Yeni Üyelik
45.
Bölüm

44.BÖLÜM~YILAN~

@orenda

 

Keyiften dişlerimizin kamaşacağı o bölüme hoşgeldinizzzz

 

 

 

Zeynepin elini yüzünü yıkayınca kendine geldi. Bir de bana ayarsız diyolardı. Bunların hepsi ayrı çeşitti valla. Akşam sofrasını kurunca çok şükür kapı çaldı da koşturdum hemen. Kayınpederle Asil girdi içeri.

 

 

Bu boğazı ambar kılıklı adamında artık hiç yüzüne bakasım gelmiyodu. Babama eli kalkmış, eli kırılasıca! Halamı ne hallere düşürmüş. Belki hastalığı bile üzüntüdendi hep.

 

Hatice abam öyle söylerdi. İnsana dert bi girdi mi ince zulüm olmadan çıkmaz diye. O içeri geçince peşinden kapı ağzında ikimize bakan Kenan'ı gördüm.

 

Sen de haklısın be kayınım, anandan babandan aldığın kandan anca Behlül çıkardı senden de.

 

"Hoş geldin Asil'im. Yorulmadın inşallah."

 

Sultan ablanın dediğini etmek lazımdı. Gönlünü iyi görürsem gözü dışarı kaymazdı. Asil'im dedim diye yüzü de hemen güldü ya hah dedim içimden bu karı biliyo işini. Biliyo da bu yaş olmuş hala Resul ağabeyi peşinde dolandırıyo.

 

"Hoş buldum zümrüt göz. Sabah keyifsiz gibiydin şimdi gül açmış yüzünde."

 

"E sen geldin niye açmasın?"

 

O kulağın lastiğe döndü sünmekten. İyi dinle Kenan. Bak ne güzel fingirdeşiyoz, sana benden ekmek çıkmaz. Gör de iyi belle. Yalanarak dolanma ortada kancık musibet!

 

Asile göz süzerken daha yeni görmüşüm gibi yanında dikilen kaynıma burun bükerek baktım.

 

"Haaa, kayınım sende mi buradaydın? Kusuruma kalma kocamı görünce, sende az boydan gödeksin fark edememişim."

 

Kızardı, bozardı utanacak oldu az. Biraz fazla oldu biliyom emme bu ipsizin yularını benim ahırımdan uzaklaştırmak lazımdı. Asilin de boş bulunup kısık bir kahkaha atması daha bi rengini mora buladı.

 

"Sağol be Züleyha. Birgül'ü elden geçirirken beni de arada hallettin ya."

 

Arsız kafir. Sanki güzel laf ettik, keyifli keyifli neye gülüyon sen? Sizin tiyniyetinizi itler şey etsin. Adam yerine koymasak da konuştuk diye neyin hoşnutluğu bu?

 

"Sen içeri geç yengem. Masada beklemesin millet. Bende kocama bişey diyecektim."

 

Hah bak böyle düşürürler süngünü. Sen ortalıktan toz ol, ağabeyinle fingirdeyecem demenin kibarcasını anladı çok şükür. Asil de garibim, Kenan'ın haddini bildirecem diye tüm ekmekler ona pişiyo sanıyodu. Çiğdem meselesinden hâlâ gönlüm kırıktı ona. Bana ettiğini unutmayacaktım. Gerçi unutturmazdım da sırası vardı onunda.

 

"Hayırdır Züleyha! Ne söyleyeceksin kocana."

 

Hah bak burayı düşünmedik Züleyha. Gelişine bişey sırala emme gözünü seveyim ayarı kaçırma. Sana dayanan bana dayanıyo.

 

"Hiç canım, dışardan geldin elini yüzünü yıka diyecektim. Genç oğlan, yanında çok muhabbete girilmez şimdi. Heves eder evliliğe, yuvası olsun ister. Daha anası ne akılda bilmeden aklına sokmayalım dedim."

 

Dur... Bak bunu iyi ettin Züleyha. Anasından önce Asil'in aklına Kenan'ın evliliği sok bacım. Asil bilmeden babasının aklına düşürür, Neslişah en sona kalır. E evin erkeklerinin gönülleri olunca o karı ne edecek? Gider kendine yakışan gelin alır.

 

"Dur öyle kuru kuru olmaz. Çok yoruldum bir kere öpeyim de yorgunluğum geçsin?"

