Yeni Üyelik
78.
Bölüm

77.BÖLÜM~MASUMİYET~

@orenda

O kadar seviyorum ki bu bölümü🥹 Bana DÜĞÜMLÜ kitabımı yazmak için ilham veren, önünü ardını asla düşünmeden bir kitaba başlatan bölümdür bu. Halil, Yiğit, Nazlı, fındığımız derken bir sürü düğüm attırdı bu bölüm bana. Çok sevin, ilgi gösterin olur mu🤗

 

Seviyorum sizi, keyifli okumalar🖤✨

 

 

Züleyha gördüklerini idrak edebildiğinde elindeki çanta düşmüştü. Elleri ağzına kapanıp çığlığını tutarken gözlerinden damlayan yaşların farkında bile değildi.

 

Kaç ay kaç gün geçmişti onlarsız? Gecenin bir vakti uykusunun içine düşen yüzleriyle kaç gece belli etmeden yaş akıtmıştı? Nazlıya hikaye anlatır gibi Halil ile Yiğit'i fısıldamıştı defalarca. Nazlının bebek kokusunda onları aramıştı. Şimdi karşısında yan yana duran iki canı hayal miydi yoksa?

 

"Halil, Yiğit..."

 

Ona kaçamak bakışlar atan çocuklarla ne yapacağını ilk bilemedi. Titreyen adımları ürkütmeye korkar gibi usul usul yaklaştı onlara. Biraz da hayal görmüş olmanın korkusu vardı içinde.

 

Öyle çok hasretti ki aklı ona oyun oynasa şaşırmazdı.

 

Büyümüşlerdi...

 

Halilin babasına benzeyen yüzü daha bir güzelleşmişti. Yeşil gözleri nasıl da güzel bakıyordu öyle? Yiğit küçük suratından hiç bir şey kaybetmemişti. Çekik, kahverengi gözleri, eskiye nazaran daha uzun saçları ve zayıf bedeniyle utanıyordu sanki.

 

Taş zemini umursamadan çıplak dizleriyle yere çöktü.

 

"Ben yine sizi rüyamda mı görüyom halam?"

 

Yiğitin ağabeyinin elini sıkı sıkı tutuşuna, iyice yakınında duruşuna kırık bir tebessümle baktı. Halille göz göze geldi bu kez.

 

"Yok... Uyumuyon ki..."

 

Halilin fısıltısıyla dudakları kıvrıldı.

 

"E o zaman benim kuzularım niye koynuma atlamıyolar? Benim Halilim halasına sıkı sıkı sarılır, Yiğidim öpmedik yanak koymazdı ya bende?"

 

Çocuklar aylar öncesindeki halalarından çok farklı görünen kadınla ilk bocalamışlardı ama aynı içtenlikle konuşan bu kadını da çok özlemişlerdi.

 

Halil'in kardeşinin elini tutup hızlı adımlarla yaklaşması ve ıslak gözlerle onlara bakan halasına sarılması bir kaç saniye içinde gerçekleşti.

 

Yiğit dizine oturup beline sarılırken, ayaktaki Halil boynuna sıkı sıkı yapışmıştı.

 

Züleyha kollarını hasretle yandığı iki yavrusuna sıkı sıkı doladı. Ağzından şiddetle çıkan bir "ah!" vardı. Onları izleyen herkesin genzini yakan, göz pınarlarını sızlatan bir ah.

 

Züleyha ilk Halilin sonra Yiğitin boynundaki kokuyu soluyup, yüreğinin sancısını durdurmaya çalıştı.

 

"Ah Allahım! Ben nasıl dayandım sizsiz? Nasıl nefes aldım bunca zaman? "

 

Her kelimesinin sonunda saçlarına, yanaklarına, alınlarına sıralı öpücükler dizdi. Gözün görmediğine gönül katlanıyor da zaman gelip o hasreti gönül, gözün önüne koyunca anlıyor insan nasıl bir cefanın koynunda yüreğini dağladığını.

