@orenda
|
Güzel bir gün olsun bizim için💙 Zafer Bayramımız kutlu olsun güzel ülkemin güzel insanları🇹🇷🇹🇷🇹🇷
O günden on gün sonraya eve yeni mobilyalar geldi. İş bi mobilyayla kalmadı da zaten. Duvarlar, tavan, ışıklandırma derken dünya iş çıktı.
Sonunda ortalık toparlanınca pek güzel oldu ama. O kasvetli konak, ışıl ışıl bi haneye dönüştü. Neslişah hanım hiç sesini çıkarmadı. Her şeye kusacak gibi baktı emme kimsede onun tipinin derdinde değildi zaten.
Nazlı kızımla yemek odasında yerde ev ahalisini bekliyoduk. Bugün erkenden kalkmıştı boklu boncuk. Babası da telefonla konuşuyodu. Parmaklarımın uçlarını yakalayıp, titreye titreye kalktı iki ayağının üzerine. Yaşına pek bişey kalmamışken yürüme işini sökecekti yavrum. Korkaktı biraz emme. Pat diye kıçı yere yapıştı da bi kere içli içli ağladı. Adının hakkını verecekti belli ki.
"Hadi bal böceğim. At bakam adımlarını. Sen yürü de alem prenses görsün ele. Hadi annem."
Ben konuştukça biraz daha güveniyodu sanki bastığı yere.
"Anniii... Anniiii...."
"Annisi bu kızı yesin. Yürüyecek benim kızım, koşacak da boynuma kendi atlayacak. Hadi annem. Bak buradayım ben, tutuyom kızımı. O gün babanın gözü oynaştaydı, ondan yakalayamadı seni. Anan düşürür mü hiç?"
"Demek kızıma babayı kötülersin Züleyha Hanım?"
Ardımdan sinsi sinsi gelip, laf dinliyomuş mustur. Sesi birden çıkınca sıçradım olduğum yerden.
"Ba-ba-ba-ba..."
"Babam, bal kızım. Ne diyor senin bu annen?"
"Yok beyim, neyini kötüleyim? Hani geçen gözün döşümde takılı kalınca Nazlı poposu üstü yere yapıştı ya şimdi çekiniyo adım atmaya."
Gelip önümdeki kızı alıp havaya doğru kaldırdı da indirdi. Boncukta çığlık çığlığa kahkahasını bastı. Babamda böyle ederdi. Havaya atar emme hiç düşürmezdi. Halil’imle Yiğidimi böyle havalara atmak bana düşmüştü ama. Gücüm yetene kadar tutup tutup uçurmuştum. Nasıl kahkaha atarlardı. Hele Yiğit, gülmekten çizgi gibi kalırdı gözleri.
"Gerdanınızı açıkta bırakan elbiseler giyip, önüme hazineni serersen, bakar gözlerim Züleyha hanım."
Daldığım deryadan Asilin sesiyle çıktım yine. Ettiği lafa da kıkırdadım.
"Aman kapatınca bakmıyon sanki."
"O zaman da kayboldular mı Allah muhafaza diye bakmak gerekiyor."
Güldüm dediğine. Ev halkı da girdi tek tek odaya.
"Günaydın yenge, abi, Nazlı kız."
"Günaydın halası. Birgül inmedi mi?"
"Geliyor yenge, eniştem aramıştı."
Bu on güne iyi bişeyler daha sığdı. Birgül anası yokken insan gibi sohbet etmeye başladı benle. Üstelik Asil'in aldığı telefonu öğrenmeme bile yardım etti. Zaten kolaydı canım, çocuk işiydi. Mesaj bile yazabiliyodum artık. İki kere de gizli saklı Semiha teyzelere gitti. Anasına belli etmeyecekler diye göbekleri çatladı. Duysa ne yapabilirdi sanki emme şerden korkuları bu hale getirmişti bunları.
Herkes masaya gelip kurulunca en sona halam geldi. Beti benzi hiç hoşuma gitmedi. Rengi çok solgundu sanki. Gözlerinin altı kararmış, saçlarının ışıltısı bile azalmıştı.
"Hala... Hasta mısın? Niye öyle duruyon?"
