@orenda
|
Nazlı o odadan çıktıktan sonra hiç bir şey düşünme izni vermedi kendine. Biran evvel istenilen kan tahlillerini, ikili tarama testini yaptırıp sonucu alana kadar ağzını açmayacaktı.
Kalbi farklıydı ama.
Kalbi durmadan dualar sıralıyordu. Sürekli testlerin temiz çıkmasını, bir sorun olmamasını ve bir yaşam şansı için sayısız kelimelerle yaratıcısına yalvarıyordu.
Herkesin diken üstünde onu izlediğini ve korkak gözlerin yüzüne uzunca bakamadığını da biliyordu.
Tüm günü yorgunluğuyla odasına ulaştı. Zor şer annesini uyumak istediğine ikna edince yalnız kalabilmişti.
Tuhaf bir gülümseme kondu dudaklarına. Annesini daha iyi anlıyordu gerçekten de artık. Nazlıyı yalnız bırakmaya neden korktuğunu her daim karnına yasladığı el öyle iyi anlatıyordu ki.
Züleyha, kızını görmezse kaybolacakmış gibi bir hisle yanından uzaklaşamıyordu. Nazlı ise elini karnından çekse, orda barınan miniği uçup kaybolacakmış gibi avcunu uzaklaştıramıyordu.
Doktorun söylediği her şeyi kafasından tekrar tekrar geçirdi.
Zor olacaktı!
Zor olacaktı ama başarma ihtimalleri de vardı. Nazlı biraz daha havadaki aklını toplasa Halilin kendince korunma yöntemine böyle bel bağlamazdı. Gerçi Halil de onunla beraber keşfetmişti yaşadıkları birlikteliği. Asla ondan bir parça taşıdığı için üzgün değildi. Sadece...
"Seni hak ettiğin gibi karşılamak isterdim."
Baş parmağı hayali bir yüzü okşar gibi okşamaya başladı kasığını.
"Bebekler varlığı öğrenilince sevinçle müjdelenir, sana bunu vermediğim için çok özür dilerim miniğim. Seni bir emzik yada patikle babana müjdeleyemediğim için affet beni. Varlığını öğrendiğimiz andan beri göz yaşı döküyoruz ama yemin ederim varsın diye değil. Yemin ederim asla neden oldun demiyorum. Sadece iyi olmanı çok isterdim. Seni hak ettiğin gibi karnımda büyütmeyi çok isterdim minik boncuk."
Gözünden bir yaş kaydığında kıkırdadı da. Galiba deliriyordu. Gerçekten bebeğiyle konuşuyor olması akıllı işi miydi bilmiyordu ki.
"Amcan sana minik boncuk dedi. Ben çok seviyorum bana boncuk demelerini, sende seversin belki. Nazlı boncuğun, minik boncuğu... Güzel değil mi?"
Bir süre susup, karnını okşamalara devam etti.
"Ağrılar olmaya başlayınca sen hissetmezsin değil mi? Bunu sormayı unuttum ben. Yarın soralım ama. Bir de... Ben tatlı çok seviyorum minik boncuk, çok canın istemesin olur mu? Sevme sen, zararlı zaten. Ama güzelce doğup büyürsen ben sana istediğin her şeyi alırım."
Kasığı minik minik sancılanınca yönünü değiştirdi. İyice kıvrılıp, bacaklarını kendine çekti. Yine bir yaş kaymıştı göz pınarına aşağı.
"Bir de anlaşmamız lazım seninle. Ben öyle canım isterse ağlarım, bunu üzgünlük olarak algılamak yok. Ne dedi doktor? Üzülmeyeceğiz hiç bir şeye. Bizim önceliklerimiz farklı. Ama ne olur?"
Dişleri dudağını kanatır gibi saplandı derisine. Boğazından fırlayıp çıkmak isteyen hıçkırığı, bebeği duyacakmış gibi yutmaya çalıştı.
"Dayan ama lütfen. Lütfen bunu bana yaşatma... Ne olur miniğim? Sen çok güçlüsün, bizim için dayan. Hem baban geldiğinde seni görmesini çok istiyorum ben. Şok olacak. Ama vallahi çok sevinir. Ben biliyorum onu. Ne kadar nazımı çekti küçükken, seni de öğrenince çok sevinecek."
Sanki görecekmiş gibi sanki gerçekten minik bir çocuğu ikna etmek de tüm mimiklerini kullanması gerekiyormuş gibi başını sallayıp gözlerini açıp kapıyordu.
Kasıklarına doğru dalga dalga küçük sancılar girdiğinde ilk kez buna gülümsemek geldi içinden.
"Anlıyorsun beni. Bak vallahi anlıyorsun, akıllık miniğim benim."
Az doğrulup karnına bakarak kurmuştu bu cümleleri. Sonra geri kıvrılarak yattı.
"Uyuyalım hadi biraz. Yorulduk değil mi?"
Kasıklarına giren sancıyı kimden yada neden sakladığını bilmeden uykuyla örtmeye çalıştı.
Aşağı mutfakta ise Sultanın bir anne gibi sarıp sarmaladığı Züleyha olanları hem anlatıp hem ağlıyordu.
"Öyle deme Züleyha. Sen yetiştirdiğin kız o daha azını bekledik mi hiç?"
"Abla nasıl dayanacak? Doktor zerre lafını esirgemeden dedi her bişeyi. Ağrının, sancının içinde bebe büyütecek karnında. Canı tek lokma olmayacak bişey istese nefsini bile körleyemeyecek. Allahım yardım et. Bide onca derdin içine ödüm kopuyo yarın doktor bebenin sağlığı yerinde değil derse diye."
Sultan belinden kavrayıp sandalyeye oturmasını sağladı Züleyhayı. Sonra da bir bardak su verip, iki yudum içirdi.
"Kötüyü çağırma gelin hanım! Bak bunca ay dayanmış da kimsenin haberi olmamış. Bebe güçlü kuvvetli maşallah. Hayırlısıyla da doğunca bitecek tüm derdi kederi Nazlının. Neye gözü düşse aklıma yazarım ben. Doğurduğu gün sererim önüne."
Züleyha elinin içiyle yüzünün ıslaklığını silip, derin bir nefes aldı. Duvardaki saate baktığında çocukların okuldan çıkış saatlerinin geldiğini gördü.
"Yağızla, Zümrüt gelir şimdi. Az elimi yüzümü toparlayım, onlarla da konuşmak lazım."
"Yağız anlar hemen. Gerçi hakkını yemiyek Zümrüt de ablasına düşkün. Yardım ederler sana."
"Bi yavrum Nazlı değil ki ne ediyim? Evde az dikkat etsinler de ben onların canı ne çekerse dışarı götürürüm. Şimdi evin içi pek kötü, onların da ruhuna zeval gelmesin."
"Korkma sen, elbirliğiyle hepsini idare ederiz biz. Hem çocuklar iyi gelir Nazlıya da. E akıllı benim kuzularım, halden anlar ikisi de."
Züleyha ayaklanıp mutfağı gözden geçirir gibi bakındı.
"Sen toparlamaya başla abla, ben de yardım edecem. Şekerli hiç bişey olmasın dedi doktoru. E ödem de yasak, tuzu da kesmek lazımmış. Onu biliyom ben, kesin ben dikkat ederim der emme görmesin gözü. Canı çekip bi de nefsi zulüm etmesin."
"Kusması neyi var mı Züleyha?"
Züleyha kaşını çatıp yere baktı. Nazlı hiç öyle bir şey dememişti. Kendini üzmemek için mi demedi yoksa mide bulantıları olmamış mıydı karar veremedi.
"Bilmiyom ki. Demedi bişey, olsa doktora derdi ele?"
"Yok demek ki. Oh çok şükür."
Züleyha dışardan gelen seslerle çocukların servisinin geldiğini anladı. Yüzüne küçük bir tebessüm kondurup ikisini de kapıda karşıladı.
Zümrüt çantasını sürükleyerek gelirken Yağız sırtında, iki kolunu da geçirmiş bir hâlde yavaş adımlarla yürüyordu. Züleyha aynı anda doğup, nasıl böyle farklı olabildiklerine hep şaşırmıştı. Zümrütün gömleği eteğin içinden çıkmış, sabah örülmüş saçları da yarı dağınık koşturmasına biraz daha gülümsedi.
"Anne! Anne ne oldu biliyon mu? Hani bana kedi göz diyen oğlan var ya tüm sınıfın için de kendi ayağına takılıp, yere çakıldı. Ama ben ona dediydim, bana bulaşıp durma başına iş gelir dediydim. Dedim ele Yağız?"
Yağızın başını iki yana sallayıp yanlarına yürümesini bekledi Züleyha.
"Senden bağımsız gerçekleşmiş olayları, kendine pay çıkararak anlatman ne zaman biter? Tayfun takıldı ve düştü. Üç hafta önceki kavganın bununla hiç bir alakası yok."
Zümrütün gözleri çakmak çakmak yanmıştı hemen.
"Beni üzmek ne demekmiş bellesin! Ohhhh canıma değsin Ela da gördü onu. Nasıl güldü ama?"
"Bak orası komikti."
Yağızın sırıtan ifadesiyle çatılan kaşları hemen düzeldi Zümrütün. Yeşilleri keyifle parladı.
"Anne biliyon mu Tayfun Elanın adını defterine yazmış. Gördük biz Yağızla."
Kaşlarını oynatarak ve sırıtarak konuşmasına Züleyha kısık bir kahkaha attı .
"Herkesi de gözden geçir aman! Ordan eksik kalma hiç. Ne ara gördün acaba da Yağıza yetiştirdin?"
İki kolunun altına çocukları alıp üst katta ki odalarına doğru yürüneye başladılar.
"Ödevini kontrol ederken gördüm. Eliyle kapadı ama ben çoktan okudum ki. Altına da kalp yapmış bide. Bi daha canımı sıkarsa Elaya söyleyim de görsün bi benimle uğraşmayı!"
