Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Ya Geç Ortalığı İnlet Ya da Çekil Kenara Beni Seyret

@orenda

Keyifli okumalar.

 

 

 

 

 

Nazenin tuhaf bir heyecan ve kaygısız bir durgunlukla yurda girdi.

 

Üzerinde bir hafiflik vardı. Boynundaki atkının yokluğundan mı yoksa o atkının şu an olduğu yerden mi sebepti bu hafiflik bilmiyordu.

 

Ortak sohbet alanından kahkahalar geliyordu ve Meyranın sesini o kadar ses arasından ayırt edebiliyordu.

 

Nazenin Meyranın ona nasıl düşkün olduğunu çok iyi biliyordu. Okula ilk başladığı ayda ona yemekhanede yapılan zorbalığa gözü kapalı daldığı günden beri hiç şüpheye düşmemişti.

 

Birbirlerini tanımıyorlardı, sadece fakülteleri bitişik olmasından kaynaklı ortak yemekhaneyi kullanıyorlardı.

 

Nedenini hiç anlamadığı şekilde üç kız sıra beklerken taciz etmeye başlamıştı onu. İlk o zamanlar kullandığı kahkülüyle dalga geçmişlerdi. Sonra kıyafetlerinin uyumsuzluğuyla.

 

Henüz ailesinden ayrılmanın acısına alışamamıştı. Sürekli özlem duygusu yüzünden yalnız hissettiği zamanın içinde böyle hor görülmek onun naif kalbini çok kırmıştı. Gözlerinin dolmasına, dudağının titremesine engel olamamıştı. Bu, o üç kızı daha da fişekleyip, üzerine daha çok gelmelerini sağlamıştı.

 

Sonra ne olduğunu anlamadan aralarına biri girmişti.

 

Onunla eğlenen kumral kızın üzeri tablottaki yemeklere bulandı. Diğeri ona bakarken başından aşağı su şişesi boşaldı. Tam dibinde duran kızında koluna uzun tırnakları olan bir el dolanıp kenara çekilmesini sağlamıştı.

 

Sarışın, mavi gözlü, kendinden nerdeyse on santim kısa bir kız bir anda ortalığı duman etmişti.

 

Ama onu asıl dehşete düşüren kızın ağzını açması ve nefes bile almadan Nazeninin yüzünü ateşe çeviren küfürleri olmuştu.

 

Kimsede soy, sülale ve ecdat kalmamıştı. Tuhaf olansa kızın üçünü tehdit eden cümleleriyle bir anda ortadan kaybolmalarıydı.

 

Yanına iyice yaklaşıp, koluna girmiş ve ne olduğunu bile anlamadan yemeklerini alıp geçip oturmuşlardı.

 

Hayatının hiç bir zamanında bu kadar hızlı arkadaşı olmamıştı. Meyra asla susmadan okul bilgileri veriyordu. Nazeninin ilk yılı olmasına karşı Meyra hazırlık okuyup ilk dönemine başlamıştı. Ortama hakimdi, herkesi tanıyordu ve nedensizce Nazenine arka çıkıyordu. Ondan sonra tüm öğlenleri beraber yemek yiyerek geçti. Bir kaç kere ders çıkışı dışarı çıktılar.

 

Nazenin yurttaki odasında, arkadaşlarıyla sıkıntı yaşadığında ise Meyra sayesinde şu anki yurtlarına geçti. Annesinin başına bir şey gelir korkusuyla yurt değişikliğini onaylamamasında da Meyra girmişti devreye. O iki kelimesinin biri küfür olan kız öyle cümlelerle annesinin kalbini feth etmişti ki Nazenin telefonu kapatırken annesi Nazenini Meyraya emanet ediyordu.

 

Annesinin vize sonrası iki haftalık boşluklarında Meyrayı eve davet etmesine Meyra karşı çıkar zannederken bavulunu ilk o hazırlamıştı. Hatta Nazenine "Ünzileciğim birde yakından baksın bana da tapunu direk alayım Nazo" demesi kulaklarındaydı.

 

Ailesinin ne kadar evhamlı olduğunu hissettiği için tanışmaya gittiğini biliyordu Nazenin. Kızlarının arkadaşı nasıl biri görmek istiyorlardı.

 

Tuhaf olansa dünya yansa süsünden vazgeçmeyen Meyranın köydeki evlerine hızlıca uyum sağlamasıydı. İkinci günde tavuklara yem atıyordu, annesinin verdiği tülbenti saçlarına tutturmuş, hatta Meyraya yakışır bir model bile vermiş olmasıydı. Kardeşleri de bayılmıştı ona. Özellikle sarı saçları, mavi gözleri küçük iki erkek kardeşini mest etmişti. İneklerden ilk bi korkumuştu ama onlara da hemen alışmıştı. Cinsi nedeniyle çiftleştirmede kullandıkları boğaya "yaşıyorsun bu hayatı" diyecek kadar samimi bile olmuştu.

 

Ailesi çok sevmişti sarı kızlarını. Annesi her telefonda mutlaka hâlini hatrını sorar olmuştu. Nazenin gibi Meyranın da yolunu gözler olmuştu. Meyra nerde ne yapılacağını en iyi bilen kişiydi açıkcası. Yanlarındaki o deli dolu, ele avuca sığmaz kız, annesiyle gençliğin gittiği vehamet üzerine ağıt yakacak ortam bile kurmuştu.

 

Şu anda ise neden Meyra bu kadar korumacı anlıyordu. Aşk sandığı bir saçmalığın Nazenini düşürdüğü hâli üçü de en yakından görmüştü. Belki de Nazenini o kadar yaralayan ilk kez hissettiği o duyguların onu yere fırlatışı olmuştu.

