Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Türk Kadını Birinci Vazifen Tükürüleni Yalatmak!

@orenda

Bölümü size emanet edip kaçıyorum, akşam yorumları okumak için çok sabırsızım bilginiz olsun🥰

 

Keyifli okumalar ballı lokmalar😘😘😘😘

 

Kahvaltı masasındaki curcunadan kim ne diyor anlaşılmıyordu bile. Ama niyeyse Züleyhaya öyle iyi hissettiriyordu ki bu ses. Semiha teyzesinin neden kalabalığı çok sevdiğini daha bir iyi anlıyordu.

 

Masadan kalkacakları zaman Halille göz göze geldi.

 

"Gel bakalım Halil efendi, az konuşacaklarımız var eniştenle beraber."

 

Asil de uyarıyı alınca peçeteyle ağzını sildi. Nazlının gözleri fıldır fıldır dolanmaktan geriye kaçacak haldeydi.

 

"Olur hala. Nereye geçelim?"

 

"Geçmeyin bir yere yahu. Yabancı mıyız biz, burada konuşun."

 

Gururun sesiyle başlar ona döndü. Bir anda annesinin kızgın bakışlarını görünce elindeki boş ekmeğin büyüklüğünü düşünmeden ağzına tıktı.

 

"Hah! Aferin oğlum, boş bırakma ağzını sen. Böyle iyisin iyi!"

 

Yağız da ballı sütünü içip ağabeyine baktı.

 

"Abi özel bir konu konuşacaklar belki, saygı duymalısın."

 

Yerine sinip, ağzındakini güç bela yiyen Gurur daha da ses çıkarmamıştı. Gözlerini de tam karşısında oturan kardeşine dikti. Zümrüt de Gurur gibi gözleri iri iri açılmış ne konuşulacak merak içindeydi.

 

"Keşke biz de duysak ele abi. Hep bizi küçük diye yolluyolar ki yanlarından. Sen büyüdün yine demiyolar hiç bişeycik. Biz ne zaman duyacağız her bi şeyi?"

 

"Konu seni ilgilendirmediği sürece hiç bir zaman. "

 

Yağız yumurtasını bıçağıyla kesip küçük bir parçasını ağzına atarak konuşmanın bittiği sinyalini vermişti. İkiz olmalarına rağmen o kadar farklıydı ki huyları, kardeş olduklarına okulda inanan sayısı çok azdı. Yağız ağır oturaklı ve çok çalışkanken Zümrüt ele avuca sığmaz, kavgacı ve dersler konusunda miskin bir yapıya sahipti.

 

"Aynen öyle yerden bitme Zümrüt hanım. Seni alakadar etse bilindin zati. Aynı abin olacak kart bebeye olacağı gibi."

 

Ters bakışlarını atıp ayağa kalktı.

 

Züleyha ve Asil yemek odasından çıkınca Halil ve Nazlı da peşlerine düştü.

 

Kış bahçesine geçip, sandalyeye oturana kadar kimse konuşmadı. Züleyha ilk Asile baktı ama niyeti olmayan kocasından zerre ses çıkmıyordu.

 

"Halil beni biliyon. Ben sevmem uzamış, dallanmış budaklanmış işi. Biz eniştenle oturduk konuştuk, ortak bi karar aldık da size de danışak dedik."

 

Asilin burnundan güler gibi bir ses çıktı. Bu ortak kararda kendinin hiç konuşmadığı detayını Züleyha hanım söylemeyecekti galiba. Züleyha ters ters bakınca göz kıptı.

 

"Hayırdır hala, ne oluyor?"

 

"Madem evlenme teklif ettin bi yüzük takalım diyoz."

 

Halil için oldukça güzel bir durumdu bu. Neden böyle ciddi bir girizgah yapılmıştı anlamadı.

 

"Benim için uygun hala, Nazlı da isterse burdayken müsadenizle takalım yüzüklerimizi."

 

"Hah ben bi de şey istiyom."

 

Halil başını yana eğip dik dik bakan halasını anlamaya çalıştı.

 

"Dini nikahınız da kıyılsın istiyom. Ben sevmem aylara yayılmış sözlülüğü. Madem kafaya koydunuz evliliği, aranızda nikah olsun diyoz biz eniştenle."

 

"Bunu sen diyorsun Züleyha hanım."

 

Asilin diliyle dişi arasında çıkan kelimeler ayağına çarpan başka ayakla kısıldıkça kısıldı.

 

Halilin kaşları çatılmış denileni kafasında oturtmaya çalışıyordu.

 

"Hala güzel düşünmüşsün, Allah biliyor ya ben biran evvel nikahımız olsun istiyorum. Ama tabi Nazlım da isterse sadece dini nikah istemiyorum, resmi nikahımız da olsun. Ha yok dersen düğün yapacağımız zamanı bekleriz, iki nikahımız da o zaman kıyılır."

 

Züleyha Asilin yanında açık vermeyeceğim derken yanağını ısıra ısıra yara yapmıştı. Şimdi Halilin üstüne atlayıp "o zaman kızın ağzının içinde ne işin vardı?" diye şarlamak isterdi de ortalık karışınca yine olan ona olurdu.

 

"Güzel yavrum, akıllı oğlum siz şimdi gençsiniz. Az aklınız havada, günah diye diyom ben. Eliniz! Birbirine değiyo, gözünüz hep üstünüzde haram çocuğum!!! Çok haram, ben öğretmedim mi sana bunları? Hem onca yıl gördük bak, hangi iş uzayıp, dallanıp, budaklanıyosa sıkıntı da getiriyo. Kaç ahbabımızın başına geldi."

 

Halil derdin ne olduğunu anlayınca kaşlarını havaya kaldırmış, gülmesini saklamak için alt dudağını dişiyle kıstırmıştı. İhtarı alan Nazlı da gözlerini ellerine dikip, yüzünün yanlarına sarkan saçlarıyla gülüşünü saklıyordu.

 

Annesi bir öpüşme için böyle derde düştüyse Bursada olanları bilse sinir krizi geçirirdi muhtemelen. Sesini çıkarıp tüm okları üstüne toplamaktan korktu. Zaten onun her türlü işine geliyordu. Halilin karısı olma fikri pır pır eden kalbine can şenliğiydi. O okul nedeniyle istemezler diye hiç şimdi olsun dememişti ama gayet de güzel fikirdi kendi için.

 

"Doğru düşünüyorsun ama bana eksik geldi hala. Ha Nazlım isterse sizde onay verirseniz şimdilik kendi aramızda iki nikahımızı da kıyarız. İçiniz böyle rahat edecekse sizi sıkıntıda bırakmak istemem. Önümüzdeki günlerde bir görev aldım, onu tamamlayıp, Nazlının da okulu bitince güzel bir düğün kurarız. "

 

Züleyha iki nikah ve görev lafıyla konudan tamamen dağıldı. Asil ve Halil göz göze geldiklerinde Halil eniştesine medet umar gibi baktı.

 

Asil müdahale edemeden Züleyha ayağa kalkmıştı bile.

 

"Ne görevi? Sen yine gidecen yıllarca kapı mı gözletecen bana? Sen yine gözüme yaş mı koyacan? Bi bana da değil Nazlımı da mı katacan peşine? Olmaz o zaman bu iş! Hiç olmaz! Yüzük bile olmaz!"

 

Züleyhanın korkusu öfkesi bir anda alev almıştı sanki. Üç yıl doğru düzgün sesini duyamadığı, yüzünü toplasa üç kere göremediği yetmezmiş gibi birde geride karısını bırakıp gidecekse bu işe baştan karşı çıkardı.

 

"Züleyha! Önce dinle güzelim, Halil ne anlatıyor, bitirmesini bekle."