"Baban duymasın valla. Oğlanlarla dövüşüyon diye demedik laf bırakmaz."
Merdivenleri çıkarken hem konuşup hem laf yetiştirmeye devam ediyordu annesine.
"Babam hiç de kıyamaz bana. Sen kızıyon anca, babam prensesim der bi kere. Oğlanlara kızıyom diye görmedim sanıyo emme gülüyo hem."
"Çok biliyon sen, geçin bakalım az konuşak sizle."
İki çocuğunu da odaya sokup yanına oturttu Züleyha. Nazlının durumunu anlayabilecekleri kadarıyla anlattı. Nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda yardım istedi. Çocuk aklının almayacağı şeylerin bir kısmını kendince açıklamaya çalıştı.
"Bana yardım edersiniz ele akıllı kuzularım? Canınız ne isterse söylen kulağıma ben hemen alır götürürüm sizi dışarı. Emme bilmeden evde ablanızın göreceği şekilde yiyip içmen canımın içleri. Bebeği de ablanızı da koruyak beraber olur mu?"
Yağız onaylar şekilde başını salladı.
"Ben zaten çok sevmem de Zümrüt çikolatasız durabilir mi bilmiyorum!"
Zümrütün en belirgin özelliği hızlı parlayıp sönmesiydi. Üzgün yeşilleri hızla yanmaya başlamıştı Yağıza bakarken.
"Boşboğaz mıyım ben? Hiç de bile yemem bi kere! Ablam yemiyomuş hem yazık görüp canı mı çeksin? Yemem valla anne, Yağız mikrobu beni sinirlendirmek için diyo öyle."
Züleyha iki yavrusunu da kollarının arasına alıp başlarına öpücük bıraktı.
"Yok annem uğraşmayı seviyo senle. İnsanın canının yarısı olunca hep böyle eder zaten. Hem mikrop denmez kardeşe."
"Sen halama diyon ya."
Züleyha geriye çekilip şaşkınlıkla araladığı gözlerini kızına dikti. Bu iki yerden bitme büyüdü büyüyeli hiç de ulu orta demiyordu.
"Kız! Kız ne zaman dedim? Demem ben kimseye öyle. Hem halaya denilir miymiş kötü laf?"
"Bir kere onlar geldiydi de sarılırken dedin. Duydum ben. Nerdesin mikrop görümcem, gözümü yolda koydun dedin."
Züleyha farkına bile varmadığı şeyi dillendiren kızından artık biraz korkmaya başlamıştı. Kızın gözü kulağı yanında olmasa bile eşlik ediyordu demek ki onlara.
"Sen yanlış duymuşun zilli! Öyle laf edilmez büyüğe. Hem büyükler de dinlenilmez annem, ayıp."
Züleyha ayaklanıp dağılmış saçının ucundaki lastiği acıtmadan çıkardı kızının.
"Duyuyom anne, kulağımı nasıl kapatıyım ben?"
Yağızın kıkırtısıyla, kızının saçlarında gezinen gözlerini oğluna çevirdi.
"Bak orda çok haklı anne. Bu kızın kulakları çok tuhaf. İngilizce öğretmeninin evleneceğini de duymuş. Gerçi sağolsun sayesinde tüm okul duydu."
Züleyha bir şikayet için daha okula çağırılmayı kaldıramazdı. Gözleri dehşetle açıldı.
"Kız! Kız Allah canını almasın! Kadının özelini okula mı yaydın?"
Zümrüt de korkuyla açtı gözlerini. İlk Yağıza sinirle baktı ama annesine dönünce kedi gibi büyüttü yeşillerini.
"Yok! Valla yaymadım. Sadece Melise dedim ki öğretmenimiz evleniyomuş da yüzüğü var mı ki dedim. Bi onu dedim valla."
Yağız yine kıkırdadı.
"Melis de bir saat için de tüm okula yaymış işte. Peki şaşırdık mı asla. Gerçi Zümrütün de Melisin dağıtacağını bilmemesi imkansız ya hadi yedik sayalım."
"Bak ispiyoncu çocuk! Valla bulaşma bana, babama gider bi ağlarım bi ağlarım ki Yağız beni dövüyo diye görün gününü!"
Zümrütün Yağıza atılmak isteyen bedenini annesi tutup, gülmesini de saklamak için yüzünü saçına gömmüştü.
"Ayıp annem yapma öyle şeyler. Milletin sırrı, belki hocanız demiyecekti kimseye. Deme olur mu güzel kızım. Kokmuş derler sana. Hem öyle yalandan da ağlanılıp, iftira atılmaz kimselere. Şaptur mu olacan sen benim başıma?"
Geri çekilip annesine baktı Zümrüt. Sağını solunu kokladı.
"Yok kokmuyom ki. Akşam yıkandım ya."
Züleyha bir kaç gündür ilk kez sesli bir kahkaha attı. Bir evladıyla yanan canı diğer evladı sayesinde ferahlıyordu.
"O öyle değil de şimdi bende sana anlatacak kafa yok güzel kuzum. Hadi üstünüzü değişin. Mutfağa gelin de bişeyler atıştırın."
Züleyha odadan çıkınca Yağız da kendi odasına geçti. Kardeşiyle dip dibeydi odaları. Üstlerini değiştiklerinde mutfağa gitmek yerine Zümrütün aklına uyup Nazlı ablasının kapısına gelmişlerdi. Yağız her seferinde kızıp, her seferinde de bu kızın dediğini nasıl yapıyor bir türlü anlamıyordu.
"Uyuyordur belki."
"Az bakak karnına. Bebek büyümüş mü görek gideriz."
"Küçük dedi ya annem."
"Olsun bi de biz bakak."
Sessiz sessiz odaya girdiklerinde ablalarının kıvrılıp yattığını gördüler. Fısıltıyla konuşuyorlardı.
"Karnına sarılmış, göremek ki böyle."
Yağız başını iki yana salladı.
"Saf! Sanki açıkta olsa görecek."
Murıltılara hemen uyanmıştı Nazlı. Sancısını uykunun içinde çok hissetmese de uyanır uyanmaz keskin bir ağrı girmişti yine. Dişlerini sıkıp bsşını kaldırdı. Kardeşlerini de yatağın ayak ucunda görünce kendini gülümsemek için zorladı.
"Aşklarım, ne zaman geldiniz? Ben dün biraz rahatsızdım, gelemedim de yanınıza. Çok özledim ablacım sizi."
Kendini toparlayıp, doprulunca Zümrüt hemen yatağa attı kendini. Yağız ağır adımlarla gelip, dikkatle oturmuştu.
"Annem dedi ki hasta olmuşun abla, bi de bebek varmış karnında. Bi baka mı ne olur? Böyle göremiyoz, karnına bakak mı?"
Zümrütün heyecanla konuşmasına gülümseyip, yanağını öptü.
"Ama bal peteğim, minicik daha göremeyiz ki. Hem ne ara duydunuz siz? Sevindiniz mi?"
Zümrütün yüzü düştü azıcık. Yağız daha temkinli yaklaşıyordu.
"Hasta etmiş seni. Niye öyle etti ki?"
Nazlı uzanıp bu sefer saçlarını sevmeye başladı.
"Yok birtanem o hasta etmiyor. Ben biraz rahatsızdım zaten. O beni mutlu ediyor."
Zümrütün gözü hâlâ karnında olunca Nazlı gülümseyip kazağını aralayıp karnını gösterdi. Kendi görmediği sürece asla ikna olmayacağını biliyordu.
"Bak yok daha aşkım, minicik olduğu için görünmüyor."
Zümrüte laf etmiş olsa da Yağız da açılan karına dikkatle bakıp, yaklaşmıştı.
"Büyüdükçe karnın şişecek değil mi abla?"
"İnşallar birtanem, inşallah öyle olacak. Büyüyecek ve izleyeceğiz."
Sonra ikisinin bazen yaptığı ve büyükleri hep güldürdükleri bir şeyi yine yaptılar. Aynı anda aynı kelimeyi söylerlerdi bilinçsizce yada aynı eylemi gerçekleştirirlerdi. Şimdi Nazlıya ne kadar büyük bir iyilik yaptıklarını bilmeden ikisi karnına eğilip, öpmüştü. Kasıklarındaki sancıyı sekteye uğratıp, varlığını unutturacak kadar güzel bir şeydi bu.
Yağız ve Zümrüt geri çekilip gözgöze gelince kıkırdadılar. Nazlının da yüzüne bahar geldi sayelerinde.
"Hemen büyüse de doğsa keşke. Abla kız olsun ne olur?"
Nazlı dudağını ısırıp karnına baktı. Gerçekten cinsiyeti ne olurdu acaba?
"Olmaz! Erkek olsun. Kızlarla uğraşmak çok zor."
Ablası ve Zümrütün çatılmış kaşlarla kendine bakması Yağıza geri adım attırdı.
"Yani kızlar çok yoruyor ya annelerini. Saçlarını örmesi var, elbise derdi var. Abla seni yormasın diye dedim."
"Olmaz! Kız olsun ben ona küçük gelen kıyafetlerimi giydiririm. Hem ben ne olacam o zaman? Abla mı diyecek bana?"
Nazlı dudaklarını büzüp düşündü. On bir yaş olacaktı aralarında.
"Hayır balım, teyzesi olacaksın. Yağız da dayı olacak."
Bu yeni bilgi daha bir hoşlarına gitti. İki çocuk tüm dertlerden uzak tasasız kıkırtılarını doldurdular odaya.
"Teyze olacam. Tamam teyze oluyum ben abla olmayım. Okuldakiler beni çok kıskanacak. Kimse teyze değil, bi ben teyze olacam."
"Ben de dayı olacağım, asıl beni kıskanırlar."
