Yeni Üyelik
65.
Bölüm

64.BÖLÜM~DEVA~

@orenda

 

 

 

 

 

Bütün gece hastanede kaldık. Olur da başka bi haber çıkar diye ayrılamadık ordan. Kaynatamın durumunda bi değişiklik yoktu. Neslişah'ı da bi odaya yollamışlar, kızlarla orda kalacakmış. Çok şükür yoluk kara mamba ortada değildi de ben yine cin atına binmedim.

 

Allah aklıma mukayyet olsun ama tadını aldım ben o karıyı yolmanın, inşallah bana çok elleşmez de yol geçen hanı etmem kafasını.

 

Ertesi sabah doktor kontrolünü bitirip çıktı. Bizim yapacak bişeyimiz olmadığını, beklemenin hiç bi faydası dokunmayacağını dedi de gitti yanımızdan.

Asil'i zor şer ikna edip konağa gitmeyi becerdik sonunda. Yemeyi içmeyi bıraktı iki günden. Hasta olacak diye aklımı alıyodu.

 

Herkes kocasını düşünsün anam. Neslişah kendininkini, ben benimkini.

 

Adam tek günde yaşlandı sanki.

 

Etmedikleri kalmamış, koca dünyada yapayalnız bırakmışlar. Yetmemiş dalevereye getirip evermişler, onun da dibinden çıkanlar hepimizin eline yüzüne sıvaştı.

 

Esmanın anasına da üzülecek oldum. İnsan sinirlenmeden edemiyodu emme yüzünü gören anlardı içini. Kadın essah, o hocanın kızını iyi edeceğini sanmış ya. Gerçi böylelere hoca deyip asıl hakkı olanların günahına giriyoz emme ne diyeceğimi de bilemedim.

 

Allah kimseyi, kendi aklı yetmediği için başkasının aklının sür eşeği etmesin. Kim ne derse onu eden, sonra da yükünü çeken olmak pek acıklı.

 

Arabanın içindeki sessizlik daralttı da daralttı beni. Dilber anam kızlara mukayyet olmak için gelmemişti bizle. Nazlı'ya bakıp, ertesi gün de geri gidecektik hastaneye.

 

"Asil..."

 

"Efendim Züleyha."

 

"Kurban olayım öyle durup durma. İçini yedin bitirdin."

 

Derin, sıkıntılı bi nedes alıp bıraktı. Vicdanı canını nasıl yakıyo gözünün sönen ferinden bile belliydi.

 

"Kafamın içerisinde bir ses var. Susmuyor Züleyha! Konuşmasan, kessen sesini olmazdı diyor, başka bir şey duyamıyorum sanki."

 

Asil akıllıydı aslında da darda kalan canı asıl olanı göremiyecek kadar sıkışmıştı.

 

"O şeytanın sana vesvesesi kocam. Senin lafların mı tıkamış dört damarı. Şunca zaman susmuşun, e senin susmana kalaydı iş niye tıkansın onca damar. İnsana bir dilinin, iki boğazının ettiğini düşman etmezmiş. Kendini harap edip durma daha da. Neyse çaresi beraber ararız. Elimizden geleni yaptıktan sonra gerisi Hak'kın taktiri."

 

Gözünü bana çevirip, essahtan inanarak mı ediyom bunca lafı yüzümün her karışını izledi.

 

"Züleyha ..."

 

"Üzülüyon... Biliyom ben senin içini Asil. Tamam oğlusun üzül ama kendine eza etmeye hakkın yok. Senin bunca olanda tek bi suçunu, günahını görmedim ben. Şimdi ne lazımsa evladı olarak yaparız."

 

"Öyle... Ne gerekiyorsa yaparız."

 

Yine susup daldı yüzü. Vallaha yıldım bunlardan! Dirileri bi dert, ölüleri bi dert. Ölmeyip, ölecek gibi olmaları apayrı dert.

 

Allah affetsin, benim içim kocama kadar sızlıyo valla. Uçkur sevdasına kendi canından olanı yok sayana sızlayacak kadar değilmiş merhametim.

 

Zaten onca şeyin arasında anasının serasını yıkmasını söyledi. Nasıl yanmış o gün canı ki beni babasız kodun demek yerine onu söyledi bir dili. Babasızlığından bile ağır gelmiş bu ettiği kocama.

Sürünesice herif diyecek oldum, sürüneceğidi besbelli.

 

Kız Züleyha, kaynatan için gözüne dizine dursun dediydin. Bacım dua kapın açığımış ya. Ne yediyse hepsi herifin canına durdu valla...

 

Konağa varınca indik arabadan. Kızımı az daha koklamasam bi sinir krizi daha salacağıdım meydana.

 

Ben bu işin kolayını buldum daha. Baktım hırsım içimi paralıyo, kendime edeceğime sebep olana ederdim. Sonrada at kendini yere, mis gibi kriz olsun adı.

Bizim köyde olsak kudurmuş da zaptolmamış olurdu bunun adı.

 

Avlu da minişle adım atmayı çalışan kızımı gördüm, kalktı göğsümün üstündeki küf.

 

"Bal kızım..."

 

Ağzını açarak gülerken sesimle yüzünü bize döndü.

 

"Anniiii.... Del... Del... Del..."

 

İki avucunu da havaya kaldırıp açıp kapatıyodu. Bunu "babası gel" derken ediyoduk biz akıllı kızımla.

 

Koşturarak yanına vardım da kollarımla sıkı sıkı sardım.

 

"Geldim annisi. Özledin mi beni kurban olduğum? Oy mis gibi bu kız. Bal gibi."

 

Hem şap şap öpüp hem kokladım da çok şükür aldığım nefese lezzet geldi.

Hele bide o ıslak dudaklarını büzüp yanağıma değdirmiyo mu insanın içi gidiyo içi.

 

"Babacığım... E bende burdayım kızım. Bırak 'anniyi' de gel biraz sevsin baban."

 

Boklu boncuğum göğsümdeki başını kaldırıp babasına doğru çığlıklı bir kahkaha bahşetti emme o baş göğse geri yaslandı. Miniş de gülerek izliyodu halimizi.

 

"Kusura kalma Asil beyim, kızım anasının pamuk gibi göğsünü bırakıp babasının kütük gibi döşüne gider mi hiç? Anasının kızı o, bilir rahatın tadını."

 

İki gündür yüzünde sirke satan adam çok şükür az gülecek gibi oldu. Yüreğini yediğim, hiç görmedim ya ben sen gibisini. Kendi köyümde ki en iyisi bile "tarlaya gelme, güneş yakar" der evi ahırı, çocuğu karısına bırakır giderdi. Bi bu kadar daha yaş yaşasam Asil gibi adamın varlığını aklım kabul etmezmiş benim. Gözüm görmese vallaha billaha zerre inanmazdım erkeğin merhametli olanına.