 

Hiç o kadar utanmamıştı. Hiç kendini o kadar değersiz, o kadar mahçup hissetmemişti. Hâlâ insanların ona bakışları hafızasının gizli kanadındaydı. Ardından duyulması amaçlanan fısıltılar, yılan gibi tıslıyordu kulağına.

 

Onu en çok yaralayan inanmış olmasıydı ama. Aylarca peşinden koşan, aşkına istemsiz hayranlık duyduğu adama inanmış olmasıydı. İlk zamanlar her şey çok güzelken Vuralın elleri onu rahatsız edecek dokunuşlara başlamıştı. Nazenin için hiç iyi hissettirmeyen dokunuşlar.

 

Sonra bunun miktarı her geçen gün artmıştı. En son damla ise zorla onu öpüp daha fazlasını istemesiyle olmuştu. İlk öpücüğünün ondan böyle vahşice alınmış olması canını çok yakmıştı. Herkes gibi onun da o an için hayalleri vardı ve Vural herşeyi mahvetmişti. Öpücüğe dair hatırladığı tek şey dudağını kesen dişler ve ağzında hissettiği iğrenç, alkol tadıydı. Nazenin ondan uzaklaşmayı, bir şekilde artık bu ilişkiyi bitirmeyi planlarken Vural onu birlikteliğe zorlamıştı. Ne kadar korktuğunu, titrediğini hâlâ hissediyordu teni.

 

O ana kadar iki can dostuna söyleyemediği her şeyi söylemişti. Meyra çıldırmıştı! Tam anlamıyla çıldırmıştı ve daha fena olansa hep sakinlik ve aklıyla tanıdığı Nazlı da zıvanadan çıkmıştı. O güzel kahve gözlerinin sinirden kızıla döndüğünü ilk orda görmüştü Nazenin.

 

Meyra Vuralı parçalayacağı anda, o kadar kalabalığın içinde kadınlık onuruna edilen hakaretler, suçlamalarla ne yapacağını bilememişti. Onu adının bile ne olduğunu o an için bilmediği bir şeyle etiketlemişti. Bir anda koca fakülte için "frijit Nazenin" olmuştu. İnternetten anlamına bakana kadar ona ne yaptıklarını anlamamıştı bile.

 

Meyra onu herkese rezil edene kadar konu bir şekilde Nazenin oluyordu. Neyseki insanlar daha iştah kabartıcı bir dedikodu duyunca diğerini unutuyorlardı.

 

O sırada asla konusu geçmeyen bir şey daha olmuştu. Vural bir süre yüzü perişan bir halde gezmişti ortalarda. Yüzünün dağılma zamanı Nazlının kuzeni Yiğit ve kardeşi Gururun onu ziyaret için geldiği zamana denk gelmesi hep dikkatini çekmişti. Ama Nazlı o kadar umursamazdı ki bu konuda bir ilgisi olup olamayacağını sormaya cesaret edememişti.

 

Kapıya yaslanıp oturma alanında kahkahalarla gülen kzları izledi. Meyra ne anlatıyorsa herkes yerlere yatacak hâle gelmişti. Babannesinin dediği gibiydi Meyra. Dışardan çok güzel gülüyordu, içindeki irin görünmesin diye. Nazlı ise Halilin gelişiyle parlıyordu artık. Gözlerindeki o kırık yalnızlık kaybolmuş, yuvasını bulmuş gibiydi.

 

Hayret verici bir sadakat vardı Nazlıda. Bir insan yıllarca görmediği birini, üstelik karşılığı olmadığını düşündüğü bir aşkı böyle yaşar mıydı? Nazlı, güzelliğine kapılıp peşine düşen birine bile gözünün kenarıyla bakmamışdı?

 

Bunu canının yandığı o zamanlarda sormuştu Nazenin. Nasıl böyle birini sevebildiğini merak etmişti. Utana sıkıla ya o başkasıylaysa bile diyebilmişti.

 

Nazlının gözleri dolu dolu "mutluysa, mutlu olurum" deyişindeki teslimiyette takılı kalmıştı. "Benim kalbim ona meftun, ben sâdık kalmalıyım. Onun sadakatle bağlı olacağı bir aşkı yok ki bana karşı" deyip bir şeyi bahane etmiş, yanından kaçar gibi uzaklaşmıştı. Saklamaya çalıştığı o damlaları gizleyememişti ama.

 

Onunda hayatlarına girişi tuhaftı. Meyra nedensizce kafayı takmıştı kıza. Gördüğü her yerde izliyordu. Meyranın merakı Nazenine de sıçramıştı. İkinci dönemin ortalarında yurtlarına yerleşen kızla daha fazla dikkatleri ona yoğunlaşmıştı. Kimseyle arkadaşlık kurmuyordu. Kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Bunu nasıl başarıyordu hiç anlamadılar ama kimseyi kırmadan bir şekilde ondan uzaklaştırıyordu Nazlı. Herkese bir tehlike gözüyle bakıyordu sanki.

 

Meyra istismara uğrayı, uğramadığı için mi böyle olduğunu ne kadar zaman düşünmüştü.

 

Herkesin final haftası olduğu bir zamanda odasından gelen hıçkırma sesleriyle dayanamayıp ikisi de odaya dalmıştı.

 

Elindeki telefonu göğsüne yaslamış, dizlerinin üzerinde hıçkırarak ağlayan kızı gördüklerinde öylece kalakalmışlardı. Nazenin ailesinden birine bir şey oldu sanıp o da ağlamaya başlamıştı.

 

Nazeninin ağlaması için başka birinin göz yaşının aktığını görmesi yeterdi zaten.

 

Meyra hemen masa üzerindeki suyu uzatmış, neyi olduğunu sormuştu. Nazenin de tıpkı Nazlı gibi yanına dizlerinin üzerine çökmüş ağlamasına ortak olmuştu.

 

İç çekişlerini kontrol edemediği zamanda "göremedim" diye feryat edişi içini yakmıştı.