Nazlı şimdilik bu durumun duyulmasının hoş olmayan şeylere sebep olacağını biliyordu. Biliyordu da bu yerden bitme ikizlere nasıl anlatacaktı?
"Fındık içlerim, bir konuyu konuşalım sizle. Bebeği kimseye söylemememiz gerekiyor bir süre."
Yağız kaşları çatılmış, neden olduğunu sorgularken Zümrüt çığlıkla "haklısın!" diye bağırmıştı. Tepkisine Nazlı da anlam veremedi. Zümrüt bu ayıbı nasıl yaparsın der gibi kardeşine baktı.
"Akıllım nazar değer bilmiyon mu? Gamze öğretmen de o yüzden evleneceğini söylemiyomuş. Konuşurken duydum aşkım nazar değer diye kimseye demiyom dedi. Sultan teyzem de hep diyo ki. Güzel bişeyi herkeslere söylersek nazar değiyomuş. Hasta ediyo demek ki nazar adamı. Demiyek bizde. Bebeğe nazar ne değmesin."
Nazlı şaşkınlıkla bilmiş kardeşine döndü. Bu durumu böyle bir şekilde kurtaracağı hiç aklına gelmezdi.
"Evet Bera, nazar değer bebeğimize. O yüzden kimseye söylemeyelim tamam mı ablacım?"
Yağız gayet ılımlı başını salladı. Tüm kadınlar muhabbetlerinin içinde bu nazardan bahsediyordu. Biri de gücünü yetirip alt etse kimseye bela olmazdı ama yapamıyorlardı demek ki.
"Tamam saklayalım o zaman. Doğana kadar mı saklayalım."
Nazlı yine dudaklarını büzüp düşünür gibi gözünün birini kıstı.
"Karnım iyice büyüyene kadar saklayabiliriz bence. Size uyar mı?"
Yağız başını sallayıp onaylarken Zümrüt alkış çalıp, kahkaha attı.
"Bir anda teyze olunca Melis nasıl kıskanır nasıl? Hemen gidip teyze de olamaz bana yetişmek için. Ohhhh canıma değsin. Elsalı patenini gösterip senin yok mu dediydi. O da teyze olamasın da görsün gününü."
Nazlı uzanıp şap diye yanağımı öptü. Çok güzeldi kardeşi, oyuncak bebekler gibi bir yüze sahipti. Belki kardeş olmasının etkisiyle belki de güzel yüzünün insana verdiği hisle şımarıkkık yapsa bile insanın kanını kaynatıyordu.
"Allahım sen büyüyünce biz be yapacağız? Çok kindarsın bebeğim."
Zümrüt hiç oralı olmadan geri Nazlının karnına dokundu.
"Hemen büyü de doğ bebek, benim bi güzel tokalarım var ki. Kız olursan onları da veririm ben sana. Bu evde herkes erkek zati. Bi annem bi ablam bi de ben kızız. Sultan teyzem sayılmaz o yaşlı. Sen de kız ol emi?"
Nazlı bebeğini görüyormuş gibi sohbet eden kardeşiyle yine kıkırdadı. Demek ki kendi yaptığı da gayet doğaldı. Karnında da olsa varlığı bilinince sohbet edilebiliyordu bebeklerle.
"Yok erkek ol sen bakma bu kıza. Ben sana basketbol oynamayı öğretirim. Gelecek yıl takıma kaptan da olacağım zaten."
"Kandırma çocuğu pis! Olmaz o kaptan falan bebek, kandırıyo seni. Büyük sınıfları yapıyo hep beden öğretmeni."
"Sussana kızım! Olacağım işte, görürsün."
Çocuklar hem birbirlerine dalaşıp hem bebekle sohbet ederek Nazlının günlerdir içinde olan kasveti alıp götürmüşlerdi. Nazlıya farkında olmadan verdikleri vaadlerin hayalini kurdurmuşlardı.
Akşam yemeği için annesi yanlarına gelene kadar sohbet ettiler. Konu dönüp dolaşıp bebeğin kız yada erkek olmasına geliyordu.
Yemeğe çağıran annesiyle ayaklanıp aşağı indiler. Babası da yeni gelmişti. Onunla ilgilenirken işleri boşlamış oldukları düştü yine aklına.
Masaya geçtiklerinde Nazlı için kurulan düzen öyle belliydi ki. Dudağı kırık bir tebessümle kıvrıldı. Annesinin çok sevdiği gül şerbeti yada vişne hoşafı yoktu. Biraz alışkanlık, biraz da sevilmesinden kaynaklı ortaya bir kaç tabak bırakılan şerbetli tatlılardan da yoktu. Çorba ve sebze yemeği vardı ama çocukların yemekten hoşlandığı pilav da yoktu. Belki birilerinin ne olmuş canım idare ediverin diyeceği bir değişimdi ama Nazlı için bir vicdan azabıydı. Koca ev ve içindeki herkes sırf Nazlı için tüm düzenlerini değiştirip hiç zorunda olmamalarına rağmen onunla ortak bir diyete giriyordu.
Tuzsuz hiç bir şeyi yiyemeyen babası haşlanmış et ve sebzelerle yapılmış tuzsuz yemeğe hiç söylenmemişti bile. Çocuklar, etin yanında neden pilav yok diye mızıldanmamıştı. Her akşam oturdukları masa düzeni nasılsa öyle devam ediyorlardı.
Hiç Nazlının sağlık durumu ve yarın öğrenecekleri tarama testinin sonucu hakkında konuşulmamıştı. Halil yada Yiğit den de bahsedilmemişti. Nazlıyı üzebilecek her şeye öyle dikkat ediliyordu ki Nazlının genzini yakıyordu bunca emek.
Ertesi gün sabaha karşı yine ince sancılar uyandırdı onu. Sıcak bir banyodan medet dilendi. Odasında yürüdü biraz sonra bunun bebeğe zarar verip vermeyeceğini bilemeyip yatmaya zorladı. Kahvaltı biraz oyaladı ama öğlen saati olup da hastaneye gitme zamanı gelince yine içinde bir ateş baş gösterdi.
Doktorun bebeğin sağlığıyla ilgili söyleyeceği en küçük olumsuz şey onu yerle bir edecekti.
Annesinin sağ tarafında ellerini tutması, babasının diğer yanında dimdik yürümesi ve her an yanlarında olan Asafla doktor kapısına geldiler. İçeri bu kez Asil de girip çıkmadı.
Esra hanım Nazlının sonuçlarına onlar gelmeden bakmış ve tüm raporları hocasına mail atmıştı. Üzerine nasıl bir tedavi süreci oluşturacaklarını planlamışlardı. Nazlının kan tahlillerini göz önünde bulundurarak ilaç verimine ve aldıkları dönüşlere göre yoğunluğuna ortak karar vereceklerdi.
Karşısında ona korkuyla bakan gözlere gülümseyip içlerini rahatlatmak istedi.
"Sonuçlarını kontrol ettim Nazlı. Hocamla da görüşme sağladım. Sen çok çıtı pıtı görünüyorsun ama gerçekten içinde bir savaşçı büyütüyorsun. İkili tarama sonuçların gayet güzel. Kistlerin gelişimi bebekle doğru orantıda ilerlediği için yeni yeni risk teşkil etmeye başlamış. Dün konuştuk seninle bunları. Bizim için şu anın en artı durumu rahminin pozisyonu olmuş. Tedaviye hemen başlıyoruz anlayacağın. Ama yineliyorum Nazlı, bu konuşulduğu kadar basit bir süreç değil. Kemik ağrıların için magnezyum desteği sağlasak bile yetersiz gelecek. Gün içinde artıp azalan ağrılarla, ilacın yan etkisi olan kusmalarla baş etmeyi öğreneceksin. Maalesef senin mide bulantıların bebeğin yüzünden olmayacak. Ama kusman senin günlük alman gereken kalori miktarını engellememeli. Belki kusma olarak seyir etmez ilaçların etkisi ama mide bulantısı kesin beklediğimiz bir durum. Listeni hazırladım, buna uyum sağla lütfen. Biz ne kadar uyutarak onların senden beslenmesini engellemeye çalışsak da bedeninde şu an bir bütünler ve yine besin kaynağı sensin. Ayrıca bir konu daha var. Kistler için biyopsi yapamıyoruz, türlerini bilmiyoruz yani. Bu yüzden biz en ağır senaryoya göre planlama yapmalı ve ona göre dikkatli olmalıyız."
Nazlı yutkundu. Gözlerini bile kırpamıyordu.
"En ağır... Senaryo ne Esra hanım?"
Kadının bu ihtimal ne kadar canını sıkıyor gözlerinden bile belliydi.
"Kistlerin en anlaşılabilir tabirle patlama ihitimali Nazlı. Bu her şeyi dibe çeker. Ama dün de söylediğim gibi seçenekler arasında iyiye dair ihtimal varsa umut hep o yönde olmalı. İnsan hayatının değerini bu doğrultuda ilerletmeyi kendime ilke edindim ben. Hiç böyle bir durum yaşamayabiliriz. Sadece bu riski göz önünde bulundurup, ona göre çaba harcayacağız. Hareketlerine dikkat etmen bu nedenle önemli. Ağır psikolojik çöküntülerden olabildiğine kaçın. Bu insanlarca çok hafife alınıyor ama hisler beden üzerinde çok ağır tahribata yol açan en büyük etmenlerden biri. Şu an için durumun müsade etse yatıştırıcılar da kullanmak isterdim ama bebeğin için sıkıntı çıkarır bu. O yüzden benden çok kendinin doktoru sen olacaksın. "
Nazlının artık varlığına alıştığı göz yaşları hemen doldurdu boncuklarının etrafını.
"Siz ne derseniz ben yaparım. Ne lazımsa yani. Hiç birini atlamam, hepsini yaparım."
