Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM~TOKAT~

@orenda

 

 

 

 

Elimde iki poşetle mutfağa girdiğimde yengemde oradaydı. O çekik gözleriyle önce yüzüme sonra da ellerime baktı. Yüzünde şimdi sinsi, pis bir gülüş oluşmuştu.

 

"Hamza'mdan sakladığın paralarla mı aldın onları Züleyha?"

 

"He yenge, Hamza'n kendi evlatlarını bile aç bırakıp kahvede kepaze gibi oturuyo ya! Hani iki sübyanın hiçbir işe yaramayan anaları aç mı tok mu bakmıyo ya! Napayım halaları olarak ölmesinler diye babalarından para gizliyom."

 

En çok işte bundan nefret ediyodu Lalezar. Ben onun gibi değildim. O dayağını yer, susar otururdu ama ben ne kadar ağzım burnum dağılsa da bildiğim doğrudan şaşmazdım. İçten içe yengemin bana haset duygular beslediğini de bilirdim. Oldum olası sevmezdi beni. Sevsin diye de zerre emek harcamadım yalan yok. Kıskançlığı onun en zayıf yanıydı. Sahip olamadığı, hırsını katmerliyodu böyle.

 

Onda olmayan bir şey vardı bende.

 

Omurga...

 

Babamdan yadigar bi gözlerim bir de dik duruşum vardı zannımca. Aklıma düşen babamla içim biraz daha ezildi. Onun gidişiyle yetim kaldım sanırken öksüz de kalmıştım ben. On dördüncü yaşım, en kara bahtımdı.

 

Anamın analığı bıraktığı, ağabeyimin babam tarafından tutulan yularının salındığı en kara kışımdı o sene benim. Dedemden kalan dağ tarlaya taş ayıklamaya gitmiştik. Römorkun ardına topladığımız taşların ağırlığı tarlanın engebeli yolundan geçemeyince ilk römork devrilmişti sonra da traktör yan devrilmiş, babam kendini aşağı atamadan yardan aşağı kayarak gitmişti. Çığlıklarımı hatırlıyom o günden. Yeri göğü inleten, baba diye gırtlağımı yırtan çığlıklarıma koşup gelen komşu tarlalardaki insanlar oncacık yaşıma rağmen tutamamıştı beni. Babama ulaşacağım diye yarı yuvarlana yarı adım atarak inmiştim yarın dibine. Ters dönmüş traktörden sızan kanı bir de kopmuş bir kolu gördükten sonrasını hatırlamıyodum.

 

Günlerce yememiş, içmemiş, uyuyamamıştım. Aklını kaybetti demişlerdi kulağım duya duya. Babası öldü, Züleyha delirdi olmuştu milletin dilindeki cümleler. Belki de öyleydi de. Aklımı yitirmiş gibi hissediyodum. Babamın girmeyeceği kapı, oturmayacağı sofra, saçıma dokunmayacağı el, almıştı aklımı benden.

 

Az kendime gelmeye başladığımda bir şeyi fark ettim. Yanıma gelmeyen, halim nice bilmeyen anam neredeydi benim? Çok var gibi değildi ama bu kadar da yokluğu olmazdı ki. İnsan evladına halin nicedir demez miydi?

 

Demedi anam! Babam öldü, benim halimi soranım tükendi ...

 

Zaman bir şekilde aktı. On bir yaş büyüğüm olan ağabeyim tuttu bi kız getirdi önce eve. Anneme gelinin dedi, bana saygı da kusur etmeyesin diye tembihledi. Sonra çok da bi adamlığı olmayan ağabeyim daha bir rahata bindi. Babamın zoruyla gittiği tarlaya gitmez oldu. İte kaka hayvanlara verdiği yemi suyu kesti. Eli işten düştü de ağzı yemekten uzaklaşamadı. Sonra bi baktım ki bütün bunlar benim işim olmuş. Anam, babam gitti gideli ağabeyim de gider korkusuna emzikten kesilmemiş bebe gibi eliyle besler, sırtından havlusunu eksik etmezdi.

 

İyice dermandan düşecekken başka bişey oldu. Lalezar yengem sustur şunu diye kollarıma bi bebek koydu. Daha yeni doğmuş, aç mı, tok mu anlamadığım bi bebek.

 

Bana yaşayayım diye Rabbimin hediyesi bi yoldaş, bi yaren, yalnızlığıma arkadaş... Halil

 

Adının manası gibi bana dost olacak küçük bi yavru. Sonra Halil'im iki yaşındayken bi bebe daha ağırlamaya başladı kollarım. Halil'le kendime kurduğum dünyaya yeni bi yavru daha katıldı. Yiğit dedim ona da. Mert olsun, dimdik yiğit bi adam olsun istedim. Tuhaftır ki ben adlarını seslendiğim de kimse de olmaz demedi. Gerçi öyle lazımsız bi yerdeydi ki iki kuzum, kimse adını da ben koyacam diye yarışa girecek değeri vermedi.