 

İlk kez bir insanın telefona canı gibi sarılışını ve böyle parçalanır gibi ağlayışını görüyordu Nazenin.

 

Nazlıyı biraz sakinleştirince Meyra azara başalayıp derdini sormuştu.

 

O soğuk yüzlü, kimseyi muhatap almayan kız balon gibi şişmiş gözler ve titreyen dudaklarla "çok özlemiştim ben" deyip tekrar bir ağlamanın içine girmişti.

 

Meyra zor şer ağzından üç beş kelam alabilmişti. Çok sevdiği biri vardı ve o yurtdışına gitmişti. Onu görmek için son şansını kaybetmişti. Sınavları bile umursamadan Adanaya gitmeye kalktığında ise sevdiği adamın çokdan gittiğini öğrenmişti.

 

Nazenin ilk çok anlamamıştı Nazlının böyle çok yıkılmasını. Zamanla her eline geçende Halilin sevip sevmeyeceğine dair bir yorum yapmasaydı. Bir yaprak sarmasını, Halilin nasıl iştahla yediğini anlatırken göz yaşlarına boğulmasaydı.

 

Onu aramadığı için kendi kendine küsüp sonrada "gel barıştım gel" diye kendini heba etmeseydi.

 

Meyra ve ona hastalıklı gelmişti bu aşkı. Saplantılı ve sağlıksız. Bunun ayrımını anlayabilmek için kendi kendilerine gidip osikolojideki çocuklarla bile konuşmuşlardı. Örnekler vererek durumun vehametini ölçmeye çalışmışlardı.

 

Nazlının ki saplantı değilmi!

 

Şiddetli bir bağmış onu anlamışlardı. Saplantılı aşıklar ne olursa olsun benim derleşmiş. Bir şekilde benimle olsun gerisi önemli değil diye hedefe kilitlenirlermiş. Ama Nazlı, Halil mutluysa başka bir kadının varlığını bile kabul edebiliyordu. Kendi aşkına sadakat göstemenin onun boynunun borcu olduğunu ama Halilin ona bir sözü olmadığını kabulleniyordu.

 

Meyrayla işin içinden çıkamamışlardı. Nasıl ona iyi geleceklerini düşünürken aralarındaki arkadaşlık çok derin bir hâl almaya başlamıştı.

 

Nazlı çok temkinliydi. Başlarda ikisine karşı çok kalın surları vardı. Sanki her an ondan öğrendiklerini yüzüne vuracaklarmış gibi tedirgin ve savunmada bekleyen bir asker gibi katıydı.

 

Hayatı boyunca arkadaşım diyeceği ilk kişi olmuş olmaları da tuhafına gitmişti. Anne ve babası Nazlıyı ziyarete geldiğinde Nazlı, ikisini tanıştırmıştı. O günü asla unutmazdı Nazenin. Annesinin yeşil gözlerinin nasıl dolup, parladığına şahit olmuştu. Nazlıya sarıldığı gibi bir sıcaklıkla sarılmış, hiç durmadan heyecanla konuşmuştu.

 

Hayatında görüp görebileceği en muhteşem kadındı Züleyha teyzesi. Annesi gibi merhamet kokuyordu her bir yanı. Babası ise bir erkeğin gözleriyle insanı okşayabileceğini gösteriyordu sanki. Karısına, kızına hayran bir adamdı.

 

Bu kadar zamanın içerisinde iki arkadaş edinmemişti Nazenin sadece. İki kız kardeş ve iki aile edinmişti. Meyranın babasını hiç görmese de ki görmeyi zerre kadar istemiyordu, annesi çok naif bir kadındı. Meyra güzelliğini annesinden almıştı. Sadece Meyranın parlak mavi gözlerinin aksine Süreyya teyzesinin gözleri çok yorgundu.

 

Kapıya yaslanmış kızları izlerken Nazlının gülen gözleri ona takıldı. Gülüşü daha da büyüdü.

 

"Gel Nazenin, bu şapşal yeni asistana nasıl rezil olmuş dinlemelisin. Isıl sistem tasarımından sittin sene geçemeyecek."

 

Meyranın ayılıp bayılan tipiyle o da gülümsedi.

 

"Ağzına sıçtımın şerrosu, öyle asistan mı olur? Asistan dediğin az yakışıklı olur, boylu poslu olur, göze hitap eder. Bu herifi lise dörtten alıp kürsüye koymuşlar gibiydi. Nerden bileyim ben?"

 

"Hayır ama Meyra ya. Naptın yine sen?"

 

Nazenin de geçip yanlarına sıkışarak oturdu.

 

"Anlat anlat. Hadi anlat duysun Nazenin de sıvayışını."

 

"Ahlaksız, terbiyesiz boncuk! Dost musun düşman mı lan? Arka çıksana bana. Adam unutur, korkma desene!"

 

"Yooo niye diyeyim? Herkesi unutsa 'hop koçum, lise burdan dört kilometre uzakta. Hadi çocuğum kaynak yapma' deyişini unutmaz."

 

"Kahretsin ya! Unutmaz değil mi? Şu dilimin bana yaptığı düşmanlığı kimse yapmadı. Ameliyatla aldıracağım şerefsizi."

 

Yine bir kahkaha tufanı kopmuştu. Diğer odalardan altı yedi kızda onlara eşlik ediyordu.

 

"Meyra kuşum ama biz bunu senle konuşmuştuk. Hani kimseyi görüntüsüyle yargılamayacaktık?"

 

Meyranın kahve-sarı kaşları çatılıp, gözleri mavi ateşe dönmüştü bile.

 

"Bana bak Nazo! Bu boklu boncuğun yanında benden taraf olacaksın. Diyeceksin ki anası niye emzirmemiş de, büyütmemiş? Niye protein tozuyla da olsun az kas yapıp ilkokul bebesi halinden çıkmamış? Onu da geç bunlar benim kim olduğumu anlamaz diye niye asistanım ben adlı bir dövmeyi alnına yaptırmamış?"