 

Asilin ihtarıyla Züleyha ilk kocasının güven veren bakışlarına sonra kızına en son ise Halile baktı.

 

"Hala bir sakin ol. Yok öyle bir şey. Son bir görev bu. Öyle yıllarca sürecek bir şey değil. Plan dahilinde ilerlerse her şey altı ay içerisinde neticelenecek. Lütfen hemen celallenme. Bununla beraber benim de uzun süreli görevlerim sona ermiş olacak. Enişteme bahsettim ben. "

 

Züleyha içindeki sıkıntı gram eksilmeden tane tane konuşan Halile baktı.

 

"Sen neyin polisisin Halil? Hangi polis gidiyo da aylarca gelmiyo evine barkına? Beni geçiştirmeden, adam gibi cevap vereceksen ver. Ağzıma bi parmak bal çalıp susturacaksan ağzını bile açma!"

 

Asil karısı gibi ayağa kalkıp omuzlarından tuttu Züleyhayı.

 

"Önce sakinleş ve dinle zümrüt göz. Anlatmak istediği kadarını, anlatabileceği kısmını anlatır Halil!"

 

Züleyha şaşkın gözlerini çevirip kocasına baktı. Asil biliyor muydu Halil ne işlere bulaşmış?"

 

"Sen... Sen biliyon mu?"

 

Asil sıkıntıyla aldığı soluğu gerisin geri bıraktı.

 

"Bana söylediği kadarıyla biliyorum."

 

"Hala tamam lütfen. Önce dinle."

 

Züleyha Asilin ondan gizlemiş olmasına bir parça kırılarak geçip yerine oturdu. Kim ne konuşacaksa konuşsun diye de ağzını açmamak için kendine söz verdi.

 

"Hala adım polis, asker yada her hangi bir şey. Senin için fark eder mi? Bayrağım için, vatanım için hizmet ediyorum adın önemi var mı senin için? Enişteme gönül koyma, ben istedim ondan söylememesini. Kafanda kurarsın, olmadık şekilde büyütür içine dert edersin diye gizlemesini rica ettim. Sen de çok iyi biliyorsun ki enişteme kim neyi emanet ederse ihanet etmez. Yanlış bir şey yapmadığımı bilmen yeterli. Daha fazlasını söyleyemeyeceğimi de bil lütfen. Başınızı öne eğecek, sizi hayal kırıklığına uğratacak hiç bir şey yapmıyorum. İnsanların güvenle yaşaması için, bayrağımın dalgalanması için benim gibi çalışan binlerce kişiden biriyim. Bu kadar! Şimdi ki görevim de en çok sizin desteğinize ihtiyacım olacak. Sizin beni anlamanıza, yardımınıza ve en çok güvenmenize ihtiyacım olacak. Her şey bittiğinde evime dönmek, yuvama sahip çıkmak istiyorum. Milletimin güvenliği için benden bunu istediler, yok diyeyim mi? Ucunda binlerce masumun güvenliği, refahı var. Hayır ben istemiyorum deyip, arkamı döneyim mi?"

 

Böyle de söyleyince kala kaldı Züleyha. Bencil annelik damarı evladım dese de lafın sonu masumun güvenliği olarak bitiyordu. Böyle bir şey de insan ille de benim canım diyebilir miydi?

 

"Yıllarca gidip gelmemezlik etmeyecem diyon yani?"

 

Bu aslında onun dilinde " bana istediğimi söyle de içimi rahatlat" demekti.

 

"Halam ben sana bire bir gün veremem. Ama Rusyaya gittiğimde de en az iki yıl demiştim zaten ben sana. O zaman da ne süreyle gittiğimi biliyordun. Şimdi yapılan planlamada altı aylık bir dönem çıkıyor ortaya. Belki daha az belki bir kaç ay daha fazla bir süreç olabilir. Bunu en baştan söylemek istiyorum ben. Nazlı ve siz de bilin ki desteğinize ne kadar ihtiyacım var anlayın."

 

Halilin gözleri halasında dolaşsa da en son Nazlı da takılı kaldı. Halil de ikisinin nikahını elbet isterdi ama sadece birini değil. O Nazlıyla en olması gerekeni istiyordu. Madem gidecekti, giderken Nazlı karısı olarak beklese onu, güç olurdu içine. Bencilceydi ama aşkında kendi halinde bencil bir damarı vardı.

 

Dile getiremese de eskiden içini yoklayan o sızıyı tekrar hissetmek istemiyordu. Nazlı başkasına gönül düşürmüş müdür diye can çekişmek istemiyordu kendince nefsi. Olmayacağını bilmek şeytanın vesvesesinden korumuyordu kalbini.

 

"Anneciğim. Ben biliyorum Halilin göreve gideceğini. Bu görevi de sırf benim için kabul ettiğini düşünüyorum. Bir daha uzun uzun evinden uzaklaşmamak için fedakarlıkta bulunuyor. Onun mesleğine duyduğu sevgiyi de saygıyı da biliyorum. O şimdi bizim için bunu istiyorsa bir kaç ay bekleyen olmak zor olmamalı. Özür dilerim baba saygısızlık olarak alma bu söyleyeceklerimi lütfen. Ben, Halil parmağıma yüzük takmasa da onu bekleyecektim ki. Gelmese de bekleyecektim. Başka ihtimalim yok çünkü. Halil beni kalbine almasa da yok. Şimdi sizin için bu çok önemliyse ben kendi aramızda kıyılacak bir nikahtan mutluluk duyarım. Yok öyle olmaz derseniz Halilin dönüşünü bekleriz. Onun, benim eşim olması için formalitelere ihtiyacım yok çünkü. "

 

Halil uzanıp elini tutmuştu boncuğunun, masanın altından. Parmaklarını sıkı sıkı dolamıştı birbirine.

 

"Bunlar benim için de geçerli enişte, hala. Henüz birbirimizden haberimiz yokken de böyleydi. Nazlı bir başkasıyla adını ansaydı da öyle kalacaktı. Ben içimdekini sadece içimde yaşayarak bir ömür tüketecektim. Benim için başka ihtimal yok, başka isim, başka hayal yok. Nasibim Nazlıysa çok şükür derim, yoksa hiç bir şey yok."

 

Züleyha dolu dolu gözlerle baktı karşısındaki iki evladına. Gözünün önüne babası geldi sanki. Halil büyüdükçe en çok babasına benzemişti. O, yüzü ağabeyine benzeyecek derken Halilin sakinliği, çoğu zaman sıkıntıya sûkut ile karşılık veren huyu, yüzüyle bütünleşip babasını hatırlatıyordu ona. Küçücük kız çocuğuyken "nasibin olmasa da hayaliyle avunuyor insan" diye öğütler veren babasını görüyordu gözleri.

 

Sonra kızı, yüreğinden sızısını atamadığı annesi gibi "o olmayacaksa kimse olmasın" diyerek yıllar önce yanında ağlayan Dilber annesini düşürüyordu aklına. "Ben hastalığa şükür ettim, o beni başkasına gelin gitmekten korudu" diyen bir kadının sözlerini sanki yıllar geri önüne düşürüyordu. Karşısında oturan, sanki ellerinin bir birine dolandığını görmüyormuş gibi sıkı sıkı tutan iki kişi, yüreğine hem sıkıntı hem umut salıyordu. Kalbinin ortasına yıllar evvel yaşanmış hadisenin tekrarlanma ihtimali çivi gibi çakıldı.

