Yeni Üyelik
46.
Bölüm

Zirve Tek Kişiliktir, Ya Sen Düşersin Ya Ben İterim!

@orenda

Normalde okuyucular hadi hamile kalsın hadi çocukları olsun falan derler. Bana gelen mesajlar "ne olur bir daha Nazlı doğurmasın" oldu. Kırıcısınız🥹

 

Günler bir şekilde geçiyordu. Kimine yıllar gibi kimine an sanılacak bir hızla.

 

En son yaşanılan korku sonucunda Asil, Nazlının telefonunu istemişti. Baba, kız bir süre dertleşmiş sonra ise Nazlının sağlığının çok daha önemli olduğu tekrarlanmış ve bunun için de onu etkileyecek her haberden uzak durulmasının tek çare olduğu netleşmişti.

 

Nazlı da zaten hiç ikiletmedi babasını. Hastane odasında gözlerini açtığı anda öyle büyük bir korku sarmıştı ki içini, tekrar aynı ihtimali yaşamayı düşünmek bile sızı olarak dönüyordu zihnine.

 

Mantıklı düşünmesi gerekiyordu. Yiğitin dediği gibi Halil bir görevdeydi ve görev tanımı da her an değişebilirdi. Nazlı bunu zaten kabullenmemiş miydi?

 

Kabullenmişti kabullenmesine de çok zorlanıyordu. Canı her an çok yanıyordu. Sürekli Halili özlüyordu. Bir kıskaçta kovranan ruhu, gördüğü iki üç kareyi hemen anlayamamıştı. Gerçi anlasa bile mantıklı düşünecek ruh hali kalmış mıydı ki? Şimdi bile yılan tıslamaları gibi sesler beyninin içini işgal ediyordu. Ya öpüyorsa! Ya dokunuyorsa o kadına! Ya başka şeyler yapıyorlarsa!

 

Diline değse kor olup yakacak düşünceler, zihnini parçalamakla yetiniyordu şu sıra.

 

Gerçi hep kötü geçmezdi ya günler. Nazlıya mutlulukla gözlerinden yaş akıtacak güzellikler de oluyordu. Can acısıyla değilde, sevinçten de akabiliyordu o yaşlar.

 

Yirminci haftasında karnının altında seğirme sandığı şeylerin aslında hiç de sinir kasılmaları olmadığı gibi.

 

Gece ağrıdan uyuyamadığı bir anda hissetmişti ilk onu. Emin olamamış sonra sanki tepki alacakmış gibi hareketi hissettiği yere parmaklarıyla tık tık yapmıştı.

 

Bu çok...

 

Çok tuhaftı ama o sinir seğirmesi yine minik pıt pıtlar yapınca kahkahası dudaklarından fırlamıştı.

 

Alışılmış döngüye tepki olarak gözleri hemen yaşlarını yüzünden aşağı salmış ve karanlığına doğan ışığın tadını çıkarmıştı.

 

Nazlı cam kenarına oturup bütün gece o minik hissi tekrar duyumsamak için beklemişti. Bu gerçek bir mucizeydi ve böyle bir şey yaşadığına inanamıyordu. Saatin üç olmasını önemsemeden koşarak annesine bunu söylemenin hayalini kuruyordu.

 

Güzelleşmeye başlayan bahar havalarından sebep gece yıldızları parıl parıldı. Dolunay ise göz alıcıydı. Nazlı gök yüzünü izlerken dudakları o fark etmeden kıpırdandı.

 

Güneşimiz burdayım diyor Halil. Ne olur gel ve onu gör. Kızımız babasını çok özlüyor, ne olur onu gel ve gör...

 

Ertesi gün bunu ev halkına müjdelerken annesinin, babasına yaslanıp onu izleyişiyle içi daha bir şenlik alanına döndü. Kızının gülen yüzüne mujtaç kalan bir anne vardı tam karşısında. Dolu dolu gözler bu sefer babasına bakmıştı. Babalar kızlarının şansıydı ve Asil Sulhan, bir kızın başına gelebilecek en büyük mükafattı.

 

O haftayı her an peşinde dolanan ev adamıyla bitirdi. Gurur, internetten izlediği karın hareketlerini görebileceğine çok inanıyordu. Nazlı ise küçük olduğuna onu ikna edemiyordu. İşin kötüsü on bir yaşında ki ikizlerde şapşal abilerini mrdek gibi takip ediyorlardı.

 

Nazlı etrafında pervane olan insanların varlığıyla çok daha iyiydi ama sorumluluklar da oldukları yerde sahiplerini bekliyordu.

 

Kızlar yüzleri asık bir şekilde okula dönmek zorunda kalmıştı. Gurur da gitmesi için annesinden azar yemişti. Gerçi bir şey değişmemişti, cuma öğleden sonra kapıyı çalan yine kardeşiydi.

 

Hiç bir haftasonunu Ankarada geçirmiyordu Gurur. Nazlı yorulduğunu söyleyecek gibi olunca öyle bir bakmıştı ki cümlesini tamamlayamamıştı Nazlı.

 

Haftalar geçtikçe, havalar ısındıkça daralma hissi daha yoğunlaşmıştı. Ağrılara tahammülü de kalmamıştı artık. Karnı büyüdükçe, kasıklarına baskı artıyor ve ağrılar çok daha şiddetli hissediliyordu.

 

Minik boncuğunun karnında kıpırdanışları olmasa güç bulacak takati yoktu neredeyse.

 

Esra hanım her aşamayı takip ediyordu. Yurtdışındaysa günlük durumunu öğrenmek için arayıp, yediklerini, ilaç saatini, içtiği suyu, haftalık kan tahlili sonuçlarını öğreniyordu.

 

Çok yorulmuştu ve çok yormuştu Nazlı.

 

O kadar yormuştu ki Zümrüt bile artık uyuduğunu sandığı bir anda karnına eğilip doğması için kızını ikna etmeye çalışmıştı. Çocuk aklı bilmeden Nazlıya can yakan şeyler sunmuştu. Minik bebeğine ablamı hasta ediyorsun doğ artık derken kötü niyetinin olmadığını biliyordu ama saklandığını sanarken bunu başaramadığını da göstermişti Zümrüt ona.

 

Mayıs sonunda çalan kapıyı araladığında kız kardeşleri, bu sefer daha büyük bir valizle dayanmıştı kapılarına. Nazlı öylece bakmıştı ikisine de. Finaller yeni bitmişti ve mezuniyet hafta sonu yapılacaktı. Ama Meyra ve Nazenin, Nazlıyla kurdukları hayalin eksik olacağına hiç olmamasını tercih etmişlerdi.

 

Nazlı hem sarılmış hem ağlamış hem de kızmıştı ikisine. Onun yüzünden hayatları boyunca yaşayacakları en önemli günlerden birini umursamamışlardı.

 

Ama Nazlı kabul etmek istemese de Meyra da Nazenin de gerçekten eksik kalacakları bir kutlamayı istemiyorlardı.

 

Onlar mazuniyet gününde bütün gün Bursayı gezeceklerdi. Sevdikleri her köşesine hakkıyla veda edeceklerdi. Sonra da akşam ki partide deli gibi eğlenip, dans edeceklerdi.

 

Bir hayali üç kişi kurup, iki kişi yapamıyordu ki insan. O hayalin boynu bükük kalırken, lezzetini bulamıyordu kimse. Meyra, Nazlı demekten, Nazenin Nazlısız istemiyorum kutlama sözlerinden sonra ise toparlanıp odalarını boşaltmakta bulmuşlardı çareyi.

 

Nazenin, annesiyle görüşüp fazla olan eşyalarını otobüse vermiş, babasının almasını rica etmişti. Bu durumun aynı işleyişini Meyra da tamamlamıştı. Sonra Züleyha aranmış, doğuma kadar misafirleri olsalar rahatsızlık verirler mi diye süklüm püklüm devrik cümleler kurmuşlardı.

 

Züleyha ise duyduğu anda dünyalar onun olmuş gibi sevinçten doğru düzgün azalayamamıştı kızları. İnsan evine misafir mi olurmuş diyebilmişti en azından.

 

Git gide solan Nazlısına şifa diye yola çıkan kızları almak için otogara kendi gitmişti. Meyra bu sefer Asafa iki iş olmaması için Nazeninin çenesini tutmasını bin kere tembihlemişti.

 

Onda da vardı bir şeyler. Günü birlik Nazlıdan izin alarak kayboluyordu ortadan. Bu günler ailenin evde olduğu zamanlar oluyordu genellikle. Meyra bir kere Yiğitle konuşurken arkadan Asafın sesini duyduğuna yemin bile edebilirdi.

 

Züleyha kızları Nazlıyı bağrına bastığı gibi basmış sonra da telefonda tamamlayamadığı azarın hakkını vermişti

 

Nazlı dardaydı ama Züleyha ve Asil de tam anlamıyla mahvolmuşlardı.

 

Gözlerinin önünde acı çeken yavrularını izlemek zorunda kalmak en ağır zulümdü.

 

Anneler hasta olan bebeğine keşke onun yerine ben olsam derlerdi. Züleyha, Nazlı kıvrandıkça Allaha ondan al da tek bana ver, razıyım diye yalvarmıştı.

 

Akşamları uzun uzun sohbetle tamamlanmıştı. Gecenin bir yarısı gelen Asaf, Nazenini görünce o tuhaf yüz ifadesi dağılmış ve büyüsünün kokusunda soluklanmıştı.

 

Kızların varlığıyla Nazlı daha çok dışarı çıkar oldu. Yürüyüş saatlerini gezme planı olarak düzenlediler.

 

Kızların eve gelişinden iki hafta sonra ise Nazeninin ailesi ziyaret için çaldı kapılarını. Tahir ve Ünzile halini bildikleri kızı üzebilecek her türlü sorudan uzak, doğacak bebeğin varlığını kutladılar. Ne hastalığı ne de görevdeki babası hiç dahil olmadı cümlelere.

 

Onlar da başka sıkıntı içindeydi ama Nazenin, Nazlı sağlıkla doğurmadan düğün derdine düşemeyeceğini uygun bir şekilde söylemişti. Nazlı hemen araya girmek istese de Asaf ve Nazenin kesin bir dille erteleneceğini bildirmişti.

 

Nazenin, Nazlı bu kadar üzgünken gülemezdi. Asaf, kendine yoldaş olan adam bin dertle uğraşırken, bebeğinden bile habersiz canıyla cebelleşirken kendi mutluluğunu düşünemezdi. Üstelik Nazlıyı da asla öyle bir koşturmacanın içine çekmek, ihtimal dahilinde bile değildi.

 

Keşke herkes bunu anlayacak kalbi taşısaydı göğsünde. Keşke, Nazenin de akraba konusunda biraz şanslı olabilseydi.

 

Onlar Nazlı derdindeyken dedesi Adana da ne işi olduğunu sorup, babasını daraltmaya başlamıştı. Nazenin, Nazlı doğurana kadar yanından uzaklaşmak istemiyordu. Tahir ve Ünzile de kızlarının derdini anlıyor ve hak da veriyorlardı. Ama artık dedesinin tacizleri sadece anne, babasıyla sınırlı kalmamıştı. Gün için de defalarca Nazenini arayıp, biletini ne zamana alayım diyerek dönmesi için baskı kuruyordu. Düğün tarihini de o kadar çok tekrarlıyordu ki Nazenin ona anlattığı sıkıntıyı böyle duymazdan gelişine deliriyordu.

 

Nazenin bu durumu hem Nazlıdan hem Asafdan saklama çabası içerisindeyken hızır gibi Murat enişte yetişmişti imdadına.

 

Onu telefonla konuşurken duyan adam, hiç duymamış gibi salona geçmişti. Nazenin utandığı için bir süre giremese de sonunda yemeğe insanları bekletmemek için masaya geçmiş ve bütün akşam zorla bir kaç kelime kurabilmişti.

 

Tüm gece Murat enişte ve Gururun atışmaları sayesinde biraz uzaklaşmıştı akşam üzeri canını sıkan konuşmadan.

 

Sonra Meyra ile kahveleri dağıtırken adam havadan sudan bahseder gibi okuduğu bölümü bir kere daha sormuş ve planı olup olmadığını irdelemişti.

 

Nazenin sohbet amaçlı konuşmaya devam ederken de organik tarımla uğraşan Muratdan hiç beklemediği bir teklif almış oldu. Yurt dışına meyve, sebze ihraç eden aile, ürünleri de kendi tarlalarında yetiştiriyorlardı ve oldukça profesyonel tarım yapıyorlardı.

 

Onların bünyesinde bir ziraat mühendisine ihtiyaç olduğu ve kendisini ikna etmek için ne yapması gerektiğini sormuştu. Sanki Nazeninin ikna olmaya ihtiyacı varmış gibi. Sanki iş teklifinden sonra sevinç çığlığı atıp, elindeki kahveyi dökmemiş gibi...

 

Nazenini sıkıştığı kuyudan öyle kolay çekip almıştı ki enişte, ona hep minnettar kalacaktı.

 

Ertesi gün dedesini kızların gazıyla kendi aradı. Aldığı iş teklifini, ailenin Adana'nın en ileri gelenlerinden olduğunu, iş imkanlarının mükemmelliğini anlatırken gülen dudakları yüzünden yanakları acımıştı.

 

Dedesinin üstün körü sorduğu her soru, fazla tatmin ediciydi ve yaşlı adam hiç ağzını açamamıştı.

Sonuçta kim ortaklık kurulacak bir aileye, o ailenin en yakın akrabasına, o akrabanın itibarına karşı durabilirdi ki?

Hacı akıllı adamdı ve kaz gelecek yerlere feda edilen tavuğun hesabını asla tutmazdı.

 

Diğer bir cephe ise Meyra tarafından ateşleniyordu. Annesinin ağzı Yavuz Beyi fazlasıyla zikrediyordu. Alttan alta Meyra yaklaşanı hissediyor ama çok da konuşarak, net olmayan durumlar hakkında yorum yapamıyordu.

 

En son konuşmasında Nazlının doğumuna beraber gelseler gibi bir mırıldanma duymuştu.

 

Meyra telefonu kapattığında ne hissedeceğini bilemese de annesinin o utangaç tınıda ki sesine gülmeden edemedi.

Bu kadına birinin anne olanın o , kız olanın ise Meyra olduğunu öğretmeliydi.

