Yeni Üyelik
77.
Bölüm

76.BÖLÜM~ÖDEŞME~

@orenda

 

 

Züleyha evden kaçtığı günden beri beklediğim bölüme sonunda geldik yavrular. Ben bu hikayede en çok Zahideden nefret ediyordum. Bazen Salih hakkında ağır kelimeler kullanılan yorumlarda "siz o neler yaşadı bilmiyorsunuz!" Diye çığlık atmamak için deliriyordum. Ve hep bekledim. Biri çıkıp bir gün "züleyhanın annesi adının anlamını nerden biliyor, babası gelip benim dilberle hayalimdi diyecek bir adam değilmiş. Ozaman bu kadın nerden biliyor böylesi mahrem bir hayali" demesini bekledim. Çünkü gerçekten seven erkekler sevgilileriyle kurdukları hayali kimseye anlatmazlar.

 

 

Saat gece yarısına yaklaşmışken banyodan çıktım. Asil benden önce duşunu almıştı. Elimde havlu, saçımın suyunu alırken telefona bakıp bakıp gülmesi tuhafıma gitti.

 

"Ne ki seni böyle güldüren?"

 

Elindeki telefondan gözünü ayırıp bi an bana baktı ama sırıtarak tekrar o baş telefona eğildi.

 

"Attığın resimler."

 

Mis gibi resimdi işte. Niye gülüyodu bu mustur?

 

"Neyi varmış resimlerimin?"

 

"Nazlıyı bahane ederek attığın foroğraflarında kızımın yüzde biri anca var."

 

"Bahane değildi bi kere. Sen hep işine geldiğini anlıyon. Ayağı tatlıma gitti orasını attım. Hem fındığı da attım ne varımış?"

 

"Yavrum fındık daha minicik ama maşallah karnını doyuracağı yer hazır bekliyor fotoğrafta."

 

Kınar gibi iki yana salladım başımı. Buna da bişey öğretmek ne zordu anam.

 

"Sen bu işleri hiç anlamıyon Asil. İçin geçmiş için. Bak Birgüle..."

 

Gülen sıfatı kararıp o başını bi dikeltti, bende ettiğim lafın sapsızlığını anca fark ettim.

 

"Neyi varmış Birgül'ün?"

 

"Neyi olacak kocam. Bişeyi yoktur heralde."

 

"Söyle söyle! O lafın devamını kesmeden söyle bakayım sen!"

 

"Yok şey diyeceğidim, Murat enişte her bişeyine uyuyo. Hiç dalga geçmiyo ya onu diyeceğidim?"

 

"Murat dalga geçmiyor! Bizim zevzek olan damat!"

 

"Canım Birgülün hoşuna gidecek kadar geçiyo, fazla geçmiyo işte."

 

"Ben o lafın nereye gideceğini anladım ama sormuyorum Züleyha! Tadım tuzum kaçmasın diye sormuyorum ama ona göre!"

 

Şu dilimin bana ettiğini düşman etmez işte. Az kalsın çıngıraklı Birgülü de hacamat edecektim ya.

 

Sonra telefonuna mesaj geldi Asil'in. Durgun kaşları çatıldı, baktı baktı baktı. Sonrada komodinin üstüne atar gibi bıraktı.

 

"Hayırdır kocam, ne oldu ki?"

 

"Bir şey yok Zümrüt göz!"

 

Hiç bişey anlatmaz oluşu bi üzüyodu kş beni. Her şeyi içine atmasını istemiyodum ben.

 

"Demeyecen mi bana artık hiç bişey sen?"

 

Sıkıntılı bi nefes alıp yattığı yerden doğruldu.

 

"Mesaj Korhan'dan. "

 

Meselenin ne olduğunu az buçuk anladım. Darlamayım dedikçe susuyodu bu herifte. Bu kadar ketum olur mu canım insan?

 

"Asil... Hiç sormuyom emme aklım da hep o meselede. Ne zaman bana da diyecen olanı biteni?"

 

"Canın sıkılmasın diye söylemiyorum güzelim."

 

Yanaşıp yatağa oturdum. Elimdeki havluyu da ona uzattım. Hiç bişey demeden alıp, ıslak saçlarımı kurulamaya devam etti.

 

"Böyle hiç bişey bilmezken canım daha çok sıkılıyo. Aklım hep kötü kötü şeyler fısıldıyo kulağıma."

 

"Kötü hiç bir şey yok, her şey yolunda."

 

"E anlat o zaman."

 

Elimi tutup üstüne doğru çekeledi beni. Bacaklarının arasına oturtup, saçlarımla uğraşmaya devam etti. Sırtıma vuran göğsünün sıcaklığı mayıştırıyodu sanki beni.

 

"Dursun Çaldıran ve Neslişah Sulhan'a tutuklu yargılanma kararı çıkmış. Mahkemeleride aralık yirmi beşde görülecekmiş."

 

"E bu iyi haber. Senin canın niye sıkıldı."

 

"Ama Mustafa Kavaklı ve Ali Cevherin davası bir hafta sonra."

 

O mendeburun adını duyunca tüylerim diken diken oldu. Öbür adı tanımıyodum ama şeytanın yanındaki pislik olduğunu anladım.

 

"Züleyham..."

 

"Hmm..."

 

"Mahkemeye ağabeyin, yengen ve annen de gelecekler."

 

Can sıkıntısının sebebini böylece anlamış oldum. Onlarla karşılaşınca üzülürüm diye sıkılmıştı demekki. Adlarını duymak bile buz gibi ediyodu artık içimi.

