@orenda
|
Selam yavrular.
Bölüme geçmeden kısa bir sitem edeyim sonra geçelim hemen😒 o kadar yorum ve beğeniyi unutmayalım dedim, minnoş minnoş bölümler yazdım ses çıkarmadınız illa bıçağı yiyince mi sesiniz çıkacaktı zilliler!!! Şurda zaten azınlık kaldık birbirimize sahip çıkalım diyorum okuyan topukluyor. Vallahi çok kırıcısınız🥺
Neyse hadi yeter bu kadar atar gider. Gidin okuyun bölümü de görün gününüzü. Gelip bana bu nasıl bölümdü diye sitem de etmeyin ben çok üzüldüm o kadar bölümlerce sıra sizde😈
Evden çıktığı andan beri içinde bir sıkıntı vardı. Havanın sıcağına yordu bunu. Ne kadar kalbi onu uyarsa da kötü düşünmek istemeyeceği kadar güzel bir hayatı vardı sonuçta.
İşler de oldukça birikmişti son günlerde. Karısının ve çocuklarının yanından ayrılası gelmiyordu ki çalışsın. Dudakları kıvrıldı. Dün ona oyun kuran işgüzar aklına düşünce her zaman yaptığı gibi farkında olmadığı gülümsemesi büyüdü. Oyuncunun, ele avuca sığmazın tekiydi karısı. Birde küstü diye arsızca üste çıkmaya çalışacak kadar da hin akıllıydı. Ama pişman olup, birde göğsüne sırnaşması yok mu düşünürken bile kalbini hızlandırıyordu. Özür dilemesi bile Züleyhacaydı. Sen küsme demişti o zümrütleri dolu dolu.
Sen küsme, sen küsünce ben evsiz kalıyorum...
Başını iki yana sallayıp uzaklaştı o cümlenin sol yanını döven hissinden. Sanki Asil onu bırakırmış gibi. Sanki kimse Züleyhasını Asilden alabilirmiş de Züleyha yalnız kalırmış gibi.
Sonra dudaklarını düzeltip önündeki işlere baktı. Erken bitirip kızlar alışverişteyken yakalayabilirdi onları. Züleyhanın sağı solu belli olmazdı çünkü. Dün eriklerini yedi diye gidip pembe kravat alabilir, birde naz, niyazla onu Asile taktırırdı. Evet taktırırdı zira Züleyhaya hayır diyecek bir Asil yoktu artık bu dünyada.
Elindeki işe dönüp, dikkatini kağıtlara verdi. Seyhan'da ay sonu faturalarını hazırlıyordu. Vergi ayına girildiğinden hesapları halasıyla kontrol edeceklerdi.
Halasını aradığında Yüreğir'de ki restorandan çıktığını, oraya geldiğini öğrendi. Telefonu kapatırken hiç mesaj yada çağrı olmadığı için az gönüllenecek oldu. Alışverişte unutulmuş muydu yani? Sonra karısının sesini duymak istedi. Arayıp iki dakika konuşabildiler sadece.
Züleyha, Zeynep'in hiç bir şeyi beğenememesinden şikayet edip, en son saçlarını yolarsa suçlu bulmamasını istemişti. Gülümsedi.
Karısının günlerdir nasıl emekle bu nikaha uğraştığını görüyordu. Her şeyde eli vardı Züleyha'nın. Birgül'e belli etmemek için üstten üste konuşuyordu ama asıl amacının gönlünde tek bir heves bırakmamak olduğunu biliyordu. Keşke Asil zamanı geriye alıp, şimdi Züleyhanın emek emek yaptığı her şeyi ona yaşatabilseydi.
Birgül için verdiği çabayı gördükçe bunun pişmanlığı içini sarıyordu. Ama Asil onu başka bir şekilde mutlu edecekti. Dudakları keyifle kıvrıldı tekrar. Züleyhaya hazırladığı sürprizi Züleyha görünce delirecekti sevinçten.
Nasıl iyi gelmişti onlara karısı. Nasıl çiçekli bahçeye çevirmişti kasvetli evlerini? Zeynep en başından sevmişti zaten. Şimdi ise Birgül, karısına çok daha farklı bir gözle bakıyordu. Akşam erikleri yıkarken mutfağa girmişti. Onun için Züleyhanın yalan söylediğini , aslında niyetinin kötü olmadığını dile getirmişti.
Birgül'ün pişmanlık içinde "benim yaptıklarımdan sonra benden küçük kız annelik yapıyor bana ağabey" deyişi geldi hatrına. Gerçekten yaşı küçük olmasına rağmen herkesin annesi olmuştu Züleyha.
Yine özlediğini hissedip aradı ama açılmadı telefon. Buna da sinir oluyordu. Onu her aradığında bulamıyordu. Bir türlü telefon kullanmaya alışmamıştı.
Son faturalarıda kestiğinde telefonu çaldı. Züleyha sanmış, azarlamak için sesini ayarlamıştı ama ekranda Cemil'in adını görünce kaşları çatıldı.
"Hayırdır koçum?"
"Ağabey pek hayır değil gibi. Bir terslik var."
Asil ayağa kalktı. Elindeki kalemde düşmüştü.