 

Şimdi günah diye tutturduğu nikahı aklına düşen iki kişi için biran evvel kavuşsunlar diye tutturası geldi. Babasının gücü yetip Dilber annesine kavuşamamışken uzamış her işe korkuyla bakan Züleyha, şimdi çok daha başka bir şey için istedi bu nikahı. Gözünün önünde gelmeyecek olanı bekleyen Dilber annesi canlandı sanki. Nazlı, Dilber annesi gibi sevdiğini değil kocasını bekleyecekti o zaman. Mutlaka geleceğine inandıracak bir bağ olacaktı aralarında.

 

"Siz okula ne zaman dönüyonuz?"

 

Sesi tek düze çıktığı için Nazlı annesi ne düşünüyor anlamadı.

 

"Bir hafta daha burdayız anne. Pazar günü döneriz."

 

Züleyha kafasında evirdi çevirdi, küçük bir hesap yaptı.

 

"İki üç güne nikah tarihi alınır mı Asil?"

 

Asil de ne düşünüyor anlamamıştı, kaşları çatılı baktı.

 

"Ben o işi hallederim hala."

 

Halilin sesi oldukça neşeli çıkınca ortamdaki elektrik de dağılmış gibi olmuştu.

 

"İyi madem, alın tarihinizi. Nikahları şimdi kıyak. Senin okulun, senin de işin birince düğün kurarız."

 

Halil dişlerini göstere göstere gülümsüyordu. Nazlı hâlâ tam olarak anlamamıştı ama. Annesi öyle dik söylüyordu ki sözleri kızıyor muydu emin olamadı.

 

"Anne nasıl yani?"

 

"Ne nasıl yani Nazlı hanım? Madem kafaya evlenmeyi koyacak kadar büyüdün, koca yolu gözlemeyi de öğren! Yaz ortası gibi düğün görünüyo, biz de o zamanaca hiç bişey olmayan çeyizini dizelim bari."

 

"Çeyiz mi?"

 

Nazlı alık alık bakmaya devam etti.

 

"He çeyiz. Sen bilmen, hanım kızlar gelin giderken yanlarında götürür. En azından bi lif ör de elinin emeği var diyem."

 

"Kime diyeceksin ki, bir yere de gitmiyorum?"

 

"O da doğru. Her bitli fasulyenin kör alıcısı olurmuş. Baktım seni alacak kör alıcı yok, kendi başımı yaktım Nazlı hanım. Bi nevi kaynananım artık. Haberin olsun!"

 

Nazlı dudağını ısırıp iki yana salladı başını. Annesi anneyken onu perişan ediyordu, kaynanayken derisini yüzerdi.

 

Son söylediği ortamın biraz havasını değiştirmiş, ağırlığını kaldırmıştı sanki. Halil hiç konuşmayan eniştesine baktı.

 

"Enişte sen ne düşünüyorsun? Ne yaparsak senin için uygun olur?"

 

Bu izin almaktan çok duyulan saygının dile getirilmiş haliydi. Eniştesinin onlar ne isterse arkalarında duracağını biliyordu ama fikrini sormadan da konu kapansın istemiyordu.

 

"Halanız bu kadar tez canlı olmasa ben yazın düğünle beraber nikah kıyılmasını uygun buluyorum. Ama şimdi sizin de heyecanınızı görünce uzaması için bir sebep göremedim oğlum. Ben hanımcı bir insanım, istikbalimi düşünmek zorundayım. Madem nikah diye tutturdu hanımım, mecbur o ne derse odur diyeceğiz."

 

Asilin gülümseyerek bitirdiği sözleriyle Nazlı tuttuğu nefesini bıraktı. Ayağa kalkıp, babasının ardından boynuna sıkı sıkı sarıldı.

 

"Sen bir kızın başına gelebilecek en güzel babasın Asil Sulhan. "

 

Yüzüne sıralı bir sürü öpücük bıraktı. Sözleri sevincinden kaynaklı çıksa da hayatında böyle bir babaya sahip olmak her kula nasip olmuyordu. Nazlının şansı ailesiydi.

 

"Kız Allah canını almasın nankör. Ben burda ne lazımsa yapayım, her birini lafıma getireyim sen babana mı pay çıkarıyon?"

 

Nazlı babasına sarılmaya devam ederken annesine bakıp omuzlarını silkti.

 

"Kusura bakma annem ama lamba cininden dilenecek kalitede bir kocan var, kıymetini biliniz valla. Ağzının suyu akarak izleyen insanlar tanıyorum."

 

Nazlı kaşlarını oynatarak konuşunca annesinin de kıskanmış yüzü gülümsemeyle normale döndü.

 

"Gözünü çıkarırım o izleyeni. Kimsecikler bakamaz benim evimin direğine."

 

Sonra da hızlı bir kalkış yaptı Züleyha.

 

"Hadin bakalım, madem iş çıkardınız başımıza gidek de hâle yola koyak. Nerde kıyarız ki nikahı?"

 

Sağa sola bakarak elinin birini beline diğerini alnına koyarak düşünmeye başlamıştı. Giyilecekler, yenilecekler, çağırılacaklar derken bir anda dünya iş çıkmıştı.

 

"Anne ne nerde kıyılacak. Allah aşkına büyütme sakın. Evimizde kendi aramızda kıyarız. Zaten bir düğün planı var değil mi? Ben çok sevmiyorum biliyorsun aşırı gösterişli durumları, olabildiğine mütevazi halledelim lütfen. "

 

"Nasıl kız? Kimseyi de mi çağırmıyacaz? Semiha teyze ne tarafımızdan kan alır konuşturman isterseniz beni!"

 

Nazlı düşündüğünde bunun ayıp karşılanacağını anladı.

 

"Tamam. Şöyle yapalım. Evimizde küçük bir davet şeklinde olsun. Halalarım ve Semiha teyzemler. Zaten bizim kalabalığımız oldukça fazla. Halil sen ne düşünüyorsun?"

 

Halil de ayaklanıp, pantolonunun paçalarını düzeltti.

 

"Ben o işlere hiç karışmam boncuk. Siz ne uygunsa halledin. Yapılacak bir şey olursa onu yaparım, çok anlamam ben neyin nasıl olması gerektiğini."

 

Züleyha iki aklı havadaya bakıp başını salladı. Bunlardan da ev olacaktı üstelik.

 

"Gel kocam, ben her bişeyi hallederim. Biz bunların neyine güvenip everiyosak, biz de tuhafız anam. Aranıyoz mu ne? Rahat battı ele kocam. Asil koyu gri takımını giy canımın içi, pek yakışıyo sana. İkramları restoranda mı hazırlasalar ki? Öyle etsinler beyim, yormayak tatlı canımızı. Zümrüte elbise giydirin ele babası? O mikrop hemen kaçıyo ben deyince... "

 

Züleyhanın hem konuşup hem Asili çekiştirerek çıkarmasından sonra Halil ve Nazlı arkalarından gülerek bakıp kalmışlardı.

 

"Halil..."

 

Hâlâ çıkış kapısına şaşkın şaşkın bakıyordu Halil.

 

"Boncuğum..."

 

Mırıltı gibi çıktı sesi. Bir çığlık kopup, boynundaki asılmaya kadar halasının arkasından bakıyordu.

 

"Ay..... Ay evleniyoruz Halil. Vallahi billahi evleniyoruz ya biz. Ay Allahım biz evleniyoruz."

 

Halil boynuna asılarak sarılan kızın beline kolunu dolayıp ayakları yerden kesilene kadar kaldırıp, sarıldı. Başı boynuna gömülmüş, kokusunu derin derin içine çekiyordu. Mırıltıyla "evleniyoruz" diye fısıldadı.

 

"Şaka gibi ama gerçek. Vallahi gerçek ya. Kocam olacaksın benim!"

