@orenda
|
Hayat herkese adil davranmıyordu, doğruydu ama Asil'e biraz fazla yüklenmişti. Çok bir şey istememişti halbuki. Bir ailesi olur umuduyla evlenmiş ama cehenneme girdiğini görememişti.
Şimdi tüm Adanada adı Asil değildi, zalim diye fısıldanır olmuşt. Yanından geçenler yüzüne bir şey diyecek kadar yürekli değillerdi ama ardını döner dönmez fısıltılar kulağını kamçılardı.
Bunu da öğrendi şu kısa zamanda. Duymamayı...
Halası ve Nazlı bebeğinden başka kimseyi yok saymayı kabullendi. Önemli değildi, hayattan bir beklentisi de yoktu. Kızı sağlıkla büyüsün, kızını korktuğu her şeyden koruyabilsin, Asil kızı büyürken onu seyredebilsin, öylece yaşayıp gitsinler Tüm planları bundan ibaretti hayat için.
Sonra bir şey oldu. Asla ihtimalini diline değdirmeyeceği, kendi hür iradesiyle böyle bir şeye cesaret edemeyeceği bir şey.
Halası bir kız sokmuştu konağa. Ama ne kız! Bakışı, duruşu, konuşurken havaya kalkan fındık burnu... Alaycı gülüşünü saklayamayan dudakları... Omuzlarının bir karış altına kadar uzanan gür saçları...
Güzel bir kız...
Gerçi Asil asla güzelliğin değer vermek için bir seçenek olduğunu düşünen adamlardan olmamıştı. Hayatının her yerini örümcek ağı gibi sarmış, yüzü güzel kalbi çirkin insanlar da bu fikrini desteklerdi.
Halası evleneceğini, evlenmezse de tüm hakkını helal etmeyeceğini söyleyince ne diyeceğini bilemedi. Şu yaşına kadar halası ona hiç emeklerini hatırlatmamıştı ki. Sonra içinden bir ses boş ver dedi. Boş ver ne olacaksa olsun, hayal ettiğin hiçbir şey yok nasıl olsa. Kızın, halası için değerini de öğrenince bir daha sesini çıkarmadı.
Baştan bir beklentisi olmasın diye ettiği lafı anımsadı da gerçekten dilini kesmek istiyordu. Yüzü nasıl kızarmış, utanmış belki çok değil ama birazcık üzülmüş gibi bir hâl almıştı suratı . Ama karakteri oldukça sağlamdı Züleyha'nın. Kendini anlık hislerine bırakmayıp toparlanmıştı hemen. Gerçi o lafın altında yatan sebep tamamen Züleyha için de değildi. Ama nasıl derdi? Nasıl anlatırdı? Üstelik duyacağı şeyleri erkeklik onuru tekrar nasıl kaldırırdı?
Tuhaf hissediyordu kendini. Kokusunu soluyunca bedeninde oluşan değişiklik elektrik yemiş gibi hissettirmişti içine. Uzun zamandır hissetmediği bu şey için ne kadar tedavi olmaya çalıştığı düştü aklına. Sorgulamak ve tekrar aynı durumları düşünüp dert etmek istemiyordu kendine.
Belki Nazlı için... Asilin yaşadıklarının aksine Züleyha, Nazlıya çok iyi gelirdi. Neslişah'ın eve gelişi düştü aklına. Tüyleri acıyla dikeldi. Canı hiç o kadar yanmamıştı. Giden annesi gelir diye on sekiz gün kapının ağzında akşama kadar oturup beklemişti. Kimse kaldıramamıştı çocuk Asil'i oradan. Sultan ablası hem ağlayarak hem oturduğu yere yemek taşıyarak bir an başından ayrılmamıştı hiç. Bir de halası da gitmişti. Onu küçük sanıyorlardı ama Asil biliyordu, halası hastaydı. Dedesi ameliyat için bağırmış, çağırmış zorla İstanbul'a götürmüştü. Halası onu bırakmamak için hasta kalmayı bile kabul etmişti. Ama kalkamıyordu bile yattığı yerden. Halası da olmayınca daha korkutucu görünüyordu bu ev gözüne.
