@orenda
|
Asil ,lafını bitirip yemeğine kaldığı yerden devam etti. Biraz önce ortaya bombayı bırakan kendi değilmişcesine bir rahatlık vardı. Yanındaki kızı da gözünün kenarıyla süzdü. Tepkisine tam hâkim olamamıştı. Süt gibi beyaz teni sık aralıklarla pembeleştiğinden gözü istemeden bakmaması gereken yerlere kayıyordu. Kendine dikleşen başı kalabalıkta tabaktan kalkamamıştı demek ki.
Yine dudakları gülmek için gerildi. Yüzüne dik dik bakan Neslişah fark etmesin diye yemeğinden ağzına alarak kapattı bunu da. Kapıda ki halleri düştü aklına. Az yüz bulsa çemkirecekti hanımefendi. Bu da kızmak yerine hoşuna giden başka bir şeydi ya. Kızına hiç adını da demiyordu. Geldiğinden beri bir boncuk dolamıştı diline, hiç bırakmıyordu da. Çok güzeldi. İnsana iç çektiriyordu. Yolda görse ölse kafasını kaldırıp bakmazdı kadınlara Asil ama evlenecekleri gerçeğinden midir nedir gözünü çekemiyordu üzerinden.
Hali tavrı da tuhaftı. Öyle mecbur kaldı da öyle evleniyor gibi değildi hiç. Halası ben tutup getirdim demese kendi rızasıyla koşarak geldi sanacaktı. O zümrüt gözlerini kaçıra kaçıra nasıl da göz süzüyordu?
Ele avuca sızmaz bir şeydi belli ki. Birde Nazlıya yaklaştı diye ayar çekmişti. Düşündükçe yüzünde yeşermeye çalışan gülümsemeyi kontrol etmek zorlaştı. Dediklerini yaptı diye nasıl da hoşuna gitmişti öyle. Zümrütleri yüzündeki ıslaklıkta, değişmiş üstünde dolaşıp bir de gülümsemişti. Nazlının boynuna yüzünü sakladı diye görmediğini sanıyorsa yanılıyordu bu küçük ceylan.
Uzun uzun izleyesi geldi. Halasının işgüzarlığıyla giydiği elbise belinin inceliğini, kalçasının dolgunluğunu ortaya sermemiş gibi ak gerdanı da gözüne çarpıyordu. Sanki daha ilk gördüğünde güzelliği yüzüne çarpan bir sille olmamış gibi daha bir göz alıcı olmuştu.
Evden uzak olsa da çok bir şey değişmemişti. Doğru düzgün bakmadığı her bir yanı istemsiz takılıyordu zihnine. Tüm gün Nazlı'yla ilgilenişi, kızı için kendine diktiği burnu, çalım atarak yanından geçişi istemese de gözünün önüne gelip durmuştu. Kafasını sakinleştirip, doğru karar vermek için konaktan uzaklaşmak istemişti ama kafası da kendiyle geldiğinden hiç bir çaresi olmamıştı. Sonra nasıl olduğunu anlamadan belediye başkanının odasında, çay içerken buldu kendini. Farketmediği bir an da evleneceğiyle ilgili konuşup, nikahı en erken nasıl halledebilirler diye konuştuklarını, formaliteleri hallettiklerini anımsadı.
Asil daha düne kadar evlilik kelimesini ağzına almaz, alanı da insan içine çıkamaz hale getirmeden bırakmazdı. Ama ne olduysa gece olmuştu. Kızı bu hayatta değer verdiği yegâne şeydi. Bir halası bir kızı vardı zaten.
Şimdi ise...
Züleyha paldır küldür girmişti hanelerine. Bodoslama dalmıştı hayatına, aklına, kızının kalbine. Kızını koklarken burnuna gelen gardenya kokusuyla yutkunmuştu. Bir parfüm olamayacak kadar hafif, hoş bir tınısı vardı kokunun. Sanki teniyle bütünleşmiş bir kremin aromatik hafifliği yayılıyordu. Çok yakınına girmeyen hissedemezdi, bu hoşuna gitti nedensizce. Kimse karısı olacak kadına bu yakınlıkta duramazdı ki kokusunu hissetsin. Sadece Nazlı ve kendine saklı kalacaktı. Üstelik rahatsız olmamıştı, kaçınmaya çalışmamıştı. Asil yaklaşmış, şah damarı çatlayacak gibi hızla çarpmış ama bir adım geriye gitmemişti.
