@orenda
|
Selam kitabımın ballı lokmaları. Yazarken oldukça keyif aldığım bir bölümdü, inşallah sizde seversiniz.
Sabah ezanı sonrası namazını eda eden Tahir üzerini değiştirip evden çıktı. Büyük bir tarlanın ortasına, ilk evlerini yapmıştı sonra ise geçimini sağlayacağı iş için büyük bir ahır kurmuştu. Ahırın yan kısmında da neredeyse aynı büyüklükte bir ağıl vardı. Hayvanların samanlarını, yemlerini burda muhafaza ediyordu. Tabi birde otuz altı ineğin sağımında yardımcı ekipman vardı. Önceleri bu işi Ünzileyle kendisi yapıyordu ama ilerleyen yaş, artan hayvan sayısıyla ailesi tarafından lüks gözüyle görünen süt sağma makinaları vardı.
Dudağı kıvrıldı, hatrına makinayı eve getirdikten sonra ilk sağımı yapışları geldi. Bir süre mantığını çözmek, inekleri ürkütmeden takmakla uğraşmışlardı. Daha sonra ise Ünzilenin gülümseyerek izleyisini hatırladı.
Karısının eklem romatizması vardı. Tüm işi kendi üstlenmek istese de Ünzile ağrılarına rağmen ona yardımcı olmaya çalışırdı hep. Şimdi hem Tahiri hem Ünzileyi oldukça yoran bu işten kurtulmuş olmak, çok mutlu etmişti onu.
Tahir, Ünzilenin kendi için nelere katlandığının farkındaydı. Ailesinin onu asla tam olarak benimsemediğini görüyordu. Elinden geldiğince de kendi küçük ailesini korumaya çalışıyordu. Sırf bunun için değil miydi kasabadan oldukça uzak kalan bu tarlayı küçük bir çiftliğe dönüştürme gayesi?
Ama bazı şeylere gücü yetmiyordu da. Tahir oldum olası yumuşak başlı biri olmuştu. İstese bile bağıra çağıra kavgalara giremiyordu. O, ne Osman abisi gibi sinirlenince sağı solu dağıtırdı ne de İlhan abisi gibi kapıyı çarpar çıkardı. Küslük kanında yoktu. İstese bile uzun süre kimseye kin güdemiyordu. Hakkının çok yendiğini de görürdü ama fıtrat değişmedikçe bazı şeylerin önüne de geçemiyordu.
Sözde bu gün İlhan abisi yardıma gelecekti ama saat altıyı geçtiği hâlde ortalıkta görünmediğine göre verdiği sözü unutmuştu demek ki. Olabildiğine sessiz olarak ev adamını rahatsız etmeden çıktı. Ahıra girdiğinde ilk altlarını sıyırması sonra boşalmış peknileri doldurması lazımdı. En sona sağma işini bitirip sütü almaları için bekleyecekti.
Evdeki misafirler uyanmadan buraları halletme telaşıyla sıyırgıyı kaptı. Hayvanların artıklarını dışarı kürekle attığı geniş pencereyi araladı.
Tam işe başlayacakken kapıdaki hareketlilik dikkatini çekti. Asaf demir kapıyı aralayıp içeri girmiş ve soğuk gelmesin diye geri kapatmıştı.
"Hayırlı sabahlar."
Tahir bu saatte ayakta olan çocukla şaşırdı.
"Hayırlı sabahlar oğlum, erkendi saat. Uyku tutmadı mı? Yerini mi yadırgadın yoksa?"
Asaf sağa sola bakınıp derin bir nefes aldı. Alışık olmadığı sası koku genzini yaksa da yüzü olduğu gibi duruyordu.
"Yok ben çok uyumam aslında. Pencereden de sizi görünce belki bir faydam olur diye geldim."
Tahir bıyıklarının verdiği avantajla gülümseyişini saklayıp başını onaylar gibi salladı.
"Alışkın değilsin oğlum, zor gelir ahır işi. "
"Siz bana ne yapmam lazım söyleyin, ben hallederim."
Tahir niyeyse uğraşmak istedi biraz. Şehir de yetişmiş bir çocuk için köy işi gerçekten ağır gelirdi. Elinde ki sıyırgıyı uzattı.
"Sağmadan evvet temizlemek lazım. Sen çeker misin altlarını? Bak şu ark var ya ilk oraya çekeceksin, sonra ordan da pencerenin önüne doğru sıyırmak lazım. Dışarı atarım ben."
Asaf bir şey demeden anlatırken bir yandan da ne yapacağını gösteren adamı izliyordu. Eline alıp tarif edileni yapmaya başladı. Tahir de bu arada samanları, yemle karıştırdığı yere gitmiş hazırlıyordu.
Gözünün kenarıyla sürekli Asafı izliyordu. İlk kez yapmasına rağmen oldukça titizce çalışan çocuk hoşuna gitti. Bir süre ikisi de hiç konuşmadan işlerini yaptılar. Pencerenin altına biriken hayvan pisliklerini dışarı atmak için Asaf etrafa bakındı. Köşedeki küreği alıp açık camdan atmaya başladı.
Peknileri yemle dolduran Tahir de çıkan kürek sesiyle başını işinden kaldırdı.
"Dur oğlum, dedim alışkın değilsin. Belini neyi sapıtma. Ben atarım sonra onları."
Asaf işini yapmaya devam ederken "Yok Tahir abi ortaokulda, lisede okul harçlığı için çok kömür attım kamyona kürekle. Aynı iş ikisi de" diye cevap verdi.
Tahir elindeki kovayı bırakıp seri bir şekilde kürek sallayan Asafa baktı. İçinden ince bir sızı kaydı. Şimdilerde kendi oğlu da orta okula gidiyordu. Bir baba olarak okumasından başka gayesi yoktu. O yüzden de bir kere bile ahıra sokmamış, tarlaya götürmemişti.
Üzüntüsünün içine utanç da karıştı. Kimsesiz- necidir dediği çocuğun bu hayatta kalabilmek için ne çabalar verdiği düştü aklına. Daha çok utandı ettiği laflardan.
Belki gözüne girme çabası belki de gerçekten yardım etme isteğiyle Asaf azıcık bile yorgunluk emaresi göstermeden ne derse yapıyordu.
En son sütleri sağmak için makinayı getirdi ağıldan. Çelik süt kovalarını hazırladı.
"Gel bakalım bu işi de kıvıracak mısın hemen? Maşallah elin işe pek yatkın."
Asaf biraz utanmış, biraz mahçup bir tavırla yanına gelip ineklerin memelerine başlıkları nasıl takacağını gösterdi. Sağım sürecinde biraz geri çekilip yan yana izlemeye başladılar.
Afasın bir şey diyecekmiş gibi yüzüne bakıp sonra geri başını indirmesi Tahiri daha çok gülümsetti.
"Eee Asaf, hiç konuşma fırsatımız olmadı oğlum. Var mı bana demek istediğin bir şeyler?"
Asaf zaten buz gibi havada ter akıtıyordu. Ne dese doğru olur, nasıl konuşsa kendini en güzel şekilde ifade eder bilemiyordu. Hatalı bir kelime, Nazenine layık görülmeyeceği ihtimalini düşündürüyordu. Bu ihtimal, şu sıra en büyük korkusu olmuştu.
