Yeni Üyelik
69.
Bölüm

68.BÖLÜM~EKSİK DUA~

@orenda

Murat akşam masası hazır, ev ahalisi de onu bekler haldeyken girdi salona. Yüzü tam da istediği oranda olabildiğine durgun ve düşünceliydi.

 

Herkese kısık bir tonda "iyi akşamlar" deyip masaya oturdu.

 

Gözü her daim ev insanının üstünde olan Semiha hanımın kaşları çatıldı bu duruma.

 

"Oğlum... Hayırdır!"

 

Murat olumsuzluk akan beden diliyle omuzlarını silkip, herkesi alıştırdığı dik duruşunu salmıştı.

 

"Yok bir şey anne."

 

Semiha hanım büyük eltisi Hatice'ye baktı, eltisi de gözünü kırparak Murat'ın neyi olduğunu anlamaya çalıştı. Onların alıştığı adam, evi inleterek girerdi içeri.

 

Bu kadar insanın içinde üstüne gitmenin yanlış olduğunu düşününce, sessizce izlemeye karar verdi Semiha hanım.

 

Yemek sırasında da oğlu hiç normal değildi. Çorbasıyla oynuyordu hâlâ . Masanın ortasında koca bir tepsi şırdan vardı, dönüp bakmamıştı. Bu oğlan da hoşuna gitmeyecek şeyler olduğunu anladı.

 

Küçük eltisi kulağına doğru eğildi.

 

"Yenge, neyi var paşamın? Hasta mı oldu Allah korusun, tek lokma koymadı ağzına."

 

"Bilmiyom ki Âmine, sabah giderken iyiydi."

 

"Aman yenge, gün dönüyo artık. Hava çarpmasın oğlanı, dut kaynatıp içirsek mi?"

 

"Dur hele, yarına düzelir o."

 

Eltisini öyle deyip geçiştirse de içine de bi huzursuzluk sirayet etti Semiha'nın.

 

Murat'ın suskun, düşünceli hali tüm gece sürdü. Ev adamları dahil herkesin dikkatini çeken bir durgunluk vardı üzerinde. Onların Murat'ı herkese takılır, mutlaka gülecekleri bir sohbeti ortaya atan olurdu. Ev ahalisinin bütün gün bir arada olduğu tek anlar akşam yemeği ve çay vaktiydi. Herkes işiyle, okuluyla ilgilenirken akşamları bir arada oluyorlardı.

 

"Ben kalkayım, uykum geldi. Hepinize hayırlı geceler."

 

Kimsenin nereye demesini bile beklemeden salondan çıktı. Murat'ın gidişiyle babası ve amcaları da ardından bakakaldılar.

 

"Semiha Hanım, neyi var oğlanın?"

 

Semiha elini bile sürmediği tatlı tabağına bakıp, boynunu büktü. Tek lokma kursağına koymayacak kadar ne sıkıntısı var diye düşünmekten alamıyordu kendini.

 

"Bilmiyom ki Hayrullah Bey. Akşam geldiğinden beri böyle. Aç açına yatmaya gitti."

 

Hatice'nin en büyük kızı Rümeysa ağabeyi için en çok endişelenenlerdendi.

 

"Abimin birşeye canı çok sıkılmış yengem. Hiç konuşmadı bizle, ödevleri bitirdik mi onu bile sormadı."

 

Kalabalık bir evleri vardı. Büyük kayınının oğlanları evlenip gitmişti , küçük kayını ve iki çocuğu konaktaydı ama. Üç aile konaklarının her odasını dolduruyordu. Gerçi konak deyip de küçümsememek lazımdı. Adana'nın en büyük konağına sahipti Öztürkler.

 

Kayınvalidesi akşam yemeklerine katılsa da çaya kadar uykusuzluğa dayanamıyordu. Ama o da ardına baka baka çıkmıştı odasına.

 

Allah Semiha'ya uzun yıllar evlat vermemişken Murat'la ödüllendirmişti onu. Yavrusunu kucağına aldığı gün yaşadığı sevinci hiç unutmuyordu. Büyük kaynının kestirdiği kurbanları, küçük kaynının okuyan çocuklara dağıttığı bursları ölse unutmazdı. Hatice kendinden çok örgü örmüş, onun bekleyişi gibi bir sevinçle beklemişti Muratı. Kendi kucağı bebekle şenlenene kadar Hatice evlatlarını ulu orta bir kere sevmemiş, canını yakarım korkusuyla hiç gözüne sokmamıştı. Küçük eltisi ise Murat beş yaşındayken girmişti hanelerine.

 

Ev kalabalıklaşınca kocası küçük kaynına ev tahsis etmek istemişti. Yakınlarına istedikleri gibi bir ev yapılana kadar konakta yaşayan eltisi "ben burdan gitmem" deyip herkesi şaşırtmıştı. Zaman ne olursa olsun ev üstüne ev olmazdı ama iki eltisi de hiç bir zaman beraber yaşamaktan şikayet etmemişlerdi.

 

Semiha bazen şakayla "gidin gayri evinize" desede hep küsülüp, gitmiyoruz cevabı almıştı. Ailesi bu hayattaki en büyük servetiydi. Haticenin iki oğlunu elleriyle evlendirmiş, hiç bir şeylerini geri koymamıştı. Anneleri bir yapıyorsa iki fazlayla elini üstlerinden çekmemişti.