Yapmam dediğini yaparken buluyordu işte kendini. Asla dediği o hayallere anlık da olsa dalıyordu. Kapı eşiğinde evin babasını bekleyen annesi ve kucağında bebeği sanki bütün günün yorgunluğunu almak istermiş gibi gözlerine bakıyordu. Asili yerle bir eden o hayal yine ağına çekiyordu onu.
Sonra kıza "yatağıma süs olmasan da olur" dediğini anımsadı. Ağzındakini hırslı hırslı çiğnediğinin bile farkında değildi o an.
İyi bok yemişti! Bu koku böyle burnuna sızarsa o yatakta süs olarak nasıl bırakacaktı ki? En azından sarılma isteği dolardı içine. Yine dikkat etmeden kızını öpüşüne sataşınca dudaklarını büküşü dikkatini çekti. Çok kalın değildi dudakları, sadece alt biraz daha dolgundu. Dudaklarıyla ilgili edepsiz bir iki düşünce aklına sızacak oldu başka bir gerçeklik buz gibi düştü içine. Bunu düşünmek istemiyordu. Onu yerle bir eden o gerçek değil miydi zaten daha en baştan kızla arasında set çekmesinin sebebi.
Sızı olan gerçeklerden uzaklaşınca başka bir şey daha iç çektirdi Asile. Sağ yanağıyla dudak kenarının bitiminde oluşan minik çöküntü dokunma hissi uyandırıyordu. Alaylı konuşurken sağ tarafta, dudaklarını bükerken çıkıyordu genelde. Bunu da ulu orta yapmaması gerektiğini duyurmak lazımdı bir şekilde. Asil kıskanç bir adam değildi ama tecrübeleri ona temkinli davranmanın en doğrusu olacağını düşündürüyordu.
Yemek sırasında bacağına değen tenin sıcaklığı hoşuna gitti. Üstelik kaçırmaya çalışırken etrafı süzüp sanki yaramazlık yaparken yakalanmış çocuk bakışları güldürecekti onu. Ele avuca sığmaz, haşere bir çocuk gibiydi bu kız. Etrafta insanlar olmasa ağzına geleni sayar, sonra da" şöyle olursa ama ben sana belledirim" diye tehdit savurmuyor muydu eli bıçaklı bir civcivden farkı kalmıyordu.
Asil yutkundu. En son ne zaman bir andan böyle keyif almıştı ki? Çok uzun, çok çok uzun zaman olmuştu. En az bir üç yılı vardı. Şeytanı yatağına soktuktan sonra keyif mi kalmıştı hayatında?
Neslişah'la olan günlük laf dalaşını erken kesip nikahın zamanını söyledi. Öksürürken ciğerlerini masaya dökecek kızın sırtını sıvazlayıp, iki yudum su içirirken elinin altındaki sutyen kopçasını fark etmeden biraz fazla okşadı sanki.
****************
Burnundan gelesice herif yüzünden bütün gece damla uyku girmedi gözüme. Aksi gibi Nazlı hanım sıçmaya bile kalkmadı. Az onla eğleşirim diye başını bekledim de zilli ıh bile demedi.
Uyku girmeyen göze zaman nasıl usul geçiyodu bi yaşayan bilir. Sabah erkenden sesler gelince rahatladım. Usul usul mutfağa yol aldım. Dün ne nerde gözümle eşeleyip bulmuştum. Koca konakta kaybolup rezil olmaya hacet yoktu. İçerde Sultan abla o kiloya göre emme hızlı bi sağa sola koşturuyodu. Miniş bi de azıcık yüzlerini gördüğüm ama hiç konuşamadığım iki kadın vardı. Biri benden epeyce büyük gibiydi de diğeri benim yaşımdaydı sanki. Büyük olan "hayırlı sabahlar hanımım" deyince izlediklerime daldığımı anladım.