Sonra derin bir soluk aldı. Böyle sessiz durdukça hiç bir şey olmayacağını en başından beri biliyordu.
"Tahir abi... Ben konuşmak istiyorum aslında ama ne dersem doğru anlatırım derdimi bilmiyorum."
Tahir duvara yasladığı sırtını ayırıp yanı başında duran genç adama döndü yüzünü.
"Sen bir yerden başla oğlum. Ben de senden pek kalır halde değilim anlayacağın. İlla buluruz bi orta yol."
Asaf düşük omuzlarını dikleştirip o da dayandığı duvardan ayrıldı.
"Ben... Senin kızın benim için çok kıymetli Tahir abi. Ben sana ne dersem tam olarak inandırırım bilmiyorum ama gerçekten çok kıymetli. Siz onu öyle güzel yetiştirmişsiniz ki ona denk değilim biliyorum. Buraya gelmek istediğinde bile karşınıza kimi çıkaracağımı bilemedim çünkü ben. Züleyha halam, Asil abi yol göstermese ne yapmam lazım bilmiyorum çünkü. Bir baba olarak evladına en iyisini istersin, hakkındır. Yetimhanede büyümüş biriyim ben. Sen kızına nerden geldiği belli olan birini istersin, anlıyorum. Geldiğimden beri huzursuzsun, bunu da görüyorum. Ama..."
Sanki bir anda boğazı kupkuru oldu. Konuşmak isterken kelimeleri, kurumuş gırtlağından geçemedi. Tahirin dikkatle ona bakan gözlerine gözlerini değdirdi.
"Ama senin kızın beni inandırdı Tahir abi. Anasının babasının ölsün diye öylece çöpe attığı adama, güzel bir ömür düşü kurdurdu. Kimlerdensin sen desen tek bir söz çıkmaz ağzımdan. Ama Nazenin bana kimsem olabileceğine dair öyle güzel baktı ki ben gerçekten inandım ona. Benden bir söz istersen veririm o sözü. Ona ömrüm boyunca çok iyi bakacağıma dair yemin istersen ederim. Ya da ne yapmam lazımsa sen söyle, ben elimden geldiğinin fazlasını yaparım onun için."
Tahirin yüzü duru bir su gibi dalgasız olsa da göğsü sancılanıp duruyordu. Önünü arkasını hiç düşünmemişti ama şimdi bu çocuk öyle bir laf etmişti ki omuzlarına ağır ağır kayalar yüklemişti.
O üç evladını da koklayarak, dualarla almıştı kucağına. Çocuklarını gözünden sakınmıştı. Eksikleri olmasın diye gece gündüz çalışmış, gözlerini kimsede bırakmamıştı. Bunları da büyük bir sevgiyle yapmıştı. Çöpe atılmak nasıl bir laftı? Bu nasıl ağır bir imtihandı? Yaşamak mı daha zordu bu ağır sınavı yoksa böyle bir gerçeğin varlığı altında ezilmek mi daha yaralayıcıydı?
Bir de gözünün içine baka baka sevdasına inandırma çabası burnunun direğini sızlattı.
"Çok mu? Çok mu kıymetli benim kara kızım senin için?"
Asafın yüzünde kırık bir gülümseme oluştu. Aylar önce sarılıp, iyileştirilen yanığı sızlamış gibi gözleri ellerine döndü.
"Senin kızın yanmış elime merhem diye elma kabuklarından şifa sardı Tahir abi. Sonra da saçına taktığı bi fuları avcuma düğümledi."
Asaf elindeki gözlerini kaldırıp onu dikkatle izleyen adama baktı.
"Büyü yapsa bu kadar çabuk iyileşmezdi yaram. Yani senin kızın çok kıymetli Tahir abi, değerini dile getirmeye benim kelimelerim yetmez."
Tahir bir baba olarak ne diyebilirdi ki böyle sözlere? Kara kızının gönlü niye düştü anlıyordu ama. Başını onaylar gibi sallayıp, sağımı biten ineğe doğru yürüdü.
"Gel bakalım, bu seferkini sen tak. Ürkütmeden yapabiliyor musun bakalım. Belli ki daha çok gelip gideceksin buraya. Geldiğiniz zamanlarda yardımın dokunur."
Afasın yüzünü kaplayan gülümsemeye gözünün kenarıyla baktı. Asaf ise üstü kapalı varlığına ve burda oluş sebebine verilen onayla tüm korkularından arındı. Sık sık gelmesi gerektiğinin iması da yapılmıştı. İçinde kabaran heyecanı paylaşmak için Nazenini beklemek çok zor olacaktı. Hemen hızla başını sallayıp Tahir nasıl tarif ediyorsa öyle yaptı her şeyi.
Bir süre Tahirin gözlerinin, üzerine düşüp hızla geri çekilişini takip etti Asaf. Sonra genzini temizler gibi küçük bir ses çıkarıp başını dolan süt kovasından kaldırdı.
"Tahir abi..."
"Buyur oğlum."
"Nazenin... Benim sadece yetimhanede büyüdüğümü biliyor abi. Daha fazlasını bilmiyor. O çok narin, buna bile çok üzülüyorken fazlası ağır gelir ona. Bu mesele aramızda kalsa olur mu?"
Tekrar diline almaya cesaret edemese de çöpe bırakılmış bir bebek olduğunu söylememesini rica ediyordu. Nazenine ilk kez ailesiz olduğunu söyleyince nasıl ağladığı dün gibi aklındaydı. Daha fazlası, kara saçlı büyüsüne acı vermenin ötesinde olurdu. Onun narin kalbi belki mecburiyetten bırakmışlardır ya da hayatta değillerdir diye sebepler arıyor, Asafa teselli sözleri sıralıyordu ara sıra.
Nazeninin kalbini taşıyan kimse, ölmesi için çöpe atılan bir bebeği duymayı kaldıramazdı.
Tahir yanağının içini ısırıp ne diyeceğini bilemedi. Onların diline almaya elzem ettikleri bir gerçeği, el kadar bebekken yaşamış çocuğa karşı içinde uçsuz bucaksız bir merhamet uyandı.
"Demem evladım, ikimizin arasında kalır ne istersen. Madem sen kızım üzülmesin istersin bende Allah nasip ederse oğlumun gönlü nasıl mutlu olacaksa öyle yaparım."
Asafın yüzünde utanmış bir ifade oluştu. Dudakları gülmek için kıvrandıkça kıvrandı. Nazeninle biran evvel yalnız kalmalıydı. Çabucak ona babasının onlara izin verdiğini söylemeliydi.
Beraber doldurdukları süt kovalarını ağıl girişine sıra sıra dizerken Asil ve Züleyhanın el ele tutuşup onlara doğru yürüdüğünü gördü Tahir. Baya yorulmuştu. Allahtan Asaf imdadına yetişmişti, yoksa bel ağrısı üç gün canına okurdu.
"Hayırlı sabahlar, sizi de mi uyku tutmadı? Daha sekiz olmadı saat."
Züleyha soğuktan kızarmış burnunu çekip ikiliye baktı ve kocaman gülümsedi.
"Yok Tahir abi. Çoluklu çocuklu, iş güç sahibi insan olunca erken kalkmaya alışıyo insan. Gençler uyuyolardı biz de kocamla dolaşalım dedik. Sizi görünce de bu tarafa geldik işte. Siz ne ediyonuz bu saatte?"