 

Allah biliyor ya onlarda Semiha'yı hep sevip saymış, bir gün bile yüzlerini ona asmamışlardı. Evin annesi olarak kabul etmişler, ne derse mutlaka iyilikleri için olduğunu hep bilmişlerdi.

 

Bir çok insanın imrenerek izledikleri bir bağları vardı. Kayınları ağabeylerini, eltileri ise kendini hep el üstünde tutmuşlardı. Bir birlerine, takılırlar, şaka yaparlar, bulaşırlar ama hiç gönül koyacak duruma düşmezlerdi.

 

Büyük oğlanlar evlenip, başka şehirlerde olan işlerine gitmeseler onlarda konaktan ayrılmazlardı. Semiha bunu adı kadar iyi biliyordu.

 

Ama tüm Adana başka bir şeyi daha çok iyi bilirdi. Öztürklerin Semihası, ailesine değecek rüzgarı bile elleriyle parçalardı. Ona göre ayaklarını denk alırlar, aileden tek birine bile olmadık bir laf edemezlerdi.

 

Ertesi gün de durum değişmedi. Evin içinde tuhaf bir sessizlik vardı. Murat'ın sessiz, üzgün hâli herkes tarafından fark ediliyor ve endişeye sebep oluyordu.

 

Akşam çayında, bardağını bile bitirmeden kalkıp odasına gitti oğlu. Babası yine baktı diğerleri gibi ardından.

 

"Semiha Hanım, kalk bak oğlanın derdi ne? Murat'ın gireceği hâl değil bu. Bi derdi var belli. Senden başkasına söylemez o."

 

Kocasının da yönlendirmesiyle Muratın peşine takıldı Semiha. Murat pek zor çocuktu. Nuh der peygamber demez, kafasına yatmayan işe cümle alem gelse ikna edemez, canını sıkan davada anam- atam dinlemez bir dik başlıydı. Ama merhameti, sevdiğine sadakati, aklı, adaleti pek kuvvetliydi. Zamanın behlinde amcasının düştüğü yanlışı yüzüne vuran, oturduğu sofraya uğramayan, öyle de inat bir deli yanı vardı. O deli yanı değil miydi zaten Neslişahın kapısına dünür diye gitmesine sebep!

 

Oğlu odasına girerken kapı kapanmadan yetişti. Kendini içeri atıp, kapıyı da ardından kapattı.

 

Murat ardından içeri giren annesiyle gülecek gibi olsa da hemen düzeltti yüzünü.

 

"Hayırdır anne, bir diyeceğin mi vardı?"

 

Başındaki örtüyü açıp, iki kanadını tepesinin üstünde toplayarak sıcak basmış bağrını ferahlattı.

 

"Bi diyeceğim olmazmı Murat efendi! Söyle bakalım ney bu suratının hâli?"

 

Murat yatağına oturup annesine baktı, sonra da gözlerini ellerine düşürdü. Omuzlarını indirip kaldırırken küçük bir çocuktan farkı yoktu.

 

"Yok bir şeyim..."

 

İyice bir korku aldı Semiha'nın içini.

 

"Anasının yavrusu, güzel gözlü pamuk oğlu neyin var annem? Kurban olurum seni verene, derdin ne senin iki gündür?"

 

Murat başını kaldırdı, ağzını açtı ama sonra vazgeçmiş gibi boynunu geri düşürdü.

 

"Anne... Yok bir şeyim. Boşver beni, sen nasılsın? Hiç konuşmadık senle de."

 

"Hele bırak beni. Sen diyecen derdini annene. İçini sıkan ney bir bir anlatacan ki çare olayım kuzum."

 

Muratın mahsun yüzü annesinin ellerine yapışmış eline doğru eğilip, üstüne öpücük bıraktı.

 

"Dizine yatayım mı az anne?"

 

Semiha ağladı ağlayacak hâle gelmişti bile. Dizine yatırdığı oğlunun saçlarını sevmeye başladı.

 

"İki gözümün nuru, korkutma beni. Niye böyle ediyon annem? Sen bana hangi derdini söyledin de bi yol bulmadım ben? Hemi annem, söyle Muradım."

 

Murat bir iki dakika hiç konuşmadan annesinin saçlarını sevmesine izin verdi. Sonra artık bir yerden başlamak lazım diye sesini de puslandırdı.

 

"Asil... Olanlar malum anne."

 

"Nolmuş Asil'e? Kötü bişey demez o ya bişey mi olmuş?"

 

"Dün beni çağırdı yanına. Babası bu haldeyken düğün yapmak yakışık almaz dedi. Yaza erteledi düğünü."

 

Semiha olanları az çok bilen biri olarak Asile gönül koyamazdı ki. Çocuğun başına gelmeyen kalmamıştı. En yakınım diyeceği kim varsa bir hançer saplayıp, sırtını kana bulamıştı. İç çekip tesseli arayan oğlunun yüzünde dolaştırdı parmaklarını

 

"Haklı annem. Babasının durumu ortada. Çalgı, çengiyle düğün olmaz ki."

 

"Olmayacak zaten. Baksana, nişanlandım Esma öldü. Tam evleneceğim babası bu hale geldi. Bana mutluluk yok be annem, anladım ben."

 

Semihanın mahsın yüzü son dediğiyle dirildi hemen. O nasıl laftı öyle? O nasıl hayattan bezmişlikti?

