@orenda
|
Duyduğum kelimeler ve fısıltıyla çırpınıp duran vücudum buz kesti. O el ağzımdan çekilip diğer elinin olduğu kısma kondu.
Kalbim çıkacak! Allahım kalbim ağzımdan çıkacak. Sırtıma vuran sıcaklık hayal mi? Ben ayakta uyuyacak kadar aptallaştım mı artık?
"Yüzünü bana dönmeyecek misin yalancı Dildar?"
"Halil..."
Sesimi ben bile duyamadım ki o nasıl duyacaktı? Bacaklarım titriyordu ve bu asla soğuktan kaynaklı değildi.
Çığlık atmak istiyordum ben. Delirmiş gibi bağırmak! Allahım aklımı koru. Bunca hasretten sonra gelen kavuşmanın sevinci, beni delirtecek.
Beni bu his delirtecek!
"Beni özlemedin mi boncuk kız?"
Biri ne olur beni kendime getirsin. Allah aşkına biri bana yetişsin, dişlerim titriyor. Sesimi bulamıyorum.
"Titriyorsun boncuk... Çok mu korkuttum seni?"
"Halil... Sensin..."
"Benim boncuk kız."
"Geldin..."
"Sen çağırmadın mı?"
Sevinçten delireyim mi? Yoksa rezilliğime utanıp, kafamı kuma mı gömeyim? Biz üç salak gerçekten ondan saklanacağımızı düşünecek kadar aptaldık.
Yavaşça yönümü ona döndüm. Karanlığın vermiş olduğu bir görüş bozukluğu vardı ama o yeşiller. Beni yerle bir eden, beni bir uçtan başka uça fırlatan, yerimi göğümü ters çeviren yeşiller aynıydı.
Ağlamak istedim. Bağıra çağıra ağlamak, adımın hakkını verircesine bir nazla küsmek. Beni bunca yıl yeşil cennetime hasret bıraktı diye sitem etmek istedim.
Kavuştum diye sevinen kalbime, aklım niye dedi? Niye bir mesajla kalkıp gelebiliyorken gelmedin? Bunca zaman kaç uykuya seni göreceğim diye daldım ben. Kaç hayale senle yatıp, senle kalktım ben.
Aklım az iradesini toplayınca bir adım geriye çıkıp kollarından ayrıldım. Değişmişti. Uzun ama zayıf bedeni artık olgun bir erkeğin hatlarına sahipti. Yüzü oturmuş, o zaman bile beni kendine meftun eden yakışıklılığı katlandıkça katlanmıştı. Kumral saçlarının önü az uzundu ama gerisi kısaydı. Yüzünde çok az bir kirli sakalı vardı.
Parmaklarım kıvrandı. O sakallara dokunmak için kan akıtacak bir hırsla doldular. Sanki uzuvlarım benden bağımsızlarmış gibi ona koşmak istiyordu. Ellerim yüzünde, saçlarında gezmek için ölüyordu. Dudaklarım onu öpmek için çıldırıyordu ve kalbim bura benim evim değil der gibi ona koşmak için çıldırası bir hızla atıyordu.
"Soruma cevap vermedin boncuk. Özlemedin mi beni? "
"Sen... Sen niye hiç özlemedin beni Halil?"
Yutkunurken hareket eden adem elması, çok zor bir şey için uğraşıyormuş gibi göründü gözüme.
"Özledim boncuk..."
"Gelmedin..."
"Gelemedim!"
Ne demekti bu? Bak bir mesajın peşine düşüp nasıl da bulmuştu beni. Üstelik kayıp bile değildim.
"Neden gelmedin?"
"Eskisi gibi ben söylemesem ama sen anlasan boncuk."
Omuzlarımı silktim. Tıpkı eskisi gibi. Madem hatırlıyordu eskiyi, küstüğümde de böyle yaptığımı bilirdi.
Dudağı sağa doğru hafif kıvrıldı.
"Bana mesaj attın."
Kısa bir kahkaha kaçtı uğruna ölebileceğim dudaklarından.
"Üstelik bir komyoncu olduğunu bilmiyordum "
Kaşını kaldırarak ve o yeşillerini parlatarak bakması kanıma dokundu. Peşinde koşuşumu böyle mi yüzüme vuracaktı benim?
Sonra Meyra duysa üstümden bütün küfürlerini geçireceği bir salaklık yaptım. Yemin ederim herkese cin olan aklımın Halil karşısında mal olması hayatın bana en büyük kazığıydı.
Ve yine Meyranın dediği gibi yalan götüme yuva yaptı!
"Seni denedik!"
Kaşları şimdi derince çatıldı.
"Ne demek bu?"