 

Aslında her şey yolunda görünüyordu. Neredeyse temmuz ortası olmuştu. Nazlı otuz beşinci haftasına girmek üzereydi. İki gün önceki kontrolünde ise otuz yedinci haftada bebeği almalarına karar verilmişti. Olası bir açılma riskine girilmeyecekti. Esra hanımın en çok korktuğu erken doğum ihtimali otuzuncu haftadan sonra hepsinin rahatlamasına neden olmuştu.

 

Plan basitti. Otuz yedinci haftada bebek sezeryanla alınacak, aynı anda bir hekim arkadaşının da eşlik edeceği ameliyatta kistlerden parça alınıp hızlı bir tarama yapılacak ve kistler kazınarak rahim temizlenecekti. İlerleyen zamanlar için gerçekleşecek gebeliklerde problem olmaması için temiz bir operasyon geçirecekti Nazlı.

 

Bu kadar dayanmışken iki hafta hiç bir şeydi gözünde. Günü yaklaştıkça nefsi de delirtecek hale getirmişti onu. Rüyalarına girecek kadar bir yiyeceği düşünmek akıl işi miydi? Salataya sıkılan limonun kokusu bile onun deli gibi istediği şekere davet sunuyordu sanki.

 

Nazlının gözü Meyraya takılıp duruyordu günlerdir. Yaklaşık on gün önce onu ziyarete gelen Yiğit her ne dediyse o günden beri yerden yüksekte atıyordu arkadaşı adımlarını.

 

Ona bakıp bakıp gülüyor sonra ise silkelenir gibi başını sallıyordu. Gerçi bu halini sorunca sebebinin Yiğitin onun için ayarladığı tasarım sertifikasına girişi olduğunu söylemişti. Meyra en başından beri saha da değil tasarım katında yapmayı istemişti mesleğini. Bunun için verilen sertifikayı almak da hiç kolay değildi. Senenin başından beri dert ettiği hadiseyi Yiğit böyle kolay halledince bir rahatlama gelmişti demek ki. Üstelik sertifika verme yetkisine sahip hocalardan biri Çukurova Üniversitesindeydi.

 

Yiğit ve Murat eniştesi sayesinde hep korktuğu ama hiç dillendirmediği bir derdi kaybolmuştu Nazlının. Kızlardan ayrılma düşüncesi dördüncü sınıfa başlamalarıyla içine yerleşmişti. Hayatı boyunca sahip olduğu tek arkadaşlarından uzağa düşmek ona çok kötü hissettiriyordu.

 

Nazlının belki de en kötü huyu bu olabilirdi. Bir şeye bağlandığında ondan başka ihtimal bırakmıyordu kalbi Nazlıya.

 

Ama son ayları eziyet gibi geçen kıza ilk Murat eniştesi, Nazenine iş teklif ederek sonra ise Yiğit, Meyraya ayarlanan programın müjdesini vererek en büyük hediyelerini vermişti. Yiğit her şeyi tamamlamış hatta hocasıyla bir görüşme bile sağlamıştı.

 

Kızlar sıcak yüzünden yürüyüşü akşam saatlerine bıraktılar. Nazlı sabahtan beri biraz halsizdi ama belli edip kimseyi de endişelendirmek istemiyordu. Bu sıcakta üşüyormuş gibi ayakları titriyordu.

 

Nazlı ve Nazenin doğum sonrası yapılacak düğün için dergi karıştırırken Asafı da ortak etmeye çalışıyorlardı. Meyra ise sinsi sinsi, denilen hiç bir şeyi anlamayan ama anlıyormuş gibi yapan adama sırıtıyordu. Zavallı Nazenin, duvağın uzunluğunu Asafa sorduğunda gerçekten de mantıklı cevaplar bekliyor gibiydi.

 

Elindeki telefonla uğraştı bir süre. Tatil yapan arkadaşlarının hikayelerine tek kelimelik küfürler yazıp çıktı. Sonra ise günlük rutin için Yiğite nerde kaldıklarını soran bir mesaj attı.

 

On gün önce Yiğit abisini de alıp dönmek için İngiltereye gideceği müjdesini vermişti ve o günden beri tek kelimelik bir mesajı yoktu. Daha da kötüsü Meyranın mesajlarını görmüyordu bile.

 

Meyra, Halilin geleceğini Nazlıya söyleyemedikçe delirecekti. Yiğit bunu özellikle istemiş, Nazlıyı birde böyle bir belirsizliğe hapsetmenin insafsızlık olacağını söylemişti.

 

Mesajı yine tek tik de kalınca omuzları düştü. Sonra ise oldukça nadir girdiği Twitter da dolaşmaya başladı. Yapmazdı aslında ama öylesine bakayım derken gündemdeki başlıklar dikkatini çekti.

 

#yüzyılınterörsaldırısı

#İngiltereninkaybı

#dehşetpatlama

#kanlınikah

#whinsorkatliamı

 

Başlıklar hep bu minvalde ilerliyor ama asla mantıklı gelmiyordu Meyraya. Parmakları titreye titreye #kanlınikah hashtagine tıkaldı.

 

Boğazında oluşan yumru gitgide büyüyordu. Nazlıdan sonra ne Meyra ne de Nazenin Halile dair tek haber görmek istemedikleri için onu aratmamışlardı internetten.

 

Meyranın atan rengini ilk Asaf fark etti. Nazlı, Nazenine gösterdiği gelinliği övüyordu. Meyranın titreyen gözleri ise Nazlıya bakmak için kalktığında Asafın mavileriyle çarpıştı.

 

Kaşları çatılıp, gözleri kısıldı. Elinde öylece duran telefona baktı.

Asaf başıyla oldukça keskin bir işaret yapmış ve kapıyı göstermişti.

 

Kızlar konuşurken Asaf telefonu çalmış gibi yaparak çıktı dışarı. Giden adamın arkasından bakan iki kız bu sefer Meyraya döndüler.

 

"Meyra gel bak bu çok güzel değil mi? Nazenin hem uzun hem zayıp, çok zarif durur."

 

Meyra git gide sararan benzini ve hızlanan soluklarını tutmaya çalışıyordu. Gördükleri...

 

Gördükleri kesinlikle yalandı. Nazlının parlayan gözlerine baktı sonra ise iyice büyümüş karnını izlediğinde engel olamadığı bir şekilde gözleri dolmuştu.

 

"Meyra kuşu, iyi misin sen? Sıcak mı bastı çiçeğim?"

 

Nazenin de ondaki tuhaflığı hissetmişti.

 

"Ben mi? Yooo iyiyim ben. Ne oldu ki?"

 

Nazlının çatılan kaşlarından kurtulmak için gözlerini ısrarla Nazeninde tutmaya çalışıyordu.

 

"Ay doğru sıcak bastı beni ya. Ben şey yapayım! Ben duş alayım ya. Of Nazlı bu Adana, İzmiri bile geçti ama ya!"

 

Bir anda ayaklanıp çıkan kızla Nazlı ardından bakıp kaldı.

 

"Deli bu ama ya. Daha dün Adananın sıcağını, İzmirin nemine tercih edeceğini söylemiyor muydu ? "

 

Nazlı kapanmış kapıya öylece bakıp kaldı. İçine sebepsiz bir sıkıntı düştü.

 

Doktorun ona önerdiği nefes egzersizlerini yapmaya başladığının bile farkında olmadan tekrar Nazeninin uzattığı dergiyi aldı. Sayfayı çevirdi. Bir şey oluyordu! Nazeninin kuyruğunu çok beğendiği gelinliğe baktı. Meyra bunalmış değil korkuyla bakmıştı ona! Gelinliğin kuyruğu gerçekten çok güzeldi. Nazeninin zerafetine tam da böylesi yakışırdı. Bir şey oluyordu! Duvak ama bu zarfiliğe fazlaydı. Meyra ona niye öyle bakmıştı ki? Nazenin bir kaç şey daha söyledi. Nazlı onaylarcasına başını salladı. Ne oluyor zerre bilmiyordu ama içinde güçlü bir ateşi harlandıran hisler yayılıyordu.

 

Bacaklarının arasındaki ağrı artarken kızı da uykusundan uyandı. Sağ kaburgasının altında can acıtan bir dönüş gerçekleştirdi.

 

"Ay..."

 

"Nazlı?"

 

Nazlı yüzünde biraz acılı ama sevgi dolu gülümsemeyle eline yapışan kıza baktı.

 

"Uyandı."

 

Nazeninin iri gözkeri hemen tebessümle kısıldı.

 

"Ay benim ışık prensesim mi uyanmış? Güneşimiz mi parladı bizim?"

 

Hemen eğilip yanağını sürttü karnına. Şu ara en büyük eğlenceleri Nazlının hareket ettikçe, onlara kahkaha attıran karnıydı.

 

Nazlı biliyordu! Gerçekten biliyordu o odadan çıkmaması gerketiğini. Ama olur ya... İnsan bazen bazı hisleri kontrol edemez. Bile bile yenileceği savaşlara girer. Bile bile kaybolacağı yollara sapar. Nazlı iradesinin onu sürüklediği bu hisse mani olamadan ayaklandı.

 

"Ben... Ben bir tuvalete gideyim Nazenin."

 

Mırıldanır gibi kurulan bir cümleden sonra hiç bir karşılık beklemeden çıkış kapısına doğru yürümeye başladı.

 

Avlunun karşısındaki dışarı açılan büyük kapı aralıktı. Kapı girişinde bir iki çanta duruyordu. Alt dudağını ısırdı. İki adım attı ama o anda tekrar kıpırdanan kızıyla eli karnına gitti. Sonra dişlerini sıktı.

 

Bunu yapmayacaktı! Bunu bebeğine yapmayacaktı. Biliyordu! Kötü bir şey olmuştu ve odadan çıkıp giden Asaf, onun peşinden kalkan Meyra tam olarak o kötü şeyin derdindelerdi.

 

Diline dokundurmak istemiyordu. Kötü olabilecek her neyse kiminle ilgili olduğunu düşünmesine gerek yoktu.

 

Bunu yapmayacaktı Nazlı! Kızını bir kere daha tehlikeye atacak hiç bir şey yapmayacaktı. Her ne olduysa iki hafta daha bilmese de olurdu.

 

Olur muydu gerçekten?

 

Olmak zorundaydı! Kızını korumak zorundaydı. Derince bir nefes alıp ardını döndü. Odasına gidip uyuyacaktı. Onun öncelikleri farklıydı ve Nazlı şu an sadece uyuyacaktı.

 

Yukarı çıkarken içinden tekrar ettiği tek şey uyuyacağım oldu.

 

Dünya tarihinde her inançtan insanın kabullendiği bir durum vardı. Olacak olan oluyordu ve ölecek olanın önünde kimse duramıyordu.

 

Kulağına çarpan hıçkırık adımını duraklattı.

 

"Asaf ara bir kez daha! Yok mu başkası ne olur ara!"

 

"Gitmem lazım benim biran önce! Sen Nazlıyı yalnız bırakma sakın! Kimseye ulaşamıyorum, gitmem lazım!"

 

"Asaf herkes öldü diyor haberler. Yiğit gitti İngiltereye! Halili getirmeye gitti. Terör diyor..."

 

"Meyra ne olur sakin olmaya çalış. Nazlının yanına in sen. Ben gidiyorum hemen. Ne olur belli etme bir şey. Ne olur Nazlı için!"

 

Meyra bir kez daha hıçkırdı. Nazlı ise oldukça hissizdi. Duyduklarını anlamaya çalışıyordu.

Hayır!

 

Duyduklarını çok iyi anlıyordu ama anlamak istemiyordu.

 

"Nikah diyor! Sen biliyor muydun Asaf? Nasıl patlatırlar koca malikaneyi? Tüm aile yok oldu diyor. O zaman Halil de..."

 

Meyra elini saçına atıp çekiştirirken soluna doğru döndü. Konuştukları oda Nazeninle kaldıkları odaydı. Kapı aralıktı ve tam karşıda merdivenler duruyordu. Ve o merdivenlerin başında Nazlı...

 

"Nazlı..." diye mırıldandı. Telefonundan başını kaldıran Asaf da öylece aralık kapıdan görünen kıza baktı.

 

"Allah kahretsin!"

 

Meyra hızla kapıya ulaşıp Nazlıya yaklaştı.

 

"Nazlı! Bak biz..."

 

Nazlının yutkunuşuyla Meyra cümlesini devam ettiremedi.

 

"Meyra... Benim çok uykum geldi. Bir de... Çok ağrım var, bir tane ilaç alsam. Ama uyumam lazım hemen. Ben..."

 

Meyra atılıp kolunu kavradı Nazlının. Nazlının fark etmediği ama Meyranın yüreğini yakan yaşlarına baktı.

 

"Boncuk! Bak gerçekten..."

 

"Sus!!! Sus bir şey yok! SUS!!! Ben uyuyacağım sadece. Annemler gelmeden az uyuyacağım ben. Başka bir şey istemiyorum sadece uyuyacağım. Bir şey yok! Kızım... Kızımı uyutmam lazım benim. Başka bir şey duymak istemiyorum, uyuyacağım ben. Bir şey yok! Kızım... Kızımı uyutmam lazım benim. Başka bir şey duymak istemiyorum, uyuyacağım ben..."

 

Meyra ne yapacağını şaşırmış bir halde ilk Asafa sonra yine Nazlıya baktı. İçi yanıyordu. İçi aylardır haber alamadıkları Halil için, on gün önce kendi elleriyle uğurladığı sevdiği için ve en çok karnı burnunda Nazlısı için yanıyordu.

 

Okuduklarını düşünmek bile istemiyordu ama zihni sürekli fısıltılarla tekrarlıyordu.

Bu gün nikah vardı güneşin batmayacağını söyledikleri topraklarda. Bu nasıl olurdu? Yiğit abisini almaya gideceğini söyleyince o nişan mevzusunun böylece kapanıp gittiğini düşünmüştü Meyra.

 

Aile geleneklerine uygun sadece Winshor kanı taşıyan kişilerin katıldığı bir kilise nikahı düzenlenecekti gündüz saatlerinde Winshor malikanesinde. Akşam ise kraliyetin tüm mensuplarını içeren bir düğün planlanmıştı. Asla o iklimlerden gelecek haberleri bilmek istemeyen kızlar aylardır olanlardan da habersizdi.