 

"O nasıl söz öyle? Ne demek mutluluk yok?"

 

"Otuz yaşıma geldim, evlenecektik. Ben yaza kadar baba olmanın hayalini kurarken öylece çakıldım yere. Hiç bir şey diyemedim adama. Haklı, ne diyeyim? Acılarıyla dalga geçer gibi büyük bir düğün mü kurayım? Öztürklerin şanına yakışır davullar çaldırıp adamın yüküyle mi eğleneyim? Benim kaderim kötüymüş annem."

 

Kısık çıkan, duygulu sesi Semiha'nın ilk göz yaşını kaydırdı yanağından aşağı. Yavrusu, yavru hayalleri mi kuruyormuş? Ondan mı hemen evlenmenin derdindeymiş yani?

 

"Birgül ne diyo, ağabeyinin lafına?"

 

"Ne desin anne? Kız perişan oldu. Babasının halini atlatamadan annesi de sizin gibi evladım yok demiş. Yaptıklarını kızlar hoş görmedi, ağabeylerinin yanında kaldılar diye ne laflar etmiş kıza. Ağlamaktan konuşamadı bile. Ben, beni seven bir aile istiyorum demekten başka bir şey demiyor ki."

 

Semiha tam bedduaya başlayacakken bir selamunkavlen çekip şeytanı uzaklaştırdı ensesinden.

 

"İblis, herkesi bir birine kırdırdı. Allah biliyo ya gelinle konuşana kadar kıza ettiğini hiç bilmedim ben. Hele şu son yaptıkları... El kadar bebeye bile uzanacak kadar katran boyamış içini."

 

Murat hevesli hevesli yattığı dizden kalkıp annesine baktı. Yüzünde de çocuksu bir gülümseme vardı.

 

"Anne şimdi bir görsen evlerini. Yeni bebeğin haberiyle yüzleri gülmeye başladı. Asil'le Züleyha, anne babası oldu sanki kızların. Hiç sevilmemişler, ben sizden bahsettiğimde başka bir dünyadan bahsediyorum gibi dinliyor beni. Eltilerini sevdiğine inanamıyor Birgül. Hep eksik büyümüşler, varken hep yokmuş anneleri. Ben en çok da bunun için evlenmek istiyorum. Âmine yengem gibi olacak Birgül de. Evimize girince, bizi görünce ben istesem bile gitmeyecek burdan. "

 

Semiha çocuğunun masum hayallerine bakıp, yanan burnunu çekti. Kendi evladı yetmezmiş gibi birde gelinine yandı içi. Kızı elinde oyuncak edip, ne hallere sokmuştu da Semiha hiç anlamamıştı ya.

 

"Yazgıları kötüymüş ne diyem. Öyle ana babaya iyi bile o evlatlar."

 

Murat dağılan konuyu yine aynı yere çekmek için içli bir nefes daha koyverdi.

 

"Şimdi daha çok annesizliği üzerken, sen annesi olacaktın, her şey bozuldu."

 

Oğlunun kısık sesi içini titretti Semiha'nın.

 

"Öyle deme Muradım. Hele bi babanla konuşam ben, Asil'le konuşur o."

 

"Anne Asille konuşur, Asil de adam gibi adam. Saygısızlık olmasın diye kabul eder ama böyle bir anda o adamdan nasıl düğün isteyelim? Başına gelmeyen kalmamış, tam yüzü gülecekken yine bir darbe aldı. Adam her şeyi içine atıyor zaten, bunu da atar ama ben bu veballe yüzüne bakamam. Kardeş o artık bana."

 

Semiha tüm ömrünü oğluna yapacağı düğünün hayaliyle geçirmişken ne diyeceğini bilemedi. Tüm Adana, Öztürklerin Muratını konuşacaktı. Üç gün üç gece yapılcak düğün aylarca dillere dolanacaktı. Ama ana yüreği de oğlu böyle mutsuzken kurulacak düğünün hevesine varamıyordu ki.

 

"Murat... Şey yapak oğlum. Kimsenin gönlünü kırmayacak bişey yapak."

 

Murat annesinin yakınına iyice girip, çakmak çakmak parlayan gözleriyle annesine baktı.

 

"Nasıl? Nasıl olacak ki o iş?"

 

"Kendi aramızda bi nikahımız olsun oğlum. Hoca da aynı gün gelir kıyar dini nikahınızı. Ev adamıyla toplaşırız, hayrınıza yemek dağıtırız aşevlerine. Napalım annem, nasip böyleymiş. Allah biliyo içimi, hep çok büyük bi düğün hayaliyle yaşadım emme kanatsizlik ettim demek ki bilmeden. Belki benim hayırlısını istemek yerine, güzelini istememin ecridir bu. Ne Asili milletin diline düşürecek işin içine sokalım pamuğum ne de sizin gönlünüzü kıralım."

 

Annesi böyle söyleyince de içi cız etti Muratın. Neyse yaza yaparız diyecek oldu, bir kış daha Birgülü koynunda uyutmadan geçirirse kafayı yiyeceği gerçeği alnına çarptı.

 

"O zaman da sen çok üzülürsün annem."

 

"Ben evladım üzülürse üzülürüm pamuk oğlum. De şimdi sen, Asil he derse buna mutlu olun mu sen? Hem canım daha da bişey demesinler, bak biz insanlığımızı ediyoz ne diyecekler?"