 

"Gelsinler... Bana ne sanki? Ben tanımıyom öyle birilerini."

 

Kollarını belime sarıp iyice göğsüne yasladı beni.

 

"Seni üzecek tek kelime ederlerse başlarına yıkarım o mahkemeyi!"

 

"Hiç onlar için derde düşme Asil. Onlar beni üzecek hiç bişey diyemezler. Ne deseler sağır benim kulaklarım onlara. Hem ettiğin yetmedi mi daha?"

 

Omzuma dudağını bastırıp sanki ne dedim hiç anlamıyomuş gibi rol kesiyodu artist Asil.

 

"Ne etmişim ben?"

 

"E Adana'yı yakmışın diyolar karın için."

 

"Yooo hiç öyle bir şey yapmadım. O işin aslı çıktı ortaya."

 

Dediği ne manaya geliyo anlamayınca yönümü hemencecik döndüm ona.

 

"O ne demek?"

 

"Dursun Çaldıran çocuk kaçırma ve cinayete azmettirmenin yanında kundaklamadan da yargılanacak."

 

Ben hiç bişey anlamadım. E Asil yaktı ne var ne yoksa. O adam niye suçlanmış ki şimdi?

 

"O nasıl olmuş Asil?"

 

"Şimdi olay şöyle olmuş güzelim. Bana da Korhan anlattı. Bu Dursun Çaldıran bir süredir ortağıyla anlaşmazlık içerisindeymiş. Pamuk fabrikasının yüzde elli kârını alırken, Dursuna ait bağlarda yetiştirilen organik meyvelerin de tüm gelirini kendine alıyormuş. Dursuna icar parasının fazlasını vermiyormuş. Tabi organik meyve kazancı normal hâl kazancının on katı fazla olunca Dursun bu işten rahatsız olmuş. Sonra bir anda ortak Dursun Çaldıranın ölen kızı ve damadının yasak ilişkisini öğrenmiş. Bu meseleyi ört pas edenin de Dursun olduğu ortaya çıkınca pamuk fabrikasının tüm kârına el koymayı ve meyve bağlarının icarını karşılamamayı öne sürmüş. Gözü Dönen Dursun da neyi var neyi yok ateşe vermiş. Sigorta şirketi bağların ve fabrikanın tüm zararını karşılıyor sonuçta. Ve burda mülk sahibi olmayan ortağa şirket hiç bir para vermiyor. Tabi üstüne kalmaması için de bir suçlu gerekiyor. Burdada kısa süre önce kavga ettiği eski damadı birinci derece şüpheli olarak emniyete çağrılıyor. Dursun Çaldıran mağdur konumuna düştüğü için ortağı üzerinden atabileceğine inanıyor. Ha bir iki ay önce merdivenleri çöken aslanlı konağı da aynı anda kundaklıyor ki tarihi değeri olan konağın restorasyonunu kültür bakanlığı üstlensin. Bir taşla bir kaç kuş vurmaya çalışan Dursun amacına ulaşacakken hiç ummadığı biriyle karşılaşıyor. Korhan Yıldıray, dişini Dursuna geçirdikten sonra zerre kan bırakmıyor onda. Deliller ve şahitler neticesinde ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmak için mahkeme gününü bekleyecek hücresinde. Öbür yılanı ise savunacak avukat bile yok. Baronun mecburi atadığı avukat, karşı tarafın avukatının Korhan Yıldıray olduğunu öğrenince avukatımızı arıyor ve dava için ne söylemesini istediğini soruyor. Hiç bir savunma yapmadan her şeyi kabullenecekler. "

 

Ağzım açık Asil'i dinledim. Bunlar ne etmişlerdi böyle? Bu kadar dümeni hangi ara çevirmişlerdi.

 

"Asil... Ama herkes senin yaptığını biliyo."

 

"Buyursunlar kanıtlasınlar zümrüt göz. Hiç bir yere kaçmıyorum, dava açsınlar bana. Tutuklama kararının çıktığı gün, ben üstümdeki tüm suçlamalardan azledildim. Üstelik ortak da kundaklamayı Dursun'un yaptığını, restorandaki kavganın bunun ortaya çıkmasıyla olduğunu, daha önce buna işaret eden konuşmalarına defalarca denk geldiğini ama olay gerçekleşene kadar neyi planladığını anlayamadığını söylemiş."

 

Her ettiği lafla ağzım yere düşecek hâle geldi. Tövbeler olsun o arkadaşı nasıl bi arkadaş ki adamı kendi malını yakmak suçundan yargılatacaktı?

 

"O adam mı kurdu bu dümeni?"

 

"Hangi adam?"

 

"Arkadaşın işte, Korhan dediğin."

 

"Dümen yok Züleyha. Olan neyse Korhan onu ortaya çıkardı. Delilleri, şahitleri var adamın. Üstelik benim o gece hastanede olduğuma şahitlik eden Nazlının doktoru var. Kızım başını çarptı diye, adam iki saatte bir sabaha kadar kontrole geldi yanımıza."

 

Ağzım kurudu sanki. Bunları diyen benim kocam mıydı? Hem o avukat nasıl avukattı öyle?

 

"Anam nasıl arkadaşın varmış senin herif?"

 

"Korhan hep böyleydi. Birine dişini geçirirse o kişi bir daha asla kurtulamaz Züleyha."

 

Duruldum bian. Benim yüzümden ne yapmam dediyse hepsini yapmıştı benim asil kocam. Adıma, anneme yakışır evlat olacam derken ne işlere bulaşmıştı benim yüzümden. Burnumun direği sızladı.