 

Haftalardır yapılacak düğün, dünya gündemini oldukça meşgul ediyordu. Ama şimdi o düğünden için kanlınikah diye bahsediliyordu. On bir eylül saldırılarından sonra yüz yılın en büyük terör katliamı diye manşetler atılıyordu. Asırlardır İngiltere topraklarında yaşayan, soyu on yedinci yüzyıla dayanan ailenin tamamen yok olduğunu duyuruyordu dünyaya medya.

 

Meyra şu an zerre kadar kimin yok olduğuyla ilgilenemezdi! O şu an sadece nikahı mevzubahis olan Halilin ve onu almaya giden Yiğitin derdindeydi.

 

Nazlının solan yüzüyle derin bir nefes aldı.

 

"Tamam! Tamam biz uyuyalım Nazlım. Beraber uyuyalım mı? Minik boncuğumuzu severim."

 

Nazlı hızla başını onaylar gibi salladı.

Gözlerindeki çaresiz o bakış ve kaçmaya çalışması Meyraya nefes aldırmıyordu.

 

"Hadi! Ne olur hemen uyuyalım. Hadi Meyra!"

 

Meyra elindeki telefonu sıkmaktan eklem yerleri bembeyaz olmuş adama saniyelik bir bakış atıp Nazlının kolunu daha sıkı kavradı.

 

Nazlı ise bacak arasındaki şiddetli sancılar için nefes egzersizlerini sesli bir şekilde yaptığının bile farkında değildi.

 

Kendi odasına doğru yürümeye başladılar. Meyranın elini can yakacak bir kuvvette sıkıyordu.

 

Sonra ise asla olmasını istemeyecekleri bir şey oldu. Nazlının karnından kasıklarına doğru şimşek gibi bir sancı saplandı. Sancıyla öne doğru bükülen bedenini düzeltirken attığı çığlık duvarlara çarptı. Sancı hafifledi ama bu sefer bacaklarından aşağı boşalan kanlı suyun görüntüsü dehşetle gözlerini açmasına neden olmuştu.

 

"MEYRAAA!!!"

 

Öyle bir bağırdı ki tüm konak duydu sesini. Asaf odadan fırlayıp yanlarına bir iki saniyede vardı. Meyra ise kilitlenmiş gibi Nazlının bacaklarının arasından dökülen suya bakıyordu.

 

"Hayır! Hayır Allahım Hayır! Şimdi değil erken hayır! Ne olur Allahım? Üzülmedim ben! Ne olur şimdi değil, Üzülmedim ben ne olur? Güneş ne olur, hayır!!!"

 

Nazlı da korkuyla sıraladığı sözleri git gide artan bir sesle söylüyordu.

 

"Nazlı bana bak?"

 

Asafın onu Meyranın kolundan çekip aldığını bile fark edemeyecek bir paniğin içindeydi.

 

"Nazlı yok bir şey. Hadi hastaneye gidelim. Nazlı!"

 

Nazlı göz damarları iyice belirginleşmiş bir dehşetle Asafa baktı.

 

"Yemin ederim üzülmedim! Yapmadım! Yapmadım Asaf yemin ederim! Şimdi değil ne olur?"

 

"Tamam... Yok bir şey abim hadi gidelim. Korkma Nazlı. Kucağıma alacağım şimdi. Sonra hastaneye gideceğiz. Minik boncuğumuz gelmek istemiş, hadi abicim."

 

"Asaf çok erken. Daha! Daha iki hafta var. O bile erkendi ki. Şimdi çok çok erken."

 

"Ama kızın seni istiyor Nazlı. Hadi güzelim, tut boynumu sıkıca. Hadi Nazlı. Bebeğine sarılmak istemez misin? Hadi gidip alalım Güneşimizi."

 

Nazlı hızlıca başını salladı. Gözlerinden boşalan yaşlar Asafı net görmesine engeldi ama sesi sakinleştiriyordu.

 

"Bir şey olmayacak değil mi? Bebeğim gelmek istedi. Yok! Yoksa ben üzülmedim hiç bir şeye!"

 

Asaf bacaklarının altından kolunu geçirip kucağına aldı Nazlıyı. Boynuna sıkıca yapışan kızı göğsüne doğru bastırdı.

 

"Bir şey yok ki üzülecek. Hiç bir şey yok Nazlı. Her şey yolunda abim, korkma sen. MEYRA!!!"

 

Ardında kalan kıza öyle bir bağırmıştı ki Meyra yere saçılmış kanlı akıntıdan gözlerini anca öyle çekebilmişti. Yüzünün rengi yok denilecek kadar beyazdı. Dudakları korkudan morarmıştı.

 

"Meyra hadi! Nazlının çantasını al ve aşağı gel! Çabuk Meyra şimdi değil!"

 

Asafın oldukça otoriter çıkan sesiyle hızla başını salladı. Merdivenden inen adama son bir bakış atıp Nazlınım odasına koştu. Beraber güle, eğlene hazırladıkları çantayı kapıp aynı hızla aşağı doğru koşturmaya devam etti.

 

O sırada Nazlının gördüğü aralık kapıda eli kolu dolu Gurur dikiliyordu sırtı içeri dönük şekilde. Bu gün annesiyle çocukları alıp, eğlence merkezine götürmüşlerdi ve tüm gün gönüllerince eğlenmelerini istemişlerdi. Küçüklerin bu huzursuz ortamdan biraz uzaklaşması için Anne-oğul küçüklerin isteklerini yerine getirecekti.

 

Zümrütün isteği üzerine birde alışveriş yapılmıştı. Kapı aralığına bıraktığı poşetlerin devamını almak için geri dönüp hâlâ arabanın yanında Zümrütün minik boncuk için aldığı hediye hangi poşette tartışmalarını görünce iç çekti.

 

"Kız kurban oluyum piştik işte. Hadi içerde bakak gözünü sevdiğim."

 

"Olmaz diyom anne. Hemen verecem ben elsalı elbiseyi. Ablama benimkini de gösterecem. Takım giyiyoz diye sevinir ele? Sen abimle Yağız giyince sevindiydin."

 

"Hah! Dur aha bak buydu. Sevinir annem. Sevinmez mi hiç? Pek yaraşacak iki can içime de."

 

Züleyha oflayarak onlara bakan Yağıza gülümseyip son poşeti de alıp geriye çekildi. O sırada içerden gelen bağırtıyla hızla kapıya baktı.

 

"Nazenin çabuk arabanın anahtarını ver!"

 

Asafın sesi içine ateş gibi düştü. Eline zorla topladığı tüm çantaları savurur gibi fırlatıp koşmaya başladı.

 

Gurur da annesiyle aynı anda sese tepki verip içeri koşmuştu. Asafın kucağında gördüğü ablasına baktı. Sonra bej renkli elbisesindeki ıslaklığa, yer yer kan izlerine kilitlenip kaldı.

 

"Abla..."

 

Asaf kapıdan içeri oğlunu iterek giren kadınla derin bir soluk aldı. Nazlıya bir tek annesi iyi gelirdi.

 

"Hala! Arabaya geçin. Hadi hala doktoru ara sen. Hazır olsunlar!"

 

Züleyha diğerlerine göre çok daha kolay toparlanıp harekete geçti.

 

"Gurur! Gurur çabuk babanı ara oğlum! Hadi annem."

 

O sırada korkuyla ikisine bakan çocuklarını gördü. Sonra da salondan koşturarak araba anahtarı getiren Nazenine baktı.

 

"Nazenin çocukları alıp odalarına çıkın kuzum! Hadi kurban oluyum, ne olur dikilmen? SULTAN ABLA!!!"

 

Mutfaktan olabildiğine hızlı gelen iki kadına baktı bu sefer de.

 

"Çocuklar abla! Çocuklara mukayyet olun, hastaneye gidiyoz. Nazlım... Annem iyi misin?"

 

"Anne... Anne vallahi üzülmedim ben. Dinlemedim de kimseyi! Duymadım!! Hiç bir şey duymadım ben. Anne suyum geldi benim."

 

Züleyha kızı sayıklar gibi ne diyor anlamadı ama düşünecek zaman da yoktu.

 

"Tamam annem. Yok bişey hadi Asaf. Gurur dikilme!!! BABANI ARA!!!"

 

Bağıryısı o kadar güçlüydü ki herkesi kendine getirdi. Asaf hızla Nazlıyı arabanın arka koltuğuna yatırdı. Züleyha başında sakinleşsin diye dil dökmeye başladı. Araba hareket edeceği zaman ön kapı Gurur tarafından hızla açılmıştı.

 

Yola çıkıldığında Gurur ilk babasını aramıştı panikten. Halbuki doktoru arayacaktı. Sonra hızla durumu anlatıp kapattı. Esra hanımın numarasını bulmaya çalışırken titreyen elleri iki kere düşürdü telefonu.

 

"Hoparlöre ver oğlum. Hadi annem. Nazlı sancın var mı kızım?"

 

Nazlı sadece nefeslerini sayıyordu. Korku çok şiddetliydi ve ne hissettiğini bilmiyordu bile.

 

"Nazlı! Boncuğum ağrın var mı kuzum? Ha annem."

 

"Bilmiyorum ki. Yok! Yok mu anne benim ağrım bilmiyorum. Korkuyorum, çok erken."

 

Telefondan duyulan sesle Züleyha kızına cevap veremedi.

 

"Esra Hanım! Ben Züleyha Sulhan, Nazlının suyu geldi Esra hanım! Hastaneye gidiyoz biz. Ne olur yetiş Allahının aşkına!"

 

"Züleyha hanım! Tamam sakin olun, ben zaten şu an hastanedeyim. Telefonun sesini açın Nazlıya verin lütfen."

 

"Açık! Açık duyuyo sizi de pek kendinde değil gibi! Kurban oluyum sen söyle bişeyi yok de ne olur? Bi sana inanır."

 

"Tamam sakin olalım. Nazlıcım duyuyorsun beni değil mi?"

 

"Esra hanım hiç bir şey yapmadım ben! Birden oldu. Ne olur kötü bir şey olmasın."

 

"Kötü bir şey yok Nazlı! Bu normal bir şey. Biz hazır bir şekilde seni bekliyoruz korkma kızım. Şimdi senle öğrendiğimiz nefes egzersizlerini hatırlıyorsun değil mi? Onları yapıyoruz Nazlı."

 

"Yapıyorum! Yapıyorum vallahi yapıyorum!"

 

"Sancı sıklığın kaç dakika da bir Nazlı?"

 

"Bi... Bilmiyorum... Ben hissetmiyorum bir şey. Suyum geldi ama kan vardı! Ağrı yok. Bilmiyorum ki var mı yok mu?"

 

Bir kaç saniye ses gelmedi telefondan.

 

"Tamam bu kötü bir şey değil. Olabilir bunlar. Doğum başlamış sadece. Kaç dakika sürer gelmeniz?"

 

Asafın on beş dakika sözleriyle yine bir sessizlik oldu.

 

"Olabildiğine dikkat edin lütfen, ben hazır ediyorum burayı. Korkma Nazlı. Kızın biraz aceleci ama sorun yok."

 

"Yok değil mi? Yok sorun. Tamam siz öyle diyorsanız... Tamam ben iyiyim, sorun yok!"

 

Nazlı tüm çaresi nefesindeymiş gibi soluk alıp verdi. Züleyha bazen sesli bazen içinden ettiği dualar dışında konuşmadı. Ama Gurur kilitlenmiş halinden çıkamıyorudu. Ardına bakamıyordu korkudan. Nazlının kanlanmış eteği dışında hiç bir şey yoktu sanki baktığı her yerde.

 

Araba acil kapısında durduğunda doktor Esranın dediği gibi onları bekliyorlardı. Sonra hızla sedyeye alınan kız koşturan adımlarla ilerledi.

 

Nazlının ardında kalan üç kişiye bir ses daha eklendi.

 

"Züleyha! Züleyha Nazlı nerde?"

 

Asilin koşarak koridorda ilerlemesiyle şu ana kadar metanetini koruyan Züleyhanın dizlerindeki tüm bağlar çözüldü. Dermanı kalmayan ayakları bedenini taşıyamadı. Olduğu yere oturur gibi çöktüğünde Asil de öne atılıp omuzlarından tutarak yakaladı karısını.

 

"Nazlı nerde Züleyha? Kızımız nerde? Asaf!"

 

Züleyhanın ağlamayan ama hıçkırır gibi iç çeken bedenini göğsüne bastırıp ardında dikilen ikiliye baktı Asil.

 

"Doğum başkamış abi. İçeri aldılar. Bilmiyoruz ki."

 

"İyiydi... Biz evden çıkarken iyiydi. Bişeyciği yoktu ki. Ben kötü olsa öylece bırakır mıyım onu? Yoktu bişeyciği!"

 

"Züleyham... Karım bir bak bana. Züleyha!"

 

Zorla başını göğsünden ayırıp yüzüne bakmaya çalıştı karısının. Yeşil gözlerinin tüm rengi çekilmişti sanki. Dudakları titremekten kapanmıyordu.

 

"Bir şey yok karım. Yok bir şeyi! Doktor gelecek şimdi."

 

"Asil... Kanlıydı elbisesi."

 

Asilin göz damarlarındaki kızarıklıklar arttı. Öylece onlara bakan oğluyla kesişti bakışları.

 

"Yaman, yardım et anneni oturtalım oğlum. "

 

Gurur azıcık bile tepki vermeden uzanıp annesini tutmaya çalıştı. İki kolundan kavrayan baba oğul sağda kalan sandalyelere oturttu Züleyhayı.

 

"Asaf ne oldu? Nazlıya ne oldu?"

 

Asaf yüzünün rengi gitmiş kadına baktı ama ağzını açamadı.

 

"Abi sonra konuşsak. Doktor çıksın da ondan sonra konuşalım."

 

O sırada zaten önlerinde bekledikleri kapı kayarak açılmıştı.

 

Son zamanlarda en çok gördükleri yüz içerden çıktı.

Hepsini gözüyle tarayıp en son Asil de durdu bakışları.

 

"Doğum başlamış Asil bey. Nazlı anestezi için hazırlanıyor. Sezeryan sonrası operasyonda bana eşlik edecek hekimimiz yolda, geliyor."

