Yeni Üyelik
49.
Bölüm

Ya Avukatım Ol Savun Beni Ya da Rüzgarım Ol Savun Beni

@orenda

 

 

Umarım bölümü beğenirsiniz. Yorum ve Voteyi unutmayın lütfen. Saatlerce uğraşılarak yazılan bir bölüm bunu hak ediyor olmalı🤗

 

 

 

 

Halilin koynunda uyudu bütün gece Nazlı. Oldukça uzun bir zamandan sonra çok iyi gelmişti bu uyku ona. Ertesi gün ise Güneşin doktoru işitme testinden sonra artık çıkarabileceklerini söylemiş ve daha büyük bir sevince neden olmuştu. Sonunda hastaneden çıkacak ve evlerine gidebileceklerdi.

 

Nazlı da taburcu olmak için hazırlanmaya başladığında odada Halille yalnız kaldılar. Bu gün sadece Asil ve Züleyha vardı yanlarında. Diğerleri evde gelişlerini bekleyecekti.

 

"Nazlı yere öyle basma!"

 

Nazlı ne olduğunu bile anlamadan tişörtünü başından geçirip yere değen çıplak ayaklarına baktı. Pijama altını daha usturuplu bir eşofmanla değiştirmişti sadece. Halilin çatılmış kaşıyla kendine bakışına anlam veremedi.

 

"Ne oldu Halil? Niye bağırıyorsun?"

 

Sona doğru kendi sesi de sertleşti azıcık. Halil başını iki yana sallayıp elindeki çantadan küçük bir çorap alıp yanına doğru ilerledi. Yatağın kenarında dizini kırıp Nazlının bir ayağını dizinin üstüne koymuştu.

 

"Annen görse dilinden kurtulamazsın boncuk. Kadın kaç kez hastalanırsan toparlanamazsın diye uyardı. Ayaktan alıyormuş kadınlar lohusayken."

 

Kaşlarını tekrar çatıp Nazlının boş bakışlarına baktı.

 

"Bu ne demek çok anlamış değilim ama annem diyorsa doğrudur. Giy hadi diğerinide."

 

Nazlı boştaki diğer ayağını da giydirsin diye uzattı. Çorap geçirilen ayakları sıcak yaz mevsimi göz ardı edilerek bir iki kez de eliyle ovalanarak ısıtılmıştı. Aslında böyle bebek gibi ilgilenmesi hoşuna gitmiyor değildi. Gözünün içine bakıyordu Halil.Kahvaltısını bile elleriyle yedirmişti. Alt dudağını dişleyip kendinden aşağı kalan adama baktı. Ama o an göğüslerinde hissettiği ağrı mı sancı mı belirsiz bir hisle istemsiz inlemişti. Ne olduğunu anlamadan elleri göğüslerine gitti.

 

Nazlının sesiyle Halil de ayaklarındaki bakışlarını yukarı kaldırdı. Her an bir şey olacak korkusuyla tetikte bekleyen ruhu kasılıp kalmıştı.

 

"Nazlım!"

 

"Yok bir şey. Azcık ağrıdı sadece..." diyecekken atlet ve tişörtünü aşıp dışardan belli olan ıslaklığa gözü takıldı.

 

"Halil!"

 

Başını kaldırıp öylece göğsüne bakan adama büyük bir gülümseme yolladı.

 

"Sütüm geldi Halil! Vallahi geldi bak."

 

Halil de tıpkı kendisi gibi gülümsemişti. Her şey için bu kadar toy olmaları ve gelen süt için neredeyse bayram sevinci hissetmeleri ikisi için çok farklıydı.

 

"Güneş gelemeden sütü geldi. Bak üzüldün o kadar yok diye. Kızımın annesi, onu hiç bir şeyden eksik bırakmaz."

 

Durup son söylediğine erkeksi bir kıkırdamayla başını iki yana salladı. Çok hoşuna gitmişti bu hitap şekli.

 

"Kızımın annesi..."

 

Başını kaldırıp onu izleyen boncuklara baktı.

 

"Hayatım boyunca böyle güzel bir şey duymadım Nazlı. Kızımın annesisin. Bu Halilin boncuk Nazlısı kadar güzel değil mi?"

 

Uzanıp kaşının kenarına bir öpücük bıraktı Halil. Sonra geriye çekilip biraz muzur sayılacak bir ifadeyle göz kırptı ona hayran hayran bakan karısına.

 

"Tekrar üzerini değişmemiz lazım boncuk. Bende gözümü doyurayım bu sayede. Hazır surat asasın yokken nimetlerinden faydalanayım. Kızım gelince annesinin göğsünün tadını çıkarır babası için de. "

 

Nazlı eline vurmak için harekete geçti ama boşa gitmişti hamlesi. Halil atik bir hareketle ayaklanıp, toparladığı çantasına doğru ilerledi. Tekrar giyecek iki parça çıkarıp Nazlıyı söylediği gibi kendi giydirdi. Dağılan saçlarını eliyle tarar gibi yapıp düzeltti.

 

O sırada çalan kapıyla Nazlıdan iki adım uzaklaştı Halil. Kapı aralanıp içeriyi ilk Züleyha kontrol etmişti. Müsait olduklarını görünce yüzüne kocaman bir gülümseme kondurdu ve kapıyı boylu boyunca açtı.

 

"Bak Nazlı bak! Kim geldi annem? Bak bi yavrumuz geldi."

 

Hamileliğinde hastane çantası için aldığı takımların içerisinde, hemşirenin kucağında bebeği odaya girdiğinde Nazlı bir anda ayaklandı. Karnındaki kesi azıcık acımıştı ama umurunda bile olmadı. Elleri ağzına kapanıp gözleri ışıltıyla parladı.

 

"Güneş! Bebeğim..."

 

"Evet annesi biz artık yanına gelmek istedik. Önce süslendik şimdi de anneye kavuşma vakti."

 

Hemşirenin tatlı sesiyle Nazlı hemen kollarını araladı. Kucağına bırakılan kızının boynuna hemen burnunu sokmuştu. Bir kokunun bağımlısı olmak böyle bir şey miydi? Sadece bir kere solumuştu ama dünden beri yoksunluğunda ölecek gibiydi.

 

"Bebeğim... Işığım... Güzel kızım benim."

 

Başını kaldırıp kendisine tebessümle bakan annesiyle göz göze geldi.

 

"Sütüm geldi anne! Biraz evvel. Hissetmiş gibi Güneş gelmeden sütüm geldi."

 

Züleyha konuşmadan hemşire araya girdi.

 

"Bu güzel haber çünkü bol bol emzirmelisin annesi. Bu minik kıza kilo aldırmamız gerekiyor. "

 

"Oy maşallah benim boncuğuma. Korktuğuna değmedi kuzum, bak küçük zilli önü sıra rızkını da çekmiş kendine. Pek beter bu kız Nazlı, dediğim dedik ya şimdiden."

 

Nazlı hızlı hızlı başını sallayıp geri bebeğine eğdi yüzünü. Halilin beline dolanan kolunu ve kızına doğru eğilen başını son anda fark etti.

 

"Miniğim... Hoşgeldin prensesim."

 

Bu anın yüzlerce kez hayalini kurmuş bir kul olarak Nazlı enfes bir şeyi tadımlıyordu. Halil kızının kokusunu solurken Nazlı da burnuna yakın saçlarında nefesleniyordu.

 

"Nazlım, sen Güneşi doyursan annem. Ben babana bi bakıyım kızım. Taburcu işlemlerini hallediyodu gelemedi adam. "

 

Züleyha ikisine gülümseyip hemşireyle çıktı odadan. Nazlı hemen bebeğini emzirmek için yatağına oturdu.

 

"Halil bizim sana bir sürü şey öğretmemiz lazım."

 

Tişörtünü sıyırıp, göğsünü ortaya çıkardı. Uykulu kızını dün hemşirenin gösterdiği gibi emzirmeye çalıştı.

Halil santimlerce uzak durabiliyordu yanlarından. Yatağın kenarına ilişmiş Güneşin zıbınla kapalı ayağını kokluyordu. Nazlının sesiyle başını kaldırdı. Ne demek istediğini anlamamıştı.

 

"Nasıl şeyler?"

 

Nazlı kızına bakıyormuş gibi yapsada muzip bakışları sık sık Halile dönüyordu.

 

"Babasın artık, sorumlulukların var sonuçta. Mesela gaz çıkarmayı bilmen gerekiyor. Bir sürü şey okudum, en iyi babalar yapıyor bu işi. Kusuyorlarmış fazla süt içerlerse ama korkma hemen. Biz bir sürü mendil aldık bunun için. Tabi alt değiştirme kısmı da var ama ona beraber pratik yapmalıyız. Banyo konusunda da annemle Sultan teyzem yardım eder bize. Ben çok korkarım Halil, ya acırsa canı diye elim ayağım titrer."

 

Halil kaşlarını kaldırmış tane tane konuşan karısını dinledi. Gülse mi dehşete mi kapılsa bilemedi.

 

"Kusmuk... Alt değiştirmek..."

 

Mırıldanır gibi konuşmuştu. Nazlı bir yandan kızının tutmadığı memesini ağzına alması için uğraşıyordu. Güneş ağzını aralar aralamaz göğsünün ucunu ağzına itelemiş ve büyük bir şey başarmış gibi gülümsemişti. Ona bakan Halille o zaman göz göze geldi.

 

"Üzgünüm evimizin kobrası. Seni keser mi bilmem böyle küçük heyecanlar ama! Artık o dehşete kapıldığın şeylerle içli dışlı olacaksın. Seni kusmuklu tişörtlerle görmek için aşırı sabırsızım."

 

Halil alt dudağını ısırmış ağır ağır, tadını çıkarır gibi süt içen kızına ve onunla dalga geçen karısına baktı. Yüzünü toplamak çok zordu. Aklını da oynatıyordu galiba.

 

Çünkü eğer delirmiyorsa kendisi de kusmuklu bir tişörtle bebeğinin gazını çıkarmaya çalışacağı anları sabırsızlıkla bekliyordu.

 

Güneş çok minik olduğu için hızlı yoruluyordu. Yorulunca da hiç kendini yormaya çalışmıyordu hanımefendi. Nazlının dünden beri gelsin diye dua ettiği süte burun kıvırıp uykusuna devam etmişti.

 

Asil ve Züleyha geldiğinde eve gitmek için can atan Nazlı hemen toparlandı. Kucağındaki kızına Halil uzanınca neredeyse vermeyecekti. Kolları tüm hayatı boyunca bu ağırlığı beklemiş gibi vazgeçmek istemiyordu.

 

Ama sezaryen ile doğum yapmış bir kadın olarak doktorun uyarılarını göz ardı edemezdi. Çok dikkat etmesi lazımdı artık kendine. İki kat iyi bakmalıydı. Güneş için sağlıklı olmalıydı.

 

Hastaneden çıkışları girişlerinin aksine oldukça sakin gerçekleşti. Eve ulaştıklarında ise herkesin kapı ağzında oluşuyla Nazlı gülümsedi.

 

"Deli bu çocuk."

 

Halilin mırıltıyla söylenmesi kıkırdamasına neden oldu. Gurur giriş yoluna düğün konseptlerinin bir numaralı ambiansı meşaleler ile sıralamıştı. Asafı kendilerine nasıl uydurdukları hakkında hiç bir fikri yoktu ama iki yana sıralanıp ellerindeki konfetilerle bekliyorlardı. Daha çok kahkaha atmasına neden olan şey ise Zümrütün minik boyutunu Güneşe aldığı ama beraber giymek için sabredemediği Elsalı kostümüyle hepsinin başında bekliyor oluşuydu.

 

"Bak yine beni dinlememiş bu zilli! Asil bu kız beni hiç adam yerine komuyo kocam. Gündüz gözü giydiğine bak. Saçına da bişey ettirmiş sanki."

 

Nazlının gülüşlerine Asil de eşlik etti. Arabadan çıkmak için hazırlanırken Züleyhaya bakıp göz kırpmıştı.