 

Kıkırdayıp sağa sola baktım. Yemek odasının penceresinin tülü oynayınca dişlerimi sıkacak gibi oldum da kocam anlamasın diye hemen düzelttim suratımı. Hadi Züleyha! Senin değil onun ettiği ayıp, gör gönlünü kocanın.

 

Parmaklarımın üstüne yükselip ilk sağ yanağını sonra sol yanağını küçücük öptüm. En son da dudağının kenarını öpüp hemen çekildim. Sırtlan gibiydi adam, yakalayınca bırakmıyodu. İş çıkarmaya gerek yoktu yemek öncesi.

 

"Bu pek az oldu ama sonra helalleşiriz zümrüt göz."

 

Az diyon ama yüzün de bahar bahçe Asil Efendi. Asil odaya çıkınca ben de içeri geçtim. Astarsız kayınım oturmuş elini de yüzüne yaslamış öyle hindi gibi düşünüyodu. Sen olmadık boklar yersen ben daha fena ederim seni. Kızım, orta halıya döktüğüm iki üç oyuncağı evirip çevirirken geçip oturdum yanına. Yediği tavşanın kulağını bana ikram etti. Anası gibi gönlü pek genişti yavrumun. Uzanan elinin üstüne öpücük kondurup çekildim.

 

"Hızır, çaya dünürler gelecekmiş. Son dakika haber verdiler, iki ayağımı bir pabuca soktular benim."

 

"Gelsinler Neslişah. Çayımız mı bitti sanki?"

 

Gözünün altından kime ne diyosam der gibi baktı Neslişah kaynatama.

 

"Birgül git üstüne usturuplu bir şey giy. Kaynanan sevmiyor böyle pantolonu."

 

"Of anne ya..."

 

"Oflama karşımda. Zaten kadının gönlü yok, eline fırsat verip durma diyorum sana. Kalk çabuk!"

 

Birgül söylene söylene çıktı. On dakikaya Asil'le beraber içeri girdiler. Hiç etekle görmedim ya tuhafıma gitti. Yalan yok güzeldi Birgül, az içi de güzel olsa mis gibi geçinirdik. Anasından sebep böyleydi ama artık anlamıştım. Hem ödü kopup hem de gönlünü görecem diye ne hallere düştüğünün farkında bile değildi Birgül.

 

İşte ne yapacan, katranı kaynatsan olur mu şeker? Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker...

 

Hızlı hızlı sofraya oturup tez elden topladık. Neslişah bana pek takışmaz oldu son zamanlarda. Gözünün altından izliyodu ama sesi pek çıkmıyodu. Sonra dünürler geldi.

 

Anam bunlar niye konuşurken bağırıyo hep? Kafa beyin kalmadı. Nazlımın da nevri döndü kaldı. Kime bakacağını şaşırdı bebem. Ama içimin yağlarını eriten bişey varsa o da Birgül'ün kaynanasıydı. Kadın valla Birgül'e de Neslişaha da boka bakar gibi bakıyodu. Enişte bey, Allah sahibine bağışlasın pek yakışıklıydı. Oğluna eş değer görmüyosa demek ki.

 

Düğün yerini tartışacakları vakit Asil "biz Züleyha'nın kış bahçesine geçelim" dedi de kurtulduk. Bebemi de Minişe emanet ettim, içim rahat kocamın yanına oturdum.

 

O kadar laf ettiler emme bahçeme hepsinin dibi düştü. Bi Neslişah ağzına hiç almıyodu. Yok sayınca yok olmuyo anam, bil diye diyom desem kalp krizi geçirir, bizi bi dertten kurtarır mıydı ki acaba?

 

Gülmemi getiren asıl şey o değildi emme. Bizim yanımız da şirret olan Birgül nişanlısının yanında nasıl hanımmış, kestiği pozlara bi tarafımı yırta yırta gülesim geldi.

 

Hep beraber kış bahçesinde oturmuş sohbet ediyoduk hem de çay içiyoduk. Enişte beyin ailesi düzgün insanlar gibiydi. Bi kaynanası az suratsızdı ama o da Birgül'eydi tek. Benle nasıl ilgili, güzel konuştu kadın. Oğlunu da Birgül’e hak görmemekle haklıydı sanki. Valla bu oğlanın milletten gizli büyük günahı vardı. Başka niye yolu Birgül'e düşsün anam?

 

Asil de millet yokmuş gibi almış elimi kucağına, avucumda ne kadar çizgi varsa işaret parmağıyla üstünden geçiyodu. Adamın huyu suyu mu değişti hep mi böyleydi bilmem emme gözümün içine bakan halleri içimi darma duman ediyodu.