 

O sırada koşturan yine başka ayak sesleriyle kadının konuşması yarım kaldı. Meyra ve Nazenin ellerinde çantayla üstlerine doğru geliyordu. Asil kızlara bakıp geri döndü soktora yüzünü.

 

"İyi mi Nazlı? Bir şeyi yoktu sabah. Şimdi nasıl, her şey yolunda mı?"

 

Asilin göğsünü döven kalp atışlarına aykırı, yüzü ifadesiz denecek kadar netti. Şu an kendini bırakamayacak kadar kızı, oğlu ve karısı için endişeliydi.

 

"Kan korkuttu bizi ama kistlerde bir patlama gözlemlemedik. Doğum başlamış. Doğum sonrası bebeği küvöze alacağız bir süre. Ama Nazlı iki operasyonu aynı anda geçireceği için kan takviyesine ihtiyacımız olacak. Hastanemizde stoğumuz var ama belli bir miktar yine de tutmak zorundayız. 0 rh- kan takviyesinde bulunursanız çok daha iyi olur. Şu an aynı kan gurubuna ihtiyaç duyan başka bir vaka daha olursa zorlanırız."

 

"Benim kanım Nazlıyla aynı!"

 

Meyranın sesiyle Esra başını salladı.

 

"Bende bağışçı olurum hastane için."

 

Asaf ise tek düze bir sesle konuşmuştu.

 

"Bu iyi haber, kolay bulamıyoruz maalesef bu kan gurubunu. Endişe etmeyin lütfen. Biz bunu bekliyorduk ve hazırlıklıyız. Kistlerle ilgili bir sorun yaşamadığımız sürece her şey olan seyrinde ilerleyecek."

 

Esranın peşinden çıkan iki kişiyse kadına seslenip ellerindeki bir kaç kağıdı görmesi için uzattılar. İmzalanması gereken evraklar için eş ortada olmadığından babanın imzasına ihtiyaç vardı. Ameliyat için hazırlanması gereken doktor da daha fazla konuşmadan uzaklaştı yanlarından.

 

"Züleyha bak bir şeyi yok. Güneşimiz doğuyormuş karım. Züleyha hadi bir bak bana."

 

Züleyha hızlı hızlı başını sallamıştı. Can simitine sarılır gibi Asilin ellerine sarıldı.

 

"Bişeyi yokmuş ele? Doğum! Sadece erken oluyo emme yok bişeyi."

Asilin sol gözünden akan yaşa korkarak baktı Züleyha. Uğuldayan kulaklarından doktor ne dedi anlayamamıştı ki. Aklı da mı kilitlenmişti acaba? Konuşan kadının sesi hep kesik kesik ulaşmıştı zihnine.

 

"Yok! Yok hiç kötü bir şey yok. Güneşimiz geliyor. Kızımız doğuyor karım. Şimdi bahsettikleri evrakları imzalayım ben. Çocuklar da kan versinler. Tamam mı karım, bir şey yok. Zümrüt ve Bera nerde Züleyha?"

 

Asilin gözü sık sık Gurura çarpıyordu. Git gide beyazlayan ve hiç sesi çıkmayan oğlu endişelendiriyordu onu.

 

"Şeyde... Evde çocuklar. Biz kapıdaydık, Asafın sesiyle... Sultan ablayla Miniş başında ikisinin de."

 

Asil hâlâ kıpırdamadan onlara bakan oğluna baktı tekrar.

 

"Gurur Yaman! Annenin yanına otur oğlum. Hadi babam, ben geliyorum hemen. "

 

Gurur başını sallayıp bir görevi yerine getirir gibi yine konuşmadan babasının gösterdiği yere oturdu. Asil hemen ameliyat için imza atmaya gitmişti.

 

Gurur bir süre öylece ayakta duran kişilere baktı. Sonra omzuna başını yaslamış öylece iç çeken annesinin saçlarına öpücük bıraktı.

 

Nazlıya ne olduğunu biliyordu. Diğerlerinin aksine Gurur her gün gündemi takip ediyor, haber bekledikleri yerde neler oluyor biliyordu. Sadece bu gün hiç fırsatı olmamıştı bakmaya. Nazlı nikahı öğrenmişti demek ki! Öğrenmiş ve yaşadığı üzüntü onu bu hâle getirmişti. Aynı donuk tavırlarla arka cebine zorla tıkıştırdığı telefonu çekip aldı. Alıştığı haber sayfasına girdiğinde beklediği düğün resimleriydi aslında. Ama gördükleri kahve-yeşil gözlerinin irice açılmasına neden oldu. Bakışları Asafa doğru kalktı ve sonra tekrar telefonuna döndü. Okuduğu her başlık birbirinden kötüydü ve onlar bütün gün gezerken uzak ülkelerden birinde kıyamet kopuyordu.

 

"Bunu mu gördü Nazlı?"

 

Sesi bir fısıltı gibi çıktı ilk. Sonra iri iri açılmış gözleri ona dikkatle bakan Asafa saplandı. Ayağa nasıl bir hızla kalktığını Züleyha anlayamamıştı.

 

"Bunları mı gördü ablam? Telefona mı baktı? Sen biliyorsun! Sen her şeyi biliyorsun, patlama diyor! Asaf abi herkes öldü diyor! Halil abi mi? Nazlı bunları mı GÖRDÜ?"

 

Asaf uzanıp hemen elindeki telefonu kapmış ve daha çok şiddetle bağırmaya hazırlanan çocuğu ensesinden yakalayıp omzuna doğru bastırmıştı. Yarı sürükler yarı yürütür bir hâlde çıkışa götürmekti tek derdi.

 

"Sus! Dışarda konuşacağız, bağırma!"

 

Zor şer zaptettiği çocuğu çekiştirirken bu sefer Züleyha ile göz göze geldi. Kadının yüzündeki ifadeden sonra ne yapacağını bilemedi. Gitgide sarpa sarıyordu her şey ve Asaf tek bir Allah kuluna ulaşamayıp, tek kelime öğrenememişti."

 

"Pat-patlama mı? Ney? Asaf ne diyo bu oğlan?"

 

"Hala yok bir şey! Tamam sakin olalım şimdi Nazlıyı düşünmemiz lazım. Yok bir şey."

 

Asaf neredeyse emindi ne Yiğite ne de Halile bir şey olmadığından. Sadece net söyleyebileceği kelimeleri yoktu. Ama o kendi arkadaşını tanırdı. Üstelik plan dışında bir şey olsa avcı ona ulaşırdı.

 

"Ne diyo o zaman Gurur?"

 

Elinden kendini çekip alan Gurur derin derin soluklanıyordu.

 

"Abi?"

 

"Yok bir şey! Ben neler oldu öğreneceğim lütfen Gurur! Anneni de kızları da korkutuyorsun yapma abim!"

 

Gurur tek gözünden kayan yaşı kendi aynı hızla elinin ayasıyla sildi.

 

"Ablam... Gördü mü?"

 

Sesi o kadar çaresiz çıkmıştı ki Asaf ne diyeceğini bilemedi.

O sırada biraz evvel yanlarından uzaklaşan Asil de geri dönmüştü. Kızlar bir köşede öylece bakıyorlardı. Kilitlenmiş gibi izliyorlardı. Meyra ısırmaktan kan akıttığı dudaklarının da, Nazenin tırnaklarını sapladığı avuç içlerinin de farkında değildi.

 

"Ne oldu? Doktor bir şey mi dedi?"

 

Asilin sesiyle Asaf döndü ona.

 

"Abi dışarı çıkalım mı bir? Konuşalım!"

 

"Patlama ne Asaf? Neyin patlaması, yüzünü çevirme benden!!!"

 

Züleyhadan hiç duymadığı kadar sert bir tınıda gelen soruya boğazındaki yumruyu yutup cevap verememişti.

 

Elindeki telefona uzanınca Asaf geriye çekecek gibi oldu ama öyle bir bakıyordu ki halası, bir şey yapamadı. Züleyha gözünü Asaftan çekip telefonu Gururun yüzüne tutup açılmasını sağladı. En son baktığı sayfa açıktı.

 

Bir kere başlığı okudu. Sonra bir kere daha okudu. Alta kaydırdı, başka fotoğrafların altına yazılanları okudu. Okuduğunu anlayamıyormuş gibi Asilden medet umar gibi ona uzattı telefonu.

 

"Asil ben bişey anlamıyom. Terör bişeyisi olmuş. Gurur, Halil dedi. Bi bak kurban oluyum!"

 

Asilin alıp baktığı telefondan sonra Asaf gözlerini sıkıca kapatmıştı. Hiç bir şey öğrenmeden telaşa kapılacaklardı!

 

"Asaf?"

 

Asilin titreyen sesiyle gözlerini araladı. Patlama saatinden bu zamana kadar neredeyse yedi saat olmak üzereydi. Onlardan haber alması için yeterli bir zamandı artık.

 

"Abi biz dışarı çıkalım. Bende hem kime ulaşabilirim bir bakayım. Abi biliyorsun..."

 

Gözü yüzünden ayrılmayan halasına değip hemen Asile döndü.

 

"Bir şey olsa çoktan haberim olurdu benim. Korkmayın ne olur?"

 

"Ama... Patlamış diyo haber. Nikah da koca yer patlamış diyo! Halil de mi ordaydı? Değildi ele? Yoktu Halil!"

 

Asaf kurumuş dudağını diliyle süpürüp, ne diyeceğini düşünmeye çalıştı. Onun da içi içini yiyordu ama kötü düşünmek istemiyordu. Sonuçta konu kobraydı ve o hiç bir görevinde başarısız olmamaştı. Ölmediğine adı kadar emindi. Sadece... Rusyada olduğu gibi yaralanmış olabileceği geliyordu aklına. Nazlı bu hâlde olmasa hemen Umuta geçer ve her şeyi detaylıca öğrenirdi.

 

"Hala korkma ne olur? Nazlıyı düşünmemiz lazım şimdi. Ben öğreneceğim her şeyi."

 

Züleyha bir ardındaki kapıya baktı bir de medet dilenir gibi Asafa. Bir şey yok diyordu. Gerçekten yoktu değil mi? Göğsündeki sancı büyüdükçe büyüyordu. Kızı içerde canıyla cebelleşiyordu. Aylardır yolunu gözledikleri bebek doğmak için daha fazla tahammül edememişti. Şimdi ise canının diğer parçası nerelerde, ne hallerdeydi? Nefes alıyor mu onu bile bilmiyorlardı.

 

Takati kalmadı canının. Kendini ardındaki sandalyeye yığılır gibi bıraktı. Hiç sesi yükselmeden içli içli ağlamaya başladı bir anda. Eli göğsüne vurdukça acısı katmerlendi. Kulağında uğultu gibi adını söyleyen kocasını duyuyordu. Bedenine sarılan oğlunun kokusunu hissediyordu ama öyle bir zehir sarmıştı ki içini ne kadar yaş aksa gözünden tükenmiyordu içindeki avusu.

 

El kadar çocukken kollarına konan oğlan nerdeydi? En dar zamanında sığındığı yavrusu, çocuk yaşına bakmadan analık ettiği evladı nerdeydi Züleyhanın? Ne derdi Nazlıya? Nasıl bakardı doğmak için dünya intihandan geçen Güneşine? Bu acı fazla değil miydi bir kul için? Bu yük çok ağırdı omuzlarına.

 

"Yanıyom Allahım... Cehennem ateşinde kavruluyom, acılarıyla sınama beni ne olur? Allahım... Allahım al içimden bu acıyı ben dayanamıyom..."

 

"Züleyha! Ne olur bak bir bana. Züleyha bir şey yok diyor Asaf ne olur?"

 

Asilin yüzüne ıslak ıslak değen ellerini hissediyordu. Sayıklar gibi ağlayışını durduramıyordu ama.

 

"Züleyha... Kendine gel güzelim, yok bir şey. Halilin hiç bir şeyi yok."

 

"Asil... Asil ben nefes alamıyom Asil... Nerde benim çocuklarım? Kim aldı benden onları?"

 

"Gelecekler Züleyha... Gelecek oğlumuz. Bebeğimiz doğacak, kızımız iyileşecek. Topla kendini karım."

 

Asilin göğsünde biraz rahatlayana kadar ağladı. Asaf korkudan ağlamaya bile cesaretleri olmayan kızları teselli etti. Gurur ise öylece duvara yaslanmış bir halde beklerken birden koşmaya ve çıkışa doğru ilerlemeye başladı.

 

Asil ne yapacağını, nereye yetişeceğini bilemiyordu artık.

 

"Gurur! Gurur Yaman!!!"

 

Ardından bağırsa da sesini duyuramadı. Sonra köşede onları izleyen üçlüye baktı.

 

"Meyra, Nazenin gelin kızım. Züleyhanın yanında durursunuz değil mi?"

 

Meyra hızla başını sallayıp hemen yanındaki sandalyeye oturup, ellerine yapıştı. Nazenin de Asilin kalktığı sandalyeye oturmuş, Züleyhayı aralarına alıp, iki yandan sarmalamışlardı.

 

"Züleyham... Bir bak bana karım. Ben şimdi ne olmuş öğrenmeye çalışayım ha. Bekle burda hemen geleceğim karım."

 

Züleyhanın feri çekilmiş gözleri titredi.

 

"Oğlumu mu getirecen?"

 

Asil buna ne diyeceğini bilmiyordu ki. Asla düşünmek istemediği bir ihtimal kalbini ikiye yararken nasıl ağzını böylesi bir söz için açardı?

 

"Öğrenelim bir neler olmuş, olur mu karım? Kızımızı bekle güzel karım. Gurura da bakayım ben. Hemen geleceğim."

 

Asil başıyla Asafa işaret verip dışarı çıkmasını istedi. Adımları oldukça sık bir şekilde hastane bahçesine doğru ilerledi. Gözü Gururu bulabilmek için etrafta dolaştı. Görünürde olmayan oğlu onu endişelendiriyordu.

Yanında duran çocuğa bakıp derin bir soluk aldı.

 

"Neler oldu gerçekten bilmiyor musun?"

 

Asaf elini ensesine atıp sağa sola bakındı.

 

"Abi son aşamaya geldiklerini biliyorum. Yiğit de ülke de değil. Biliyorsun bir kaç defa yanına gittim. Biz..."

 

Yine sağa sola bakınıp sesini bir miktar daha düşürdü.