 

"Ne oldu, niye düştü bakalım güzel yüzün?"

 

"Benim yüzümden... Ben sardım bu belayı başına. Ölsen girmeyecen pis işlere benim yüzümden girdin. İnsanlığını korumak için ömrünü vermişin sen, ben lekeledim."

 

Pıtır pıtır yaşlar bir anda boşaldı gözlerimden. Sanki hazırda bekliyolardı. Hıçkırıklarım sardı her yanımı. Elimi yüzüme kapatacakken Asil tutup göğsüne yasladı beni.

 

"Ben insanlığımı bir sokak arasında, kanın toprağa damladığında bıraktım Züleyha. Göğsümde hıçkıran ama sesi çıkmayan kızımın sesi ya tamamen kesilirse diye korkarken bıraktım. Ambulansta bacaklarının arasından akan kanı görünce, küçük yavrumun gittiğini düşününce bıraktım. Şimdi diledikleri kadar adımın önüne zalim desinler. Ben aileme uzanan o elleri parçalamakla yetinmem. Benim üç canıma öyle bi korku yaşattılar ki dünyada cehennem onların hakkı. Bunu düşünüp üzme sakın kendini. Asıl sizin intikamınızı almasaydım ben ben olamazdım. Anneme yakışır evlat olamazdım. Hak edene hak ettiğini vermeyen, ailesini tüm pisliklerden korumayan koca mı olur, baba mı olur? Bir daha da benim yüzümden deme ısırırım o dilini. Senin bana gelmene vesile oldu diye o piçi hafta sonları rahat bırakacağım girdiği delikte. Bak yine merhametimden zerre kaybetmemişim değil mi güzel bebeğim?"

 

Dediği gülmeme sebep oldu. Burnum aka aka kahkaha attım. Eliyle gözümdeki yaşları kuruladı. İki gözümede şefkatiyle sarmalayan öpüşler bıraktı.

 

"Çok zor bir hayattan geldin ama Züleyha, bana geldin diye istemeden seviniyorum. Ya ağabeyin o adamla evlendirmem deseydi seni? Ben nasıl bulacaktım o zaman cennetimi? Ya doğru düzgün biri çıkaydı karşına, sensiz bir ömür ne demek sen biliyor musun?"

 

Burnumu sesli sesli çekip çenesine bi öpücük koydum.

 

"Ben ne dediydim sana? Bi ölümün bi nikahın saati değişmezmiş. Bizim seninle kıyılacak nikahımız vardı. Yel getirirdi, sel getirirdi hiç bişey olmasa bi kuşun kanadı tutar yine getirirdi beni sana."

 

"Senin bana gelişine sebep olan her toz zerresine ömürlük borcum var benim. "

 

Öyleydi essahtan.

 

Benim Asile gelişime sebep olanlara bile hakkımı hiç düşünmez helal ederdim. Mezarımı kazarken beni cennet bahçesine iten Lalezarı bile affettim kalbimde. Evlendirmekle tehdit edip sonradan vazgeçen ağabeyim iyiki vazgeçtim diyememiş bana. Ateşin ortasında kıvranırken elinde su bidonuyla koşan Hatice abama ise can borcum vardı her daim. Bi anama çok kırgındım. Artık kızmıyodum ama çok buruktum.

 

Keşke seveydi beni azıcık. Emme olsun beni seveydi onu bırakıp gelemezdim belki. Her şerde gizli bi hayır oluyodu demek ki.

 

Ama yinede az seveydi...

 

 

 

 

******************

 

 

 

 

 

Günler bir bir akıp geçtikçe Züleyha'nın kalbini istemsiz saran huzursuz gün gelip çattı. Mahkeme için hazırlanırken şimdiye kadar hiç giymediği bi ciddiyete büründü her yanı. Saçları muntazam bir atkuyruğu ile toplandı. Yüzünde çok hafif bir makyaj vardı. Bu süreçte üç kere görüştüğü Korhan ağabeyi öyle istemişti. "Suçlular nasıl bir kravatla indirim alıyorsa sende masumluğunu simgeleyecek renkler ve ciddiyetle o salonda olacaksın" demişti. İnsanı ürperten o gözleriyle Züleyhanın gözlerine bakmış "Bembeyaz olacaksın, seni gören herkes, yaşadıklarını duyan herkes üzerine sıçratılan kanı hayal etmeden duramayacak!" diye üstüne basa basa yapması gerekeni anlatmıştı. Züleyha ilk çekinmişti ondan ama Korhan'ın bir ağabey gibi "sana yapılanın acısını almadan gitmem buradan" deyişiyle tüm çekincesi kaybolmuştu. Görüştükleri bir kaç seferde öyle sıcak, öyle içten bi ağabey gibi davranmıştı ki öz ağabeyinde bir kere bile görmemişti böylesi bir koruyuculuk. Birde olay sırasında Züleyhanın o ikisine yaptıklarını nasıl gururla anlatmıştı Asile. Dirayetine, gücüne, Nazlıyı ondan alamasınlar diye canına katışına methiyeler dizmişti. Züleyha çok utanmıştı ama kalbi şenlenmişti. Bir de Asile bakıp böylesi bir ödül için nereye hayır yaptıysan söyle diye daha bir gururlandırmıştı Züleyhayı.

 

 

 

 

 

İyiki Asil'in böyle dostları vardı. Başı dara düşünce hemen koşup gelişlerini hep minnetle hatırlayacaktı Züleyha.

 

 

Çantasını da alınca ardında onu izleyen adama döndü yüzünü.