Kadın gülümseyip ayaklandı. Yeterince üzmüştü bu taze anneyi. Biraz mutlu olmayı hak ediyordu. Sessizce ağzından çıkacak lafı bekleyen üç kişiye onları gördüğünden beri ilk kez sahici bir gülümseme gösterdi.
"O zaman kalk bakalım küçük anne. Dün, bu gün ki teslerin sonuçlarından kaynaklı sana bebeğinin kalp atışını dinletememiştim. Gel ve bebeğin senin için ne kadar çabalıyor gör."
Nazlı hemen babası ve annesine baktı. Sahi onlar bebeğe dair hiç ses duymamışlardı. Hemen ayaklanıp dün geçtiği sedyeye uzandı. Babası baş kısmına geçip, alnını öpmüştü hemen. Annesi de sol elini sıkıca kavramıştı. Doktor jel sıktığı probu karnında dolaştırırken Nazlının kalbi ağzından fırlayacakmış gibi bir şiddetle atıyordu.
Sonra oldu...
Gerçekten Nazlının kuş gibi çırpınan kalbi bir anlık durdu.
Bir ses tüm dünyayı susturdu. Bir ses tüm ağrı hissini uyuşturdu. Belki de hayatta duyulabilecek en mucizevi ses, Nazlıya direnmek için gereken tüm gücü bahşetti.
12 haftalık, altı santim, iri bir erik sayabileceği bebeğinin kalp atışları tüm odada yankılandı. Babasının soluğunu tuttuğunu, annesinin hıçkırdığını eliyle kapatığını hissetti. Kendi ise donmuş bir halde ekrana bakıyordu. Şekile doğru düzgün anlam veremiyordu ama hızla kıpırdayan bir görüntü onun ne olduğunu anlamasını sağlıyordu.
Sesi, ruhunu uyuşturan kalbin atışlarıydı onlar...
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
O günden sonra başladı Nazlının yolculuğu. Doktor haklıydı. Hiç kolay olmayacaktı. İkinci gün enjektesinden sonra bunu daha iyi anladı. Vajinal bölgesinde sanki hep ordaymış gibi bir ağrı baş göstermeye başlamıştı. İlk gün bu kadar şiddetli değildi ama ikinci gün bacaklarını kapatmasına bile engel oluyordu. Parmak uçlarında uyuşmalar, bedeninde sürekli bir susuzluk hissi gün gün ilerlemeye başladı.
Gündüzleri hayat biraz daha katlanılır gibiydi ama gece her şeyi ortaya en şiddetli sermek için an kolluyordu sanki. Ağrı kalçalarına doğru yayıldığında bazen çığlık atmak istiyor, sesi çıkmasın diye yastığına dişlerini geçiriyordu. Uyku çok azdı. Uzun uzun saatler daldığı rüyalar sanki çok uzak bir geçmişte kalmış gibiydi.
Nazlı bu yaşına kadar gecelerin böyle uzun sürdüğünü hiç bilmemişti. Annesinin gözlerinde gördüğü kederle, acısına nasıl ortak oluşuna şahit oluyordu. Babası yüzüne uzun uzun bakamıyordu bile artık.
Ona söylenilen her şeye bir asker edasıyla uyuyordu. İki gün önce Sultan teyzesinin pişirdiği bamya yemeğini yerken annesi gelmişti yanına. Önündeki tabağa birde Nazlıya şaşkınlıkla bakmıştı. Nazlı şu yaşına kadar bir kere bile ağzına sürmemişti bamya yemeğinden. Küçük tüycükleri, mukoza gibi yapısı midesini bulandırmıştı hep. Ama Sultan teyzesi çok şifalı oluşunu sayıp birde bebeğe faydalı olur demesiyle tüm her şey de önemini yitirmiş, yemeye başlamıştı. Annesinin yüreğini yaktığını bilmeden çok faydalıymış, yemem lazım dediğinde Züleyhanın mutfaktan kendini atar gibi çıkmasına şimdi göz yaşı döküyordu. Yemek yeme artık işkence gibiydi aslında. Çoğu zaman çıkartır olmuştu. Ama buna da dayanması gerektiği ona anlatıldığı için banyodan kendini dışarı çıkarabildiğinde zorla o yemeği yemeye devam ediyordu.
Kızlar her gün onu görüntülü arayıp saatlerce konuşuyorlardı. Nazlı artık varlığını belli eden minik göbeğini onlara gösterip okşarken onlar da okulda, yurtta ne varsa Nazlı oradaymış gibi anlatıyorlardı. Yanına gelmek için vizelerin bitmesini deli gibi bekledikleri her hallerinden belliydi. Nazlı da kendini biraz iyi hissettiği her an çalışıyordu. Babasının bin emekle onun için ayarladığı imtiyazı iyi değerlendirmesi gerekiyordu.
Kötü olan başka şey ise Halil cephesinden hiç ses yoktu artık. O sürekli gündemde olan adam bıçak kesiği gibi kesilmişti sosyal medyadan. Yiğit iki kere aramıştı sadece. Sesinden akan yorgunlukla bile Nazlıyı güldürmeye çalışmıştı.
En zor şeylerden biri ise Gururu oyalamaktı. Ona her şey yolundaymış gibi davranılıyordu. Nazlı, Bursada olduğuna dair hiç bir şey söylemiyordu ama olanları da şimdilik gizlemesi Gururun hayatı için çok önemliydi. Ama biliyordu. Gurur bir şekilde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissediyordu. Son günlerde arama oranı çok sıklaşmıştı. Onu arar aramaz annesini de arayıp havadan sudan konuşur gibi Nazlıyı soruyordu.
Böyle olsun istemezdi Nazlı. Kardeşinden yaşadıklarını gizlemek de değildi amacı. Ama Gurur her şeyden çok çabuk vazgeçecek kadar gözü karaydı. Nazlının bu halde olduğunu bilirken kimse onu Ankarada tutamazdı. Okuluna verdiği emeği zerre önemsemez ve her saniye başını beklerdi.
Nazlı kendiyle beraber bir sürü hayatı zaten değiştirmişken kardeşine de bunu yapmak istemiyordu.
Bir haftadır yapmaya başladığı şeyi yapmak için ayaklandı. Kasılma şeklindeki ağrılar yüzünden gece iki buçuk olsa bile uyuyamamıştı. Bebeği için anı defteri olsun diye bir günlük tutmaya başlamıştı. Bir süre de öyle oyalandı.
Sonra iki gün önce ziyaretine gelenleri anımsayıp gülümsedi. Açelyanın sınav haftası erken bittiği için iki haftalık arayı evde değerlendirmek istemişti. Buraya geldiğinde öğrendiği durumu onu hemen yanına getirmişti.
Allah biliyor ya Nazlı bu yaşta hamile mi kaldın diye onu küçümseyeceğini sanmışken Açelya ilk havadan sudan konuşmuş, okuldan bahsetmiş, peşinde koşan yakışıklı bir çocuğu anlatmış ve Nazlı ne olduğunu anlamadan birden ağlamaya başlayıp ona sarılmıştı.
Defne de bir kenarda üzgün gözlerle bakmıştı onlara. Teselli edilmesi gereken Nazlıyken, Nazlı Açelyayı teselli etmeye çalışmıştı.
Biraz sakinleşince neyseki kendine gelmiş ve nasıl korunmanın ne olduğunu bilmediği üzerine uzun bir hayıflanma dinlemişti.
Sonra nasıl olduysa konu yine bebeğin cinsiyetine gelmişti. 18. Haftayı doldursa bile Esra hanımın henüz dönmemiş olmasından sebep öğrenememişti bebeğinin cinsiyetini. İki gün sonraki randevusu aklına gelince eli yine karnına gitti. Bu küçük çıkıntıyı sevmek kendine en keyif veren uğraş olmuştu.
Ona bir şeyler almak istiyordu. Küçük küçük de olsa nasıl onu beklediğini hisseder belki diye hazırlık yaptığını bebeğine anlatmak istiyordu.
Bir de yasak olmasından kaynaklı mı yoksa gerçekten o her hamilenin bahsettiği can isteme olayının gerçek olmasından sebep mi bilemediği bir durum vardı.
Gerçekten canı çok fazla bir şey istiyordu. Küçükken Yiğit ve Gururla yemekten en çok hoşlandıkları, ağızda patlayan, ses çıkaran şekerler aklının bir köşesini işgal etmiş gibiydi. Çok sevdiği şerbetli tatlılara bakmıyordu bile. Karemelli çikolata olmazsa yaşayamam diyen o değilmiş gibi adını anmıyordu. Yemek niyetine tükettiği meyveler bile gözünde yoktu. Ama nedense ağzında limon aroması veren, dilinin üzerinde patladıkça onu gıdıklayan o şekerleri her şeyden çok istiyordu. Bir kerecik yese geçecekti bu his. Bir kere dilinde o aromayı ve gıdıklanışı hissetse bu tuhaf arzu tükenecekti ama Nazlının böyle lüksleri olamazdı. Onun çok daha büyük öncelikleri vardı. Bir anlık zevk hissi için riske atamayacağı kadar değerli bir şeyi vardı. Aklına düşen şeker paketi görüntülerinden kurtulmak için yine su bardağına yapıştı.
Sonra kalkıp biraz yürümeye başladı. Bunu da hiç ihmal etmiyordu. Asaf sağolsun her gün aynı saatte kırk dakika onu yürütüp, eve getiriyordu. Bu arada onunla da çok şey paylaşmışlardı.
Asaf artık gerçekten Halilin bir arkadaşı yada Nazeninin sözlüsü değildi Nazlı için. Her hareketiyle, korumacılığıyla tam bir ağabeydi. Halille yaşadığı olayları anlatırken güldüren adamın aslında nasıl acı bir geçmişi olduğunu üstü kapalı da olsa öğrenmişti Nazlı. Asaf çok iyi bir adamdı ve Nazenin gerçekten böyle bir adamla ömür geçireceği için şanslıydı. Onu Bursaya gitmek için ikna etmeye çalışmıştı ama Asaf bu konuda oldukça katıydı. Asla gözünün önünden onu ayıramayacağını yoksa Halilin yüzüne bakamayacağını defalarca tekrarlamıştı.