 

"Halilden haber gelince ailenin infazı onaylandı. Yiğit bir takım ayarlamalar için merkeze geçmişti. Onu ordan çıkaracak sitemi merkezdekiler yönetecekti."

 

"Nikah?"

 

"Paravan... Aileyi tek bir noktaya toplamak için."

 

"Tüm aileyi?"

 

Asilin normal bir vatandaş olarak sürdürdüğü hayatında bu oldukça gaddar bir durumdu.

 

"Abi bu işlerde geriye kimse bırakılmaz. Eğer yılan yuvasına saldırıyorsan, yuvayı kurutmak zorundasın. Bu bizim insiyatifimizde olan bir şey değil."

 

Asafın vicdani değerleri bu durumu hoş görmese de kabullenmesi gerektiğini biliyordu. Değişmez bir kurtarma ilkesi vardı. Yüz kişi kurtarmayı hedefleyen biri beş kişiyi zaiyat olarak gözden çıkarmak zorunda kalabilirdi. Soyun kurutulmasına dair bir emir geldiyse, bunun kararı onlara düşmezdi.

 

"Halil ve Yiğit o zaman ordaydı. Onlardan nasıl haber alırız Asaf? Kötü... Kötü bir şey olsa ..."

 

Asaf hemen atılıp dirseğini tuttu Asilin.

 

"Abi biliyorum çok kötü görünüyor burdan ama ben kardeşimi bilirim. Sapasağlam gelecek. Kötü bir şey olmuş olsa şimdiye kadar..."

 

Lafını bölen şey oldukça yüksek sesle insanı rahatsız eden uçaklardı. Refleks gibi bir etkiyle Asil ve Asaf gökyüzüne baktılar.

 

Ses gitgide yükseliyordu. Saat yedi olsa bile hava hâlâ oldukça aydınlıktı ve sıcak hiç de eksilmemiş gibi yakıcıydı. Asaf elini alnına siper ederek görüşünü netleştirmeye çalıştı.

 

V şeklinde f16 ların aralarına aldıkları bir kargo uçağı vardı. Bahçede herkesin dikkatini çeken uçak gurubu seslerin de azalmasına neden olmuştu. Aslında bu tür toplu uçuşlara alışık gibiydi insanlar. İncirlik üssünün yakın oluşu alıştırmıştı onları.

 

Ama hangi uçağın, nasıl bir amaç için uçtuğu ayrımını yapan adamın yüreği kuş gibi hafifledi. Asafın yüzünde kademe kademe yayılan gülümseme, içindeki daralmışlık hissini de azalttı.

 

"Allahın belası, her seferinde içimden geçiyorsun!"

 

Kendi kendine mırıldanır gibi konuşsada Asil duymuştu. Yüzündeki belirsizliğin izlerine bakıp Asaf kısa bir kahkaha attı.

 

"Oğulların geliyor abi, gözün aydın."

 

Asil tekrar görüş açılarından uzaklaşan uçak gurubuna baktı. Yüzünde ki şaşkınlık hali Asafa tekrar kahkaha attırmıştı.

 

"Sen... Nasıl?"

 

Asaf hala şekli belli olan uçakları eliyle işaret edip gözünü diğer eliyle koruyordu güneşten.

 

"O beşli Solo Türkün pilotları abi. İncirlik üssüne doğru istikametleri bak. Ortada ki kargo da bizimkiler olmalı."

 

Asil hâlâ gerçekten bir şey anlamamıştı ve Asafın bu kadar net konuşmasına da anlam veremiyordu. Ama sesinde ki umut oluk oluk akıyordu sanki onu duyan kulaklara.

 

"Nerden biliyorsun? Gerçekten onlar mı? Oğullarım mı gerçekten?"

 

Asaf başını iki yana sallayıp görüş menzilinden çıkan uçakların peşnd6en bakmayı bıraktı.

 

"Yeryüzünde uçaklarını birbirine bu denli yakın kullanan başka bir grup yok abi. Kargo uçağını aralarına aldıklarına göre radara takılmadan sınırdan geçmiş olmalılar."

 

Asaf iç çekip boş gökyüzüne baktı ve derin bir soluk aldı.

 

"Kızının doğumuna yetiştin kobra..."

 

Mırıldanır gibi bir cümle kurduktan sonra Birliğin onlar için özel üretim olarak tahsis ettiği telefonuna yapıştı. İlk avcıya ulaşmıştı. Yiğitin telefonu kapalıydı ama ses kaydı bırakabildi. Sonra Duhan Doğruya burdaki durumları bildirmesi için Umutta olan ekip arkadaşını aradı.

 

Avcı, Halillerle beraber değildi ama yanına ulaşmak üzereydi. En azından Yiğite haber uçurabilmek için Yiğitin ekibinden birine ulaşacağını söyledi. Bu gün sorgu ve bürokrasiyle geçeceğini bildiğinden biran evvel hastanede olmalarını duyurmaları lazımdı.

 

Asil içeri girip Asafın ona verdiği müjdeyi, gözünde yaşla bir damla su bekleyen karısına ulaştırdı.

 

Geldi mi üst üste geliyordu felaketler. Ama bazende o felaketlerin bitiminde güneş doğmak için an kolluyordu.

 

Asaf ve Meyra kan verirken Nazenin yanlarındaydı. Tek sıkıntı şu an hâlâ haber alamadıkları Nazlı ve bir türlü ulaşamadıkları Gururdu.

 

Bu gün yoğun seyirde işleyen hava trafiğine bile alışıp, tepki vermiyorlardı. Züleyha gözünü kalın, puslu camlardan kapıya dikmiş ayırmazken yine bir takım koşturmacalar başladı. Halsiz kalan bedeni ona da tepki verip ne oluyor bakamayacaktı ama yanında elini tutan kocasının parmakalrını sıkıştırdığını ve "Halil" diye mırıldandığını duyunca gözleri ok gibi seslere saplandı.

 

Kendilerine doğru koşan dört kişi vardı. Oturduğu yerden ayaklandı. Yiğiti gördüğü an içine soğuk sular serpildi. Saçı, sakalı bakmaya doyamadığı yüzü kapatmış ama gözünün yeşili kendine eş olan adamla düğüm düğüm oldu ciğerlerindeki soluk. Tıpkı Asil gibi adını zikretti dudakları.

 

"Halil..."

 

Yanına ulaşan, kollarına yapışan oplana öylece baktı.

 

"Hala! Hala Nazlı nerde? Nazlı! Nazlıııı!!! Enişte ne oldu ona?"

 

Bağıra çağıra derdini anlatan adamın kızarmış gözlerine bomboş baktı öylece. Sağ şakağından, kulağının üstüne doğru bir kesik vardı. Dikiş atılmış gibiydi de bandajı yoktu. Züleyha üstünü kapatmak lazım mıydı yoksa böyle mi kalıyordu yara düşünmeye çalıştı. İlkyardım sertifikası alırken demişti aslında hocaları. Hatırlayamadı. Onu kavrayan ellerinin üstünde de bereler vardı. Elinin üzerindeki eklem yerleri yaralarla doluydu.

 

"Hala... Karım nerde? Ne oldu Nazlıya? Karım nerde benim hala?"

 

Sis bulutunun içindeymiş gibi tepkisizce duran Züleyhayı bu durgun sessizlikten karım kelimesi çıkardı. Halilin karısı, Züleyhanın kızıydı değil mi? İçerde canıyla cebelleşen kızı. Karşısındaki ise öldü mü kaldımı haber bile almaktan aciz kaldıkları oğluydu.

Kocasına yalvar yakar getirmesini istediği oğlu!

 

Kulakları uğulduyordu. Herkes ama herkes çok bağırıyor, onun beynine balyoz darbeleri indiriyordu. Asilin sesi geliyordu. Gözünün kenarıyla Meyranın hıçkırarak Yiğite sarıldığını görmüştü. Biri de Asille konuşmaya çalışıyordu ama kim bilmiyordu onu Züleyha.

 

Kollarını sarsıyordu ne yaşadığını, ne de öldüğünü bilmediği oğlu. Geriye bir adım çekildi. Bunu bile kendi iradesiyle mi yaptı bilemiyordu ama. Sonra hiç düşünmediği bir şey daha yaptı kontrolünü bulamadığı bedeni.

 

Ona karım nerde diye bağıran adamın yüzüne ses getiren bir şamar çarptı. Bağıra çağıra konuşan herkesin tüm sesini kesmişti bu tokat sanki.

 

Halil öylece halasına bakıyor, Züleyha gözünü bile kırpmadan oğlunu izliyordu.

 

"Züleyha!"

 

Asilin yükselen sesine dönüp bakmadı bile.

 

"Gözümün... Yaşıyla suladım ben seni. Büyü diye gözümdeki yaşla suladım..."

 

Mırıldanır gibiydi kelimeleri. Durulmuş gözünden öylece bir damla yaş kaydı.

 

"On beşimde verdiler koynuma da yaşamak için sebep diye sana sığındım ben."

 

"Hala..."

 

"Sen ne ettin bize Halil?"

 

"Hala çok özür dilerim. Hala... Ne olur affet!"

 

"Kızımı dar yetiştirdiğim yerde oğlum öldü mü diye niye ağlattın beni Halil? Benim kızım aylardır kör kuyularda hapis. Bi damla ışık diye niye ağlattın bizi?"

 

"Hala ben bilmiyordum. Ben... Ben evime gelmek için..."

 

Züleyhanın kademe kademe çatıldı kaşları.

 

"Evine gelmek için kadının birini koluna taktın, Nazlıya izlettin sen Halil. Biz o günde böyle kapı ağızlarında canı için ağıt yaktık. Onun göreceğini bile bile... "

 

Halil hızla iki yana salladı başını. Adımını ülke topraklarına attığı andan beri ne yaşıyor o da bilmiyordu ki. Uçakta evine döndüğü için deli divana çarpan kalbi Nazlıyı öğrendiğinden beri olukla kan akıtıyordu.

"Engel... Engel olmak istedim, beceremedim. Ne olur? Yüz çevirme benden."

 

Züleyha bir adım daha geriye gidip Halilden uzaklaşacakken Halil atılıp koca cüssesine bakmadan sığında halasına.

 

"Ben bilsem... Ben bu haldesiniz bilsem! Sen benim annemsin, sırtını dönme bana."

 

Züleyhanın inler gibi sesini duydu. Sonra sırtına dolanan kollarını hissedince daha sıkı kavradı.

 

"Beni bir kere daha evsiz bırakmayın, ben bilsem. Karım... Nazlım ne hâlde bilsem..."

 

Bilse ne olacaktı ki? Ne değişecekti? Cümlelerini devam ettiremeyişi bundan sebepti belli ki. Sırtanda ki kolların kürek kemiklerine indirdiği darbeleri umursamadan daha sıkı kavradı anne bildiği kadını.

 

"Patlamış dediler Halilin olduğu yer. Ne derdim ben karına? Nasıl bakacaktım el kadar kızına? Sen beni nasıl bi ateşle yaktın Halil? Çocuk aklımla büyüttüğüm evladım artık yoksa diyemedi dilim, sen ne ettin bana?"

 

"Hala çok özür dilerim."

 

Züleyha daha sıkı sarıldı.

 

"Daha göndermem bi yere. Ölümü çiğnemeden göndermem! Beni ezip geçmeden ayrılaman karşımdan!!"

 

İniltiler şeklinde kurulan her bir cümle zehir gibi değiyordu herkese. Değdiği anda yakıyor, kavuruyordu.

 

"Züleyham..."

 

Asilin sırtındaki elini hissetti. Sıcaklığı içini bir miktar rahatlattı.

 

"Karım ... Mahvettin kendini. Gel azıcık otur. Bak bitti. Geldi oğlumuz, ikisi de geldi. Hadi karım. Kızımız çıkar birazdan. Daha bebeğimizi seveceğiz. Hem... Hem ben oğluma hiç bakamadım."

 

Züleyhayı tıpkı Zümrütü lafına getirmek istediği zamanlarda kullandığı ses tonuyla kandırmaya çalışıyordu Asil. Onun da bacakları titriyordu. Göğsü sıkışıp duruyor, aldığı nefes ciğerlerine batıyordu. Ama o babaydı. Babalar yıkılır mıydı hiç? Yorulur muydu? Ailesi böyle perişanken ben de bittim diyebilir miydi?

Yapamazdı ki...

 

Ailesini tekrar bir araya toplamadan hiç bir baba güçten düşemezdi.

 

"Hadi benim güzel bebeğim. Zümrüt gözlü karım..."

 

Halilin kollarından aldığı karısını tekrar en yakındaki sandalyeye oturttu. Nazenin bileklerine su sürdü, boynunu eliyle ıslattı. Yanlarından geçenler hallerindeki perişanlığa bakıp ahvallerini sorguladılar. Kimi kayıpları var diye baş sağlığı diledi kendi içlerinden, kimileri hastaları için şifa diye bir kaç dua sıraladı.

 

Asil ona kederle bakan, tek bir ağır laf edecek olsa parçalanacak oğluna hiç bir şey demeden uzanıp sarıldı. Kızgındı birazcık, kırgındı da ama hiç bir şey şimdi sağlıkla karşısında durmasının önüne geçemezdi.

 

Çok kısa bir an acaba o patalamada diye düşünmüşken kimseye bir şeyin hesabını soramazdı. Önce bu dar boğazdan çıkmaları lazımdı. Önce içerde bekleyen iki canından da hayırlı haberler almaları gerekiyordu.

 

"Hoşgeldin oğlum..."

 

Sıkı sıkı sarıldığı adamın çocuk gibi sığınışı içini yaktı.

 

"Baba... Baba affedin beni..."

 

Asil boynuna başını yaslayıp, tenindeki titreyişi eliyle hissettiği adamın sırtını sıvazladı.

 

"Hişşşştttt... Yok bir şey... Geçit, geçti oğlum. Hem babasın sen, güçlü olman lazım. Eskisinden de güçlü..."

 

Halili kendinden biraz uzaklaştırıp merhametle baktı yüzüne. Yaşadığı şaşkınlığı düşünemiyordu bile.

 

"Baba... Nazlı içerde..."

 

"Bebeğinizi doğuruyor oğlum. Kızınız olacak inşallah."