"Ne oldu Cemil?"
"Ağabey biliyorsun Neslişah hanımı sürekli izliyorum. Bir haftadır hiç hareket yoktu ama dün gece bir numarayı aramış tam 54 dakika konuşmuşlar. Bana verdiğin numara değil diye üstelemeyecektim ama içime kurt düştü."
Asilin eli boğazına gitti. Aldığı son nefes zehir gibi bir tad olarak soluk borusuna doğru yayılmaya başladı.
"Ne Cemil ne!!!!"
"Abi numarayı sorgulattım Dursun Çaldırana aitmiş. İlk Nazlı meselesidir kesin dedim. Sonra Kenanı aramış gece ama Kenanla sadece dört dakika konuşup kapatmış. Dursun Çaldıranın telefon takibi için arkadaşı bekledim tekrar. Çocuk biraz önce aradı. Neslişahla konuştuktan sonraki arama Mustafa Kavaklıya ait."
Asil dizlerinde titremeyle, omurgasından aşağı keskin bir acının geçtiğini hissetti.
"Hayır!!! Hayır Cemil! Karım dışarda. Cemil Züleyhayı aradım açmadı. Karım, kızım dışardalar!Ne olur Cemil Allah aşkına yerini bul! Karım dışarda yalvarıyorum bul yerini Cemil!"
Korku boğucuydu. Korku hiç olmadığı kadar dirive kahrediciydi. En belalı kabusları bile unutturacak kadar zalimdi Asilin şu an hissettiği korku. Olduğu yerden fırlayınca, merdivenleri üçer beşer indi. Ardında kalan Kemal ne olduğunu şaşırmıştı.
Asil telefonla Birgülü aradı.
"Ağabey!"
"ZÜLEYHA NERDE???"
"Ağabey su almaya çıktı Nazlıyla. Ya bekliyoruz bizde hâlâ gelmedi."
"Allah kahretsin nerdesiniz nerde Birgül!!!!"
"Saat kulesinin ordaki butikteyiz. Köşedeki büfeden alacaktı. Ağabey ne oluyor dur çıkıyoruz, buluruz şimdi."
Asil hiç bir şey demeden arabasına atladı. Hayatı boyunca hiç böyle hızlı sürmemişti, hiç bir kuralı böyle fütursuzca çiğnememişti. Cemil aradı tekrar.
"Abi telefon sinyalini yakaladık yengenin. Ekipleri yönlendiriyoruz şu an. Abi sakın yanlış bir şey yapma! Ben burayı ayağa kaldırdım Asil, Adana Asayişle irtibattayız, civardaki tüm devriyelere anons geçecekler. Asil abim sakın yanlış bir şey yapma!"
Asil son anda teğet geçtiği bir arabanın yanından hızını artırarak uzaklaşırken başını iki yana sertçe salladı.
"Eğer!!! Eğer karımın, çocuklarımın canına bir şey olursa Cemil... Senin çalıştığın birim bile durduramaz beni."
"Abi kendi ipimi çektim zaten ne olur yakma kendini. Sen gitmeden orda olurlar bile. Bir şey olmayacak. Hiç birine bir şey olmayacak!"
"Tam olarak nerde? Şu an nerde Züleyha?"
"Sarnıç sokaktan alıyorum sinyalini. Tek yön sokak. Saat kulesinin yüz metre solunda kalıyor."
Asil telefonu kapatıp yan tarafa attı. Hızını olabildiğine artırdı. Ağzında karısı ve çocukları için duası titreyerek çıkıyordu.
"Allahım ne olur..."
Burnunun direği sızladı. Sesi kendinin bile duyamayacağı kadar kısıktı. Dualarının devamını getiremeyecek kadar da korkuyla kavgaya tutuşmuştu.
"Allahım... Ne olur yapma..."
Meydandaki kavşaktan kırmızı ışıkta geçişiyle ardından çalan kornaları zerre umursamadı. Sokağın başında arabadan fırlayıp araya gireceği zamanda her yeri siren sesleri doldurmuştu. Aynı anda gelmişlerdi. Arabadan hızla fırlayıp sokağa girdi. Gördükleriyle kanı çekilmişti. Adamın biri yerde der top olmuş karısına elindeki bıçağı saplayıp geri çekmişti. İkinci kere bıçak karısına yönelince bir haykırış kopardı. Yeri göğü inleten, gırtlağını yırtan bir haykırış. Polislerin müdehale etmesine fırsat vermeden adamın üstüne atılmasıyla yumruklarının nereye geldiğini umursamadı. Altında kalan bedenin yüzüne inen her yumruk bir çatırtı çıkarıyordu. Birileri onu tutmaya, çekmeye çalışıyordu ama kapkaranlıktı görüşü. Yer neredeydi, göğe ne olmuştu hiç birini bilmiyordu. Şu an tek düşündüğü canlarına gelen zararın hırsıydı.
"Asil!!! Kalk karına bak!!!"
Ona kim bağırdı bilmiyordu ama karın kelimesiyle yumruğu asılı kaldı havada. Sonra zifte bulanmış hareleri yan tarafa kaydı. Birileri karısının başında bir şeyler yapıyordu. Kızının ağlamaktan kısılmış sesini duydu. Gözünden kor sıcaklığında bir yaş kaydı.