 

Elin içinde etme ayıp diyecektim ki Sultan ablanın dedikleri düştü aklıma. "Aman kızım kocan yaklaşınca el var, ayıp ne deme. Adamı ötene atma, bırak hevesini sana yöneltsin. O bilir duracağı yeri" dediydi. Hem bunlar serbestti zati. Bizim oralarda ağabeyinin yanında nişanlılar bakışamazdı. Valla Birgül, oğlanın kucağına ha çıktı ha çıkacaktı. Asil parmağımın ucunu öpünce iyice dibine girdim.

 

" Asil, ne ediyon? Ayıp... "

 

“Karımın parmaklarını öpüyorum."

 

"Ayıp diyom herif ayıp."

 

"Kime ayıp? Karımı görmemişim bütün gün, özlem gideriyorum işte."

 

"E herkes var..."

 

"Olsunlar... Onlar kendi hallerinde. Züleyha sana telefon alalım, bütün gün konuşamıyoruz böyle."

 

"Neyime yarayacak ki?"

 

"Beni ararsın... Özledim falan dersin belki ..."

 

İşaret parmağımın ucunu dişlerine kıstırdı konuşurken. Asil de Nazlım gibiydi. İlgi görse, az sırnaşsa keyfi pek yerinde oluyodu. Kalbimde bi yer sürekli nasıl üzmüşler onu diye içime sıkıntı salıyodu sanki.

 

"E ne kadar daha öpecen?"

 

"Ellerin çok güzel... Parmakların incecik... Züleyha ısırsam bunları kızmazsın değil mi?"

 

"E ye bari Asil. Pek canın çekmiş gibi. Ye sen kocam..."

 

"Ben senin kocam diyen dilini yiyeceğim. "

 

"Hişt... Az uzaklaş hadi, valla bakıyolar bak."

 

Fısıltıyla derdimi anlatayım diyom koca herif çocuk gibi omzunu sallıyo. O odaya gideriz emme biz. Şöyle bakan var mı diye gözümün altından baktım. Birgül, Zeynep, Murat telefonlarından bişeye bakıyolardı ama it göz kayınım, gözünü dikmiş öyle ikimizi seyrediyodu. Sanki olmayacak bişey görmüş gibi şaşkın şaşkın dikmişti pis nazarlarını. Asil de hiç umuru olmamış elimin içini, üstünü, parmaklarımı öpmeye devam ediyodu.

 

"Biz hiç konuşamadık seninle Züleyha. Nasıl gidiyor Asille evlilik?"

 

Eniştenin sesiyle Kenana içimden beddua etmeyi bıraktım.

 

"Allah daim etsin iyi gidiyo enişte. Çok şükür rabbime."

 

Birgül'ün nişanlısı öyle sorunca bi kalacak gibi oldum da hemen toparladım. Oda sırıta sırıta bir bana bir Asile bakıyodu. Temiz yüzlüydü, inşallah huyuda böyledir demeden edemedim.

 

"Asil, oğlum huyun suyun değişmiş lan senin. Ponçik bir şey olmuşsun."

 

"Siktir git lan puşt."

 

Adam küfürü yememiş gibi kahkaha attı. Allah günah yazmasın Kenan'dan daha kıymet veriyodu kocama. Halini hatırını sorarken bile belliydi.

 

"Nazlıyla da iyi anlaşmışsınız maşallah. Gördüm de ikinizi, çok imrendim valla."

 

Daha bi keyfim yerine geldi dedikleriyle. Huzurumu kaçırmasalardı ne güzel gülüşüyoduk.

 

"Züleyha'mız çok başkadır Murat. Kalbi çok geniş. Nazlı'yı kendi kanındanmış gibi seviyor. Eline ne verilse hemen sevgiyle kucaklıyor. Azla yetinmeyi çok güzel öğrenmiş."

 

Asilin elinin içinde olan avucum sıkılmasıyla yüzümü ona döndüm. Kafası önüne eğilmiş, çenesi kilitlenmiş gibi kaskatıydı.

 

Anan bitti demek sende sıra Kenan. Senin ettiğin lafın dibini ben bilmiyom sanki. Ben o lafı evirip çevirip, dürer büker sana montelemem mi? Tüm huzurumuzu kaçırdı yılan yavrusu. Öyle ki Birgül bile ağabeyine ters ters baktı. Murat eniştenin bile küçümseyen, kınayan bakışları çekilmedi üstünden.