 

Aklını oynatacaktı. Toplasa iki saat bile olmadan öğrendikleri, yaşadıkları aylardır çektiği her şeyin üstünü kapatmış, ona aklını kaybettirecekti. Yiğitin ağzından dökülenleri de helikoptere binip nasıl buraya geldiklerini de bilmiyordu. En son sorgu için hazırlıyorlardı onu. Ama Yiğit koşarak gelmiş, biran evvel gitmeleri gerektiğini bağıra çağıra anlatmaya çalışmıştı. O kadar cümlenin içinde duyduğu tek şey Nazlı doğuruyor dediğiydi ve bu cümlenin de asla mantıklı bir yanı yoktu.

 

Halili küçük bir çocuk gibi kollarından tutup halasının yanına oturttu Asil. Sonra da diğer evledına yönelip bir kez de Yiğiti bastı bağrına. Yorgun yüzü, onda asla görmediği kirli sakalları, üstüne sinmiş tütün kokusuyla Halilde ki perişanlığın bir eşi de onda vardı.

 

"Sözümü tuttum değil mi enişte? Güneş doğmadan babası geldi ona."

 

Asilin boyu Yiğitle bir birine denkti. O yüzden ensesini tutup alnından öpmesi çok kolay olmuştu.

 

"Sen hangi verdiğin sözü tutmadın bana? Çok şükür geldiniz oğlum."

 

Bir daha sardı kolları Yiğiti. Beş yaşında omuzlarına bindirip, kahkaha attırdığı çocuğun kendine sığınışı yirmi yedisinde bile aynı tadı veriyordu hâlâ.

 

Yiğit eniştesinden ayrılıp bitkinlikten bedenini zor tutan halasının yanına geçip oturdu.

 

"Gözün beni görmedi Züleya Sultan. Yalandan bi kıpçık gözlüm gelmiş deseydin bari."

 

Züleyhanın yorgun yüzüne azıcık tebessüm kondu. Başını küçük bir köpek eniği gibi omzuna sürten oğlunun saçlarını öpüp göğsüne bastırdı.

 

"Sende git, gelme aylarca çok heves ettiysen! Sonra gelince ilk bi sille yiyon da sonra mecbur sarılıyoz işte."

 

Yiğit siftinerek sürtünmeye devam etti.

 

"O tamamen bana karşı bir şovdu halaların en felfenası. Hiç bana bakmadan Halil dedin ya... Orda çok ayıp ettin. Tabi zekası kulaklarından akan bir hatun olduğundan hemen bastın şamarı. Hak etti, eline sağlık."

 

"Uzun uzun konuşma benle! Kafam kaldırmıyo zati, ne dedin hiç bişey anlamıyom ben."

 

Yiğit kısık bir kahkaha atıp halasına biraz daha sığındı. Yanında oturan Halilin başını da sağ omzunda hissedince içi bir kez daha cız etti. Avcunun içi sızlıyordu. Kendini kaybedip nasıl acıtmıştı yüzünü? Bunun için de bir damla yaş kaydı gözünden. Sol elini vurduğu yüze doğru uzatıp, naifçe okşamaya çalıştı. Halil iki eliyle tutup, avuç içlerine bir sürü öpücük bırakmıştı hemen.

 

Aradan on dakika geçtiğinde bu sefer Gurur koşturan adımlarla geldi yanlarına. Gözü hiç bir yere bakmadan ayaktaki babasındaydı. Yanlarından ayrılırken yüzünde olan soluk ifade gitmiş, gözleri parıl parıldı.

 

"Çıktı mı Nazlı? Doğdu mu bebek?"

 

Ardında kalanları görmeden babasına ve yan kısımda Nazenine sarılmış dikilen Asafa baktı. Elindekileri anlamadı Asil.

 

"Yaman? Nerdeydin oğlum?"

 

"Çıktı mı ablam?"

 

Elindeki paketleri gösterdi büyük bir iş yapmış çocuk gururuyla.

 

"Kaç bakkal gezdim. Marketlerde yokmuş. Ablam çıktıysa..."

 

Asil öylece bakıyordu ama bir şey anlamadı.

 

"Onlar ne babam?"

 

Gurur gülümseyerek elindeki limonlu patlayan şekerlere baktı.

 

"Nazlının canı çok istiyordu. Yiyemedi ya... Söz verdim alacağım diye."

 

Asili bir kaç kelime darma dağın etti. Öylece elinde kaç tane olduğu belirsiz şekerlere baktı. Nazlı bunlardan yemek istemişti demek ki. Hiç haberleri bile olmadı. Yüzüne zorla gülümsemeye benzer bir ifade oturtmaya çalıştı.

 

"Birazdan... Çıkar."

 

Gurur elindekileri en azından bir çantaya koyarlar diye sağına soluna bakındı. Panikten bakkalcıdan poşet bile isteyememişti. Kaç bakkal gezdiğini kendi bile bilmiyordu. Sonra ara sokakta kalan bir yerde bulmuştu. Ne kadar varsa da almıştı. Geri burayı bulabilmek için telefondan yönüne bakmak zorunda kalıp, birde onunla oyalanmıştı.

 

Annesine çanta sormak için ardına göndüğünde gördüklerini ilk idrak edemedi. Buraya o kadar Nazlıya odaklı gelmişti ki gerçekten annesine sarılmış oturan adamları da yüzlerini hiç görmediği iki kişiyi de yeni fark ediyordu.

 

Züleyha bir oğluna birde elindekilere baktı. Nazlının aşerdiğinden bile haberi olmamıştı. Gerçi olsa ne yapabilecekti ki?

 

"Gurur... Nazlı mı istedi annem onları?"

 

Gururun buraya gelirken yüzünde yeşerek tüm parıltılar ona öylece bakan bir çift gözde solup gitti. Önünü arkasını düşünmeden bir öfke peydah oldu içinde. Gurur kim ne görevde, neyi, neden yapıyor bilmezdi. O sadece aylardır ağrıyla boğuşan, bebeği için can çekişen, yedi liraya aldığı bir paket şekerin düşünü kuran ablasını bilirdi. Babasız çocuk doğuruyor laflarına direnen ablasının çektiğini bilirdi sadece. Gerisi Gururu bağlamazdı!

 

Yeşillerindeki kahveler kızardı. Yanan bir ormandan farkı yoktu gözlerinin. Ağzını açmadı ama Halilin soluk irisleri ona nasıl baktığını anlatıyordu.

Buz kesiği gibi bir his yayan sesiyle konuştu.

 

"Nazlı istedi! Aylardır ağzına süremediği şekeri rüyalarında bile görüyordu! Bebeği ölür korkusuyla yanından geçmediği yedi liralık bir şekerin hayalini kuruyordu Nazlı! Bende söz verdim ona. Doğum yaptığı gün ölmezse, bebeğini de gömmezse paket paket alacağıma dair pazarlık yaptım!"

 

Her daim neşesine, şebekliklerine, yaşam sevincine tanık oldukları çocuğun mızlak gibi saplanan cümleleriyle kimse ağzını açamadı. Asil elini omzuna atıp sıktı.

 

Şimdi sırası değildi.

 

"Yaman! Şimdi değil oğlum. Ne demek istiyorsan sonra..."

 

Gurur öylece ona bakan adamın gözlerine dümdüz bakıp aynı hissiz harelerini babasına çevirdi.

 

"Benim kimseye bir şey demek istemişliğim yok baba. Ben annemin sorusunu cevapladım! Şimdi de ablam çıksın içerden diye dua edeceğim."

 

Gurur hiç istifini bozmadan geçip tam karşılarındaki sandalyeye oturdu. Elinde sıkı sıkı tuttuğu paketleri sıraya dizip tekrar ona bakan adama oldukça dik bakmaya başladı.

 

Gururun öfkesinin aksine Halilin içi köz gibi yanıyordu. Öylece Gururun elindekilere bakıyordu. Nazlı onsuz neler yaşamıştı böyle?

 

Gururun söylediği her söz beyninde kırbaç gibi şaklıyordu. O sözleri bir yere oturtmaya çalıştıkça da soluk borusuna aşağı nefes değil lav akıyordu sanki.

 

Karısı onun bebeğine hamileydi. O yanında yoktu ve Nazlı tek başına bebeklerini doğurmak için neler çekmişti.?Gözleri, cevaplar ondaymış gibi paketlere kilitlenip kaldı.

 

Çocukken yerlerdi onu. Nazlı ağzına hepsini aynı anda döker, çığlıklı kahkahalarıyla evi inletirdi. Çıkan sesi, dilindeki o çıtırtıları çok severdi.

 

Yıllar geçmişti ve Nazlı hâlâ çok seviyordu patlayan şekerleri. Gurur bir kaç kelimeyle onu mahvedebilmişti.

Karısı ölmemek için niye ağzına sürmemişti ki? Bebekleri doğsun diye niye yiyememişti? Ne olmuştu onlara da hepsinin yüzündeki can çekilmiş gibiydi.

 

Halil yokken neler yaşamıştı onun ailesi?

 

Kapılar açıldığında ortamdaki suskunluğa çığlık gibi düştü kayan sürgünün sesi. Hepsi bu anı beklediği için hemen ayaklanıp içerden çıkana baktılar. Esra yüzündeki maskeyi indirip, yorgun bir tebessüm yoladı perişan aileye.

 

"Güzünüz aydın Sulhanlar. Güneşiniz doğdu. Kendisi iki kilo yüz gram ağırlığında ve kırk yedi santim boyunda bir çıt kırıldım. Asistanlarımız küvöze aldı şu an. Bir süre küvöz desteği gerekiyor, ciğerleri için. Şimdi ise Nazlının operasyonu için geri dönmem gerek. Bu haberi ben vermek istedim."

 

Bir anda ortalık karıştı sanki. Meyra ve Nazenin birbirine sarılıp zıplamaya başladılar. Asil karısına kolunu dolayıp göğsüne yasladı. Erkekler biraz daha usturupluydu ama kızların cıvıltısı oldukça netti.

 

Halil ise hâlâ tam olarak ne olduğunu anlayamamış bir şaşkınlığın içerisindeydi.

İleri bir iki adım atıp, gülümseyen kadına baktı.

 

"Nazlı! Nazlı nasıl? Operasyon dediniz!"

 

Kadın daha önce görmediği yüzler görüyordu. Karşısındaki iri yarı, ve paspal denilecek haldeki adama baktı.

 

"Siz?"

 

"Nazlının kocasıyım ben. Halil! Nazlı niye çıkmadı?"

 

Sesi sona doğru titremişti. Esra sonunda tanışma şerefine eriştiği babayı baştan aşağı bir kez süzdü.

 

"Bende ne zaman dönersiniz merak etmiyor değildim hani! Nazlının bir operasyon daha geçirmesi gerekiyor. Aile bireyleri size durumu açıklar diye umuyorum. Benim dönmem lazım. Tebrik ederim Halil Bey. Gördüğüm en güçlü bebeğin babası siz olabilirsiniz. Ve gördüğüm en güçlü annelerden biri de karınız. Çok şanslı bir eşsiniz."

 

Kadın ardını dönüp açılan kapıdan girinceye kadar öylece baktı Halil ardından. Düşündükçe işin içinden çıkamadı. Neler olmuştu burda? Halasının tiz sesini duydu.

 

"Asil! Asil biz sormadık görecek miyiz bebeyi? Anam sormadık ya nereye götürdü bunlar benim kızımı?"

 

"Dur dur, bağırma hemen. Gel öğrenelim beraber. Küvöze alacaklar dedi ya Esra hanım "

 

"Olmaz! Gidemem Nazlı çıkmadan. Nasıl etsek ki? Anam el kadar bebe kaybolmaz ele? Asil pek küçük bide. İki kilo çocuk mu olur?"

 

Züleyhanın doğdu diye sevinse mi yoksa parmak kadar oluşuna üzülse mi karar veremediği ruh hali şaşırıp kalmıştı. Sanki bebek ordaymış gibi bir koridora bakıyor sonra ise ameliyathane kapısına kilitleniyordu gözleri.

 

"Bi sakin ol önce güzelim. Sen burda kal. Ben Halille Güneşe bakayım. Görebilir miyiz öğreneyim olur mu? Ama bi sakinleş, bak tansiyonun düşecek yine."

 

Asilin ortalığı toplamaya çalışması yine sonuç verdi. Halil ilk gitmek istemedi Nazlı çıkmadan ama Asilin "kızını görmeyecek misin?" sözleriyle bocaladı.

 

Sahi o baba olmuştu değil mi? O kadar imkansız bir şeyden bahsediyorlardı ki hâlâ birinin çıkıp, yalan söyledikleri ihtimalini düşünebiliyordu.

 

Çok berbat bir gündü. Öyle felaketti ki cehennemden çıkmıştan farkı yoktu. O patlamadan dakikalar önce M16 ajanları helikopterle almıştı onu ve avcıyı ama helikopter havalanacağı ana denk gelen patlama, şiddetli bir dalga yemelerinin önüne geçememişti. Başını helikopterin neresine vurduğunu bile anlamamıştı. İngiliz istihbaratının belirlerdiği bölgeye elindeki çantalarla ulaşacakken bu kez helikopterleri zorunlu inişe zorlanmış ve Yiğitle tasarladıkları plan harekete geçmişti. İngilizlerin, Mosadın müdahalesi sandıkları saldırıyı Türk İstihbaratı yönetiyordu. Halilin yok etmesi istenilen tüm aile arşivi şu an Türk istihbaratının elindeydi.

 

Şu an saatler sürecek bir sorguda olması gerekiyordu ama Halil hızlı adımlarla kızını görmeye gidiyordu. Halilin kızını... Nazlının doğurduğu, iki kilo olan kızını.

 

Şaka gibiydi ama gerçekti de. Akıl alır iş miydi bu? Kimin aklına böyle bir şey gelirdi? Kim görev dönüşü baba olduğunu öğrenirdi? İçini delici bir coşku saracak oluyor ama Nazlıya ne olduğunu bilemeyişi o sevinci gölgeliyordu. Kolundan tutup çeken eniştesinin peşinden ilerledi. Sonra sorular yığıldıkça çığ olacak kabullenip yanındaki adama baktı.

 

"Baba..."

 

Asil Halilin sesiyle sağa sola bakınmayı kesip yüzünü oğluna döndü.

 

"Yeni doğan katını birine soralım. Hasta kabulden öğreniriz hadi gel."

 

Halil elini koluna atıp, sıkıca kavradı.