 

Meyra derdini anlatırken ona atılan kınayan bakışlara el hareketiyle cevap vermişti.

 

"Oh olsun sana! Uğraş dur şimdi. Adam kesin taktı kafayı sana. Geçmiş olsun yandı mezuniyet."

 

Meyra hararetle dikelip yine sövecekken Nazlının haklılık payıyla gerisin geri süngüsü düşüp, oturdu yerine.

 

"Ebemi silkecek yarım porsiyon asistan. Gelişememiş bedeninin hırsını benden alacak. Tanrılara kurban edecek beni. "

 

Nazenin teselli edecekti aslında ama yine son anda ettiği bir cümleyle tüm ciddiyetini kaybetmişti.

 

"Kız enik gibi ağlama beya. Gel hadi yalvarmalarının hatrına falına bakacam bu sefer."

 

Zara'nın kelimeleriyle herkesin bakışları ona yöneldi. Kökeni romandı Zara'nın. Esmer teni ve kahve iri gözleri çok güzeldi. Saçlarının simsiyah oluşuyla bitter çikolataya benziyordu.

 

İsmini bilmediği birinin "hani bakmıyordun, bana da bak o zaman" sözleriyle geriye doğru yaslandı karşısında ki kız.

 

"Bakmıyorum bacım da çok ağladı şuncağız be. Bakayım bitiyormu mektep. Ona baktım diye zaten uyku girmeyecek gözüme baş ağrısından hiç heveslenmen. Ha birde şu ruhsuz müsibete bakasım var malum son zamanda altın gibi ışıldıyor."

 

Nazlıya yan yan bakarak laf sokmasına Nazlı tebessüm etsede yorum yapmamıştı.

 

Meyranın heyecanıylada herkes bir anda ortadaki sehbayı kaldırıp halının üzerine bağdaş kurarak oturmuştu bile.

 

Zara odasına koşuk kemik ve taşlarını almaya gitmişti.

 

Ortamın renklenmesine sevindi Nazenin. Zira odaya çıkması demek geri almak üzere verilmiş atkıyı anlatması anlamına geliyordu.

 

Bu sefer hiç bir adımını saklamayacaktı. Geçen sefer Vuralın ona yaptığı tacizi anlayamaması tam da bu sebeptendi. Şimdi ne yaşıyorsa kız kardeş olarak bildiği bu iki kıza anlatacaktı.

 

Zaranın geri dans eder gibi gelişiyle Nazlıya baktı. Oda kendine bakıyor ve küçük bir tebessümle yüzünü izliyordu. Nazenin öpücük atıp kıkırdadı.

 

Kimse Nazlının nasıl bir deli olduğıunu bilmiyordu, şu ortamda tek gördükleri hanım bir kişilik ve hafif soğuk bir mesafeydi.

 

"Geldim geldim sarı kız kay kenara. Önce adettendir at şuraya üç beş kuruş."

 

Yine o tatlı gülüşler doldu ortalığa. Meyra da telefonunun arkasında her daim bulunan parasını çıkardı. İki yüz lira olduğunu fark edince önce bir kala kaldı. Nazlı tabiki onu vermeyeceğini biliyordu. Arka cebinden çıkardığı elli lirayı kesenin üzerine attı.

 

Zaranın kınayan bakışları Meyranın üzerindeydi.

 

"Hiç öyle bakma çingene. Hayatta az eğleneceğiz diye iki yüz liramı vermem."

 

"Pinti! Gözünü toprak doyursun be."

 

"Hadi canım hadi. Allah versin şimdi söyle bakayım ilerde dünyayı ele geçirebiliyor muyum?"

 

Zara sessizlik içinde keseyi karıştırmaya başladı. Dudakları kıpırdasa da hiç bir şey anlaşılmıyordu. Ürkütücü bir hali olmasından sebep biraz önce gülen herkes çok ciddiydi.

 

Sonra dudakları kıpırdarken Meyranın elini alıp her bir taş ve kemik parçasına dokundurdu sonra yine karıştırıp ortaya saçtı.

 

Bir kaçının yerini değiştirdi. Bir kaçına elini değdirip birden çekti ve sonunda gözlerini Meyranın merakla açılmış mavi gözlerine kenetledi.

 

"Bir kadın var. Kanınla bağlısın, acısını paylaşıyorsun. Çok narin, çok zayıf. Sırf o zayıf diye bu günkü sensin ya zaten. Kendine zayıf olma hakkı vermemişsin. Ama korkma selameti yakın. Yine sen varsın selamete giden o yolda. Dik dur, bir damla eğikliğin yıkar ikinizide."

 

"Allah belanı vermesin lanet kadın. İyi bir şey dersin diye bekliyoruz burda. "

 

"Sabırlı ol canımı sıkma! Zaten kemiklerin hepsini aynı yere toplamışın belime ağrı girdi Allahın çirkefi. Bir adam var. Zerre bir birinize uymuyonuz..."

 

"Erkek mevzularını geç. Kimsenin gönül yükünü üstlenmem ben. Eğlence dersen ha olur bak."

 

"Götünü kip tut yerden bitme sarı. Asıl eğlence sen olma. Bir birinizden zerre haz etmeyip her dalınız dolanmış etrafınıza."

 

"Dolanmamışızdır lan dolansak duramayız. Asistan diyorduk, beni unutuyormu?"

 

"Eğitim evinde sıkıntı yok. Korkma. Bu oğlana dikkat et Meyra."

 

Meyra yine gülüp umursamaz edalarla omuzlarını silkti.

 

"O kendine dikkat etsin. Aklı varsa da beni başına bela etmesin."

 

Sonrada ayaklanmıştı. Duydukları ona yeterdi. Annesiyle ilgili kısımlar zaten canını sıkmıştı daha fazla canını sıkacak şeyler duymasına lüzum yoktu.

