinizin kontrolleriyle ben ilgilendim. Eğer kendinizi hazır hissediyorsanız ilk beslenme için sizi hemşire arkadaşımız hazırlayacak."
Nazlı sağa sola bakındı. Çok heyecanlanmıştı. Ama sütü gelmemişti ki. Hemen korku çöreklendi içine.
"Benim... Sütüm yok. Gelmedi. Hemşire bakmıştı ama gelmedi."
Doktor tebessümünü bozmadı.
"Endişelenmeyin gelecektir. Biz bebeğinizle ilk bağınızı kuralım önce, hormonlarınızın yardımıyla süt salgısı hızlanacaktır. Erken doğumlarda oldukça sık rastladığımız bir durum."
Doktorun sakinleştirici sesiyle başını salladı. Aralık kapıdan Halil de girince daha bir iyi hissetti kendini.
"Ne kadar kuvözde kalacak? Çok mu uzun sürer?" Doktor yüzünden ekseriyetle bozmadığı gülümsemeyi sürdürdü.
"Hayır, beklediğimiz iki tahlilin sonuçlarına göre kuvöz sürecini sonlandıracağız. Şu an enfeksiyon riski nedeniyle orda. Solunumunda bir sıkıntı görünmüyor."
Nazlı duyduklarıyla daha çok gülümsedi. İyiydi kızı. Hiç bir şeyi yoktu. Sonra yalnız mı yukarı gideceğini soracak oldu ama kesin yanlış anlaşılırdı. Halil bey onu da çağırıyor falan sanar, yüz bulurdu. Ağzı açıldı açıldı kapandı.
"Peki ben de gelebilir miyim? Kızımı görmemde bir sakınca varmı?"
Nazlının konuşmak isteyip konuşamayan ağzı olduğu gibi kapandı. Aslında o annesi için soracaktı ama Halil bey duramamıştı yerinde. Ciğerci kedisi gibi dolanacaktı demek ki hep peşinde. Yine dudaklarını ısıra ısıra gülümsemesini saklamay çalıştı.
"Siz?"
"Babasıyım! Güneşin babası benim."
Nazlı cama doğru dönderdiği yüzüyle tutamadığı yüzünü saklamaya çalıştı. Görmemişler gibi durup durup birde babasıyım diyordu. Hemenden de nasıl adapte olduysa iki kelimenin biri baba oluşunu dillendirmek için kuruluyordu.
"Steril bir hâlde anneye eşlik etmenizde sakınca yok. Ben akşam kontrollerinden sonra tekrar bilgi vereceğim size."
Doktorun hemşireye işaret vermesi ve baş selamıyla odadan çıkması kısa sürdü. Nazlının eli ayağı titriyordu.
"Anne... Kızımı göreceğim. "
Zaten bir tuhaf olmuştu iyice. Hem ağlayıp hem gülmek için fırsat kolluyordu kafası karışık hormonları.
"Hadi boncuğum, git de bak bakalım yavrun nasıl kokuyomuş."
"Anne sütüm gelir ama değil mi?"
Züleyha elinden tutup, ağırca yataktan kaldırdığı kızının sıyrılan belini düzeltti.
"Gelir annem. Bide onu kafana takma. Az erken oldu diye böyle olmuş dedi ya doktor. Nazlı benim için de iyice bi kokla."
Nazlı hızlı hızlı başını salladı. Halil sağa sola bakınıp Nazlı için tekerlekli sandelye arandı.
"Sen ne arıyon Halil?"
"Tekerlekli sandalye getireyim ben."
"Yok!"
Nazlının bir anda çıkan sesiyle Halil etrafı tarayan gözlerini karısına çevirdi. Böyle de bire bir konuşunca tuhaf olmuştu. Yüzünü annesine çevirip sanki hiç konuşmanın muhatabına seslenmemiş gibi davrandı.
"Yürürüm ben anne. Doktor da dedi zaten, sürekli yatmak istemiyorum."
Halil yanına doğru yürüdü. Nazı, niyazı belli ki kök söktürecekti.
"Canın acır Nazlı..."
Mırıldar gibi konuştu. Biraz evvel hayran hayran kendini izlediğini bizzat görmemiş olsa şu küskün ifadeye canı sıkılabilirdi ama gayet de içi gider gibi süzmüştü Nazlı hanım kendini.
"Asansörle çıkıyoruz zaten. Yürümem lazım, doktor dedi sonuçta."
Saniyelik bakışlar atıp birde burnunu havaya dikiyordu. Dudakları gülümsemek istese de bu seferde sen bana mı gülüyorsun tribi yiyebilirdi.
"Tamam... Sen nasıl istersen öyle yapalım Nazlı."
Hemşire önden ilerlerken ağır adımlarla onu takip etmeye başladılar. Halil şimdi kolunu beline dolayıp destek olsa laf yer mi onun hesabını yapıyordu. Nazlı ise bileğine iyice yerleşmiş güneş dövmesini çaktırmadan kesiyordu.
"Yoruldun mu boncuğum?"
Nazlı -cık der gibi bir ses çıkardı.
"Yorulursan söyle olur mu? Ağırlığını bana verirsin."
Nazlı kısa, dalga geçer gibi bir bakış attı ama cevap vermedi. Asansörle yukarı çıkarken ardına geçmişti Halil. Bilerek yapmadıysa Nazlı adını değiştirirdi. Saçlarına yaklaşan yüzünü görmese de hissediyordu. Tabi biliyordu o yaklaşınca Nazlının uçan aklını, fırsatçı pis kullanıyordu bunu.