 

"Bilmez miyim? Anası çok rahat düşkünü çıktı başımıza ."

 

Baktı biz cilveleşiyoz, miniş kıyın kıyın mutfağa kaçtı.

 

"Hadi odamıza gidek, bi yıkan çık. Üstün, başın battı o hengamede."

 

Düzeni seven herifimin gömleği kırışmaktan ne hale gelmişiti. Kesin Asil'in etini ısırıyodur o kırışıklıklar. Adam hiç sevmiyodu dağınık tek bir yer.

 

"Gel bakalım Nazlı bal. Baba da sevsin seni. Annen öpüyor ya hani bol bol, şimdi bana da bir şey diyemez. Gel tadını çıkaralım bu fırsatın."

 

Kollarımdan kızı aldı da boynuna soktu hemen kafasını.

 

"Vallaha da derim. Hiç çekinmem yine derim, sakalını batırma Asil! İpek teni kızarıyo, dudağının ucuyla öp."

 

"Of Züleyha!"

 

"Öfleme karına, küçücük küçücük öp, narin narin."

 

Yüzüme şaşkın şaşkın baktı.

 

"Hatun, üstünden dakika geçmedi yiyordun kızı ."

 

"Senle ben bir miyim? Anasıyım ben onun, hem bak bakayım sakalım bıyığım var mı? "

 

Essah bakacak oldu şen bi kahkaha koyverdim.

 

"Boşuna bakma göremen, pamuk gibiyim."

 

Dolu dolu kahkaha attı. Başını da kınar gibi iki yana salladı. Oh çektim içimden. Sonunda duydum içimi eriten gülüşünü.

 

"Fenasın Züleyha çok fena. Hem biliyorum ben senin ne kadar pamuk olduğunu. Bakmama gerek yok yani."

 

Omuz silkip odaya doğru yol aldım. Az kendimize gelek, çanta yapmak icap edecekti. Kızlar hastanede öylece kalmasınlar. Neslişah mikrobuna da üç beş bişey koymak lazım. Kalbimizi kararttıysak da Neslişah gibi zifte bulayacak değiliz çok şükür.

 

Asil yıkanıp paklandı, azıcık da sakallarını kısaltmış çıktı banyodan. Saatini koluna takıp, cüzdanını alınca bi yere gideceğini anladım.

 

"Asil... Nereye gidiyon ki hiç dinlenmedin de?"

 

"Restorana uğramam lazım güzelim, boş bırakınca sarpa sarıyor her şey. Kemal ağabeyle de görüşeceğim. Onun oğlu doktordu. Durumu anlatırım, belki bizi yönlendirecek daha iyi bir doktor tanıyordur. Belki hastaneyi değiştiririz. Bilmiyorum, çevresi geniştir Kemal ağabeyin. Bir akıl verir belki."

 

Öylece başımı salladım. Hızır efendi zamanın behlinde birine bi iyilik yapmasa Asil gibi evladı olmazmış. Hastaneye götürdük daha ne yapayım demek varken en iyisini bulmanın derdine düşmüş hemencecik.

 

"Peki kocam, dikkat et kendine. Telefonu da hiç ayırmam yanımdan, ara emi?"

 

"Ararım güzel bebeğim."

 

Gelip beni de Nazlıyı da başımızdan öptü, derin derin de soluyup öyle çıktı gitti.

 

O gidince dik duran omuzlarım indi aşağı da pıtır pıtır gözümden yaş akmaya başladı. Yangından kaçıyom sanıyodum, asıl ateş buradaymış. Yakıp durmuşlar yıllardır. Acısını görmemişler, zerre umursamamışlar. Ben kendi acıma bile onunkine yandığım kadar yanmamıştım bu zamanaca. Üzülür ederdim, hırs bürürdü hemen gözümü üzüntüm öfke olurdu. Şimdi Asil'in çökmüş omuzlarına katıla katıla ağladığım gibi Mustafa'ya beni verecekleri zaman bile ağlamadım.

 

Kızımla koyun koyuna uyuduk. Nazlı yüzümü ıslatarak öpmese uyanmazdım sanki. Öyle yorgundu içim.

 

"Annii.... Ma-ma-ma..."

 

"Oy sen çok mu acıktın boncuğum? Hadi kalkak annem. Gidek de tombul göbüşün doysun."

 

Saçımı tepemde toplayıp, kızımla mutfağa girdik. Sultan abla bi bana bi kızıma baktı.

 

"Abla çorba var mı Nazlı'ya? Çok acıkmış da."

 

"Hah kalktınız mı gelin hanım? Hazır her bişey, geç otur sende. Kızınla beraber ye."

 

Elifle, miniş ortalıkta yoktu. Zarife abla da elindeki bulaşıkları yerleştirip çıktı mutfaktan. Kimsenin konuşacak hali bile kalmamışıtı.

 

Önüme konan çorbayı bi kızıma bi kendime derken bitirdik. Yemeğin suyuna batıra batıra ekmek de yedirdim biraz. Hengamenin ortasında bi başına kalmıştı yavrum.

 

Sultan abla geçip oturdu karşıma, gözünü de dikti üstüme.

 

"Eee anlat bakam, ne durum da Hızır bey?"

 

"Almışındır haberini abla, durum vahim."

 

Başını sağa sola salladı. Diliyle dişi arasında da söylendi durdu.

 

"Allah günah yazmasın da o kadar vurdumduymazlık bi yerden çıkacağıdı işte."

 

"Valla abla benim de içim aynısını düşünüyo da Asil çok fena. Kendini suçluyo herifim."

 

"Ah kadersiz oğlum. Bi bitmedi başındaki melanet. Şimdi nereye gitti?"

 

"Restorana bakacak, yeni olana. Ordan da Kemal abiye danışacakmış babasının durumunu. Oğlu doktormuş ya bi yol gösterir, daha iyisini bulur belki diye."

 

İç çekip, başındaki tülbenti düzeltti.

 

"Onca ettiklerine yine de ardlarını topluyo anasının oğlu."

 

"Ettiği üç beş laf yüzünden böyle oldu sanıyo."

 

Sıcak basmış göğsünü eliyle yellerken bi baktı bana bi an sıçrayasım geldi.

 

"Konuşturmasınlar beni! Anasının başını yedi, yetmedi oğlunu mahvetti. Bu kadarına şükretsinler."