 

Nazlı da elini yere yaslayıp, destek alarak kalkacakken Zara elini tuttu. Nazlı ne olduğunu anlamamıştı.

 

Zara gözlerinin içine dimdik bakarken avcunu açmasını sağlamıştı. Anlık avcuna bakıp geri Nazlının gözlerine tutundu. Fısıltısını ikisinden başkası duymadı.

 

"Acına sahip çık soğuk surat. Acın seni aydınlığa taşıyacak. Ona sıkı sıkı tutun..."

 

Nazlı bir anda elinin üzerindeki elden çekilip ayaklandı. Bir şey demek gelmedi içinden. Ona elini uzatan Nazeninin elini kavrayıp merdivenlere doğru yürümeye başladılar. Kızlara iyi akşamlar demeyi ihmal etmemişlerdi.

 

Merdivenlerin korkuluğundan tutan Meyranın peşinden yüksek sesle bağıran Zarayla duraksadılar.

 

"Sarı kız! O baban değil! Herşeyi unut bunu unutma!"

 

Odaya çıktıklarında üçü de sessizce yataklarına oturdular. Nazlı avucuna bakarak ettiği kelimelere, Meyra peşinden yükselen sözlere takılı kalmıştı. Nazenin ise kendine verdiği sözü tutmak için heyecanla kıvranıyordu.

 

Daha fazla geçiştirmeden ayaklanıp bir ileri iki geri adımlarla Nazlının yatağına yaklaştı. Meyra ona saldırırsa Nazlı korurdu onu.

 

"Meyra çiçeğim..."

 

Meyra tavana diktiği gözlerini ona seslenişiyle bulunduğu yerden ayırdı. Nazeninin oraya geçtiği fark etmemişti bile.

 

"Söyle nazom."

 

"Bir gelsene. Benbir şey anlatmak istiyorum size."

 

Meyra kaşlarını havalandırıp kızın ciddi ama ürkek bakışlarını irdelemeye başlamıştı bile. Kalkıp yanlarına yaklaştı. Nazlının masasındaki sandalyeyi de çekip ikisine hakim olacağı şekilde oturdu. Nazlıya bakış attığında omuzlarını silkmesinden onun da bir şey bilmediğini anlamıştı.

 

"Eeee ne kadar bekleriz daha?"

 

"Ya şimdi ne oldu biliyor musunuz?"

 

"Ne oldu?"

 

Nazlı yatağın üstündeki küçük yastığı yüzüne attığında bir an sarsıldı.

 

"Araya girme sürekli kız anlatsın. Öyle bakıp da durma geriyorsun insanı."

 

Meyra söylenecekti ama Nazlı sert sert bakıyordu.

 

"Ha şey diyordum. Hani akşam ben kahve içmeye çıktım ya sınıftakilerle. Hah işte ordan çıkınca şeyle karşılaştım."

 

"Kimle?"

 

"Asaf Beyle..."

 

Meyranın çatılan kaşları direk Nazlıya kitlenmişti. Sanki bir suç varmışda müsebbibi Nazlı gibi bakıyordu. Nazlı ise zerre etkilenmeden Nazeninin dizlerinin üzerindeki elini kavrayıp kendine bakmasını sağladı.

 

"Anlat kuşum sen. Şu sarıya da bakma. Ateş olsa bir bardak suyuma bakar."

 

"Nazlı... Ya öyle bir bakıyordu ki. Yani ne diyeceğimi bilemedim. Fularımı istedi."

 

"Fularını mı?"

 

"Yanığı tutsun diye eline sarmıştım ya mavi fularımı."

 

"E ondaymış zaten."

 

"Öyle değil. Şey dedi benim rızamla onun olsun istiyormuş .Göreve gidecekmiş nazlı kuşum. Ya bilmiyorum niye öyle oldu ama gözleri öyle bir bakıyordu ki ben sus pus kaldım karşısında. "

 

"Peki sen ne dedin Nazenin?"

 

"Geri ver diyemedim Nazlı, ayıp nasıl verdiğim şeyi isteyim?"

 

"Yani ayıp diye mi geri istemedin yoksa onda kalsın diye mi sustun?"

 

"Yani... Nasıl desem bilmiyorum ki? Kalsın ne olacak sanki? Alt tarafı bir fular yani, kalsın yani."

 

"Nazenin... Bal böceğim sen ne hissediyorsan onu söylesene. Meyra sana bir şey yapmaya kalkarsa saçını başını bizzat ben yolacağım kuşum, korkma sen."

 

Nazenin ürkerek Meyraya baksada hemen gözlerini kaçırmıştı.

 

"Şey... Çok güzel bakıyordu. Birde öyle sizin rızanızla benim olsun dedi ya. Çok naifti Nazlı. Çok kibar değil mi? Hem göreve gidecekti, üzülmesin hiç. Aklı kalır, kırılır falan Allah korusun ya bir şey olsa?"

 

"Hâlâ kendi hislerini söylemedin ama bana çiçeğim."

 

Nazenin derince yutkundu. Bunu yaparken çok düşünmemişti ama şimdi dillendirmek çok zormuş gibi geliyordu ona.

 

"Ben bir şey yaptım."

 

"Ne yaptın balım?"

 

"Hani kahverengi atkım var ya... Annemin doğum günüm için ördüğü... Ben onu Asaf beye verdim."

 

Nazlı dudakları gülmesin diye kendini sıktıkça sıktı. Şimdi ağzını burnunu ovuşturarak yiyecekti Nazenini.

 

"Hmmm o atkıyı çok seviyordun sen."

 

"Şey dedi birde. Fularda kokum kalmamış hiç .Ama atkıyı geri getirecek ki bana. Ben dedim yani, görev dönüşü geri istiyorum dedim."