 

Asil karısının şiddetli hıçkırıklarına, ağzından içini yakar gibi döktüğü kelimeleriyle aptallığına yandı. Niye daha erken alıp gelmemişti? Daha evvel akıl etseydi böyle mi olurdu karısı? Karşısında yaşananlara baktıkça Züleyhanın kapıdan girdiği gün getirmemiş olmasının vicdan azabı doldurdu sinesini.

 

Züleyha için korktu. Şu an sevinç miydi hissettiği yoksa derin bir üzüntü mü anlayamadı. Daha yeni yeni iyileşmişken kötü olur diye içi çekildi.

 

Yanına yaklaşıp tıpkı Züleyha gibi diz çöktü. Eli karısının sırtını okşadı.

 

"Züleyha... Hadi içeri geçelim güzel karım. Çocuklar da yol yorgunu hem. İçerde sarılırsın doya kana olur mu?"

 

Islak hareleri konuşan kocasına değdi. Başı olur der gibiydi ama kolları sarıldıklarından ayrılamıyordu ki.

 

"Yavrularım geldi Asil. Bana geldiler. Bitti hasretim, bak yine ikisi de koynumda."

 

Asil kırık bir gülüşle başını sallayarak onayladı. o aslında çok daha farklı bir sürpriz yapmak istemişti Züleyhasına. Ama başlarına öyle şeyler gelmişti ki her şeyi unutmuştu.

 

Sonra ona çekinerek bakan iki oğlan çocuğuna tebessüm etti.

 

"Gelin bakalım aslan parçaları. Sizinle tanışmak için sabrediyorum ama bu halanız bırakmadı ki göreyim yüzünüzü."

 

Halili ve Yiğiti aynı anda kucağına alıp ayağa kalktı Asil. Çocukların ağırlığıyla az sendeleyecek gibi oldu. Yiğitin hemen boynuna doladığı ellerle gülüşü büyüdü yüzünde.

 

"Halanız sizden bahsederken minnacık bir şey sanıyordum bende sizi. E siz koca adammışsınız ya."

 

"Heee ben büyüdüm diyom diyom abim inanmıyo ki. Bak kocaman adammışım."

 

Asil küçücük dişlerini göstererek konuşan Yiğitin şakağına bir öpücük kondurdu.

 

"Ben kimin biliyor musun sen?"

 

"Biliyom tabide. Dedem dedi, halamın kocasısın sen."

 

Asil dayanamayıp bir öpücük de yanağına bıraktı.

 

"Bak sen yerden bitmeye. Pek akıllısın sen."

 

Yiğit yine sırıttı, hulk gibi ağabeyiyle onu kaldıran adama. Halasının kocası çok büyüktü, hayran olmadan duramadı küçük kalbi.

 

Asil sessiz duran Halile baktı.

 

"E sende tanıyorsun o zaman beni."

 

"Adını biliyom bitek."

 

"Neymiş benim adım?"

 

Halil gözlerini azıcık değdirse de yüzüne hemen geri indiriyordu bakışlarını nereye koyacağını bilemediği, eğreti duran ellerine.

 

"Asil dedi dedem. Ama biz enişte diyecek mişiz, ayıp olurmuş yoksa?"

 

Asil gözleri kısılırcasına gülümsedi. Züleyhanın bir eşi gözlerin ondan kaçışı, masum yüzü, ürkek sesi sıkı sıkı sarmalama isteği doğuruyordu onda.

 

"Nasıl da halanızın yeğenlerisiniz siz."

 

Kucağında çocuklarla onu izleyen karısına baktı ve göz kırptı. Salona yönelen adımlarıyla herkes onu takip etmeye başladı.

 

İçeri girdiklerinde çocukları koltuklara bırakıp Züleyhaya döndü yine yüzünü.

Yaklaşıp elini tuttu.