 

Murat istemsiz Birgül'e bulaşmak istedi. Onun köşeye sıkışmış hâli kalbini delirmiş gibi attırıyordu.

 

"Birgül de büyük düğün istemişti, o da razı olur mu ki?"

 

Semiha kaşlarını çattı. Oğluşu burda onunla evlenemedi diye üzülürken o yerden bitme gelin nazlanırsa oyardı gözlerini.

 

"Ver bakıyım sen şu telefonunu!"

 

"Ne yapacaksın ki?"

 

"Ara nişanlını!"

 

Murat gülmek için kıvranan dudaklarını sabit tutup Birgül'ün numarasını çevirdi, hoparlöre almayı ihmal etmemişti.

 

"Aşkım..."

 

Semiha gözünün altından oğluna bakıp telefona doğru eğildi.

 

"Aşkın değil gelin hanım, kaynanan!"

 

"Şey Semiha anne. Ben şey, Murat diye. Özür dilerim bilmeden dedim."

 

"Tamam tamam kıvranma daha da. Ağabeyin Muratla konuşmuş haberin var mı?"

 

"Evet... Biliyorum Semiha anne. Düğün için, yaza erteleyelim demiş."

 

Kızın düşen sesinden bu duruma onun da üzüldüğünü anladı Semiha.

 

"O iş öyle olmaz kızım. Hayırlı iş bunca zaman bekletilirse şeytan girer o işin içine. Şimdi büyüğün olarak dinle bakıyım beni. Asille, Hayrullah Bey konuşacak. Kendi aramızda küçük bir şey yaparız dedim ben. Ne olmuş canım, herkes yedi düvele reklam ederek evlenmiyo ya! Sizde giyin gelinliğinizi, damatlığınızı kıyın nikahınızı. Ne olacak yani ortalığa saçılası yapılmıyosa. Hem israf kızım, Allah ne der adama? Onca sükseye harcanan para kaç yetime aş, kaç talebeye mektep olur."

 

Biegülün bir kaç saniye sesi kesildi. Sonra sıralı sıralı konuşmaya devam etti.

 

"Şey... Siz nasıl isterseniz Semiha anne. Ben bir şey diyemem ki. Ağabeyim'le Heyrullah baba ne derse o olur."

 

"Ha şöyle, büyükler en iyisini bilir kızım. Böylesi hayırlıymış, darılıp gücenme. Vaziyet müsait olsa en iyisini yapardık ama el adamı kınar evladım."

 

"Haklısınız... Nasıl uygun olacaksa öyle olsun. En iyisini siz düşünürsünüz."

 

Murat kahkahayla gülmemek için yanağını ısırmak zorunda kalıyordu. Annesi yaşının verdiği bir ağır işitme durumundan farkında değildi ama Züleyha'nın fısıltısı belli oluyordu geri plandan. Birgüle diyeceklerini tembihleyişi yere yatarak, gülme isteği uyandırıyordu.

 

Telefonu büyük bir memnuniyetle kapattı Semiha. O olmasa bunlar asla yollarını bulup, düzlüğe çıkamazlardı. Saf oğlu da yaza kadar kukumav kuşu gibi düşünür dururdu. Şunca adamın üstünden elini çekse düz yolda yürüyemezdi canım bunlarda.

 

"Bu kız eve yakışacak. Bak anası çekildi üstünden nasıl uyumlu oldu hemen. Yoksa nerde mobilya alırken Muratla benim karar vereceğim şeylere siz karışmayın diyen çirkef, nerde şimdi en iyisini siz bilirsiniz diyen kedi. Sanki istediğini almayacakmışız gibi adamı tersleyişi nasıl canımı sıktıydı. "

 

Kedi lafıyla Murat kendini daha fazla tutamadı. Odayı dolduran kahkahası annesinin onu tebessümle izlemesine yol açtı.

 

"Kedi gibi değil mi anne? Küçük kedilere benziyor tıpkı."

 

Oğlu gülünce Semihanın da yüzünden çekildi hemen hüzün. Sırıta sırıta oğlunu izledi.

 

"Anam sende, zibidi. Erken evleneceğini duydun hemen geldi neşen yerine. Zati şu kızın neyini sevdin ben anlamadım ki?"

 

Murat gerisin geriye yatıp ellerini başının üstünde bağladı. Gözleri tavana takılmış annesinin sorduğu soruyu düşünüyordu. Birgülün her tatlı sözünde parlayan ela gözlerini, kendini tavlamak isterken nasıl beceriksiz oluşunu, her öpücüğünde bir süre nefesini düzene sokamayışını gözünün önünden geçti.

 

"Korkaklığını anne... Sevgi beklerken bile korkudan titreyen elalarını..."

 

 

 

 

********************

 

 

 

 

 

 

Günleri güzel geçirir olduk artık. Evdeki dert baykuşlarını yolculayınca her şey rayına girdi sanki. Birgül'ün düğün hazırlığına koşturmak çok keyifliydi. Yılan görümcemin keyfi öyle yerindeydiki ne kadar laf sokarsam sokayım suratıma sırıtarak bakıyodu. Anam öyle de hiç keyifli olmuyodu laf sokmak.

 

Bu arada da pimpirikli kocamla uğraşıyodum.