Sultan ablası "kanı durmuyor, ameliyat olmazsa miyomlar rahmini sararmış" demişti. O zamanki çocuk anlamamıştı, sadece hasta olduğunun korkusu kaplamıştı içini. Annesi gibi ya halası da giderse ne yapardı Asil?
Babası kapıdan bir kadınla girince bakmıştı öylece. Annen olacak demişti birde. Annesinin bir daha gelmeyeceğini ilk orada kabullendi. Kapı sesine tepkş vermemeye ilk orada başladı.
İyice içine kapandı, ortalıkta dolaşmadı. Gelen kadın bir gün telefonda biriyle konuşurken "pek sünepe, yatılıya falan gönderirim ömür billah kurtulurum ağlak oğlandan" demişti. Altı yaşındaydı sadece ama anladı yatılıya gönderilecek ağlağın kendisi olduğunu. Babası da çok uzaklaşmıştı ondan. Kucağına almaz, konuşmaz olmuştu. Halası vardı ama. Hastaneden çıkıp eve gelince bağıra çağıra bütün konağı yıkan halası...
Babasının yüzüne öyle bir tokat atmıştı ki Asil bakıp kalmıştı. Üstelik babası korkmuştu, yoksa neden halası vurunca başını öne eğip sussun ki? Asil halasını severdi ama o zaman hayranlığı başladı. Halası herkesten güçlüydü, babasından bile. Onu bile döverse herkesi döverdi.
Öyle böyle yıllar geçmişti. Neslişah'ı düşünmesi bile gerekmemişti. Halası onu öyle bir kalkanla çevirmişti ki kadın yanından korkarak geçiyordu artık.
Yılları bir şekilde geçirmişti. Kardeşleri olunca zaten babasıyla olmayan ilişkisi tamamen bitmişti. Eskiden kucağına alsa diye bekleyen Asil yüzüne bile bakmıyordu artık. Halası olduktan sonra kimseye ihtiyacı yoktu. Hayatının en güzel yılları işletme okumak için İstanbul’a gittikleri yıllardı. Beraber okumuş, beraber gezmiş, her şeyi beraber ve çok mutlu yapmışlardı. Dedesi ölünce, bir vasiyet kalmıştı. Babası, halası ve kendinin üçe bölünecek malların yazılı olduğu bir vasiyet.
Oradan sonra mecbur kalmıştı işte Adana da yaşamaya. Gerçi çok seviyordu memleketini, memleketi onun zalimliğini diline dolayana kadar…
Şimdi ise çok başka bir tufana tutulmuş, nereye savrulursa oraya gidiyordu. Bir kere Neslişah ve kız kardeşlerinin lafıyla yanmıştı bir kere de halası için yanardı ne olacaktı? Bunu düşünmek istemiyordu. O zamanlar bir aile kurma isteği vardı. Gerçek bir aile! Kendine ait, güzel bir aile. Şimdi umudu olmadığı için üzülmezdi ya.
Bu fikri benimseyip kendini korumaya almışken yine hiçbir şey planladığı gibi olmadı. Ne zaman ki gecenin bir yarısı kızının başında onunla konuşan kızı duymuştu düşünceleri değişmeye başlamıştı. Belki de korktuğu kadar kötü olmazdı? Kızını sever, ilgilenir, ona sahip olmadığı anneyi verirdi Züleyha. Herkesin Neslişah olmadığını bilmeye o kadar ihtiyacı vardı ki.
Düşünceleri öyle çabuk değişiyor, kafası o kadar çabuk karışıyordu ki evden uzaklaşmakta buldu çareyi.
Züleyha...
Anlamı su perisi olan Züleyha...
Sihirli bir el değmezse düzelmeyecek hayatlarına, girdiği gün düzeni alt üst eden Züleyha...
Onu o elbisenin içerisinde gördüğünde tuhaf hissetmişti. Nasıl olduğunu adlandırmazdı ama hem içine ılıkça kayan bir su gibi hem de bu kadar güzel oluşunu daha iyi görmesini sağlayan bir kor gibi.