 

"Tabi atkı da kokun daha fazladır, haklısın balım. İyi düşünmüşsün."

 

Nazenin onaylayan kelimeler duyunca biraz daha güç bulmuş olmuştu. Bu vesileyle yere bakan bakışları hemen Nazlıya kilitlenmişti ve gözleri ışıl ışıldı.

 

"Değil mi? Bende öyle düşündüm. Manevi destek gibi bir şey için. Yani öyle işte."

 

"Doğru düşünmüşsün kuşum. Görev bu sonuçta. Aklı kalsa, üzülse, yanlış bir şey yapsa, canını tehlikeye atsa...."

 

"Hiiiii Allah korusun, Allahım yazdıysa bozsun, Allahım sana emanet, olmasın öyle bişey. Rabbim sen koru, canına zeval gelmesin."

 

Nazeninin nefes almadan duaya başlamasıyla Nazlı daha fazla dayanamayıp gülerek sarıldı arkadaşına.

 

"Oy benim kırılgan kuşum, sen gönlündeki kuşu uçurdunda Asafın dalına mı kondurdun?"

 

Geri çekildiğinde Nazeninin güzel gözleri dolu doluydu.

 

"Çok korkuyorum ben aslında Nazlı. Yine canımın yanmasından ödüm kopuyor. Beni biliyorsunuz, elim kesilse oturur ağlarım. Kalbim yine incinecek diye aklım çıkıyor. Ama..."

 

"Devam et güzelim."

 

"Ben şey istiyorum... Senin gibi olmak. Senin gibi aşık olmak istiyorum Nazlı. Birinin adıyla günüm güzelleşsin, varlığıyla mutluluk dolayım istiyorum. Birde gördüm ya sizi. Çok imrendim. Biri bana da Halil eniştenin sana baktığı gibi baksın istiyorum."

 

Meyra azıcık bile ses çıkarmadan hülyaya dalmış, hayallerini anlatan arkadaşını izliyordu. Dudaklarında varlığından habersiz bir tebessüm vardı. Göğsündeki korku ve Nazenin için en iyisini isteyen yanı seslerini duyurmaya çalışıyordu.

 

"Peki sence bu kişi Asaf mı?"

 

"Bilmiyorum ki... Ama bu akşam bana öyle baktı sanki. Ruhumu görür gibi. Bir de elini sararken farklı bakmıştı. O zaman sanki çok değişik bir şey görürüz de şok oluruz ya hah ondan işte."

 

"Denemek istiyorsun... Kalbinin hayalini kurduğu kişi Asaf mı öğrenmek istiyorsun."

 

"Hıhım...."

 

Nazenin gözünün altından kıpırdamadan duran Meyraya bakıyor sonra hemen çekiyordu gözlerini.

 

"Bana yardım etseniz Nazlı."

 

"Ne yardımı kuşum?"

 

"Şimdi ben doğru mu yapıyorum, yanlış mı diye. Birde biliyorsunuz... Ben o olayda hemen size anlatsam aslında neye maruz kaldığımı anlayacaktım, bilmediğimden oldu. Şimdi siz bana akıl verirsiniz, yanlış yaparsam engel olursunuz."

 

Nazlı iki yana dağılmış uzun saçlarını okşayarak arkadaşına güzel bir gülümseme yolladı.

 

"Biz elbet senin yanındayız. Her anında, baktığın her yerde oluruz çiçeğim ama bunu yaşayacaksan kalbine güvenmen lazım. Aşk her zaman güldürmüyor Nazenin. Sevinciyle beraber, cefasına da teslim olmak gerekiyor. Sen bunu da kanul etmelisin."

 

Nazenin yine hiç konuşmayan Meyraya baktı.

 

"Sen hiç bir şey demeyecek misin Meyroşum?"

 

Bir iki dakika kızdan hiç ses çıkmadı. O sessiz kaldıkça Nazenin daha çok gerildi. Sonra Meyranın sesli bir soluk verişiyle tekrar ona baktı.

 

"Bana verdiğin yetkiye dayanarak seni üzerse karaciğerini organ mafyasına satarım Nazo. Zerre acımam! Belası olurum, bize bulaştığı için tövbekar ederim onu. Üzülme şiddetine göre götürür Ankaraya, en klas pavyona satarım. Belli bi zamandan sonra hasta bezi kullanır demedi demeyin."

 

Meyranın sözleriyle daha içten, daha şen bir kahkaha saldı odaya Nazenin. Onun için çok önemliydi bu durum. Nazenin sevgili bulunca arkadaşlarını ikinci plana atan o kişilerden olmak istemiyordu. Üstelik iki kız kardeşinin de öngörüsü Nazenine göre çok daha iyiydi.

 

Meyra yüzünde çiçek açan kızın kolunun altına girdi. Kısa boyundan sebep ikisinin göğsüne yaslanmakta hiç sıkıntı çekmiyordu.

 

"Şey Meyra..."

 

"Söyle nazende sevdiceğim."

 

"Hasta bezi niye ki?"

 

Meyra gerisin gei çıkıp gerçekten bunu sorup sormadığına baktı. Sonra da hönkürürcesine Nazlıyla beraber güldü.

 

"Ben yanlış bir şey mi sordum ki?"

 

"Kızım bu Asaf kime ne iyilik etmiş bilmiyorum ama cami yaptırdığından şüpheleniyorum şerefsizin. Yok böyle bir şans be."

 

"Ya söylesene, merak ettim."

 

Meyra kırgınlıkla ona bakan kızın yüzünü iki eliyle kavrayıp, dudaklarının büzülmesine neden oldu. Mavi gözlerini de irice açtı.

 

"Hani seni üzerse ben Asafı pavyonda okutacağım ya iyi bir paraya."

 

"hııı...."