 

"Sim döktürmüş. Meyrayı ayartmıştır. Şimdi saltanatının sallantıda olduğunu düşünüp prensesliğini tastikletiyor sakın laf etme kızıma. Gündüz gözü meşale yakan oğluna yoğunlaş zümrüt göz. Benim prensesimden daha abzürt çünkü bu durum."

 

Züleyha başını iki yana sallayıp o da indi aşağı. Gurura laf sokacağı zaman hemen de Züleyhanın oğlu oluyordu zaten! Halil kucağında Güneşin pusetiyle indiğinde Nazlıya yardım eden babasıydı.

 

Halil başlarına geleceği bildiği için pusetin üstünü tamamen örtüp, birde bedeniyle siper olmuştu kızına. Allah muhafaza konfeti parçalarından biri tenine değebilir ve melek gibi uyuyan kızını rahatsız ederdi.

 

Gururun işaretiyle konfetiler patlatıldı. Yanlarda yanan meşaleler gündüz olmasından sebep çok uygun değil gibiydi ama sorgulayacak da değillerdi.

 

"Gör bunları gör yavru kartal. Seni nasıl karşılıyor en yakışıklı ve karizmatik dayın? Ne amcaların, ne bastı bacak küçük dayın! Ben varım diyor bennnn!!!"

 

Gururun holigan neşesiyle kollarını açarak gelişini üstlerindeki konfeti parçalarıyla izlediler. İlk gelip Nazlıya sarılmış, şap diye öpmüştü yanağını. Sonra Halile yandan bir bakış atmış, puseti ablukaya alışına dalga geçer gibi bakmıştı.

 

"Görmemişin bir kızı olmuş..."

 

Zümrüt de eteklerini sürüye sürüye yanlarına geldi. Hiç bir şry de görünmüyordu burdan.

 

"Abla uyuyo mu bebek?"

 

Nazlı zğmrütün çenesini parmağıyla okşadı.

 

"Uyuyor balım. Minik olduğu için hemen yoruluyor."

 

Zümrüt kaşlarını kaldırıp yan bir bakış attı. Sonra da asıl olan konuya yoğunlaşsınlar diye elini eteklerine sürttü. Bunu anlayan Nazlı da gülümsemesini tutmak için yanağının içini ısırmıştı.

 

"Çok gğzel olmuşsun bebeğim. Ne kadar yakışmış elbisen."

 

Sonra gerçekten sim olan saçlarına bakıp gülmek için kasılan dudaklarını serbest bıraktı.

 

"Saçların da muhteşem görünüyor. Güneş uyanınca teyzesine bayılacak."

 

Zümrüt hak ettiği övgüleri alınca rahatlamıştı. Kaçamak bakışları Halil abisine döndü ama hızla uzaklaştı. Utanası gelmişti.

 

"Aslında şey yapacaktım da... Güneşle giyecektim de... Şimdi o görmeden aldık ya bi görsün bende dedim. Beğenirse o da giyer ele abla."

 

Sabırsız yanlarını o kadar iyi anlıyordu ki Nazlı. Hevesle beklenilen için irade kurmak çok zor oluyordu.

 

"Çok haklısın balım, muhteşem düşünmüşsün. Güneş sana yakıştığını görünce çok daha mutlu olacak hediyene."

 

Zümrütü gönülleyen Nazlıya Gurur ve Yağızın kahkahası karıştı. Nazlı hemen kaşlarını çatıp ikisine ters bir bakış atmıştı. Gurur göz kırpıp kafasını pusetin içine doğru uzatmıştı.

 

"Oğlum bir sal insanları da girsinler içeri."

 

Yiğitin sesiyle Gurur başını geriye çekip sırıtarak baktı.

 

"Ödün kopuyor Yiğit abi. Tek ve yek oluşum resmen kıskançlık ateşiyle yakıyor seni."

 

Yiğit hiç istifini bozmadan ve zerre izin alma ihtiyacı hissetmeden Halilin kucağındaki puseti almış ve yanındaki gevşeğe göz kırpmıştı.

 

"Sen ailenin elektirikçisi olarak ona en fazla pille çalışan bir araba yapabilirsin genç. Ama minik boncuk, amcası sayesinde sosyal ağda bir yıldız, attığı adımı olay olan bir influencer olabilir. Ona sunabileceğim nimetleri sen biraz düşün."

 

Ağzı açılıp kendine bön bön bakan çocuğa göz kırpıp yürümeye devam etti.

 

"Sen benim getir götürümü yaparsın bamyacı."

 

Yiğitin kapıdan girişiyle bu saçma gösteri de son bulmuş oldu. Kızlar gelip Nazlıya sarılmış, Asaf tebrik amaçlı ilk Halili sonra Nazlıyı gönüllemişti. Sultan teyzesi kenarda göz yaşını tülbentinin ucuyla silip iç çekmişti. Bu konakta gördüğü her şey hafızasındaydı. Nazlının bebek olarak girdiği yere kendi bebeğiyle adım atışı içini titretmişti.

 

İçeri girer girmez kapı daha şiddetle çalmış onlar oturamadan Birgül ve Murat kendi çekirdek ailesiyle içeri adımlamıştı. Zümrüt gibi Toprak da yeni bebeği olabilecek en özenli hâlde karşılamak istemiş olacaktı ki papyonlu takımla adımlamıştı içeri. Tombul bedeni ve takımı istemsiz penguen görüntüsü oluşturuyordu. Züleyhanın kaş gözle işaretine Birgül bebeği göstererek cevap verdi.

 

Büyük bir curcunaya ev sahipliği yapıyordu Sulhan konağı. Nazlı uykucu kızını zor şer biraz daha emzirdiğinde Halil iki dakikada izlediği videoyu test etmek amaçlı kızını omzuna bıraktı. Murat ve Asil Amasyadaki çiftlik ortaklığı için ön hazırlıkları konuşurken masanın etrafına oturmuş gençler de Halilin ilk denemesinde başarılı olup olmayacağını seyrediyorlardı.

 

"Annem az daha güçlü yapacan onu, öyle okşayarak gaz mı çıkarmış canım?"

 

Halil parmak uçlarıyla pıt pıt dokunarak gerçekten de başaracağına inanıyordu.

 

"Anne acır."

 

Kızının başı omzunda ve bütün aile küçük bir gaz sesini beklediklerine inanamıyorlardı.

 

"He acır! En iyi sen biliyon ya acır. Tövbe yarabbim! Lan az daha vur, döv diyoz sanki!"

 

Nazlı da Halilin iki adımlık voltalarına eşlik ederek bir sağa bir sola ilerleyerek elinde mendil bekliyordu.

Annesine doğru bakıp kaşlarını çattı.

 

"Kemikleri su gibi onun diyordun anne. Acır gerçekten, hafif hafif yapsın! "

 

Züleyha ağzını açtı açtı kapattı. Bunlar bu çocuğu rezil edeceklerdi.

 

"Allahın buldumcukları beni kötü konuşturman! Kaç çocuk büyüttüm ben hanginizin noksanı var!"

 

Nedensizce herkesin bakışı Gurura çevrilmişti. Öylece sandalyesinde oturup kuruyemiş kasesinden fındıkları toplayıp yiyen çocuk ne olduğunu anlamadı. Züleyhanın bile kaşları kalkık bakışıyla şaşkınca baktı.

 

"Ben ne yaptım şimdi? Niye bakıyorsunuz bana, efendi efendi oturuyorum işte!"

 

Züleyha başını yana yatırıp geri Halile baktı.

 

"O sayılmaz! Küçükken kafasının ardını yardı sabim, ondan oldu."

 

Halil kaşlarını kaldırıp gülümsemişti.

 

"Ben ne yaptım şimdi yahu? Yemin ediyorum ezilmek için dünyaya gelmişim."

 

Züleyha oğluna yaklaşıp başını göğsüne yasladı. Gururun küçüklük hatırası yarık izine de kendi oraya koymuş gibi saçlarının içinden anında parmakları dokundu.

 

"Yok annem bişey demedik. Oy kurban olsun verene annesi. Nasıl aklımı aldıydın? Oy anası sevsin fındığını, ödüm koptuydu ele Gurur?"

 

Gururun on yaş vukuatı, ıslak avluda koşarken düşmesi ve nasıl olduğunu anlayamadan kafasının ardını yarması olmuştu. Hala o kısımdan saç çıkmıyordu. Annesi o kadar çok ağlamıştı ki Gurur hakkıyla ağlamaya fırsat bulamamıştı. Başını okşayan kadının göğsüne kedi gibi kafasını sürtüp kalktı.

 

Yavru kartala doğru ilerleyip kollarını uzattı.

 

"Demek ki her işte yeterince becerikli değilmişsin Halil abi! Verde layığıyla nasıl gaz çıkarılır öğreteyim."

 

Halil kendinden yedi sekiz santim kısa çocuğa gözünün kenarıyla bakıp kızının sırtını okşamaya devam etti.

 

"Olmaz!"

 

"Ne demek olmaz?"

 

"Çok fazla parfüm kokuyorsun! Hassas benim kızımın ciğerleri. Git üzerini değiş gel, parfüm falan da sıkma o zaman belki veririm."

 

Gurur şaka yapıyor sanmıştı ilk sırıtacak oldu ama yüzündeki keskin ifade hiç de şaka yapıyormuş gibi durmuyordu.

 

"Dalga geçiyorsun!"

 

Şaşkın bakışları yanlarında ikisini gözleyen ablasına döndü. İri iri açılmıştı kahve-yeşil gözleri.

 

"Nazlı kocan ne diyor duyuyor musun?"

 

Nazlı ağzını açamadan Halil kaşlarını kaldırdı.

 

"Yanımızda, tabiki duyuyor. Üzerini değiş gel. Başka türlü elbisendeki kimyasalla benim kızıma yaklaşamazsın!"

 

Gururun hızlı hızlı açılıp kapanan şaşkın bakışları hepsinin kahkaha atmasına neden olmuştu.

 

"Biraz evvel de elimi yıkayıp yıkamadığımı sorguladı hiç uğraşma vermez Gurur."

 

Asafın yüzünde ölçülü bir tebessüm, biraz da alaycı mimikleriyle Halile bakışı ciddi olduğuna kesin kanaat getirtmişti.

 

"Gerçekten! Bak yemin ediyorum karı-koca ağır ruh hastasısınız."

 

Gurur salondan çıkmak için ardını dönünce tekrar ters bir bakış attı Halile.

 

"Görmemişin kızı olmuş tanımının vücut bulmuş halisiniz. Gerçek bir rezillik. Sen yakında bizi kafamızda bone, ayağımızda galoşla gezdirirsin!"

 

Söylene söylene Halilin dediği gibi üstünü değişmeye gitti. Böyle bizans oyunlarıyla yavru kartalı dayısından uzaklaştıracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlardı.

 

Giden çocuğun ardından Halil Nazlıya baktı.

 

"Güzelim sende otur artık. Nazlı dinlenmiyorsun, canın yanacak."

 

Nazlı ağzını açıp itiraz edecekken Züleyha müdahale etti yine.

 

"Hadi çıkın yukarı, biraz da orda beklen bebenizin gazını. Nazlı yeni doğurdun maşallah herkesten çok dikiliyon annem! "

 

Halili destekleyen sözleriyle ne diyeceğini bilemedi. İtiraz da etmek istemiyordu.

 

"Al karını çıkar oğlum. Dinlensin biraz."

 

Halil omzundaki kızının sırtını okşayarak Nazlıya baktı. Başını da yana doğru yatırınca Nazlı onaylar gibi başını eğmişti. Kapıdan çıktıkları zaman Gurur üzerini değişmiş bir hâlde salona dönmüştü. Yanından geçen adamın sinsi bir gülüşle kendine baktığına yemin ederdi.

 

"Gurur! Gel bi oğluşum, bişey diyecem."

 

Annesinin seslenmesiyle nereye gidiyorsunuz diyemedi.

Annesine doğru yaklaşırken kafasını sinirle iki yana sallıyordu.