Asilin bana getirdiği kitapları okuyup bitirmem lazımdı. Ben canımın kıymetini bilmediğim için hamilelik değişimlerini okuyup anlayacakmışım. Aksi bişey olunca yok saymayayım diye okuduklarımı kafamda tutacakmışım. Asil efendi öyle buyurdu. Birde bebeklerin gelişimlerini okudum. İnsanın aklının alacağı bişey değil bu hamilelik. Bi damla su, bi cana nasıl dönüşür. Mercimek kadar can, bi yavru nasıl olur akıl alır gibi değil esasında.

 

Kahvaltıdan sonra Asil'e doktora gidecektik bu gün. Kalbinin atışını dinleyeceğiz inşallah. Elim karnımda uyanmaya, merdiven inip çıkarken sürekli karnımı korumaya başlamışım. Sultan abla diyene kadar ben bunun farkında bile değildim.

 

"Güzelim..."

 

"Hah çıktın mı Asil? Hadi inek aşağı, millet masa başındadır. Geçe kaldık bu gün."

 

"Ben sana beraber alalım duşu, zamandan tasarruf ederiz dedim ama."

 

"Şu iyi yüreğin başımıza dert be kocam. Nazlıyı napacaktın o ara? Bi sana bi bana sürerdi keseyi boncuğum."

 

Bu günlerde boklu boncuk koynumuzda yatmayı iyice huy etti. Zillinin içine mi doğdu ne üstümden inmiyodu. Bende, ilerde ağırlaşırım da doya kana kucağımda taşıyamam korkusuyla daha çok koynumda gezdirir oldum.

 

"Züleyha, bu kız tombalak. Sende hamilesin, niye aldın yine kucağına?"

 

Daha ağzımı açamadan Nazlının attığı çığlıkla gülesim geldi.

 

"Baba e-e"

 

Asil gözlerini açmış bir bana bir kızına bakıyordu.

 

"Züleyha... O o bana ne dedi?"

 

"Tam dili çözülmedi ya babası anca bu kadar işte. Baba pis demeye çalışıyo garibim."

 

"Bana mı dedi onu?"

 

"Sen, kulağı duya duya şişko diyon emme kızıma! Şişko değil, kemikleri iri benim kızımın. Dimi annem, neren şişko senin?"

 

Tombul yanağını öpünce babasına kızdığından çatılan ince kaşları düzelip, gülücükler saçtı.

 

"Annişim öpüm"

 

"Öp annecim, ohh... Bal bu kız, öp de çatlasın baban."

 

Asil iki eli belinde bizi çatık kaşıyla izliyodu. Hasetlendi garibim onu öteledik diye.

 

"Siz şu an resmen beni dışlıyorsunuz. Ana, kız resmen dış kapının mandalı yapıyorsunuz beni. Gel bakalım nazlı boncuk. Babaya pis demenin hesabını vereceksin.

 

Kucağımdan çekip aldığı yavrumu yatağa yatırdı. Tombul göbüşünü burnuyla gıdıkladıkça çığlıklı gülüşleri doldurdu odayı.

 

Biraz baba kızın oynaşmasını bekleyip sonra indik aşağı. Kahvaltımızı da yapıp kalktık.

 

"Yenge bezelyenin fotoğrafını da getirin bize."

 

"Kız, siz benim yavruma ne zaman doğru düzgün sesleneceğiniz? Daha dün mercimek diyodun."

 

"Belki bezelye kadar olmuştur yenge. "

 

Zeynepe yüz çeviriyomuş gibi edip gülümsedim.

 

"Çıkınca haber verin kızım, merak ederiz."

 

"Ararız anne, aklınız kalmasın."

 

Kısa zaman içinde hastaneye vardık. Randevumuz olduğundan hemencecik girmiştik içeri.

 

"Hoşgeldiniz Züleyha hanım. İsterseniz hemen kontrole geçelim, sonra şikayetleriniz varsa konuşuruz."

 

Doktor bu sefer beni düz bi sedyeye yatırdı. Elbisemin eteğini toplayınca bacaklarıma da yeşil bi örtü kapattı. Açılan karnımda kasıklarıma sıktığı soğuk jelle ürperdi tüm tüylerim.

 

Asil elime can simidi gibi yapışmıştı. Bir bana bir doktora bakıyodu. Heyecanı gözünün ışığından bile belli oluyodu.

 

"Hesaplamalarımıza göre şu an sekizinci haftanın içerisindesiniz Züleyha hanım."

 

Kasıklarıma bastırdığı aleti ileri geri hareket ettirip durdu.

 

"Kese sağlıklı bir şekilde yerleşmiş ve bebeğiniz de on üç milim olmuş. El ve ayakları oluşmaya başlamış, yüzü de şekilleniyor artık."

 

Bahsettiği herşey öyle güzel geliyodu ki kulağıma. Karartıdan başka bişey belli olmayan ekrana bakacam diye boynumu uzatıp duruyodum.

 

Doktor elini makinaya uzatıp bişey yaptıktan sonra odayı bi ses doldurdu. Bu nasıl anlatılır bilmem ama kalbi titreten, burun kemiğini sızlatan, ayak parmaklarına kadar tatlı bir sızının sardığı bi histi.

 

"Bu... Onun kalbi mi? Züleyha, kalbi atıyor."

 

"Evet Asil bey. Oldukça güçlü atışları var."

