@orenda
|
💙
Soluğumuzu toplayana kadar yatakta öylece kaldık. Asil sırtını yatağın başlığına vermişti, beni de göğsüne yaslayıp saçımla oynuyodu.
"Onlarla uğraşmanı istemiyorum Züleyha."
Dediğiyle bi dikelecek gibi oldum ama kolu daha kip sarıldı bana.
"O niyeymiş?"
"Çünkü Neslişah çamur. Sen ona taş atarsın ama o üstüne sıçramadan durmaz. Üstelik Birgül'e de dikkat etmen gerekiyor bebeğim. O annesine yaranmak için çoğu zaman ne yaptığının bile farkında olmayabiliyor. Öylesi insandan daha çok çekinmek lazım. Nişanı bile dünya kadar entrikayla oluştu."
Ama ben bildiydim. Hangi saf sinsi Birgül'e yüzük takar ki?
"Nasıl oldu o iş?"
"Murat arkadaşım. Onu da ailesini de çok severim. Net bilmiyorum ama gittiği yerleri takip edip insanların onları beraber görmelerine sebep olmuş. Burada bir kız üç kere aynı adamla görününce ne olur bilirsin. Sulhan'ların kızı Öztürk'lerin oğluyla geziyormuş, nişan yakınmış lafı dolanmaya başladı. Bu lafın da Neslişah'ın peşindekiler sayesinde yayıldığına eminim ben. Birgül çok seviyor. Benim canımı sıkan Neslişahın Birgülü kullanarak yaptıkları."
"Madem biliyodun böyle olacağını, niye uyarmadın arkadaşını? "
"Ben o zamanlar sıkıntının içinde debeleniyordum. Duyunca konuştum Murat'la ama iş işten de geçmişti. Murat da efendi çocuk, aileler karşı karşıya gelmesin deyip kestirip attı. Belki onun da gönlü vardır, bilemem. Hâlinden memnun görünüyordu bende karışmadım."
"Birgül'de mi?"
Burnumu kıstırıp sağa sola çevirdi gülümseyerek.
"Gönül kimi severse, güzel odur zümrüt göz."
Tepemin üstüne de sağlam bi öpücük koydu. Bazen böyle çok akıllı konuşunca tuhaf hissediyodum kendimi. Sükûneti, efendiliği çok hoşuma gidiyodu. Benim gibi cazgıra bunun gibi herifi yazan Mevlam ne düşündüydü acep?
"Asil..."
Durdum. Nasıl sorsam da yanlış bellemese beni diye kelimelerimi ayrıştırdım da ayrıştırdım.
"Her iş senin üstünde. Gördüm ben. Halamla sen olmasan, bunlar acından ölür. Niye kalıyon onlarla? Şu zamana kadar gidip kendine huzurlu bi yuva kursaydın ya."
Derin bi iç çekti. Ne düşündüyse bi zaman gelmedi sesi.
"Bu konak annemin Züleyha. Bir kere uzaklaştım evden, annemden kalan en güzel şeyi yok etti o kadın. Bir kere daha sırtımı dönemiyorum kalanlarına."
Yattığım yerdem doğrulup yüzüne baktım.
"Nasıl, Nergis annemin mi bura?"
Yüzüme bir güzel baktı ki. İçli içli... Ben anne dedim diye gözü ışıldadı sanki. Ah be Asil. Sen ne güzel adamsın kocam.
"Annemle babam amca çocukları. Bu konak mehir olarak verilmiş anneme. Ben lise de ilk iki yılı yatılı okumak durumunda kalmıştım. O ara eski konak da elektrik kaçağı olmuş. Yangından da mutfak kısmı tamamen yok olmuş. Tabi o zamanlar bu kadar zenginlik yoktu. Tek restoran geçindiriyordu evi. Onlarda buraya geçmişler. Halam sağ olsun annem ölse bile elini eteğini çekmedi hiç buradan. Dedemin de hastalığının başladığı zamanlardı. En uygunu burayı görmüşler. Taşınıp, yerleşme falan bir şey demezdim ama annemin çiçek serasını yok etmiş o kadın. Arka bahçedeki çardağın orası öyle güzel bir seraydı ki. Halam ora solmasın diye bahçıvan tutmuştu. Nergis'ten sonra soldurmam demişti. Ben olsam dokundurur muydum hiç?"