 

"Nazlı... Nazlı neden çıkmadı baba?"

 

Asil yutkunup tekrar etrafa bakındı. Sonra ona korkan bakışlar atan adama döndü.

 

"Bebek doğdu... Nazlı niye hâlâ ameliyatta?"

 

"Bunları uzun uzun konuşuruz oğlum. Şimdi Güneşimiz nerde öğrenelim mi?"

 

"Baba ne oldu ona? "

 

Asil ne dese bilemedi. Gerçi ne söylese Halili yıkıp geçecekti. İç çekip ona korkuyla bakan adamın omzunu eliyle sıktı.

 

"Zor bir hamilelikti. Çok zordu Halil. Rahminde... İki kist varmış. Hamileliğini de çok geç öğrendi. Bebeği almak istediler, Nazlı direndi ama çok zordu her şey. Bunları sonra konuşalım zira ayak üstü konuşulacak şeyler değil. Doğumla beraber kistleri de almak için ikinci bir ameliyat geçiriyor şimdi. "

 

Halil bir şey diyemedi. Öylece baktı. Burnu acıyla sızladı. Biraz evvel cehennemden çıkıp geldiğini düşünmüştü. Ne büyük aptallıktı. Asıl cehennemi burda Nazlı yaşamıştı. Onların kızını korumak için Nazlı yaşamıştı cehennemi.

 

Söyleyecek hiç bir sözü yoktu ki. Ne diyebilirdi? Halasının attığı tokat daha bir canını yaktı. Sonra bir tokatdan fazlasını hak ettiği hissi çöreklendi içine.

 

Bebeği almak istediler, Nazlı direndi...

 

Eniştesinin cümlesi ömür boyu dolandı urgan gibi boynuna. Onların bebeğini almak istemişlerdi ama Nazlı direnmişti. Gururun dediği gibi ölmeden, kızını gömmeden direnmişti.

 

Asilin aldığı bilgiler sonucu bir intörn hekim onlara eşlik etti. Yeni doğan katına çıkarıp küvözdeki bebekleri cam duvar dışında görebilecekleri alana getirdi. Bir sürü şeffaf fanus vardı. Bazılarının içlerinde de minik bebekler.

 

Halil nefesini tuttu. Avuç içi gibi minik bebeklerde gözlerini gezdirdi. Onlardan biri Halilin kızıydı. Ağzına tükrüğü birikti ve neredeyse yutkunurken ölecekti.

 

Asıl farkındalık o an çöktü sanki üzerine. Buraya, Halilin kızını görmeye gelmişlerdi. Bu nasıl bir cümleydi böyle?

 

Halilin kızı...

 

Hayır! Düzeltme ihtiyacı hissetti beyni.

 

Halil ve Nazlının kızı...

 

"Bebek Sulhan, en baştan ikinci küvözde. Preterm bir doğum olduğu için solunumunu küvözde yapması şu an için en uygunu. Kısa bir süre burda gelişimini tamamlaması beklenilecek. Bir problem yok ama endişelenmeyin. "

 

Asistan doktorun parmağıyla işaret ettiği yere iki baş hızla döndü. Çıplak bir beden, pespembe teniyle öylece uyuyordu.

 

Minicikti.

 

 

 

Halil öylece kilitlenip kaldı. O gerçekten kızı mıydı?

Eli cama dokundu. Sanki uzansa kızına değecekmiş gibi camı iki parmağıyla okşadı.

Gözünden ne zaman aktığını bile fark etmediği yaşları sakalları arasında kayboldu.

 

"Benim kızım mısın sen?"

 

Saf bir hayranlıkla çıkmıştı sesi. Omzunu sıkan bir el hissetti ama kilitlenmiş gibi o tek bir kareyi görüyordu. Cam fanusta, pamuk prenses gibi uyuyan kızından ayıramıyordu gözlerini. Dudakları kendi bile fark etmeden kıvrıldı.

 

"Babası mıyım ben onun şimdi?"

 

Asilin de gülen yüzü öylece minik Güneşlerindeydi.

 

"Babasısın. Güneşin babası Halilsin artık."

 

Halil alt dudağına dişlerini saplayıp öylece baktı.

Nazlı, Güneş koymuştu adını ve bir isim anca bu kadar hak edilirdi. Kapkaranlık bir geceyi sadece böylesi bir güneş aydınlatır ve bu kadar ayazlı bir kışı yalnızca güneş ısırabilirdi.

 

"Güneşin babasıyım..."

 

Çok kısa bir kahkaha kaçtı ağzından ama gözünden akan yaşlarda hızlanmıştı.

 

"Babasıyım ben onun. Benim kızım. Nazlıyla benim..."

 

Kendini ikna etmek için sürekli benim kızım deme ihtiyacı hissediyordu.

 

"Minik boncuk diye de seviyorlar onu. Amcası ilk öyle söylemiş, bizim de dilimiz alıştı."

 

Asilin hayran hayran izlemelerinin arasında söylediklerini duydu. Onun artık iki boncuğu olmuştu. Boncuk gözlü karısı kendi varlığı yetmez gibi birde minik boncuk hediye etmişti ona. Gözündeki yaşlar görüşünü puslandırınca hızla sildi yüzünü. Onu bir an görmese kaybolacak bir hayal kadar eşsizdi.

 

"Çok güzelsin minik boncuk. En az annen kadar güzelsin. Allahım aklımı koru, baba benim kızım mı gerçekten?"

 

Saniyelik Asile bakıp hemen cama geri dönmüştü gözleri. Asilin kahkahası içini ılık ılık yaptı.

 

"Baba olmak muazzam bir şey değil mi? İnsan inanamıyor böyle bir şeye sahip olduğuna."

 

"Bu... Bu nasıl bir şey? Bu çok güzel bir mucize..."

 

Asil de elini cama yapıştırıp içli bir nefesle doldurdu ciğerlerini. Şu altı ayda yaşadıklarını düşününce gerçekten o mucizeyi izliyor olduklarına inanamıyordu oda.

 

"Sahiden de mucize oğlum. Bu minik boncuk, tam da dediğin gibi mucize."

 

Arkalarında paldır küldür bir ses olunca başlarını çevirdiler. Yiğit kapıdaki hemşireden zorla izin alıp, dalmıştı içeri.

 

"Nazlıyı çıkarmışlar ameliyattan. Kendine gelmeye başlayınca odaya alacaklarmış."

 

Konuşsa da gözü ardında kalan cam duvardaydı. Deli gibi fıldır fıldır dolanıyordu gözleri.

 

"Hangisi bizim boncuk? Hani nerde amcasının güneşi?"

 

"Nazlı çıktı mı? İyi miymiş, bir şey dedi mi doktor? Hadi inelim yanına?"

 

Sonra başı tekrar ardında kalan kızına döndü. Onu burda mı bırakacaklardı? Bi kapıya bir de ardındaki cama bakıp ne yapacağını bilemez gibi yine Asile döndü.

 

"Hangisi bizim bunlardan söylesenize ya. Nerdeymiş benim minik boncuğum?"

 

Yiğitin dört bebek arasında dolaşan gözleri sonunda eniştesinin parmağıyla gösterdiği küvözde durdu.

 

"Hah! Şimdi doğdu Güneşim. Enişte bu minicik."

 

"Büyüyecek..."

 

Yiğit kocaman bir sırıtmayla elini cama yasladı sonrada camın ardındaki görüntüye dalıp gitmiş abisinin boynuna kolunu doladı.

 

"Amca oldum ben! Amcası götünü yesin şuna bak. "

 

"Hiç bir şeyini yiyemezsin, benim kızım o."

 

Halil hâlâ Güneşe baksa da Yiğitin sözlerine cevap vermeden duramamıştı.

 

"Hadi Nazlıya bakalım. Sonra yine geliriz kızımızı görmeye."

 

Asilin uzlaşmacı sesiyle Halil ağır ağır başını salladı. Şu an Nazlıya bir kere sarılsa... Kokusunu bir kere solusa ve gözlerini görse tüm bedenindeki ağrılar geçecek gibiydi.

 

Gözü arkada yürümeye başladı. Bu nasıl hastalıklı bir histi böyle? Saniyeler içinde, avuç içi kadar bir bebek kendine bağımlı etmişti sanki. Üstelik dokunamamıştı bile henüz.

 

Aşağıya indiklerinde Asaf Nazlıyı alacakları odanın numarasını öğrenmişti. Gelenleri görünce Züleyha hemen üstlerine doğru ilerledi.

 

"İkinci kattaymış. Tam ayılmadı dedi hemşire. Ama girersiniz yanına, doktoru da orda olacak dedi. Hadi gidek! Asil gördün mü kızı? Nasıl, çok mu küçük?"

 

Asilin dişleri görünesiye yüzünde gülümseme oluştu.

 

"Tam minik boncuk Züleyha. Görmen lazım, avuç içimiz kadar. Uyuyordu."

 

"Anam! Kurban olurum ben onu verene. Nazlıyı bi görek de gidek hemen yanına. Allahım çok şükür. Rabbim binlerce şükür sana. Hadi Asil."

 

Koşturan adımlar bu sefer ikinci kata taşıdı onları. Asafın söylediği odanın önüne gelince ne yapacaklarını bilemediler. İçeri dolu muydu? Nazlıyı muayene mi ediyorlardı? Elleri kapıyı çalmak için öylece kaldı havada. İçerden çıkan iki hemşireyle sıçradı öndeki Züleyha.

 

"Serumunu yeniledik, hastamız da kendine geliyor yavaş yavaş. "

 

Daha soru sormadan cevap veren hemşireye gülerek baktı Züleyha.

 

"Girek mi yanına? Ha! İçeri baksak, görsem kızımı."

 

"İyi mi kızımız? Açtı mı gözlerini?"

 

Asilin ve Züleyhanın soruları aynı anda dökülmüştü dudaklarından. Hemşire de sabırsız hallerini içten bir gülümsemeyle karşıladı.

 

"İçeri girebilirsiniz ama çok kalabalıksınız. Doktor hanımın izniyle ziyaret etseniz hastamızı çok daha iyi olur. Şimdi bir iki kişi olarak girin lütfen."

 

Uzaklaşan hemşireyle Züleyha kapı kolunu yakaladı. Sonra gözü öylece ona yalvarır gibi bakan adama takıldı. Bunların da derdi hiç bitmiyordu ki sıra kendine gelseydi.

 

"Hemşire iki adam girin dedi. Babasıyla, kocası iki adam desek bunların yanında ben yarım kalırım. Yarımı da laf etmezler heral. Bakıp durma sende, geç içeri de karın görsün. Bakak bakalım sıfatın böyleyken de tanıyacak mı?"

 

Halilin parlayan gözleri ve daha fazla sabredemeyen kalbi içeri paldır küldür girdi. Peşinden de Züleyhayla, Asil girip kapıyı kapatmışlardı.

 

Nazlının inler gibi seslerini duyduklarında Halilin adımı havada kaldı. Bir şeyler söylüyordu ama o kadar kısıktı ki anlayamıyordu. Birde ağlar gibi iç çekip duruyordu. Yanına yaklaşıp, serum takılı olmayan elini parmakları titreyerek kavradı.

 

"Nazlım... Güzel karım geldim. Boncuğum..."

 

Nazlının kurumuş dudakları açılıp kapandı, tekrar inledi. Halil başını ardına çevirip eniştesine baktı.

 

"Baba ağrısı var. Birini çağırsak, ağrısı var."

 

"Kı...zım..."

 

Yine bir iniltinin içinde zor şer seçilen kelime bu oldu. Halilin burnunun direği sızladı. Yüzü çok solgundu Nazlının. Bilekleri incecikti. Zayıflamış mıydı? Avcundaki eli dudaklarına bastırıp nerden geldiğini bilmediği bir hıçkırığı genzinde tutamadı. Parmaklarında kan yokmuş gibi soğuktu. Kızını görünce sevinçten akan yaşları Nazlıya değdikçe acıyla sızdı.

 

"Nazlım..."

 

Bir hıçkırık daha kaçtı. Küçücük çocukken en son hıçkırarak ağlamıştı. Şimdi de küçücük bir çocuk gibi içi katılırcasına ağlama isteğini zaptedemiyordu.

 

Nazlı yeni doğum yapmış bir kadın gibi değildi ki. O dolgun yanakları küçülmüştü, göz altları kapkaraydı sanki. Elinin derisi bile incelmişti sanki. Damarlarını görebiliyordu.

 

Titreyen sesi "Nazlı..." Diyebiliyordu sadece. Öyle dardaydı ki. Öyle boğulmuş bir azapla çalmıştı ki kapılarını. Beklediği bu değildi asla. O biten görevi, üzerinden kalkan kayanın ferahlığıyla bayrağının altına geldiğinde böyle bir şeyle karşılaşacağını hiç düşünmemişti.

 

"Anne..." diye bir mırıltı daha dökükdğ dudaklarından. Züleyha da diğer yanına geçip hâlâ saçları bonenin içinde duran kızının alnına öpücük bıraktı.

 

"Bitti yavrum ... Geçti annem, bitti. Aç gözlerini hadi kurban olduğum. Annen bi kere görsün seni "

 

Gözleri aralanmaya çalışıp geri kapanıyordu ama sancısından sebep iniltisi devam ediyordu. Asil de Halilin ardına geçip her zaman olduğu gibi elini sırtına yasladı. Kızının elini kavrayıp ağlayan çocuğa ne denirdi, nasıl teselli edilirdi bilmiyordu.

 

Nazlının ağır ağır aralanan gözlerini ilk Asil gördü ama .

 

"Kızım... Babam. İyi misin nazlı çiçeğim?"

 

Nazlı gözlerini dolaştırdı sadece. Karnının içinde yanar gibi bir acı vardı. Nerde olduğunu anlamak için bir kaç kez daha kapatıp açtı gözlerini.

 

"Baba..."

 

"Geçit kızım. Uyandın babacığım, bitti."

 

Narkozun etkisiyle bilinç bulanıklığı devam etse de anlıyordu söylenilenleri Nazlı.

 

"Bebeğim... Güneş?"

 

"Nazlı babangil gördü annem. Bi güzelmiş ki. Bende gidecem yanına. "

 

Annesinin coşkulu sesiyle derin bir soluk alabildi.

 

"İyi.. iyi ama dimi?"