Durgun gözleri bana değince azıcık parladı ama yok! Bu benim halamın bana gülüşü değildi. Bişeye mi üzüldü ki? Yalnızken yakalamayı aklıma düşürdüm. İçime çöken sıkıntı yayıldı iyice.
"Yok kızım iyiyim. Az halsizlik var, geçer birazdan."
"Hala!"
"İyiyim diyorum Asil. Ne evhamlısınız canım. Uykumu alamadım galiba. Akşam kahve içmek yaramıyor hiç."
Sessiz sakin yedik kahvaltımızı. Gözümün altından halamı izledim durdum. Vardı bi şey. Çok solgundu yüzü. Acaba babam aklına düştü de ondan mı bütün gece uyumadı, böyle kötüledi diye içim içimi yedi. Asil ayaklanınca o da ayaklandı. Kapıya beraber yürürken gözümüzün önünde yığılıp kalınca kanım çekildi sanki.
"Hala!!!!"
Attığım çığlığı öte tarafta kalan evler bile duymuştur belki. Aklıma mukayyet olacak kadar bile can kalmadı damarlarımda. Ne ara evden çıktık, ne ara hastaneye geldik hiç hatırlamıyom. Canım çıkarcasına ağlayışımı biliyom bi. Halamı sedyeye alıp bi yere götürdüler. Bize de bekleyin dediler. Asil kollarını titreyen vücuduma sarmış sakinleştirmeye çalışıyodu beni.
Köşede Zeynep'le Birgül'ün ağladığını, kaynatamın da başını elinin arasına almış kımıldamadan duruşunu gördüm bi an. Neslişah ardımızda bi yerde öyle oturuyodu.
"Helak ettin kendini, ağlama artık zümrüt göz."
"Olmaz bişey halama dimi Asil? Yine mi hastalığı nüksetti? Niye öyle oldu ki? Bildim emme ben, yüzünün rengi bile yoktu. Bildim..."
Asilin de rengi küle dönmüştü. Bana bakacam derken kendi telaşını bile geriye attı zavallı adam.
"Kan değerleri hep çok sıkıntılı. Düzenli olarak kontrole sokturuyorum ben. Bu ara restoran diye ihmal etti büyük ihtimalle. Korkma ne olur?"
"Olmasın bişey ona Asil. Ne olur, ben ona doya kana anne demedim bile."
Yine durulmuş gözlerim yaşla doldu da karşımdaki adamı göremedim bile. Hep dilimi yoklayan o kelimeyi bi cesaret bulup soramamıştım ki sesleneyim. Yüreğimi sıkan el gevşemiyodu bi türlü.
"Böyle konuşma. Dilber hanım o. Hiçbir şey olur mu ona? Hadi güzel bebeğim, bir yudum su iç bari."
İki saate yakın kapıda bekledik de sonunda çıktı içerden doktorlar. Hemen ayaklanıp karşılarına dikildik.
"Sorun ne Çetin Bey? İlaçlarını ihmal etmiyor. Neden baygınlık geçirdi?"
Asilin telaşı sesinin titremesinden belliydi.
"İhmal etmiş Asil Bey. Kan depoları neredeyse boşalma raddesine gelmiş. Kontrolünü de üç ay geçirmiş. Hemoglobin altıda. İlaç desteği için biraz geç kalmışız. Daha önce uyguladığımız takviyeyi yapacağız, bu gece misafirimiz olacak Dilber hanım. Biliyorsunuz serum oldukça ağır, herhangi bir komplikasyona karşı gözetim altında tutsak daha iyi."
"Ne demek ki bu? Asli hastalığımı yine? Ondan mı olmuş?"
"Hanımefendi?"
"Eşim Züleyha, Çetin Bey. Halama çok bağlı, ilk kez onu böyle gördü."
Doktor kim olduğumu duyunca yüzünü bu kez bana çevirdi. Ağlayan yüzüm ne haldeyse acır gibi baktı.