Kendini tutanlardan sıyrılıp karısının kıvrılmaktan küçücük kalmış bedenine yanaştı.
Sağlık ekipleri yerde der top olmuş bedenine müdahale etmeye çalışıyordu.
"Bebeği alalım. Bebeğe çok sıkı sarılıyor. Hanımefendi duyuyormusunuz bizi?"
"Sesli uyaranlara cevap yok, bebeği anneden ayırıp hayati değerlerini kontrol ediyoruz."
Yanında konuşan sağlık çalışanlarının dedikleriyle kilitlenmiş vücudu çözüldü. Titreyen elleri karısına ulaştı.
"Züleyham... Geldim karım, geldim sana."
Hıçkırdı. Gözlerinden dökülen yaşlar puslu görmesine neden oluyordu. Sonra bir hıçkırık daha çıktı.
"Anneyi, bebekten ayıramıyoruz, destek lazım!"
Birileri bir şey söylüyordu ama Asil Züleyhanın toprağa sızmış kanını görüyordu sadece.
"Züleyha... Ne olur Züleyha... Yalvarırım ne olur bırakma beni. Züleyha ben dayanamam, kızımız dayanamaz. Nazlım, bebeğim..."
Sağlık çalışanlarının kanguruyu keserek Nazlıyı çıkarmasıyla atılıp kızını kollarına aldı. Öyle çok ağlamıştı ki gözleri kan çanağına dönmüştü. Hâlâ ağlıyordu ama sesi çıkmıyordu. Ses telleri nasıl hasar gördüyse inilti olarak çıkıyordu sesi.
Nazlı ağlamaktan şişmiş gözleriyle onu görür görmez hemen atılıp, iniltiler içinde göğsüne saklanmaya çalıştığında bağrını yakan o hıçkırık bir kez daha duyuldu.
"Yavrum, nazlı kızım."
Asil karısıyla ilgilenenlere bakıp, gözlerini korka korka tekrar elbisesinin kan olmuş kısmına değdirdi. Ateşe değmiş gibi kaçtı gözleri o uğursuz kızıllıktan.
"Züleyha ölürüm... Beni bırakma ben ölürüm..."
"Yaraya müdehale için pozisyon değiştiriyoruz arkadaşlar. Sedyeye yüz üstü alalım hastayı. Acele edin, nabız çok düşük."
Züleyhayı ambulansa bindirdiklerinde aklı hâlâ yerinde değildi. Birileri onu tutup ambulansa bindirmese ne yapacağını bilemezdi. Ambulansta kızını muayene edecekleri zaman Nazlı yine ağlamaya, çırpınmaya başladı. Hemşire üzgün gözlerle babasının kucağında olabildiğine baktı bebeğe. Elinin üstünde yere sürtmekten yüzülmeler olmuştu. Züleyha'nın ona sarılıp korumaya çalıştığı zaman ise başını vurmuştu yerde bir noktaya. Büyük bir deri açıklığı yoktu ama her ihtimale karşı tomogrofi çekilmesi gerektiğini söylediler. Asil içindeki acıdan kendine gelip konuşamıyordu. Sadece gözlerinden aktığını bile fark etmediği yaşları döküyor ve titreyen elleriyle kızını göğsüne bastırarak sarılıyordu.
Sedyede yüz üstü yatan karısına baktıkça aklını kaybedeceğini hissetti. Onsuz ölürdü Asil. Nasıl yaşayacaktı? Züleyhasız yaşayamazdı ki. Züleyhasız nasıl yaşıyordu önceden onu bile bilmiyordu. Aklı daha haberini alalı bir ay olan bebeğine düştü.
"Hamile... Benim karım hamile. Bebeğimiz var bizim. Çok küçük o. Bebeğimiz var."
Titreyen sesinden çıkanlar ambulansdaki sağlık çalışanlarının birbirlerine bakmasına neden oldu. Doktorun elindeki eldiveni çıkarıp yenisiyle değiştirdiğini ve karısının eteğinin altına elini soktuğunu gördü. Eteğinin altından çıkardığı elinin iki parmağındaki kanla dünyası başına yıkıldı. İniltisi yaralı bir kurdun çığlığı gibi yankılandı kulaklarında.
Doktorun bir şeyler dediğini işitiyordu ama anlamadı. Bağlanan seruma bir ilaç enjekte ettiğini gördü.
Kalbi korkusunu iki katına çıkardı. Gidiyor muydu bebeği? Onları bırakacak mıydı? Ama buna nasıl dayanacaktı? Züleyhaya ne derdi?
Yapamamıştı işte. Ne kadar korumaya çalışsa da başaramamıştı. Zaten hiç bir şeyi başaramıyordu ki. Şimdiki aklı olsa evde saklar, tüm dünyasını bir kozayla kapatırdı. Sadece on dakika. On dakika erken haberi olsa. On dakika erken buraya ulaşmış olsa bunların hiç biri olmazdı. Hayatını on dakika geç kalmak mahvetmişti.