 

"Hazırım ben Asil. Hadi çıkak artık, geçe kalacaz yoksa."

 

Asil yaklaşıp kaşının üstüne bir öpücük bıraktı.

 

"Ben orda olacağım, sadece baksan yeter. Başka hiç bir şeyi görme zümrüt gözüm. Canını yakacak bir laf ederlerse duyma sakın. Bugün bizim canımızı yakanlardan acımızı alıp evimize geri geleceğiz."

 

Züleyha parlak yeşillerini ömrü boyunca sevip sevebileceği iki kahveden birine doladı. O güçsüz değildi ki iki lafa yıkılsın.

 

Elini sıkı sıkı kavradığı kocasıyla aşağı indi. Dilber de kızını böyle bir anda yalnız bırakmamak için hazırdı.

 

Olurda Zahide, kızını yaralamaya çalışırsa yavrusunun canı yanmadan sakınması lazımdı.

 

Yol bitip de Adliye kapısına geldiklerinde Korhan ve Cemil onları bekliyordu. Sağa sola bakmak için kıvranan gözlerini bir an bile etrafta dolaştırmadı Züleyha.

 

Ağır adımlarla duruşmanın görüleceği salona yaklaşıldı. Yaklaşık yarım saat sonra Korhan'ın koluna dokunmasıyla daldığı düşünce deryasından başını kaldırıp bir an etrafa baktı. Bu nerde olduğunu anlamaya yönelik bir bakıştı esasında ama gözleri babasız geçen yedi yılındaki eza sahiplerine takıldı.

 

Başı önde duran ağabeyi, gözlerine tüm kiniyle bakan Lalezarı ve ne dediği anlaşılmadığı dudakları kıpırdayan annesi...

 

Ağabeyi sakal bırakmıştı, tuhafına gitti. Artık babasına benzemiyordu sanki. Annesi aynıydı ama Lalezar çok zayıflamıştı. Eskiden sarıya dönük saçları çok güzel parlardı. Papatya kurutup hep suyuyla beslediği saçlarını şimdi sıkı sıkı bağlamıştı. Onu hiç saçları bağlı görmemişti şu zamana kadar.

 

Asil baktığı yönün tam ortasına bedenini gerip elleriyle yüzünü kavradı. Bakmaya doyamadığı zümrütlere birer öpücük bıraktı.

 

"Canıma hiç keder uğramasın olur mu Züleyham?

 

Züleyha çocuk gibi başını salladı hemen.

 

"Sana bakacam... Eğer acıyacak gibi olursa hep sana bakacam..."

 

"Aferin benim gücüne baktıkça gurur duyduğum karım."

 

"Asil, hadi girmemiz lazım."

 

Korhan'ın uyarısıyla adımları mahkeme salonuna yöneldi. Korhan ve Züleyha yerine geçerken diğerleri sıra sıra dizilmiş sandalyelere oturdular.

 

Hakime hanım ve iki üye hakim yerlerini alınca bir Cumhuriyet savcısı da yerine geçti. Olayın akabinde sanık sandalyesine elleri kelepçeli iki kişi oturtuldu. Züleyha asla oraya bakmak istemiyordu. Asla onu o güne taşıyacak iki iblisi görmek istemiyordu.

 

İstemsiz bir refleksle Korhanın bileğine tutundu. Korhan da korkusunu anlamış gibi elinin üzerine üç kere elini sürttü.

 

"Korkma. Korkması gereken onlar artık. Ne Asil be de ben sana yaklaşmalarına bile müsaade etmeyiz!"

 

Züleyha yaşarmak için yanan gözlerini Korhana çevirdi. İnilti gibi ağabey diyebildi sadece.

Korhan ise yeşil gözlerindeki korkuyu da o gün bir sokak aralığında onu bıraktıkları çaresizliği de okudu. Öyle alışkındı ki bu bakışlara. Kehribar gözlerinde bir ateş yandı sanki.

 

"Korkma abim. Mahvedeceğiz onları. Sana ve bebeklerine zarar verdikleri için her günleri pişmanlıkla geçecek. Sen güçlü olansın Züleyha. Çocuklarını korumak için savaşansın. Üstelik ardında her yeri gözünü kırpmadan yakacak bir kocan var. Ve tabi senin gözlerine şu korkuyu koydular diye onları girdikleri delikte bile bir an huzurlu uyutmayacak ağabeyin yanında."

 

Elini çok daha kuvvetli sıkıp, Züleyhanın gözlerinden ağır ağır çekilen korkuyu izledi Korhan. Yerine yerleşen rahatlama, güven her şeye değerdi.

 

Mahkeme başladıktan sonra sanıklar ve savunmaları dinlemek istendi. Baro'nun görevlendirdiği avukat, müvekkilinin suçlamaları kabul etmediğini ve dolandırılmasından mütevellit öfkeyle hareket ettiğini söyledi. Beyan edilen suçlamaları düşürecek delil ve şahitler bulundurmadıklarını söyleyerek üstün körü bir savunmayla yerine geçmişti.

 

Hakim ilk olarak sanıklardan Ali Cevhere söylemek istediği bir şey olup olmadığını sormuştu. Karşılık olarak sessiz kalma hakkını kullandı Ali Cevher.

 

Aynı soru Mustafa Kavaklı'ya da yöneltildi.

 

"Suçlamalar hakkında avukatınızın sözlerine eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?"

 

"Var!! Var benim diyecem! Bu avukatı da satın almışlar Hakime hanım. Bunlar beni kandırdı, oyuna getirdi, paramı yediler sonrada böyle oyun kurup atıyolar üstlerinden. Avukat bile onların adamı, iki laf edemedi karşınızda!"