 

Züleyhanın kalbi bir günde kaç duyguyu kaldıracaktı ki? Buraya gelmeden önce annesinin cenazesini kaldırmıştı, babasının çektiği acıları avuçlarında sıkmıştı. Dilber annesinden ona yayılan sızılar göğsünü dağlamıştı peki ya şimdiki buruk sevinç nereye sığacaktı? Nasıl baş edecekti içindeki harp meydanıyla?

 

Koltuğa oturur oturmaz Yiğit eskisi gibi kolunun altına girip beline sarıldı. Bu yine gözlerini yakmıştı. Hiç bir şeyin değişmediğini görmek miydi böylesi hisleri sinesinde döven? Sadece Halil biraz çekingendi sanki. Etrafına utanan bakışlar attığını fark edince eliyle başını yakalayıp göğsüne yasladı.

 

"Kurban olurum size ben. Geldiniz de dünyamı aydınlattınız ya."

 

Defalarca öptüğü saçlardan gelen koku, özlemek denilen ama nefes alırken ölmek olan o zalim duyguya nasıl güzel dokunuyordu.

 

Başını kaldırıp onu izleyenleri görünce şaşırdı. Hiç fark etmemişti bile. Gözü kimseyi görecek halde değildi şu an.

 

"Halime teyzem, Emin amcam... Görmedim ya ben sizi, nolur kusuruma bakman. Hoşgeldiniz, sefa getirdiniz vallaha. Ne iyi ettiniz, Allah bin kere razı olsun sizden."

 

"Hoş bulduk güzel kızım. Erkenden çıktık yola. Beyinle konuştuyduk zaten öncesinden."

 

Asil konuşan adama yaklaşıp eline uzandı, öpüp başına koyunca adam durakladı.

 

"Hoşgeldin Emin amca ama bey falan olmuyor hiç. Akrabayız biz."

 

"Hay yaşa evladım, öyleyiz tabi."

 

Adamın elini bırakan Asil bu kez Halime'nin eline uzanıp onu da öpüp başına koydu.

 

"Sende hoş geldin Halime teyze. Rahat gelebildiniz mi? Bir sıkıntı olmadı inşallah."

 

"Yok oğlum, sağolasın araba göndermişin o kadar yola. Otobüsle gelirdik ya biz."

 

Asil teessüf eder gibi başını çevirdi.

 

"Olur mu öyle şey? Ayakta kaldınız, hadi oturun."

 

Asil Züleyhanın yüzündeki doyulmaz gülümsemeyi izledikçe bakışlarını çekmedi üstünden. Züleyha da Asille göz göze geldi. Hevesli hevesli Halili işaret etti hemen.

 

"Bana benziyo ele. Bak gözlerimiz aynı. Yiğitin de ağzı burnu aynı ben."

 

Asil sanki biraz evvel yüzleriniizlememiş gibi yine her santimlerinde dolaştırdı bakışlarını. Sonra hevesle kendinden cevap bekleyen karısına baktı.

 

"İkisi de çok benziyor güzelim. Gerçi Nazlı da git gide sana benzemeye başladı. Kimi çok sevsen kendine benzetmeyi başarıyorsun zümrüt göz."

 

Züleyhaya biri iltifat edecekse çocuklarını övmeliydi. Biri ona tatlı sözler söyleyecekse çocuklarıyla olan bağını dillendirmeliydi. Yüzünde açan güneşin kanıtı gibiydi sözlerinin etkisi.

 

Herkes oturup bir süre yabancılık çektikleri ortama alışmaları için zaman tanıdılar. Züleyha sürekli konuşup yeğenlerine sorular sordu. Durup durup, öpüp sarıldı. Minişin kucağında odaya giren Nazlıyı ilk fark edemedi. Minişin kucağından kayıp yere inen küçük kız ise annesine sarılmış çocuklara baktı ilk. Kalabalık odada dolaştı gözleri. Sonrada ağır aksak, paytak adımlarla yaklaşıp Züleyha'nın dizlerine tırmanmaya çalıştı.