 

"Adam dağdan gelip resmen bağın tek ve yek sahibine arsızlık yapıyor! Ne uydurdu da yavruyu götürdü?"

 

Meyra kıkırdayıp, Yiğitin elinin üstüne minik minik çimdikler bırakan parmaklarından kendi elini kurtardı.

 

"Zülüş, dinlensinler diye odalarına postaladı. Yalnız Nazlının küseceğim, konuşmayacağım diye bin laf söyleyip anında yelkenleri suya indirmesi..."

 

Nazenin de kıkırdadı buna.

 

"Bizim Nazlı mı? Meyra kuşum sen inanmış olamazsın o laflara. Kız gelsin yüzüne bile bakmayacağım derken kapıyı gözlüyordu."

 

Gurur darbe yemiş gibi elini göğsüne yaslayıp, dehşetle annesine baktı.

 

"Anne Allah aşkına sen delirdin mi?"

 

Zülüş kaşını çatıp elinin tersini Gırurun koluna çarptı.

 

"Hiç anan mı büyüğünmü kalmadı edepsiz! Dinlensinler tabide yoruldular kaç gündür hastanede."

 

"Anne vallaha akıllanmıyorsun sen! Halil abiyi kısırlaştırmadan bu ikisi yan yana bırakılır mı? Bizim evin yangın alarmı nerde? Çabuk Meyra istikbalimizi düşünmemiz lazım."

 

Gururun dedikleriyle hepsi gülse de Züleyhanın gözler iri iri açılmıştı.

 

"Allah seni ne etsin sıpa! Anam sen niye böyle oldun? Kısırlaştıracağımış! Lan bunu etsem ben ilk sana ederim mikrop! Git babanların önündekileri topla çabuk! Tövbe estağfurullah, yemek hazırlayacaz daha neyle uğraşıyom, ettiği şakaya bak?"

 

Söylene söylene Birgülle Zeynepin yanına giden annesinin arkasından baktı Gurur. Akıllanmıyordu bunlar. Gurur şaka falan da yapmamıştı ayrıca. Acilen o adamın kısırlaştırılarak doğaya salınması lazımdı.

 

Halil odaya girince bebeğini yatağın ortasına bırakıp geri çekildi. İki kişilik yatakta minicik kalmıştı prensesi.

Kuş gibi ağzını açıp, esnemiş sonra huzurlu uykusuna geri dönmüştü. Saatlerce izlenilesi bir manzaraydı şu an baktığı küçük ışık.

Nazlı dikkatli adımlarla yatağın diğer yanına gidip uzandığında Halil de boşta kalan sol kısma yerleşti hemen. Gözlerini kapatıp karısı ve kızına olabildiğine yaklaştı.

 

Gözlerini araladığında Nazlının da kendi gibi minik boncuklarına hayran hayran bakışını gördü.

 

"İnsan inanamıyor değil mi? "

 

"Sen karnında taşıdığın hâlde böyleysen bir de beni düşün boncuk."

 

Mırıl mırıl konuştular.

 

"Bu daha tuhaf ya. Karnımdaydı. Hareketlerini hissediyordum ama yine de böyle bir şeye sahip olacağımı tam olarak idrak edememişim."

 

Halil dudağını dişiyle kıstırıp kızının sadece parmakları görünen zıbınına doğru yaklaştı. Kokusunu solumak yapılması gerekli bir zarurete dönüşmüştü.

 

"Halil..."

 

Nazlının seslenmesiyle başını kaldırdı. Yüzünde hafif sıkıntılı bir ifade vardı Nazlının.

 

"Biz... Hiç konuşmadık. Neler yaptın bilmiyorum hiç. Anlatmayacak mısın? Orda neler olduğunu bilmemem mi gerekiyor?"

 

Böyle söylese de merakı gözlerinden okunuyordu. Halil, Nazlı gibi başını dirseğine yaslayıp, kızının parmaklarını tuttu.

 

"Görev tanımım değişmişti daha gitmeden."

 

"İngiltereye?"

 

Başını salladı Halil.

 

"Ailenin infaz kararı verildi ama güçlü bir soy. İddaa niteliğinde sözlerle olmaz o işler. Deliller gerekiyor. Benden bunları getirmemi istediler ama bunun yanı sıra infaz için planlanan patlamayı da benim hazırlamam gerekiyordu. Süreç zamana yayılacaktı. Ben bunu istemedim. Bir şekilde hem suçlarının delillerini bulacağımı hem de bu süreçte hazırlıkları yönetebileceğimi söylemiştim. Kabul edilmedi. Acele edilerek risk oluşturulmak istenmiyordu. "

 

Nazlı alt dudağını ısırdı. Aklını kemiren en güçlü soruya kapı açmıştı bu konuşma.

 

"O şeyi de... Yani nişan olayını sen mi istedin?"

 

Halil olmadık bir kelime söyleyip yine trip yememek için gülmek isteyen dudaklarını zaptetti. Bu konuşmanın illa oraya gideceğini biliyordu.

 

"Bana verilen yol haritasında güven kazanarak ailenin içine girmek vardı ve bu nerden bakarsan bak iki yıla yayılıyordu. Benim önerdiğim plan red yiyince başka yollar düşünmeye başladım ama o sırada ne olduysa! Benim haritam üzerinden gidileceği kararı çıktı. Yiğit senin durumunu söylemekle tehdit etmiş herkesi. Görevi tehlikeye atma riskiyle karşı karşıya bırakmış. Susturamıyorlarda! İrtibatımı koordine eden ağı Yiğit yönetiyor. Bana haber ulaşınca aileye hızlı giriş için en mantıklı yol olarak bunu bulduk. Ama öyle bir şey yapmalıydık ki teklif onlardan gelmeliydi. Burda da Türkiyenin beni geri çağırması ve yeni bir oluşumda üst düzey görev verileceği fısıldandı kulaklarına. Kaybetmemek için yüzyıllardır kullanılan ama en sağlam bağı da öyle atan evlilik kartını sürdüler önüme. Malikaneye giriş biletimiz oldu nişan."

 

Nazlı içinden o karta bin türlü küfür sıralasa da yüzü durağandı. Başını salladı.

 

"Olmasaydı... Yani sen istenilenleri bulamasaydı ya da hazırlık süreci uzasaydı..."

 

Halil gözlerini kaçırıp kızına baktı. Nazlı da yutkundu. Cümlesinin cevabını vermiş oldu o bakışlar.

 

"Evlenmen gerekecekti tabi. Görev bu sonuçta. Yani sorumluluklar var..."

 

Böyle diyerek Halili anladığını mı ifade etmeye çalışıyor yoksa kendi içinde hırçınlaşmak isteyen yanını mı ikna ediyor belli değildi. Halil de gözlerini kaldırıp Nazlıya dikti yeşillerini.

 

"O nişan bir kurmacaydı! Kızla hiç bir şekilde iletişimimiz olmadı. Zaten herkes bunun bir anlaşma evliliği olduğunu biliyordu. Bende önlemimi aldım boncuk. Onu tehdit ettim ve bana yaklaşırsa babasının önüne atmaktan inan zerre çekinmezdim."

 

Halil biraz daha yaklaşıp Nazlının soluğunu hissedeceği kadar kişisel alanına girdi.

 

"Nazlı yeryüzünde hiç bir kadının yakınlığını kabul edemem. Senin dışında hiç kimse bana öyle yaklaşamaz! İzin vermem."

 

Nazlının gülmek isteyen dudakları azıcık müsade ediyordu kendini salmasına.

 

"Yani... Üstüne kusarsın sen. Huylunun tekisin sonuçta. Birde kesin ağır ağır parfümler sıkıyordur o kız. Miden bulanmıştır hep. Yok tanırım ben seni. İçin kalkmıştır hep."

 

Kendini tastiklesin ve söylediği her şeye sesli onay versin diye gözlerini büyütüp birde başını sallıyordu. Halil uzanıp burnunun ucunu öptü.

 

"Aynen öyle yaparım. Karım var benim. Tabi birde sürpriz yumurta bir boncuğum."

 

Nazlı kıkırdadı. Elini kaldırıp Halilin göz kenarlarında oluşmaya başlayan incecik çizgilere değdirdi parmaklarını.

 

"Şimdi ne olacak peki Halil? Artık bitti mi orayla ilişiğin?"

 

Gözlerini kapatıp, Nazlının dokunuşlarının tadını çıkardı bir iki dakika.

 

"Saha da görevim bitti. Ama öylece ben istifa ediyorum durumu olamaz ki bende yapamam Nazlı. Benim bildiğim tek iş bu."

 

"Peki ne olacak? "

 

"Bir hazırlık süreci var. Tamamlanınca görev tanımım değişmiş olacak. Yeni bir kimlikle hayatımı yoluna koyacağım."

 

Nazlı gözlerini kırpıştırıp ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Halil de Nazlıyı taklit edip parmaklarını yüzünde gezdirmeye başladı.

 

"Sanırım karısının soy adını alan biri olarak Türkiyede bir ilki gerçekleştirebilirim."

 

Nazlı ne diyorsa anlamıyordu hiç . Gözlerindeki merak dolu ifade de belli ediyordu ne düşünüyorsa.

 

"Anlamadım ben Halil."

 

"Aybars Doğru o patlamada öldü ama her ihtimale karşı emniyette kaydı bulunan Halil Çarmıhın da varlığı silinmesi gerekiyor. Yeni bir kimlikle yeni bir hayat oluşturulacak. Soyadını hep çok sevmişimdir Nazlı."

 

Nazlı anladığı şeyle gözlerini iri iri açıp yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturdu.

 

"Nasıl? Sulhan mı? Ama nasıl olacak ki? Yani anne baba adı, ne bileyim olmaz ki."

 

"Sadece soyad Nazlı. Diğer bilgiler ortak olamaz. Güneşe de kendimin bile çoğu zaman kullanmadığım soyadını vermemiş olurum. Güneş Sulhan kulağa çok daha şık geliyor."

 

"Ay vallahi mi?"

 

Birden yüksek çıkan sesiyle paniğe kapılıp uyuyan kızına baktı. Neyseki Güneş onları umursamayacak kadar uykuya düşkündü.

 

"Halil gerçekten mi? Annem bayılacak bu habere. Birde hep bu şehirde kalacağımıza dair bir şeyler söylersen havalara uçar "

 

Halil hiç bir şey demeden uzanıp gülüşüne öpücük bıraktı.

 

"Yiğitin görev yeri burda. Onun da dahil olacağı bir planlama içindeler. Bende görünüm için güvenlik şirketi oluşturacağım. Adana konum olarak çok ideal. Ayrıca burada yaşamak sadece annemin hoşuna gitmeyecek sanırım. Sende bunu istiyorsun biliyorum boncuk."

 

Nazlı ağır ağır başını salladı.

 

"Güneş de bizim gibi kalabalık bir ailede büyüsün Halil. Etrafında onu çok seven insanlarla karışsın hayata. Üstelik ben çok özlüyorum evimi."

 

Halil dudaklarına yaklaşıp öyle konuştu.

 

"Sen ne istersen... Nasıl istersen sevgilim. Kızımız annesinin oynadığı avluda büyüyecek."

 

Sonra da dudaklarını kendi dudaklarıyla kapattı. Tadını özümseyerek yavaş yavaş öptü. Minik bir kedi mırıltısı duyana kadar en sakin ve bir o kadar tutkulu öpüşmeleri devam etti.

 

Güneşin sesiyle geri çekilen Nazlı hemen kızına bakmıştı. Minik gözleri aralanmış sağa sola bakınıyordu.

 

"Babanı mı kıskanıyorsun bebeğim? "

 

Halilin çok hoşuna giden bir ithamdı bu. Kız çocukların babalarına olan düşkünlüğüne Nazlı ve Zümrütle şahit olmuştu. Defne ve Açelya da deli olurlardı Murat abisine. Güneşden aynı performansı beklemek muhteşem bir histi...

 

Züleyha mutfakta fısır fısır telefonla konuşuyordu. Bir yandan da kapıyı gözlüyordu.