 

"Size nasıl bir oyun kurulduğunu düşünüyorsunuz?"

 

"Evlenecem diye dünya paramı yediler. Ne zamanki kızı almaya gittik kaçmış gitmiş kız. Bile isteye herkese madara ettiler beni. Kimsenin yüzüne bakacak yüz bırakmadılar. Evimden çıkamaz oldum onların yüzünden!"

 

"Züleyha Sulhan evlenme vaadiyle sizi kandırıp paranızı mı aldı?"

 

"He ya! Aha onun yaltakçısı yengesi de burda. Kaç bilezik kaç bin para almış anamdan kendi söylesin. Onurumu, gururumu iki paralık ettiler benim. Yokmu bunun adalette hükmü? Gözümü çıkardı bu karı, niye kimse bunun hesabını sormuyo? Şu yaşımda oyuncak ettiler koca köyün gözünün önünde. Benim haysiyetime edilenin kanunda bi yeri yok mu?"

 

Mustafanın bağıra çağıra söylediği sözlerle tırnaklarını derisine iyice geçirdi Züleyha. Korhan'ın bin bir tembihi olmasa elinde kalan tek gözünü de parmaklarıyla sökerdi tam da şimdi. Koluna dokunan elle ilk Korhan'a sonra da gözü ondan asla ayrılmayan kocasına baktı.

 

Mustafa'dan sonra söz alan Korhan, Züleyha'nın nasıl bir hayattan kaçıp Adanaya geldiğini, ağabeyi ve yengesi yüzünden köyünde sapık olarak bilinen adamdan kurtulmak için nasıl bir bilinmezliğe daldığını anlattı. Babasının ölümüyle ailenin geçimini üstlenişini,bir çocuk olarak üstlendiği ağır vazifeleri ve sürekli şiddet görmesini tıpkı bunları görmüş gibi bir gerçeklikle anlattı.

 

Ortağı Zahir sayesinde mahkemelerini yönetecek hakimin özel hayatına dair bilgiler edinmişti. İlk çocuğunu pramatüre doğuran hakime hanım uzun süre çocuğunun yaşam mücadelesi vermesini izlemiş bir anneydi aynı zamanda.

 

"Müvekkilim hiç kimseyi dolandırmamıştı Hakime hanım. O kendine hak ettiği gibi bir aile istemişti sadece. Bunu kan bağıyla bağlı olduğu ailesi yapmayınca yine her zamanki gibi kendi üstlenmiş bu vazifeyi. Hatice Erol ve Dilber Sulhan bağlantısıyla Adanaya gelmiş ve Asil Sulhanla evlenmiştir. Kendinin haberi dahi olmadan alınan paraların hesabı muhataplarına sorulmalıdır. Üstelik on haftalık hamileyken ve kendi kanındanmış gibi sevgi bağı kurduğu Nazlı Sulhan kucağındayken bir sokak arasında darp edilmiş, tecavüzle tehdit edilmiş ve nihayetinde öldürme maksadıyla bıçaklanmıştır. Müvekkilimin hastanede alınan ilk ifadesinde de göreceğiniz gibi tecavüzden kurtulmak için eline geçen bir çöp parçasını kendini korumakta kullanmıştır. Üstelik iki evladının canını korumak için karnına hedef alınan bıçağa sırtını dönerek çocuklarını korumaya çalışmış bir annedir kendisi. Evlat dünyaya getirmek, evlat yetiştirmek bu kadar zorken müvekkilim küçük yaşına rağmen iki çocuğa annelik yapan güçlü bir kadındır. Fiziksel olarak karşısında hiç gücü olmayan iki erkeğe karşı büyük bir direniş göstermiş ama buna rağmen sağ böbreğini kaybetmiştir. Uzun süre kendisi ve karnındaki bebeği için hastanede yaşam mücadelesi vermiştir. Henüz düşük riskini tamamen üzerinden atamadığı, tüm sevinçlerini hakkıyla yaşayamayacağı bir hamileliğe mahkum edildi suçsuz olduğu bir konuda. Aldığı darbeler yüzünden bebeğinin hayati tehlikesi hâlâ devam etmekte. Aynı şekilde saldırı sırasında Nazlı Sulhan'ında şiddete uğradığı raporlarla dosyadadır. Nazlı Sulhan yaşadığı travma nedeyle uzun süre ses tellerini kullanamayacak bir zarar görmüştür. Kendi hırs ve ihtiraslarına kapılmış bu iki kişi aslında üç canın yaşam hakkını elinden almayı hak bilmiş tabiri caizse Tanrıcılık oynamışlardır. Hazırlanan dosyada tüm deliller mevcuttur. İki sanığında Yüce mahkemenizce ağırlaştırılmış müebbetlerini talep ediyoruz."

 

Korhanın savunmasından sonra şahitlerin de dinlenilmesine karar veren mahkeme heyeti ilk olarak Hamza Çarmıh'ın dinlenmesi için kürsüye çağırıldı.

 

"Züleyha Sulhan'ın neyi oluyorsunuz?"

 

"Ağabeyiyim..."

 

"Evdeki şiddetten ve zorla evlendirilmekten kaçtığını söylüyor kardeşiniz. Bunun akabindede bir saldırıya uğruyor. Bu konu hakkında ne diyeceksiniz?"