"Dilber hala... O nasıl müsaade etmiş?"
"Geldi mi üst üste gelir Züleyha. Halam taa genç kızlığından beri kadın hastalıklarıyla uğraşan bir kadın oldu. Annem öldüğün de acil ameliyat olması gerekti. Rahim duvarlarını saran miyomlar kanamasına neden oluyormuş. Temizlenmişti ama sonra çok hızlı bir yayılım başlamış. Tedavi için uğraşıldı. Bu kadar genç yaşta rahmini almak istemedi doktorlar. Ama olmadı. Sürekli yenileniyordu rahimdeki hasar. O sıra ameliyat olduğu zamandı. Rahmi alındı."
İçim yandı halama. Ondan mı çocuksuz kalmıştı yani? Halbuki nasıl merhametliydi? Bana bile ilk günden ana olmuştu. Kendi bebesini ne güzel büyütürdü.
"O fırsatı bulunca da Neslişah yellozu yıktı dimi serayı?"
Yine hırsım baş gösterdi. Bu nasıl bi karıydı böyle?
İki dudağımı parmağıyla kıstırıp öne doğru çektirdi pis. Acıyo mu demedi hiç. Ama üstüne küçük bi öpücük koydu da kızmaktan vazgeçtim.
"Ağzın da fena bozukmuş zümrüt göz."
Omuz silktim, o kendine baksındı. Canını sıkan herkesi şaapıyodu.
"Sonra ne oldu?"
"Ben yaz tatili için gelince olanlardan haberim oldu. Seranın olmayışıyla da sinir krizi geçirdim galiba. Evde kırılmadık yer bırakmadım. Bir o gün babama bağırıp, küfretmişimdir. Tabi ergenlik dönemi, sıkıntılı da bir tipim. Kovdum hepsini evden. Burası annemin yani artık benim, siktirin gidin evimden dedim. Dedem araya girip Neslişah'a özür diletti. Ama babama yüz çevirdim bir daha. Önceden o bakmazdı yüzüme artık ben bakmaz oldum. Yatılıdan çıkıp nakil geldim. Sorana ev benim, kimseye bırakmam deyip susturdum. Neslişah buradan ölse gitmek istemez. Beş misli büyüğünü, güzelini ver yine de istemez. Adana'nın Nergis çiçeği ölse gitse de gölgesinde kalmayı yediremedi hiç. Böylece kocasına, evine sahipmiş gibi hissedip tatmin ediyor zavallı egosunu. Sonra evlilik nedeniyle başka eve geçtim ama korkusuna bir şeye ellemedi. Neslişah aptal bir kadın değil. Şu saatten sonra benimle restleşmeye gidip, kendini riske atmaz."
Asil sen anlatıyon, ben kinleniyom. Bu karıyı evirsem çevirsem bi güzel haşat etsem sönmez hırsım.
"Yani onlar zavallı insanlar Züleyha. Bulaşmanı istemiyorum."
Ağırca başımı sallayıp, küçük bi gülümsemeyle baktım yüzüme. Bu adam besbelli yaşım küçük diye narin bişey sanıyodu beni.
"Madem sen küçüklüğünden bi şeyini anlattın, sıra bende Asil efendi. Az buçuk ben senin hakkında bişeyler öğrendim. Huyuna suyuna fikrim var da senin de Züleyha kimmiş bellemen lazım."
"Asil efendi olduk bakalım yine. Anlat karım, sen anlat şimdi de. Kimmiş zümrüt gözlü, güler yüzlü güzel Züleyha?"
Tatlı tatlı konuşunca kıkırtım şenlendirdi odayı.
"Yiğit yeni doğdu. Lalezar zor şer emziriyo. Göğsünün ucu yara olmuş da canı yanıyomuş. Emzirmem diye tutturdu, inek sütü verecekmişiz. Aç kalmasın diye verdim bir iki kere emme bu seferde bebenin yüzü sapsarı kesildi. Kırkı bile çıkmadı. Köyün sağlık ocağına koşturdum. Ebe benim işim değil ama sarılığı çok fazla dedi. Elim ayağım şaştı. Ne edecem diye deliye döndüm. Kırklı bebek sarılık olmuş, ölür kalır. Ne ederim sonra ben? "
O günler aklıma düşünce burnumun direği sızladı yine. Korkudan çıkan aklım bi yol diye inim inim inlemişti.