 

"Ama çok hızlı, niye böyle hızlı? Allah'ım Asil bu nasıl bişey?"

 

Gözümün kenarlarından sızan yaş, dudaklarımı kaplayan gülüşe nasıl tersti . Ekrana kilitlenmiş gibi bakan Asil'in da parlak su damlaları kaplamıştı irislerini.

 

"Onun kalbi çok hızlı olur annesi, bir an önce büyüyüp size kavuşmak için hızlı hızlı atar."

 

"Biz fotoğrafını alabilir miyiz? Anneannesi, halaları bekliyo evde."

 

"Tabiki. Buyrun siz karnınızı temizleyin. Sonra masamda görüşelim."

 

Ben daha uzanmadan Asil aldı peçeteleri, karnımdakini de silip temizledi beni. Ayağa kalktığımda sıkı sıkı dolandı kollarını belime.

 

"Bana bunu yaşattığın için çok teşekkürler Züleyha. Ben, ömrüm oldukça o kalp atışının varlığına şükür edeceğim."

 

"Bende Asil, o es içimde yankılandı sanki."

 

"Seni çok seviyorum zümrüt göz. Seni, seninle gelen her şeyi aklının almayacağı kadar çok seviyorum."

 

Sesi içli içli çıkınca yüzünü güldürmek geliyodu hep içimden.

 

"Hakkımı yedirmem Asil efendi. Bende az yanık değilim şimdi sana."

 

Takılmam hoşuna gitti heralde ki başını geriye atıp dolu dolu güldü.

"Hadi doktoru bekletmeyelim, az daha konuşursan ağzını yemem gerekecek."

 

Doktorun yanında en fazla on dakika kaldık. Şikayetimiz olup olmadığını sordu. Bulantılarımın başlayacağı zamana girdiğimi söyledi. Hafifletmenin yollarını, çok olursa tekrar kontrole gelmemin gerektiğini söyledi. Sonrada çıktık yanından.

 

"Asil nereye gidiyoz şimdi?"

 

"Senin restorana gidelim zümrüt göz. Hem bak bakalım, malın güvende mi hemde bir yemek ısmarlarsın artık kocana."

 

"Asil ya..."

 

Restoranı dediği gibi üstüme yapmıştı kocam. Ondan beri de takılıp duruyodu, restoranın da restoranın diye.

 

Öğlen saati olduğundan baya kalabalıktı içerisi. Etrafı kolaçan ederken mutfağa da girdik. Kemal abi telefonda birilerine bağırıp duruyodu.

 

"Hayırdır ağabey, ne oluyor?"

 

"Hah Asil , seni arayacaktım. Askeriyenin hanımları ikindi için bahçe bölümünü kapattı. Rıza'nın da hanımı rahatsızlanmış gelemedi. Öylece kaldık, hamur ustası yok. Albayın hanım özellikle çeşitli içli gözlemeler istedi. Tatlı olarak da sütlülerden seçim yapmıştı. Gün gibi bir şeymiş. Her ay böyle bir gün restoranın bir kısmını kendilerine tahsis etmemiz üzerine anlaşmıştık. Kadın bir hafta öncesinde gözleme günü istiyoruz diye özellikle tembihledi. Şimdi hamur açacak ustamız yok. Yüreğir de çok kalabalıkmış, gelemeyiz dediler. Kaldık öylece ortada."

 

"Rıza bana hanımın hastalığını söylememişti, yapmazdı o öyle şey."

 

Kemal abi tezgahın kenarından sıyrılıp yanımıza geldi. Etrafta koşturanlarda gözünü çevirip tekrar bize baktı.

 

"Var onda başka sıkıntılar. Allah korusun ama hanımın hastalığı kötü huylu galiba."

 

Kendimi tutamadım "essahtan mı abi" demiş bulundum.

 

"Kusura bakma gelin hanım, hoşgeldin diyemedik. Adam pek anlatmadı ama bir iki kere konuşurken duydum galiba. Allah yardımcıları olsun."

 

"Amin Kemal ağabey. O işle ilgilenelim mutlaka. Ne yapıyoruz şimdi, varmı bir planın?"

 

"Asil ulaşabileceğim herkese ulaştım ama yok, son dakika olunca öylece kala kaldık."

 

Asilin de elini ensesine atıp düşünen hâli canımı sıktı.

 

"Asil, şey. Ben köyde gündeliğe ekmek yazmaya gidiyodum. Gözleme için de yufka açmak gerekmez mi? E ben yaparım kocam."

 

Kemal abi hemen yüzüme baksa da Asil kaşını hemencecik çatmıştı.

 

"Olmaz öyle şey Züleyha. Hamile hamile iş mi yapıcaksın birde?"

 

İyiydi hoşdu da hamileliği hastalık gibi görüyo oluşu pek canımı sıkıyodu. Bizi izleyen Kemal abiye şöyle bakıp iyice dibine girdim.

 

"Millet tarlada doğuruyo Asil! Adamcağız verdiği sözün altında kalmanın derdinde. Dinlene dinlene yapacam hem Asil. Taş taşıyacam demiyom ya"

 

Bi bana bi Kemal abiye baktı. İçine hiç sinmediğini biliyodum ama pek müşkül durumdaydılar. Adam dünden haberi olsa ayarlayacağını, şimdi biran da ortada kaldıklarını söyleyip duruyodu.