 

"Kaçtı... Hakkıydı... Diyecek bişeyim yok benim. Emme vermeyeceğidim, yani o zaman korksun diye dedim lakin bu deyyusa vermiyeceğidim. Yemin şart olsun ki vermiyeceğidim. Çok dikeldi, hiç adam yerine koymaz zati beni, sinirle öyle çıktı ağzımdan. Bu it sapığın teki. İlk karısı kaçtığında herkes ona neler ettiğini duydu. İyi abi değilim doğru, emme o kadarını etmezdim. Bile bile etmezdim o kadar fenalığı ona..."

 

"Züleyha Sulhan, Mustafa Kavaklıdan evlenme vaadiyle para aldı mı?"

 

"Yok! Haberi yoktu bile. Gerçi benimde yoktu o paradan haberim. Lalezar yani karımın emmisinin oğlu Mustafa. O etmiş ne ettiyse."

 

"Eklemek istediğin başka bir şey var mı?"

 

"Yok diyeceğim."

 

Hamza yerine geçip oturunca Lalezar Çarmıh çağırıldı bu kez kürsüye.

Ama gözleri ilk andan beri nefretini haykırır gibi yine Züleyhanın üstünden ayrılmamıştı. Avucunun içine kan oturtacak kadar tırnaklarını etine geçiriyor, dudaklarının kanamasına neden olacak şiddette ısırıyordu.

 

"Eşinizin kardeşiyle neden kuzeninizin evlenmesini istediniz?"

 

"Evde galdıydı. Zati hiç bi işe yaramıyodu, daha ne kadar ona bahacaktık biz? Onun böyle olduğuna bakman siz! O yılandır, herkesi kandırır. Herkesi parmağında oynatır. Yine siftinecek kapı bulmuş kendine. Tabi bu kapı daha yağlı gelmiş ki kaçtı gitti. Yine ne dümenler çevirip elin adamını da ayarttı kim bilir."

 

Sıkı sıkı bağladığı uzun saçları sağ omzundan karnına doğru uzanıyordu. Eli saçlarının uçlarını tuttu. Sanki kendini frenlemeye çalışır gibi saçlarından medet umuyordu.

 

"Sorulmayan sorulara cavap vermeyin! Görümcenizin haberi olmadan kuzeninizden para aldınız mı?"

 

"Yok öyle bişey! Züleyha aldı hepsini. Bana da evlenirim dedi, parasını versin olur o iş dedi. Sonra herkese haberim yok demiş. Yalancı o! Orospuuuu!!! Boşuyo Hamza beni! Orospu o! Sen gittin zengin yere yamandın, boşuyo abin beni!!!"

 

"Bu şekilde mahkemede bağıramazsınız!!!"

 

Sadece uçlarına tutunan elleri hırsla saç diplerine saplandı. Gözleri kıpkırmızıydı, dişlerinin hasar verdiği dudak derisi yarılmış, kan sızdırıyordu.

 

"Ölmemiş yine gahpe! Yine ölmemiş! İt canlı bu orospu! Hamza boşuyo beni, senin yüzünden boşuyo! Sen ölmedin yineeee!!!"

 

Çığlık çığlığa söylediği kelimeler ve bedenine verdiği hasarla bir anda ortalık hareketlenmişti. Mahkeme salonunun içine giren iki kişi zor zaptedip çıkarmak için çabaladılar. Ama Lalezarın geçirdiği sinir krizi oldukça şiddetliydi ve iki erkek gücü bile başetmekte zorlanıyordu. Her adliyede hazır bulundurulan ambulans görevlilerinin müdehalesiyle Lalezar ve refakatinde Hamza çıktılar adliyeden. Hakim mahkemeye yarım saatlik ara vermişti.

 

Ne Asil ne de Züleyha delirmiş gibi çığlıklar atan kadından gözlerini ayıramamıştı. Züleyha içten içe bu nefreti hak edecek ne yaptığını sorguluyordu.

 

Asil zorla yutkundu. Onun bakmaya kıyamadığı karısı nasıl insanların içinde hayatta kalmıştı? O kendini bir ateşte yanıyor sanarken Züleyha cehennemi sırtında taşıyormuş meğerse. Her daim gücüyle gözüne efsun çeken karısı böyle insanaların içinde nasıl bu kadar dirayetli olabilmişti?

 

Geçmişinden bahsederken hep üstün körü anlatılan hikayeler geldi aklına. Gerçekten Züleyha geçmişi silip, unutuyormuydu yoksa içinde katran karası bir balçık gibi saklıyor muydu? Korku hissetti Asil. Tarifi mümkün olmayan deli bir korku.

 

Bunları atlatamamış olmasının, bir gün bir yerde patlayıp, canı saydığı karısının darmadağınık olmasından çok korktu.

 

Korhan'ın olumlu telkinleri sonucunda daha iyi hissediyorlardı kendilerini.

 

Tekrar duruşmaya devam edildiğinde son olarak annesi Zahide Çarmıh çağrıldı kürsüye.

 

"Anne olarak kızınızın zorla bir evliliğe itilmesini nasıl karşıladınız?"

 

"Hepimizin başını yedi. Hep aksi, hep geçimsizdi zaten. Ne varıdı evleneydi, ağabeyini darından kurtaraydı ne varıdı? Bıraktı gitti kendini kurtarmak için, gerideki pisliği bize yıkıldı."

 

"Kızınızın uğradığı saldırıyı biliyor musunuz?"

 

"Büyük sözü dinleyeydi evinde hanım hanım otururdu. Kimse gelip elleşmezdi öylece. Aha bak ağabeyinin yuvası dağılıyo, köylü yüzümüze bahmıyo, böyle iyi mi oldu? Yemek yediği kapıya pisledi!"