Lafım enişteyeydi ama gözümü gödek Kenandan ayırmadım.

 

"Azla yetinmeye çok alışmışım ağabey. Allah bir anda Asil gibi adamını, Nazlı gibi meleğini verince buldumcuk oldum bende. Düşünü bile kurmazdım böylesinin."

 

Ar damarı çatlamış hayasız, gözünü dikti de çekmedi üstümden. Asil'in susuyo oluşu da canımı çok sıktı. Sanki bi kusuru varmış gibi. Tüm tadımız kaçtı diye Nazlı'yı bahane edip erkenden kalktım yanlarından. Asil'i de peşime taktım. Odaya girene kadar sesimi çıkarmadım. Ama adımımı atınca daha da duramadım.

 

"Sen niye susuyon Asil? O yılan yavrusu sana dil uzatırken sen niye susuyon?"

 

"Züleyha uyuyalım mı?"

 

"Uyumuyom ben Asil! Neyse derdin diyecen bana!"

 

Asilin yüzünden gölge gibi hüznü geçti de içim daha kötü oldu.

 

"Kenan biliyor! Kenan önceden olan hastalığımı biliyor. Onu ima ediyor. Azla yetinmek zorunda kalan, hiç dertlenmeyen karıma üzülüyor kendi aklınca."

 

Dediğiyle ağzım açıldı açıldı kapandı.Kardeş kardeşi bıçaklar sonra döner yine kucaklar derlerdi. Onlar bize yazılan kardeşleri görse böyle derler miydi acaba? Soluklanıp soluklanıp bıçaklayan bu kardeşlerin bizden söküp alamadığı neydi? İçimi yarar gibi bi nefret doldu, derimin üstünde ne kadar gözenek varsa taştı o vakit.

 

Onu erkekliğinden, onurundan vuran kardeşi dilimizle dilim dilim etmeyek mi Züleyha? Utancının üstünde tepinen kardeşe müstahak değil mi?

 

"Hadi o insanlık bilmez de bunun imasını ediyo. Sen niye susuyon, niye ağzının payını vermiyon?"

 

Yine yüzüme baktı. Gücenmişliği öyle belliydiki.

 

"Bunu bana yapan kardeşim Züleyha. Ana ayrı olsa da baba bir kardeşim. Seni bana layık görmüyor. Aklında sürekli genç karısını mutlu edemeyen adamım ben. Ne yapayım, geçti benin hastalığım, karımla istediğimizi yapıyoruz mu diyeyim?"

 

"Öyle demene lüzum yok, haddini bildirsen yeter."

 

"Kanımdan olanın canımı böyle yakışı zoruma gidiyor. Bilmiyor muyum iki laf edip susturmayı. Ama istiyorum ki o yapmasın. O, ağabeyim incinir desin de yapmasın."

 

Daha da elleşmedim. Bi bakışı vardı ki yüzünde, anladım derdini. O hastalığının bilinmesine değil kardaşım dediği adamın hassas yerine yara açmasına alınmıştı. Asil değer görmek istiyodu. Onlara verdiği değerin kendi payına düşenini bekliyodu. Hırsımdan uyku uyuyamadım. Allah biliyo Asil'in kırılmış bakışları hatırıma düştükçe o yılan yavrusunu öldüresim geldi.

 

Sabah Asil ile Dilber hala restorana gidip de Kenan işsizi babasıyla evde kalınca öyle an gözledim. Öğlenden sonra Kenan'ı benim bahçem de bilgisayarıyla oynarken görünce koştur koştur mutfağa girdim. Hemen bi acı kahve pişirmeye giriştim.

 

"Hayırdır gelin hanım?"

 

"Hiç elleşme şimdi bana abla. Dürülecek bi defterim var."

 

Sultan abla sinirimi anlamış gibi bi daha seslenmedi hiç. Bahçe kapısına gelince çatılmış kaşımı düzelttim. Kayınım olacak it, beni elimde kahveyle görünce ilk bi şaşacak gibi oldu emme sonra suratsız sıfatını malak gibi ayırarak güldü.

 

"Sana kahve yaptım ağabey. Hem iki çift laf ederiz dedim."

 

"Çok iyi yapmışsın Züleyha. Valla ben de nasıl sıkıldıydım? Senin gibi sohbeti tatlı bir arkadaş çok iyi oldu."

 

Ben sana hoş sohbeti gösteririm Kenan efendi. Gözümü etrafta dolaştırır gibi edip geri yüzümü gözleyen ite baktım.