 

Ağabeyim bir benden esirgemedi ya insanlığını. Canından kopup gelen Halil'imden, Yiğidimden de esirgedi. Sanki evlatları değilmişçesine bi savrukluğu vardı hep.

 

Yengem desen kocasına süslenecek, gözüne girecek diye kendi doğurduklarını bile önemsemezdi. Ara da bi analığı tutar iki kaşık yemek yedirirdi ya hah işte oydu tek meziyeti. Milletten laf duyup, arsınınca de üç beş kez üstlerini değiştirmişti. Bakanı olunca çocuğunu bile önemsemeyecek nefis! Öylesi bi hastalıktı işte Lalezar yengemin Hamza'ya olan düşkünlüğü.

 

Yüzü pek yakışıklıdır benim gevur ağabeyimin. İçi ne kadar karaysa yüzü o kadar aktır. Yüce mevlama sorgu olmaz ya o irinli kalbe bu yüz nasıl dayanır demeden geçemiyodu insan. Dışardan baksanız boyu, posu, yeşil gözleri pek göze gelirdi. Ama içini azıcık anlayınca o güzellik katrana dönüşürdü hemen.

 

O yüzden çok güzel olandan da çok yakışıklı olandan da pek bi ürkerim. Aklım kötüyü iyice saklasın diye maske sanır belki de. Bi de Allah biliyo, yengem gibi bi avareye dönüştürürse ya beni diye içim çekilir.

 

Ağabeyimden sakladıklarımla pişirdiğim kuru fasulyeyle, bulgur pilavının altını kapattım. Yanına ayran çalkalayıp bir de sirke turşusu çıkarttım mı bugünü de kurtarmış olurduk.

 

Babaları olacak mendebur gelmeden iki kuzumun karınlarını doyurma derdine düştüm şimdi de.

 

Pis bakışları Yiğit'imden az biraz fazla yiyen Halil'imi ürkütür, lokması kursağında kalırdı yavrumun. Gözünün altından korkarak izler, öyle ısırırdı ekmekten bi parça lokma.

 

"Halam..."

 

Derdini bilmezmişim gibi hmmm diye bi ses çıkardım.

 

"Kuru fasulye çok güzel olmuş biliyon mu?"

 

"Olmuş mu balım?"

 

"Olmuş ya. Şey yapsan hala. Azıcık daha koysan tabağıma. Söz ekmekle yiyeceğim."

 

Masumluğu gırtlağımı kurutuyordu çoğu zaman. Ne olurdu çekinmeden ikinci tabağı isteyebilseydi benim yavrum? Korkmadan babamın malı, yerim diyebilseydi bu sabi. Yine içimdeki katran, ağabeyim olacak pisliğe bedduaya başlamadan iki kepçe daha yemek koydum tabağına. Kahvede zıkkımlanıp gelseymiş, az yese ölmez ya! Zati büyümüş büyüyeceği kadar, amma benim kuzularım öyle mi? Yiyecekler ki büyüyecekler, sonrada kurtulup gidecekler bu kuyudan. Kurtaracaklar kendilerini.

 

Kapı sesiyle odasında taramaktan püsküle dönen saçlarını savurarak çıktı yengem.

 

"Hamzam, hoş geldin yiğidim."

 

"Hoşgördük."

 

Al işte o kadar süse püse alacağın laf buncacık olur akılsız karı! Senin gibisine de böylesi müstahak diye bağırasım geliyo içimden de zor ısırıp durduruyom dilimi.

 

Yemek boyunca anamda da yengemde de bi haller vardı. Hani olur ya, kötü bir şey yaklaşırken ensenden bir sızı ısırır da bırakmaz. Hah işte öyle oldum. İçime bi korku girdi sanki. Anamın kaçak göçek bana değen gözleri, yengemin dudaklarındaki sinsi gülüş ürküttü de ürküttü beni.

 

"Hamzam."

 

"Ne var?"

 

"Bişey diyeceğidim sana."

 

"Söylesene Lalezar, ne kıvranıyon? Asabım mı bozulsun?"

 

"Yok aslanım bozulmasın da az biraz çekiniyom."

 

Hah bak şimdi ağabeyimin tabağa giden kaşığı durmuştu. Oda bilirdi yengem bi laftan çekinmez, ağzına geleni tutamaz yumurtlardı. Beni de bu korkuttu işte. O böyle konuşmazdı hiç.

 

"Neymiş, de bakam."

 

"Züleyha'ya görücü var."

 

"Olmaz!"