"Züleyha Hanım, zaten ağır bir hastalık geçmişi var Dilber hanımın. Altı aylık kontrollerle biz sürekli bedenindeki değişime hakimiz. Hastalığın vücudunda bıraktığı hasarlar nedeniyle demir emilimi sağlanmıyor. Sürekli ilaç takviyesi alıyor. Şu an ise depoları boş denecek kadar değerleri düşük. Bu gibi durumlarda başvurduğumuz bir tedavi yöntemi var. Ama gözetim altında tutulması gereken bir yöntem. Damar yoluyla takviye yardımında bulunup, tekrar bir ilaç reçetesi hazırlayacağım. Artık daha dikkatli olursak, bir sorun olmayacaktır."
"Oluruz, ne lazımsa yaparız. Yaparız dimi Asil? Ben bakarım halama."
"Tamam güzelim, korkma artık. Bak yok bir şey. Ne zaman yanına girebiliriz?"
"Kendine geldi zaten, serumunu da bağladık. Yaklaşık dört saat sürecek. Sonrası istirahat. Girebilirsiniz yanına."
Doktor gider gitmez Asil hangi odada kaldığını öğrendi de oraya koşturduk. İçeri girince dudağım yine titremeye başladı. Arasına aklar karışmış siyah saçları toplu değildi, yastığa saçılmıştı. Teni de çarşaflar kadar beyazdı. Yüzüme bakıp yorgunca gülümseyince yine durmadı gözümün yaşı. Yüzümü ıslata ıslata aktı. Kendimi sıkacam diye boğazımda hıçkırık olup, yuttuğum iç çekişime başını eğip güldü.
"Gel buraya küçük kızım gel. Yok bir şeyim."
Yanına varıp, yatağın ucuna oturdum. Buz gibi olmuş elini alıp defalarca öptüm. Allah'ım bana verdiğin yuvaya zerre doyamadım, beni yokluklarıyla sınama. Ben halamın kokusuna azıcık bile kanamadım, elimden hemencecik alma ne olur. Zeynep halini hatrını sorarken ben burnumu çektim.
"İyi misin hala?"
"İyiyim Zeynep’im, ağlamayın artık. Biliyorsunuz, alışmış olmanız lazım."
"Hala alışılır mı böyle şeye? Aklımız çıktı."
"Korkmayın artık Birgül, iyiyim halam."
"Dilber, bacım niye böyle oldun sen?"
"Koşturmaktan unutmuşum kontrol zamanını, bir şeyim yok ağabey. Kaç saattir buradasınız, gidin hadi. Dinlenin."
Asil gelip alnını öptü defalarca.
"Aklımı aldın, yok sana daha restoran falan. Hiç tartışma bile benle hala. Emekli ettim seni."
"Abartmayın Asil, yok diyorum bir şeyim."
"Valla ben bilmem hala. Daha da gözümün görmediği yere göndermem. Yeğenin yapsın ne yapacaksa bundan sonra. "
"Karı koca delirdiniz herhâlde siz. Şurada ne kaldı açılışa?"
Hiç umurum bile değildi valla restoran falan. Canına zeval gelse gözümüz mal mı görecekti? Ölsem çıkarmazdım o kapıdan halamı artık.
"Ben onu da bilmem. Asil yapsın, sana mı güvendi açarken? Ayağına dolanayım da bak bakalım kurtuluyon mu daha da benden."
"Gördüğün gibi karım harcanacak listesinde ilk sırayı bana verir halacığım. Aklın kalmasın, iş falan da kalmadı zaten. Sen Züleyha hanımın insafıyla yaşamaya devam edeceksin."
"Öyle alengirli sözlerle anlamayım diye bana laf sokuyon emme ben belledirim sana!"
"Belledirsin zümrüt göz, ona ne şüphe."
Yan yan baktım dediğine. Sonra yine elimdeki soğuk eli öptüm.
"Buz gibi olmuşun, battaniye mi istesek? Üşüyon ya sen."
"Yok kızım üşümüyorum, serumun etkisi o. Vücut sıcaklığımı düşürüyor."
Az daha sohbet edip ev adamını yolcu ettik.
"Asil sende git ben kalırım halamla. Nazlı da öylece kaldı ardımızda."
"Ben kalırım güzelim, git dinlen. Perişan ettin kendini."
İki yana salladım hemen başımı.
"Öleceğimi bilsem gitmem, hiç yorma çeneni. Ben kalacam yanında. Kadının bi haceti olsa senden nasıl istesin? Hadi akşam oldu zati git, kızımıza mukayyet ol."