 

"Hah işte sadece konsa çıkmayacak senin Asaf beyciğin, çift şerit otoban olana kadar pazarlayacağım onu. E belli bir yerden sonra o kas sisteminin amına korlar kuşum. Adam altına mı şaapsın?"

 

Nazenin duyduklarını düşündü, düşündükleri bir bir şekil aldı, zihni ne demek istediğini algıladı ve çığlığa benzer bir sesle ayaklandı.

 

"Sen... Aman Allahım sen nasıl bir manyaksın? Ay Allahım şerrinden sen muhafaaza et bizleri? Allahım sen bu kızın eline güç verip, insanlığı sınama. Rabbim sen hırsından koru bizleri."

 

"Amin yavru kuş amin. Cümle ümmeti Muhammeti inşallah. "

 

İkisine bakarak hâlâ karnını tuta tuta gülen Nazlı gözünden sızmış yaşları siliyordu.

 

"Ah benim güzelim. Birde soruyorsun bu sarı şeytana. Bundan hayırlı bir şey çıkar mı güzel böceğim hiç?"

 

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Halil arabayı Asafı alacakları alana doğru sürüyordu. Gözünün kenarıyla da Sustanın boynuna doladığı atkının ucunu okşayışını takip ediyordu.

 

Bu atkıyı Nazlıyı okula almaya gittiğinde kimin boynunda gördüğünü tabiki hatırlıyordu.

 

"Atkı yakışmış..."

 

Sadece tepkisini merak ettiği için bu lafı ortaya atmıştı. Beklediği etkileşimi de aldı. Asaf bilinçsizde hafif hafif okşadığı atkıyı sıkıca kavradı.

 

"Nasıl aldın?"

 

Asaf kobranın neyi kasteddiğini bildiğinden nerden anladığını da sorgulamayacak kadar iyi tanıyordu onu.

 

Dudağı sola doğru hafif kıvrıldı.

 

"Kendisi verdi ama görev dönüşü geri getirmemi istedi."

 

"Ne ara oldu bu olay?"

 

"Akşam..."

 

"Öylece vermemiştir heralde?"

 

"Öyle..."

 

"Oğlum kızın yanında üç kelimelik cümleler kuruyordun ne oldu? Bize gelince mi kelime israfından kaçınıyorsun?"

 

Asaf çenesindeki kısa sakalları kaşıyıp yoldan gözlerini ayırdı. Halilin yan yan bakışlarına aynı terslikle karşılık verdi.

 

"Oturup dedikodusunu mu yapalım?"

 

"Adam gibi anlat! Nazlının arkadaşı o, üzme lüksün yok!"

 

"Öyle bir niyetim de yok!"

 

"Eeee öyleyse?"

 

"Yaramı sardı..."

 

Halil bu adamla iletişim kurarken sinir hastası olmadığına şükrediyordu. Bir kaç kelimeyi ağzından almak inanılmaz yoruyordu insanı.

 

"Eee ne olmuş?"

 

"Bir şey olmamış... Yaramı sardı..."

 

Sonrasında Halilde bir şey sormak istemedi. nasıl olsa Asaf onu hep yanıtsız bırakacaktı. Bekleyip zamanın ne getireceğini görmek en iyisiydi.

 

Sonra Nazlıya gelmeden önce onu uyardığı gibi uyarmak istedi.

 

"Polis sanıyor..."

 

"Öyle..."

 

"Zamanla bu gidişleri sorgulayacak."

 

"Sorgulasın."

 

"Sikecem belanı şimdi, doğru düzgün cevap ver."

 

"Yalanla işim yok. Sorduğu kadar vereceğim cevabını. Tabi döndüğümde bıraktığım yerdeyse."

 

"O ne demek?"

 

"Kimse kimseyi uzun zaman beklemez kobra. Nazlı istisna! Bana verilen değer bir çöp konteynırının yanı kadar..."

 

O son cümleden sonra kimse konuşmadı. Bursa dışında açık araziye ulaştıklarında beklemeye başladılar. Yarım saat sonra helikopterin sesiyle arabadan çıkmışlardı.

 

İnişi tamamlayan helikoptere doğru ilerlemeye başladı Susta. Üç dört adımdan sonra duraksadı. Geri dönmedi ama Halilin duyabileceği sesle bağırdı.

 

"Sana emanet..."

 

Her hangi bir cevaba ihtiyaç duymadan ona el uzatan şahinin bileğini kavrayıp kendini helikoptere çekti. Geldiği hızla helikopter durmadan kalkış yaptı ve uzaklaştı.

 

Kimin ona emanet olduğunu sormasına gerek yoktu. Gözü Nazlının üzerindeyken artık Nazenini de takibe alması gerekecekti.

 

Şehre doğru arabasını sürerken ertelemeyi daha fazla uzatamayacağı diğer konu düştü aklına. Bu gün onu da gerçekleştirecekti. Omzundaki yükü bir şekilde hafifletmesi gerekiyordu.

 

Nazlının yurdunun önünde üç saat kadar bekledi. Uyanmış olabileceğini düşünerek telefonunu çıkarıp numarasını tuşladı.

 

Kısa sürede açılmıştı telefon

 

"Nazlım..."

 

"Halil hayırdır inşallah. Bir şey mi oldu?"

 

"Sesini duymak için aramış olamaz mıyım?"

 

Küçük bir kıkırtı duydu kulakları. Onunda gülümsemesine neden olmuştu bu.

 

"Ararsın tabi canım. Ne bileyim saat yedi ya. "

 

"Aşağı insene nazlı boncuğum. Yüzünü göreyim."

 

"Ay sen burda mısın? Kapat kapat geliyorum."

 

Heyecanla çıkan sesine vurgundu zaten Halil. Herkesden her şeyini saklayan Nazlının hiç bir şeyini saklamadığı o adam olmak güç veriyordu belki de ona. Bu günü kolayca atlatmak için dua ederken buldu kendini.