 

"Kız olmaz bişey diyom işte! Öldürdün beni Süreyya. Kalabalığın içinde ne diyecek? Hem Amasyada hiç de laf edip, söylenmedi. Kurban oluyum kırk dört yaşında mısın on dört mü belli değil! Gelin artık kız sofrayı geciktirecem diye şu saat oldu!"

 

Kapanan telefonla tekrar kapıya baktı. Sonra da çorbanın yağını yapıp, döken kadını gözledi. Kikir kikir gülüyodu yüzüne bakıp.

 

"Korkuyo mu?"

 

Züleyha iki yana salladı başını.

 

"El kadar kızdan korktuğu kadar zamanında babasından korkaydı öbür iti kapısına bağlamazdı. Gerçi o zaman da sarı kızım olmazdı. Neyse neyse geçmişi deşmiyek. Şimdi gelirler."

 

Sultan başını eğip yine kahkaha attı.

 

"Elinin değdiği evlenmeden duramayacak mısın gelin hanım? Bitin mi kanlanıyo?"

 

Züleyha bilmiş bir sırıtmayla karşılık verdi bu çıkarıma.

 

"Bende köşemde efendi uslu torun büyüteyim isterdim ya bunlar çok ağır kanlı abla. Bi işin başına geçecekler de bende görecem. Böyle yavaş yavaş yol alana kadar benim ömrüm tükenir."

 

Sofra hazırlığı kızların yardımıyla tamamlandı. Masaya geçilmeden çalan kapıyla kimseye müsaade etmeyen Züleyha koşturarak kapıya varmıştı.

 

Aralanan kapıdan ilk Süreyya ardı sıra da bahsedip durduğu Yavuz bey girdi içeri. Meyra ağzı açılmış kapıdaki ikiliye bakıyordu. Onun bakışlarının aksine annesi çocuk gibi ayaklarını izliyor ve asla kendiyle göz göze gelmiyordu.

 

"Anne?"

 

Süreyya başını kaldırıp gülümsemeye çalıştı. Kaçamak gözleri medet dilenir gibi Züleyha'ya değiyordu.

 

"Bebeğim... Şey... Sürpriz yapmak istedik."

 

Süreyya Meyranın yanında dikilen ve kaşları hafif kalkık ikisine bakan çocuğu da görünce pişman oldu verdiği karardan. Hiç bu kadar utanmamıştı. Züleyhanın gazına gelerek Yavuzu davet ettiğine inanamıyordu.

 

"Nazlıyı... Görmek istedik de. Züleyha da çok ısrar edince..."

 

Git gide kısılan sesiyle Yiğit'in kollarını açarak kendine gelmesi ortamdaki hareketsizliği bozmuş oldu.

 

"Süreyya anne! Bana haber verseydin ya karşılardım sizi. Hoş geldiniz."

 

Yiğit'in kollarını etrafına sarıp sağa sola kendini sallayarak sarılmasıyla içi bir nebze ferahladı.

 

"Annecim... Hastaneden bu gün çıkılacağını duyunca... Yiğit."

 

Yiğit neden böyle yüzü kıpkırmızı biliyordu. Halası kendine söyleseydi Meyrayı önden hazırlardı en azından.

 

"İyi yaptınız Süreyya anne. Ailecek güzel bir kutlama olacak Güneşimiz."

 

Süreyya sıkıca sarıldığı çocuğun kulağına nereden bulduğunu bilmediği bir güçle fısıldadı.

 

"Meyra bana kızar mı Yiğit?"

 

Kızının sevgilisine şu an dert yandığına inanamıyordu.

Yiğit ise bu şaşkın tedirginliğine kahkaha atmak istedi.

 

"Sarı susamı bana bırak sen. Hiç bir şey demez. Çok iyi bir zamanlama tanışmak için."

 

Yiğitin saf samimiyet kokan sesiyle rahatladı biraz daha. Eve adım attığından beri alamadığı soluğu aldı. Geri çekilip ona şaşkın şaşkın bakan kızına döndü yüzünü.

 

"Anne?"

 

Meyra ardındaki adama bakarak fısıldadı. Sonra Süreyya'nın sarılmasını beklemeden o kollarını doladı.

 

"Meyra... Çok istedi tanışmak. Yani tanıştınız tabi ama ne olur kızma? Şimdi başka türlü tanışmayı çok istedi. Bende hep bahsettim diye çok merak etti burayı. Kızdın mı anneciğim?"

 

Meyra geriye çekilip yüzünü normalleştirerek gülümsemeye çalıştı.

 

"Hayır... Hayır kızmadım tabi ki. Şaşırdım sadece."

 

Süreyya'nın tedirgin mavileri durulup yavaş yavaş parlayınca sabırla ardında onları izleyen adama tekrar baktı.

 

Annesimden ayrılıp tokalaşmak için elini uzattı

 

"Hoş geldiniz Yavuz Bey?"

 

Meyranın elini güzel bir gülümsemeyle sıktı adam.

 

"Hoş buldum Meyra. Tekrar görüşme fırsatımız olduğu için çok mutluyum."

 

Meyra başını eğerek sessiz kalmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra Yavuz aynı şekilde Yiğit ve diğerleriyle selamlaşıp tanıştı.

 

Süreyya'nın dibine giren ve hoş geldin maksatlı sarılan Züleyha kıkır kıkır gülüyordu.

 

"Taze gelin gibi oldun Süreyya. Şu halini Ünzile de göreydi keşke. "

 

"Dizlerim titriyor Züleyha. Asil beyde çok şaşırdı. Of... Ayıp mı oldu acaba? Allah'ım kaç yaşında düştüğüm hallere bak."

 

Züleyha geriye çekilip kaşlarını çattı.

 

"Ne varmış yaşımızda? Nazlıdan utanmasam yumak gibi çocuk doğururum valla. Hem Asile ben dediydim. Sana taze bacanak geliyo, gözün aydın diye duyurdum."

 

Süreyya inler gibi "Allah'ım" dedi.

 

"Hayır Züleyha! Ne olur öyle söylemiş olma."

 

Züleyha omzunu silkip kolunu Süreyya'nın koluna geçirdi.

 

"Valla da dedim. Niye demiyomuşum? Bacanak sayılıyolar. Hayırlı işi de uzatmaya gelmez Süreyya. Kulağına duyuruyum da ben."

 

"Gerçekten Meyra haklı Züleyha. Bekar insana tahammülün yok. Daha boşanalı bir yıl olmadı, ne der millet bana?"

 

Züleyha yine umarsızca omuzlarını silkti.

 

"Millet gündüz konuşup konuşup gece kocasının koynuna girmeyi biliyo emme! Onlara neymiş? Yiğit her bişeyini araştırmış bu adamın. Azı dişini çeken doktorun bile adını biliyoz. Öbüründe yaş tahtaya basmışın ama bunda olmaz çok şükür hiç bişey. Mis gibi gelmiş bu yaşa adam. Kimseye zararı olmamış. Herkes de pek iyi konuşuyo ardından. Güzel nasip buldun mu kimseye kaptırmadan sefasını sürecen."

 

Süreyyaya kahkaha attırdı bu tespit.

 

"Sen insanın ömrünü uzatırsın gerçekten Züleyha. Çok teşekkürler. Ben asla cesaret edemezdim böyle bir şeye tekrar heveslenmeyi."

 

Züleyha şen bir kahkaha atıp içeri yönlendirdi Süreyyayı.

Yavuz saygılı bir tavırla herkesle tanışmış, yeni bebek için göz aydınlığı sunmuş ve geçmiş olsun dileklerini dile getirmişti. Sık sık Meyraya kayan bakışlarını hızlı çekiyordu üzerinden. Süreyya ile kendi için bir hayat hayal ederken Süreyyanın en kıymetlisinin gönlünü almak istiyordu.

 

Süreyya özel hayatı hakkında çok detay vermemiş, hep temkinli davranmaya çalışmıştı ama ikisinin ortak tanıdıkları aracılığıyla duyduğu bir kaç şey kendisine şans vermede neden zorlandığını anlamasını sağlıyordu.

 

Zor bir evlilikten sonra tekrar hayatına birini almanın korkaklığı vardı kadının üzerinde. Bu konuda Yavuz şanslı biriydi. O ilk eşiyle gayet medeni şekilde ayrılmış ve ortak kızları konusunda da hiç sıkıntı yaşamamışlardı. Helin şu an annesiyle ve yakın zamanda kurduğu yuvasıyla Amerika'da mutlu şekilde hayatını yaşıyordu. Yirmi altı yaşında, kendi butiğini işleten genç bir kadındı. İşi aracılığıyla tanıştığı Henry ile birbirlerine aşıklardı. Yılda bir kez Türkiye'ye geliyordu kızı. Yavuz fırsat bulduğunda Amerika'ya gidip kızını ziyaret ediyordu. Kendi hayatlarını yaşarken ilişkileri kopmamıştı. Mutlu olacakları şekilde devam etmişlerdi. İlk eşi Melike de beş yıldır orda tanıştığı bir Türk'le evliydi. Kızının bahsettiğine göre de oldukça mutluydu.

Şu an kendi de yeni bir hayat heyecanı yaşıyordu. Neredeyse kırk dokuz yaşındaydı ve Süreyya onu gençlik zamanlarındaki o heyecanlı hislere sürülüyordu. Naifliği, nezaketi, çalışkanlığı, çiçeklere karşı sınırsız sevgisi, saatlerce ortak okunmuş bir kitap üzerine sohbet edebilirliği aylardır onu keyifle izlemesine neden olmuştu.

 

Bir yandan da ilk evliliğindeki adamın aptallığını sorgulamadan yapamıyordu. Böylesi bir kadından aklı başında hiç bir erkek ayrılmazdı. Gerçi onun aptallığı Yavuzun faydasına olduğu için asla sorun yapmıyordu bu detayı.

 

Sofraya oturulacağı zaman yukardaki taze anne babaya seslenilmişti. Miniş bir zamanlar Nazlıyı beklerken şimdi de kızını beklemek için odalarına gitmiş, diğerleri ise aşağı inmişti.

 

Hem her zamanki curcuna hakimdi yemek masasına hemde adı konulmayan bir tedirginlik vardı. Böyle ortamlarda bulunmayı asla sevmeyen Murat göz göze geldiği Halile sırıttı.

 

"Eee damat... Ne yapmayı planlıyorsun bundan sonra. Malum babasın artık, bez paraları da almış başını gidiyor."

 

Halil gülümseyip dudağını peçeteyle sildi.

 

"İşsizliğim gözüne bu kadar çabuk mu battı abi?"

 

Murat gibi Halilin de ona takılmasıyla uğultular hafifleyip ikisine döndü.

 

"Yok be oğlum. Ticari zekam yine kıpır kıpır. Malum aşırı donanımlı bir insan olduğunu uzun bir süre izlemiş bulunduk! Hazır potansiyel görmüşken kaptırmayalım seni diyorum. Öztürk bünyesinde yer verelim sana."

 

Halilin başını eğip selam vermesi çok manidardı.

 

"Abi asla kaçırılmayacak bir teklif bu ama başka planlarım var. Kısa sürede onları gerçekleştirmemiz lazım."

 

Züleyhaın ikisini dinlerken yemeğine devam etmesi de tam olarak orda son buldu. Gözleri iri iri açılmış Halile bakıyordu. Ona verdiği sözü hatırlatmak ister gibi gözünün ta içine bakıp ne demek istediğini açıklasın diye bekledi. Halil de zaten hemen halasına bakıp rahatlatıcı bir göz kırpışla sakin olmasını işaret etti.

 

Asil girdi bu sefer söze.

 

"Ne gibi planlar oğlum? Sorsak..."

 

"Güvenlik şirketi kuracağız abi. Donanımlı ekipler oluşturacağım. Yiğit de burada biliyorsunuz. Sanal ağda şirketlere, farklı birimlere güvenliği o sağlayacak."

 

Az çok Halilin hakkında fikir yürüten herkes bunun sadece Halil tarafından ortaya atılan bir fikir olmadığını tahmin ediyorlardı. En azından bu güvenlik şirketi görünen kısımı oluşturacaktı.