 

Nazlının cıvıl cıvıl sesine Halilin huzur dolu nefesi karışıyordu. Boynuna gömdüğü yüzünü çıkarmadan "şükür Allahım" diye tekrar fısıldadı. Rusya'dan dönmeden önce, o sandalyede bilincini kaybetmek üzereyken dudaklarından sadece bir anlığına 'Nazlı' ismi çıkmıştı. Karnına aldığı yaranın kanaması çok şiddetliydi ve Halil sadece o an geç kalacaklarını anlamış, ölümü kabullenmişti. Acının sardığı bedeni yeni darbeleri hissedemeyecek kadar uyuşmuştu son anlarında. Uykuya çekilir gibi bir his yayıldığında fısıltıyla bir dua mırıldanmıştı semaya. 'Bir kere daha görmeden ölmeyeyim' diye yalvarmıştı yaratıcısına. Ordan sonrasını çok hatırlamazken çıkan gürültü ve Avcının "yettik kobra" sözüyle bilinci tamamen gitmişti. Üç hafta uyutularak Rusya'daki üste tedavi görmüştü. Gözlerini araladığında Yiğit başındaydı. Gözlerinden akan yaşın aksine yüzünde güzel bir gülümseme vardı.

 

Ağzındaki maskeyi zor şer bulduğu güçle araladığında "Yiğit" diye bilmişti.

 

"Abim... Bıraktın sandım beni. Allahım çok şükür..."

 

Halil gözlerini şefkatle açıp kapatmıştı. Beş yaşındaki Yiğit'ten farkı kalmamıştı karşısındaki adamın.

O sırada yorgun bedeni uykuya geri çekilecekken bir mesaj sesi düşmüştü sessiz odaya.

 

Yiğit elinin tersiyle hızla gözlüğünü çıkarıp yüzündeki yaşları silmişti. Telefona baktığında ona kısık gözleriyle bakan kendisine dönmüştü yüzünü. Sonra odaya başka bir ses düştü. Üç haftadır Yiğit'le konuşamayan Nazlının attığı ses kaydı...

 

"Yiğit neredesin sen Allah aşkına? Of çok özledim seni. Yiğit bir rüya gördüm anlatamam. O kadar mutlu uyandım ki. Adana'da, hiç eksiğimiz yokken Seyhanda balık tutuyorduk. Bunu mutlaka yapmalıyız seninle. Müsait olunca ara artık beni. Aklım sende, Gurur da ulaşamıyormuş, bizi merakta bırakma."

 

Neşeli ses odada yankılandı. Sonra da ses kaydı bittiğinde Yiğit kafasını kaldırıp baktı. Halil mecal bulsa kendinde, gülümserdi.

 

"Duydun emiri abi. Hiç eksiğimiz yokken bir balık tutma sözümüz oldu. Biran evvel iyileşmen gerekiyor, sözümüzü tutmazsak mahveder bizi nazıyla."

 

Dolu dolu gözleriyle bakan kardeşine zor şer başını sallayarak onay vermiş oldu o anda. Hiç dillendirmemişlerdi ikisi birbirine. Halil ağzını açıp bir kere Yiğite Nazlıya olan hislerinden bahsetmemişti ama Yiğit her şeyi bilircesine ne olursa rapor verir gibi anlatırdı.

 

Sonraki iyileşme sürecini Nazlının attığı ses kaydını defalarca dinleyerek daha kolay atlatmıştı Halil. Bir kaç ay Rusyadaki üste tedavisi sürmüştü. Hiç ummadığı bir an içerisinde de başka bir mesaj umut çiçekleri açtırmıştı kendine. İlk, zerre umursamadığı mesajlaşmaya düşen bir fotoğraf, o fotoğraftaki iki güzel ben aklını almıştı. Saatlerce baktığı resimde yanılma ihtimalini sorgulamış, özlemin aklına oyun oynadığını düşünüp içinden coşan sevinci dizginlemeye çalışmıştı. Ama biliyordu. Aklı ne kadar temkinli hareket etmesi gerektiğini söylese de kalbi biliyordu. Yeryüzünde yaşıyan milyarlaca insandan kaç tanesi iki beni bir birine aynı uzaklıkta bağrında taşırdı ki? Birinin kopkoyu bir kahve, diğerinin ise teninin rengine yakın renkte oluşu kaç kişide bir olurdu? Şimdi Allah, "bitti" dediği andan çok uzakta bir yere fırlatmıştı onu. Hayal bile ederken çekindiği bir gerçek dilleniyordu evin her yerinde. Bir şeyler yer değiştirip uzaklardan Halili ve Nazlıyı yine aynı bahçede birleştiriyordu.

O değişen şeyler hayal olarak kalınacağına çok inandığı rüyayı gerçek kılıyordu.

 

Halil gözlerinde güneş ışıltısıyla yarışacak bir neşe taşıyan boncuk kızla evleniyordu...

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Salona el ele döndüklerinde sözün bile doğru düzgün konuşulmadığı ev, kıyılacak nikah haberiyle çalkalanıyordu. Züleyha kızlar ve Sultan ablası, birde minişle müzakere masası kurmuştu sanki. Eniştesi ise Gururun iğneleyici çıkarımlarını dudağı azıcık kıvrılmış bir halde dinliyordu.

 

"Şimdi bu evin reisi sen olduğun için böyle konuşuyorum baba. Bilirsin beni, sana saygıda kusur etmem, edeni de affetmem de bu annem niye manipüle ediyor seni?"

 

Asil kaşlarını hafif havaya kaldırıp kollarını birbirine dolamış bir hâlde sinsi oğlunu dinliyordu. Yiğitte elleri cebinde Gurura bakarken eniştesinin omzuna omzuyla hafif çarpıp gülmesinden sebep çizgi gibi kalmış gözleriyle Gururu izliyordu.

 

"Öyle mi yapıyorlar evladım?"

 

Gurur babasından bulduğu yüzle hemen atılıp kolunu babasının omzuna sardı.

 

"Baba kadınlar çok fena. Allah yardım etsin bizim cinse ama oyuncak ediyorlar bizi resmen. Aha gözümün önünde öz annem yapıyor, yüreğim dayanmadı valla."

 

Asil omzundan sarkan ele şöylece bir bakıp dibindeki oğluna geri döndü.

 

"Öyledir anan oğlum. Tabi sende saygıda kusur konusunda çok hassassın bilirim, üzüldün babana."

 

"Yemin ederim, vallahi aklımı okudun babam. Hep zaten zekan yoldaşım olmuştur. Kadın yüzükle başladı konuya, aklını bulandırdı, hızlı hızlı konuştu, sen daha olayı çakozlamadan nikaha he dedirtti değil mi? Bak nasıl biliyorum? Hiç bu evin direği Asil nasıl düşünür, ilk ona soralım, belki rızası yoksa rızasını bekleyelim diyen yok tabi!"

 

"Çakozlamadan... Hmmm öyle diyorsun yani?"

 

Gurur babasından bulduğu yüzden kaynaklı hiç çenesine hakim olmadan devam ediyordu.

 

"Öyle öyle. Kusura bakmada baba az saf gibisin, bu annem ne derse hemen evet dediğinden oluyor. Kadın resmen tek başına iktidar evde. Bak o kadar emin ki 'bi beyime sorayım' demiyor bile. Kesin içinden 'Asili ben hallederim' diyordur. O var ya o!!! Ne fena, ne bilmiş o."

 

Gurur peşi peşine sıraladığı lafları ensesine yediği hafif şiddetle bir tokatla durdurdu.

 

Yiğit daha fazla dayanamamıştı bu içten pazarlıkçı velede.