Asaf içerde kalmış son kovayı da almış dışarı çıkıyordu. Tahir, Asafa bakıp gülümsedi. Sonra da gözleri fıldır fıldır ikisi arasında dolaşan kadına baktı.
"Ahır işini erken yapmak lazım. Sütü almaya gelecekler. Sağolsun Asaf oğlum da yükümü sırtlandı."
Züleyha gururlu bir annenin bakışlarıyla başını biraz daha dikleştirdi. Göğsünü gere gere Asafa baktı. Asilin bıyık altından onu izleyerek gülüşünü bu sırada kaçırmış oldu.
"Öyledir benim oğlum. Maşallah her iş geliyo elinden. Yeri geldi soframı kurdu yeri geldi mutfağımı topladı. E şimdi de ahır görüyo kuzum. Kurban olsun halası verene."
Asil alt dudağına dişini saplamış, kahkahayla gülme isteğini bastırmaya çalışıyordu. Gözü Tahire kaydığında onun da kendinden aşağı kalırı yoktu. Züleyhaya evlatlarını övecek bir ortam oluşturulursa bunu asla kaçırmaz, dibine kadar her kelimeyi sıyırırdı. Asil de biraz Tahire takılmak, az Züleyhayı kızdırmak için konuştu.
"Ahır işi zordur Tahir, becerebildi mi bizim oğlan? Hiç köy görmemiştir belki, ağrımasın sağı solu."
Züleyhanın bir anda yüzüne çevrilen ve neredeyse ateş çıkaran yeşillerini sırıtarak izledi. Eli elinden çekilip koluna girdi. Kalın montun üstünden etini sıkmak için işe girişmişti o el.
"Niye öyle diyon Asil efendi? Her iş gelir elinden diyosam geliyo demek ki! Sen şimdi benim oğlumu niye mahçup ediyon kayn... Tahir abisinin yanında.? Bak nasıl güzel etmiş hemde ki adamın yüzü gülüyo!"
Tahir, Asilin rahat gülüşüne uymak istese de Züleyhaya ayıp olur çekincesiyle bıyıklarını düzeltir gibi yüzündeki gülüşü kontrol etti. Gözünün kenarıyla onları dinleyen çocuğa baktı. Onun da kendilerinden farkı yoktu.
"Züleyha haklı Asil. Abim gelecekti ya unutmuş heralde. Asaf olmasa öğleni bulurdu işimin bitmesi. Sağolsun ne dediysem de fazlasıyla yaptı."
Züleyha istediği övgüyü sahibinden alınca az salınır gibi kolundan çıktı Asilin. Yan yan da baktı kocasının densizliğine.
"Gençliğim düştü aklıma, biz de bakak mı içeri Asil? Az inek sağmadım bende zamanında."
Hem konuşup hem ahıra giren karısının peşinden Asil de girdi. Onların peşindense Asaf ve Tahir içeri adımladı.
Züleyha babasından kalan üç dört ineğiyle nasıl ilgilendiğini hatırladı, gözünü gezdirdiği ahırda. Asile dese dalga geçerdi belki ama bu ağır, sası kokuyu bile özlemiş gibi hissetti.
"Zor olmuyor mu Tahir? Baya inek var burda, tek başına nasıl kalkıyorsun altından?"
"Valla ne yalan söyleyim, zorluyor artık. Tarlalarla beraber idare etmek pek ağır geliyor. E yaş da geçiyor, eski gençlik yok. Sağlığım el verse hiç dertlenmem de zorumsuyırum artık."
"Doğru, tarlalar da vardı senin."
Asil etrafta gözlerini gezdirirken Züleyha yaklaştı Tahire.
"Abi dişi malla ilgilenmek zordur, kurbanlık beslesen daha iyi değil mi?"
"Onu bende istiyorum aslın da ama babam bir türlü ikna olmuyor. Burda aylık süt parası geliyor ya hayvanların yemine, evin geçimine destek oluyor süt. E birde kurbanda hepsini elden çıkarma derdi var ki o hepsinden büyük risk."
Züleyha tekrar gözlerini etrafta gezdirip "hmm" diye bir ses çıkardı.
"İyi de böyle olunca da işin büyük yükü sende kalıyor."
"Abilerim geliyor yardıma günlük dönüşümlü ama bazen böyle aksaklık da oluyor. O zaman da ben idare ediyorum."
Züleyhanın "kör olasıcalar" fısıltısını sadece Asil duyduğundan hemen karısını kolunun altına alıp, susturdu. Sayıp, sövmeye yer arıyordu Züleyha. Tahir de bilmeden ekmeğine yağ sürüyordu.
"Azaltarak elden çıkarmak lazım aslında da alıştım ben bu işe, ona da gönlüm el vermiyor. "
Onlar ahırdan, tarladan sohbet ederken evin içi de hareketlenmeye başlamıştı. Nazlı kalkıp hemen hazırlandı.
"Şunun hallere bak Allah aşkına, sür rimeli sür? Çıkar kirpikleri arşa doğru."
Nazlı elindeki rimeli indirip ters ters baktı arkadaşına.
"Ya sen niye böyle yapıyorsun yine? Süreyya abla bir şey de kızına. Kocam geldi iki dakika anca gördüm. Onda da yol yüzünden şaftım kaymıştı. Tipimi düzeltiyorum ne olmuş?"
Süreyya da saçlarını fırçalayıp, zarif bir şekilde topladı.
"Bakma Nazlıcım sen benim kızıma. Kendisi biraz şey olduğundan bilmiyor böyle incelikleri. Halbuki kalkıp, aynı şekilde hazırlanması lazım. Malum Yiğit de burda."
Meyra klopatra yatışını bozmadan annesine boş boş baktı.
"Ne olmuş burdaysa?"
Süreyya ise kime ne anlatıyorum der gbi başını salladı.
"Anneciğim hani sizin de aranızda bir şeyler var ya! Çocuk için biraz özensen sevinir bence."
Meyra yattığı yerden kalkıp, lavobaya gitmek için kapıya yürüdü.
"O dana süse püse bakmaz. Beni nasıl sinir eder, orayla ilgilenir."
Nazlı ve Süreyya çıkan kızın ardından baktı. Nazlı kıkırdayınca Süreyya da aynı şekilde eşlik etti.
"Süslenme sebebini ne diye yutturmaya çalışır sence Süreyya abla?"
"Misafirlikte olduğumuzu bahane eder diyorum ben."
Yine birbirlerine bakıp güldüler. Nazenin annesine yardım için mutfağa gitmişti. Nazlı kapıdan çıktığında Halil de çıkıyordu. Çölde su bulmuşcasına bir sevinç kapladı Nazlıyı.
"Ayyyy vallahi ne yaparım da yanına gelirim diyordum. Allahım çok seviyor beni. Günaydın Halil."
Halil koridorun sonuna göz atıp hemen Nazlının yanına yürüdü. Saniyeler içinde elini beline dolayıp, karısını göğsüne yaslamıştı.
"Günaydın boncuğum, hâle bak! Evliyiz ama yine karımızın koynunda yatamıyoruz."
Halil boynunu koklaya koklaya öptü bir kaç kere. Huylanan Nazlının kıkırtıları da arttı.