"Sonra koştum eve. Anlattım durumu, taş merhamete gelir bunlarda tık yok. Abim olacak domuza oğlun ölecek götürek hastaneye diyom kahveden bekliyolar diyo. Lalezara, babanı ara. doğurduğun ölecek diyom. Hamza'mı istemediler, gitmem kapılarına diyo. Halimi gör Asil. Nereye gideceğimi, kimden medet dileneceğimi şaştım. Yiğidimi uyutup bir de ahırda elimi gözleyenlerim vardı. Oraya koştum vakit varken. İneklerin altını süpürüp, sütünü sağınca köşede bi şey ilişti gözüme. Köyde hayvanlara dabak bulaşınca muhtar veteriner getirmişti. Tüm ahırları dolaşıp ilaç bıraktıydı adam. Bana da dedi ki hastalıktan ötürü tuvalete çıkamayan inek fark edersen bu kutuda ölçek var sularına kat."
"Züleyha..."
Omzumu silktim banane der gibi.
"Hiç öyle sesleme Asil. Ölsün mü yavrum? Akşam yemeğine çorba yaptım da çay kaşığının ucuyla attım çorbaya. Sonra yemek öncesi bi hır gür çıkarıp üç beş sille yiyip odama çekildim iki oğlanla. Bu zıkkım yiyesiceler yediler yemeklerini. Daha bi saati bulmadı ki kıvranmaya başladılar mı? Tuvalet kavgası ediyolar çıktım ki odadan."
O gün hallerini hatırladım da gülmemi tutamadım. Gözü kör olasıcalar hadi ben yemek yemiyom, Halil'li bile çağırmaya tenezzül etmedilerdi.
"Sen çok fenasın."
Öyle dedi emme nasıl gülüyo. Gözleri kısılmış, gülüşü bembeyaz dişlerini sermiş ortaya. Çok güzeldi benim kocam. Kalbi de yüzü de çok güzeldi işte.
"Sonra ne oldu peki?"
"Tabi bunlar karın ağrısından ölecek gibi olunca Hamza efendi muhtarı aradı. Koş yetiş ölüyoz, ilçeye doktora götür bizi diye. Hemen hazırda bekliyodum zaten. Muhtarın beyaz torosa herkesten önce yerleştim. Halil'i de Hatice abama bıraktım kaşla göz arasında. Canlarının derdinden sen ne ediyon demediler. İlçedeki hastanede acile alınınca bunlar bende kimi bulsam yardım edin ölüyo diye ayağa kaldırdım her yeri. Sağ olsun bi doktor abla sıra demeden, kimsin demeden aldı Yiğidi elimden. Topuğundan, elinden kan aldılar. Yatış verdiler. Sarılığı kör edecekmiş benim yavrumu neredeyse. Az daha gelmeseydin kurtulmazdı dedi. Yiğit'i aldıkları odaya beni sokmadılar. Mikrop kapar diye kimse yanaşmayacakmış. Sabaha kadar o kapının ardında avut ağladım. Ağzımdan ya şafi düşmedi. Kadıncağız perişan halime acımış da çay ne getirdiydi. Doktor Selma. Allah ondan razı olsun, rabbim her işini rast getirsin. Can borcum var ona. Yiğitim nefes alıyosa onun sayesinde."
O zaman aklıma düşünce yine burnumun direği sızladı. Geberesicelere serum bağlamışlar da sabaha kadar onlarda yattı. Kanlarında hayvan ilacı bulunmuş. Neye böyle oldular anlayamadılar. En son ilaç verilse de sağdık ya çorbayı ben o yoğurtla yaptım ondan olmuş mudur dedim de doktor olabilir dedi. Eve gidince de içim yana yana koca kazan yoğurdu döktüm gözlerinin önünde, sanki sebep oymuş gibi.
Başını dikleştirip bu sefer yüzüme daha ciddi bakışlar yolladı.