 

"Ulan nankör! Geçen yaz arkadaşlarınla Alaçatıya gitmek için babanı ikna etmekde ananı kullanmadın mı sen? Kadına ' bu evde senin sözün geçiyor, sen babamı iki lafa tav edersin' diye doldururken evin reisine saygın neredeydi? Gelmiş burda adamı dolduruyor? Oğlum sen bizim görmediğimiz anlarda Hacı Memet Mahallesinin ablalarıyla mı oturuyorsun lan?"

 

Gurur babasının omzundaki elini çekip ensesini ovalamaya başladı. Ters ters de en sevdiği abisi olan Yiğite baktı.

 

"Tabi senin tuzun kuru. Abin geldi, bir göründü evin tüm kadınları adama tav oldu. Anam desen yalandan bir terlikle hemen bağrına bastı. Nazlıyı demiyorum bile, kızın babası yanımızda! Halil diye yedi ömrümüzü. Bu evin yegane ve tek kıymetlisi benim arkadaş! Kimse benden daha fazla ilgi göremez. Kabul etmem, ettirmem!"

 

Şiddetli ve heyecanlı 23 Nisan şiiri tadındaki konuşma Gururun bu sefer de Yiğitin omzuna elini atmasıyla farklı bir desibele ulaştı.

 

"Hem çekik gözüne ekmek bandığım sen neden eski defterleri açıyorsun şurda? Geçmiş yaşandı bitti saygısızca işte, niye adamın önüne getirip bana kurduruyorsun? Babam diye demiyorum, anam izin verse ıslak odunla dövesi var beni. Üstüme salmaz mısın acaba annemin kocasını?"

 

Yiğit başını iki yana sallayıp eniştesine baktı gülümseyerek.

 

"Bundan beklentileri düşürelim biz enişte? Nifak tohumlarından oluşmuş bu çocuk."

 

Asil göğsünü şişiresi bir nefes alıp bıraktı.

 

"Oğlan haklı Yiğit."

 

İki genç de bu sözün üzerine başlarını hızla eniştesine çevirdi. Gurur ağzı kulaklarında, Yiğit kaşları hafif çatık.

 

"Anası izin verse ıslak odunla gerçekten bir tur dövesim var. "

 

Konuşmaya seyirci olan Halil, Asaf yanına gelip omzuna hafif çarpınca bakışını yanındaki arkadaşına çevirdi.

 

"Hayal de gerçek olabiliyor ha kobra?"

 

"Oluyor susta... inanmazdık ama oluyor."

 

Sonra kızları gülerek dinleyen Nazenine anlık baktı Halil.

 

"Bazen ihtimalini bile düşünmediğimiz şeyler bile olabiliyor."

 

Asaf da iç çeker gibi bir nefes aldı. Nazeninden ayırmadı gözlerini.

 

"Beni ailesine götürmek istiyor. Öyle bir konuşuyor ki... İnanıyorum."

 

Halil elini sırtına sürüp ne demek istediğini anlamış bir ifadeyle baktı. Bir şey söyleme gereği duymadı. Asafın ne düşündüğünü anlaması için konuşmasına ihtiyacı yoktu, Halil bunu çok iyi biliyordu.

 

İkisi, eniştesi ve iki kardeşinin yanlarına geldiğinde, eniştesinin biten cümlesine gülerek onay vermiş oldu.

Halil Gurura bakıp göz kırptı.

 

"Oğlum senin benle derdin ne? Niye taş koyacağım diye her tarafa zıplıyorsun?"

 

Gurur tüm umutlarını yıkan babasına küskün bakışlar attı. Sonra o küskün bakışları Halil ağabeyine dönderdi.

 

"Abi şahsi bir mesele değil üzerine alınma. Adanalı kanım bu kadar kolay istediğin her şeye ulaşmanı hoş karşılamıyor. Sonuçta artık bu evdeki ismin 'damat'! Hani bizde damat bir miktar süründürülürdü, neden sana altın tepside sunuluyor bir şeyler? Hoş değil yani. Niye bizim o nadide adetlerimiz işlenmiyor burada? Bir tepsi tatlının içindeki altını bulmak için mide fesatı niye geçirtemiyoruz sana? Ayağındaki ayakkabıyı çalıp, niye cüzdanındaki parayı kendi cüzdanıma transfer edemiyoruz. Ne bileyim ağaçtaki yumurtayı vurdurup 'erkeğe bak beeğğğ' niye dedirtemiyoruz? Efendime söyleyim buz gibi suyla ıslatıp, sinirini kontrol edemiyoruz? Belinden iple asıp, kurtulma çabanı izleyemiyoruz? Ben geleneklerine bağlı bir gencim."

 

Halil kaşlarını kaldırmış karşısındaki deli fişeği dinliyordu.

 

"Çok içinde kalacaksa yaza düğünümüz var oğlum, o zaman yaparsın. Ama mesleki deformasyon olarak kabul edersin inşallah, bende etkiye tepki refleksi var. Yapılanı iade etmeden bırakamıyorum."

 

Gurur şöyle gözünü Halil ağabeyinin üzerinde gezdirdi. Sonra azıcık kendine baktı. Halil ağabeyini belinden bağladığı iple ağaca asmayı planlarken kendinin asılı hâli canlandı gözünde. Bir sürahi üstünden buzlu su dökerken, kendini bir havuz buzun içerisinde oluşu canlandı kafasının içerisinde. Pes etmişlik omzuna ağırlık olarak çöktü.

 

"Gençlik bitmiş, kayınçoya saygı kalmamış. Geleneklerimiz, göreneklerimiz kaba kuvvet tehditleriyle tarihin tozlu raflarına hapsolmuş. Sana da yazılar olsun baba. Demek anam izin verse döveceksin beni? Bu ortamda kalamam ben daha fazla."

 

Gururun beceriksiz tiradından sonra arkasında güçlü dört gülüş duyuldu.

 

Gurur biraz da annesine bulaşmak için o tarafa yürüdü. Kadınlar nikah gündemini çevirmişti bile. Babasının aklına girmek isterken kaçırmıştı burayı.

 

"Ne konuşuyorsunuz kızlar? Varmı beni eğlendirecek bir mevzu?"

 

Züleyha, oğluşuna bakıp geri Nazenine döndü.

 

"Aman ne olsun? Akraba olmasa yüzüne bakılmayacak bi gereksiz aramış kara kızımı, onu diyoduk."

 

Gurur Nazenine döndü hemen.

 

"Kız amcan mı? Hep anamın suçu ama. Bana az para ver dövdüreyim dedim de ayıp olur diye kesti önümü."

 

Nazenin asık yüzünü az gülerek toparladı.

 

"Tutturamadın Gururcuğum, yengem aradı. Musab bilememiş, yanlarında ağzından kaçırmış burada olduğumu. Öyle arayıp, hayırsız bir insan oluşumu bir kere daha dile getirmek istemiş."

 

Gurur kızın düşmüş yüzüne birde annesine bakıp göz kırptı.

 

"Zülüş, zümrüt gözlü hatun. Yok mu bu konuda bir şeytani plan? Sende yoksa Sultanımda vardır. Ne yapıyoruz, Adananın medarıiftiharı Kara Necmiyi tutup, yangenin topuğuna sıktırmıyor muyuz?"

 

"Merak etme oğlum, o iş bende. Halledecek anan akraba kılıklı akrepleri."

 

Üzgün ortam Gururun ve Züleyhanın sözleriyle gülüşmelere sebep oldu. Meyra da uzanıp elini çak der gibi Gurura gösterdi.

 

"İşte aradığım o kan. Gurur sen ve ben bir elmanın iki yarısıyız. Anneni ikna ettim, alacağım seni çocuk. "

 

Gurur Meyraya öpücük atarken bir el ikinci kez ensesine şaplak olarak indi.