"Ya Halil! Ne yapalım aşkım, bize verebilecekleri ayrı oda yoktu ki. Ama geldiniz ya çok mutlu oldum Halil. Herkes çok sevindi."
"Asafı yalnız bırakmak olmazdı. Hem seni görme fırsatı bulmuşum, kaçırır mıyım nazlı bebeğim."
"Kahvaltıdan sonra dışarı çıkmayı falan bahane edelim mi? Ev çok kalabalık, öpsem en az beş kişiye yakalanırmışım gibi geliyor."
Mırıl mırıl söylediği sözlerle Halilin yeşil gözlerinden geçen kararmayı izledi.
"Nazlı..."
"Hmmm..."
"Alacak bir şeyleri bahane etsen, merkeze gidemez miyiz iki saat?"
Nazlı cilveli cilveli omuz silkti.
"Ne yapacağız ki orda?"
Halil burnunun ucunu öptü sonra dudak kenarını. Biraz aşağı kayıp çenesine bıraktı bir öpücük.
"Eminim çok güzel otelleri vardır Amasyanın. Boncuğuma göstereceğim."
"Hmmm göstereceksin yani... Otelleri..."
Nazlı dudaklarına dudağını sürte sürte konuşunca Halilin boğazı kupkuru olmuştu.
"Nazlı kahvaltıdan sonra gidelim."
Bu kadar oyun yeteceği için Nazlı iki adım geri çekildi. Ellerini kocasının yüzüne atıp, avuçlarını huylandıran sakallarını sevdi.
"Üzgünüm sevgilim, inan bende çok isterdim göstermeni, yani otelleri. Ama hiç müsait değilim bana bir şeyler göstermene."
Halil kaşlarını çatıp, reddedilişinin sebebini düşünürken Nazlı elini kasıklarına yasladı. Sıcak avcu sızlayan kasıklarına çok iyi gelmişti.
"Regliyim sevgilim. Sen bana başka zaman göstereceksin ne göstereceksen."
"Hayır Nazlı!"
"Malesef kocacığım."
"Şaka yapıyorum de. Ne olur dalga geçiyor ol Nazlı!"
"Üzgünüm bitanem."
Halilin sık sık gözleri ve karnı arasında dolaşan bakışlarına kıkırdadı. Dondurması yere düşmüş bir çocuk çaresizliği vardı yüzünde.
"Hadi hayatım, içeri geçelim. Kahvaltıya bende yardım edeyim. Hem Ünzile abla, bizim arabaları görürse akrabalarının hemen geleceklerini söylemişti."
"Yürü Nazlı! Yürü Allahını seversen. Hayır madem müsait değilsin niye yoldan çıkarıyorsun beni?"
Nazlı şaşkınlıkla baktı Halile.
"Ay ben ne yaptım şimdi?"
"Yeme beni Nazlı! Gerçi nereye yiyorsun? Sen yiyemediğin gibi beni de aç bıraktın! Cilve, naz yapma sakın! Aklımı bulandırma madem yok."
Nazlı gerçekten trip attığını fark edince boncuk gözleri iri iri açıldı.
"Sen ... sen şu an bana trip atıyorsun!"
"Madem müsait değilsin niye sürtünüp aklıma düşürüyorsun Nazlı?"
"Ay vallahi delirdin sen! Sarıldım be ne sürtünmesi."
"Sürtündün Nazlı, hissettim ben! Özledim diyorsun, sağımı solumu okşuyorsun sonra da yok diyorsun. Ne olacağım ben?"
Nazlı gülse mi şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemese mi karışmıştı iyice. Halili ilk kez böyle görüyordu. Çocuk gibi ayaklarını yere vurup istiyorum, banane demediği kalmıştı bir.
"Halil iki yaş sendromun ağır mı geçiyor aşkım? Yere yatıp, tepinecek misin şimdi de?"
Halil ters ters bakıp elini kavradı ve yürütmeye başladı. Diliyle dişi arasında "sürtündün işte" diye mırıldandı.
Nazlı sırıtarak Meyraya bakıp duruyordu. Bu bakıp bakıp taciz etmelere Süreyya da eşlik ediyordu.
"Yolarım seni Nazlı!"
"Ay naptım ben be?"
"Kes! Bilmiyorum sanki seni!"
"Meyroşum bir şey demedim ya, rujun fazla mı olmuş sanki? Dikkatimi çekiyor."
Meyra dişlerini sıkıp onlara bakanlarda gözlerini gezdirdi.
"Senin yüzünden Nazlıcığım! Hani sabah sabah bir ton süslendin ya misafiri olduğumuz insanların karşısına pespaye çıkmayım dedim. Sen böyle sürüp sürüştürünce ben çok paçoz mu kalaydım?"
"Yok balım, kalmazdın paçoz ama iyi olmuş böyle. Hoşuna gider... Ev sahiplerinin!"
Meyra dayanamayıp saydırmaya başlayacakken Züleyha ablası girdi içeri. Gözleri çakmak çakmaktı. Bunu ilk Nazlı fark etti.
"Anne! Ay naptın anne sen? Böyle bakıyorsun ya çok tuhaf hissediyorum, bir şey yaptın değil mi?"
Salatalıkları dilimleyen kızının önünden bir tane alıp ağzına attı Züleyha. Nazlının tiradıyla hepsi ona bakıyordu.
Kız ne yapacam? Akıllı uslu babanla sabah yürüyüşü yaptım bi tek."
"O zaman yapacaksın?"
Nazlı gözlerini kısmış bir cevap bekliyordu. Züleyha da insanı ürperten bir gülümsemeyle kızının dibine kadar girip şap diye öptü.
"Anasının boncuğu, nasıl güzel benim kızım ele? Aynı ben, akıllı yavrum benim."
Nazlı artık emindi aklında tilkiler başlamıştı mesaiye. O tilkiler öyle hoşuna gitmişti ki buraya gelirken sinir küpü olan annesi, pamuk şeker olmuştu.
Ünzile "şeytan mı geçti, bir titreme aldı beni" diye ürperen kollarını sıvazladı. Meyra da kendi boyundan en fazla beş santim uzun olan kadının omzuna kolunu sardı.
"Ünzilem, canını yediğimin hatunu evinde kimleri kimleri ağırlıyorsun ah bir bilsen."
Ünzile bayılıyordu bu sarı kıza. Kırk yıllık ahbap gibiydiler. Adıyla seslendiği zamanlarda da hiç yadırgamıyordu, hatta çok da hoşuna gidiyordu. Buraya ilk geldiğinde iki üç gün sakin sakin duran kız sonradan coşmuştu. Ama Ünzile bu halini çok daha fazla seviyordu.
"Hadin hadin adamlar acıkmış, önlerine koyalım bir şeyler. Tahir abiyle de Asaf ahır işini görmüşler, hoşaf olmuşlar yazık."
Züleyhanın sırıtarak konuşması ve kızaran patatesleri tabağa alan kızı izlemesiyle tüm konu bir anda değişti. Nazenin de duyduklarıyla başını hızla kaldırdı.
"Züleyha abla?"
"He balım?"
"Asaf mı dedin?"