 

Züleyha neşeli bakışlarını bir Yiğite bir Halile çevirmiş sonra da Asafa bakmıştı hemen.

 

"Asaf! Asaf da sizle olacak o zaman! O da yanınız da mı çalışacak?"

 

Halilin bahsettiği durumdan henüz haberi olmayan Asaf konuşulanları dinliyordu. Bir kaç ay önce Umutun özellikle yeni korumalar yetiştirme konusunda yetersiz alanı gündeme gelmişti. Anladığı kadarıyla Güneşin ülkenin önemli şirketleri, holdingleri, bürokrat, savcı, hakim ya da millet vekilleri gibi önemli bireyleri için yetiştirdiği donanımlı koruma elemanları için yeni bir saha oluşturulacaktı. Halilin aktif görevden çekilmesiyle bu görevi ona bırakmaları Asafı hiç şaşırtmamıştı.

 

Halilin gözünün içine bakarak su içmesiyle başını "ne demek istiyorsun" der gibi yana yatırdı. Halil sonra yüzünü sorusuna cevap bekleyen Züleyhaya çevirdi.

 

"Asaf özellikle savunma sporlarında ve yakın dövüş sanatlarında çok iyi bir eğitmen olacak hala. Nazenin de işini burada yapmaya karar vermişken şirketteki yerini reddedeceğini sanmıyorum."

 

Asaf kaşlarını kaldırmış öylece bakıyordu. Dudakları da gülecek gibi kıvrıldı. Bu teklif yada rica görünümlü bir emirdi. Demek ki yeni görev tanımı buydu. Alıştığı sistemle sorgulama konusu için hiç zaman ayırmadı. Başını onaylar gibi eğip o da suyundan bir yudum aldı. Bu arada kalbi de sıcacık olmuştu. Yiğit ve Halili duyan kadının hemen adını seslenmesi ve burada olup olmayacağını sorgulaması o kadar değerliydi ki. Gözleri bu sefer mutlulukla kendine bakan yeşillere saplandı. Sahip olabileceği en güzel aileyi ona vermek için kapısını aralayıp, onu içeri alan kadına beslediği sevginin bir sınırı yoktu.

 

Züleyhanın şen sesiyle gülümsemesi genişlemişti.

 

"Amam! Essah mı? Anam nasıl güzel bi gün bu böyle? Düğünden sonra Asafla Nazenin de burda kalıyo. E zaten sizin işiniz burada olacak! Meyra bizim olalı çok oldu. Ne etsek ki? Yavuz bey sizin çiçek serasını bu taraflara mı taşısak? Süreyyayı göresim geldikçe yorulmam hiç."

 

Züleyhanın freni boşalmış kamyon gibi sıraladığı sözlerin sonunda değinilen detayla sessizlik çöktü masaya. Herkes kaşlarını kaldırmış öylece Süreyya ve Yavuza bakıyordu. Asil gülümsemesini peçeteyle ağzını silerken saklasa da Murat alenen kahkaha attı. Zeynep ve Birgülün kıkırtısıyla Züelyha ne yaptığını anca fark edebilmişti.

 

"Aman... Ben yine çok sevindim, her lafı aşure ettim ele?"

 

Mahçup mahçup Süreyyaya baktı. Tamam ortada bir durum vardı ama böyle de damdan düşer gibi masaya bırakılması tuhaf olmuştu. Yine Murat kahkaha atınca Birgül dirseğini kocasının boşluğuna geçirdi.

 

"Sus Allah aşkına Murat ya! Resmen gün doğdu sana."

 

"Çok eğlendiriyor bu aile beni kedi. Burdan çıkınca kuyumcuya uğrayalım biz unutturma. Tüm yaz düğün kovalayacak gibiyiz."

 

Tam karşı sandalyesinde oturan Yavuza göz kırpıp sırıtmıştı. Yavuzun da dudağı sağa doğru kıvrılmış, bir şekilde kendilerine gelene konu geçilmesin diye lafı atan ev sahibine baktı. Süreyya fazlasıyla seviyordu bu kadını. Gördüğü kadarıyla oldukça samimi ve doğaldı. Yavuzu uzun zamandır tanıyormuş gibi ağırlamaya çalışmıştı.

 

"Serayı taşımak pek kolay olmaz Züleyha hanım. Ama Süreyya istediği an misafiriniz oluruz ya da İzmirde keyifle ağırlarız sizi."

 

Meyra annesi ve kendi adına rahatlıkla konuşan adama öylece baktı. Ne hissedeceğini bilmiyordu. Yetişkin biriydi. Annesi bu kadar gençken tabiki hayata küsüp içine kapansın istemezdi ama annesi için öyle yıpratıcı bir evlilikten sonra tedirginliği üzerinden atamıyordu. Yeni bir hezeyan annesini yani dolayısıyla Meyrayı mahvederdi.

 

Kafasının içinde susmayan sesler yüzünden hiç bir konuşmaya ortak olamıyordu. Yiğitin yanında sürekli tabağına bir şryler bırakarak, geçen günkü yüzüne vurduğu odunluğu telefi etmeye çalışmasına bile konsantre olamıyordu.

 

Meyra için asla önemli değildi ama dayıları gibi bir gerçek daha vardı. Kötü düşünmek istemese de aklı hep yeni bir hatadan nasıl zararsız kurtulurlar planlaması yapmadan duramıyordu.

 

İlişkilerinin olduğunu ortada yaşamaya başladıklarına göre sandığından da daha çok bağlanmıştı annesi adama. Said dayısının sesi kulağında çınladı sanki.

 

İstemsiz herkesin bakışları Meyraya değsede kimseye bakmayan kız yemeğini yiyormuş gibi yapmayı bırakmadı.

 

Züleyha da konu değişsin diye bu sefer Nazenine dikti gözünü.

 

"Sen ne yaptın kara kızım? Konuştunız ele Ünzileyle. Ben adam akıllı arıyacağım akşam. Hale yola koyak sizin işi de."

 

Nazenin başını sallayıp kaçamak bakışlarla Asafa bakmıştı.

 

"Biz de çok detaylı konuşamadık Züleyha abla. Bu konuda sizin yol göstermeniz gerekiyor bize. Biliyorsun durumları..."

 

Züleyha -cık -cık sesler çıkarıp ağzına hızla bir sarma attı.

 

"Bilmem mi yavrum? Upraşıyo bakalım! Amasya taze kaynananın yolduğu büyük yengeyi konuşsun diye ha bire alnımdan kaşıyo."

 

Nazenin mahçup olsa da Meyra ve Nazlı Züleyhanın hırslı sesine gülümsemişlerdi.

 

"Çocuklar... Bir tarih var mı sizin aklınız da evlilik için?"

 

Süreyyanın da dahil olduğu konuşmayla Asaf ve Nazenin anlık göz göze gelmişlerdi.

 

"Hemen olsun!"

 

Asaf boşbulunup konulunca tüm gözler üzerine dikildi. Bunu söylemeyecekti. Kesinlikle ayarları bozuluyordu artık.

 

"Yani yakın zamanda olursa iyi olacak gibi Süreyya abla. Uzamın olması hoş karşılanmıyor dede tarafından."

 

Sesini temizleyip daha usturuplu bir tonda yaptı açıklamasını. Asaf derdini anlatırken Muratın kahkahası yine duyuldu.

 

"Murat Allah aşkına ama ya!"

 

Birgül kesin bir densizlik yapacağını bildiği için önden kesmek istemişti Muratın sözünü.

 

"Kedim ne dedim ben şimdi?"

 

Asile bakıl gözlerini irice açtı.

 

"Bir şey mi dedim Asil? Çocuk tüm iyi niyetiyle aile büyüklerinin derdine dermen olmaya çalışıyor. Taktir ettim heyecanını."

 

Sonra Asafa pis bir sırıtış atıp Birgüle göz kırptı.

 

"Empati yapma konusunda benden iyisini bulamaz Asaf sonuçta."

 

Züleyha da kıkırdadı bu yoruma.

 

"Bak burda haklı eniştem Birgül. Şu masada Asafı anlayacak tek insan evladı Murat enişte."

 

Sonra utandıpı her halinden belli olan Nazenin ve Asafa bakıp daha büyük bir gülümsemeyle devam etti konuşmasına.

 

"Bak şu masaya. Asille üç günde nikahlandıydık. Halili hiç demiyom bile. Yiğit eli kulağında. Parmağında yüzük bekle ki sıra kendine gelsin diye aylar deviren tek sübyan Asaf oldu."

 

Züleyha bir şey aklına gelmiş gibi tekrar Asafa baktı kaşları hafif çatık bir ifadeyle.

 

"Kuzum sen düz taban değilsin. Acaba diyom bilmeden Murat eniştenin yarım kalan suyunu içmiş olabilin mi?"

 

Asaf üzerlerine dönen makaradan bir miktar utansa da keyfi de yerindeydi. Üstelik ne kadar zorluklardan geçmiş olsalar da içindeki hevesi büyütecek görüntüler kalbindeki coşkuyu artırıyordu. Halilin omzunda yatan bebek onun içine bambaşka bahçeler kurma isteği veriyordu.

 

Asaf da tıpkı Halil gibi baba olmak nasıl bir şey bilmezdi. Ama ne yaparsa kötü olur birinci elden öğrenmişti. Eğer bir gün baba olursa ne yapmaması gerektiğini çok iyi biliyordu.

 

Yemek bitiminde Nazlı odasına, kızının yanına gitmek istedi. Uyandırıp emzirmesi gerekiyordu. Halil de hemen peşine takıldı. Büyükler oturup sohbet ederken Yiğit Meyranın eline parmaklarını dolayıp hiç bir şey söylemeden ayaklanmasını ve yürümesini sağladı.

 

"Yiğit! Nereye gidiyoruz?"

 

Yiğit merdivenleri çıkıp kendi odasına ilerlemeye başladığında soru sormayı bıraktı Meyra. İçeri girdiklerinde Yipit kapıyı kapatmış ona öylece bakan kıza gözlerini kısarak bakmıştı.

 

"Şimdi asıl meseleye gelelim yer biti Meyra. Ne bu senin durgunluğun?"

 

Meyra omuzlarını silkti.

 

"Yok bir şeyim. Oturuyorum işte."

 

Yiğit üzerine doğru iki adım attı. Meyranın başı geriye doğru kaykıldı.

 

"Sorun da bu ya. Sen uzun zaman susmazsın sarı papatyam. Ne oldu hadi konuşalım."

 

Meyranın dudağı büküldü. Ona ne olduğunu söylemeye gücü yoktu. Hüzünlü hissediyordu sadece kendini.

 

"Papatyam... Meyra böyle yaparsan ben çok endişelenirim."

 

Meyra mavi gözlerini hafif dolduran bir ıslaklıkla baktı yüzüne .

 

"Bu adam... Yiğit sen araştırmışsın. Gerçekten iyi biri değil mi? Yani bak biliyorum annem yetişkin ama inan ki o çok çabuk kandırılıyor Yiğit. Herkes doğru söylüyor sanıyor. Yemin ederim onun için mutlu olmak istiyorum. Ama bu korku..."

 

Yiğit uzanıp eliniMeyranın başının ardına sardı. Göğsüne yasladığı kızı diğer koluylada sarmalamıştı.

 

"Kaç yaşından beri annelik yapıyorsun ona Meyra?"

 

Yiğitin genzine dolan çikolata notalı kokusunu derince soluyup ciğerlerini rahatlayçtmak istedi.

 

"Hep onun için tedirgin olarak mı yaşadın?"

 

Yiğitin soruları kalbini eziyordu. Soruların hiç birine net cevabı da yoktu.

Kollarını beline sarıp Yiğitin ona iyi gelmesini bekledi.

 

"Defalarca! Sayısını unuttuğum kadar çok o adam tarafından kandırıldı. Belki de kandırılmayıp göz yummayı seçti. Bir gün onu aşağılayan Gülseren yengemle çığırımdan çıktım galiba. Ayağa kalkıp bağırıp, çağırdığımı, anneme üstü kapalı hakaretlerini tam da olması gerektiği gibi yğksek sesle ona iade ettiğimi hatırlıyorum."