"Hayırlı sabahlar, kolay gelsin."
"Sağolasın hanımın, bir isteğin mi vardı? "
"Züleyha..."
"Hı..."
"Hanımım değil abla. Adım Züleyha benim."
"Asil beyimin karısı olacaksın ya hanımımızsın işte."
"Yok ben Züleyha'yım abla, hanım var zaten onda kalsın."
Kıkır kıkır gülenlerle yüzüme safça bakan kadından çektim yüzümü. Miniş, yanındakinin ardına sinip kıkırdıyodu. Sanki görmüyodum ben? Sultan abla da gevrek gevrek sırıtarak yine sağıma soluma bakıyodu ya.
"Uyku tutmamış gelin hanım, heyecan bastı herhal geceyi düşünüp. Öf aman nikahı diyeceğidim."
Hııı bilmezmiyim senin sürçen dilini ben? Bak bak nasıl duyuruyo geceyi deyip. Bu karı inşallah benim halvetin peşine düşüp olmadık yerlere elini uzatmazdı. Mutfakta yardım edip kahvaltıyı hazırlarken adının Elif ve Zarife olduğunu öğrendiğim ikili tuhaf tuhaf bakıp durmuştu. Gerçi Zarife'ye abla demek gerekliydi. Kadın otuz yaşındaydı, büyüğe saygısızlık olmasındı adını seslenip. Sonrası nasıl gelip geçti ben çok hatırlamıyo gibiyim.
Neslişah yine boyuma, posuma, kediye benzeyen gözüme dalaşacak gibi oldu ama boncuğun babasının bi bakışıyla dut yemiş bülbüle döndü.
Miniş sağolsun Neslişah'ın üveylik ettiğini, Asil Beyle pek anlaşamadığını söyledi de içime serin sular serpildi. Tam kaynanam sayılmazdı bu karı benim. Öz olmadığını biliyodum aslında ama küçük yaşta geldiyse anası bellemiştir diye ben hiç üveyliğini aklıma takmamıştım.
Buna da içim ezildi. Geldiğim gün ondan bana ters çıktı belli ki. Kendi çekmişti ya üvey acısı kızı için korktu adamcağız.
Olmadık bir laf etmeden Asil Beyin, Neslişah’ı hiç sevmediğini öğrendiğime bi çok sevindim ki sormayın gitsin. Pervasızca Asil beye anan desem parçalarmış beni. En hırslandığı şeymiş Neslişah hanımın anasıyım, anası gibiyim lafları. Rahmetli kaynanam ölüp yarı kırkı çıkmadan boyu devrilesi kaynatam eve hanım diye getirmiş. İçim nasıl yandı. Nazlım gibi değilmiş ki babası, aklının sardığı yaşta anasız kalmış. Vicdansız teneke ağızlı herif hiç mi anasının acısı taze dememiş?
Erkek uşağına daha bi koymuştur annesinin yerine gelen. Miniş birde rahmetli hanımın odasına gelip kuruldu dedi ya işte orda daha bi kinlendim iki gamsız gevura. Küçücük çocukken neler geldi başına kim bilir?
Kapı tıklayınca ıslak saçımı kuruluyodum. Dilber hala elinde bi kutu içeri girdi. Gözlerinin akı kıpkırmızıydı.
"Halam noldu sana, ağladın mı ya? Biri bişey mi dedi yoksam?"
Gidip yatağa elindeki kutuyla oturdu. Burnunu kibarcık gibi çekip, yanağına düşen yaşı parmağının ucuyla sildi. Zarif kadının ağlayışı bile nasıl asildi. Ben ağlayınca yüzüm pazar yeri gibi dağılıyodu valla.
"Gel yanıma otur Züleyha."
Eliyle bir iki vurup işaret ettiği yere oturdum. O öyle ağladı ya benim de burnumun direği sızladı. E ben ağlayan görünce duramazdım ki. Niye ağladı bilmeden ondan çok avut koyuverirdim.