 

Asil başını yana yatırıp kendi yavrusunun, minik kızı için endişeli halini izledi.

 

"Çok güzel Nazlım. Senin gibi o da minicik doğdu ama çok güzel. Uyuyordu. Bir sorun yok babam, başardın Nazlı."

 

Şakağına aşağı akan yaşından başka tepki veremedi. Sonra başını eline sıkı sıkı yapışmış kişiye çevirdi.

 

Yem yeşil gözler, aklarına al bulanmış nasıl da bakıyordu ona? Öyle bomboş bir kaç saniye bakabildi. Hayal görüp görmediğinden de emin değildi ama bir hayal de elini böyle sıkı kavrar mıydı ki?

 

"Halil?"

 

"Nazlım..."

 

Nazlı birinin gördğklerini teyit etmesi gerekiyormuş gibi annesine çevirdi yüzünü. Züleyhanın yaş akıtan gözlerine inat gülüşü çok güzeldi. Hızlı hızlı da başını salladı.

 

"Az saçı sakalı tekeye dönmüş emme bizim oğlan Nazlı. Yetişti çok şükür kızına. Öyle kapıda seni bekliyodu."

 

"Geldi??"

 

"Geldi annem. Kızı da babasının geleceğini bilmiş gibi acele etti işte."

 

Nazlı tekrar baktı Halile. Gözlerini bile kırpmadan onu izliyordu. Görüşü puslandı. Yaşlar doldu iyice.

 

"Karanlığım bitti Halil. Güneşim doğdu..."

 

Halil yüzünü eline bastırıp, omuzları sarsılırcasına ağladı. Nazlı uyuşmuş hislerinin içinde öylece ona baktı.

 

Aradan ne kadar zaman geçti bilemedikleri bir anda doktor Esra içeri girdi. Onun da yüzü gülüyordu ve bunu göstermekten azıcık bile çekinmiyordu.

 

"Evettt!!!! Uyanmışsın tamamen. Bende henğz ayılamamıştır yorgun anne diye gidip bıdığı ziyaret ettim."

 

Nazlı son aylarda sığınak gibi gördüğü, ona umut veren, onu kendine getiren, onunla beraber mücadele eden kadına baktı.

 

"Doğdu Esra hanım. Doğdu..."

 

Esra yanına yaklaşıp, serumunu kontrol etti. Gözündeki yaşları eliyle silen adama da gözünün kıyısıyla bir bakış attı.

 

"Başardın kızım. Gurur duyuyorum seninle Nazlı. Anne kız öyle bir savaş verdiniz ki... Hayranlıkla izledim ikinizi."

 

"Siz bana umut verdiniz."

 

Esra sanki bu savaşta hiç payı yokmuş gibi bir şaşkınlıkla baktı yüzüne.

 

"Hiç de bile. Ben sana küçücük bir ihtimal dedim sense o ihtimale sıkı sıkı yapıştın. E bizim bıdığın doğma azmini söylemiyorum bile. Anne kız muhteşemdiniz. Eşlik ettiğim en güçlğ savaşlardan biriydi."

 

Nazlı kurumuş dudaklarını yalayıp iç çekti.

 

"Ama erken oldu. İki hafta... Bir şey olur mu?"

 

"Endişelenme... Hiç bir sorun yok, entübasyona bile gerek kalmadı. Kontrolleri yapılsın, ciğerlerinin dünyaya alışması için biraz zaman tanıyalım sonra da annesinin koynunda uyumaya getiririz hanım kızı."

 

Esra söylediyse Nazlı sorgulamazdı bile. O diyorsa doğru olduğuna emindi. Tüm korkuları çekilip alındı. Tüm ağrıları bedenini terk etti sanki. Gözlerini açtığından beri ciğerlerini doldurası ilk nefesini çekti.

 

"Ama ben onu görmedim Esra hanım. Ben ne zaman göreceğim kızımı? Herkes görmüş ben görmedim."

 

Herkes görmğş derken gözünün kenarıyla kocasına bakması nerdeyse kahkaha attıracaktı Esraya. Dudağını ısırarak gğlmesini kontrol etti.

 

"Birazdan hasta bakıcılarımızdan biri gelecek. Yürümen lazım Nazlıcım. Sonra bebeğini görmen için yardımcı olacaklar sana. Gidip kızını kendi gözlerinle görürsün.

 

Nazlı hızla başını salladı.

Bitmişti sahiden de. Kahkaha gibi bir ses çıktı. Gözleri kapalı ama yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kahkahasa şiddetlendi. Kızını görecekti. Yaşayan, nefes alan, yukarda bir yerlerde uyuyan kızını. Bu güne geldiklerine inananmıyordu. Bazen başaramayacakmış gibi hissedip elini kolunu kulkanamayacak kadar güçsüz kalırdı. Ama başarmışlardı.

 

"Bitti... Bitti Allahım biz kazandık. Bitti!!!"

 

Bir süre sakinleşmesi için müsade ettiler. O sırada ağrıları için hemşire geldi.

 

Esra hanım gidince odaya giren sayısı da çoğaldı. Kızlar atılıp, yatan arkadaşlarına sarıldılar.

 

"Nazlı görmelisin o kadar güzel ki. Hemen beş dakika bakıp geldik, dayanamadık. Minicik Nazlı."

 

"Çiçeğim, iyi misin? Ağrın yok değil mi? Nazlı geçrekten minicik, senle aldığımız zıbınlar büyük gelebilir. O kadar güzel ki. Camdan nasıl geçsem de yanına gitsem diye düşündüm resmen."

 

Meyra ve Nazeninin seviç çığlıkları gibi çıkan sesleriyle Nazlının yüzü daha çok güldü.

 

"Kandırmayın kızı."

 

Gurur Asafı kalçasıyla itip öne geçmişti. Ona dikkatle bakan Nazlıya uzanıp iki yanağını da öptü.

 

"Yalan söylüyorlar abla. O kadar çirkin ki anlatamam. Aklım çıktıydı sana benzerde beni Adanada peşinde dolaşan, manyağa çevirir diye. Allah affetsin ama bizim olmasa yüzüne bakılmaz."

 

Nazlı kahkaha attı. Bütün hamileliği boyunca sanki güzelliğine methiyeler dizmemiş gibi arsızlık edişi öyle sevimliydi ki.

 

"Kıskandın mı sen miniğimi? Utanmıyor musun küçücük boncuğuma öyle söylemeye?"

 

"Kızım ne yalan söyleyeceğim? Saklayalım biz onu evde. Göstermeyelim kimselere. Sulhan sülalesinden böyle bir çirkinlik nasıl olur mu dedirtelim Adanada kendimize?"

 

"Pislik!"

 

Gurur tekrar uzanıp bu sefer alnını öptü.

 

"İstediğini buldum Nazlı. Bir sürü şeker aldım sana, gidip doktora soracağım şimdi. Sonra da canın ne kadar isterse yemeni izleyeceğim."

 

Nazlının sık sık değişen ruha hâli herkesi etkiliyordu. Biraz evvel kahkaha atmamış gibi dolu dolu baktı kardeşine.

 

"Limonlu mu Gurur?"

 

"Hepsi limonlu abla."

 

Gururun korkusu, öfkesi, sevinci hep keskindi. Şimdi ise merhameti gören herkesin hissedebileceği bir yoğunluktaydı.

 

"Oğlum çöreklendin oraya bir çekil! Yakışıklı sıfatımı görsün şu kız, rengi yerine gelsin."

 

Yiğitin ensesinden tutup çektiği Gurur söylene söylene Asafın yanına yürüdü.

 

"Kız boncuk, bakma sen Gurur zevzeğine. Güneş o kadar güzel doğmuş ki amcası olduğumu herkes bir bakışa anlayabilir. Tıpkı ben bu arada. Benzeyecek bir halası olmadığı için amcasına çekmiş."

 

Aslında kızının iki halası vardı. Ama bunu dillendirmeyi asla istemiyordu Nazlı.

 

Kollarını açıp Yiğite sarılmak için uzandı. Yiğit bedenini incitmekten imtina ederek sarılması için iyice yaklaştı.

 

Nazlının dudakları kulağına iyice yaklaşmıştı.

 

"Sözünü tuttun..."

 

"Başka şansım mı vardı? Ama haksızlık olmasın gelebilmek için ite dönmüş."

 

Nazlı kıkırdadı yine. Yiğitin saçlarını okşayan eline yasladı başını.

 

"Kedi gibi bakıyor Nazlı. Azıcık yüz ver kızım ya."

 

Öyle kısık sesle konuşuyorlardı ki birbirlerinden başka hiç biri anlamıyordu ne dediklerini.

 

"Çok korkuttu beni."

 

"Çok korktu Nazlı. Ben söyleyince öyle korktu ki..."

 

Yiğit biraz geriye çekilip burnunun ucuna dokundu.

 

Herkesin tebriğini, geçmiş olsununu aldıktan sonra bir sessizlik oldu kısa süreli. Nazlı duvara yaslanmış, kollarını dolayıp gözünü bile kırpmadan ona bakan adama dönememek için kıvranıyordu.

 

Kızgın değildi aslında da kızmak isterken buluyordu kendini. Onu korkuttuğu için... Canına zarar geldi diye içini yaktığı için... Nişan foroğrafları için ve birazda adı geçen nikah için.

 

Sesli söylemeye utanıyordu ama Halilin adının başka bir kadınla anılmış olmasına öfkelenmeden yapamıyordu. Aylardır içine kırk kilitle sakladığı her şey bebeğinin doğumuyla sandıklardan çıkmış gibiydi. Artık duygularını zaptetmek için kendini sıkması gerekmiyordu.

 

Öfkelenebilirdi. Bağıra çağıra ağlayabilir, kızabilir hatta öfke nöbetleri bile geçirebilirdi.

 

Sancıları kesilmiş bedenini dinledi. Aylardır onunla olan ağrı hiç var olmamış gibi bacaklarının arasından çekilip, alınmıştı. Azıcık karnının içinde yanma hissediyordu ama alıştığı ağrılarla mukayese edilemezdi bile.

 

Züleyha herkesi eve göndermek için düğmeye bastı. Küçüklerin meraktan ne hale geldiğini düşünemiyordu bile. Hasta bakıcı gelip Nazlının temizlenmesi için yardım etti. Sondası çıkıp, hasta bezi takılan kızını yürütmek için hemen koluna uzandı.

 

"Anne, Güneşe gidelim mi? Bir kerecik göreyim."

 

Züleyha cevabı hasta bakıcı verecekmiş gibi hemen ona bakmıştı.

 

"Ben tekerlekli sandalye getireyim, oraya kadar yürümesi zor olur."

 

Sandalyeye oturtulan Nazlıyı, Halil hareket ettirdi. Hiç sesi çıkmıyordu. Cesaretini toplayıp tek kelime edemiyordu. Züleyha peşlerinden gidecek gibi olunca Asil engeline takıldı. Bu an üçünün en özel anıydı ve sadece üçüyle sınırlanmalıydı.

 

Asansörle çıkıp, hasta bakıcının yönlendirmesiyle yeni doğan ünitesine geldiler. Hastabakıcının elini tutan karısına içi gider gibi baktı Halil.

 

Bir adım gerisinde ağır ağır ilerlediler. Cam duvarın önüne gelince bebeklere bakınıp durdu Nazlı. Hangisi demek için hasta bakıcıya baktı ama onun da bilmediği yüzünden belliydi.

 

Sonra sırtına değen bir sıcaklık hissetti. Yutkunmak için ihtiyacı olan tükrüğü bulamadı. Halilin göğsü iyice yapıştı sırtına.

 

"Bak orda. Sağda uyuyor bebeğimiz."

 

Fısıltıdan biraz daha yüksek sesle kurulan cümle Halilin dudakları kulağına değdiğinde titreme etkisi yarattı bedeninde.

 

Nazlının eli cama dokunup, uyuyan kızına baktı. Dudakları mutlulukla kıvrıldı.

 

"Işığım... En parlak yıldızım. Kavuştuk annecim."

 

Nazlının kelimeleriyle Halilin burnu saçlarının içine doğru kıpırdanmaya başladı.

 

Hasretten yanıp tükenen bedeni, uyuşturucusuna kavuşmuş bir müptezel gibi Nazlının kokusunda yoksunluğunu dindirdi.

 

Nazlı dirayetli durup sadece kızına bakmak istiyordu. Sırtını alev topu gibi yakan göğsün varlığından kaçınmak için kızından ayırmadı bakışlarını.

 

"Minik boncuğum benim. Güzel kızım..."

 

Camı okşayan parmaklarının üzerine başka bir el örtüldü. Sonra öylece boşlukta sallanan kolunun altından ise karnına acıtmaktan korkan bir el naifçe sarıldı.

 

"Nazlı bebeğim... Güzeller güzeli iki boncuğum... Çok mu kızgınsın bana Nazlı?"

 

Nazlı boğazını temizler gibi bir iki öksürdü. Elini çekecek gibi oldu ama Halilin baskısı izin vermiyordu.

 

"Kızgın falan değilim!"

 

Sesi istediği kadar net çıkmamıştı ama elinden gelen de bu kadardı.

 

"Çok mu kırgınsın? Affetmeyecek kadar... Yüzüme bakmayacak kadar..."

 

"Hiç biri değilim! Hem... Senin burda ne işin var ki? Nikahın yok muydu bu gün senin?"

 

Halilin geldiğinden beri içten sayılacak ikinici tebessümü şimdiydi. İlki Güneşinin parlamasını izlerken şimdi ise boncuğunun nazlanışıyla...

 

"Benim nikahım olalı çok oluyor Nazlı. O nikah Aybarsındı, o da öldü... Ben Halilim. Nazlının kocası Halil. Güneşin babası Halil..."

 

Offfff beeee ne süründük böyle! Ama iyi süründük kabul edelim. Nazlı bir güneş doğuracak diye tüm galaksi içimizden geçti. Yeni yaptırdığım gözlerimle ağla ağla hâl kalmadı canım. Yazdırmayın bana böyle şeyler rica ediyorum. Çok para verdim ben bu gözlere, telef olacağım sefasını süremeden🤣

 

Şu bölümü yıldızlamadan, yorum yağmuruna tutmadan gidende masak tarafından incelemeye alınıp, üç kuruş parasının da aklanışıyla yargılanır heralde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%