 

Meyra duraksadı. Burnunu çekip başını Yipitin göğsüne sürttü.

 

"Ne oldu biliyor musun Yiğit?"

 

Geriye çekilip ona anlamak ister gibi bakan adamla göz göze geldi.

 

"Sustu! İnanabiliyor musun? Susturdum onu. Sonra ne zaman annemi üzecek bir şey söylese ben kendimi bağırıp, çağırırken buldum. Çünkü onlardan daha yüksek sesle hakaret edip, kavga edersem susyorlardı. Bunu öğrendiğimden beri yaptığım tek şey bu. Bir zaman sonra insanların varlığını bile umursamadan annemi böyle korumaya devam ettim. Onlarda densizlipim, edepsizliğim ne boyutta tedirgin oldukları için benim yanımda seslerini kestiler. Bunu o adama da yaptım ama annem elimi kolumu bağladı defalarca. Kimseye evin içindeki huzursuzluğu göstermemek için her hatasını yalandan bir özürle affetti. Çünkü annem böyle sanıyor Yiğit. Levent Hancıyla evlenme kararı kendine aitti. Bir hata yaptı ve ömür boyu bunu ödemek zorunda diye kabullendi. Şimdi başka bir adam var karşımızda. Ama korkuyorum ben!"

 

Yiğit konuşurken kıpkırmızı olmuş yüzünde parmaklarını dolaştırdı.

 

"Yavuz beyin de kötü bir adam olmasından mı korkuyorsun?"

 

Meyra başını iki yana salladı.

 

"Benim korkum çok daha başka. "

 

Yiğit anlamadığı için kaşlarını çattı.

 

"Şimdi ikinci kez hayatına birini sokma kararı alıyor. Ama bu sefer ilkinden daha yalnız bırakacak kendini. Bu adama da kötü biri olabilir. Ben bunu kabul ediyorum kimsenin alnında iyiliği yazmıyor ki. Ama annemi de tanıyorum. Eğer bu ilişki ilerlerse ve mutsuz olursa bu sefer en çok benden saklanır o Yiğit. Derdini, sıkıntısını gizlemek için mahvolur. Ben annemin yalnız hissedeceği bir ilişkinin içerisine hapsolmasını kaldıramam. Kimsesi yok benim annemin. Ama biliyorum bu adamla evlilik yoluna giderse bile isteye bensiz de bırakacak kendini."

 

Meyra konuştukça Yiğitin kalbi onun aşkını katladı. Çocuk yaşta kavgayla kendilerini korumayı öğrenmiş bir kız çocuğu için çok doğaldı bu hisler. Bir çocuğa ner gösterirsen onu öğretirdin. Şu an ki adam olmasını halasına, eniştesine borçluydu mesela Yiğit. Eğer beş yaşıuna kadar olan hayatın içinde kalmış olsaydı bu gün olduğu kişi olacağına da zerre inancı yoktu.

 

"Sen yine sarılığını es geçip bir kaç şeyi aynı anda düşünmüşsün ama en önemli faktörü göz ardı etmişsin maviş!"

 

Yiğitin üsten üsten konuşmasıyla Meyra yine neyi kaçırdığını sorgularken buldu kendini.

 

"Neyi?"

 

"O zaman annesini korumak için çirkefleşen ve bütün bu çirkefliğiyle içimden geçen Meyra olmadığını. Eğer işler yolunda gitmezse bununla tek başına uğraşmaaycaksın sarı! Makina yağı basmış beynine bunu biraz zor işleyecek gibiyiz ama öğreneceksin. Ya seve seve..."

 

Lafını yarım bıraktığında egenin mavisi gözleri şaşkınlıkla iri iri açıldı. Tam aynı statüde bir küfür için ağzını açmışken Yiğitin iki parmağı dudaklarını kıstırır gibi bir birine basyırdı.

 

"Ya da seve seve tabiki sarı. Hayır niye celallendin hemen? Aile olduğumuz için bir sıkıntı olduğunda hepimiz müdehale ederiz. Süreyya anne kendi için böyle bir hayat planlaması yapıyorsa çocukları olarak destek oluruz ve her daim elimiz sırtında olur. Yavuz bey akıllı adam. Bu günden sonra bir yamuk yaparsa başına gelecekleri göze alamayacak kadar zeki. Yani anlayacağın boy, zeka orantısı dengesiz papatyam... Bunları yaşayarak öğreneceksin. Yaşamadan derdini yüklenip eziyet etmeyeceksin kendine. "

 

Meyranın biraz evvel endişeyle dolan gözleri bu sefer çok sıcak hatta Adanadan bile sıcak bir hisle doldu. Yiğitin sözlerinden kendine akan bu güven öyle paha biçilmezdi ki. Her an tetikte bekleyen yanı bile uykuya çekilmiş gibi yalnız bıraktı Meyrayı. İçinde kalan tek şey Yiğitin aileleyi korumak üzerine kurduğu cümlelerdi. Meyranın ailesi! Kocaman, birbirine sahip çıkan büyük ailesi. Nazlı için aylardır seferber olan ailesi. Asaf için çabalayan, zerre kadar biz bunu niye yapıyoruz demeyen muhteşem ailesi...

 

"Yiğit..."

 

Her an ağlacak gibi adını seslenmesiyle Yiğitin tebessümü büyüdü.

 

"Biliyorum bebeğim. Çok da hak veriyorum sana. Ben olsam bende bana aşık olurdum. O kadar haklısın ki."

 

Meyranın tüm duygusallığını bölen bu şımarıklığı kıkırdamasına neden oldu. Ama bir konuda çok haklıydı Yiğit danası. En kuru toprağa bile can verir, çiçek büyüttürürdü bu adam.

 

"Aptalsın! Dananın da tekisin pislik! Ama iyiki varsın Yiğit. İyiki benimle uğraşmışsın."

 

Bunu da kıkırdayarak söyledi.

 

Yiğit iki eliyle yüzünü kavrayıp, baş parmağıyla yumuşak tenini okşadı. Olabildiğine yaklaştı Meyranın yüzüne.

 

"Gözlüğümü çıkarsana sarı."

 

Meyra çipil gözlerin ışıltısından kopup neden diyemedi.

 

"Seni öpeceğim ve aramıza engel diye girmemeli. Şimdi gözlüğümü çıkar Meyra."

 

Dudakları kupkuru olmuştu. Sanki çöl kuraklığı sarmıştı ağzının içini. Dili alt dudağını süpürürken Yiğit dudaklarına kapandı. Meyranın gözleri kapandığında eli de bilinçsizce Yiğitin komutuna uymuş ve gözlüğünü gözünden çıkarıp nereye düşürdüğünü bilmeden elinden kaymasına izin vermişti.

 

Bir kaç öpüşme hikayeleri vardı. Özellikle ilk öpücüklerini Meyra asla unutmayacaktı ama bu...

 

Yiğitin ilk kez bu kadar salgırgan ve tutkuyla ağzını istila edişini tadımlıyordu. Dili ağzının içine kaymış, kendi diline dolanmış ve Meyraya nefes almayı unutturacak bir his bahşediyordu. Sanki uzaklaşır korkusuyla saçlarını avcuyla kavrayıp yüzünü sabit tutmasına neden oldu Yiğit. Diğer eli beline dolanınca bedeni yükselmişti. Meyra can haliyle kollarını boynuna dolamıştı. Saniyelik dudaklarından kopan adam, bacaklarını belime dola diye oldukça net bir emir vermişti. Evet bu bir emirdi çünkü Meyra hiç bir zaman Yiğitin bu kadar keskin, sesini kullandığını duymamıştı.

 

Parmakları saçlarının arasına karışıp, okşarken Yiğitin dediğini yaptı. Bir bacağı beline dolandığında Yiğit kalçasını kavramış ve kucağına çıkması için ona yardım etmişti. Sırtı hesapsız bir sertlikle duvara çarptığında ikisinin de ağzından inleme fırladı. Yiğitin bir eli saçlarını sızlatacak kadar çekip başını geriye yatırdığında kısık çığlığı odada yankılandı. Boynu ortaya çıktığında köprücük kemiğinden çene hattına kadar dili kayarak ıslak bir yol çizmişti.

 

Meyranın tüm tüylerini acı verecek kadar sızlatan bir his teninde gezip, kasıklarında sancı olarak kilitlendi.

 

"Yiğit..."

 

Nefes nefese adını inlediğinde çenesi Yiğitin dişleriyle kıstırılmış oldu. Isırılan yer dilinin okşayışıyla sızısından arındırıldı.

 

"Diğer bacağın Meyra...Onu da belime dola."

 

Öylece yerden bir kaç santim yüksekte kalan bacağını bedeninde bulduğu son güç kırıntısıyla beline kenetledi. Yiğitin saçlarını kavramış parmakları açılıp elinin sıcaklığıyla yakarak boynundan aşağı kaymaya başladı. Üzerindeki kalın askılı tişörtün askısını baş parmağına takarak omzundan düşürmüştü bu okşayış. Meyra elinin izlediği yolu anladığında aldığı solukta boğulacak hale geldi. Düşen askının peşine sürtünerek kayan el, yakasının da iyice açılmasını sağlamıştı.Sutyeninin üzerinden göğsünün kavranmasıyla Yiğitin dudaklarından kendini kurtarıp başını duvara yasladı. Teninde gezmeye başlayan dudaklara senkronize bir şekilde eli de eşlik ediyordu. Bu hayatı boyunca hissettiği en tarif edilmez his olabilirdi.

 

Ne olduğunu anlayamadan sutyenin de aşağı çekilmesiyle sağ göğsü ortaya serilmiş oldu. Yiğitin kulağının altına dilini sürtmesiyle kendisinden çıktığına inanamayacağı kadar arzulu bir inleyiş fırladı genzinden. Göğsünün ucunu parmaklarıyla kıstırıp okşarken, dili de boynunu okşayarak emiyordu.

 

"Yiğit... Yiğit lütfen..."

 

Meyranın inleyişi o an Yiğitin alt bedenini kendine sertçe bastırmasına neden olmuştu. Keten, kargo pantolondan oldukça hissedilir hale gelmiş sertliği acı verici bir baskıyla tekrar bacaklarının arasına sürtündü.

 

Meyra tekrar çığlık atacak kadar bilincini kaybedecekken Yiğitin dudakları ağzına örtüldü. Sadece öpmüyor, ısırıp emerek öpücüğün şiddetini büyütüyordu. Meyra saçlarına asılarak acı verdiğinin bile farkında değildi şu an. İstediği tek şey bacaklarının arasında onu küle çeviren bu hissin biran evvel istediğine ulaşmasıydı.

 

"Ne olur? Ne olur lütfen..."

 

Yalvarır gibi çıkan sesi Yiğitin hareketlerini hızlandırdı. Sürtündükçe Meyranın pantolonu acı veriyordu ama talep ettiği zevk o kadar yoğundu ki zerre kadar umurunda olmadı. Yüksek sesle söylense asla kabul etmeyeceği bir şeyi yapmak için bilinçsiz elleri saçlarından ayrılıp Yiğitin göğsüne aşağı kaymaya başladı. İkisinin arasındaki dar aralıktan sol eli kemer çizgisine ulaştığında Yiğit kapıldığı şehvet deryasından uyanır gibi çıkıp gözlerini araladı. Meyranın denizleri yanıyordu. Yutkunurken adem elması hareket etti.

 

"Meyra..."

 

Mavi bir deniz gerçekten alev almış gibi lav saçıyordu.

 

"Dur... Durmalıyız Meyra."

 

Karşısındaki kızın duyduğuyla sertleşen bakışları ve çatılan kaşları onu gerçek dünyaya fırlattı. Kucağındi kızı kaydırarak yere indirdi. Dengede durması için omuzlarını kavradı bir süre.

 

"Ne... Sen! Ama..."

 

Meyra ne olduğunu anlamadan kendinden uzaklaşan adamla kalakaldı. Tek istediği şey canını yakan bu hissin ondan alınmasıydı. Neden Yiğit uzaklaşmıştı?"