 

Kısa sürede yurdun etrafını sarmış demir ferforjelerden olan kapı da aralandı. Üzerinde pijamaları vardı ve sadece bir hırka almıştı. üşüyeceği için endişelenip hemen arabadan çıktı.

 

"Kızım bu halde niye çıkıyorsun , donacaksın. Gir hadi arabaya."

 

Nazlı yerine oturunca Halilin bu saatte neden kapıya dayandığını sormak için hazırandı.

 

"Bir şey yok değil mi Halil?"

 

"Yok nazlı boncuğum. Bu gün küçük bir işim var, şehir dışına çıkacağım. Telefonum kapalı olacak. Merak edersin diye haber vermek için geldim."

 

Işıl ışıl parlayan gözlerde sönmeyi izledi Halil.

 

"Uzun mu sürer işin? Yani hemen gelemezsin değil mi?"

 

"Bir günlük bir şey güzelim, merak edilecek de bir durum değil endişelenme. On bir uçağıyla giderim, akşam da dönerim bu kadar."

 

"Göreve gidiyorsun sandım ben..."

 

"Öyle gibi diyebiliriz. Ama endişeleneceğin bir durum yok merak etme. "

 

Detay vermekten kaçınması Nazlının dikkatini çekse de bir şey söylememişti.

 

Halil uzanıp dağılmış saçlarını parmaklarıyla tarar gibi okşadı.

 

"Nazlım..."

 

"Hmm..."

 

"Vizelerin ne zaman başlıyor?"

 

"Haftaya, neden sordun ki?"

 

"Ne zaman biter peki?"

 

"Takvime bakmam lazım ama bir haftada bitiririz."

 

"Güzel..."

 

"Neden soruyorsun ki?"

 

"Vizelerin sonunda hazırlan, eve gidelim Nazlı."

 

Nazlı hâlâ uyku halinden çıkıp çıkamadığını düşündü. Gerçekten Halil Adanaya gitmekten mi bahsediyordu.

 

"Adanaya, eve?"

 

"Evet sevgilim, başka evimiz mi var?"

 

"Anneme?"

 

"E haliyle..."

 

Halilin kaşlarını kaldırarak dalga geçmesiyle sonra uğraşacaktı Nazlı şu an içini dolduran kocaman bir mutluluk topuyla baş etmesi gerekiyordu. Çığlık atıp direksiyon başında oturan adamın üstüne kapaklandı. Suratında bulduğu her yeri öpmeye, aynı zamanda kahkahalarıyla arabayı inletmeye başladı.

 

"Kızım dur... Acıtacaksın bir tarafını dur."

 

"Gurur! Gururu aramam lazım. Oda gelemeli, sonra Yiğit! Allahım o da izin almalı ki hep beraber gidelim. Annem delirecek. Aynı anda gidelim Halil. Kapıyı açınca hepimizi görsün. Ay Nazeninle Meyrayı da götüreyim, Çok isstiyordu annem. Allahım delirecek sevinçten. Ay gideriz dimi Halil?"

 

Halil keyifle sevdiğini izlesede istemsizce utanç hissetti kendinde. Onu böyle bir şeye nasıl muhtaç bırakmışsa çocuk kahkahaları kulaklarında çınlıyordu. Nazlı bu kadar mı hasretti eski günlerdeki beraberliklerine?

 

Yutkunamadı...

 

Ona bunu kendisinin yapmış olması bir kat daha yaktı canını.

 

"Adını saydığın herkes olacak sevgilim, merak etme."

 

Nazlı, boncuk gözleri ışıl ışıl baktı kalbinin en tatlı sancısına.

 

"Seni çok seviyorum Halil. Aklın alabildiğinden çok, kalbin bu bana fazla diyeceği kadar ağır... Ama çok seviyorum."

 

Halil bir şey söylemedi. Uzandı ve tadına kısa sürede bağımlı olduğu dudakları kanmak ister gibi içti.

 

Masum öpücüğü Nazlının dilini alt dudağına sürmesiyle alevlendi. Yakaladığı dili biraz önceki naifliğe ters bir şekilde emip, küçük ısırıklar bıraktı.

 

Nefesleri tükendiğinde geri çekildiler. Alınları birbirine yaslı bir kaç soluk alış verişiyle yanan ciğerlerini ferahlattılar.

 

"Sen benim hayalini bile kuramadığım o düşsün nazlı boncuğum."

 

Nazlının yanından ayrılınca arabayı Bursa Yenişehir Havaalanına sürmeye başladı.

Yol tükenip amacına ulaştığında Allahdan ona merhamet dilendi.

 

Uçak yaklaşık yetmiş dakika sonra Adana Şakirpaşa Havaalanına iniş yapmıştı.

 

Çıkış yaptığında bir taksiye binip adresi söyledi. Uzun sayılabilecek bir yol sonrasında hedefine ulaşmıştı.

 

Bir süre dışardan izledi çocukluğunda çok sevdiği o yeri. Sonra adımlarını daha kararlı attı. Her hangi biriyle konuşmadan adımları merdivenleri tırmandı e kapıyı tıklattı.

 

Gel sesiyle son bir derin nefes aldı.

 

Açılan kapıyla Asil başını önündeki faturalardan kaldırmıştı. Elli üç yaşında bir adama göre oldukça sağlıklı bir duruşu vardı. Uzun zamandır düzenli olarak yaptığı sporların getirisiydi bu görüntü. Şakaklarını kaplayan beyazları ona olgun, karizmatik bir hava vermişti. Göz kenarlarında oluşan çizgiler yaşına yakışır derinlikdeydi.

 

"Halil?"

 

Şaşkınca çıkan sesi öylece kalakaldı. Hiç beklemediği anda karşısında gördüğü yeğeniyle öylece bakıp kalmıştı.

 

"Sana sözümü tuttuğumu söylemeye geldim enişte..."

 

Loading...
0%