 

"Yine ablalarınla zevzek zevzek konuşuyorsun oğlum."

 

Yiğitin tek düze sesine Gurur sırıtarak baktı. Anlık annesine göz kırptı.

 

"Meyra annemi ikna etmiş, Halil abiden sonra bizim düğüne de hazırlık yapmak lazım. Alacak beni, koymayacak ortada. Anne kız, çeyizim var değil mi benim? Rezil olmayalım İzmire?"

 

Züleyha, Yiğiti kışkırtmak için yaptığını anladığından oyununa ortak oldu Gururun.

 

"Olmaz mı oğlum? Sandığın doldu, taşıyor bile."

 

Nazlı yan yan annesine baktı.

 

"Benim bir şeyim yok ama!"

 

"Sus kız sen! Oğluşumla konuşuyom ben şimdi."

 

Yiğit daha bir gergin halde tüm yükünü sol ayağına verir gibi sandalyeye yaslansı.

 

"Hala şu çocuğun yanında konuşma şöyle. Aklı bir karış havada zaten."

 

Ters ters tüm konuşmayı gülerek izleyen kıza döndü. Hanımefendinin pek hoşuna gitmişti anlaşılan muhabbet.

 

"Ayrıca salak mısın oğlum sen? Gidip kendine afrodit gibi kız bulsana!"

 

Gözleri tekrar kızın saçlarına takıldı. İkiye ayırmış, balık sırtı dedikleri o modelden ördürmüştü. Saçları toplanıp iyice yüzünü özellikle mavi gözlerini ortaya çıkarmıştı.

 

"Bunun saçı bile bir tuhaf!"

 

Sonra da hiç bir şey demeden hızlı adımlarla çıkıp gitmişti. Arkasından öylece baka kalmıştı herkes.

Meyra ağzı açık giden adama baktı. Halbuki tek kelime söylememişti bile. Niye yine ona sıçramıştı bu bok?

 

"Bu... Bu... Bu ağzına tükürdüğüm yine niye bana bulaştı ki şimdi?"

 

Gurur çektiği sandalyeye oturup annesini koluyla sarıp kendine çekti. Kulağına da "hadi zülüş" diye fısıldadı.

 

Züleyha oğlu sarılınca oturduğu yerden bir elini beline dolamıitı bile. O da işaret verir gibi Gururun derisini azıcık sıkarak onayladı.

 

"Kız var ya! Bende seni aklı başında bilyodum ha. Nazlıya gelip gidip bu kızdan ne uçan ne kaçan kurtulur diyodum."

 

Meyra kapanmış kapıya bakarken ona gelen lafla gözleri iri iri açılmış Züleyhaya baktı.

Henüz konuşamadan Gurur girdi lafa.

 

"Yok annem Meyra fena da Yiğit abimle herkes baş edemez. Kız ne yapsın? Valla abim diye demiyorum ama her kızın harcı değil ona tükürdüğünü yalatmak."

 

Züleyha cık-cık edip kabullenmişlikle omuzlarını düşürdü.

 

"Hey gidi hey. Benim gençliğim olacak ki şimdi. Biri benim saçıma laf edecek ben onu binpişman etmiyecem hemi?"

 

Meyra üzerinden dönen muhabbeti şaşkınlıkla izliyordu. Ne olmuştu da bir anda Yiğit denilen köpek Meyra gibi birinin karşısında güçlü kişi konumuna düşmüştü ki?

 

"Ne diyorsunuz siz ya? Ben... Ben bu evde misafirim diye şey yapmıyorum, uğraşmıyorum. Yoksa o lafları ona nasıl geri dönderirim biliyor musunuz siz? Zülüş hadi sana rezil oldum Asil abiye olmayım diye hep."

 

Züleyha şöyle anlık diğer iki kıza bakıp geri Meyraya baktı.

 

"Aman sende... Ağzını bozuyonda bişey oluyo sanki? Ben olsam laf edip durduğu saçlarıma, gözlerime köle etmişidim bile."

 

Meyra şaşkınlıkla bakıyordu karşısındaki kadına. Eğer aklı onu yanıltmıyorsa bu kadın... Bu kadın resmen yeğenini tavlamasını öneriyordu.

 

"Ay... Zülüş sen biz görmeden içiyor musun acaba?"

 

Nazlı ve Nazenine baktı şaşkınlıkla.

 

"Bu kadın bana ne dedi duydunuz mu? Çıldırmış!"

 

Nazlı annesi ve kardeşinin ne yaptığını bildiğinden gülüşünü tutup sanki hak verir gibi omuzlarını silkti.

 

"Valla bir şey demek istemezdim ama haklılar. Şahsen ben o kadar sevmeme rağmen Halilin burnundan getirebiliyorum . Bak evlenme teklifinde bile on yıl öncesinin özrünü dilettim çocuğa . Ben olsam Yiğiti çokdan bin pişman etmiştim."

 

Meyra Nazlıdan beklediği sözleri duyamayıp üstüne birde Züleyhaya hak verir gibi konuşmasıyla kafası karıştı.

 

"Ay delirdiniz siz vallahi. Zülüş farkında mısın bilmiyorum ama yeğenin üzerine hain planlar kurdurmaya çalışıyorsun."

 

Züleyha sanki dinleniyormuş gibi etrafına gözlerini çevirip masanın üzerine doğru eğildi. Eliyle de Meyrayı gel gel der gibi çağırdı.

 

"Bu oğlan geldiğinden beri ha boyun, ha gözün, yok saçın derken demedik laf bıraktı mı ablam? Bırakmadı! Yeğenim falan emme sende bi yerde kızımsın. Şu oğlana ettiği lafları yedirip, peşinden koştur da görsün densizlik neymiş."

 

Meyra eğilmiş fısıl fısıl konuşan kadını dinledi.

 

"Eeee sonra bu yeğenin olmadık hayallere dalarsa görürüm seni Zülüş hanım."

 

Züleyha boş vermişlikle geri doğrulup omuzlarını silkti.

 

"Aman bana ne? Herkesin kendi işi. Orayı da işin muhatapları düşünsün, her şeye de karışıp saçımın beyazını çoğaltamam."

 

Meyra da geriye çekildi. Gözleri bilmişlik ve biraz evvel Yiğite karşı hor görülmüşlükten sonra kısılmıştı.

 

"Sonra bana gönül koymak yok ama."

 

Züleyha şefkatle gülümsedi.

 

"Yok annem, az burnunu sürtecez zaten. Bişey etmicez ki. Saçına başına laf edip duruyo, canımı sıktı pis sıpa."

 

Meyra sanki bu fikir için can atmıyormuş gibi bir ifadeyle dinledi kadını.

 

"Ne yapacağız ki? O kadar kızdım, bağırdım ama huylu işte. Dönmüyor huyundan. Hem kötü mü benim saçımın rengi ya? Güzel yani."

 

Kızlardan onay dilenir gibi baktı genç kız.

Nazlı da uzanıp elini sıktı.

 

"Güzel tabiki kuşum, Yiğit hadsiz."

 

Gurur durumu erkek gözüyle inceliyormuş gibi yaklaştı hepsine.

 

"Şahsen benim ettiğim laftan kaynaklı kız saçını boyasa bir miktar kötü hissederim ben kendimi ki biliyorsunuz ben dünya yansa kafama takmam."

 

"Hayatta boyamam saçımı. Bu renk ne kadar zor tutturuluyor biliyor musunuz?"

 

"Geçici boyayla boyarız bizde. Hani bir kere denemiştim ya. Şampuanı ve bir kremi var. Onu kullanınca akıp gidiyor hemen. Amaç Yiğite vicdan azabı olmak. Bakma sen öyle durduğuna, kendi yüzünden biri gerçekten üzülse kahrolur o."