"Öyle dedim balım. Halasının efendi paşası, sabah kalkmış kaynatasına yardım etmiş. Tahir abide nasıl memnun, nasıl keyifli bi gör. Nasıl övüyo oğluşumu, nasıl yüceltiyo? "
Nazenin hızla patatesleri ocaktan çekip tezgaha bıraktı. Hemen Züleyhanın yanına gelmiş, gözlerini de irice açmış ağzından çıkacakları bekliyordu.
"Gerçekten mi Züleyha abla? Beraber mi yapmışlar, babam keyifli miydi?"
"Kız essah diyom, yalan mı diyecem? Bu oğlan var ya sessiz sakin duruyo emme hepsini cebinden çıkarır. O akıllı geçinen Yiğit ders alsın ondan. Sen sabah ezanında kalk, git ahır işi yap. Kaynatası çalışkan adam, nerden yakalayacağını bilmiş."
Meyra öğretmeninden izin alan çocuklar gibi parmak kaldırıp araya girdi.
"Yalnız Zülüşcüğüm Yiğit de annemin çiçeklerine bakım yapmıştı. Yani hemen hemen aynı mantık."
"He senin ki daha akıllı diyon yani."
Meyra yaptığını fark edip kaldırdığı parmağı indirdi. Ona pis pis sırıtan Nazlıya birde keyifle gülümseyen annesine baktı.
"Şey ... Öyle değil sen dedin ya Asaf öyle yapmış diye. Yiğit de yapmıştı diye dedim."
Sonra hâlâ ona bakanlarda mavişlerini gezdirdi. "Ben bunu niye dedim ki" diye fısıldadı. Masadaki peynir tabağını alıp koşturan adımlarla çıktı mutfaktan. Ardından atılan kahkahalar sinirlerini bozmuştu.
Ünzile ise kızının heyecanına, Züleyhanın keyfine bakıp bir nebze rahatladı. Demek ki Tahir taraflı davranmayacaktı oğlana. Sen misafirsin deyip yanından göndermediğine göre Asafı beğenmiş olmalıydı.
Bu günkü masa hepsinin sığacağı şekilde salona kurulmuştu. Hep beraber yapılması daha çok hoşlarına gidecekti. Ünzile sıkışıp, rahatsız olurlar diye iki sofra kurmuştu dün ama bu sabah beraber yapılacak bir kahvaltı onunda hoşuna gitti. Çocukların tabureye oturtulduğu, herkesin dip dipe sıkıştığı, sandalye yetmediği için mutfak sandalyelerinden destek alındığı çok güzel bir sabah kahvaltısı yapıldı.
Nazenin gözlerini babası ve Asaf arasında dolaştırıyordu çoğunlukla. Babasının "tandır ekmeği ye oğlum" deyip ekmeği uzatmasını, Asafın babasına uzak kalan menemeni önüne doğru uzatmasını içi gider gibi izledi.
Masada göz gezdirince iki üç bardağın boşaldığını gördü, tam ayaklanacakken Gurur da bardağını bitirip kalkmıştı.
"Sen otur Nazo, ben çaydanlığı getireyim."
Sonra masaya göz gezdirip yarım bardaklara baktı.
"Herkes çaylarını fondiplesin, valla ben döktükten sonra bitirene çay vermem."
Gururun çıkıp mutfağa gidişini Tahir şaşkınlıkla izledi. Asil de zevzek oğluna başını iki yana sallayarak bakmıştı.
"Senin iki numara fırlamanın teki."
"Öyle... Yine bu gün senden çekindiği için daha uslu duruyor gibi."
Tahir kısık kahkahasıyla elinde çaydanlık, içeri giren çocuğu izledi. Sonra dediği aklına gelmiş olacak ki yarısı dolu bardağı bir yudumda içip bitirdi. Asil de yaptığı harekete "sen de mi Tahir?" diye sitem eder gibi konuştu.
"Fondipleyecekmişiz Asil, yoksa vermeyecekmiş çayı."
Gurur çayları tazelerken babasının ona dik dik bakışıyla gözünü kırpıp, başını salladı.
"Baba yine bana kanın kaynamış, kaşlar çatık, kınayıcı bakışlar ateş ediyor. Ne yaptım yahu yine?"
"Bir şey yapmadın oğlum? Maşallah çekiyorum içinden sana."
Gurur tamda babasının sürekli kendine seslendiği gibi zevzekçe sırıtıp, öpücük attı. Biten bardakları doldurup, yerine oturdu.
Kahvaltı faslı bitip,sofra toplanmaya başladığı sıra dışardan gelen seslerle Züleyha ve Ünzile göz göze geldiler. Ünzile buna bile şükretmişti. Çoğu zaman ailesiyle kahvaltıya hasret kalırdı.
Misafirler koltuklara yerleşirken kızlar ve oğlanlar masayı toparladı. Tahir ve Ünzile de kapıyı açmak için ayaklandılar.
Tahir biraz mahçup, biraz dertli "babamlar gelmiştir" diye Asile durumunu anlatan bir bakış attı.
Kapı açıldığında büyük eltisi Dudu, kaynı Osman, kızları Fidan ve Zehra, büyük oğlu Aydın, en sona da kayınpederi içeri adımladı.
"Hayırlı sabahlar Ünzile, ağaç olduk kapıda. Soğukta niye beklettin o kadar?"
Ünzile daha girer girmez memnuniyetsizliğini dile getiren eltisine derin bir soluk alarak cevap verdi.
"Traktörün sesini duyunca çıktık kapıya abla. E misafirlerimiz de var, kalabalığız ya onlarla ilgileniyordum."
Dudu sofaya doğru başını uzatıp içeriyi yoklar gibi baktı. Elinde tabaklarla mutfağa girip çıkan kızlı oğlanlı kalabalığa göz süzdü.
"Hıııı gördük kadıdaki arabaları. Kim geldi ki söylemedin bize."
"Siz pek tanımıyorsunuz abla, bizim misafirlerimiz."
Dudu üstüne sardığı polar şalı açıp Ünzileye uzattı. "Sizi bizi mi olurmuş ev adamına" diyerek içeri girdi. Kayınpederi bastonunun ucunu siliyordu ve Fidan da ona yardım ediyordu. Aydın ve Osman da selam verip içeri girdi.
"İlhan burda mı Tahir?"
"Gelmedi abi."
Osman sakallarını kaşıyıp içeri doğru baktı. Sonra kardeşine döndü.
"Ahırı ne ettin?"
"Ne yapayım, hallettim bir şekilde."
"Hııı genç adamsın halledersin sen."
Hiç umursamaz bir halde o da içeri girdi. En sona babasına baktı Tahir. Fidanın kolundan destek alarak içeri girdi.
İçerde ayaklanmış onlara bakan kalabalığı üstün körü süzdü Dudu. Nazeninin başlarına çıkardığı işlerden biriydi belli ki. Okul arkadaşı diye olmadık adamları eve sokup çıkarıyordu aklı bir karış havadaki kız.
Genel memnuniyetsiz ifadesiyle "hoşgeldiniz" diye mırıldandı. Herkes bir şekilde selamlaşıp oturmuştu.
Hacı Rıza da misafirlere hoşgeldiniz deyip selamladı. Sonra da hep oturduğu köşe koltuğa yerleşti. Asil gözünün içine bakıp duran adama doğru bakıp "nasılsın hacı amca?" Dedi.
"Nasıl olalım evladım, yaşlılık hâli işte. Vademizi bekliyoz."