Gördü inadımı, çok şükür uğraşmaktan vazgeçti. E birde Nazlı vardı evde. Ona da bakmak lazımdı diye üstelemedi daha da.
"Bir şey olursa ara beni mutlaka. Seni çok seviyorum güzel karım, üzme benim canımı."
Dediğiyle biraz utandım. Halam vardı yanımızda, o da duydu tabi ettiği lafı. Alnımı öpüp, halama yanaştı "beni bir daha bu kadar korkutma" deyip onunda alnını öpüp çıktı odadan.
Baş başa kalınca göz göze geldik. Yine merhametli, o güzel bakışlarını yüzümün her yanında dolaştırdı.
"Helak etmişsin kendini, şu gözlerinin haline bak."
Küskün bi çocuk gibi omuzlarımı silktim. Kalbim korkudan nasıl attıysa hâlâ sakinleşememişti.
"Sende korkutmayaydın beni..."
"Deli kızım benim. Gel bakalım yanıma."
Pikenin bi tarafını açınca bi yatağa bi ona baktım. Göğsüm yine sıkıştı.
"Hala sıkışırsın öyle. Koltukta otururum ben."
"Sıkışmam, gel beraber yatalım bu gece."
Dediğiyle kalbim atmayı bıraktı da sonra çıldırmış gibi geri çarptı sanki. Ben hiç anayla yatmadım ki. Nefesim bile göğsümü sızlatarak doluyodu ciğerime. Yok diyemedim. Demen lazımdı halbuki. Rahat etsin diye köşede beklemek icap ediyodu. Ama o bana kolunu açıp, göğsünü yastık etmek ister gibi bakınca dayanamadı nefsim.
Ayakkabılarımı çıkarıp açtığı koynuna girdim. Serumlu kolu öbür tarafta kaldığından başım göğsüne denk düştü hemen.
"Öyle hemen kendini perişan etmek yok Züleyha Hanım. Ben sana iki emanet verdim, onlara bakmak için sağlam basacaksın yere."
Olur mu sizde? Bazen bende oluyo... Böyle ağzımı açsam ağlayasım geliyo. Şimdi de öyleydim işte. O konuştukça, sanki veda edermiş gibi emanet ne dedikçe ağlamamı durduramıyodum. Halimi bilirmiş gibi başını yana yatırıp, dudağında tebessümle seyretti yüzümü.
"Çok mu sıktın kendini? Titriyorsun kızım. Ağla, rahatla diye karışmıyorum ama üzme canını bu kadar."
"Hala..."
"Söyle güzel Züleyham..."
Başımı göğsüne yaslayıp, güzel kokusunu içime çeke çeke, canımı çıkara çıkara avut döktüm.
Ağlayışım, bi çocukmuş gibi iç çekişim durmadı bi zaman. Konuşmaya mecal bulunca sesim çıktı.
"Ben sana anne deyim mi?"
Kolumu okşayan kolu durdu, yerini de sımsıkı kavradı. Sanırsın nefes bile almıyodu, öyle hareketsizdi. Korku girdi hemen içime. İstemez miydi ki beni? Evladı olayım istemez miydi? Ben o benim annem olsun çok istiyodum ama. Sonra içine katar gibi başımı göğsüne bastırdı.
"Ah Salih... Görüyor musun kızımız ne yapıyor bana? Kuru dallarıma kıyamadın da çiçek açtırsın diye gönderdin değil mi onu bana?"
Hıçkırır gibi ağlarken babamın adını söyleyişi nasıl yüreğimi sızlattı. Böyle bi ateşle yakan sevda niye acıyla bitmişti Allah’ım? Yazık değil miydi bitmeyen bi yasla imtihan olan halama?
"De annem... Sen bana ne zaman istersen anne de. Melek kızım benim, güzel yavrum."
İki saat mi üç saat mi kokusunu soluyarak uyudum annemin. Ara ara başıma konan öpücükleri sızı oldu içime. Hani bayram sabahını, koynunda bayramlığıyla bekleyen çocuklar var ya öyle bir mutluluk vardı içimde. Doğuran değil ama göğsünde, okşayarak uyutan anayı istiyodu benim kalbim.