 

"Asil, ayakta mermerde açmasa gelin hanım yufkaları. Yer sofrası hazırlarız biz ona. Oğlum adam bulamadım, şurda iki saat kaldı gelmelerine. Özellikle el açması istedi, mahçup olmayalım albayın hanımına."

 

Asil el mecbur kaldığından pek bişey diyemedi. Garsonlardan iki kişiye hamur açılacak yer tahtası hazırlattılar. O ara bende üstüme uygun önlüğü geçirip, saçlarımı da verdikleri kepin altına soktum. Hamuru yoğurmuşlardı bile. İçlerini hazırlarken ben de el attım.

 

"O ne gelin hanım?"

 

"Abi bizim orda çok yapar kadınlar. Köz patlıcandan gözlemeyi pek severler. Kıymalı, kaşarlı, patatesli yapılacak. Üç beş tane de bundan yapalım, bakalım buranın karıları da seviyo mu?"

 

Hem konuşup, hem gülüşerek işimizi yaptık. Asil de geçti bi kenardan gözünü dikti üstüme. İnsan biri izlerken ne zor çevirirmiş oklavayı elinde. Ben yufkaları büyütüp Kemal abiye verdim. O da içlerini doldurup sac da pişmesi için yoladı. Hanımların geldiği haberi mutfağa ulaştığında da bizden istenen sayının nerdeyse tamamını yapmıştık bile. Kalan yumakları bitirmek üzereyken köz patlıcanlı gözleme istendiği söylendi. Kemal abiye bakıp gevrek gevrek güldüm. İlk hiç içine sinmediğini, sırf patronun karısıyım diye sesini çıkarmadığını anlamadım sanmasın hiç. Özlemiştim bildiğim işi yapmayı. Ömrüm boyunca evlendim evleneli yaptığım tembelliğe hiç düşmemiştim ben. Bana verilen işi tamamlayıp ayağa kalktığımda bacaklarım fena uyuşmuştu. Asil izliyo diye hiç çaktırmadım emme kalktığım yere çöküyodum nerdeyse.

 

"Gel buraya gel. Yorulunca söyleyeceğim dedin birde. Nerde koca sözü dinlemek?"

 

"Ama bak ne çok işe yaradım. Adamcağız stresten kıpkırmızı olmuştu, şimdi yüzü gülüyo."

 

"Kemal ağabeyin ödü kopar mahcubiyetten. Onun stresi yetmiştir. Gel odama çıkalım."

 

Hatrıma gelenlerle gülesim geldi. Ah o oda, ne hallerimizi görmüştü ya bizim?

Benim gülüşümü görünce o da sırıtıp göz kırptı. Mustur, hiç bişeyciği de gözünden kaçırmıyodu.

 

Odaya girince geçip koltuğa oturdu. Elini de uzattı hemen.

 

"Gel bakalım, kucağımda dinlendireyim seni biraz."

 

Geçip yan bi şekilde kucağına oturacakken, durdurup bacaklarımı açmamı öyle oturmamı sağladı.

 

Yüzüme çok değişik bakıyodu. Kaşları çatık gibiydi emme sinirli de değildi.

 

"Züleyha..."

 

"Hı..."

 

"Sen çok seviyorsun bir şeyler yapmayı. Aşağıda çok eğleniyordun, çok mutluydun."

 

Ağır ağır salladım başımı. Huy işte, alışınca istiyodu tiyniyet işe yaramayı. Yaptığım gözlemeler sevildikçe ruhum okşandı sanki.

 

"İnsan işe yarar da, mutlu olmaz mı?"

 

Yine baktı derin derin yüzüme. Bakışı bendeydi ama aklı burda değildi sanki.

 

"Asil, ne oldu ki?"

 

"Züleyha, bu konuda eğitim almak ister misin?"

 

"Nasıl, ne demek ki o?"

 

" Bizim üç mutfak çalışanımız Adana merkezde altı ay gastronomi kursunda eğitim almışlardı. İlk bir sınava tabi tutulup, mutfak becerileri derecelendirilmiş. Sonra en yatkın oldukları alanlarda eğitim verilmiş. Hatta Suat altı aydan sonra üç ay da soslar ve aparatifler için devam etmiş. İstersen sen de o kursa giderek becerilerini geliştirirsin. Sorarız çocuklara. Sonra da gelir restoranının mutfağını kendin yönetirsin."

 

Dediklerini kafamın için de tekrar ettikçe bana nasıl güzel bişey demeye çalıştığını anladım. Ama Nazlı vardı, karnımdaki vardı. Olur muydu ki?"

 

"Asil ben çok isterim de iki çocuğumuz olacak. Yetişemezsem ya onlara?"

 

"Hamileliğin sürecinde seni durduğun yerde tutamayacağız belli. Eğitimini bu süreçte alabilirsin. Ama önce şartları bir öğrenelim, uzun saatler sürecekse sonraya bırakırız. Bebek doğduktan sonra da bir süre onu büyütürüz. Ama istersen ilerde böyle bir şey yapabiliriz. Zeynep okulunu anlattıkça nasıl izlediğini de gördüm. Dilersen dışardan liseyi de bitirirsin güzel karım. Ehliyet de almak lazım sana. Sen nasıl mutlu hissedeceksen ben seni her türlü desteklerim bebeğim."