Züleyha yerine yerleşiyormuş gibi yaparken "çok beklemezsin inşallah" diye mırıldandı. O sırada Halille göz göze geldiğinde yaramazlık yaparken yakalanmış gibi kaldı. Halil alt dudağını ısırıp halasına başını sallamıştı.
Muhabbet ilerledikçe Züleyha sürekli üstlerine dikilen, sinsice gözleyen bakışları görmezden geldi. O daha başka bir şeyin peşindeydi. Hacı amca Asili kıstırmış iş güç muhabbeti kurmuştu bile.
Dudu ise süsleri paçalarından akan kadınları ve kızları izliyordu. Yeşil gözlüyü bir kere görmüştü de sarı olanı hiç görmemişti. Laf arasında yerden bitme, cazgır kızın anası olduğunu öğrendi. Kızı ne kadar hoppa olsa da anası sessizin tekiydi. Kışın ortasında cümbür cemaat niye geldikleri ise asıl merak ettiği kısımdı. Ünzileden öğrenemeyeceğini bildiği için bu işe de kendisi el atması lazımdı demek ki.
"Eee Züleyha hanım, Adana sıcak heral buradan. Biz soğuktan evden çıkamıyoz, maşallah siz alışmışınız sıcak iklime."
Züleyha Asille, hacı amcayı gözlediği için biraz geç ona laf atıldığını fark etti. Sonra yönünü Duduya çevirdi. Kazağı kırışmış gibi üzerini düzeltip, kollarını dirseklerine kadar sıyırdı.
"Öyle valla Dudu hanım. Bizim oralar buraya göre sıcacık kalıyo. Bizde öyle eşimizi dostumuzu göresimiz gelince kışı yazı bahane etmeyiz. Bacım özledim dedi, bende akşama sofra kur geliyom dedim."
Dudu ters ters Ünzileye bakıp geri döndü Züleyhaya. Bu kadar kalabalık misafir çağırmaya kendi başına karar vermesine sinirlenmişti. Birde bir sürü yetişkin oğlanı evinde yatırmıştı belli ki. Üstünden elli yıl geçse de gelenek, görenek öğrenemeyecekti elin kızı. Gözü erkeklerle konuşan oğlanlara çevrildi. Sonra kızları mutfakta olsa da kapıyı gözledi. Elin neidüğü belirsiz çocukları kızlarını izlerse yıkardı ortalığı.
"Hııı maşallah kızlar okul arkadaşı diye sizde kaynaştınız belli ki."
Züleyha her lafın altındaki imayı anlıyordu. Bile isteye de daha çok gülümseyerek karşısındaki kadına istediğini vermiyordu.
"İlk kızlarımız arkadaş sandık bizde emme öyle değilmiş. Kardeş oldular Nazlım, kara kızım, Meyram. E onlar birbine bu kadar tutkunken, e birde analarını pek sevince tövbe daha bırakmam sizi dedim. Ömür billah beraberiz artık."
"Aman Züleyha hanım hele bi kızların okulu bitsin. Öyle oluyo ilkden de sonra sonra insanlar da unutuluyo işte. Dünya telaşı derken arayıp sormalar bitiyo."
Kızlar ellerinde kahve tepsileriyle girip herkese sıra sıra fincanları dağıtmaya başladığında Züleyha artık biraz ısırmanın kimseye zararı olmayacağını anladı. Ona kahvesini veren Nazenine göz kırpıp gülümsedi. Kahvesinden bir yudum alıp onu izleyen kadına yeşil gözlerini dikti.
"Sen hiç tasa etme Dudu hanım. Ben işimi hiç kısa ipe bağlamam. Dedim ya ömür billah bırakmam diye, birbirimizi kopmayacak yeni bağlar kurarım hiç dert etme sen."
Dudu iyice ifrit oluyordu karşısındaki kadına. Üstten üstten konuşması iyice canını sıkmaya başlamıştı. İlk gördüğünde de sevmemişti zaten.
Gözünü gezdirirken kızının, karşıda ki iri yarı, yeşil gözlü adama dikili gözlerini gördü.
"Fidan! Belim ağrıdı, koş içerden bi yastık getir!"
Kızı annesinin sert sesiyle Halile dalıp giden aklını zor çıkardı. Hızla kafasını sallayıp çıktı odadan. Nazlı da iki seferdir Halili izleyen kıza kurulmaya başlamıştı. Meyranın dirseğini hissedince bakışlarını çekti kapıdan.
"Boncuk, gözünle deştin kızı."
"Ağzına edeceğim az kaldı!"
"Ay bunu dediğime inananmıyorum ama ne olur sakin ol. Nazoyu yakarız."
"Halili bir daha öyle süzsün gözünü çıkarıp eline veririm."
"Şu isteme işini halledelim beraber yolarız Nazlı. Vallahi Nazeninin yenge fena, kovdurmayalım kendimizi."
Nazlı dişlerini gıcırtarak "sırf onun için hala saçları kafasında" diye mırıldandı. Halille göz göze geldiğinde ona gülümseyen kocasına ters bir bakış atıp yüzünü çevirmişti.
Halil ne olduğunu bile anlamadan sözsüz tribin mantığını kavrayamadı. Nazlıyı gözlerken boncuğu dakika da bir kendine bakıp sinirli nefesler alıyor ve hızla yüzünü geri çeviriyordu.
Züleyha sabırla beklediği konular açılınca, ona başka bir şey soran kadına sırtını dönüp hacı amcaya baktı.
"Hacı amca, sen büyüksün akıl danışayım diyodum. Kusura kalman sohbetinizi böldüm de görmüş geçirmiş, tecrübeli büyük bulmak zor. Az akıl ver bana."
Hacı Rıza duyduğu sözlerle kamburu çıkmış sırtını dikleştirdi. Misafir kadının öven sözleriyle oğullarına bir bakış attı. Sanki görün, millet bir büyüğe nasıl hasret der gibi kasıldıkça kasıldı.
"De hele hanım kızım. Neydi müşkülün?"
Züleyha başını yana yatırmış, gözlerini kısmış onu izleyen Asile bir bakış attı. Gelirken o vermişti bu akılları şimdi önüne durmaya hakkı yoktu bir kere.
"Şimdi hacı amca, bizim bi ocak başı vardı biliyon mu? İyice zaman geçti, yeri pek değerlendi. Biz de kocamla dedik ki aylar önce büyütek biz burayı, nezih bi yer edek. Tam çarşının içi, müşteri sıkıntısı hiç yok. Anlayacan durdukça değerlendi. Hah işte biz burayı büyüttük, klası yüksek bi ocak başı ettik mi? Ama bi derdimiz çıktı. Bizim işimiz etle. Şöyle yaylım malın etini bulamıyoz. Hep ahırda fenni yemle beslenmiş hayvanın eti de keçe gibi, müşteriyi memnun etmiyo. Sen şimdi büyüksün, bilirsin diyom. Böyle düzenli bize mal bakacak bi çiftlik sahibi tanır mısın? Aslında ben Tahir abiye diyeceğidim ama o çok yorulmuş, elden çıkaracakmış tüm malı. Hevesim kursağımda kaldı."
Yaşlı adam hızla çatık kaşlarını Tahire dikti. Ne demek ahırı dağıtıp, eldeki malı çıkarmak? Kime sorup almıştı bu kararı?
