Yeni Üyelik
51.
Bölüm

50.BÖLÜM~HARAM~

@orenda

 

 

 

Hırsım, burnumdan ateş çıkaracakken Asil elinde sabah giydiği ceketiyle çıkıp geldi. Kaşları çatılmış bir bana bir de yanımdaki çiyana bakıyodu. Kolunu omzuma atıp kaşımın üstüne bi öpücük kondurunca bendeki fazla elektriğe bi topraklama geldi çok şükür.

 

"Çiğdem Hanım..."

 

Karşımdaki çiyanın atan beti benzi sağolsun dişlerimi gıcırdatmama, o saçını elime dolamama engel oluyodu.

 

"Eeee Asil Bey... Şey... Biz de Züleyha hanımla sohbet ediyorduk."

 

He sohbet ki ne sohbet! Şırfıntı!

 

"Yaa öyle, sohbet ediyoduk."

 

Asil gözünü kısıp suratımı süzdü. Az mahsunluk görecek olsa kabaracak gibi baktı yüzümün her yanına. Geçen sefer ettiği odunluğu tekrarlamayacaktı belli ki.

 

"İyi olmuş karşılaşmanız, sizde böylece geçen günkü maksadını aşan sözlerinizden dolayı eşimden özür dileyebilirsiniz. Yanlış anlaşıldığınızı düşünüp çok üzüldünüz sonuçta."

 

Benden kaynaklı iki lafı bi araya getiremeyen kadın, kocamın lafıyla da iyice ölüye döndü. Bu milletin benim yaşımla derdi neydi bi anlayamadım. Yaşımı küçük bilen ezilecek baş gibi mi görüyodu acaba beni?

 

"Haa e-evet... Ben şey... Bazen yanlış kelimeler kullanıp, yanlış anlaşılabiliyorum. Kusura bakmayın Züleyha Hanım. Eeee ben işimin başına döneyim."

 

Asil başını onaylar gibi sallarken dönüp gidecek olan kadını durdurdu.

 

"Bu arada Çiğdem hanım. Çalışma saatleri içerisinde Kemal ağabey bile tezgahından ayrılmıyor. Restoran kurallarına dikkat edelim."

 

Erime, yiğidime bakın hele. Nasıl da adam gibi çalış sünepe karı demeye getiriyo lafı. Ortalıkta göt gezdirme, işini adam gibi yap diyo ağzını yüzünü yediğim.

 

Keyfim daha bi yerine gelince gülüşümü de tutamadım. Yüzümde çiçek açıyodu anam. Asil efendi de fark etti tabi keyfimi, yandan yandan bakıp minnacık tebessüm etti. Pek tatlı anam bu adam. Ekmeğime sürüp, yiyesim geliyo. Gerçi şu ara hep yenilen benim ama bunu düşünüp içerlenemem şimdi. Kıçını dönüp giden kadınla Asil de yüzüme iyice döndü .

 

"Eee zümrüt göz, acıktın mı? Yemek yiyelim, öyle gideriz."

 

Ben bu adamın eğrilerini doğrultacam diye sakat kalacam belli ki. Daha yeni ne dedim, bu ne diyo?

 

"Asil amma dinden imandan habersiz çıktın ya sen. Kocam biz ne ettik biraz evvel? Bastığımız yerden ot bitmeyecek, yemek diyon daha. Attığımız adımı haramdan sayıyolar, ne yemeği?"

 

Başını geriye atıp dolu dolu güldü mustur. Derdi anlayana anlatacan bacım. Bundan bize fayda yok. Biran evvel gidek de cünüp etimize su dökek.

 

"Gel bakalım başımın tatlı belası cenabet karım. Gidip seni yıkayıp, paklayalım."

 

"Bana laf edeceğine kendine bak! Ben birsem sen beşsindir valla."

 

"O niyeymiş?"

 

"E ne ettiysen sen ettin. Ben uslu uslu sesimi çıkarmadan bekledim."

 

Yine suratıma karşı güldü. Bu herif hani nursuzun tekiydi? Ağzı düzelmiyo gülmekten artık.

 

"Yürü kadın gidelim şuradan. Elimde kalacaksın. İnsanda severken parçalama isteği oluşturuyorsun Züleyha. Kendine sahip çık, dengem bozulur ısırırken bulurum kendimi. Hadi kızımızı alıp, evimize gidelim."