"Ben Yiğitle senin böyle oyunlara gelmeyecek iki kişi olduğunu savundum. Ama onlar aksini iddaa ettiler. Sen de hemen yazdın. Kaybettim seni yüzünden. Pislik kaybettim işte! Senin yüzünden ne kadar üzüldüm. Yazmaz dedim ben hemen yazdın!"
Hırsım katlandıkça katlandı. Kollarımı tutan elinden kurtardığım ellerim sağına soluna vurmaya, hırsımı bir şekilde atmaya çalıştı. Hemen kalkıp gelebilmişti! Nasıl hemen gelebiliyorken gelmemişti o zaman?
"Dalga geçtiler benle, senin yüzünden! Halil yazmaz kızlara dedim ben! Yazdın hemen! Niye yazdın elin kızına? Niye yazıyorsun hemen ki? Herkese mi yazıyorsun sen? Mesaj atan herkese isim mi takıyorsun? Rezil oldum senin yüzünden! "
Dünden beri yıkılmış dünyamın altında nasıl can çekiştim ben onun yüzünden? Madem anladı niye adımı söylemedi hemen? Ben onu tamamen kaybettim sandığım anlarda karanlıkta kaldım sanki. Ona toz konmasın diye her şeyini aklayacak kalbim bile sızlanıp köşesine çekildi. Aklım bak o da başkaları gibi derken, küçük kalbim sessizce göz yaşı döktü.
Beni daha sıkı tuttu. Dudaklarını birbirine sıkı sıkı bastırışı, kaşlarını çatışı herşeyi bir o kadar değişmiş ama aynı zamanda da hiç değişmemiş gibiydi.
"Nazlı... Ağlamasan..."
"Madem anladın niye söylemiyorsun? Tabi anlarsın ki! Polissin sonuçta hemen bakmışsındır."
"Ben senin olduğunu anlamak için hiç bir yere bakmadım. Bir yere bakmam gerekmedi ki boncuk. "
Elimle gözümden düşen yaşları silip, burnumu çektim hırsla. Yine yüzüme bakan gözleri parladı. O gülerken hep böyle parlıyordu yeşilleri.
Bir adım daha yaklaştı. Sanki uzakmışız gibi iyice dibime dibime girdi.
"Benim sen olduğunu anlamam için kimseye numaranı sorgulatmam gerekmez. Çünkü bu saçlara boya değse de bağrına konmuş iki küçük benin, bir birine uzaklığını bile ezbere bilirim ben. "
Bir gözlerine birde söylediği kelimelerin döküldüğü dudaklara baktım.
Ben tam olarak ne yaşıyordum şu an? Ya çok aşktan sıyırdım iyice sanrılar görüyordum. Ya da gerçekten o mucize gerçekleşmişti.
"Halil..."
"Ben sözümü tuttum Nazlı. Sen geldin bana, ben tuttum sözümü."
"Halil ne sözü, ne tutması? Ben anlamıyorum ki hiç seni."
Yine yüzümün her karşısını santim santim gezdi gözleri. Çok utandım. Neden bilmem onun güzelliğine denk bir güzelliğim var mı diye sorgularken buldum kendimi.
Elleri saçlarıma uzanıp dokunmaya çekinir gibi okşadı.
"Senden başkasına yazabileceğimi nasıl düşündün ahmak boncuk?"
"Ama... Ama hemen nasıl anladın ki?"
"İlk Yiğit sandım. Yapar o şerefsiz arada, canı sıkılınca. Sonra resim attın. Ah boncuk kızım. Telefonu elimden üç kere düşürdüm ben."
Yüzünü kaplayan gülüşü izledikçe benimde dudaklarım ona uydu.
Allahım çok güzel gülüyor!
"Kobra!!!"
Bana bakarken gülen yüzü birinin seslenmesiyle dümdüz oldu. Yolun başında en az Halil kadar heybetli bir adam duruyordu.
"Abi bizi bekliyorlar! Gitmemiz lazım!"
Halil sert bir soluk bıraktı. Sonra da başını onaylar gibi sallayıp tekrar bana döndü.
"Haber vermeden geldim Nazlı. Sen öyle daha konuşmayacağım deyince... Yaz bana tamam mı? Kendi numarandan ama! Hep yaz, ara. Açamasam da ara. Mutlaka ilk boşlukta ben ararım seni. "
"Sana neden kobra dedi ki?"
"Lakap gibi bir şey. Boşver, gitmem lazım boncuk."
"Gidiyorsun..."
"Geleceğim. Söz veriyorum geleceğim. İlk fırsatta burdayım. Sözümü tuttum ben! Yaz ama tamam mı? Hep mesajların olsun telefonda."