Asansör sesi onu daldığı yerden çıkardı. Neredeyse geriye doğru yaslanıp, bedenine yapışacaktı.
Hemşire ikisini steril hâle getirip cam odanın yanında yer alan kısma girmelerini sağladı. Bir kaç dakika içinde ise Nazlının deli gibi severek aldığı bir battaniyeyle yanlarına gelmişti. Hemşirenin kucağında minicik duran battaniyeyi gördüğünde elleri hızla dudaklarına kapandı.
"Aman Allahım... Allahım o... Kızım... Güneşim..."
Nazlının sayıklar gibi yanlarına gelen hemşirenin kucağını izleyişiyle Halil elini bilinçsizce sırtına yasladı.
"Evet... Bu küçük kız için anne- baba saati. Şöyle oturun isterseniz Nazlı hanım."
Nazlı gösterilen koltuk tipli sandalyeye baktı. Elleri titriyordu. Gerçekten otursa mıydı ki? Ama yerinde de duramayacak bir enerji vardı içinde.
"Ben ... Kucağıma alayım mı ben? Hı?"
Heyecanlı anne hemşireyi gülümsetti.
"Tabiki... "
Halil ise soluğunu tutmuş öylece minik bohçaya bakıyordu. Nazlının kollarına bırakılan küçük toparlağı daha iyi görebilmek için başını eğdi. Nazlının araladığı ince battaniyeden minik bir el göründü.
"Allahım..."
Nazlı sürekli aynı şeyi söylüyor gerisini getiremiyordu. Aralanan battaniyenin altında çıplaktı bebekleri. Nazlının azıcık açtığı aralıktan minik kulağını, fındık burnunu, ipek inceliğinde kirpiklerini gördü. Eli titreye titreye uzanıp ucu kaymış battaniyeden ayağını ortaya çıkardı.

Her bir detayı gözleri ince ince izledi.
"Nazlı çok güzel..."
Sayıklar gibi çıktı ağzından hayranlığını ifade eden kelimeleri.
"Bebeğim... Minik boncuğum, geldin mi sen annem?"
Halil kızından kaldırdığı bakışlarını Nazlının yüzüne çevirdi. Ne kadar yakışmıştı annelik karısına? Nasıl şefkatle dökülüyordu kelimeleri billur sesinden? Nazlının ona bakan dolu dolu gözlerine baktı.
Güneş onun kalbine iki kere doğdu. Yüreği çatlayacak bir hızla çarpıyordu. Korka korka parmağının ucunu yüzüne değdirdi. Öyle ipek gibiydi ki incinecek korkusu yerleşti hemen içine.
"Nazlı bu nasıl bir şey?"
Sesinden damla damla hayret akıyordu. Gözleri kapalı bebekleri esner gibi açılıp kapandığında hayatları boyunca gördükleri en mucizevi olaya şahit oluyorlarmış gibiydi.
"Dudaklarına bak. Allahım çok güzelsin. Benim savaşçı ışığım, çok güzelsin."
Nazlı üst dişini alt dudağına saplamış yaşadığı şu anın gerçekliğini sorguluyordu.
"Bunu yaşadığıma inanamıyorum. Allahım, kollarımdasın bebeğim."
Halilin gözleri sürekli kızı ve karısı arasında geziyor, hangi güzelliğe değse diğerine haksızlık ediyormuş gibi ona çevriliyordu. Burnu sızlamaya, gözleri dolmaya başladı. O sırada kızı gözlerini azıcık açmış , sanki şöylece bir etrafa bakıp geri kapatmıştı.
Nazlı soluğunu tuttu. Göz rengi belli değildi ama açık renkli irisleri de kahverengi olmayacağını alenen sermişti ortalığa. Tutmaya çalıştığı hıçkırığı kaçtı dudaklarından. Alışılmış yaşları sıra sıra boşaldı yüzüne aşağı.
Ona hayranlıkla bakan kocasına çevirdi gözlerini.
"Bana... Vermedin gözlerini ama kızımıza vermişsin."
İç çekip kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı.
"O başarmış senden gözlerini almayı. Benim savaşçı parıltım annesinin yapamadığını yapmış. Çok güçlü... İki düşmanın arasında bana sıkı sıkı tutunmuştu. Şimdi bak ne yapmış?"
Halil iki yana salladı başını. Nazlının nefesini hissedeceği kadar yaklaştı.
"Yanlışın var boncuk sevgilim. Sen beni ilk gördüğün gün zaten almıştın gözlerimi. Kızım da annesi gibi. Zor şer yürümeye çalışan boncuk, bana baktığında gözlerimi görmüştü. Alana kadar hiç pes etmedi. Kızımız da senin inatçılığında, senin gücünde bak. Yaşamak için iki düşman yenen bebeğimiz o bizim Nazlı."
Halil derin bir soluk aldı. Kürdan inceliğinde parmağına eğilip dudaklarını dokundurdu. Aşkın bu kadar hızlı olanı insanın başını döndürüyordu.
" İki güneş... İki boncuk... Sen bana dünyaları nasıl verebildin Nazlı? Sen beni sevinçten ağlatacak hâle nasıl getirdin?"
|
0% |