 

Nazlıyı dizlerine değen elle fark eden Züleyha tebessümle baktı kızına. Ikınarak zorda olsa kucağına çıkmasını keyifle izledi. Hele birde yanında annesine sarılan oğlanlara yandan yandan bakıp gelip göğsüne başını yaslaması onu izleyen herkesin bir anda gür kahkahalarına neden oldu.

 

Yerini işaretlemeye çalışan küçük bir aslandan hiç bir farkı yoktu o an.

 

"Kızım... Annecim... Bak kimler gelmiş boncuğum? Abiler gelmiş Nazlı kızımı görmeye."

 

Züleyha'nın ilgili sesiyle az başını çevirip ona şaşkın şaşkın bakan iki çocuğa yine umursamaz gibi baktı.

 

"Anni menim!"

 

Sonrada iki eliyle boynuna sarılıp poposuyla annesine yapışmış Yiğit'i iteledi.

 

"Kız zilli! Dakka bir gol bir! Kıskanç, haset mi olacan başımıza?"

 

"Hala..."

 

"Söyle Halil'im."

 

"Bu kimki?"

 

"Bu boncuk çikolata benim kızım halam. Adı Nazlı, sizinde kuzeniniz. Güzel ele halam?"

 

Halil ona somurtarak bakan bebeğe biraz daha yaklaştı. Halasının hemen nasıl bebeği olmuştu ki? Büyümüş bir de hemen yürümüştü.

 

"Essah gözleri boncuk gibi ya."

 

Geldiğinden beri durgun olan suratı az gülecek gibi oldu. Ağabeyinin laflarıyla Yiğit de cesaret almış olacak ki Nazlıya daha çok yaklaştı.

 

"Boncuk değil canım, misket gibi. Az küçüğünden."

 

Yiğitin sözleri yine bir tebessüm sebebiydi.

 

"Hala, şimdi senin beben mi bu kız?"

 

"He halam benim bebem."

 

Halil daha önce bu kadar küçük bir çocuğu yakından görmediği için dikkatle her tarafına bakıyordu. Tombul elini tutup parmaklarını gözlerine yaklaştırdı.

 

"Oyuncak gibi. Yiğit parmana baksana."

 

Lafı biten Halil geri dönüp başka bir uzvu keşfedecekken kafasında bir darbe hissetti. Şaşkınca iri iri açıldı yeşil gözleri.

 

"Oy anam! Vurdu bana!"

 

Züleyha da bir anda engel olamadığı darbeye baka kalmıştı.

 

"Kız! Ne ettin? Abi o vurulur mu? Niye vurdun?"

 

Nazlı boncuk gözlerini annesine doldura doldura baktı.

 

"Anni menim."

 

"E kuzum anne seninde onlarda abi. Bak acıdı canı, ya küserse sana?"

 

Nazlı şöylece yine baktı. Halil hala şaşkın şaşkın bakıyordu.

 

"Avi?"

 

"He ya abi. Bak uf oldu, üzüldü hep."

 

"Avi... Öpüm..."

 

Sonrada hiç izin alma hissi olmadan şap diye ıslak dudaklarıyla öptü Halil'in yanağını.

 

"Uf ditti??"

 

Ne diyorsa anlamayan Halil halasına döndü.

 

"Ne dedi ki?"

 

"Acısı geçtimi diyo halam. Zilli hemen kıskancından etti öyle, az durun hemen alışır size. Çok sever, gelir gider öper hep."

 

"Yok yok öpmesin. Hep şörük etti yüzümü."

 

Züleyhanın tutup şap diye yanağına koyduğu öpücükle gülecek gibi oldu Halil ama durdurdu dudaklarını.

 

"Lan hâlâ mı sevmiyon öpülmeyi? Olmaz halam, buldum sizi hep öperim. Kızım da bana çekmiş, o da hep öper."