 

Sultan abla alttan, 9stten 0ç beş bişey çıtlatırdı da şimdi ki gibi suratında hiç böyle nefret görmediydim. Kapıyı gözleyip, öne doğru eğildim.

 

"Bu adam hep mi böyleydi abla? Nergis anneme de mi böyle davranırdı?"

 

"Kızım küçücükken everdiler bunları. Hanımımla yaşıttı. Yirmisinde evlenen oğlandan ne olur? Gerçi tiyniyeti bozuk, gamsızın teki. Nergis hanımım da zati istememiş emmisinin oğlunu ya o zaman bu zaman mı? Ben on üç on dördümde geldim. O da daha yeni evliydi, ikimizde yeniyiz diye mi ne pek düşkündük biz birbirimize. Abla oldu bana da sarıp sarmaladı hep."

 

Duraksadı. O günler geldi belli ki gözünün önüne yüzünde ağlamaklı bişeyler geldi geçti. Sonra geri baktı yüzüme.

 

"Sen ne istiyon diyen olmamış. Baba ne derse o oluyo. Asil'in doğumundan sonra kadın hep kolumun altında bi ağrı, bi yumru var diyodu, bi Allah'ın kulu da üstüne alınmadı. İnsanın kocası bakmayınca kim baksın derdin ne diye? Süt düğümlenmiştir dediler, sütün çok nazara gelmişin dediler öylece başlarından savdılar. Sen de pek canına düşkünsün dediler susturdular. Meğer o ağrı hiç geçmemiş. Asil beşinin içindeyken çok kötü oldu. Sonunda insafa gelip götürdüler doktora ya iş işten geçmiş. Üç beş ay sonrada hakkın rahmetine kavuştu. Son soluğunda yanındaydım Züleyha, ben böyle güzel ölüm görmedim. İnsan gülerek gözünü kapatır mı? Valla bi an gözünü yumdu da uyudu sandım, soluk almadığını anlayana kadar hiç bilemedim gittiğini."

 

Gözleri boncuk boncuk yaş akıttı, tombul yüzü kıpkırmızı olmuşutu. Üzüntüsü beni de sardı sanki yüzüme aşağı akan yaş elime düşene kadar anlamadım.

 

"Ne zor yazgısı varmış. Kocasının huyunu bilerek oğlunu geride bırakmak ne zordur? Ettiğini çeksin abla, bunu da anlattın ya vallaha zerre üzülmüyom. Kalkamasın o yataktan."

 

"Ne zor günlerdi Züleyha. Gözümün önüne geliyo da kursağım düğüm düğüm oluyo. Dilber hanımım da canıyla cebelleşiyodu. Kapı ağzında anne bekleyen yavruma bu daha güzel senin anandan dedi kaynatan olacak tiyniyetsiz! O çocuğun gözünün yaşı düştü toprağa da unuttu mu toprak hakkını? Allah işte, öksüze edileni yarına bıraksa da yanına bırakmıyo."

 

Dinlediklerim iyice dişimi kamaştırdı. Ağzımdan olmadık bi laf çıkacak, edilmeyecek bi kelam edecem diye dişim dudağımı kesti. Az bile olmuştu o uçkur düşkünü, gırtlaksıza!

 

"Ne olacak şimdi abla? Esma'nın durumunu da bile isteye saklamışlar. Ölüp gitti zavallı, hastalığıymış kötü huyuna sebep."

 

Hele onu düşünmek daha kötü ediyodu beni. Yirmi yedisinde ölüp gitmiş bu imansızların elinde.

 

"Saf Züleyha! Biz ağzımızı açmıyoz diye kulağımızı da mı tıkıyoz. Kiminle ölüp gittiğini bilmiyoz mu biz? Asili biliyoz da Esmayı tanımıyo muyduk? Adımız hizmetçi, gelip de evin beyine öyle gelin alınmaz diyemiyoz işte. Yoksa onun kibrini bilmeyen yoktu koca Adanada. Hastaysa gidip doktora görüneydi, kocasını boynuzlamayı bilen oncağızıda bilir!"

 

"Abla öyle deme. Belki aklına mukayyet olamadı. Ne bileyim, ruhu hastaymış ya bilmeden etmiştir."

 

"Kızım biz onun eve gelişini biliyoz. Hiç siniri, delirmesi yokken de gördük. Aha dedim bakar bakmaz valla küçük Neslişah. Nişanlıydı daha mutfağa su içmeye girdiydi de etrafı gözüyle taradıydı. Hepinizi hizaya sokmak gerekecek deyip gittiydi yanımızdan. Evin huyundan mı suyundan mı içine giren ben hanım olacam diyo, bi sen tırt çıktın."

 

"O hanımlık sevdası Neslişah'ın başını yedi, ona ne diyecen? Bak Asil yolluyo evden."

 

Ettiğim lafa, biraz önce ağlayan o değilmiş gibi güldü. Sonra zınk diye gülüşü kaldı sıfatında.

 

"Kız Züleyha, kız bu kaynatandan ötürü Asil getirmesin geri onu buraya?"

 

Hemen düşürdüğüm omuzlarım dikeldi. O kadar uzun boylu değildi o işler.

 

"Tövbe de Allah aşkına! Ben o karıyı Nazlı'yla aynı evde uyutmam daha. Hırsıyla bizi can evimizden vurmaya çalıştı. Olacağı yok o işin. Yıkarım ortalığı da sokmam daha Nazlının olduğu haneye."

 

"İnşallah yavrum ne diyeyim?"

 

Sonra benim asıl derdim yine düştü aklıma. Neslişahtı, kaynatamdı, Esmaydı derken olan benim kocama olacaktı.

 

"Abla bırak Neslişah'ı da ben bu Asil'i ne edecem? Adam içine atmaktan hasta olacak."

 

"Sana ben bi kere ne dedim?"

 

"Abla bin tane şey diyon sen."

 

"Kadının er meydanı yatağı. Al kocanı, gör güzelce gönlünü. Alttan gir, üstten çık içindeki derdi döksün. Sonra da iyice aklına kendini, boncuk kızını sok. Kime ne oluyosa olsun, bize bişey olmasın dedirtmeye bak. Asil az bile etti o lafları. Çocuğu kendi evine sığmaz ettiler, ailecek yemeklere giderlerdi de bi kere sen de gel demezlerdi."

 

"Abla üzüntüsünün içinde adamı mı baştan çıkaracam?"

 

"Hep iyi günde mi gönül ağırlanır? Kocanla özelindir çok dibini deşmiyom emme kızım sen sen ol darda da rahatda da kocana kokunla avunmayı öğret. "

 

Böyle deyip hep aklıma giriyodu da bir de olmadık bi hale sokarsa beni diye korkmadan edemedim.