"Kobra!!!"
Yine o adama bakıp geri döndü bana.
"Geleceğim Nazlı boncuk."
Ben daha ne olduğunu anlamadan yanağımdan ama dudağıma çok yakın bir yerden öpüp gitti. Çok hızlı oldu.
ÇOK HIZLI OLDU AMA BU!!!
Elim yanağımın üstünde öylece tam bir embesil gibi bakıp kaldım. Arabaya binerken tekrar baktı. Yüzünü net göremesem de yeşil gözlerinin parlaklığı bu kadar mesafeden bile belliydi.
Gülüyordu...
O gülünce parladı çünkü yeşilleri.
Öylece giden arabanın ardında don vurmuş bir dal parçası gibi ne kadar kaldım bilmiyorum. Burnum akmak istediğinde ama donmuş olmaktan kaynaklı akamadığında fark ettim.
Ordan sonra depara kalkıp öyle hızlı girdim ki yurda dört katı iki dakikada çıktım. Ve ben öyle aptal bir hâl içindeydim ki asansörün varlığı zerre aklıma gelmedi.
Odaya girip "ALLAHHH!!!" diye attığım nidadan Nazenin çarşafa dolanarak düştü. Garibim korkudan öyle paniklemişti ki kalkarken bir daha düştü.
"Nazlı kuşum! Ne oldu? Ne oldu, bir şey mi oldu?"
"OLDU NAZO? MUCİZEM GERÇEK OLDU!!!"
Ben başıma gelenleri anlatacakken banyonun kapısı apar topar açıldı. Meyra kafası, yüzü köpüklü bir halde dışarı fırladı. Göğsüne sarmaya çalıştığı havlunun ise yarısı yeri süpürüyordu.
"Ne oldu? Deprem mi oldu? Hay amına koyim ne oldu?"
"Meyra meyra meyraaaa!!! Halil geldi."
Üstü başı köpük, ıslak demeden gidip sarıldım. Ağzım köpük dolarak öptüm. Ondan ayrıldım Nazeninin üstüne atladım.
"Halilim geldi Nazo!"
"Senin ben cinsini cibilliyetini sikeyim gahpe! Lan banyodaki insana böyle bağırtıyla neyin şokunu yaşatıyorsun vicdansız? Aklım çıktı da yolda bir yerde düştü, seri şerefsizlik üstadı."
Nazeninin üstünde ben tepindikçe Nazenin altımdan çıkmak için çırpınıyordu. İçimde öyle bir sevinç vardı ki duvarları bile öpecek enerjideydim şu an.
"Lan bırak kızı komodo ejderi! Öldü garip öldü. O senin hayvani sevgine dayanacak güçte mi?"
"ALLAHIM BEN BUNU YAŞIYOR MUYUM ŞU AN!!!"
"Allah canını almasın geri zekalı. Daha dün millete rezil oluyoruz diye bana ders veriyordun!"
Sevinçten kaybettiğim aklımın bana verdiği yetkiyle tekrar Meyranın üstüne sıçrayacakken kapı hışımla açıldı. Şebnem gözleri sinirden kızarmış halde daldı odaya.
"Ya yeter ama ya! Bu kaçıncı!"
"Şebnemmmmm! Özür dilerim balım, valla çok mutluyum."
Şebnemin de devrelerine göz dikince onun da üstüne atladım. Benden asla böylesi bir sevgi şöleni görmedi diye puta döndü zavallı kız.
"Hem Meyrayla seni kızdıralım diye öyle dedik biz. Sinanla falan sevgili değil, korkma olur mu kuşum? Ben yapacağım senin Sinanla aranı. O iş bende."
Sırıtan suratıma baktı. Korkulu gözleri ardımdakilere döndü.
"Yurtta alkol yasak! Aptallar niye içirdiniz bu kızı?"
Hiç benim saftirikliğime laf ediyor oluşunu umursamadan bağıra bağıra şarkı söylemeye başladım.
"Çökertmeden çıktım da Halilim Aman başım selamet Çökertmeden çıktım da Halilim Aman başım selamet B
itez de yalısına varmadan Halilim
Aman koptu kıyamet..."
Nazenin ağzımı kapatıp benle beraber yatağa düşünce durakladım. Kocaman da kahkaha attım.
Meyra hala kıçını kapatmayan havluyla bana bakıyordu. Saçlarındaki köpükler sönmeye başlamıştı.
"Allah belasını versin bu erkeklerin. Öğlen sümüğü aka aka ağlayan kızı, böğürerek güldürecek ne yaptınız lan siz? Üç beş nöronu vardı onlar da çökertme yoluna hiç oldular..."
|
0% |