 

Aklımdan geçeni demedim. Tuttum dilimi. Yoksa ısırmadığı şey değildim. Hem içimi korku kaplamıyodu o böyle konuşunca artık. Asil onlar gibi değildi ki. Aklıma kötülük sokan şeytanı duymamak için kulağımı tıkayacaktım işte.

 

Ben hiç böyle olmadım şu zamana kadar. Böyle sarılıp, sevilmedim. Nefis işte, korksa da imreniyo. Kıymet görmenin tadı, insana ekmek, su gibi lazım geliyo.

 

Arabaya binip, kıçım koltuk görünce yorgunluğum ben buradayım dedi. Asil de Nazlı'yı alıp hatırı kalmasın diye öpüp koklamaya başlayınca içim geçmiş. Suratımı ıslatan bi ağızın varlığıyla geldim kendime. Asil, Nazlı'yı üstüme uzatmıştı. Kızımda sağ olsun, Bayburtlular gibi bulduğu sofrayı küstürmüyo, hemen oturuyodu. Yüzümü salyasını akıta akıta ağzını sürünce kendime iyice geldim.

 

"Ne oldu?"

 

"Gün bitmeden sen bitmişsin Züleyha..."

 

Lan Asil, sana o lafı iade etmek vardı da haklısın diye susuyom. Kolumu kaldıracak derman kalmadı bende.

 

"Hadi inelim, evdeyiz. Uyan diye kızım da yüzünü yıkıyordu."

 

"Anası yesin onu. Pek hatırşinastır yavrum. Anası gibi gönül görmeyi pek sever."

 

Hem elini öpüp hem fingirdeşiyodum kızımla.

 

"Gönül almada üstünüze tanımam Züleyha Hanım. Yaz kitabını da okuyalım."

 

Kız bu böyle yandan yandan gülüp, gözlerini kısınca bi hoş görünüyodu ya. Bende geri kalamam deyip, süzülerek baktım herifime. Hintli karılardan neyim eksikti anam benim?

 

"Miniş, sen Nazlı'yı doyur abim. Biz birazdan ineriz aşağı."

 

"Peki Asil Bey, gel bakalım boncuk kız. Gidip Sultan abla ne pişirmiş bakalım."

 

Nazlıyı kucağına verince, bide bana imalı imalı gülünce dediği geldi aklıma. Yok anam yok... O işi unut, benim halim yok bi posta daha gönül ağırlamaya. Azelerim ağrıyo valla. Bi Asilden bi duvardan yedim, elim kalkmaz üç beş gün hiç bişeye benim.

 

"O aklındakine kışt de Asil efendi. Vallahi oluru yok!"

 

Mikrop kükreyerek gülüp, milleti başımıza toplayacaktı.

 

"Senin için fesat yavrum. Gel arayalım Hatice dediğin kadını. Yoksa seni banyoya sokup kıstırmayı falan düşünmedim."

 

Tabi canım bilmem mi? Benim kocam evliya olacakmış da dergâh bulamamış. Yoksa hey yavrum hey. Ama dediğiyle de canı çekilmiş içim dirildi. Yavrularımdan haber alacaktım. Hemen elini tutup koştur koştur odaya çıkarmaya başladım.

 

İçeri girip de dolapta üç beş eşyamın olduğu çantayı bulunca yan cebine sıkıştırdığım kağıdı çıkardım. Asil telefonunu çıkarıp, numarayı çevirdi de bana uzattı. İki üç dıt etmesiyle yüreğim ağzımdan çıkacaktı sanki. Sonunda açılan telefonla rahatladım.

 

"Alo..."

 

"Aba benim Züleyha..."

 

"Kimsin... Sesin gelmiyo... Kimsin?"

 

Elimdeki telefonu Asile uzatıp baktım. Çalışmıyo muydu ki?

 

"Asil duymuyo mu ki beni? Cızır cızır hep..."

 

"Hoparlöre alalım mı? Ev telefonu ya ondandır belki..."

 

Dediğini edip telefonu aldı, sonrada aramıza koydu.

 

"Konuş hadi."

 

"Aba, benim Züleyha..."

 

"Züleyha... Kızım..."

 

"Hatice abam... Nasılsın? Çok özledim seni ben."

 

"Oy kuzum... Güzel gözlü yavrum. İyiyim elbet, sen nasılsın? Yerin rahat mı kızım? Kocan iyi bakıyo mu sana? Dilber'le konuştum emme sesinden de duysam. Bilmeden yakmadım ele kızım seni?"