 

Tepkisi öyle hızlı olmuştu ki yengemin laf ağzında kalmıştı. Ağabeyim hayvanın tekiydi ama akılsız değildi. Züleyha evlenirse nasıl kaynayacaktı o ocak? Kim sağacaktı inekleri, kim yetiştirecekti yazın başına fide sebzeleri de pazarda satıp para edecekti? Benim şu yaşa kalmamın tek sebebi evi çekip çevirecek adam olmayışıydı. Yoksa köylük yerde yirmisini geçirmiyolardı ki hiçbir kızın.

 

"Hemen kestirip atmasan önce erim. Bi başlık veriyolar ki dudağın uçuklar."

 

Bu karı böyle ısrar etmezdi evlenmeme. Ağabeyim gibi o da ardını toplayacak hizmetçiden eksik kalmak istemezdi. Bi pislik döndürüyodu kesin. Dilimi ısıra ısıra neyse derdi desin diye bekledim.

 

"Kimmiş isteyen."

 

"Büyük amcamın evlatlığını yosma karısı bırakıp kaçtıydı ya, üç çocuk öyle kalakaldı Hamza'm. Nasıl perişanlar. Yengem evlendirecem diyo başka bişey demiyo. Züleyha'yı da nasıl sever. Hem mantarlıktaki tarlasını birde yarım kilo altınını başlık veriyo. Kim bilir mehir ne verecek?"

 

İçime köz düşse böylesi korkmazdım. Kırk yaşındaki sapık Mustafa'yı bana koca etmeye çalışıyodu bu adi. Kasabada fısır fısır dolanan sözleri bilmezmişim gibi sanki. O kadın kaçtı da bi Allah'ın kulu haksız görmedi ki. Yıllardır ettiği sapkınlıkları herkes ürke ürke dile getirirdi. Millet başına gelir korkusundan dilini ısırır, ağzını tam açamazdı. Gece karanlığında kadının bağırtısı milleti korkuttuğundan etrafında ev kalmamıştı pisliğin. Kadını yatağa bağlayıp avretine poşet yakıp döktüğünü söyleyen de vardı, olmadık yerini kesip çıkan kanı yaladığını dillendiren de. Öylesi bir pislikti ki bulaşmaya korkar millet, yolu denk düşen yolunu çevirirdi.

 

"Sapık Mustafa'yı mı diyon karı sen?"

 

Ağabeyim bile kaşığı havada kalmış, kötü kötü bakıyodu Lalezara. Onu bile ürküten bi adı vardı işte.

 

"Öyle şeyi yoktur Mustafa ağabeyimin. O orospu karısı hep iftira atıyodu ardından. İyidir ağabeyim."

 

Biliyodu, Lalezar da biliyodu onun nasıl bi pislik olduğunu. Bile bile verdirmek için kırk takla atıyodu ya. Daha beter olsun halim diye. Hırsından, Allah'tan korkmadan atmaya çalışıyodu beni ateşe. Bazen öyle bi bakardı ki yüzüme, insan hasmına bakmazdı öyle. Yengemin belki de en kötü huyu kıskançlığıydı. Ne olduğu önemsiz, kim olduğu önemsiz sadece kendinde yoksa kıskanırdı.

 

Hâlâ kulaklarımda "yeşil gözlerin çok güzel Züleyha, keşke yılanlar yese" deyişi.

 

Konu komşu yanında yüzüme, huyuma bi güzel kelime etse o gün ben dayak yemeden uyuyamazdım. İlla bir şey bulur üstüme sıçratırdı kansız ağabeyimi.

 

"Olmaz dedim Lalezar! O herife kız versem taşlarlar beni!"

 

Lalezar dudağını ısıra ısıra gözünün altından baktı bana. Dişlerinin gıcırtısını duyuyodum sanki.

 

"Öyle deme Hamzam, yalan diyom. İftira hep onlar. Hem kötü olmayak yengemlerle Hamza. Akraba olsak sana ne hayrı dokunur biliyon mu hiç?"

 

Ben birden paniğe kapılıp elimdeki kaşığı düşürünce başları bana çevrildi. Korkuyla abimin gözlerine baktım. Başımı hızla iki yana salladım.

 

"Olmaz! Ölsem de olmaz! Varmam ben o ite!"

 

Sert çıkan sesimle abimin kaşları git gide sertleşti. O an anladım yaptığım hatanın büyüklüğünü. Hırslanacaktı! Ona karşı durdum diye bilenecekti bana. Gözümün içine baka baka Lalezara istediğini verdi.

 

"Yarım kilo az Lalezar, bi kilodan aşağı olmaz."

 

Korktuğum başıma geliyodu ya benim. Hırsına para sevdası da eklenip beni Allahtan korkmadan ateşe aynı karında büyüdüğüm abim itiyodu.

 

"Ölürüm de o sapıkla evlenmem! Bu evi hepimiz içindeyken ateşe veririm yine de olmaz o iş."

 

Daha cümlem bitmeden suratıma indi o koca el. Kulağımı titretecek kadar sızlattı da içimdeki korkuya ulaşamadı...

 

 

 

Loading...
0%