 

"Ahırların oraya kümes mi dikiyolar ağabey?"

 

"Babamın işleri işte. Ev yumurtasının tadını bulamıyormuş hazırlarda."

 

"Öyle valla haklı kaynatam, yok ev yumurtasının tadı başka bişeyde. Kümesi gördüm de aklıma küçüklüğüm geldi."

 

Baktı essah sohbet ediyom önündeki bilgisayarı kapattı mikrop. Sırıta sırıta gözünü dikti üstüme.

 

"Ya... Senin için özel bir anı galiba, iç çekişinden belli. Anlatır mısın bana da?"

 

Anlatmam mı hiç ırzı kırık gavat!

 

"On iki yaşlarında ancayım. Bizim tavuk gurk yattı. Sekiz yavru çıkardı emme o yavrular çıkana kadar kümesin başından ayrılmadım. Yavruları üşütür de cılk olur yumurtalar diye yemini suyunu kontrol etmekten dibinden ayrılamıyodum hayvanın. İlk pek bi sinirlendi emme ben ondan inattım. Sonra alıştı, seslemedi bi daha."

 

Önüne kemik atmışım gibi köpek salyaları midemi bulandırdı. Gözündeki şu ışıltı bile niyetinin pisliğini seriyodu aslında önüme.

 

"Ele avuca sığmaz yeşil gözlü bir kızı hayal edebiliyorum."

 

Hayaline it sıçsın senin gevur! Ben ağzına sıçarken hayal kurabiliyon mu bi gör beni!

 

"Öyle, pek ele avuca sığmazdım ben. Sonra çıktı yavrular. Sekiz tane kara, sarı civcivler. Ama nasıl güzeller. Diplerinden ayrılamıyom. Analarından çok anayım öyle yani. Gün gün büyüdüklerini izleyip mest oluyom. Aklım fikrim onlar oldu. Bi gün sabah kümese girdim ki yılan girmiş içeri. Ana tavuk almış yavruları kanadının altına nasıl kabarmış. Ama korkusunu iliğime kadar hissettim. Bizim oranın yılanları zehirli değil ama bi döverler adamı etinden üç ay gitmez morluğu. Kuyruğunu sallar, kırbaç gibi çarpar adamın neresine gelirse. Ben kümese girince şak diye kuyruğunu çaktı baldırıma. Tam civcivlere atılırken üstüne kapandım. Emme o kuyruk bi kere de kırpac gibi yüzüme indi. Hem korkum hem hırsım acımı geride kodu. Kafasını yakalayıp elimde zor zaptederken kümesin kapısını tutsun diye taş koruz, onu gördüm. Zor şer uzattım elimi aldım. Kafasına kafasına çarptım da öldü mendebur. Kümesten gelen seslere koşup gelen babam elimde yılanın ezilmiş kafası, suratımda şişmiş, morarmaya yüz tutmuş izi görünce ödü koptu. Aldı beni ilçeye hastaneye götürdü. Baktırdı bi güzel her yanıma. Ama nasıl korkmuş, ağlaya ağlaya işi bitti koca adamın. "

 

Durup babamın o halini düşündüm de kırık, içli bi gülüş aldı dudaklarımı. Ayağa kalkıp boş tepsiyi aldım. Öyle gözünü dikmiş bana bakan adamın yüzüne o zaman baktım.

 

Oturduğum sandalyeden kalktım, eteğimi düzelttim. Öylece duran, buz gibi olmuş kahveyi önüne doğru iteledim. Sonra yine bana bakan gözlerine gözümü çevirdim. Bu kadar hikaye sana yeter Kenan efendi.

 

"Demem o ki ağabey, ben bişeye bağlanırsam o benimdir. Benim olanı da kimseye üzdürmem, kırdırmam. Gözümü kararta bildiğim kadar karartırım. Her zaman benim kalsın diye yılanın kafasını ezmek için göreceğim zararı zerre takmam kafama. O dilin bir daha benim kocama uzanırsa, onu olmayan hastalıktan, geçmiş gitmiş derdinden vurursan o kafanı ezerim. Bana da ne oluyomuş bu sırada zerre umursamam. Şimdi kahveni iç, bol köpüklü oldu..."

 

 

 

Kenannnnnnnn çok mu acıdı canısı. Ben bile hissettim çünkü. Ama alış be yavrum, seni otobana çevireceğiz😁 spoi vereni engellerim😈

 

Loading...
0%