Asafın sadakati gerçekten çok imrenilesiydi. Halile çok sadıktı. Bunun getirisi olarak ailesi ve kendine de büyük bir bağlılık gösteriyordu. Doktorun gün içinde kullanması gereken ilaçları için saat kurduğunu gördüğünde bundan daha emin oldu. Günlük tüketmesi gereken dört litre suyun hesabını Nazlıdan çok Asaf yapıyordu. Anne ve babası çoğunlukla onla ilgilenseler de Nazlı normal hayatlarını yaşamaları konusunda ikisiyle de hiç olmadığı kadar ciddi bir konuşma yapmıştı. Nazlı bu evin tek evladı değildi ve büyüme çağında iki çocuk anne ve babasıyla güzel anılar biriktirmeliydi. Bu dönemi hayatlarında hep üzgünlük ve yorgunlukla anımsamalarını istemiyordu Nazlı. İşlerine gitmeleri, çocuklarla daha fazla ilgilenmeleri için ilk kez anne ve babasına çıkışır gibi konuşmuştu.
Tuhaftı ama Nazlı gerçekten büyüdüğünü hissediyordu da. Önceden hiç dikkat etmeye lüzum görmediği şeyler şimdi çok önemliydi. Ailesini hep çok sevmişti ama tek başına sevgi de yetersizdi. Emek verilmeyen sevginin hiç bir önemi olmuyordu. Kendini iyi hissettiği anlarda kardeşleriyle zaman geçiriyor, onlarla daha çok anı biriktiriyordu.
Belki kendini belki ailesini üzmemek için Halil konusunu hiç açmıyor ama geceleri de onunla olan resimlerine bakmadan yapamıyordu.
Çok özlüyordu. Aklı hep ondaydı. Nasıl bir durumun içinde, sağlığı iyi mi bilememek çok zordu. Şimdi de nikahlarının kıyıldığı zamandan bir video izleyip gözünden akan yaşı eliyle sildi. Yüzünde özlem dolu bir gülümseme vardı ama.
"Şapşal! Öyle mi evet denilir? Nefesini tutmuş soru ona gelene kadar."
Bir eli karnına yaslı diğeri telefonu tutarken kendi kendine konuşmaya devam etti. Bunu öyle çok yapar olmuştu ki.
"Şapşal senin bu baban minik boncuk. Oklava yutmuş gibi dümdüz duruyor birde. Elleri buz gibiydi ama. Alnımı öpmek için yüzümü tutmuştu da ordan hatırlıyorum. Heycandan ne hale gelmiş yeşil gözlerini yediğim."
Ağrı kademe kademe artmaya başlamıştı yine. Kendini oyalama çabası yine sonuç vermedi. Banyoya gidip sıcak suyun içinde bekledi bir süre de. Ağrı hep kasılma gibi giriyordu bedenine ve bazen iniltisini tutamıyordu. Bazen de öyle bir hâl alıyordu ki yürüme şekli bile tamamen bozuluyor, bacaklarını açarak yürüyordu.
Zümrüt halini bilmediği için geçenlerde onunla dalga geçmişti. Acının içinde yine minicik gülümsedi. Altına işemiş olmasından korkup çığlık çığlığa Yağızı çağırmıştı. Sonuçta altına işeyen insanlar bacaklarını öyle ayırarak yürürmüş. Yağız bu bilgiyi nerden bildiğini sorduğunda ise yüzünün aldığı şekli anımsayıp daha çok gülümsedi. O ifade buram buram yaşanmışlık kokuyordu.
Nazlı şu an yaptığını da çok yapar olmuştu. Beynini düşüncelerle, anılarla sürekli canlı tutup ağrının varlığından kaçmaya çalışıyordu. Bazen... Dayanamıyorum artık diye çığlık atma eşiğine geldiği anlar oluyordu gerçekten. Esra hanımın neden vazgeçersen bana gelme dediğini daha iyi anlıyordu. Çünkü gerçekten insan acıya alışamıyordu ve kurtarın beni deme eşiğine getirebiliyordu bu sancılar insanı. Emin olamıyordu ama ilk gün kendine neden öyle net konuştuğunu anlayabiliyordu. Esra hanım Nazlının dayanamayıp bebeği aldırmasını isteyeceğinden neredeyse emindi.
Ertesi gün hafta sonu olduğu için herkes evdeydi. Kahvaltı da yine Zümrüt yüzünden okula gitmek ve rehber öğretmeniyle bir saat görüşmek zorunda kalan annesinin serzenişlerini dinliyordu. Neyse ki Zümrüt hanım bu sefer çok karşılık verip annesinin delirme miktarını artırmıyordu. Babası da yan yan kızına gülümser gibi bakmasa keşke daha iyi olabilirdi durum.
"Bu neymiş anam? Bu nasıl bi kız? Bakma bana öyle gözünün altından! Oğlanı öyle dövene kadar hocana diyemedin mi utanmaz?"
Zümrüt küskün küskün baktı annesine. Sonra o gözler büyütülmüş ve dolmuş bir halde babasına döndü.
"Hiç bakma babana! Şu telefon ne zaman çalsa yüreğim ağzımda atıyo! Adın çirkefe çıktı daha da düzelmez!"
"Ama anne ne ettiğini dedim ya."
"O yaşına başına bakmadan olmadık haltlar yiyen sıpa da zaten ayrı bi dümen. Git hocana söyle derdini niye dövüyon?"
Zümrütün üzgün gözleri hemen alevlenip irice açıldı.
"Tüm sınıfın içinde kız arkadaşlık teklif etti bana. Post-ite kalp yapıp bide adımı yazmış! Tabi de döverim, ne yapacağıdım ya?"
Züleyha susup, oturacağına birde çemkiren kızına daha sinirle baktı.
"Kız oğlanın kulağını ısırmışın! Saç baş kalmamış sıpada! Okulda anasına ne diyeceğimi bilemedim."
Zümrüt hiç de yaptığından pişman olmamış bir halde omuzlarını silkip yumurtasını ağzına attı. Ağzındakini yiyip, yutana kadar irice açtığı gözlerini annesinden çekmemişti.
"Ben aslında çelme taktıydım da düşmedi ki. Mecbur ısırdım, ağır benden diye heralde yere yatırıp tekmeleyemedim."
Yağızın gizli gizli kıkırdamasına Asilin de yüzünü yana çevirerek gülüşünü saklama çabası eklendi. Nazlı aralarında en dirayetsiz olandı. O kendini hemen belli etti. Annesinin ok gibi bakışları da üstüne saplandı.
"Sakın gülme senin de bacaklarını kırarım. Valla bıktım! Bu kız yüzünden okul önünden geçemiyom ben artık. Matematik hocası geldi geçenlerde restorana, kadını görmemiş gibi ettim korkuma. Asil kime diyom?"
Asil derin bir nefes çekip yana eğdiği yüzünü düzeltmeye çalıştı.
"Haklısın zümrüt göz, kavga kötü bir şey. Bir daha yapma prensesim."
Adam keşke alkışlasa daha etkili olurdu. Züleyha başına giren ağrılarını parmaklarıyla ovarak geçirmeye çalıştı. Sonra sırıtarak onları izleyen oğluna baktı.
"Sen ne gülüyon? Ben sana bu çirkefe sahip çık demedim mi? Niye oğlanı haşat ederken izledin Yağız bey?"
Yağız asla korku emaresi olmayan yüzünü annesine çevirdi.
"Kız kardeşime kalpli kağıt vermeden önce başına geleceği bilmeliydi. Başkasının aptallığının hesabı neden benden soruluyor?"
Züleyha ağzını açtı ama geri kapattı. Bu oğlana da adam akıllı hiç kızılmıyordu. Geçip karşısına böyle konuşunca verecek cevap da bulamıyordu insan.
"He herşeyi çok biliyon sen! Kardeşini okuldan atsınlar da gör gününü. Yalnız başına gidersin."
Yağız yine omuzlarını silkip umursamazca baktı.
"Atamazlar! O zaman Berki de atmaları gerekir. Zümrütü arkadaşları içerisinde küçük düşebileceği bir pozisyona sokarak kışkırtmış oluyor. Bir sürü kişi bu konuda şahitlik yaparız müdür beye. Berk müdür yardımcısının yeğeni yani onu atamazlarsa Zümrütü de atamazlar. O zaman biz okul hakkında akraba kayırıyor diye söylenti çıkarırız. Müdür bey okulu hakkında böyle düşünülmesini istemez. Bende giderim o zaman, ekstra para kaybına girer. Birde altılar içinde düzenlenecek bilgi yarışmasında ben de varım. Derece yapacağız, göze alamaz yani."
Züleyha ağzını açtı açtı kapattı. Sonra kocasına dehşetle baktı.
"Biz çirkeften korkuyoz da asıl bela bu olur bizim başımıza. Şuna bak müdürü tehdit eder bu böyle konuşa konuşa."
Asil de hiç umursamazca kahvaltısını yapmaya devam etti.
"Bera haklı. Zümrüt suçlanıyorsa arkadaşları içinde onun hoşuna gitmeyen davranışlar sergileyen Berk de suçlanmalı. Zümrütü atarsa, onu da atması gerekiyor. Ayrıca kimse benim kızımın karşısına çıkıp da kalpli kağıt veremez. En azından otuz yaşına kadar."
Züleyha sıcak basmış gibi yakasını çekiştirip başını havaya dikti. Kime ne anlatıyordu ki? Babaları böyle olunca danaları da ona çekiyordu işte.