"Bir şey isteyeceğim senden Züleyha."
"İste halam, ne istersen yaparım ben."
Acı acı gülümseyip, baktı gözlerime. Eli havalanıp sağ yanağıma, dudağımın kenarına dokundu. Usul usul okşadı da yüreğimi dağladı. Ondan sonra gözümden düşen yaşa yetişemedim.
Anam okşamadı beni anam! Sen nasıl böyle nazende seviyon yüzümü diye çığıra çığıra ağlamak istedim. Benim gözümden düşen yaşı, ipek gibi yumuşak elleriyle sildi.
"Bu kutu da benim en büyük duam var Züleyha. Benim duam kabul olmadı, benim için sen yaşar mısın duamı?"
Lafı bitince kapağı aralayıp içinden kırık beyaz gelinliğe benzeyen bi elbise çıkardı. Nasıl güzeldi. Her yanı zarifti, insan bakmaya kıyamazdı.

"Hala bu çok güzel."
"Güzel değil mi Züleyha? Bana nasip olmadı ama sana olsun bu güzellik. Yıllardır sandık bekliyor, günü geldi sandıktan azat olmanın."
"Bu senin miydi hala?"
İç çekip üstündeki güpürünü okşadı eliyle.
"Benimdi Züleyha, ama nasibim değildi."
Elbiseye bakıp dediği lafın dibinde acılı sevdası yatıyodu anladım. Sesinden, içime düşen hüzünden anladım hem de. Baktım hüzün akan yüzüne ama tek kelam edemedim. Ne anlardım ben gönül işlerinden? Hiç bişey demeden uzattığı elbiseyi alıp ayaklandım. Önce gidip bi abdestimi aldım, böylesi işe püri pak girmek lazım gelirdi. Elbiseyi, kızlarını düğününe hazırlayan analar gibi eliyle giydirdi. Saçımı tarayıp bukle bukle yaptı. Sonrada bir güzel örgü koydu ki en maharetli kadın berberi yapamazdı. Gözlerime dudaklarıma boya çaldı. Ama Neslişah hanımın ki gibi değil, çok güzel olanından yaptı. Her bişeycik bittiğin de ellerimi tuttu, ayağa kaldırdı. Gözleri bana bakarken beni görmüyodu sanki. Kayıp giden duasına bakar gibi bakıyodu.
İçindeki yarayı bana açacak kadar güvenir miydi bir gün acep?
"Çok güzelsin Züleyha, bahtında güzel olsun. Ama olurda işler yolunda gitmezse her zaman arkanı kollayacak bir halan, eğer istersen bir annen var senin. Sakın kimsesizim deme, ben nefes aldıkça seni kimsesiz bırakmam kızım."
Oy anam oy... Bu kadın ne etti böyle? Bu kadın bana iki cümleyle neler etti? Benim hangi iyiliğime mükafat diye gönderildi? Kimin duası vardı üzerimde de Dilber halanın avuçlarına düştüm? Bi sarıldım sonra, öyle bi sarıldım ki anama sarılır gibi sarıldım. Ama doğurana değil, gönlündeki sevgiyle doyuran anama sarılır gibiydi hem de. Elimi tutup merdivenlere doğru yürüttü beni. Miniş avluyu süslüyoz abla dediydi. Demek ki orda kıyılacaktı nikah.
Merdiven başına gelince aşağıda bekleyenlerime baktım. Simsiyah takımının içinde, saçı başı yapılı filinta gibi Asil beye birde prenses gibi giyinmiş süslü boncuğuma.
Düşmüş omuzlarımı düzelttim. Adımlarımı daha bi sağlam bastım merdivenlere.
Hadi Züleyha, şimdi durma zamanı değil. Şimdi iki öksüze ilk ana olma, daha sonra yuva olma zamanı deyip adım adım indim o merdiveni. Boncuk kızıma, bundan sonraki yoldaşıma doğru yaklaştım...
|
0% |