 

"Ya ben bu haldeyim senin derdin ne derse bana?"

 

"Kız niye desin? Karı kocasınız siz. Ezâ da devâda birbirinizde. Allah iki kulu bir birine eş etmişde bunu bi tek ateşinizi söndürün diye mi vermiş? Tek olmak, bir olmak bi içinizin ateşine değil ruhunuzun ateşine de iyi gelsin diye var."

 

Dediğini düşündüm de durdum. Ya yanlış anlarsa beni diye içim içimi yedi. Sonra da Sultan ablanın aklına güvendim. Benim karılıktan haberim üç aydır vardı. Sultan ablaysa yirmi yılı geçmişti herifiyle. Bi bildiği vardır diye minişle beraber çıktım odaya. O Nazlı'yı oyalarken bende banyoya girip Asil'e havasını attığım gibi ne kadar kirim pasağım varsa temizledim. Pamuk gibi olmak lazımdı.

 

Asil akşam yemeğine anca geldi. Raporlarını istemiş oğlu, ondan sebep bi de hastaneye uğramış. Tüm günü ordan oraya koşturmacayla geçmiş.

Gece olup Nazlıyı uyutunca gündüzden hazırladıklarımı banyoda giyip, girdim odaya.

 

Asil camın kenarına yaslanmış sigara içiyodu. Bi ara ne güzel kaybettiydi ortadan. Yine başladı demek ki onca sıkıntının sebebine.

 

Beni fark edince şöyle bi baştan aşağı süzdü. Niyetim çok ortalığa saçılmasın diye sabahlığın önünü kapatmıştım .

 

 

 

"Asil, içmiyodun ne zamandır."

 

"Bu gecelik hoş gör zümrüt göz, duş alırım."

 

"Yok ondan değil, canına zararından benim korkum. "

 

İyice yanaştım. O vakit camın kenarındaki kül tablasına elindekini de bastırıp, söndürdü. İyice dibine girip boynunu kokladım da öptüm.

 

"Hem ben, kaç paket içersen iç bulurum senin kokunu. Başına ağrı yapıyo içince de ondan diyom."

 

Kollarını etrafıma sarıp iyice göğsüne yasladı beni.

 

"Züleyham..."

 

"Söyle bi'tanem, dök içini. Çok korkuyom Asil, suskun duruyon. Beni korku içinde bırakıyon."

 

Ben belki de Asil'in beni sevişini sevmeye başladım ilk. Ne zaman ona güzel kelam etsem gözlerinden ışık geçiyodu sanki.

 

Elinden tutup yatağımıza çektim. Hep yaptığı gibi yine başını göğsüme yasladı.

 

"Aklım babamla Esma arasında sıkışıp kaldı. Babamın durumu düzelecek gibi değil Züleyha. O yataktan kalmasını hayal bile edemeyiz artık. Bir de Esma'nın durumunu öğrendik işte. Ben nasıl görmedim? Aklım almıyor nasıl anlamadım?"

 

Elim saçlarını okşarken gözüm de tavanda öylece takılıp kaldım. Öyle olmasa, böyle olmasa diye ömür mü geçerdi?

 

"Asil ... Bu hastalık nasıl bişey? İnsanın aklını ele geçirir de yaptığını, ettiğini değiştirir mi? Ondan sebep mi Nazlı'yı doğurunca bakmak istememiş? Bi de o son ettiği, ondan mı olmuştur?"

 

Sıkıntılı bir nefes daha aldı.

 

"Sema aradı. Dönmesi gerekiyormuş, özür diledi. Böyle olduğundan haberi yokmuş, kendinin de ailesi, işi gücü derken ihmal etmiş. Bir ton vicdan rahatlatma lafları işte. Esma öldüğünde yirmi yedi yaşındaydı. Durumu öğrendiklerinde yirmi dörtteymiş. Sema, yaşının genç oluşunu, hastalığın seviyesinin de ilerlememiş olmasından kaynaklı antidepresan kullanımının yeteceğini söyledi. En azından doktoru öyle söylemiş. Durumu, dediği gibi ilacını düzenli kullansa kontrol altında tutulacak seviyedeymiş. Evlendikten sonra nasıl ettiyse kendi kaydı olmadan almış bir süre ilaçlarını. Ama bu ilaçlarda kırmızı reçeteli, muhtemelen eczacının birine iyi para vermesi gerekti. Annesini sende gördün, aklına böyle girmiş olmalılar o dönemde. Ama çok büyük öfke krizlerine, şiddet eğilimine sürükleyecek bir boyutu yokmuş zaten. Ömrü boyunca şeker ilacı kullanan insanlar var bu dünyada, başka başka dertleri ilaç kullanarak hafifletenler var. Ne olacaktı bilseydim, hadi evlenmeyiz diye korktu sonra söyleseydi keşke. Benden saklamak yerine, bana gelse gizli kapaklı şeylerle uğraşmazdı. İlaçlarını yazdırmak için doktora gitmemek ne demek? Of Züleyha offff!"

 

"Bilseydin ne olurdu Asil? İlaçlarını alsan mesela, doktor da görse hep?"

 

"Bilmiyorum... Biz bir noktada kopardık zaten ama en azından yaşardı. O gün Nazlı soluksuz kalabilirdi. Bunun ihtimali bile öldürüyor beni."

 

Sustum bi zaman. Ne diyeceğimi de bilemiyodum esasında. Suskunluğum onu da duraklattı ki kaldırdı kafasını. Gözlerimin içine içine baktı.

 

"Züleyha sana yemin ederim ben sana hissettiğim hiç bir şeyi ona hissetmedim. Yaşasaydı da evli kalamazdık. En başta Nazlı için kalamazdık. Böyle bir ailede büyümeyi hak etmiyor benim kızım. Yanlış anlama, sadece ihmali yüzünden düştüğümüz hâl kahrediyor beni. Yoksa sen benim başıma gelen en güzel şeysin Züleyha."

 

Yüzümde istemeden bi gülümseme oluştu. Suskunluğumu yanlış anlamışıtı.

 

"Rahmetli babam derdi ki, bi ölümün bi de nikahın saati şaşmazmış. Esma'nın vadesi orda yitip gitmiş. Keşke başka olsaydı sonu, adına leke gelecek gibi değil de uykusunda, huzurla olaydı. Benim de seninle kıyılacak bi nikahım varmış. Yoksa köyünden başını uzatamayan Züleyha'nın ne işi var Adana'da? Tasalanma bunun için. Ben seni anlıyom. Korkunu, üzüntünü, pişmanlığını anlıyom da sen kendini anlamıyon Asil."