Kahvaltıdan kalktıklarında Nazlının artan ağrıları yüzünden yerinde duramadığını gördüklerinde Asille gözgöze geldiler. Hâlini görüp hiç bir şey yapamamak bir anne baba için ne zor bir imtihandı.
Nazlı uykusunun geldiğini bahane edip yanlarından kaçmıştı hemen. Züleyha kapısına yaklaşıp içeriye girecekken duyduğu iniltiyle eli kapıda kaldı. Acısını saklamak için çoğu zaman odasına çekiliyordu Nazlı. Halsiz bedeni ve çökmüş yüzü saklanacak gibi değildi. Yüzünün rengi gitmeye başladığında ağrıların şiddetlendiğini hemen anlıyordu. Ama birde onlar için endişelenmesin diye başını eğmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
Kapı pervazına alnını yaslayıp sessiz akan yaşlarının dinmesini bekledi. İçerden bu kez ağlamaklı bir inilti daha kulaklarına ulaştığında eliyle ağzını kapadı. Sonra sırtına yaslanan göğüs ve başının üstüne bastırılan dudaklarla sessiz bir hıçkırık kaçtı ağzından.
"Canı çok yanıyo Asil."
Fısıltısını kendi bile zor duydu. Asil kollarını etrafına sarıp, sıkıca sarıldı karısına.
"Çok yanıyor Züleyha."
"Daha kaç ay var? nasıl dayanacak? Allahım..."
Asilin buna verecek tek bir cevabı yoktu. Sadece güç vermek için ve sırtında koca bir kambur olan kızının acısına katlanmak için sıkıca sarıldı.
Nazlı içerde, Züleyha ve Asil kapısının dibinde göz yaşı döktüler. Cesaret edip ikisi de giremiyordu içeri. Nazlı onlar görür diye gözündeki yaşı bile saklar olmuştu. Yanlarında doğru düzgün ağrısından bahsetmeye bile yanaşmıyordu hiç.
Sonra aşağı kattan gelen şiddetli kapı sesiyle ikisi de sıçaradılar. Asil geriye çekilip merdivenlere doğru baktı. O sırada kapı tekmelenir gibi yine çalınmıştı. "Tövbe Bismillah! Ne oluyo Asil?"
Koşar adımlarla aşağı inmeye başladı ikisi de. Sesleri Nazlı da duymuştu. Banyoda elini yüzünü yıkayıp, kendini toparlamaya çalıştı.
Züleyha aşağı indiğinde Sultanın açtığı kapıdan Gururun soluk soluğa içeri girdiğini gördüler. Üstü başı darmadağınıktı. Elindeki çanta yere süründüğünden toz içindeydi.
"Nazlı! Nazlı nerde? Ne oldu ona? ABLAM NERDE?
Bağırarak kurduğu her cümlede Asille Züleyha ne diyeceklerini bilemediler. Seslere Yağız ve Zümrütte koşturarak gelmişlerdi.
Gurur etrafında bir tur dönüp bakınmaya devam etti. Yüzünde dehşetli, korkulu ama en baskını sinirli bir ifade vardı.
"ANNE NAZLI NERDE?"
"Gurur... Bi dur annem, bağırıp çağırma. Gel az konuşak senle."
"NE KONUŞACAĞIZ NE? NAZLI NERDE ANNE?
"Yaman! Sakin ol, annene de bir daha bağırdığını duymayım. Geç içeri!"
Asilin sert sesiyle Gurur yüzünü babasına çevirdi ama o sırada Nazlının cılız bir şekilde "Gurur" demesiyle yüzü hemen merdivenlere döndü.
Gurun bakışları dondu sanki. Haftalar önce ışıltıyla parlayan ablasının yüzü küçücük kalmıştı. Bembeyazdı, üzerinde Nazlının asla giyemediği kalınlıkta bir kazak vardı. Ellerini içine sokmuştu. Gözlerinin altındaki kara halkalar aralarındaki mesafeden bile belli oluyordu. Elindeki çanta düştü.
"Nazlı..."
Adımlarını sürüye sürüye iki basamak üstte duran Nazlıya yaklaştı.
"Abla..."
Bir kere daha seslendiğinde sesi çatlamıştı. Hayatının hiç bir döneminde ablasını görmediği kadar bitkin hali, hastalığını simasına işlemiş yitikliği ellerini titretti.
Nazlının kollarını kaldırıp boynuna dolamasıyla titreyen elleri beline sarıldı.
"Hoşgeldin canımın içi. Yıktın attın ortalığı yine, niye tekmeliyorsun o kapıyı? Ödümü kopardın pislik."
"Abla..."
Gururun sadece ona seslenişini duyuyordu ama başka bir şey söyleyemeyecek kadar zorlandığının farkındaydı.
"İyiyim... Lütfen korkma iyiyim Gurur."
"Nasıl söylemezsin bana?"
Nazlı daha sıkı kavradı kollarının arasındaki boynu. Aynı anda Gururda artık kavrayışını güçlendirmişti.
"Ortalığı velveleye verme diye. Bir şeyim yok ablacığım, iyiyiz biz."
Gurur geri çekilip iyi olduğunu iddaa eden kıza baktı. Elinin üzerine düşen kazağı aralayıp buz k esmiş elini sıcak avucuyla kavradı.
"Niye söylemedin bana? Açelya Nazlı iyi, merak etme demese hiç bir şeyden haberim olmayacaktı bile. Nasıl söylemezsin?"
"Endişelenirsin diye..."
Suçlu bir çocuk gibi çıkmıştı sesi. Gururun yeşil gözlerinde biraz evvel yanan öfke yerini büyük bir üzüntüye teslim etti. Ne diyeceğini de bilemiyordu ki.
Sabah sırf çok beğendi diye oldukça duygusal bir parça paylaşmıştı hikayesinde ve Açelya hikayesine yanıt bırakmıştı. Üzülmemesini, Nazlının iyi olacağını, bebeğin ve Nazlının sağlıkla bu süreci atlatacağını söyleyerek kendince tesellide bulunmuştu.
Gurur zaten hissediyordu bir şeylerin yolunda olmadığını ama buna Halil ağabeyinin durumu neden oluyor sanmıştı. Onu ilk basın açıklamasında görünce hemen Yiğit ağabeyini aramıştı ve üstü kapalı yediği uyarıyla görevi gereği girmesi gereken bir kimlik olduğunu anlamıştı. Sonrasını da hiç karıştırmamıştı.
Şimdi ise o derdin artık derten bile sayılamayacağı bir halin içerisinde olduklarını öğrenmişti. Hemen Açelyayı aramış ve bağıra çağıra neler olduğunu anlatmasını söylemişti. Kızın onun bir şeyden haberi olmadığını anladığında nasıl paniklediğini telefondan bile hissetmişti. Ama o an umursadığı zerre şeylerden biri bile değildi Açelyanın bilmeden verdiği açık yüzünden hissettiği korku.
Bir anda kalkıp gelemek hiç de kolay olmasa da bir şekilde başarmıştı.
Ama ne düşünürse düşünsün beklediği bu değildi . Kanı çekilmiş bir yüzle karşısında duran ablası değildi asla. Gözleri her daim parlayan Nazlı boncukları böyle fersiz bakmazdı.
"İyi misin? Ne olur doğru söyle iyi misin abla?"
Nazlı soğuk parmaklarının ucuyla iki yanağını da kıstırıp azıcık çekiştirdi. Bunu hep yapardı zaten.
"İyiyiz ablacığım, gerçekten bak. İnan bana iyiyiz."
Gurur korka korka karnına baktı. Gerçekten bir bebek vardı değil mi orda? Nazlıyı hasta eden bir bebekti. Ne hissedeceğini bilemedi. Şu ana kadar Nazlıyı görmesi dışında hiç bir şey düşünememişti bile.
Nazlı tereddütünü anlayıp yanında hissizlikle sallanan elini kavrayıp karnına yasladı. Minicik bir çıkıntı dışında hiç bir şey anlaşılmıyordu.
"Dayıya merhaba de minik bonuk. Seni öğrenir öğrenmez görmek için ta nerelerden gelmiş."
Gurur avcunda bir bomba tutsa böyle dehşetle bakamazdı. Bu tipi Nazlının kıkırdamasına neden oldu. Ama biran evvel oturmaları gerekiyordu. Bacaklarına aşağı hissettiği ağrı dik durmasını engelliyordu.
"Salona geçelim mi ablacım, yorgun görünüyorsun."
Gururun kilitlenmiş halinden yararlanıp koluna girdi ve ikisini yürütmek için çekiştirdi. İşin gerçekten komik olan kısmı sol elinin hala karnında yaslı yürüyor oluşlarıydı.
Nazlı babasına ve annesine küçük bir tebessüm gönderip sorun yok der gibi gözleri kapatıp açtı.
Geçip oturduklarında Gurur hâlâ tam olarak idrak edemediği gerçeği avcunu biraz daha yaslayarak kavramaya çalıştı.
"Gerçekten bebek var."
Nedense bunu tam olarak şimdi anlıyordu. Nazlının hasta olduğunu ve bunu ondan gizlediklerini duyduğundan beri sinir ve korku öyle baskındı ki aklı düşünmesi gereken bir çok şeyi ötelemişti.
"Aslında iyi ki geldin biliyor musun? Kontrole gideceğiz ve cinsiyetini öğrenebiliriz. Sen de varsın, süper oldu gelmen."
Böyle önüne kandırma maksatlı ödül kemiği atıyorsa asla Gurur yemiyordu bunları. Kaşları kademe kademe geri çatıldı.
"Nazlı nasıl benden saklarsın? Birde hala Bursadaymış gibi rol kesiyorsun aptal! Bir yalancılığın eksikti tam oldun!"
Nazlı suçlu suçlu bakıp derin bir nefes aldı.