Yüzü beyazdı ama yakasının açık bıraktığı ten kar gibiydi. Beli inceydi aksi gibi elbise tüm hatlarıyla kalçalarını, göğüslerini belli ediyordu. Halbuki dün ne güzel hiçbir yeri anlaşılmıyordu.
Erkekliği sızlayacak gibi olunca kendine geldi. İşte o an gerçekten kendine geldi. O böyle şeyler hissetmezdi! Uzun bir süredir üstelik. Kızının kokusunu almak için yaklaşınca bir diğer koku da sızmıştı ciğerlerine. Hoşuna gitti. Vurgun yemiş gibi bir süre öylece kaldı.
Elbisesinin açıklığını anlasın diye ima ettiğini anlamazdan gelişi kaşlarını çatmasına neden oldu. Bal gibi anlamıştı halbuki. İşi vardı bu dik burunluyla. Belli ki ilk karşılaştıklarında uysal sandığı kadar değildi. Dilbazın tekildi.
Nikah günü istemese de heyecanlanıyordu. Kim heyecanlanmazdı ki üstelik? Otuz ikisinde bir adam olarak daha gencecik bir kızla evleniyor olması içini sıkıyordu. Aralarındaki yaş farkı, kızın güzelliği ürkütüyordu kendini. Halasının en kıymetlisini üzerinde görünce bir şeyi daha iyi anladı. Halası çok güveniyordu Züleyha'ya. Geçmişinden kalan en özelini emanet edecek kadar çok.
Bu bir kayayı kaldırdı yüreğinin üstünden. Artık Züleyhaya bakarken başka yanlarını da merak eder oldu. Halasının gönlüne bu kadar hızlı girdiyse belki de sandığı kadar kötü olmazdı bazı şeyler.
Dini nikahları sırasında istediği altın miktarıyla ise kaşları çatıldı. Dalga mı geçiyordu onunla? Senin parana mı kaldım demeye mi geliyordu bu? Kız hakkında ne düşünecek olsa bilerek yada bilmeyerek tökezliyordu. Seyhan'ın en değerli yerinde kendi imkanlarıyla açtığı restoranını, mehir olarak verince gözlerini kocaman açmıştı. Yine kafası karıştı. Kız tam bir bulmacaydı işte.
Ama asıl tepesinin tası nikah sonrası beş dakika ortadan kaybolup geri geldiğinde atacak gibi oldu. O elbise neydi öyle? Göğsündeki açıklığı hiç mi görmüyordu? Zeynep çok seviyordu açık giymeyi, Birgül ise nişanlanınca biraz azaltmıştı kısa etekleri. Şu saate kadar da bir kere karışmamıştı ama şimdi delirmek üzereydi. Hemen gözleri etraftaki her erkeği kontrol etti. Erkek olduktan sonra hoca hacı tanımazdı.
Kadınların oturduğu tarafa bakan yoktu da içi bir nebze ferahladı. Dilber halası kesinlikle bilerek yapıyordu bunu. Ama şeytanı da bir kere kısıtlamamışken niye Züleyha için böyle oyunlara başvuruyordu anlamadı?
Bir ara kalkıp bir süre gelmemişti sonra ise kucağında kızıyla içeri girmişti. Hocanın ve babasının sürekli bir şey soruyor olması da sıktı canını. Konsantre olamıyordu ki ne dediklerine. Gözü hep ardında kalan kadındaydı. Arada kendine baktığına emindi ama ne zaman ona bakacak olsa yakalayamıyordu gözlerini.
Nazlı'sı nasıl yakışmıştı kucağına? Hiç anne sevgisi görmemiş meleği hemencecik kabullenmişti sevilmeyi. Sürekli Nazlı, Züleyha'nın yüzüne dokunuyor, kız da tükürüklü parmaklardan zerre tiksinmeden öpücükler konduruyordu. Şu hallerine bakan dışardan bir göz, asla Züleyha'nın üvey olduğuna ihtimal vermezdi. En azından Asil sağı solu kontrol edip gizlice kızının yanağına öpücük bırakan kızın samimiyetine inanmak istiyordu. Dudakları kıvrılmak istedi o tavırlarına da. Kendisine öpüyor diye kızmıştı birde.