 

Meyranın git gide aklına yatan durum içindeki şeytanın dişlerini kamaştırıyordu. Yiğitin üzüntü ve pişmanlıkla bakan gözleri hayalinde canlandıkça "biz niye böyle bir şey yapıyoruz" diye sormak aklına bile gelmiyordu.

 

"Tamam... Tamam da ne zaman yapıyoruz biz bunu?"

 

Gurur masanın altından elini düz tutunca Züleyha da sessizce üstüne koydu avucunu. Bu minik kuzu bilmiyordu ama Yiğit değişen saçlarla delirecekti. O zaman istese de içindekini tutmak için çirkefleşemeyecekti. Hayırlısı dedi gönlü. Başka türlü bu iki salaktan hayır beklenilmeyeceği için kendince hayırlısı dedi.

 

Herkes hazırlanıp alınılan hızlı nikah kararı için alışverişe çıkmak için arabalara bindiler. Halil de gelecekti ilk ama ne olduysa Asaf ve Yiğitin yanına gelip, kulağına fısıldadığı bir şeyden ötürü alışverişe katılamayacağını söylemişti.

 

Züleyha da net olarak bilmediği ama bildiğinden de derin olduğunu kabul ettiği mesleğinden ötürü bir iş diye çok eşelemedi sebebini.

 

Kızlar Adana da girilmedik yer bırakmamıştı. Nikah için Nazlı ya sade ama şık bir nikah elbisesi almışlardı. Meyra ve Nazenin de elbise işini halledip Züleyha ne derse yapmaya karar verdiler. İlk bir organizasyon şirketiyle konuşuldu. Yapılacak nikah anlatıldı ve ev ortamı için en uygun konsept seçildi. İkramlar için organizasyon şirketi seyhandaki restoranla ortak çalışacak ve uygun bir menü çıkaracaklardı. Hep beraber yarım saatliğine Semiha teyzelerinin yanına uğradılar. Birgül klinikteydi, Açelya ve Defne de alışverişe diye çıkmışlardı. Züleyha yapılacak nikahı ayak üstü söyleyip, davetini bildirdi. İşlerinin çok olduğundan ötürü kahve bile içme teklifini reddettiler.

 

En son yolları güzellik salonuna düştü. Saç-cilt bakımı, manikür, pedikür derken saatler geçirdiler. En son Meyranın saçları yanlarında getirdikleri geçici boyayla açık kahve bir renge dönüştürüldü. Boyayla satılan krem üç kere yıkama sonucunda saçtan tamamen akıp gidecekti.

 

Tuhaf olansa hiç beklemedikleri bir şekilde bu rengin kıza çok yakışmasıydı. Mavi gözleri şimdi çok daha belirgin bir hâl almıştı.

 

Meyranın saçları fönkenirken Nazlı annesine yaklaştı.

 

"Yiğiti çok merak ediyorum ne tepki verecek."

 

Züleyha iç çekti.

 

"Edebiyle sevmeyi beceremezse olacağı buydu. Emme bu sıpa hep böyleydi. Birinci sınıfta eve gelip gidip Hilal diye bi kızdan bahsediyodu. Yok çok güzel oyun oynuyo, çok güzel "a" yazıyo diye. Anam dedim nasıl güzel arkadaş bulmuş. Gidem de anasıyla tanışıp, çocukları daha bi kaynaştırak."

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Okula gittiğime gideceğime pişman oldum, ne olacak? Kızcağızın silgisini alıp vermemeler mi dersin, çantasını saklamalar mı? Saçına başına laf edip milleti dalga geçirmeler mi? Öğretmen zati beni çağıracakmış. Yiğiti tembihleyin, Hilali rahat bıraksın diyeceğimiş. Bu sıpa oldum olası bişeyi sevince adam gibi hareket edemiyo zati."

 

"Manyak bu çocuk vallahi ya."

 

"O da öyle oldu işte. Küçükken sarılık geçirdi, ondan zaar."

 

Nazlı kahkahasını tutamamış o sırada da Meyranın saçlarına yapılan işlem bitmiş ayaklanmıştı.

Aynada kendine bakıp bakıp gülüyordu.

 

"Ay ben böyle de çok güzel oldum. Vallahi çok güzel oldum."

 

"Maşallah kızıma pek güzel oldun valla da. Emme ben sarı saçlarını seviyom yine de."

 

Meyra uzanıp Zülüşünü öptü.

 

"Kız Zülüş, kimse beğenmese senin için hep sarı olurum ben."

 

Sonunda toparlanıp çıkabildiler. Eve girdiklerinde kimse yoktu. Akşam yemek masası hazırlanırken anca zil çalmaya başladı. Minişin açtığı kapıdan ilk Asil girdi. Züleyha kocasını az gönülleyip, bütün gün yaptıklarını sıra sıra anlattı. Sonra Gurur ve peşinden Halil, Asaf ve Yiğit için açıldı kapı. Meyrayı ilk Gurur fark etti. Çıkacak eğlenceden kaynaklı tüm dişlerini göstererek güldü.

 

Asafın gözü Nazeninin saçlarına atılan katlar ve yüzüne doğru düşen perçeme takıldı. Çok yakışmış, güzel saçlarına daha bir güzellik gelmişti.

 

Halil yürüyüp Nazlının yanına vardı. Anlık halasıyla konuşan eniştesine bakıp Nazlının saçlarına öpücük bıraktı. Eli eline tutununca da rakı beyazı bir renge boyanmış tırnakları gülümsemesine neden oldu.

 

Nazlı dalgalandırılmış saçlarını az iki yana sallayıp yaklaştı iyice müstakbel kocasına.

 

"Güzel olmuş muyum Halil?"

 

"Sen hep çok güzelsin boncuğum."

 

"Bende bir değişiklik varmı peki?"

 

Tüm kadınların bir yerde ortak derdi olan soru Halilin de önüne çıkmıştı. Nazlı unutuyor olabilirdi ama Halil oldukça güçlü bir hafızaya sahipti. Nazlının iki parmak kısalan saçlarını, o saçların kahvesinin aralarına karıştırılmış ışıltıyı, dalgaları daha belirgin olsun diye verilmiş katları bir bakışıyla anlayabiliyordu. Yüzü de parıl parıl parladığına göre günün çoğu nerden geçti anlamıştı.

 

"Bilemedim ki şimdi. Ruj mu sürdün?"

 

Nazlı elini göğsüne çarpıp küskünce geri çekildi.

 

"Pislik! Git konuşma benle."

 

Halil kendinden uzaklaşan boncuğuna bir adım daha yaklaşıp arada açılan mesafeyi geri kapattı.

 

"Saçların zaten ışıl ışıl boncuğum, başka parıltıya ne gerek vardı? Üstelik iki santim kestirmişsin de, kıyılır mı hiç koklamaya doyamadıklarıma? Ama bak bu

dalgaları çok seviyorum işte. Her hareket ettiğinde kıpır kıpır ediyorlar. Kaşın, gözün, tenin bir başka ışık saçıyor. Şimdi işin yoksa sakla bu güzelliği."

 

Nazlı hemen alınan gönlüne istinaden sırnaşacakken salona oldukça yüksek bir ses bomba gibi düştü.

 

"BU NE LAN??? NE YAPTIN SEN KENDİNE?"

Yiğitin bağırtısıyla herkes o tarafa döndü. Meyra koltukta oturuyor, Yiğit başında zebani gibi dikiliyordu.