"Ne oldu? Ben... Ben yanlış bir şey mi yaptım?"

 

Üzerine çöken utançla neredeyse ağlayacaktı. Yiğitin başını iki yana hızla sallaması ve kendinden iki adım uzaklaşmasıyla daha kötü hissetti.

 

"Yiğit! Bir şey mi yaptım?"

 

Yiğit soluk soluğa ellerini diz kapaklarına yaslayıp öne doğru eğilmiş ve nefeslenmeye devam etmişti. Kilometrelerce koşmuş gibi hızlı nefes alıyordu. Kendini az toparladığında bedenini düzeltip çatık kaşlarıyla karşısındaki kıza baktı.

 

"Sana zerre kadar güvenmiyorum yer biti!"

 

Vurgun yemiş gibi oldu Meyra. Neler olduğunu anlayamıyordu. Ağzını açıp soru bile soramayacak kadar afallamıştı.

 

"Evlenmeden olmaz Meyra!"

 

Gözlerini kırpıştırdı ve ne duyduğundan emin olmak için, içinden dört kez tekrarladı.

 

"Ne?"

 

Yiğit asık yüzüyle işaret parmağını uzatmış Meyraya doğru sallamıştı.

 

"Evlenmeden olmaz kızım neyini anlamıyorsun? Sana güvenmiyorum! Kullanıp kullanıp ortada bırakırsın sen beni!"

 

Ağzı şaşkınlıkla aralandı. Yiğit şu an ki ifadesine normal zamanda olsa saatlerce gülerdi.

 

"Sen! Sen ne diyorsun gerizekalı?"

 

Git gide şiddetlenen sesiyle Meyra kendine gelemeye başlamıştı. Biraz evvel arzuyla yanan denizlere şimdi öfkeli dalgalar hakimdi.

 

"Ağzına sıçtığım! Sen ne diyorsun lan?"

 

Yiğit bilmiş bir ifadeyle başını salladı hırsla.

 

"Hah bak bunu diyorum! Sen kesin benim ağzıma sıçarsın işin bitince. Evlenmeden yok sana sevişmek falan!"

 

Şu an yaşadığı şeye inanamıyordu Meyra. Böyle bir şeyle itham edileceğini bin yıl düşünse aklına getirmezdi.

 

"Hiç bakma bana öyle! Evleneceğiz önce sarı sincap. Görmüyor muyum ben evlilik meselesi ne zaman dillendirilse sesini kestiğini? Yemezler kızım! Ben öyle kullanılıp atılacak adam değilim. Basacaksın nikahı sonra neremi istersen oramı kullan!"

 

"Aman Allahım! Sen! Sen kafayı yemişsin!"

 

"Hiç söylenme. Amasyadan döner denmez evleneceğiz! Yeter bu kadar mesajlaştığımız. Biraz da masajlaşma dönemine geçelim. Ayrıca Nazlı bende travma oldu. Evlenmeden hamile kalırsın falan! Mahveder halam bizi."

 

Bu konuşmaların yaşandığına gerçekten inanamıyordu Meyra. Suçlandığı şeyi birine söylese saatlerce gülerdi.

 

"Allahın belası! Bırak da onları ben düşüneyim değil mi ya? İnanamıyorum sana davar! Namusuna göz dikmişim gibi davranıyorsun resmen! Tecavüzle suçla hadi beni bir de!"

 

Yiğit omuzlarını silkti.

 

"Gördün neler kaçırdığını. Nazlanmada bas nikahı bana. Bak nasıl kolay kucağımda evirip çeviriyorum seni niye mahrum bırakıyorsun kendini benden!"

 

Meyra hırslı hırslı soluklar alıp dağılmış üstünü, saçlarını düzeltmeye başladı.

 

"Sen tam bir ruh hastasısın pislik! Güvenmiyormuş bana! Senin gelmişini geçmişini sikmek vardı da yeri burası değil."

 

Yiğit de dağılıp, alnına düşen saçlarını parmaklarıyla düzenledi. Gözlüğünün nereye düştüğüne bakınırken Meyranın son lafıyla başını ona kaldırmıştı.

 

"Gelmişimi geçmişimi yapacağına nikah kıy beni geçir elinden!"

 

"Aptal!"

 

Meyra içinde yanan hırsı bastırmak için şu an sadece Yiğite saldırmak ve o kıpçık gözlerini yerinden sökmek istiyordu. Yiğitin odanın içindeki kapıya yöneldiğini görünce kaşları daha da çatıldı.

 

"Nereye gidiyorsun pislik? "

 

Cırlar gibi çıkan sesiyle aynı şekilde kaşları çatılmış Yiğit ona baktı.

 

"Aşağı in Meyra! Bende yanan yerlerimi serinleteyim!"

 

Meyra duyduğuyla gözlerini iri iri açmıştı. Yiğit tamamen ona dönerek pantolonunun önünü işaret etti. Keten pantolonun asla saklanmasına yardımcı olmadığı görüntüyle yutkundu.

 

"Gördüğün üzere insan içine çıkacak halim kalmadı. Malum senin de beni oyalamayı bırakıp evlenmen hiç gündeminde değil! Gidip derdime yine kendim derman olayım!"

 

Sonra doğru biraz azarlar gibi çıkmıştı sesi. Ama banyo kapısı açılıp oldukça şiddetli çarpıldığında onun sadece azarlama değil bariz bağırma olduğuna karar verdi Meyra.

 

Ne yapmasını gerektiğini idrak edemeyecek kadar şoktaydı. Bir banyo kapısına bir de odanın çıkış kapısına baktı kaldı. Hayatı boyunca hiç bir kızın başına gelemeyecek bir şeyle suçlanmıştı biraz evvel ama sinirleri hafifledikçe de kahkaha atası geliyordu.

 

Resmen Yiğit onu namusunu kirletip ortada bırakma ihtimaliyle yargılamıştı. Meyra okuldan kızların anlattıklarını düşündükçe kıkırtıları daha sesli bir hal aldı. Kaç tane arkadaşı birliktelik yaşadıktan sonra biten ilişkilerini çoğu zaman sinir ve üzüntüyle anlatmıştı.

 

Şu an başına gelen şey tam olarak küfür ettikleri erkek arkadaşlarının itham edildiği suçtu.

 

"Evlenmeden olmaz dedi manyak!"

 

Kıkırtısı kahkahaya dönüştüğünde banyodan böğürtü gibi bir ses yükseldi.

 

"BENİ DÜŞÜRDÜĞÜN ŞU DURUMDAN UTANACAĞINA GÜLÜYOR MUSUN SARI DİKEN!!!!!!!"

 

Meyra kahkahasını kesmeden kendini odadan dışarı atıp elini yüzünü yıkamak için ortak banyoyu kullandı. Yüzü domates kadar kızarmıştı. Dudakları da dikkat çekerdi böyle. Biraz soğuk suyla ferahlamaya çalışıp çıktı banyodan. Yiğit aklına geldikçe kahkaha atmak istiyordu.

 

Salona girdiği zaman Nazlının annesiyle Güneşi sevdiğini gördü. Yüzüne ölçülü bir gülümseme oturtup salonda gözlerini gezdirdi. Erkekler oturma gurubunda Muratın anlattığı bir şeyi dinliyordu. Halilin gözü Nazlının ve kızının üzerindeydi. Ayakta kızını sağa sola sallayan boncuğu izlerken her an fırlayacakmış gibi tetikte duruşu neredeyse kahkaha attıracaktı ona. Yüzünde dalga geçer bir ifade oluştu. Halille göz göze geldiğinde sırıtması büyüdü. Gurur gerçekten haklıydı. Görmemişliklerini bu kadar belli ediyor olmaları aşırı komikti.

 

Yürüyüp Nazlıya yaklaştı.

 

"Uyanık mı bu sefer? Ay Allah için bu nasıl bir şey çıktı ya?"

 

Nazlı yüzünde kocaman bir gülümseme başını kızından kaldırdı.

 

"Uyanık uyanık. Ama Bak şu tatlılığa teyzesi. Bir bak benim miniğimin güzelliğine."

 

Meyra yaklaşıp açıktaki ince parmakları dudaklarıyla kıstırdı.

 

"Becerebildi mi ev kobrası gaz çıkarmayı? Sağı solu uçurmaya benzemez böyle işler. Gönlünü yapabildi mi kızının?"

 

Nazlı onları izleyen Halile bakıp kıkırdadı.

 

"Pek olmadı sanki. Sırtı acır diye pıt pıt yapamıyor ki. Ay Meyra çok tatlı, görmelisin. Nefesini dinliyor sürekli. Bu kadar güzel bir baba olacağını hayal bile edemezdim."

 

Meyra minik minik öptüğü parmakalardan bakışlarını kaldırıp tersçe Nazlıya baktı.

 

"Küstün en son! Yüzüne bile bakmayacağım diye şov yapıyordun."

 

Nazlı tekrar onları izleyen adama bakıp, başını yana yatırdı.

 

"Ama yazık Meyra. Neler çekti kim bilir bizsiz? Şimdi gözümün içine bakıyor azıcık yakın davranayım diye. Zaten yanımızda olamadı diye nasıl vicdan azabı çekiyor. Dün gece uyudum sanıp sürekli özür diledi biliyor musun?"

 

Meyra ters bakışlarını çekmedi Nazlıdan.

 

"O zaman bizden ne istedin pislik?Sürekli Halile sinirlenip, dart tahtası olarak bizi kullandın! Adını anmadığın bir kadına ettiğin küfürleri ben alamıyorum ağzıma."

 

Nazlı tek omzunu silkip kızının minik kafasına burnunu sürttü.

 

"Mecbur kalmış, napsın? Bize erken gelebilmek için kurmacaymış onlar. Hem Teyzesin sen. Bonus olarak da yenge. Sorumluluklarından şikayet edemezsin. "

 

Meyra bir şey diyecekti ama minik bir bebeğin yanında küfür edilmeyeceğini bilecek kadar şuuru yerindeydi. Geçip annesinin yanına oturunca, annesinin dizindeki eline parmakalarını geçirdi. Başını da annesinin omzuna bıraktı.

 

"Annem..."

 

Süreyya omzundaki kızına kendi başını yaslayıp elini daha sıkı kavradı.

 

"Meyram... Kızdın mı bana bebeğim? Sana sormadan getirdim onu diye..."

 

Meyra başını kaldırıp tatlı bir tebessümle baktı annesine.

 

"Hayır tabiki anne. Neden kızayım? Hem süper bir zamanlama olmuş."

 

Gözü koltuklarda oturan erkek gurubuna takıldı. Şimdi de ne anlatıyorsa Yavuz Bey konuşuyor Asil abisi ve Gurur da söylediklerine eşlik ediyordu.

 

"Asil abi sevmiş görünüyor. Yavuz abi de halinden memnun. Güzel düşünmüşsün."

 

Süreyya, Meyranın Yavuzdan için abi demesiyle yüzünde çiçek açar gibi bir gülümsemeye kavuştu.

 

O kadar tedirgindi ki gelirken Meyra tek bir lafla içindeki tüm o korkuyu almış oldu.

 

"Seni tanımayı o kadar çok istiyor ki. Hep anlattım ben ya merak ediyor."

 

Meyra anlayışlı ifadesini hiç bozmadı.

 

"Tanışırız tabiki annecim. Görünen o ki seni çok mutlu ediyor."

 

Süreyya kaçamak bir bakış attığında Yavuzla göz göze gelmişti. Adamın ona gülümseyerek bakması kalbini hızla çarpmasına neden oldu.

 

"Beraber iki şehrin hikayesini okuduk Meyra. Günlerce her sahnesi hakkında konuştuk. Bana kitabın hissettirdiği her şeyi anlattırdı. Dinledi..."

 

Süreyya ellerine bakan gözlerini sukunetle kendini dinleyen kızına çevirdi.

 

"Ne kadar konuşursam konuşayım dinledi. Yeter sus demedi. Saçma sapan şeyleri bırak artık diye terslemedi. Eşlik etti benim cümlelerime. Nasıl desem..."