"Aslında hiç yalan söylemedim ki. Ben hiç Bursadayım demedim sana Gurur."
"Salak kız ders çalışıyorum kapatmam lazım demedin mi daha iki gün önce sen?"
"E çalışıyordum Gurur. Online giriyorum sınavlara. Babam benim için halletti. E o sınavlardan geçmek için çalışmam lazım."
Gurur geriye çekilip ağrıyan başını ovmak için parmaklarını kullandı. Ona öylece bakan anne babasına da oldukça sinirliydi.
"Bakma öyle fındık oğlum, üzülün aklını derse veremen diye söylemedik. Biz hep yanındayız ablanın hem."
"Hay dersini si... Seveyim anne. Nazlı burda ne halde, dersi kim sallar?"
Züleyha mahçup bakışlarını saniyesinde değiştirip sinirle baktı.
"Dersi kim sallıyomuş! Sana şurdan bi sallarım dünya kaç bucak görün sıpa! Zaten fırsat kolluyon, bilmiyom sanki ben kaçmak için fırsat mı veririm sana?"
"Anne ne diyorsun Allah aşkına? Aklımı oynatıyordum gelene kadar. Siz ne diyorsunuz?"
"Sakinleş artık. Bak gördün ablan iyi Yaman! Bağırıp çocukları da korkutma artık!"
Gurur hayretle babasına baktı.
"Baba bu kız iyi mi şimdi? Bu iyi hâli mi?"
"Neyim var pislik? Gayet iyiyim ben! Sen kendi tipine bak önce, sırt çantanı gelene kadar her çöpe soktun mu sen?"
Bunlar gerçekten ona kafayı yedirmeye çalışıyordu. Bilerek onunla dalga geçiyor ve aklını oynatsın diye el ele veriyorlardı. Kendi kendine kıkırdar gibi bir ses çıkardı. Nazlı ve Züleyha göz göze geldiğinde Züleyha yandık der gibi başını sallıyordu.
Kadınların bile söylenmesi erkelerin dırdırından çok daha çekiciydi aslında.
"Nerde bu çocuğun babası?"
Gurur iyiydi hoştu ama sinirlenince de kimse bulaşmak istemezdi. Şimdi Nazlı sen kimin çocuğuna bu diyorsun diye çemkirirdi de daha çok fitili ateşleme ihtimalini göze alamıyordu.
"Bildiğin gibi görevde Gurur. Lütfen sakinleş artık ve daha ılımlı sorular sor."
"Ilımlı soru? Peki öyle yapalım ablacım. Neden hastasın? Hamileler bildiğim kadarıyla böyle yürüyen ölüye dönmüyor. Mesela Açelya korkma, ikisine de bir şey olmadan kurtaracaklar onları gibi bir cümle niye kuruyor? Ha bir sorum daha var ama cevaptan eminim? Halil abinin şu anki durumundan haberi var mı demeyeceğim bile yok belli ki!"
Gerçekten buna verecek cevabı da açıklayacak sabrı da yoktu Nazlının. Ağrı git gide arttıkça oturduğu koltuk çivi olup saplanıyordu sanki tenine.
Nazlı canının acısını saklamak için oldukça iyi mimikler sergiliyordu ama genelde oturmak ağrıyı hissetmeyi daha da artırıyordu. Bacaklarının arasına bir yastık koyarak yatması lazımdı biran önce.
"Şey... Gurur..."
Mırıltı gibi çıkan sesiyle, elini yüzüne örtmüş ve öne doğru eğilmiş düşünen kardeşi ona doğru baktı.
"Bebek... Çok uykum geliyor da benim. İki saat uyusam öyle kavga etsek olur mu?"
Sesinde saklamaya çalıştığı o tınıya anne ve babası oldukça hakimdi. Züleyhanın da gözlerinin hemen dolmasına sebep olan bu nedendi zaten. Asil yine sanki bu duruma engel olamamış olmanın utancıyla başını eğmişti.
"Uykun var?"
Gurur şu an asla böyle bir şey beklemediği için şaşkındı. Nazlının yüzünün anlık buruşup yerini gülümser bir ifadeye bırakmasını da anlamadı.
"Bebekler uyku yapıyormuş bu dönemde. Biraz uyuyum geleceğim. Hem sende dinlen, haline bak. Rezil görünüyorsun."
Nazlı başka bir şey söylemesine fırsat vermeden ayaklanıp anne babasına da aynı sahte tebessümle bakmış ve Zümrütün dalga geçtiği, Züleyhanın içini yakan yürüyüşüyle salondan ayrılmıştı.
Gurur gözünden akan yaşın bile farkında olmayan annesine baktı. Kapanmış kapıya öyle bir bakıyordu ki içi... Böyle en derininde bir yeri kaskatı oldu.
"Neyi var onun?"
Gururun tekrar sertleşmiş sesiyle annesi kapıdaki gözlerini çekti.
"Züleyha yapma karım... Ne olur?"
Züleyha burnunu çekip, titreyen dudağını dişleriyle kıstırdı.
"Nerdeyse on sekiz hafta var. Ne edecez biz Asil? Nasıl dayanacak onca zaman? Yarım saat oturamıyo yanımızda. Sızısını saklayacam diye odasında inim inim inliyo. Ne edecez biz? Ben nefes alamıyom kızımın solup giden yüzüne baktıkça."
Asil ne diyebilirdi ki? Hayatının en çaresiz zamanlarındaydı. Yakıp, yıkacak ve çare olacak olsa taş üstünde taş bırakmazdı ama eli kolu bağlanmış öylece kızını izliyordu.
Sonra Gururun geldiğinden beri sesi ilk kez cılız çıktı.
"Anne... Ne oluyor, neyi var? Açelya bebek sorunlu dedi. Neyi var ikisinin?"
Gurur ayağa kalkıp annesine yaklaştığında Züleyha can simiti gibi tutunup, sarılmıştı oğluna.
"Çok hasta annem. Sende üstüne gitme ne olur? Çok eziyette benim yavrum."
Gurur, babasının gözünden kayan yaşı hemen eliyle sakladığını gördüğünde düğüm düğüm oldu boğazı.
"Baba?"
Asil Gurura yaklaşıp elini sırtına yasladı. Sonra da oturması için koltuklara yönlendirdi.
"Sorunlu bir gebelik Nazlının ki. Bebek doğana kadar tedavi görmesi lazım. Tedavi, Nazlı için ağır geçiyor. Bebeğin de sağlığı riskli. Rahminde... İki tane kist var ve ikisine de zarar verme ihtimali çok yüksek."
Gurur Nazlını çıkıp gittiği kapıya tekrar bakıp dehşetle anne babasına döndü.
"Nasıl? Nasıl müsade edersiniz bu duruma? Ya Nazlıya bir şey olursa? Ya dayanamazsa? Nasıl doğurmasına izin verirsiniz?"
Yirmi yaşında, henüz aklı havada ve hayatın hiç de hoş olmayan yüzüyle karşılaşmamış bir genç için oldukça mantıklıydı bu sözler. Bir sorun varsa o sorundan kurtulur ve hayatınıza devam ederdiniz. Böyle risklere girmeye hiç lüzum olmazdı. Asil o yüzden oğluna ve sert çıkışına hiç kızmadı. Gururun dünyaya açılan penceresinden görünen buyken, Nazlının arka bahçesine yayılmış verem otlarını görmeyişine içerlemedi.
"Bebeği öğrendiğinde çok büyümüştü ve Nazlı..."
"Nazlı istemedi! Nazlı böyle bir riske girdi ve siz izlediniz mi?"
Normalde Züleyha da böyle çıkışlara anında yükselir ve ağzına geleni sayardı. Ama onun da ne bağıracak mecali ne de Gururla çarpışacak hâli vardı.
"Ana olmayanın bileceği iş değil o oğlum. Hastanede doktor bebeği alalım dediğinde benim koynumda göz yaşı döktü. Üç aylık bebeğimi parçalayarak alacaklar diye bana avut ağladı."
Sonra gözleri ona saplanmış kocasına baktı.
"İşin içine evlat girince ananın canı kendine yanmayı bırakıyo. Bi el uzanır da dokunur, zarar verir korkusuyla küçücük bi çöp parçasından medet dilenir oluyo. O iş Nazlının giydiği ateşten gömleği sırtına geçirmeyenin bileceği iş değil."
Gurur açtı ağzını ama söyleyecek söz bulamadı.
"Ne olacak şimdi? Ağrıları yüzünden mi öyle kaçıp gitti? Görmeyelim diye mi?"
"Öyle... Kendi derdi yetmez gibi bi de bizden sakınmanın peşine düşmüş."
"Ya... Kötü bir şey olursa ablama? Doktoru ne dedi? Şimdi götürsek ağrısı için bir şey yapmazlar mı?"
Asil başını iki yana salladı sadece. Nazlıya doktorun, çok dayanamadığın anlarda al dediği ilacı bile içirememişlerdi. Bedenine yeterince ilaç girdiğini, fazlasının bebeğine ne yapacağını bilmeden ağzına sokmayacağını kesin bir sesle söylemişti.
"Sabredeceğiz... Bebek doğana kadar sabırla yanında bekleyeceğiz."
Üçünün sessizlikle oturduğu yarım saatin sonunda Gurur hiç bir şey demeden ayaklanıp Nazlının odasına doğru yürümeye başladı. Kapıyı çalma gereksinimi bile duymadan açıp içeri girdiğinde Nazlının cenin pozisyonunda kıvrıldığını gördü. Kapı sesiyle hemen başını kaldırmış ve kıpkırmızı ıslak gözlerini hızla silmeye çalışmıştı.
Gururun kahve parçacıkları serpilmiş yeşil gözlerinden dökülen hüzünle Nazlının dudağı da büzüldü.
"Az kaldı Gurur... Ne olur bakma bana öyle. Doğunca... Geçecek hepsi."