"Hayırdır Tahir! Biz bilmeden iş yapıyon heral sen!"
Tahir ona başını eğip, gözlerini büyük büyük açarak bakan kadın ilk ne yapıyor anlamadı ama sonra şimşek gibi niyeti çaktı zihninde. Babasını kendilerine gebe bırakıp, Nazeninin işine taş koymasını engelleyecekti belliki. Babası dünya malına pek düşkündü, kendine sorsalar neyi varsa evlatları içindi ama nefside arzuluyordu zenginliği. Züleyhanın ahırda ona sorduğu soruların maksadını şimdi daha iyi anlıyordu. Kurulacak bir iş ortaklığıyla, Nazenin meselesi kolay helledilecekti galiba. Babasıyla arası bozulmadan, babasının onları desteklediği bir durumda ne abisi bir şey derdi ne de yengesi kalkıp bağırıp, çağırabilirdi. Bir yandan kızı için diğer yandan kendi darlığı için ilaç gibi gelmişti bu mesele. Eliyle bıyıklarını düzeltip kıvrılan dudaklarını sakladı. Gözü bu sefer Asile değdi. Asil başını iki yana sallamış, omuzlarını silkmişti. İstese de yüzünü toparlamak çok zor oldu. Sonra gözünü ona sinirle dikmiş abisi ve babasına baktı. "Yeni aldım bu kararı baba. Ben artık sağman mala bakamıyorum. Daha bu sabah Asaf oğlum yardım etti de hayvanların altını temizleyip, pisliği dışarı attım. Belimdeki fıtık zorluyor. Elli kiloluk kovaları taşıyamıyorum. Gücüm yetmiyor artık. E İlhan abim geleceğim diyor gelmiyor, Osman abim benim kolum sakat diyor yine tek kalıyorum. Aydın yardım edecek sana dediniz gitti Bimde işe girdi, ahırın kapısını itmedi. Hafta sonu sütü almaya tesis gelmiyor beş yüz kilo sütü peynir, tereyağ yapalım, israf etmeyelim derken Ünzile mahvoluyor. Herkes hakkı olan on malını alsın, ben kendiminkileri satacağım. Tarlalarım benim yememe, içmeme yeter. Daha gücüm yetmiyor benim sağılan ineğin ağırlığına."
Hacı Rızanın sinirle açılan ağzı Tahirin laflarıyla ve misafirlerin varlığıyla kapanmıştı. Ama Osman kızarmış yüzünü saklayamıyordu. Sinir kelleşmiş kafa tasını bile kızartmıştı.
"Sen kendi işini halledeceksin de biz ne olacağız Tahir? Ahır mı var bakalım biz on mala? Nerde tutacağız, kasabanın ortasında barındırırlar mı hayvanları? Hem bu yaştan sonra, sakat kolumla nasıl baş edeyim ben? Oğlan yakında müdürü olacakmış o mağazanın, çocuğun istikbaline mi sebep olak el birliğiyle? "
Tahir omuz silkip kahvesinden bir yudum aldı.
"Dedim ya abi ben satacağım, gücüm yetmiyor artık. Sende ister satarsın, ister bakarsın. Ha hergün gelir ilgilenirim dersen ahır orda, kullan istersen ama ben yapamam daha süt işini."
"Aylık gelir oluyordu elimize, ne yiyip içeceğiz malların parası bitince? Hem hem nasıl gelip gideyim kuşluk vakti ben?"
Züleyha sayesinde karışan ortalıkta Asil elini yüzüne sürüp sıvazladı. Tahir de eline geçen fırsatı böyle değerlendirecekti demek ki.
"Dedim ya abi belimdeki fıtık ağır kaldırmaya müsade etmiyor. E elliye yaklaştı yaşım, siz gibi bende yapamıyorum ağır işi. Herkes kendi geçimini sağlayacak artık. Ne yapayım, canıma zeval gelse üç evladıma, karıma aş getirecek başka kim var?"
Osman sinirle bu meseleyi ortaya atan Züleyhaya baktı. Züleyha hiç bunlara sebep olan kendi değilmiş gibi kahvesini içiyordu. Mırıl mırıl söylenen hacıya tekrar gözünü dikti.
"Aslında Tahir abi haklı hacı amca. Ben biliyom dişi hayvana bakmanın zorluğunu. Keşke kurbanlık besleseydi bi kârlı ortaklık kurardık ki."
Hacı Rıza ağarmamış tek sakal kalmamış yüzünü sıvazladı. Asil de derin bir nefes alıp konuya ortak oldu. Belli ki Züleyha hanım kafaya koymuştu, desteklemek gerekecekti.
"Tahir kurbanlık tosun beslesen aslında bu kadar yorulmazsın."
"Öyle Asil, dişi mal zorluyor beni. Halbuki erkek mal sabah akşam yemiyle, suyunu ver bitsin. Ağır kaldırma derdi yok, süt israf olacak sıkıntısı yok. Ama ona da babamlar yanaşmadı hiç."
Hacı Rıza bu sefer Asile döndü yüzünü.
"Onda da yılda bi satacan ki eline para geçsin oğlum. Bu ahır üç ev geçindiriyo, aylık ellerine az çok sıcak para kalıyo. Kurbanda satılmazsa bide vay halimize."
Asil tekrar Züleyhaya baktı. Karısı hızlı hızlı başını sallıyordu. Asil minicik dudağını kıvırdığında oturduğu yerden kalkıp Asil ve Halilin arasına sıkıştırdı kendini. Herkes durmuş ortada dönen muhabbeti dinliyordu. Nazlı ise şaşkınca annesinin başlarına açtığı bu konunun mantığını çözmeye çalışıyordu.
"Hacı amca kurbanlık mal besleyin dedim de kurbana besleyin demedim ki. Şöyle güvenilir, iş bilen, helalı, haramı ayıran birini bulsak biz kendi etimizi kendimiz besletmenin derdindeyiz."
Hacı Rıca iyice kulaklarını dikti. Dışardaki lüks arabalardan ne kadar zengin olduklarını anlamıştı zaten. Sonra hızlı hızlı konuşan kadının kollarındaki parıltılara gözü takıldı. Sekseni geçmişti de bir kere olsun beş bileziği kenara koyacak birikimi olamamıştı. Karşısında ki kadın, gencecik yaşında düzine düzine sıralamıştı altını.
"Hacı amca ben ahıra baktım da biraz destekle genişletilir. Şimdi inekler otuz tane ama malzemeler yüzünden ağıl da israf oluyor. Ama besi için hayvan beslense yüz baş rahat yerleşir. E bizde dönem dönem gelip et tedariğini sizden sağlasak kurbanla işiniz olmaz. Biz alıp götürdükçe Tahir yeni besi için dana getirir. Böyle böyle dönüşümlü ilerleriz. Baktım da yemlerini bile kendi üretmiş. Tarla geniş, günlük iki üç saat yayılan hayvanın et kalitesi çok yükseliyor. Yağlanma oranı, etin lezzeti derken değeri de artıyor tabi. Tahirin iş yükü azalır, yazları dışarda otlatacak yazlık işçisi de ayarlarız daha hızlı gelişim sağlanır, bizde kaliteli ete kolay erişim sağlarız böylece."