"Kendi çocuğu için bile emek harcamadı hiç?"
Hayret saklı sesine gülecektim nerdeyse. Tabi Asil , Nazlı için yeri göğü parçalardı ya Hamzanın gamsızlığı hayretini kabarttı.
"Ağabeyim için kahvesi vardı bi Asil. Çocukmuş, evmiş, işmiş pek umuru olmazdı."
"Annesi?"
"Onun da dini imanı Hamzaydı. Bana nasip olmadı ne Halili, ne Yiğiti senin Nazlıyı öpüp, okşadığın gibi okşamalarını görmek."
Alt dudağını ısırıp, merhametle baktı yüzüme. Hüzün çöktü suratına.
"Sende anne baba oldun küçükcük yaşında. Çocukları koruyup, kolladın hep. Her şeyden kurtardın..."
"Asıl onlar beni kurtardı. Dermansız kalan canıma yoldaş olup, beni ne ateşlerden aldılar.
"Çok şanslıymış Halil ile Yiğit. Böyle halaları olduğu için. Aileden yüzümüz gülmedi ama haladan güldürmüş Allah. Nazlı kızımla ben de çok şanslıyım. Sen yazıldın kaderimize."
"Bende çok şanslıyım Asil. Nereye giderim, ne yaparım derken siz çıktınız karşıma. Ağabeyim elleriyle cehenneme yollarken cennete düştüm sanki. Kızım oldu, kocam oldu, halam oldu. Evim oldu Asil, şu yaşıma kadar olmayan ne varsa bi anda oldu. Bi de Halille Yiğiti dünya gözüyle görsem tekrar başka bişey istemem Allahtan."
Yüzümden ayrılmadı bakışları hiç.
"Çok mu özledin çocukları?"
Sanki bu soruyu beklermişim gibi burnum yandı hemen. Gözlerim doldu.
"Çok... Öyle çok ki... Rüyalarıma giriyolar hep."
Eli yüzüme konup, bebek sever gibi sevdi.
"Üzülme Züleyha. Biraz ağabeyinin siniri yatışsın ben götüreceğim çocuklara seni. Eğer izin verirlerse onları getiririz buraya. Üzülme ama. Sana söz veriyorum özlemleriyle yanmayacak için."
Hiç bişey diyemedim bu dediğine. Asil benim kaçtığım cehennem nasıl bi yer gerçekten hiç bilmiyodu. Sanki ağabeyim essahtan kaçmamı zamanla unutacak da affedecek sanıyodu. Zorla gülümsemeye çalıştım yüzüne karşı. Az daha sarmaş dolaş oturduk. Ama bi kızım vardı benim. Anası keyif çatarken aç mı, susuz mu, ne ediyodu?
Yerimden kalkıp üstümü başımı düzeltmeye başladı. Gerimde keyifle beni izleyen adama da göz kırptım.
"Kalk bakalım Asil Efendi. Bebemiz bizi bekler. Çok fazla yılanlı ortam da bırakmayak, Allah muhafaza huyu suyu bozulur."
Kahkahayla güldü mustur. Ne dedimse sanki? Kızımı düşünmeye miydim?
"Kalkalım zümrüt göz. Sen şimdi beni dinleyecek misin, onu söylemedin?"
"Bilmem Asil Efendi. Sen söyle, sence ben seni dinleyecek miyim?"
"Isırırım o burnunu, dikip durma havaya. Ne istiyorsan yap o zaman. Seni üzmelerine izin verme bana yeter."
"Sen tasalanma kocam. Neslişah da öğrenecek Züleyha kimmiş. Çocuklarına el uzatılınca kendi ağabeyini zehirleyen Züleyha, Neslişaha neler etmez ele kocam."
Kapıya doğru yanaşıp, koluna uzanacakken duraksadım. Ardımda büyüyle gözüne mil çekmişim gibi beni izleyen adama tekrar göz attım.
"Ha Asil... Yarına bana bi bahçıvan yolla. Arkaya kocaman bi çiçek tarhı yapmak istiyodum ne zamandır. Pek severim çiçek ben. Özellikle nergis..."
Büyülendik bacım yalan mı söyleyelim. Her çocuğa senin gibi anne be Züleyha🥹
|
0% |