O sadece bir yuva istemişti. Karısıyla, evlatlarıyla mutlu bir yuvanın hayalini kurmuştu. Sadece on dakika geç kaldığı için hepsini kaybedecekti. Lanet olası bir on dakika ondan tüm ömrünü söküp alıyordu.
"Ölmesin, ne olur gitmesin..."
Fısıltıyla çıkan sesini duysalar bile bir şey demediler. Diyebilecek yetkide olmayışlarımıydı sebep yoksa denilecek tüm kelimeler de o on dakikanın kurbanı mıydı, bilmiyorlardı.
En fazla yedi dakika sürmüştü yol ama yetmiş seneye bedel bir zaman ağırlaşması yaşadı Asil.
Vücudunda güç namına zerre emare yoktu. Bir sis bulutunun altında, titreyen adımlar taşıyordu onu. Karısını girmesine müsade etmedikleri bir alana taşıdılar. Kucağında kızıyla kapının önüne çöktü öylece. İki yandan kayarak kapanan kapıda kaldı bakışları.
Yavrusunun yorgun vücudu uykuya direnemeyip durulduğunda bile hıçkırır gibi nefes alıyordu. Dudakları başına yaslandı. Gözlerinden sessizce akan yaşlar gırtlağının en acı veren kısmından hıçkırarak çıktı sanki. Omuzları sarsılmaya, kalbi korkudan çatlarcasına atmaya devam etti. Kızının yüzüne dökülen yaşlarını avucuyla silse bile yenilerinin akmasına engel olamıyordu.
Yanından geçenlerin ona nasıl acıyarak baktığından habersizdi. Ona yaklaşan hemşirelerin varlığını zerre hissetmiyordu. Canı öyle çok yanıyordu ki biri omurgasından aşağı kocaman bir yarık açsa göğsündeki sancıya yetişemezdi.
Uğraşmıştı. Gözünü o kadının üstünden bir an bile ayırmamıştı. Ama saf bir kötü değilseniz yetişemezsiniz. Hücrelerine kadar irinle dolu bir kalbin karşısında hep bir adım geridesiniz demektir. İçinizdeki iyi yan mutlaka geride bırakır sizi. Asla onlar kadar derin bir pisliği kalbinizde ağırlayamazsınız, asla onlar kadar yakıcı yaraları tehayyül edemezsiniz. Önlem alırsınız, yetişmek için çabalarsınız ama bilmediğiniz o karanlık evrenin sınırları nerede başlar nereye uzanır tahmin edemezsiniz. Asil Neslişah'a karşı surlar dikti ama Dursun Çaldıran gerçeğini düşünemedi.
İyi olmak, iyi kalmak ve iyi ölmek isteyen yanı, katran karası bir bataklıkta çırpınmaya başladı.
Kızının sürtünmekten soyulmuş elini koklayarak öptü. Züleyhanın vücudunda açılan yara, doktorun parmaklarına bulaşan kan onda iyiye dair ne varsa silip attı. Saf kötülüğün olmadığı dünyada saf iyilik de sonsuza kadar tutunamıyor. Birileri geliyor ve bir alimi, bir zalime vicdansızca çevirebiliyor.
Asilden bir zalim istedilerse bunu onlara verecekti. Adına ekledikleri o sıfatı lav olup üstlerine dökecekti. Şu saatten sonra annesine layık bir evlat olmak zerre umurunda değildi.
Karısının, kızını ve doğmamış bebeğini korumak için der top olmuş hali gözlerinin önüne geldikçe dünyaya bir zalim nasıl olunur öğretme hissiyatıyla dolup taştı. Nazlıyı korumak için kendini kenetlemiş o halini asla unutmayacaktı.
"Beyefendi, bebeği muayene etmemiz lazım."
Kulağına çalınan seslere bile algısı kapalıydı.
"Beyefendi, başını çarpmış. Çocuk doktorumuz muayene etmeli. Uyuması doğru değil."
Yüzünü ıslatan yaşları elinin tersiyle silip, çöktüğü yerden ayaklandı. Tek kelime edecek mecali yoktu. Onu yönlendiren hemşirenin peşinden ilerledi. Kucağından alınmasıyla sıçrayarak uyanan kızı yine korkuyla ağlamaya, çırpınmaya başladı. Ama ses tellerindeki hasar kısık bir inlemenin ötesine taşıyamadı onu.
"Korkuyor. Benim kızım çok korkuyor, kucağımda bakın. Daha çok korkmasın, annesi uyanana kadar çok ağlar. Korkmasın..."
Doktor karşısındaki perişan adamın haline oldukça üzüldü. Karısının yaralı getirildiğini duymuştu. Daha da fenası korkunç bir saldırıya uğradığı hemşireler tarafından konuşulurken kulak misafiri olmuştu.
"Başını arbede sırasında çarpmış, gördüğüm kadarıyla şiddetli bir çarpan yok. Tomogrofiyi bu yaş için önermiyorum, iki saatlik zaman aralıklarıyla kontrolünü sağlayalım. Hemşire hanımlar sık sık kontrole gelecekler. Kusma, ateş gibi bir hâl içerisine girerse siz beklemeyin gelin."
Doktor daha fazla ne diyeceğini bilemedi. Yıkılmış bir eş ve kahrolmuş bir babaya daha fazla hangi kelimeler kullanılırdı ki.