 

Durduklarıyla objektif olmaya kendini oldukça zorlamıştı hakime hanım. Mahkeme heyeti de böylesi bir davayı yönetmekden son derece rahatsızlardı.

Tüm deliller neticesinde beklenen karar çıktı. Ali Cevher ve Mustafa kavaklı ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırıldı.

 

Adliye merdivenlerini inerken çok boş hissediyordu kendini Züleyha. Ne çıkan karar, ne konuşulanlar aklında değildi çok fazla. Şu an bedeni çok yorgundu, bir zamanlar on gün sarımsak söküp on birinci gün tandır ekmeği yapmak için köylünün birine gündelikçi giden kızın ağrıları vardı bedeninde.

 

Dilber ise boğazında büyük bir yumruyla kızının elini tutmuş adımlıyordu. Arabalarına yaklaştıkları zaman yıllar öncesinin ihaneti geldi dikildi karşısına. Gözleri son gördüğünden çok farklıydı artık. Sadece kin ve nefret vardı.

 

"Kocamı alamayınca demek doğurduğuma göz diktin!"

 

Züleyha duyduğu sesle Asile yaslı yürüyen bedenini dikleştirdi. Annesi karşısındaydı ama baktığı yer asla kendi değildi. Öfke saçan gözleri Dilber annesindeydi.

 

"Kocan.... Hangi kocan Zahide?"

 

O anda koşarak annesine yaklaşan ağabeyini gördü. Lalezarla hastaneye gitmek için çıkmıştı mahkemeden. Nefes nefese bir hali vardı.

 

"Ana! Hadi gidek! Hastaneye gitmek icap ediyo. Lalezarı bırakmayacaklarmış! Aklını oynatmış dedi doktoru. Ona bakacaklar, gidek hadi."

 

Hamza başını çevirip bakamadığı kardeşinden hiç olmadığı kadar utanıyordu. Aslında hissetmezdi böyle hisler, neden şimdi yüzü yanıyordu anlayamadı.

Oğlunun dediklerini duymayan Zahide ise hâlâ öfkeyle yanan gözlerini çekmemişti Dilberin üstünden.

 

"Sen sebep oldun her bişeye! Ömrümü verdim ömrümü. Gözünü çevirip bakmadı bile bana, sen vardın hep aklında."

 

"Sen onun sana bakmayacağını zaten biliyordun Zahide! Ne yaptıysanız teyzen olacak adiyle yaptınız. Mezarında ters dönsün inşallah!"

 

Zahide, karşısında hâlâ güzelliğini kaybetmeden duruşuna, üstündeki elbiselerin kalitesine ve eğilmeyen başına baktıkça hırslandı. Kendinde güzellik namına bir şey kalmamıştı. Kınaladığı saçlarından siyah tel kalmadığı gibi. Yıllar onu bir harabeye çevirmişken Dilberin güzel oluşu zoruna gidiyordu.

 

"Kendi doğurduğuma bile seninle istediği adı verdi. Az arın namusun olaydı çıkardın aklından."

 

Dilber herkesi şaşırtan bir kahkaha attı. Bu keyifle atılan gülüşlerden değilde acıyla dağlanan ağıtlar gibi bir kahkahaydı.

 

"Biliyor mu çocukların? Anneleri nasıl bir kadın biliyorlar mı?"

 

Yönünü Züleyhaya döndü Dilber.

 

"Annen, benim babanla kurduğum hayali nerden biliyor Züleyha? Senin baban, sevdiğiyle kurduğu hayali karısına anlatacak bir adam mıydı?"

 

"SUS!!! Kes sesini, açma o ağzını sus!!!"

 

Annesinin bağırtısı bile ona bakmasını sağlamadı. Züleyha şu ana kadar hiç düşünmediği bu soruda takılı kaldı. Babası çok konuşan bir adam değildi etrafında, kaç yaşına kadar bir evlatlarıyla uzun uzun sohbet eden adamken bile Dilber annesinin hatıralarını anımsatacak hiç bir şey söylememişti. O zaman annesi nerden biliyordu babasının Dilberden istediği Züleyha'yı?

 

"Söylesene! Hadi ben arsızım, namussuzum söylesene evlatlarına senin kim olduğunu! Nasıl evlendiğini, nasıl Salih'i elinde tuttuğunu söylesene! Züleyhayı almaya geldiğim gecenin sabahına kadar Hatice her yaptığını anlattı! Hepsini!!!"

 

"Her şey senin yüzünden! Evleneydin, gidip çocuk peydahlayaydın hiç bişey böyle olmayacağıdı. Salih seveceğidi beni. Evlenmedin! Sandı ki hâlâ onu bekliyon. Bilerek evlenmedin, aklı hep sende kalsın diye evlenmedin! Ben ne ettiysem ona olan sevdamdan yaptım."

 

Hamzanın bir annesine bir Dilbere bakan şaşkın bakışları Züleyhayla çarpıştı. Hemen bakışları ateşe değmiş gibi kaçtı.

 

Dilber ise büyük bir hüsranı sıkıyordu sanki avuçlarında.

 

"Askere gideceği zaman o öz kıyısında gözcülük ettin sen bana. Arkadaştık ya biz hani. Hani sevincimden gülerek sarıldıydım ben sana. Zahide "bir Dilberi varmış bir de Züleyha istiyormuş Allahtan" diye sevincimi sana ben söyledim ben! Mutluluğumu ben anlattım sana! Kaçtığımızda babama haber verenin sen olduğunu duydum da bi kere daha öldüm ben."