Halası bir ara Züleyha'yı yukardaki katına çıkaracağını söyleyince karşı gelecek gibi oldu. Birde olabilecek en naif şekilde Züleyhanın da bir aileye ne kadar ihtiyacı olduğunu fısıldamıştı. Uzansan ona tutar elini demeyi ihmal etmemişti.
Odasına çıkacak olması biraz gerse de istemsizce kabul etmek istiyordu. Evin içindeyken bile ayrı bir hayatı vardı çatı katında. Odasına kapanınca Neslişah'ın sesi gelmezdi kulaklarına. Şu an kadının ona zerre zararı yoktu ama küçükken kulağına fısıldadıklarını unutamıyordu. Annesiz kalışını, sevilmeyeceğini, babasının onu oğlu olarak görmediğini, bu evdeki yerinin geçici olduğunu sürekli bulduğu fırsatlarda kulağına tıslardı. Her şeyi unutsa annesinden kalan son hatırasına uzanan elini unutmazdı.
Bunlar da geçip gitmişti. Oturup geçmişe üzülecek adam değildi Asil. Onun tek korkusu Nazlının da kendinin yaşadıklarını yaşama ihtimaliydi.
Yemek sırasında Nazlı'ya söylediği ama Züleyha'ya duyurduğu sözlerle ensesindeki bebek tüylerinin dikilmiş haline bakıp az kalsın kahkaha atacaktı. Yüzü de nasıl güzel pembeleşmişti. Tuhafına giden başka bir şey ise kızın uyum sağlama hızıydı. Gerçekten Asilin hiç bir yakın harektine aksi şekilde karşılık vermiyordu. Mecburiyetten değil de bir zamanların Asili gibi bir yuva mı düşlüyordu alelacele yapılan evlilikte?
Saat geç olup odaya çıkması gerektiğinde avuçları terlemeye başladı. Tabiki ilk günden sıkıştırıp istemediği bir şey yapacak değildi ama merak ediyordu. Terslenme ihtimaline rağmen çok merak ediyordu tenine dokununca vereceği tepkiyi. İleri gidemeyeceklerini en çok Asil biliyordu zaten. Bunu göze alamazdı. Daha birbirlerini hiç tanımadan rezil olmayı kaldıramazdı.
Ama Züleyha da bu evlilik nasıl bir yerde görmesi gerekiyordu.
Sadece sataşma maksatlı düğmelerini açarak ilerleyişi ve Züleyhanın ona bakan şaşkın yüzü kahkaha attıracaktı neredeyse Asile.
Yüzünün aldığı şekil, kasıklarına doğru kayan ama hemen kaçırdığı gözler bambaşkaydı. Çocuk desen değil, kadın desen çok farklı. Neydi ondan içine yayılan bu his? Asil ergenliğinde bile kadın düşkünü bir adam olmamıştı ki. Şu an hissettiklerine bir isim koysun.
Elbisesinin açıklığını yine yüzlediğinde sanki anlamazlıktan gelişi çok tatlı göründü gözüne. Kaşları istemsiz çatılsa da kar beyazı tenden kendini belli eden göğüsler dişlerini kamaştırıyordu.
Yine Kenan'ın varlığını öne sürerek hırslandığını söylemek istemedi. Ama aldığı karşılıkla dişlerini alt dudağına geçirmek zorunda kaldı. Ciddi durmak karşısında çok zordu gerçekten. Ne düşünüyorsa hep böyle direk söyleyecek miydi?
Boyundan posundan korkup geri adım attırmak niyetiyle iyice dibine girince o naif koku tekrar doldu genzine.Gardenyanın kaynağını bulmak istiyordu. Babasının kaybından sonra tenine şifa olsun diye alınan yağdan stok yapması gerekecekti demek ki.
Kalbini titreten bir cümle kurdu Züleyha. Alıştıktan sonra kopamayışına dair bir cümle. Kendine olmasa bile belki kızına öyle alışırdı ki aile olurlardı. Bırakmazdı onları Züleyha. Çünkü biliyordu, duyacaklarından sonra korkacağını, yaklaşmayacağını, belki de karısı olarak kalmak bile istemeyecekti. Zaten bir koca olarak ona vaat edecekleri çok sınırlıydı.