"Hastanede olacaksınız büyük ihtimalle. Gece nöbetçiyim, tekrar kontrolünü yapmak için geleceğim bende."
"Sesi... Sesine..."
Doktor babasının göğsüne saklanan bebeğe bakıp, kırık bir tebessüm gönderdi.
"Şiddetli ağlama sırasında ses telleri yıpranmış olmalı. Biraz daha iyi hissettiğiniz bir anda tekrar muayene edelim. Şu an tekrar ağlatmak doğru değil "
Kim ne derse başını sallayarak onayladı Asil. Göğsüne yaslanınca durulmuş kızına biraz daha sarılıp çıktı doktorun odasından.
Sürüklenen adımları karısını aldıkları kapıya tekrar taşıdı onu. Yaklaşık yarım saat sonra içerden çıkan doktorla sırtını yasladığı duvardan ayrıldı.
"Ka... Karım..."
Doktor araladığı maskesiyle, hızlı bir bilgi aktarımı sağlayıp hastanın yanına girmenin derdindeydi.
"Hastayı acil ameliyata almamız gerekiyor. Aldığı bıçak darbesi maalesef sağ böbreğe ağır hasar vermiş. Şu an kadın doğum uzmanımız müdehale ediyor, muayene bittiği anda ameliyat için hasta hazırlanacak."
"Bebeğim gitti mi? O gitti mi?"
"Doktorumuz şimdi çıkacak. O size daha sağlıklı bilgi verecektir. Lütfen metanetinizi koruyun. Saldırı karnını hedef almış ama eşiniz refleks olarak bıçağın yönünü değiştirmiş. Kesi rahime yakın bir bölgede değil. Aldığı darbeler sonucunda fetüs ne kadar etkilendi net bilgi veremiyorum."
Doktor kelimelerini bitirmeden içerden maskesini çıkaran bir kadın çıktı. Asil çenesindeki titremeyi durdurup 'nasıllar' diye soramıyordu.
"Karım... Bebeğimiz, o gitti mi?"
Doktor başını iki yana salladı.
" Rahime direk bir darbe yok ama maalesef kesenin etrafında kanama mevcut. Vajinal kanama düşük riskini artırıyor. Organ kaybıyla beraber bu riskin oranı da yükseliyor maalesef. Ameliyat sonrası fetüs tutunabilirse progestoren tedavisi uygulayacağız. Kanama sonlanana kadar hastanede tedavisi devam edecek."
"Peki böbreği, nasıl olacak? Biri olmayınca nasıl olacak? Onun yaşamasına engel olacak mı? İyi olacak mı benim karım?"
"Tek böbrekle hayatını devam ettiren bir çok insanımız var. Sol böbrek, sağın görevini üstlenecektir. Kaliteli bir yaşam sürerse tek böbrekle de oldukça sağlıklı bir yaşamı olabilir. Düzenli kontrollerini de aksatmazsınız. Ama önceliğimiz şu anki kriz anını doğru yönetmek. Hayati risk devam ederken bir şey söylemem doğru olmaz. Şimdi lütfen bırakın işimizi yapalım. Anne ve bebeğin sağlığı için zaman çok kıymetli."
Asil başını sallamaktan başka bir şey yapamadı. Züleyha'nın gözlerini görene kadar zehirli bir nefesi ciğerlerine soluyormuş gibi hissediyordu. Giren her oksijen canını çok yakıyordu. Kucağındaki yavrusunu sarsmadan hastalar için konulmuş sandalyelerden birine oturdu.
Çok güçsüzdü...
Elsiz, ayaksız kalmış kadar güçsüz ve yalnızdı. Züleyhasız yapayalnızdı.
Hayati risk devam ediyor demişti doktor. Kanama var demişti. Böbreğini alacaklardı. Karnına gelmesin diye bıçağa sırtını yaslayan karısı bebekleri için canını hiçe saymıştı.
Eli ceketinin cebindeki telefona gitti. Açılan telefonla kurumuş gözlerinden bir damla yine taştı. Dilberin telaşlı sesine, sorularına, bağrışlarına tek bir cümleyle karşılık verebildi.
"Hala... Hala gel, hala ben yine öksüz kaldım gel..."
Hastanenin adını fısıldayıp kapattı telefonunu. Ağzı onu yaratana dua için açıldı sadece. Bebeği ve karısı için yakarırcasına dua etti.
Koşturarak yanına yaklaşan adım sesleriyle başını kaldırdı. Gözlerinin akına al çalınmıştı.
Halasının ardından giren Birgül ve Zeynep de öylece kala kaldılar. Neler olduğunu anlayamamışlardı bile. Onlar büfeye ulaşmak istediğinde polisler olay yeri deyip uzaklaştırmışlardı. Ama bu akıllarının ucundan bile geçmedi. Kim, niye Züleyha'ya zarar versin ki?
Dilber titreyen bacaklarıyla yaklaştı. Asilin perişan hâli sorması gereken soruyu ağzından bırakamıyordu.
"Yavrum... Oğlum, Asil ne oldu? Asil!"
"Koruyamadım... Ben karımı, bebeğimi, kızımı koruyamadım."