 

Süreyyanın yarım bıraktığını Meyra tamamladı.

 

"Değer verdi... Söylediğin her şeye değer verdi değil mi anne? Sevdiğin bir şeyi yaparken eşlik etti. Bazende sen söylemeden demek istediğini anladı."

 

Süreyya başını salladı hemen. Meyrayla öylece birbirlerine bakarken önlerindeki orta sehbasına bırakılan tepsiyle sıçrar gibi düşüncelerinden kurtuldular.

 

Züleyha, Nazeninle beraber çayları ve atıştırmalıkları getirip bırakmıştı.

 

"Meyra... Kuzum Yiğit nerde?"

 

Meyra Yiğitin nerde olduğunu ve ne yaptığını hatırlayınca yüzünü ateş bastı.

 

"Şey... Telefonu çaldı sanırım gitti. Bilmiyorum ki ben iki dakika durdum yanında hemen geldim."

 

Züleyha kaşlarını çatar gibi bakıp başını salladı. Sonra da muzip gülüşünü dudaklarına oturtup Meyraya göz kırptı.

 

"Kız senin cici baba pek efendi. Hemenden de insan içine yakıştı bak. Çok beğendim valla kocamın yeni bacanağını."

 

Meyra kaşı gözü oynayarak kendine sataşan kadına kıkırdayarak cevap verdi.

 

"Zülüş ne yapacağız senin bu evlilik merakını?"

 

Ortadan kendi bardağını alıp geriye çekilen kadın hiç laf söylenmemiş gibi çayından bir yudum aldı.

 

"Canım sıkılıyo Meyra. Hepiniz ağır kanlının tekisiniz. Sizi beklemeyi gözüm kesmiyo."

 

Nazlı kucağındaki kızını Halile verip yanlarına geçip oturdu dikkat ederek. Çok ayakta kalmadığı sürece gayet iyi hissediyordu kendini.

 

"Ne konuşuyorsunuz hanımlar?"

 

Nazenin Nazlıya çayını uzatıp diğer tarafına oturdu.

 

"Züleyha ablanın ardı kesilmez düğün planlamalarını Nazlı kuşum. Süreyya abla hedefinde şu an."

 

Nazlı kıkırdayıp annesine baktı.

 

"Asla affetmez ve asla ıskalamaz. Hayırlı olsun Meyroş. Yavuz Bey gayet karizmatik bir cici baba olacak sana."

 

Züleyha ortadaki minik keklerden birini Nazlıya uzatıp diğerini ağzına attı.

 

"Öbür kıl kuyruğa bin basar."

 

Sonra başka bir şey aklına gelmiş gibi Süreyyaya baktı.

 

"Sahi ne oldu o iş Süreyya? Duydun mu başka bişeyler?"

 

Süreyya arkalarında kalan erkeklere göz atıp öne doğru eğildi. Meyra neden bahsettiklerini anlamamıştı.

 

"Tam emin değilim ama duydum bir şeyler. Mahkemeye kadar tutuklu yargılanacakmış."

 

Züleyhanın kalkan kaşları ve hiç bir şey anlamayan kızların boş bakışlarıyla Süreyya alt dudağını ısırdı.

 

"Ne oluyor? Kimden bahsediyorsunuz?"

 

Meyranın sorusuyla Süreyya bakışlarını kaçırdı. Züleyha da sinirli bir nefes aldı ama siniri başka bir şeye gibiydi.

 

"Aman kim olacak ananın eskisinden bahsediyoz. Ettiğini çektiriyomuş Allah da ne oldu merak ettim."

 

Meyra hiç bir şey anlamadığı için kaşları çatılmış annesine baktı.

 

"Anne?"

 

Süreyya gözlerini kaçırıyordu. O kadar mahçuptu ki Meyraya hiç bir şey söyleyememişti. Zaten Nazlının durumu Meyrayı üzerken kendi açtığı derdi kızına yükleyememişti.

 

"Anne ne oluyor?"

 

"Özür dilerim Meyra..."

 

Mırıldayan annesiyle kalbi kasıldı.

 

"Anne ne oldu söyle lütfen?"

 

Meyranın panik sıçramış sesiyle Züleyha müdehale etti hemen

 

"Kız yok bişey! Korkma hemen. Baban demeye dilimin varmadığı adam zamanında Süreyyaya bi kağıt imzalatmış. Üstüne de şirket mi açmış ne etmiş o imzayla."

 

Meyranın dehşetle aralanan gözleriyle Züleyha elini kaldırdı.

 

"Hemen korkma annem yok bişey. Halledildi çok şükür. "

 

Meyra tekrar annesine döndü.

 

"Anne ne oldu? Allah aşkına ne oldu söylesene?"

 

"Meyram... Annecim sanırım yasal olmayan bir şeyler yapmış Levent. Maliye hesaplarını incelemeye falan almış. Kazdıkça başka pislikler çıkmış altından. Tabi bu arada benim adıma açtığı şirket de ortaya çıkınca..."

 

Meyranın korku bulanmış gözlerinden kaçırdı bakışlarını.

 

"Anne..."

 

"İnan bir şey olmadı bebeğim. İfadeye çağırıldım emniyete. Ben durumu anlattım tabi ama o adam şirketin bana ait olduğunu söyleyince..."

 

"Sen! Nasıl ifadeye çağırıldın? Sana da mı sıçrayacak pisliği?"

 

Süreyya iki yana salladı başıno hızlı hızlı.

 

"Hayır hayır inan olmadı bir şey. Ben çok korktum ama Yavuz yanımdaydı. Sonra ben be yapacağımı bilemediğimden o korkuyla Züleyhayı aramak istedim. Abimler duyarsa diye çok paniklemiştim. Yarım saat olmadı ki emniyette biri yanıma geldi. Yiğitin tanıdığıymış, komiserdi sanırım. Leventi tekrar ifadeye aldılar. Biz o gece mecburen emniyette kaldık ama nezaret falan değil. Sonra Levent ifadesini değiştirmiş. Kendinin yaptığını, imzanın aslında şirket için alınmadığını itiraf etmiş. Bende ifademi imzalayınca çıktım. Meyra İzmir çalkalandı. Kaç tane adamın parasını gününden önce kendi için kullanıyormuş."

 

Meyra duyduklarına nasıl tepki vereceğini anlayamadı bile. Bunları yaşarken onlar ne yapmıştı?"

 

"Anne ben..."

 

"Bebeğim okuldaydın o zaman. Mezuniyetten üç hafta önce. Tam final zamanıydı. İnan saklamak istemedim ama dönemin uzardı Meyra. Gelmek isterdin."

 

Öyle yapardı. Sınavlara girmez, İzmire koşardı.

 

"Hiç bir şey olmadı bebeğim."

 

"Da-dayımlar?"

 

Züleyhanın diliyle dişi arasında "yavşaklar" dediğini işitti. Başı hızla Züleyhaya çevrildiğinde yeşil gözlerinin alev alev yandığını, hırsla ağzına kek tıktığını gördü.

 

"Bilmiyor musun bebeğim sen dayınları? Herkese biz yanlış şeyler yaptığından şüphelenince kaldırıp attık ailemizden diye söylenti yaydılar. Yengen katıldığı arkadaş gezmelerinde Said ve Selim ağabeyimin hemen o adamı boşayacaksın dediğini anlatıp hava atıyormuş. Akıllarınca suçlu olma ihtimaline bile tahammül edemeyecek kadar onurlu bir aile profili oluşturuyorlar."

 

Meyra alt dudağını ısırmış, dünyadan bir haber yaşayışına baktı. Süreyyanın gözleri şefkatle kısıldı. Kızının ellerini kavrayıp kucağına çekti.

 

"Korkma bebeğim. Hiç bir sıkıntımız yok bizim. İnan yok. Yiğit sayesinde arkadaşı o kadar yardım etti ki... Yavuzun avukatı bile şaşırdı bizim bu kadar kolay kurtulmamıza."

 

Süreyya bu sefer büyük bir minnetle Züleyhaya bakmıştı.

 

"Hızır gibi yetiştiniz Züleyha. Tek başına altından kalkamayacağım bir yükü tüy gibi aldınız üstümden."

 

Züleyha da tebessüm etti hemen.

 

"Aile arasında olur mu böyle şeylerin lafı Süreyya? Ben kızımın, bacımın eziyet çekmesine müsade eder miyim?"

 

Sonra başka bir şey aklına gelmiş gibi kıkırdayıp öne doğru eğildi.

 

"Hem Yiğit bunu edeni ebesinin bi yerine gönderecekmiş. Kız ben oğlanı ilk kez küfür ederken duydum ya. Nasıl tuhafıma gitti. Anam kulağımda bağırtısının hasarı iki gün geçmedi. Daha da size sıçramaz o mikrop. Yiğidim valla parçalar."

 

Meyra yutkundu. Yine mi onu kurtarmıştı? Üstelik bir kere bile bahsetmemişti. Meyra aslında çok büyük bir beladan haberi bile olmadan öylece kurtulmuş muydu yani? O sırada salon kapısından içeri giren adamla göz göze geldiler.

 

Üzerini fark ederler diye değişmemişti ama saçları nemliydi. Kendine dalga geçer gibi bakmış ve göz kırpmıştı. Yanlarına gelene kadar gözlerini Yiğitin üzerinden ayıramadı.

 

Nasıl böyle biri olabilirdi? Nasıl onu sürekli büyük dertlerden kurtarıp bir kere bile yüzüne vurmazdı? Nazlıların oturduğu koltuğun kolçağına kalçasını yaslayıp, başını yana yatırıp öylece gözlerine baktı Yiğit. Sonra dudağında çekici bir gülümsemeyle Züleyhaya döndü.

 

"Hayırdır hanımlar... Gelince sustunuz, ne konuluyordunuz?"

 

Züleyha biraz evvelki hırsından tamamen arınmış bir gülümsemeyle soru soran oğluna baktı.

 

"Ne konuşak kıpçık gözlü kuzum? İşte bende Süreyya ya elim böğrümde sizin yüzükleriniz ne zaman takılır ola diye dert yanıyordum."

 

Yiğitin şen bir kahkaha atmasına sebep oldu halasının dönüp dolaşıp hep aynı konuyu önüne getirmesi.

 

"Eeee halam... Var mı bir cevap? Ne zamanmış?"

 

Halasındaki gözleri girdiği andan beri büyülenmiş gibi kendini izleyen kıza geri döndü. Bu bakışlar yukarda yaşanılanlar için olamazdı değil mi? Eğer Meyra biraz öpüştüler diye ona bu kadar büyük bir aşkla bakıyorsa evliliği beklemeden sevişme işini tekrar düşünebilirdi.

 

"He kız! Sen oyalıyon mu benim oğlumu? Gönül mü eğliyon da ne zaman konuyu açsak sesin kesiliyo!"

 

Yiğit halasından duyduklarıyla oldukça sesli bir kahkaha attı. Yukarda Meyraya söylediklerinden sonra yüzünün aldığı şekil gözünün önüne gelmişti. Şaşkın suratını ısırmadan bırakmak iradesini çok zorlamıştı.

Tekrar göz kırpıp kafasını salladı.

 

"Halama cevap vermeyecek misin yer biti?"

 

Meyranın kademe kademe artan gülümsemesi, dişlerini gösterecek kadar büyümüştü. Yiğitin çekik gözlerinden zorla bakışlarını koparıp anlık kendisinden cevap bekleyen Züleyhaya baktı ama hemen gözleri Yiğite geri döndü.

 

"Bilmiyorum Zülüş. Sabırla yeğenin evlilik teklif etsin diye bekliyorum."

 

Sonra Yiğitin yüzündeki o şaşkınlıktan daha çok keyif almış bir ifadeyle başını yana yatırdı.

 

"Eğer yeğenin benimle gönül eğlendirip, evlenmemeyi planlıyorsa bilemeyeceğim. Ben sabırla evlilik teklifi bekliyorum zira..."

 

Loading...
0%