Odaya giren hemşire biten serumu çıkarıp tansiyonunu neyini kontrol etti. Sonra da geçmiş olsun deyip çıktı. Hiç konuşmadık o zamana kadar. Bi tek sevdi beni onca saat.
"Şimdi söyle bakalım anneye Züleyha Hanım. Benim oğlum sana seni seviyorum dedi de sen niye sustun öyle?"
İkimizde geriye yaslanmıştık. Yatağın ortasına kayıp bağdaş kurarak oturdum. Gözlerimi ellerimden çekip bakamıyodum bile. Niye böyle bişey sordu anlamadım ama.
"Anne... Şey..."
Eli dağılmış saçıma gidip, parmaklarının ucuyla okşaya okşaya dolaştı. Nazlıyı severken ediyodum ben böyle. Elim takılır da ipek saçı acır kokusuna parmak uçlarım dolaşıyodu bi tek başında.
"Güzel kızım nerde olursan ol, kim olursa olsun sevdiğine karşılığını vermeden yolcu etme. Ömür bu, o an bitse en büyük pişmanlığın olur. Sen ben varım diye utandın ama sevdiğini söylemekten utanılır mı hiç?"
"İyi de ben hiç demedim ki..."
"Nasıl?"
"Öyle işte... Asil diyo da ben diyemedim öyle laflar."
"Niye? Sevmiyor musun kocanı, kalbin onun için atmıyor mu hiç? Aşık değil misin?"
Nasıl diyecektim ben içimdeki karmaşayı. Zaten insan âşık olduğunu nasıl anlıyodu, biri bana dese de öğrenseydim. Benim aklım ermiyodu öyle işlere.
"Öyle değil işte. Yani Asil iyi biri. Hiç kırmıyo, incitmiyo ki. Çok güzel bakıyo bana da Nazlıya da. Bende elimden geldiğince gönlünü hoş etmeye, iyi bi eş olmaya çalışıyom işte."
"Hmmm. Bizim senle anne kız konuşmamız lazım demek ki."
"Ne konuşacaz ki?"
"Sen Asil'e sadece eşlik görevlerini yerine getirmek için mi öyle bakıyorsun mesela onu konuşacağız."
Yüzüne baktım alık alık. Ben Asil'e nasıl bakıyodum ki?
"Sen kocana aşıksın güzel kızım."
Niye bilmem inkarcı olasım tuttu.
"Yok... Yani nerden çıkardın yok öyle şey? Birbirimizi üzüp kırmadan geçinip gidiyoz işte."
Bilmiş bilmiş gülümsedi. Saçımı seven eli bu kez de yüzümü okşamaya durdu. Anne eli melek dokunuşu gibi oluyomuş bende öğrendim ya sonunda.
"Neslişah'a üzdürmem ikisini de diye bağırıp, konağı ayağa kaldıran kadın sadece kocası olduğu için yapmaz bunu. Ya da yemeğe başladığını görmeden ağzına lokmasını almayan kadında, eşim diye gözlemez her hareketini."
Derin bi of çektim. İnsan bilmediği sularda nasıl yüzerdi ki? Benim aşk diye bildiğim melanet bi hastalıktı. Asil bambaşka bişey diyodu. Halam bambaşka bi halde yaşıyodu. Neydi bu meretin asıl adı?
"Anne ben aşk nedir nerden bilem. Bi aşkı Lalezar da gördüm görmez olaydım. Aklı gitti de kendine bile yetmedi. Hamza ne derse he dedi, evladım var geride diye düşünemedi. Kocası başka kadınlara bakmasın diye önüne paspas oldu. Anasını, babasını bile geride koydu da geldi. Sen Asil'e aşıksın diyon da yüreğime köz düşürüyon hiç farkında değilsin ki?"
"Oy benim kalbi ve aklı savaşa girmiş, heder olan kızım. Senin gördüğüne aşk dediler diye aşk mı olmuş o? Aşk dediğin ne kırar ne incitir. Yeri gelir o iyi olsun diye kendinden geçersin. Yeri gelir zarar görecek diye dünyayı tırnaklarınla parçalarsın. İnsanlar aşkı yanlış biliyor Züleyha. Kıskancım aşkımdan, bencilim aşkımdan, kavgacıyım aşkımdan diye kendi karanlık arzularını aşkın içine saklıyorlar."