 

Asilin telefondaki gözü hemen yüzüme değdi. Ağzımdan çıkacak olanı nasıl beklediği gözünün kahvesindeki titremeden belliydi. Tatlı tatlı güldüm bende kocama.

 

"Yok abam, yerim çok rahat. Allah senden razı olsun, ömür billah çalışsam ödeyemem hakkını. Allah iki cihanda da ne muradın varsa versin. Aba, Halil’im Yiğidim nasıl? Burnumda tütüyolar. Bıraktım onları öylece, küstüler mi bana? İyiler ele, hasta değiller. "

 

"İyiler Züleyha... Aklın kalmasın, iyiler... Emme sen buraları bi daha arama yavrum."

 

Sesinin sertleşmesiyle boğazıma bi yumru oturdu. Benim yavrularıma mı bişey olmuştu ki? Burnumun direği sızladı da gözüm doldu hemen.

 

"Aba niye... Ne oldu öyle dedin? Ben duramam, yeğenlerim kötü dimi? Ondan mı dedin? Aba kötü bişey mi ettiler benim çocuklarıma? Allah beni kahretsin, kodum geri de gittim. Perişanlar ele? Yiğit! Yiğit hasta mı oldu? Ateşlendi mi aba o havale geçirir. Canında hiç güç yok."

 

Elimin titremesi dırmayınca Asil elime yapıştı. Gözümün içine aynı telaşla bakıyodu o da.

 

"Yok yavrum çok şükür Halime aldı onları götürdü. İkisi de pek iyi korkma, düşünme sen onları."

 

Sırtımdan kaya kalktı sanki. Alıp da veremediğim soluğun sancısı çekildi ciğerimden.

 

"O zaman niye öyle dedin? Yalan demen ele aba bana? Deme kurban olayım, ne oldu ki?"

 

"Züleyha, bilmeden biz seni cehennemden almışız yavrum. Allah ölmüş babana, bahtının karalığına acımış. Allah belasını versin o Lalezar'ın!"

 

Konuşunca gözüm Asil'e değdi. Kaşlarını çatmış, telefona düşmana bakar gibi bakıyodu. Halil'le Yiğit kurtulduysa bu kadın niye böyle titrek çıkarıyodu ki sesini?

 

"Aba, ne olduysa de. Aklımı koyma benim orda."

 

"Senin gittiğini sabah anlayınca ortalık pek karıştı Züleyha. Bende o fırsatla Halime’yi aradım, durumu dedim. Koş kurtar torunlarını, Züleyha gitti dedim. Traktörle gelmeleri bi saati buldu. Emme o ara, adı batasıca Mustafagil kapıya dayandı. İsteme, nişan, düğün yokmuş zati kızım. Lalezar, pazarlığını etmiş. Kaporasını almış. Gittiğin günden için, gelin alıp götürün Hamza'nın aklı şaşmadan diye kesimini kesmiş bile."

 

Dedikleriyle kanım çekildi. Böylesi vicdansızlık nasıl bişeydi? Ne ettim ki ona ben? Ne ettiydim ki böyle nefret ediyodu? Canımın yangını, böyle keyif veriyodu ona?

 

"Mustafa anasıyla gelip de senin kaçtığını öğrenince ortalık darmaduman oldu. Anası olacak karı "kaç bileziğimi yedin Lalezar, verecen o kızı" deyip cam çerçeve indirdi. Mustafa’yla da Hamza girdi birbirine. Hamza döveceğidi aslında da Mustafanın itleri üstüne çullanınca haşatı çıktı. O karışıklığa Halimeler de gelince tüm köy toplandı buraya. Kızının ettiği kahpeliği duydu da adamın yüreğine iniyodu. Halime ben doğurdum demedi, kemiklerini kırasıya dövdü Lalezarı. Çocukları da derledi topladı. Ölsem ölüme sokman bu yılanı deyip gittiler. Lalezarın babası da Hamza’nın yüzüne tükürünce Hamza yemin şart etti, vazgeçmiş vermekten. Üstüne yatınca düşündüm vazgeçtim, vermeyecektim diyo. O giderse ev dönmez dedim, vermeyecektim dedi durdu. Essah mı diyo yalan mı bilmem ortalık sakinleşince ağzı yüzü kan içindeyken höykürerek ağladı. O diklenince hırsımdan dedim verecem diye, yoksa vermeyecektim kimseye deyip durdu."

 

Duyduklarımla dudağımı kemire kemire kanattım. Asile üstü kapalı dediydim, pek derinlemesine anlatmadıydım. Bir de bunun utancı çöktü üstüme. Bakamadım yüzümde gezen gözlerine.