 

Kaşı çatılacak oldu. Niye böyle bi laf ettim yorgun düşmüş aklı anlamadı belli ki.

 

"O... Ne demek?"

 

"Asil insan olduğunu unutuyon. Hepimiz sütten çıkma ak kaşık mıyız? Herkesi, her bi şeyi düşünemen ya. Yetişemen Asil, kabullenmediğin bu. Esma'nın hastalığını da göremen. Nerden biliyon ben de dertlinin biriyim belki. Bak örneği daha dün. Yoldum ya karıyı onca insanın içinde. Her öfkeleneni, kırıp dökeni kulağından tutup doktora mı götürüyoz? Esma senin iki yıllık karınmış ama Sema'nın yirmi yedi yıllık kardeşiydi. Ona düşerdi ilk derdine koşmak. Onu doğurana, o rahme koyana düşerdi. Yapmamışlar! Onların dertlenip üzüleceği meseleye kara bağlama Asil. Tıpkı babana bağlamaman gerektiği gibi."

 

"Her şey bir anda tepe taklak oldu. Karşımda, ayakta, konuşan adam şimdi öylece yatıyor."

 

"O da taktiri ilâhi! Demek ki bizi yaratanın başka bi düşündüğü var. Her hesap öbür tarafa kalmıyo ya. Burdan başlıyo bazende."

 

Baktı baktı durdu sadece.

 

"Yaptıklarının... Yada yapmadıklarının bedelini mi ödeyecek Züleyha?"

 

"Ödeyecek Asil! Allah, her yavruyu ana babaya 'emanetimdir' diye bırakıyo. Emanetine sahip çıkmayandan hesabını elbet soracak."

Ellerim yüzüne gitti de benden medet dilenir gibi bakan gözlerini okşadı. Yüzünü seven elimi tutup dudaklarını bastırdı sıkıca.

 

"Sen olmasaydın ve ben bunları tek başıma yaşasaydım ne olurdu benim halim?"

 

Hiç bişey demeden iyice yaklaşıp dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Hiç kımıldamıyodu. Ondan öğrendiğim gibi alt dudağını ağzımın içine alıp usul usul emdim. Elimin yönlendirmesiyle sırtı yatağa değdi. Bacağımı üzerinden atıp karnına oturunca az uzaklaştım dudaklarından.

 

"Şifa olayım mı sana bu gece? Seveyim mi azıcık?"

 

"Züleyham..."

 

"Züleyha'nın canı... Sen kötü olunca ben ölecekmişim gibi oluyo. İyi edeyim mi seni?"

 

Gözlerime öyle bi bakıyodu ki sanki baktığı ben değildim de çok büyük bi hayaldi.

 

"Sen... Sen şükür sebebimsin. Her acının devâsı, her yaranın ilacısın sanki."

 

Son lafı ağzımın içine dağıldı. Avuçlarımın arasındaki yüzünü sıkı sıkı tutup dudaklarını öptüm. Dilimi ağzına sokup, tadındaki mey de koyboldum. Belimi kavrayan elleri kalçalarıma indi, avuçlarında sıkınca ağzına doğru inleyişim süzüldü.

 

"Çok çok seviyorum seni Züleyha."

 

"Ben de Asil. Sevdamla sınanır mıyım diyecek kadar çok seviyom."

 

Üzerimde önü düğümlü duran sabahlığı çıkardı. Gözleri üstümde beğeniyle dolaşınca içimdeki kadının başı daha dik hal alıyodu sanki. Açıktaki göbeğime, göğsüme, boynuma doğru süzülerek çıktı eli. Ensemdeki saçlarımı kavrayıp iyice yaklaştırdı dudaklarına. Benim usul usul öpüşlerime inat can yakan bi hızla öpmeye başladı.

 

Sonra çeneme, ordan boynuma kayan dudakları göğüs oluğumu talan etmeye başladı. Elleri, dudakları can suyunu olukta arar gibi bi arayışla emdi durdu.

 

Bi anda sırtım yatağa döndüğünde kısık bi çığlık kaçırdım ağzımdan.

 

"Şşşşttt. Nazlı'yı uyandırmayalım. Babayla annesi bir birini sevecek."

 

Üstündeki tişörtü fırlatıp atınca bende daha bi şevke geldim sanki. Tenime değen eti iki günün korkusunu, kaygısını, sinirini çekti aldı.

 

"Çok güzlesin..."

 

Ağzı göbeğimde dolaştıkça kasıklarım yandı. İhtiyaç adama diş sıktırırmış meğerse.

 

Her zamankinin aksine bi sakin bi hoş geldi ki dokunuşları. Değdiği her yere birer avuç köz bırakıyodu sanki. Üstümdeki her parçayı usul usul çıkardı. Göğüslerimi öpmeye başlayınca yine bi inleyiş kaçtı dudaklarımdan.

 

"Kokunun bağımlısı oldum sanki. Sürekli sana dokunmak istiyorum Züleyha. Sürekli yuvanda kaybolmak istiyorum."

 

"Ben seninim Asil. Hep seninim."

 

Ağzı kadınlığımdan aşağı kaydığın da gözlerim kapandı bi anda. Bacaklarımı omuzlarına yerleştirip canımdan can aldı sanki.

 

"Tadını çok seviyorum ama böyle boşalmayacağız."

 

Tekrar üstümde yükselince göz göze geldik.

Eline kendi yastığını alıp bana baktı tekrar.

 

"Belinin altına koyalım mı bunu? Daha rahat hissedersin."

 

Yüzünden ayıramadığım gözlerimi açıp kapatarak onayladım. Belimin altına yastığı koyunca biraz daha araladı bacaklarımı.

İçime kayarak girişiyle başım geriye doğru yaslandı. İyice boynum açığa çıktığında dudakları gezmeye başladı tenimde.

 

"Asil..."

 

"Sıcaklığın öyle güzel ki."

 

İçime yavaşça girip çıktıkça hızlansın diye bağıracak hâle geldim sanki.

 

"Bağımlın oldum Züleyha. Yoksunluğunu çekmek azap gibi."

 

Hâlâ çok yavaştı. Ben altında inim inim inlerken nasıl yavaş olurdu? Karardı sonra gözüm. Nasıl ettim bilmiyom emme bir anda onun sırtı yatakta bense üstüne öylece kala kaldık.

 

Şaşırmış, büyümüş gözleriyle bakıyodu şimdi.

 

"Canıma... Kastın mı var? Niye yavaş oluyon? Kıvranıyom altında görmüyon mu?"