Bak işte böyle konuşunca da ben daha bi karışıyodum.
"Nasıl ki aşk?"
"Aşk bir erkeğin kadına duyduğu ihtiras değil mesela. Kendi doğurmasa da bir yavruya anne olmak aşk. Geçmiş gitmiş bir acının sızısını göğsünde hissetmek, koca adamı koynuna sığdırıp bağıra çağıra kırdırmam kimseye demek aşk. Yediğini, içtiğini, yorgunluğunu gözlemek. Bildiğini bile bilmeden sevdiği yemeği, giydiği kıyafeti, izlediği filmi bilmek. Çayı kaç şeker içer, yatağın hangi yanını kullanır, mutsuzsa nasıldır suratı. Bunları içten içe ezberine yer etmek aşk. Bazı kadınlar var Züleyha. Diğerlerini hoş görmediğimden değil ama bazıları ömrü boyunca bir kere sever. Ben bir kere sevecek bir kalbin sahibiyim. Görüyorum ki benim kızım da annesi gibi bir kere sevecek bir kalbin bekçisi."
"Anne..."
Eli yüzüme gittiğinde soğuk avuç içine yanan yüzümü yasladım. Baş parmağı çiçek yaprağı okşar gibi okşadı hemen yanağımı.
"Canınız sağ iken, birbirinize uzanabilecek kadar yakınken doya kana söyle sevdiğini kızım. Ben Asil'i hep başımıza geliyorsa bir sebebi vardır, Allah bizim göremediğimizi gördüğü için yaşamışızdır diye büyüttüm. Şimdi aynı öğüdü kızıma veriyorum. Seni yaratan Kütahya'dan buraya uçurduysa, yıllardır yerinden kıpırdamayan Züleyha'yı o konağa hanım yaptıysa sebebi var."
Nasıl metanetle sarılırdı böyle acısına? Kendime dert ettiğimi unutturdu teslimiyeti. Halbuki bambaşka olsaydı ömrü...
"Anne böyle sevmek zulüm değil mi? Beni geç, senin canına yazık değil mi?"
"Ben hastalığıma bile şükrettim Züleyha. Çünkü o zaman yemin ettim mecbur tutacağım diyen babamla ağabeyim üç beş yıl sonra o yemini de unutacaktı. Benim rahmim bir bebeği büyütemeyecek kadar zayıf düşmeseydi acıma aldırmadan kim bilir kime gelin gidecektim? Kimine göre ucunda ölüm olmaz ama bana ölümdü bu. Bana başka bir adamın karısı olmak ölümdü. Allah kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemezmiş kuzum. Ben hastalığı kaldırırdım ama başka bir adamın tenime değen elini kaldıramazdım."
Ettiği laflar zerrelerime bile dokundu sanki. Nasıl bi kadındı bu Dilber? Nasıl bir teslimiyetti babamla olan aşkına? Gönlümde sızladı. Asilden başka el uzansa tenime yaşayamam ki ben. Eskiden bilmiyodum emme şimdi biliyom. Asil'in Züleyha'sı olman nedir çok iyi biliyom. Gözüme değecek başka bir bakışın düşüncesi bile acıyla kıvranmama neden olacaktı sanki. O yüzden belki de şimdi ettiği lafları zerrelerime kadar anlıyodum artık.
"Asil gibi ol kızım. O da çok düştü ama bak nasıl ayakta? Asil sana gönlünü açarken böyle korkusuzsa, sana zayıflık yakışır mı? Kalbinin atışından korkacak Züleyha mısın sen hiç?"
Gülecek gibi oldum sözlerine. Nasıl haklıydı, nasıl bilgili, nasıl görmüş geçirmi ş ve nasıl güçlü...
Hayranlığım bi kat daha arttı anneme. Gözümde yüceldi de yüceldi. Kaç kula nasip olurdu böyle ana? Kaç kula nasip olurdu Asil gibi bir koca?
"Anne..."
"Söyle kuzum ..."
"Asil... Çayına bir buçuk kaşık şeker atıyo, birde yedi yeşil zeytin yemeden kahvaltı sofrasından kalkmıyo..."
|
0% |