 

Yiğit oyuncak bebeğe benzeyen kıza yanaşıp yanağını uzattı. O Halil'in aksine hoşlanırdı öpülmekten.

 

"Kız!!! Bebek beni de öp kız."

 

Dudaklarına yakın duran yanağı geri çevirmedi Nazlı. Halile bıraktığı sulu öpücükten Yiğit de nasiplendi.

 

"Öpüm."

 

Yiğidin kıkırtısıyla Nazlıda güldü. Annesi onundu, şu an için rahatlayabilirdi.

 

Asil de koltuktaki boşluğa yerleşince Yiğiti yanına çekip elini omzuna attı.

 

"Nazlı kızım babayı yine unuttun sen. Hani nerde benim öpücüğüm, sarılmam."

 

Nazlı kalkıp babasına giderdi ama şu an annesinin kucağını boş bırakması tehlikeliydi. Babasına bakıp dişlerini göstererek güldü sonrada dudaklarını öne doğru balık gibi büzüp babasının payına düşen öpücüğü armağan etti.

 

Asil derdinin ne olduğunu bildiğinden başını iki yana sallayıp gülümsedi.

 

"Birde kız çocuğu babaya düşkün olur derler Emin amca. Kız elinden gelse yüzüme bakmayacak."

 

Yiğit başını hulk gibi güçlü eniştesine çevirdi.

 

"Öptü ya."

 

"E uzaktan o. Gelip sarılması lazımdı. Gel şu boncuğa ders verelim."

 

"O nasıl olacakmış ki?"

 

"Gel bakalım kucağıma aslan parçası. Yüzüne bakmadığı babası daha güzel çocuk buldu kendine."

 

Yiğit masumluğunun vermiş olduğu bir temizlikle nasıl bir hayatta olduğunu çok fazla idrak edemiyordu. Hemen bulunduğu ortamı kabulleniyor, hemen alışıyordu. Asilin gösterdiği kucağına hemen çıkıp oturdu. Saçlarını seven adamdan aldığı güzel hisle başını hemen omzuna yasladı.

 

"Emme kafama vurmasın. Abime vurdu bebek."

 

"Ben onu uyaracağım, abilere vurulmaz diyeceğim."

 

Asilin eli saçlarını düzeltir gibi dolaştıkça Yiğit daha bir keyifle yerleşti kucağına.

 

"Hııı bizde diyek. Örtmenim dedi dövüş kötü bişey. Kuzey hep dövüşüyo. Anca anca çelme takıyo."

 

"Sen okula mı gidiyorsun? O kadar mı büyüksün yani?"

 

"Tabi de büyüğüm, kreşe bilenem gidiyom hemde."

 

"Gerçekten büyümüşsün. Seviyor musun kreşini?"

 

"He seviyom da bi Kuzeyi sevmiyom."

 

"O niye?"

 

"Hep bi yaramazlık ediyo. Hep oyun bozuyo. Biz kızınca hemen babasına diyo. Enişte sen kocamansın ya!"

 

Bu yoruma kısa bir kahkaha attı Asil.

 

"Eeee..."

 

" Sen Kuzeyin babasından da kocamansın, onu döven ele?"

 

Minik burnunu iki parmağıyla tutup kıstırdı.

 

"Kavga güzel bir şey değil ama size zarar vermeye kalkışırsa birisi, beni karşısında bulur."

 

Çok hoşuna gitti bu sözler Yiğitin. O Kuzey görürdü artık. Onun babasından bile büyük eniştesi vardı.

 

Züleyha duyduklarıyla onları sükunetle izleyen yaşlı çifte baktı.

 

"Halil bire başlayınca tutamadık evde. Kreşe yazdırdık bizde. Öğlenece gidip geliyo."

 

Züleyha anlamadı baştan. Yukarı ki köyde kreş yoktu ki. Taşımalı olsa o da ilkokula gidenlerle akşama kadar servisi beklemesi gerekecekti. Asil'in ona yandan, az da çekingen bakışlarıyla bilmediği bir şeyler olduğunu anladı.