Asil terk edilmeye alışkındı da kızı çok üzülür müydü acaba?
Yine yapıyordu işte aynı aptallığı! Olmayacağını bile bile sadece kendine ait bir aile istiyordu. Bir türlü akıllanmamıştı hâlâ. O kadar şey atlattıktan sonra kızını sarıp sarmaladı diye zihni ona düşlerini tekrar gördürmeye çalışıyordu.
Kıza biraz yaklaşıp tepkisini ölçmek istedi. Kendinden korkuyor mu yoksa tedirgin mi olacak anlaması lazımdı. Gözünde bir koca mı yoksa mecburiyetle kaçıp, sığındığı adam mı görmeden nasıl davranması gerektiğine karar veremezdi. Yaklaştıkça gözünde gördüğü kıvılcımla mutlu oldu. Ondan ürkmüyordu. Daha da iyisi tiksinmiyordu!
Boynunun tadı dilinde erimişti sanki. Konuştukça dudaklarına sürtünen dudakları açılıp da içine çekilir gibi kavramak istiyordu pembelikleri. Otuz iki yaşındaydı ama şu yaşa kadar sadece bir dudağa dokundu diye böyle erekte olmamıştı. Şaşkınlığını gizlemek için gözlerini kapatıp bir süre daha soluklandı kızın kokusuyla.
İyileşmiş miydi yani? Züleyha etkisi dedi içinden bir ses. Çok dişi bir enerji yayıyordu etrafına. Yaşının küçüklüğüne zıt çok kadınsıydı göz süzüşleri, dudak büküşleri.
Bu pozisyonda biraz daha kalsa kızın üstüne atlamaktan korktu. Bir an önce uzaklaşması için son uyarıydı. Korkup hemen uzaklaşmasını beklediği kız dudaklarına sürtüne sürtüne üstünü soyunacağını söyleyip dünyasını ters döndürmüştü resmen.
Çok işi vardı Asil'in. Bu ele avuca sığmaz, arsız mı densiz mi yoksa hiç ömründe görmediği cinsten bir çiçek mi anlayamadığı kızla çok işi vardı.
Bebeğini koklayıp, en sevdiği yerini yani boynunu öperken kulağında bir çemkirme yankılandı. Sakalları batmasın diye dudaklarının ucuyla minik minik öptü. Sonra bu haline istemsiz güldü. El kadar kız tarafından hizaya sokuluyordu.
"Annen parçalar seni istediğim gibi öpsem. Gizli saklı hasret gidereceğiz artık nazlı bebeğim. Sigarayı da iyice çıkartmak lazım hayatımızdan. Anne kızıyor kötü kokuyor diye."
Karnını gıdıklayıp onu güldürmek çok keyif veriyordu Asil'e. Nazlı hayatındaki en kıymetli şeydi ve sadece onun iyi olmasından başka hiçbir şey dilemiyordu.
"Nazlım, güzel kızım ne olur çok dua et hata yapmış olmayalım. Ben değil ama sen incinirsen ölürüm yavrum ben."
Kapının sesini duysa da dönüp bakmadı, ne yapacağını merak ediyordu. Yine yaptığı bir şey eleştiriliyordu hanımefendi tarafından ama bu onu kızdırmak yerine hoşuna gidiyordu. Üç gün... Sadece üç günde değişiyordu sanki.
Ama yönünü dönüp üzerindeki ipek geceliği görünce neredeyse kendi tükürüğünde boğulacaktı. Bu nasıl bir büyüydü? Çok güzeldi... Akıl alır, can yakar, ömür tüketir bir güzellikti bu. Bacakları, göğüslerini, yüzü, elleri, içe bükmeye çalıştığı minik ayakları...
Her şeyi çok fazla güzeldi.
Yine içindeki şeytanların vesvesesiyle sıkıntıya düştü. On bir yaş vardı aralarında. O kalemle çizilmiş kadar güzelken Asil büyük bir yakışıklılığa sahip değildi. Boyu, posu yerindeydi ama bu kızın yanına denk de değildi işte. Mecbur kalmasa Asile dönüp bakmayacak bir güzellik karısıydı şu an.