Dilberin yğzüne aşağı bir yaş kaydı. Başka bir şey der diye tutunmaya çalıştığı dal kırıldı.
"Asil nerde Züleyha? Kızım nerde Asil, oğlum Allah aşkına bir şey de!"
Dilberin yüzünü ıslatan yaşları, Asilin kimsesiz bakışlarıyla daha bir hızlandı.
"Ameliyatta... Bıçakladı onu. Böbreğine gelmiş, düşük tehlikesi de varmış. Hala... Ben şimdi nasıl yaşayacağım?"
Dilber kucağında kızıyla perişan haldeki oğluna baktı. Onu bir kere daha böyle görmüştü. Böyle kimsesiz, kaybolmuş, korkak bir kez daha bakmıştı gözlerine. Altı yaşında, hasta yatağında yatarken kapı girişinde duran oğlan çocuğu tekrar karşısındaydı.
Züleyha'nın başına ne geldiğini bilmiyordu. Nasıl bir anda bu hâle düştüler bilmiyordu. Ama kendi doğursa anca bu kadar seveceği kız, içini yakmıştı. Göğsü pare pare bir sancıyla kıvranmaya başladı. Kalbi Yusuf diye feryat figan ağlarken ağzı Asili teselli etmek için aralandı
"Geçecek oğlum, geçecek. Çıkacak benim kızım ordan. Sapa sağlam kalkacak ayağa, yine kol kanat olacak hepimize. Geçecek yavrum..."
Saatlerin içerisinde dua ile kayboldular. Sonra eli yeğeninin üzerinden hiç çekilmedi. Asil'in Nazlıya sıkı sıkı sarınarak ameliyathanenin kapısını gözleyişi, damla damla döküldü gözlerinden. Bir birine sarılmış sessizce ağlayan yeğenleri korkudan soru bile soramıyordu.
Haberi alan ev halkı hep beraber doluştu hastaneye ama Asil'in halini gören yanına yaklaşmaya cesaret edemedi. Sultanın içli içli ağıdını duyuyordu sadece. Minişin dua mırıldanan kelimeleri çalınıyordu kulağına.
Üç saatin sonunda ameliyathanenin kapısı aralanıp doktorun çıkmasıyla ayaklandı hepsi.
Asil duyacağı olumsuz tek kelimede mahvolacağını biliyordu. Soru bile sormayacak bir çaresizlikte çare dileniyordu.
"Ameliyat başarılı geçti, zarar görmüş organ alındı. Hastanın durumu şu an için stabil. Ama fetüs için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim çok üzgünüm. Darbeler rahmi fazlasıyla sarsmış.Fetüs için tedaviye başladık. Kanamanın şiddetine göre ilacın dozu ayarlanacak. Hastamızı yarına kadar uyutacağız."
"İyi... İyi olacaklar ama değil mi? Kızım da torunum da iyileşecek tedaviyle."
"Anne sağlıklı ama bebeğin durumunu net konuşmak için zamana ihtiyacımız var. Üç hafta hastanede progestan tedavisi alacak. İlk hafta hiç ayağa kalkmaması gerekiyor. Serum ve sondayla yatışını sağlayacağız. Şu an için zamana ihtiyacımız var. Hastanın ilaçlara olumlu tepki vermesini beklememiz gerekiyor."
Doktor hızlı adımlarla uzaklaştı yanlarından. Ardından öylece baktı Asil. Dilber yine metanet kaftanını giymeye zorladı kendini. Sanki doktor çok güzel şeyler söylemiş gibi kırık bir tebessüm nakışladı yüzüne.
"Duydun mu oğlum? Bak ikisi de iyi. Bir şey olmayacak. Kızıma da torunuma da bir şey olmayacak korkma yavrum. Geçecek halam."
Asil aklını saran şeytanlardan kalbinin fısıltısını zor duydu. O iyiydi, bebeği gitmemişti. Karısı iyi olacaktı. İkisi de iyi olacaktı. Kucağında kızıyla kimsenin yüzüne bakmadan ilerledi. Onu bir kere görmesi lazımdı. Sadece bir dakika için bile kime yalvarması gerekiyorsa yalvarabilirdi.
Doktorun yanına girip Züleyha'yı görmek istediğini söyledi. Doktor kucağında uyuyan bebekle perişan haldeki adama baktığında, ne kadar çaresiz olduğunu anlayabiliyordu.
"Beş dakika kalabilirsiniz yanında. Şu an uyuyor, yarından önce uyanmayacakta. Ama bebekle girmeniz doğru olmaz. Steril bir hâlde hastanın yanına girmeniz lazım"
Asil göğsünde uyuyan kızına baktı tekrar. Nazlı uyanıp da annesini görmezse çok kötü olurdu.
"Ama... Kızım, annesini ister. "
"Bu geceyi atlatalım. Hastamız kendine gelsin, öyle kızını yanına alalım olur mu?"
Asil başını sallayıp onayladı. Dışarı çıktığında onu bekleyenlere yine bakmadı. Kucağında bitap düşmüş, uyuyan kızını halasına uzattı. Dilber hemen Nazlıyı kollarına alıp, göğsüne yasladı.