 

"İyi olmuş o Allahtan korkmaza! Kuzularım kurtuldu ya gerisi mühim değil. "

 

Utana sıkıla Asile baktım ama duramadı gözlerim onun şaşkınlıkla aralanmış gözlerinde. Bi de kanaması durmayan yaramdan haber var mı diye meraka düşmeden edemedim.

 

"Şey aba... Anam... O ne ediyo?"

 

"Allah onun da belasını versin!"

 

Gözümü sıkıca kapattığımda ne kadar tutmaya çalışsam da bi damla yaş kaçtı dışarı.

 

"Beni suçluyo demi?"

 

"Boş ver kızım, çok ana diyesin varsa kapı gibi Dilber var, ona dersin."

 

"İneklerimi de telef ettiler demi bunlar?"

 

Daha da duramadım işte. Tüm tuttuğum yaşlar bununla beraber fırlayıp yüzüme aşağı akmaya başladı.

Babamdan kalan tek emanetler de bizim aramızda yok olup gitti. Hırsım mı acım mı bilmem gözümdeki yaşın sayısını artırdıkça artırdı.

 

Ben kimse varken ağlamayı pek sevmezdim emme tutamadım kendimi. Asil böyleyken görsün istemezdim ama ne edeyim, içim mahşer yeriydi sanki.

 

"İş başa düşünce ağalar ayağa düşermiş. Baktı önüne yal koyan Züleyha yok, kendi sağar oldu. E boğaz bu, aç durmuyo. Hüseyin’e sağdığını verip, aş ediyolar herhalde. Hamza çıkmıyo zati evden hiç. Emme senin sakınacan onlar değil kuzum."

 

Son dediğini pek anlamadım. Düşmüşlerdi yakamdan işte. Daha neyden çekinecektim ben?

 

"Kim ki?"

 

"Sapık Mustafa kafayı yedi yavrum. Köyde yanına kimse yanaşmıyo korkusundan. O adamın gözü göz değil. Herkesin içinde yemin etti. Züleyha’yı bulup, hepinizin için de ibarete alem diye kötülük edecem dedi. Sakın yavrum, bak azcık hakkım varsa üzerinde yerini yurdunu belli etme. Para kimdeyse efendi o bu devirde. Kimse ağzını açıp ettiği laflara sen ne diyon demedi. Kimseyi de kınamıyom. Köylünün yarısı tarlalarında amele, yarısı icar ekiyo. Bulaşsalar en çok pisliği onlara sıçrar. Emme Allah o anasının canını alsın! O ediyo ne ediyosa. Mustafa da Allah kul bilmez kafirin teki."

 

Korku içimi karabasana çevirdi. Gözüm Asil'e döndüğünde onun da bana baktığını gördüm. Sinirden ateş alacak gibiydi. Siniri bana değildi, duyduklarınaydı. O beni isteyen, benim de kaçtığım olarak biliyodu Mustafayı. Bense ne denli bi melanet olduğunu düşündükçe kanım çekilir gibi oldu. Sırtıma aşağı ter kaydı.

 

"Bu... Bulamaz ki... Bulamaz beni... Bulamaz ele aba?"

 

"Lalezar evi bastı geçenlerde. Yardım ettiysen sen etmişindir diye. Yarım ağız para biriktiriyodu, gittiyse büyük şehire gitmiştir diye ağız eğdim. Gidip İstanbul’da Ankara’da arasınlar seni. Elbet bulamadıkça belleri yorulacak. Hamza azıtmış karısını toplayıp götürürken fısıltıyla haberin varsa ona de, yerini belli etmesin dedi. Lalezarın ettiğinden haberi yokmuş tam onunda. Haysiyetsiz karıyı kovdu, git ananın evine dedi de Nuh deyip peygamber demedi ya bu karı. Anam bu neymiş böyle? Hiç görmedim böylesi arsızını. Zati köylü Hamza’yı kahveye neye koymuyo, çıkamaz evinden o artık. Sen Mustafa kitapsızına dikkat et kızım. Parasına güvenip her yere haber salıyo dediler geçenlerde. Hastalıklı gibi bulacam onu deyip duruyomuş. Aman Allah’ın kitabın aşkına yerinde dur. Yeğenlerin iyi, haberini alıyom ben. "

 

"Aba..."

 

"Arama emi Züleyha? Ne olur ne olmaz yavrum, sen gittiğin yeri yuvan belle. Arama sakın. Lanet olsun yüzlerine, pisliklerinde ölürler de izlerim inşallah."