 

Yüzünü alan şaşkınlık dolu gülüşe bakarak kalkıp erkekliğini girişime yerleştirdim. İlk biraz usul usul içime alsam da yetmedi bu bana. Daha hızlandım. Oturup kalktıkça, kasıklarım karıncalandıkça iniltim arttı. O da durmaktan yorulmuş gibi biraz geriye kayıp sırtını başlığa yarı yasladı. Kalçalarımı kavrayan eli bana yardım edip daha hızlı olmamı sağladı.

 

"Ölüyorum sana... Of çok güzel..."

 

"Asil..."

 

"Beni bekle bebeğim. Beraber boşalalım, beni bekle Züleyha."

 

O öyle diyodu emme onu dinleyecek hâl mi kalmıştı sabrımda? Kızıştıkça içim çekildi. O canımı alıp geri veren titreme içimi sarmaya başladığında Asil daha hızlı kaldırıp oturttu beni üstüne. Tırnaklarım hırstan mı bilmem omuzlarına saplanmıştı sanki. Ben kendimden geçerken içime çarpan sıcak hisle onun beni yakaladığını anladım. Nefes nefese bir kaç kere daha inip kalktığım kucağına dermansız bi şekilde yığıldım. Kalbimi döven kalp atışı, saçlarıma vuran sık nefesiyle benden bi farkı yoktu sanki.

 

Biraz durulunca yana kayıp uzandım. Üstümüze ince pikeyi çekti. Tıpkı ben gibi o da yan yatıp bana baktı.

 

"Gözlerine baktığım anda bile anlamıştım."

 

"Neyi?"

 

"Sendeki ateşin bizi küle çevireceğini..."

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

Birgül ağlamaktan kızarmış burnunu peçeteyle silip, oturduğu bankta etrafı izlemeye devam etti. Murat gelecekti, nerde kaldığını deli gibi merak etmeye başladı. Gece ikiye gelirken hastanenin bankında oturmak ürkütüyordu onu.

 

Sonra ilerde onun silüetini gördü. Elinde büyükçe bir çanta vardı. Ayağa kalkıp tek eliyle gel diyen adamın göğsüne yasladı başını.

 

"Geçiktim değil mi yavrum? Kahve aldım sana. "

 

"Biraz bekledim, çok olmadı çıkalı."

 

"Burnun kıpkırmızı Birgül. Ağladın mı yine?"

 

"Of Murat ya! Neler oldu görmüyor musun nasıl ağlamayayım?"

 

Murat nişanlısının elini tutup banka geri oturttu. Hava hafif serindi. Çantanın içerisinden ilk kahveleri çıkardı. Altta kalan poları da çıkarıp Birgülün omzundan sarmaladı.

 

"Üşümemiştim ki!"

 

"Hâlâ kan tahlili yaptırmadın. Ellerin buz gibi olmuş, burnunda çok soğuk. Yarın beraber yaptıralım, demirin mi düşük ne?"

 

Birgül her hareketini hayranlıkla izlediği adama baktı. Onun için gecenin bu saatinde nerden bulmuştu acaba kahveyi?

 

"Olur yaptırırım."

 

Murat elindeki işleri bitirip sonunda onu izleyen ela gözlere baktı. Yüzünde güzel bir tebessüm oluştu.

 

"Gözlerin kurbağaya benzemiş, ağlama bir daha bu kadar."

 

Aklı olanlara giden Birgül tekrar duruldu. Burnu yine sızlamaya başladı.

 

"Babam... O artık kalkamayacak hiç ayağa. Her şey çok kötü oldu."

 

"Asil araştırmaya başlamış bile yeni doktorlar. Bende bakıyorum merak etme. Ama olmazsa da mukadderat yavrum, üzülsen ne değişecek ki?"

 

"Murat... Görmeliydin, facia gibiydi. Esma'nın ablası, ağabeyim, babam, annem, Züleyha. Eve yıldırım düştü sanki."

 

Murat başını iki yana salladı. Olanları duyunca hem şaşırmış hem de sebep olan kişilerin adıyla hiç şaşırmamıştı.

 

"Asil yıkılmıştır. Adam tam toparladı dedik olanlara bak."

 

"Çok ağır konuştu babamla! Neler söyledi ona."

 

Murat başını iki yana salladı.

 

"Birgül bunu yapma!"

 

"Neyi?"

 

"Her başınıza gelen kötü olayda bir suçlu arama. Bu en çok sana zarar verir. Empati yap hadi! Koy kendini Asil'in yerine. Adamın hayatı mahvoldu, kızının annesi hastaymış adam bilmiyor. Kaza yaptı, öldü. Onu bile Asil'e mââl ettiler."

 

Birgül utançtan kızaran yüzüyle başını eğecek oldu Murat çenesinden kavrayıp, gözlerine bakmaya devam etti.

 

"O zaten hepimizi şok etti. Esma hastaymış ve biz hiç bilmiyorduk."

 

Murat banka yaslanıp yandan baktı Birgül'e. Elindeki kahveden bir yudum aldı.

 

"Annen biliyormuş ama. Cincilere rezervasyon yaptıracak kadar hakimmiş konuya."

 

Birgül iyice duruldu. Yine annesi yüzünden Murat'a, ailesine rezil olmuştu. Yine bir olay gelmişti başlarına ve yine annesiydi.

 

"Semiha anne... O da biliyor mu olanları?"

 

"Üstün körü anlatmak durumunda kaldım."

 

"Off yaaa! Yine bozulacak aramız, yine istemeyecek beni."

 

"Niye? Annenin lafıyla tartışacak mısın annemle?"

 

Başını iki yana salladı Birgül.

 

"Yok... Öyle değil... Zaten Züleyha parçalar beni. Ruh hastası, telefonla konuşurken kelimeleri ezberletiyor bana."

 

Murat işte buna dolu dolu güldü.

 

"O kız çok fena ama Asil'e çok iyi geldi. Çok güzel bir uyum var aralarında."

 

Birgül düşündü biraz abisi ve Züleyha'yı. Sadece üç dört ay önceki ağabeyi ve şimdiki arasında ne kadar fark olduğunu idrak etti.

 

"Murat... Ağabeyim gülebiliyormuş. Ben bunu yeni anlıyorum, şaka gibi."

 

"Yavrum kızmayın ama sizde genlerden gelen bir bencillik var. Etrafa kendinize yetecek kadar bakıyorsunuz."

 

"Başladık mı terapiye Murat bey?"

 

Murat yine güldü. Asil'in aksine o severdi gülmeyi.

 

"Psikoloji okulda kaldı yavrum. Babasının işini devralan bir adamım ben ama madem lazım kullanalım değil mi?"