 

"Sana ne be! Değişiklik istedi canım, hem artık şey rengi dediğin saçlarımı görmezsin. Teşekkür et bana."

 

Asilin ortamda olması sebebiyle Meyra o "şey" rengi dediğinin "bok" olduğu kısmını sansürlemişti.

 

Yiğit ise eski halinden eser kalmamış saçlara dehşetle bakıyordu. Sinir her yanını sararken baş göstermeye çalışan vicdan azabı da yakasına yapışmıştı.

 

"Sen... Sen gidip boyattın mı? Allah seni bildiği gibi yapsın Meyra! Kalk! Kalk çabuk düzeltireceğiz. Kalk diyorum!"

 

Şu zamana kadar adını ağzından bir kere duymadığı adamla bir an kala kaldı Meyra. Hep bir sıfatla seslenirdi ama adı hiç diline değmemişti. Gözü anlık onları izleyenlere takıldı. Züleyha ablası ve Gurur oldukça sinsi bir gülüşle izliyordu ikisini. Zihninin kapıları adını seslenişiyle açılmış gibi oldu sanki.

 

Karşısındaki adama çok farklı baktı. Gözlerindeki siniri gözlük camları bile saklayamıyordu. Halbuki içinde bir yer bu renkle de dalga geçecek bir şey bulur diyordu kendine.

 

Sonra Çiçeği çirkin diye sevişi geldi aklına. Güzelliğini diline değdirirse nazar değer diye çekinen adam, kendinde güzel bulduğu ne varsa eleştiriyordu. Gözleri, saçları, yüzü, boyu, posu hep bir olumsuzluk içeren cümlede yer alıyordu. Ağzına biriken tükürüğü zorla yutkundu.

 

Bir şey deyip, bu düştüğü durumdan kurtulmak istedi ama parmaklarına dolanan bir elle beyni kullanıma ara vermiş gibi kaldı. Gözleri elini kavrayan ele sabitlenmişti sanki. Bir şey oluyordu, bir şey onu çekiyor, ona yürümesi için güç uyguluyor, bir kapı açılıp kapanıyordu. Akıl tutulması yaşadığı an bir arabanın kapısına geldiğinde onu rahat bıraktı sanki.

 

"Ne oluyor be? Nereye götürüyorsun beni? Bıraksana manyak!"

 

Yiğit öfkesi irislerinden taşacak kıvamdaki gözlerini saçlarına değdirdikçe daha da şiddetli soluklar alıyordu.

 

"Sen! Sen aptal mısın? Yoksa aptal gözüküp aklımla oynayacak kadar akıllı mısın? Meyra niye yaptın bunu?"

 

Küçük boyundan kaynaklı yanında etkisiz kalışını başını dikerek kapatmak istedi Meyra.

 

"Dünya laf ediyordun işte. Bok sarısı saçlarımı bak boyadım, rahatlasın bi tarafların!"

 

Yiğit yüzünde sabitledi gözlerini. Saçlarına baksa bu saçlara da bir laf ederdi şu anki sinirle.

 

"Beni kışkırtmak için yaptın! O saçlarını usturayla kazıtayım da gör gününü!"

 

Arabanın kapısını açıp içeri kızı bindirmeye çalışırken Meyra güç bela kapıyı geri kapattı. Bu manyak dediğini yapar mıydı ki? Yapabilirdi! Çok da güvenilecek aklı yoktu sonuçta.

 

"Özür dile benden!"

 

"Ne?"

 

"Özür dile! Saçlarına öyle kötü sözler söylediğim için affet de önce."

 

Yiğit gözlerini kırpıştırıp baktı.

 

"Özür dilersem düzeltecek misin?"

 

Meyra umursamazca omuzlarını silkti.

 

"Bilmem. Özrünün samimiyetine bağlı. Bir daha saçına, başına, gözüne, kaşına laf etmeyeceğim dersen bir ihtimal."

 

Yiğit iyice dibine girdi kızın. Eğilmekten boynu ağrımıştı ama şimdi dile getirirse bunu, karşısındaki yer bitini daha da kızdırırdı.

 

"Ben nefes aldığım sürece kaşın, gözün, saçın, boyun, posun dilimden düşmeyecek Meyra. Sen istediğin kadar salağa yat! Şimdi gideceğiz ve eski hâline dönecek o saçlar. Bir daha da hiç bir uzvunda değişim görmeyeceğim!"

 

Yiğitin yüzüne vuran nefesiyle teninden bir ürperti geçti sanki. Ayak parmaklarından çıkıp kaybolan titreme sarsmıştı benliğini.

 

"Sa-sana ne be!"

 

Bağırarak sesindeki titremeyi saklamaya çalıştı, çok başarılı olamasa da idare etmek zorundaydı.

 

"Bana her şey sarı şeker. Seninle ilgili her şey beni alakadar ediyor çünkü. Ben onlar gibi değilim. Sakın beni onlarla bir tutma! Beni onlarla aynı kefeye koyma."

 

Yiğitin kahve çekirdeği gibi gözlerinden ayırmadı titreyen mavilerini. Cevabını bile bile, boğazı düğüm düğüm yine de sordu.

 

"Kim... Kim gibi?"

 

Biraz evvel bağırarak çıkan ses şimdi iki kişiden başka kimsenin duyamayacağı kadar kısık duyuldu.

 

"Ne babam, ne de baban değilim Meyra. Neden kör baktığını biliyorum, ben o ikisi değilim."

 

Fısıltıyla çıkan kelimeler Meyranın kalbini titretti.

 

"Yiğit..."

 

"Şimdi gidip saçlarını eski haline geri dönderiyoruz sarı şeker. Ben bir gün doya kana dokunur muyum dediğim saçlarına bir daha el sürdürmüyorsun. Ege gibi parlak mavilerini bana artık daha çok değdiriyorsun ki net gör. Miyop olan benim çünkü."

 

"Oldu paşam başka derdin!!!"

 

Tam sakinleşip, durulacakken bir laf edip cin atına bindiriyordu kızı.

 

Yiğit yüzünde pis bir sırıtışla önce gözlerine sonra yanaklarına en son ise dudaklarına baktı.

 

"Birde artık öpüşürsek ben tamamım. Malum bayadır bekliyorum, yetsin artık değil mi?"

 

Şaşkınlıkla ağzı aralandı kızın. Asla böyle bir şey beklemiyordu.

 

"Sen... Aptal! Sen ne diyorsun be?"

 

Yiğit bir adım geri çekildi. Boydan boya kızı bir kere daha gözleriyle inceledi.

 

"Anlıkta sıkıntı yok da uzun öpüşmelerde boynum tutulur benim. Neyse kucağıma alırım. Yarım porsiyon bir şeysin zaten, ağırlığından ne olacak?"

 

Çenesi başarabilse yere düşecekti artık. Bu salak nasıl böyle emin konuşabiliyordu? Üstelik o salağa uyan kalbi niye böyle delirmiş gibi çarpıyordu. Bu atış hızı devam ederse kalp krizi geçireceğini akıl edemeyecek kadar aptal bir kalbe sahip olamazdı Meyra.

 

"Rüyanda... Rüyanda görürsün sen onu!, Salak!!! Öpüşecek mişiz! "

 

Yiğit gülüşünü biraz daha büyüttü. Biraz evvel bir adım geri çekilen bedeni geri eski yakınlığa ulaştı.

 

"Özür dilerim sarı şeker. Saçlarına öyle söyleyip, seni üzdüğüm için. Ama üzgünüm, artık istesen de kurtuluşun yok benden. Nerene laf eders

em edeyim kaçamazsın yer biti Meyra. Yakaladım bi kere..."

 

Bölüm sonu kritiği, hadi hanımlar😘

 

Loading...
0%