Yakınına sokulduğunda yine dikkatle izledi yüzünü. Kendine karşı olumsuz bir his arıyordu. Ama o güzel yeşil gözler gövdesine değdiğinde hem utançtan kızarıyor hem de iki dişiyle dudağının kenarını kıstırıp hemen bırakıyordu. Sanki onu izleyen biri vardı ve yaptığının yanlış olduğunu yüzüne vurup, bu yanlıştan döndürür gibiydi hali.
Aralarındaki tuhaf gerilimi dağıtmak için biraz sataşmalı, azıcık kızartmalı bir konuşma geçti.
Ara ara yatağa, koltuğa kayan bakışlarıyla kız daha aklına geleni söylemeden evliliklerinin gerçek olduğuyla ilgili küçük bir uyarıda bulundu.
Aynı şey olmuştu simasında. Gülmek isteyip gülemiyor, o yüzden de dudağını sağa kıvırıp oradaki minik çöküntüyü gözüne sokuyordu. Harlanmaya çalışan erkeklik hisleri o çöküntüyü yalamayı ve tadına daha iyi bakmayı istiyordu.
Yine bir sataşma Züleyanın mahsun mahsun ilk geldiğinde yaptığı kabalığı dillendirişiyle bölündü. İçi daraldı Asilin. Kırmıştı daha ilk andan kalbini. İncinmişti besbelli. Yeşil gözleri titreye titreye yük olmam sana diyordu. Öyle canı sıkıldı ki ona böyle eğreti hissettirdiği için. Pişman olduğunu duyarsa belki affeder diye bir kaç cümle kurdu.
Düşüncelerinden uzaklaşmak için Nazlıyı yatağın ortasına doğru yatırıp ayaklarıyla oynuyormuş gibi yaptı. Kızları ortada ikisi bir başta geniş yataklarına girdiğinde Asil ilk kez böylesi bir mutluluğu içinde hissetti. Tüm istediği bu olabilirdi işte. Utanmasa kahkaha atacaktı. Hayattan isteyebileceği tek şey karısı ve kızıyla güzel bir aile olmuştu en fazla.
Kızının kısılan bakışları ve ara ara esnemek için açılan küçük dudaklarıyla sırtını kaşımak istedi. Seviyordu Nazlı kaşınarak uyumayı. Kızı sanki babası burada yokmuş gibi kıçını ona dönüp Züleyha'ya sokulduğunda eli sırtında usul usul kaşımaya devam etti. Nazlının bu kadar hızlı ona böyle bağlanmasına ne tepki vermesi gerekiyor gerçekten bilemiyordu.
Bir yandan da uyumak istemiyor, yanındaki kızı konuşturacak sebepler arıyordu.
Laf atıp utandırmaktı amacı ama Züleyha ki nasıl bir Züleyha'ydı. Göğsünün dolgunluğunu gözüne soka soka sataşmak için kullandığı kelimeleri yutturmuştu ona. Biraz zaman geçince düzene giren nefeslerle başını tekrar kaldırdı.
Nazlı sıcak demeden daha bir yaklaşmıştı göğsüne. Sağ elini de geceliğin arasına takmış tenini hissediyordu belli ki. Züleyha Nazlı'yı koynuna alıştırana kadar hiç fark etmemişti. Bebeği nasıl da hasretmiş bir annenin şefkatine? Nasıl da hiç tatmadığı bu hissi bekliyormuş doğduğu andan beri?
Nasıl da muhtaçmış bir göğüste huzurla uyumaya…
Yaklaşıp minik kulağına bir buse kondurdu. Sonra ise uykuya dalmış kadının boynundan gecenin son kokusunu çaldı. Dilinden dökülenleri düşünmemişti bile. Ama kalbi, beynine fırsat vermeden fısıldadı;
"Sen neredeydin Züleyha? Biz ne hallere düştük, ne ateşlerde yandık. Niye daha evvel bulmadın bizi?
Başka bir yangından canımızı kurtarmanın telaşındaydık be Asilim🥹
İlk andan beri Asilin dünyası nasıl görün istedim. Keyifli bir bölüm olmuştur umarım.
|
0% |