 

"Biz bu hâle nasıl geldik Murat?"

 

"Bir ayrık otu koca bahçeyi zehirler Birgül."

 

"Annem o ayrık otu değil mi?"

 

"Öyle maalesef. Asil'e yaptıkları akıl alır gibi değil."

 

Burnunu çekti Birgül. Ağabeyi için ilk kez bu kadar üzgün hissediyordu.

 

"Annesinin serasını yıktırmış. Düşünebiliyor musun? Bir çocuğun annesinden kalan en özel anıyı yıktırmış. Biz bunu hiç bilmedik Murat. Ağabeyim hiç dillendirmedi bile. Kendi annemin merhametsizliği bazen beni çok korkutuyor. Esma'yı bile söylemedi. Of!!!"

 

"Annen ölmüş bir kadınla yarış halinde ve asla yenemeyeceğinin bilincinde. O yüzden ondan kalan en kıymetliden alıyor acısını. Ağabeyinde adı gibi biri zaten at koşturmak kolay olmuş. Ben olsam sizi çoktan evden atmıştım."

 

Birgül direkt böyle söyleyince iri iri açtı gözlerini.

 

"Sağol be! Bunu bilmek içimi rahatlattı."

 

"Doğruya doğru. Babanız da iş yok, annenizin de yanından geçen felak nâs okumadan gitmiyor. Durum ortada."

 

Birgül de sırtını banka yaslayıp ters bakışlarını Murata yolladı.

 

"Daha iyi hissedemezdim."

 

Birgül'ün sinir ve üzüntü karışmış sesiyle Murat başından yakalayıp kendine çekmiş ve tepesinin üzerine bir öpücük bırakmıştı.

 

"Evlendiğimizde her şey değişecek."

 

"Annen beni sevmiyor ki, beraber de yaşayacağız."

 

"Annem anneni sevmiyor. Son zamanlarda gayette seni seviyor. Bizim ailemizin içine girdiğinde kendi farklılığınızı göreceksin Birgül."

 

"O nasıl olacak ki? Kadın sevmiyor, istemiyor beni! "

 

Murat ara ara konuşulan bu konunun tekrar açılmasıyla gözlerini kapatıp açtı. Bazı şeylerin karşılıklı olduğunu bu küçük kedinin öğrenmesi gerekiyordu artık.

 

"Sende bunun için eline malzeme çok verdin. Benim annem tam otuz beş yaşında, dünya emekle doğurabilmiş beni. On beş yıllık bir bekleyişin sonucuyum ben. Birgül sen alenen evlenince aileyle ilişkinin kesilmesi gerektiğini savundun karşısında. Anne ayrı, eş ayrı. Bunu senin de benim de anlamamız lazım. Sana evlenince geride kalanları unutacaksın deme hakkım yok. Aynısını senden istemem beni bencil mi yapar? Ha diyelim ki annem seni ezdi ben sustum o zaman her şeye hakkın var. Üstüme titrediği doğru ama annem ailedeki herkesin üstüne titrer. Birbirlerine dünya laf eder yengelerim, birini bir kere küsmüş görmedim. Çünkü kimse kötü niyetle demez, sırf bulaşmak için der. Onların yanından taşınmam Birgül. Çocuklarımın o aile içinde, o güvenle büyümesini istiyorum. Ben sana bunu en baştan söyledim. Kabul ettiğin hâlde sürekli aksini önüme getiriyorsun. Ayrıca Semiha Sultanın sevgisiyle tanış bakalım sen bırakabiliyor musun onu?"

 

Birgül kollarını göğsünde toplayıp, surat astı.

 

"İki gün sonra boşatır bizi, rahatlarsın."

 

Kahkahayla güldü Murat. Akıllı görünen bir saftı nişanlısı.

 

"Sen annenin verdiği akıllardan sıyrılıp Semiha sultanın eline geçince anlayacaksın farkı. Evladını her şeyden üstün tutan bir anne tarafından sevil ondan sonra konuşalım."

 

Sinirlenen Birgül kalkmak için hırsla çekildi ama Murat izin vermedi.

 

"Dur durduğun yerde minik kedi. Şu son zamanlarda aranız iyi, neden?"

 

"Çünkü Züleyha, aramız bozulur da nişan atılırsa başına kalmamdan korkuyor ve nişan bozulursa beni paralar mış!"

 

Muratın kıkırtısı Birgül'ü de güldürdü.

 

"Asil'in başı çok fena dertte çok fena. Ama akıllı kadın. Aranı düzeltiyor kaynananla. İstersen iyi olabileceğinizi gösteriyor sana. Dinle yengeni."

 

"Dinliyorum işte. Bak sürekli geliyorum size, annenle yemek falan yapıyorum."

 

"Peki bu süreçte annem seni kıracak bir şey dedi mi?"

 

Durdu Birgül. Bir süre düşündü. Şu son zamanlarda çok iyilerdi. Hiç olmadıkları, olmayı hayal bile edemeyecekleri kadar iyilerdi hemde.

 

"İyiyiz. Bana iyi davranıyor, kızmıyor artık sürekli."

 

"Merak etme, annemin derdi seninle değil. Ama bunu kabullen Birgül. Ben Asil değilim, onun sınırsız merhametini bende bulamazsın. Neslişah hanım evliliğime uzanırsa hiç sakin karşılamam."

 

"Biliyorum... Züleyha da böyle söyledi biliyor musun? Annenin lafını dinlemeye devam edersen zehir olur evliliğin dedi. Ben sadece annem olsun istiyorum. Birazcık olsa da annem olsun."

 

"Züleyha ve Nazlı da gördüğümüz gibi doğurmakla anne olunmuyor. Bak yengen nasıl Nazlı'nın annesi. İzin ver Semiha sultan sana çok iyi anne olacak."

 

Düşündü bir süre daha Birgül. Kendi annesinin sevmediğini başkası sever miydi? Üstelik çok da iyi biri değildi. Öyle olmadığını bilse bile sırf Züleyha'yı sinir etmek için ağabeyi hakkında ileri geri konuşacak kadar abartmıştı. Hatırladıkça kendine öfkelenmeden edemiyordu. Düşünerek konuşmamıştı ki hiç.

 

"Ağabeyim çok mutlu biliyor musun? Çok farklı bir adam. Bizimle eskisi gibi ama onu görüyorum. Züleyha'yı gördüğü an bile bakışları değişiyor. Ne yalan söyleyim Züleyha gibi biri olmak isterdim. Çok güçlü. Hiç geri vitesi yok. Korkusu yok. Ben annemin gözlerine on saniye baksam yetiyor. Kadın ağzına geleni verdi yetmedi saldırdı. "

 

Murat esefle bir nefes bıraktı. Kadın gerçekten nefes alsa zarardı evrene.