 

Daha diyecek lafım, duyacak takatim kalmadı.

 

"Peki aba... Allaha emanet ol... Hakkını helal et bana..."

 

"Helal hoş olsun yavrum. Rabbim bahtını aydınlatsın, Salih ağabeyimin yüzü suyu hürmetine gittiğin yeri cennet bahçesine çevirsin."

 

Konuşacak mecalim kalmayınca Asil'e baktım. Yüzümde kurumuş yaşlar yerini yenilerine bırakmıştı. Asil telefonu alıp üstüne dokundu da yatağın bi ucuna fırlattı. Kolumdan tutup göğsüne yasladı. Kokusu ciğerime dolunca direnen son dalımda kopmuş gibi hıçkırmaya başladım. Herkesten sakındığım gözümün yaşı kocağım göğsünü ıslattı.

 

"Gittim diye beni suçlamış, duydun mu Asil?"

 

Onca laftan yine en çok bura yaktı ya beni. Kaçıp gittim diye anam beni suçlamış. Hatice abam kestirip attı emme ben anladım. Ardımdan ettiği bedduaları duymuşum gibi kulağım çınladı. Bana hırsı Dilber halamdandı onun. Biliyodum artık.

 

Anam babamın, yürek yangınını da bana koyduğu adın hatırasını da biliyodu. Dilber halama duyduğu nefret ona ulaşamayınca bana sıçramıştı demek ki. Yüzü babamın kopyası ağabeyime ne kadar yürekten bağlıysa, bana o kadar kinliydi.

 

Ben Dilber halayla edilen duasıydım babamın. Bir kızları olsa adı Züleyha olacak kızıydım. Anam beni kendi doğurmuş gibi görmüyodu ki. Anam beni Dilberin duası Züleyha gibi görüyodu.

 

Daha ilk okulda bitlendim diye saçlarımı oğlan gibi kesmişti. Babam çok ağladıydı o gece. Uzun saçlarımı örmeyi çok severdi. Tarladan gelip kısacık gördüğünde elindeki çapayı bile tutamamıştı. Bitlendi dedi anam. Ondan kesmek lazımdı dedi ama bitlenmediydim ki ben. Kaşınmadıydı bile saçım. Sonra çok kızdı anama. Anam da onun gibi diye mi seviyon uzun saçını diye yırttıydı kendini. Ben ettiği lafın maksadını daha yeni anlıyodum ya. Dilber halam gibi uzun olan saçlarım bile gözünde düşmandı anamın. Halbuki rengi bile benzemezdi. Halamın ince telli kara saçlarına karşı benim kalın, gür, fındık gibi kahve saçlarım vardı. Babam gibi saçlarım vardı.

 

İnsan nefsinin oyuncağı olunca doğurduğuna bile merhamet edemiyo. Babamın ona düşmeyen gönlünün acısını, kendinden olana eziyetle çıkarmış benim anam. Hamza bile zift karası kalbine ters, yerini belli etmesin demişte anam kurtuldu diye sevinememiş peşimden. Yandım ki ne yandım. Ben göğsünden süt emdiğim kadına, zulümmüşüm şu zamana kadar. Görsün beni diye beklediğim gözler, oldum olası nefret etmiş benden.

 

Kimse safi kötü olmaz dediydi babam. Kötüyse sebebi vardır, onu görmeye çalışsın gözlerin diye bellettiydi benle olan ömründe. Neslişah'ı, Kenan'ı, Hamza'yı belki Lalezarı bile anlardı zamanla aklım. Bir anamı anlamayacaktı. Gün insana ne gösterir bilmem. Dünyadan göçüp gitsem hepsine helal edeceğim hakkım bir anama haramdı.

 

Kendime de sözümdür bu benim...

 

Züleyha'yı dokuz ay karnında taşıyan, altı ay göğsünde besleyen emme bir güne bir gün analık etmeyen Zahide hanıma ana dersem dilim tutulsun...

 

Ah Züleyha... Sen bir nimettin ama nimetin kıymetini bilmeyene nasıl değerini anlatırız ki biz? O yüzden benim güzel kızlarım, siz birer nimetsiniz. Bir sarrafın elinde değilsiniz diye elmas olmaktan vazgeçmeyin. Her mücevher hak ettiği değeri mutlaka görür.

 

Kendi mücevher olduğunu unutmazsa şayet💙

 

Loading...
0%