Asil konuştukça Hacı Rızanın gözleri parladı sanki. Otuz inek bir anda yüze çıkarsa ve düzenli alıcı olursa diyen aklındaki sesler sanki gelecek paranın sesini duyuyordu.
"Aklınız pek yaman karı-koca, pek münasip düşünmüşünüz de Adana nere, Amasya nere evladım. Nasıl gelip gidecek onca mal?"
Asil başını öne eğip biraz düşündü. Sonra ise yüzünde Züleyhanın kaşlarını kaldırmasına neden olacak bir gülümseme oluştu.
"Bizim damat... Kardeşimin kocası, onlar yurt dışına meyve, sebze ihraç ediyor. Lojistik için kullandıkları tırları var. Ondan yardım alacağım."
Züleyha Asilin kolunu dürtük kendine bakmasını sağladı.
"Asil, Murat eniştenin haberi yok ki. Neyine söz veriyon?"
"Haberi olacak artık Züleyha. Başımıza bu işi çıkarırken düşünecektin. Üstelik onca sene kahrını çektim, bir faydası olsun zevzeğin."
Onlar kendi aralarında konuşurken Hacı Rızanın kulağındaki para sesi daha bir arttı. Bunlar çok büyük bir aileydi. Yurt dışına meyve, sebze göndermek için tırları olan adamlar fakir olur muydu hiç? Belli ki Allah rızıklarını açmış, yağlı bir kapıyı önlerine açılsın diye bırakmıştı.
"Dışarı sebze gönderiyor hemi sizin damat?"
"Evet, Adananın en köklü ailesi. Toprağı iyi değerlendiriyorlar. Şirket tırlarından birini her ay yada iki ayda bir bize tahsis edecektir. Konuşurum ben onla."
Asilin ağzından her dökülen kelime, Hacı Rızanın uykuya dalması gereken bitlerini kaynattıkça kaynattı. Allah ömrünün son güzünde yürü ya kulum mu diyecekti yoksa?
"Bizim evde Tahir bilir hayvan nasıl beslenir. Siz artık aranızda bi hâle yola korsunuz oğlum. Zati ilk görünce pek sevdim, pek kanım kaynadıydı size. Çok şükür bizde güvenilir kullarız, hiç aklınız kalmaz bu tarafta. Eş-dost olmuşunuz belli ki."
Züleyha sonunda istediği noktaya getirdiği konuyla yüzündeki gülümsemeyi daha bir büyüttü.
"Allah işte Hacı amca. Biz ne niyetle kapınızı ittik, nelerle karşılaştık. Hayırlı bi iş için yola düştüydük ama nasıl güzel bişeye vesile olacakmış bizim hayırlı niyetimiz, görüyon mu bi?"
Hacı Rıza hiç bir şey anlamamıştı. Oğullarına baktı. Osman dümdüz konuşan kadını izliyordu, Tahir ise başı yerde yüzünü saklıyordu.
"Hayır olsun ne niyeti kızım?"
"E hayırlısıyla Nazenini, yeğenim Asaf için görmeye geldiydik de biz, bak şu Allahın işine hayırlı işimize birde nasip kapılarımızı açtı. Eee şimdi akrabalık bağımız da olunca ömür billah işlerimizi yürütür, herkes kazancını bulur dimi ama?"
Hacı Rıza, Osman en çok da Dudu duyduklarıyla kala kaldı. Asaf ve Nazeninin de onlardan kalır yanı yoktu. Hiç akıllarına gelmemişti böyle bir niyet. Sonra Hacıya durumu anlaması için sarı sarı altınlar göz kırptı sanki. Onlar Dudunun eniştesiyle akraba olma planı yaparken kimler çalmıştı kapılarını? Sonra Duduyla konuşmaları düştü aklına ama kadının durmadan hareket eden kollarından da ses sanki gelen fırsatı tepme diyordu.
"Baba!"
Dudunun sert çıkan sesini duyunca sakallarını sıvazladı. Ağzını tam açacaktı yine konuştu karşısındaki kadın.
"Ha hacı amca şimdi ben böyle dedim ya hemen şimdi istiyom kızı sanma. Müsade edersen yarın akşam hayırlı işimiz için toplanak. Ben biraz hazırlıksız geldim, gideyim yüzümüzü size mahçup etmeyecek alışverişimi yapayım da öyle kahvenizi içmeyi isteyek."
"Anlamadım kızım."
"Diyom ki hiç hazırlığımız olmadı, Tahir abim bize yol gösterse de gidip Nazenine layık bi kuyumcu bulsak. Sonra inşallah Asafın eniştesi iki kelam eder senle. E o kadar ortak da oluyoz, yüz yüze bakacaz mahcup olmayım sana. Kollarını boynunu doldurayım kara kızımın."
Hacı Rıza yapılan emrivakiye ağzını açtı açtı kapattı. Bir yanda Duduya verilen söz vardı ama diğer yanda da büyük bir ortaklık duruyordu. Hiç elinin tersiyle itilecek iş miydi? Şimdi çıkıp biz kızı başkasına sözledik dese bir anda aklına düşen para sesi silinip gidecekti. Dudunun dişlerini sıka sıka yeniden baba dediğini duydu. Hiç yüzüne bakmadı. Dudunun yeğeni ne verecekti onun okumuş etmiş torununa? Kıytırık bir bakkaldan başka neleri vardı da önüne serecekti? Karşısındaki aile daha istemede boynunu, boğazını doldurmayı teklif ederken Fatih denilen sünepe iki tel bilezik mi takacaktı? Hem Hacı Rıza ne yapıyorsa evlatları için yapıyordu. Tahir bozulan ortaklıkla inekleri satınca en çok Dudu aç kalacaktı. Milletin hatrını, gönlünü görecek diye kapısını çalan nasibi kovacak adam mıydı hiç? Dudu bir kere daha baba desede ters bir bakış atıp konuşmasını bekleyen adam ve kadına baktı.
"E madem öyle diyonuz yarın otururuz yine inşallah."
"Otururuz otururuz hacı amcam. Hayırlısıyla içeriz kırk yıl hatır, gönül sağlayacak bi kahve."
Züleyhanın gülen yüzü ilk kocasına sonra Tahir abisine bakmış, odada ağzı açılmış onu izleyenlere göz atmıştı. Gurur elindeki lokumu ağzına götürmek isterken kilitlenmiş gibi kendini izliyordu. Göz kırptı oğluna. En sona ise yüzü sinirden mora dönmüş kadına baktı. Öne uzanıp Halilin fincanının kenarındaki lokumu alıp ağzına attı. Kadın gözleriyle Züleyhayı kırk kere deşmişti. Yüzüne insanı ifrit edici bir gülümseme ekledi.
"Eee Dudu hanım ben dedim ya sana. Birini sevmeye görüyüm tövbe düşmen yakasından. Araya iş sokarım, hatır koyarım o düğümü mutlaka atarım böyle. Yani demem o ki bizim Ünzileyle kopmaz bağımız var artık. Öyle okul bitmiş, yollar ayrılmış olmaz bizde. Kızını kendime gelin edince daha bi içli dışlı olacaz inşallah. Ünzile sık sık gelecek artık Adana'ya, e çekinme sen de gel. Güzeldir bizim oralar, sıcağı az yakar ama havası hazımsızlığa pek iyi gelir..." |
0% |