Hemşirelerin verdiği kıyafetleri giyip, yönlendirmelerini bekledi. Züleyha'nın yattığı odaya girdiğinde kurumuş gözleri tekrar ızdıraplı yaşlarını dökmeye başladı. En son altı yaşında bu kadar çok ağlamıştı. Annesinin serası yıkıldığında da ağlamıştı ama en çok altı yaşında. Saatlerce, günlerce akmıştı yaşları. Şimdi de öyleydi. Farkında olmadan göz kenarları sızıyordu sanki.
"Güzel... Bebeğim..."
Saçları yeşil bir bonenin içindeydi. Parlak gözleri kapanınca ve teninin rengi bu kadar soluk olunca onun Züleyhasına hiç benzemiyordu ki. Yaklaştı.
Ağzındaki oksijen maskesine, kolundaki serum girişine baktı. Boynunda sıkılmaktan morartılar vardı. Elinin üzerinde soyulmalar. Dirseğinde kanamış ve pansuman yapılmış bir yara. Gözünün kenarında kızıl, mor bir leke.
"Çok acıtmışlar güzel bebeğimi..."
Canını çok yakmışlardı. Onun öpüp okşarken bile incinir korkusu taşıdığı karısının canını çok acıtmışlardı.
Nazlı gibi onunda mı sesi kısılmıştı acaba? Attığı çığlıklara bir Allahın kulu dönüp bakmazken boğazı yırtılırcasına bağırmış mıydı? Adını haykırıp, kurtar diye ağlamış mıydı?
Dudağına sapladığı dişi kan tadını alana kadar yardı etini.
"Sana söz veriyorum zümrüt göz. Sana senin üzerine yemin ediyorum ki sabaha kadar taş taşın üstünde kalmayacak. Sen gözünü açana kadar buna sebep olanlardan geriye hiç bir şey kalmayacak."
Parmak uçlarını dudaklarına yasladı. Sonra Züleyhanın serum takılı elinin üzerindeki yüzükmesini üzerine melek dokunuşuyla değdirdi.
Odadan çıktığında halasına yaklaştı. Düşmüş omuzları dik, kaşları çatıktı.
"Nazlının yanından ayrılma hala. Ben gelene kadar bir an kucağından indirme kızımı."
Dilber Asilin yüzünü kaplamış kara gölgeyle telaşlandı.
"Asil nereye gidiyorsun? Asil!"
"Karım uyanmadan geleceğim. Kızımdan gözünü ayırma."
Hızlı adımlarla hastaneden dışarı çıktı. Eli telefona yine gitti. Bir sözü vardı. Kendi babasının yapmadığı babalığı yapan adama, yıllar öncesinde verilmiş bir sözdü. Şimdi o sözün toprağa düşme zamanıydı.
Açılan telefonla derin bir soluk aldı.
"Sana verdiğim sözü tutmayacağım usta! Ben bu gün senin bende iyi ettiğin ne varsa derimden kazıyarak söküyorum. Emeklerini haram edersen de hakkındır. Ama ben bu günden sonra sana ettiğim tüm yeminlerden dönüyorum. Helal etme bana hakkını."
Telefonun dışına taşan otoriter, sert bir ses telefonu kapatmasına engel oldu.
"Dur! Ne oluyor çocuk! Ne demek bu?"
"Bu gün benim karımın kanını akıttılar usta. Doğmamış yavrumun canını almaya kalktılar. Yaşına yeni girmiş kızımın korkudan, ağlamaktan sesi kayboldu. Benim üstüme işlediğin ne kadar iyilik varsa kanırta kanırta söktüler benden."
Çok kısa bir an sessizlik oldu ama ondan sonra otoriter ses tekrar yankılandı telefonda.
"Asil! Önce beni dinleyeceksin! Sonra kimle ne hesabın varsa görürsün. Kimin ne ettiğini bir bir anlat!"
"Dursun Çaldıran! Neslişah! İki şeytan bir olup dünyamı başıma yıktılar. İkisinin de külü kalmayacak. Ha birde bunları yapan iki orospu çocuğu daha var. Onları da yok edeceğim."
"Onlar kim?"
"Biri karımın köyünden. Döl israfı abisinin parayla Züleyhayı vermeye çalıştığı sapık. Diğeri kim bilmiyorum ama bulacağım."
"Gelinin memleket nereydi? Adamın adını ver bana."
"Kütahya... Söğütözünden Mustafa Kavaklı."
"Tamam. Onu ben hallederim. Sen öbür deyyusu sil Adanadan! Tek başına bir şey yapmayacaksın Asil. Cemilin haberi var mı?"
"Var..."
"Tamam... Birileri bulacak seni telefonunu aç! Kütahyalıyı ben bitiririm!"
"Ne yapacaksın?"
"Önce bi öğrenmem lazım kimdir necidir ona göre toplayıcıları gönderirim. Elinin altında para edecek tek bir tavuk kalmayana kadar soyulacak."
Asil başını iki yana salladı. Onun istediği mal mülk değildi. O Züleyhanın toprağı ıslatan kanının karşılığını istiyordu.
"Ben malını değil, canını istiyorum!"