 

"Her şey senin yüzünden! Bi kere sevmedi beni, sen varsın diye bi kere sevmedi. İki kere... Koca ömürde iki kere karısı etti. Ben o doğurduklarımı kocamdan zorunan aldım!"

 

"Sen hep böyle miydin Zahide? Hep böyle kalbin kara mıydı? Tüm ömrünü onu tehdit ederek mi geçirdin sahiden de? Kadınlık onurun hiç mi içini daraltmadı."

 

Zahide hırsla kararttığı bakışlarını yere kaydırdı. Bağıra çağıra biraz önce konuşan o değilmiş gibi gözünden sıralı yaşlar döktü. Ne çok zoruna giderdi Salihe istediğini yaptırmak için Dilberle tehdit edişi. Hem iki çift lafıyla yoluna gelişi, hemde sadece o boynunu Dilber adını duyunca eğişi pare pare ederdi onu. Hangi kadın kocasına "benimle o yatağa girmezsen Dilberin babasını ararım, görüşüyorlar derim" deyip de bir yatağa girmek isterdi? Hangi kadın kendiyle birlikte olan kocasının kusmalarını dinleyip, yaşamaya devam ederdi? Hangi kadın kocasının sevdiğini koruyuşunu, zorla evlendirilmesin diye susuşunu izlemeye sukünet ile karşılık verirdi?

 

"Hiç karısı gibi bakmadı biliyon mu bana? Hep o evin içindeydin. Olurda baban görüştüğünüzü duyarsa, verdiği yeminden döner diye ne dediysem etti biliyon mu Dilber? Zornan everirler seni diye korkusuna bi kere sesini yükseltmedi ya bana! Bi kere be bi kere bile adının geçtiği hiç bişeye itiraz etmedi ya! Nalet olsun sana Dilber? Ölde toprak almasın seni!"

 

Dilber yine tebessümle baktı karşısında bir zamanlar arkadaş diye sarıldığı kadına. Kaçtıkları zaman hemen yakalanmalarına sebep en yakını sandığıydı. Bir zamanlar buluşmalarına gözcülük eden kız, sevdiğinin ölürdürülürcesine dayak yemesine neden olmuştu. Sevgi böyle bir şey miydi? İnsan seviyorum dediğinin canını bile isteye yakar mıydı hiç?

 

"Sana yazık, acıyorum haline."

 

"Asıl kendine acı! Bak öldü gitti, yine de varamadın ona!"

 

"Ben onun kalbiyle birim Zahide. Bir gün öleceğim ve kavuşacağım ama sen hep yaptığın kötülüğün pisliğini taşıyacaksın. Toprak birini kabul etmeyecekse kendi doğurduğuna analık edemeyecek kadar yüreksiz olan seni etmez!"

 

Dilber hararetle konuşurken Züleyha sadece annesinin yüzünü izliyordu. Duydukları hissiz bırakmıştı onu. Şaşırmadı ama. İşte bu daha da acıydı ya. Diyemiyordu mesela, benim annem babama böyle zulüm etmiş diyemiyordu. Doğurduklarım diyordu ama çocuklarım demiyordu. Benim evlatlarım diyecek kadar bile çocuğu olarak görmüyordu onları. Ve bunu da ilk kez daha derin fark ediyordu. Ağabeyi bile onu doğuran kadın için içini titreten bir evlat değildi. Hamzaya sevgisi, babasına benzeyen yüzü kadardı.

 

"Anne..."

 

Aynı anda ona bakan kadınlardan Dilbere döndü yüzünü Züleyha. Yüzünün yan tarafını ısıran, hırslı bakışları hissetmiyormuş gibi davranmak ah ne zordu.

 

"Bitti bizim burda işimiz anne. Hadi evimize gidek..."

 

Dilber avcındaki elini kaldırıp, bileğinden öptü.

 

"Gidelim yavrum. Haklısın... Kaç saattir buralardayız, yoruldunuz torunumla."

 

Denilecek çok bir şey yoktu aslında. Giden gitmişti. Koca bir ömür, uçup giden hayaller, ölüp giden sevdalar geri gelmeyecekti ya konuşulsa da.

 

Asil yaklaşıp halasının sırtını sıvazladı ve karısını iyice göğsüne yaslayıp yürümesine yardım etti.

 

"İyi misin güzel bebeğim?"

 

"İyiyim kocam. Niye olmayım ele? İyiyim..."

 

Kısık, kendine söylenir gibi söylenen kelimeler canını yakıyordu Asil'in.

 

"Sana bir süprizimiz var zümrüt göz. Hadi gidelim artık evimize."

 

Yüzüne zorla güler gibi baksada ses etmedi Züleyha. Hep beraber arabalara binip konağın yolunu tuttular.

 

Konak kapısı onlar yaklaşırken açılmıştı. Arabalar park edilip içeri geçildiğinde Züleyha gördükleriyle elindeki çantayı düşürdü. İki eli çığlığını saklamak için ağzına kapandı. Sağ gözünden kopup düşün yaşı ve yüzünü kaplayan büyük gülüşüyle onu izleyenler keyifle bakıyordu evlerinin hanımına.

 

Züleyha eksik kaldığı her yanından tamamlandı. Yediği her lokmada karınları tok mu dedikleri tam karşısındaydı. Nazlının kokusuna sığınıp, hasretleriyle yandıkları bakıyordu Züleyhaya. Dünya gözüyle görür müyüm dedikleri çatısının altındaydı.

 

"Halil, Yiğit...."

 

Loading...
0%