 

"Seninle nişanlandığımız süreci hatırlıyor musun?"

 

Birgül utandı. Bunu hep yapıyordu. Niye o zamanki hallerini yüzüne vuruyordu sanki?

 

"Pislik!"

 

Gülen gözlerle onu izledi Murat. Sonra da bitmiş kahve bardağını elinden alıp yandaki çöp kovasına attı. Yanında minicik kalan nişanlısını kolunun altına aldı.

 

"Biz senle niye nişanlandık Birgül?"

 

Derince bi of çekti kız, peşini bırakmayacaktı anlaşılan.

 

"Çünkü gittiğin her yerde karşına çıktım ve adımızı çıkardım. Oldu mu Murat bey, tatmin edebildim mi egonu?"

 

"Cık! Yanlışın var. Beni azıcık tanısaydın o zamanlar milletin, Sulhanların kızıyla görüşüyormuş dediği laflarına bakıp nişanlanmadığımı bilirdin."

 

"O kadar kibar değildi sanki cümleler."

 

"Doğru... Birgül, Murat'la fingirdeşiyormuş demişlerdi. "

 

Birgül boşta kalan elini göğsüne vurdu adamın. Dalga geçecekti hayatları boyunca.

 

"Peki niye gelip istedin beni?"

 

Murat başını geriye yaslayıp biraz kaydı. Birgül'ün de göğsüne daha rahat yatmasını sağladı.

 

"Seni isteyeceğimizi anneme söyleyince kıyamet koptu evde."

 

"Tahmin etmek güç değil, işin tuhafı senin ikna etmen güç."

 

"Doğru diyorsun, sonuçta ben ana kuzusuyum ya Birgül."

 

"Ya Murat ya... Özür diledim o kadar, affettin niye başıma kakıyorsun?"

 

"Çok komiktin çünkü. Küçücük boyunla ana kuzusu Murat ne olacak diye diklenmen çok hoşuma gitmişti."

 

"Bunu unutalım, sen bana diğer konuyu anlatıyordun."

 

Birgül utancını saklamak için konuyu değiştirme çabasına girdi. Yüzüne yüzüne ana kususunun tekisin dediği anları hatırlamak istemiyordu.

 

"Hani oldukça klişe bir şekilde yanımdan geçerken bileğini burktuğun gün var ya..."

 

"Offf!!!"

 

"O gün öğleden sonra seni bir parkta otururken gördüm. Ağlıyordun... Sonra bir kedi geldi yanına, pisti de ama alıp kucağına oturttun. Halıcıların arkadaki parkı diyorum. Neden bilmem iyice ardından yanaşıp, ne yaptığına baktım. Kediyle dertleşiyordun. Gelip dalga geçecektim çünkü utanınca suratın çok güzel kızarıyor."

 

"Vicdansızsın..."

 

"Dinle... Sonra kediye 'insanlarla yaşayamıyorum keşke senin gibi kedi olsaydım dedin. Yarım saat annenin açmak istediğin klinik için söylediği lafları kediye anlattın. Cevap veriyormuş gibi davrandın. Birgül sen insanları çok sevmiyorsun ama hayvanları çok seviyordun. Sonra öğrendim. Veterinerlik bitirmişsin. Neden bilmem şaşırdım buna. Yani hiç beklemiyordum. Sonra söylediğin sözler daha anlamlı geldi."

 

O günü hatırlayan Birgül dayanamadı. Tekrar ağlamaya başladı.

 

"Tüm hevesimle gittim yanına. Arkadaşımla ortak klinik açacaktık. Bana ne dedi biliyor musun?"

 

"Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum."

 

"Koskoca Neslişah Sulhan'ın kızı milletin itinin, kedisinin bitini piresini temizleyemezmiş. Onu utandırmaya hakkım yokmuş. Beni çok daha iyi yerlerde görmek, annesi olarak hakkıymış falan filan."

 

"Zeynep gibi olsan bu kadar üzemezdi sana."

 

"Zeynep derken?"

 

"İçinizde en akıllı o. Duymuyor. Mis gibi iş. Bile isteye sağır etti kendini, annen söylense de duymuyor. İstediği reaksiyonu alamayan Neslişah hanımda bulaşmıyor ona. Ama sen hemen onun dediği şekli almaya çalışan su gibisin."

 

Doğru söylüyordu nişanlısı. Zeynep'in kendine oluşturduğu bir hayatı vardı. Sosyal medyada inanılmaz içerikler paylaşan gizli bir hesabı vardı ve tüm zamanını orda geçiriyordu. Annesi ona laf soksa bile duymuyordu sanki.

 

"Ben niye böyleyim Murat?"

 

"Merak etme aşkım, hallederiz. Dedim ya. Sen gir bizim delilerin arasına, alırlar tüm sıkıntını. Hem klinik işi bende. Evlendikten sonra evde oturan hatun istemem. Çalışıp bana bakacaksın."

 

Birgül duyduklarını zihninde tekrar etti. Klinik, evlilik, çalışma kelimelerini tekrar tekrar içinden söyledi.

 

Birden ayağa kalkıp çığlık attı. Ağlamaktan kızaran gözler şimdi sevinçle parlıyordu.

 

"Murat... Murat, Murat, Murat..."

 

"Söyle söyle, muhteşem bir şeyim değil mi? Haklısın yavrum, bende olsam beni fena severim."

 

Ayağa kalkıp nişanlısının dibine girdi adam. Gülen yüzü hoşuna gidiyordu. İçindeki boşluklar dolduğunda muhteşem bir kadın olacaktı Birgül. Sadece biraz daha sabırlı davranması gerekiyordu.

 

"Aşkım sen bir tanesin bir."

 

"Yıkama yağlama bittiyse öp bakalım nişanlını Birgül hanım. Islak ve uzun olursa sevinirim."

 

Birgül alıştım sanıyordu bu ayarsızlıklarına ama her seferinde

utanabiliyordu. Yüzü yandı ama çok seviyordu onu. Parmak uçlarına kalksa bile yetişemedi Murat'a.

 

Murat çabasına başını sallayarak güldü ve kollarını da içine alarak sıkıca sarılırken dudaklarını birleştirdi.

 

Güzel olacaktı her şey. Sadece zaman gerekti...

 

Bölüm çokkkkk uzun o yüzden yorum ve yıldızları uçurmalıyız değil mi kuşlarım🫠🥹

 

 

 

 

 

Loading...
0%