"Hırsın gözünü kör etmesin demedim mi ben sana! Hızlı ölüm mükafattır ona. Hapse girdiğinde eline damla kuruş geçmeyecek. Hapse girdiğinde de kulaksızın selamıyla hapis adaleti işleyecek. Bir gün mü her gün mü ölsün?"
Kulaksız ustasının lafıyla durdu. Doğru söylüyordu ustası. Öfkesi önünü kapatıyordu. Bir günlük ölüm hiç birine ödül diye verilmeyecekti.
"Sana öğrettiklerimi unutma. Canını çok yakmışlar. Senden sözüne sadakat istemiyorum! Ama o aklını kullan çocuk! Düşmana bir günlük ölüm cennet, her gün ölüm dilenmek cehennemdir..."
Kapanan telefonla adımları hızlandı. Şimdi ilk işi karısına bunu reva gören adamı can evinden vurmaktı. Sırayla hepsini bu güne pişman edecekti. Bu gün o sokakta yaşananlar yaşanmamış olsun diye her şeylerini verecek hale getirecekti.
Züleyhanın her damla kanı için bir ateş yakacaktı Asil.
Telefonu tekrar çaldı. Ekranda gördüğü Cemil adıyla açıp kulağına götürdü.
"Abi... Durum ne? Yenge iyi mi? Nerdesin?"
"İyi değil... İyi olacak ama. Bende o iyi olmadan borçları tahsil edeceğim."
"Asil abi, yapma! Geliyorum ben yapma. Görüştüm ordakilerle. Kütahya'dan gelen sikik hastanede. Sağ gözünü çıkarmış yenge. Diğerini pansumandan sonra savcılığa sevk ettiler bile, on iki dikişlik hasar vermiş yenge. Sorgusuna girecek komserin adına ulaşır ulaşmaz kolay işimiz. Aynen konuştuğumuz gibi olacak. Neslişah sittin sene çıkamayacak girdiği delikten."
Asil kontrolsüz bir öfkeyle bağırdı.
"Arama kaydında numarası yok! Yok Cemil yok! Kendin söyledin arayan Dursun şerefsizi!"
"Abi ben halledeceğim. Abi güvenmiyor musun bana? Halledeceğiz biz o pürüzü. Sorguda bir kere adını verse yeter! Lan tamam diyorum. O sorguda Neslişahın adını dillendirecek iki erkek orospusu."
"Benim o kadar vaktim yok. Diğer köpek Dursunun adamı mı?"
"Öyle görünüyor. Çıktım yola geliyorum. Ben gelene kadar ne olur Asil..."
Cemil konuşmaya devam ederken Asil kapattı telefonu.
Şu an kimsenin ona sakin olmasını söylemeye hakkı yoktu. Asilin kimseden nasihat duyacak hâli de yoktu.
Çıktığı yolda asla yapmam dediği bir şey yaptı. Karısının son halini hatırladıkça basbas bağıran vicdanı duyuramadı kendini Asil'e. Gece karanlığı Adana'nın üstüne çöktüğünde bu kez güneş yer yüzünden doğdu. Yıllar yıllar konuşulması sürecek bir hadise yaşandı.
Sabah olup da gün ağardığında herkes Çaldıranların tüm tarlalarının, tüm bağlarının, pamuk fabrikasının ve aslanlı konağın bir anda yanışını konuşuyordu. Bir gecede dönüm dönüm arazinin, tonlarca pamuğun, hektarlarca meyveliğin ve Adana da geçmişi yüz yıla dayanan aslanlı konağın yok oluşu anlatılıyordu.
Saatler süren yangın söndürme çalışmalarından geriye köz ve küle dönmüş, beş para etmez servet kalmıştı.
Gün ağarıp da hastanenin sessiz koridorlarında yankılanan adımlarla Dilber kafasını kaldırdı. Karşısında üstü başı perişan adam, kanının çekilmesine neden oldu.
Ayağa kalktığında, birbirlerine yaslanıp uyuyan kızlarda ayıldılar. Dilber korkuyla gözlerini Asilin perişan üstünde gezdirdi.
"Asil... Ne yaptın?"
"Karım uyandı mı?"
Kimsenin sorusuna cevap vermedi. Onun halini gören kimse de soru soramadı. Sonunda doktorun, kendine geldiğine dair haber vermesiyle durduğu yerden ayrıldı.
Doktorun ve hemşirenin tuhaf bakışları altında odaya girdi. Karısı gözlerini açmış tavana bakıyordu. Sol gözünün kenarından bir damla yaş sızıp, yastığına düştüğünü gördü.
"Züleyha..."
Asil kısık, korkak bir titreşimle adını fısıldadı.
Züleyha uyuşmuş bedeninin altında, kaybolmuş hisleriyle adını seslenene döndü. Kocası is, pas içindeydi. Yüzü ve elleri karalara bulanmış öylece bakıyordu.
"Asil... Ne oldu?"
Asilin sol gözünden bir damla yüzüne aşağı iz bırakarak kaydı
"Canını yaktılar... Bende onların dünyalarını yaktım!!!"
Neslişah kaynar kazanlarda yan Neslişahhhhh Dursun seni de memleketin tüm kerhaneleri birleşse çıkaramazmış sen nasıl bir küfrün ürünüsün la🤬
|
0% |