Gurur hiç bir şey demeden Nazlını yatağına uzanıp onu da kolunun altına çekti. Burnunu saçlarının içine gömdüğünde Nazlı ağlamaktan kaynaklı iç çekişini tutamamıştı.
"Ne olur kızma bize. Minicik... Çok savunmasız. Korumam lazım Gurur. Zaten onu korkutan iki canavarla aynı yerde tutsak gibi. Sen onu sevmezsen çok üzülürüm."
Çocuk kandırır gibi nazlana nazlana ikna etmeye çalışıyordu kardeşini. Ama neydi bu iknanın sebebi tam cevabı da yoktu. Nazlı bebeğini seviyordu. Çok seviyordu hemde. Ama bununla yetinemiyordu kalbi. Onun çok sevdiği minik boncuğu herkes tarafından çok sevilsin istiyordu. Ona kimse, annesini hasta eden bir sorun gözüyle bakmasın diyeydi çabası.
Gurur geriye çekilip kızarmış gözlerini Nazlının karnına dikti.
"Kapkalın kazak giymişsin, battaniyeye sarınıp yürüseydin Nazlı!"
"Havalar ısınmıyor aptal! Keyfimden mi böyleyim?"
Aslında ısınıyordu. Ankaradan çıkıp gelen Gurur için şu hava yaz gibi hissettirmişti. Nazlının güçsüz bedeni ısınamıyordu demek ki.
"Kaldır şunu da görelim minik boncuğunu."
Nazlının fersizliğinden şikayet ettiği gözlerine kocaman bir ışıltı yayıldı. Hemen kazağını toplayıp karnını ortaya çıkarmıştı. Atlet niyetine giydiği zıbından da küçük çıkıntısı gayet belli oluyordu.
Nazlı yastığına doğru yaslanınca Gurur da oturur pozisyona geçip şimdi daha net görmeye başladığı karnına baktı. Eli titreye titreye uzanıp üstüne kondu.
"Şaka gibi... Resmen bebek var lan."
Nazlının kıkırtısıyla bir anlık yüzüne baksa da geri karnına dönmüştü gözleri.
"Kaç aylık? Yani ne kadar oldu?"
"18. Haftadayız şu an."
Gurur çok bilmezdi böyle şeyleri ama şimdiye kadar cinsiyeti öğreniliyordu değil mi bebeklerin?
"Cinsiyeti ne? Aşağıda da söylemediniz."
Gururun karnına bakarak konuşması ve hafif dehşetli gözleri Nazlıyı tekrar kıkırdattı.
"Doktorum şu an yurt dışında ama pazartesi günü dönüyor. Onu bekliyorum bende öğrenmek için. Öyle çok merak ediyorum ki."
Gurur ağır ağır başını sallayıp öne doğru uzundı. Karnının üzerine minik bir öpücük bıraktı.
"Merhaba küçük insan."
Nazlı alt dudağını ısırmış keyifle bu anı izliyordu. Allah biliyor ya bebeğini öğrendiğinde duyduğu her şeyi şimdi Gururdan da duyacak olmaya hazırlamaya çalışmıştı kendini. Ama canının diğer parçası onu ne kadar mutlu ettiğini bilmeden miniğini öpüyordu.
"Bizi duyar mı Nazlı?"
"Bence duyuyor ve anlıyor. Yani teknik olarak elimde bir veri yok ama hissediyorum. Kesin anlıyor."
Gurur da dudağımı ısırmış aheste aheste başını sallayarak göbeğindeki gözlerini çekmemişti.
"Dayıyla doğru düzgün tanışma zamanı öyleyse. Orta doğu ve balkanların en muhteşem dayısına sahip olacaksın küçük insan."
Nazlı yine kıkırdadı. Uzun zamandır böyle keyif almıyordu yaşadığı andan.
"Ahmağın tekisin."
Eliylede göbeğinin dibinde konuşan kafasını yakalamış ve saçlarını karıştırmıştı.
Gurur yine Nazlıyı umursamadı. Menzilinde sadece küçük bir insan vardı.
"Erkek olman gerekiyor minik adam. Anandan yeterince naz ve niyaz çektik. Yeni bir minik boncuğu Sulhan zürriyeti kaldırmaz."
"Ya Gurur ya... Demeyin öyle ama. Belki kız oalcak. Yağızda gelip gidip erkek ol diye baskı yapıyor çocuğuma!"
Gurur sırıtan bir yüzle Nazlıya bakıp geri karnına dön.
"Bak küçük insan, dayıyı dinler ve bamya pipini pazartesi gösterirsen sana reşitlik sonrası ilk pavyon eğlencen benden."
Nazlı bu sefer kafasına, omzuna yada neresi denk gelirse vurmaya ve açtığı karnını kapatmaya başladı.
"Pislik! Pisliksin Gurur ya. Ne diyorsun minnacık bebeğe? Aptal senin bu dayın boncuğum, sen Yağız dayına benzersen çok sevinirim. Yiğit amcan da olur ama bu ahmak olmaz!"
Gurur kocaman bir kahkaha atıp yatağa, Nazlının yanına geri bıraktı kendini.
"Sultan kişisinin güvenilir bilgi birikimine göre dayıya çeken oğlandı. Demek ki gerçekten erkek olacak. Dayısı bamyasını sevsin, geliyor bir ortalık yakan daha."
"Ya bamya deyip durma salak çocuk! Geçen gün bamya yedim ben, aklıma o geliyor."
Gurur kaşlarını kaldırıp Nazlıya baktı.
"Sen... Bamya yedin. Hakkatten bu analık akıl işi değil ha. Kızım sümük gibi deyip laf ettiğin yemeği nasıl yedin? Ha ben çok severim o ayrı."
Nazlının gülen yüzü hafif hafif duruldu.
"Doğru söylüyorsun. Annelik akıl işi değilmiş Gurur. Tamamen kalple alakalı bir şeymiş."
Gurur kolunu omzundan aşırıp Nazlıyı tekrar göğsüne yasladı. Başının üstüne bir sürü öpücük bıraktı.
"Nazlı annem anlattı... Sen nasıl?"
Nazlı derin bir soluk alıp bırakmıştı. Ne diyecekti ki? Nasıl dayanıyorsun? Nasıl doğuracaksın? Ya da nasıl babasız ona bakacaksın mı?
"Sana benziyor bence biliyor musun?"
Soruyu es geçip çok başka bir şey söylediğinde Gurur anlamadı.
"Bu nerden çıktı?"
"Canı... Senin en sevdiğin şekeri istiyor. Bence sana benzediğine dair bir işaret bu."
"Canın şeker mi istiyor? Kızım desene gidip alayım hemen. Hangisini istiyorsun?"
Nazlı başını iki yana sallayıp geri göğsüne yasladı kafasını.
"Yiyemem şimdi Gurur. Hamilelik döneminde beslenmeme dikkat etmem lazım. Ama doğunca lütfen bana paket paket al. Ağzıma beş paketi boşaltıp, havai fişek patlamasını ağzımda hissetmek istiyorum."
"Patlayan şeker mi? Ondan mı istiyor canın? Neden yiyemezsin, birazcık versek olmaz mı? Kızım bebeğin sağında solunda şeker jelatini çıkar sonra."
"Şeker kistleri besliyormuş Gurur. Yiyemem... Doğuma kadar listede olanlar dışında hiç bir şey yememem lazım."
Gururun içine büyük bir kaya oturdu sanki. Etrafında hamile insanları izlemişti. Birgül halasını Toprağa hamileyken görmüştü. Miniş ablasını da Çiçeği karnında taşırken en yakından şahit olmuştu. Serkan abisinin gecenin bir yarısı konağa turşu almaya geldiğini görmüştü mesela. O turşuyla baklava yemesini izleyip dalga geçmişlerdi. Sonra Birgül halası, bir gün öyle çok un helvası yemişti ki geceyi acilde geçirmişti. Bunlar çok da önemli detaylar değildi. Gururun içine oturan kayanın sebebi ikisinin de hep aynı şeyi söylemesiydi.
Dayanamadım, kendime hakim olamadım, yemesem ölecek gibiydim...
Sahi yemesen ölecek gibi bir his veren açlık, Nazlı da nasıldı acaba? Çok kötü dedi içinden bir ses.
Çok kötü çok kötü çok kötü...
Nazlı yese ölecek gibi olduğu için on liralık bir şekere bile yaklaşamıyordu. Onların nazlı boncuğu, istediği olmayınca istediğini alana kadar nazlanan boncuğu, minik bir insan için neler yapabiliyordu?
"Üzülme lütfen. Hem öyle bahsedildiği gibi bir his değil ki. Canım çekiyor sonra hemen geçiyor."
Gururun karnına doladı kolunu. Uyuyacak gibi iyice yerleştirdi bedenini.
"Ama bir söz istiyorum. Doğurduğum gün limon aromalı patlayan şekerlerden alacaksın bana. Unutmak, erinmek, başka birine aldırmak yok. En önemlisi benden önce yemek kesin yasak."
Nazlı göğsünde yaslı yattığı için Gururun şakağına aşağı kayan yaşını hissetmedi.
Biraz evvel çaresizlikle omuzlarını düşürmış babasını ilk kez tam olarak anladı.
Evleri, arabaları, iki büyük restoranları vardı. Cebinde en son model telefonu yada kartları emrine hazırdı.
Ama tüm bu varlığın içinde on liralık şekeri alıp, canı isteyen ablasına yediremezdi. Asil Sulhan ve Züleyha Sulhan için en ağır sınav bu olmalıydı. Dünya kadar imkanın içinde kızlarının acı çekişlerini izliyor ve hiç bir şey yapamıyorlardı.
Gurur tekrar derin bir nefes alıp, bıraktı.
"Haklısın Nazlı. Annelik... Asla akıl işi değil..."
|
0% |