 

Dedikleriyle dişim alt dudağımı kıstırdı. Ettiği her laf hayal gibi sızdı kafamın içine. Liseyi bitirmiş Züleyha... Ehliyetini alıp, arabasını kendi süren Züleyha... Restoranına gelip, işlerin ucundan tutan Züleyha...

 

Düşündükçe nasıl kalbim çarpmaya başladı Allah biliyo.

Essahtan çocukları az büyütünce bi işin ucundan tutsam ya. Boş boş evi gözlemesem de bi işe yarasam. Düşündükçe içimi bi coşku kapladı. İlerleyen ömrümü sevdiğim bi işi yaparak geçirsem, evlatlarımın gözünde okumamış bi anne gibi kalmasam.

 

"Asil... Vallahi çok güzel düşünmüşün. Asil, giderim ben o dediğin yere. Hemen öğrenirim ne öğretirlerse. Anam ne güzel olur. Ara ara buraya gelir, bi işin ucundan tutarım. Elimin becerisini artırırım. Kocam, canım kocam ne güzel olur ya."

 

Gülerek konuştukça hayran hayran beni izledi en büyük şansım. Benim ağzım laf doluyken birden dudaklarıma kapandı da anca susabildim.

 

"Sen ne güzel bir şeysin zümrüt göz."

 

Avuçlarının arasına aldığı yüzümün her yerini öpmeye başladı.

 

"Yerim senin çocuk sevincini."

 

Çeneme ordan boynuma doğru indi dudakları.

 

"Kıpır kıpır neşene, gülen gözlerine, ışıltılı gülüşüne kaç can verilir senin."

 

"Asil ya... Ne güzel konuşuyon sen benle."

 

"Bu kadar konuşmak yeter Züleyha hanım. Şimdi doğru düzgün sevin bakalım. Çok uzaksın mesela az daha yaklaş bana."

 

Diz kapağına yakın yerde otururken bianda kasıklarının üstünde buldum kendimi. Kalçamdaki eli birden çekmişti kendine. Göğüslerimiz de çarptı birbirimize. Nefesim bile hızlandı saniyeler içinde.

 

"Asil... Canımın içi biz her buraya gelişimiz de olmadık işlere mi girecez?"

 

Fısıltıma dişlerini göstere göstere güldü.

 

"Sen karşımda böyle bülbül gibi şakırsan, tatlı tatlı gülersen nasıl dayanayım zümrüt göz? Öpsene beni..."

 

Alt dudağımı kıstırıp bi gözlerine bi beklentiyle kısılmış dudaklarına baktım. Az yanaşıp dudaklarımı usul usul sürttüm dudaklarına.

 

"Asil..."

 

"Hmmm..."

 

"Sen böyle bakınca bana, canım seni çekiyo."

 

Dişleriyle üst dudağını kıstırıp bi bana bi kapıya baktı.

 

"Hamilesin sen güzel bebeğim. Canının çektiğini vermemiz lazım. Ama biraz hızlı olmamız gerekebilir."

 

"Nasıl olacak o?"

 

Puslanmış sesi karnımda tatlı bi sızıya neden oluyodu. Üstelik kasıklarımın altında başlayan kıpırtı onun da fena bi hâlde olduğunun kanıtı gibiydi.

 

Kalçamdaki elleri önüne doğru kayıp kemerini açtı. Gözümü ondan ayıramıyodum bi an bile.

 

"Biraz kendini yukarı kaldır bebeğim."

 

Omuzlarından tutunup iki yanda dizlerimin üstüne kalktım. Elleri eteğimin altına girip çamaşırımı yana doğru kaydırdı.

 

"Gel buraya."

 

Fısıltısıyla yavaşca üstüne oturmaya başladım. Eliyle kendini girişime yerleştirdi. İçime yavaşça kayınca sol eli ensemden yapışıp kendine çekti. Dudaklarımı esir alan dudakları hırsını, içinin şehvetini her yanıma bularcasına öpmeye başladı. Benim de bir elim omzundayken, diğer elim yüzünde hızına yetişemediğim öpücüğüne eşlik ediyodum. Olabildiğine yavaş jareketlerle üstünde oturup kalktıkça kasıklarım yanmaya, içimi tatlı sızılar sarmaya başladı.

 

Belki de birbirimize karıştığımız ilk zamandan beri ilk kez böyle usul usul sevdik birbirimizi. Çok hoşuma gitti kırılacakmışım gibi narin dokunuşu. Nerde olursak olalım bana duyduğu isteği yüreğimi titretiyodu.

 

Böyle sevilmek, Asil gibi bi adam tarafından sonsuz bir aşkın sahibi olmak, tarifi mümkün olmayan mutluluğumdu.

 

Keşke daha çok dua etseydim. Keşke daha iyi bi kul olup duamın göklere ulaşmasını sağlayabilseydim.

Keşke onsuz kalma korkusuyla yüzleşmek zorunda hiç kalmasaydım.

Keşke bir sokak aralığında adını fısıldayarak karanlığa gömülmeseydim...

 

 

 

 

 

 

Bölüm sonu düşünceler buraya?

 

 

Asile söylemek istedikleriniz;

 

 

 

Züleyhayla söylemek istedikleriniz;

 

 

 

Hadi buraya da bana söylemek istediklerinizi alayım bebekler;

 

Loading...
0%