 

"Asil oğlum, Züleyhanın haberi yok muydu"

 

"Yoktu Emin amca. Ben sürpriz yapmak istemiştim ama biliyorsun başımıza gelenleri. O karmaşanın içinde aklımdan çıktı."

 

"Ne diyonuz anam siz? Hiç bişey anlamadım ki ben."

 

Emin bu kez merakla onları izleyen Züleyhaya baktı.

 

"Kızım iki ay oldu olmadı kapıya Cemil diye bi oğlan dayandı. Senden bi de Asil oğlumdan bahsetti. Sonra beyin sağolsun aradı uzun uzun niyetini anlattı. Halilin okul yaşı geldiydi ya o da köy okulunda olmaz diye bize ilçeden ev tutmuş, dayamış döşemiş bide. İlk bi tanımadığımızdan işgillendik emme sana sürpriz edeceğimiş. Bir iki aksaklık var düzelteyim halalarını getirecem dedi. O oğlanda pek deli pek inat canım. İki daş bi baş çantalarımızı almış, yola çıkmış bulduk kendimizi. Allah razı olsun bi güzel ev tutmuş ki. Oğlanlara da okul ayarlamış. Hiç bişeyciğe elimizi değdirmedi bile."

 

Züleyha gülse mi ağlasamı, yoksa kim var kim yok demeden kocasının üstüne atılıp öpülmedik yer bırakmasa mı karar veremedi. Hayran hayran yeşil gözlerini, ona sanki utanıyormuş gibi bakan adama kilitledi. Asili hiç böyle görmemişti, kulakları mı kızarmıştı onun ne? Dudakları titredi, gerçekten kulakları kızarmıştı ve küçük bir çocuk kadar tatlı bir utangaçlık çökmüştü göz bebeklerine.

 

"Asil... sen ne ettin öyle?"

 

"Ben aslında getirmek istedim ama dedesi, anneannesi bırakmayız deyince seni götürecektim. Olanlar... Olmadı işte, tamamına erdirmek, bu güneymiş nasip."

 

Züleyhanın ona bir büyüye, mümkünü olmayan bir hayale bakar gibi bakışıyla konuşmak ne zordu? Bu kadar insanın içinde tuhaf hissettiriyordu. Ensesi yanıyordu sanki.

 

"Allah razı olsun oğlum. Çok şükür canımız sağ bakarız dediysek bile hiç bişeye el sürdürmüyon iki aydır."

 

"Nazlı neyse Halille Yiğitte o bizim için Halime teyze. İki evladım nasıl büyüyecekse iki yeğenim de öyle büyüyecek."

 

Asilin ağzından çıkan kelimelerle Halime ve Emin boş bulunup aynı anda Züleyhanın karnına baktılar. Yaşlı adam yaptığının ayıp olacağını düşünmüş olacak ki hemen çekti bakışlarını. Ama Halime önden düşmüş tek dişini göstere göstere güldü.

 

"Oy kuzum sen yüklüsün hemi? Allah sağlıkla kucaklatsın yavrum, bahtı güzel olsun."

 

Bu kadar insan varken biraz utandı nedense. Eli karnına gidip severken fark etti yaptığını.

 

"Öyleyim teyzem, Allah razı olsun."

 

Belli bir zaman daha oturdular, uzun uzun konuştular. Bilinen ama dile değdirilmeyen o konulara hiç bir kelime uzanmadı. Her şey normalmiş gibi, Züleyha telli duvaklı gelin gelmiş gibi bir hâl içerisindeydi herkes. Sadece Halil bıraktığı kuzusu değildi. Yüzünden gülücükler eksilmeyen yavrusunun tebessümlerini almıştı bu bir kaç ay. Büyümüştü ama sadece bedenen değil. Her hareketi daha olgun, daha oturaklıydı. Yiğitin atleti dışına çıkınca kalkıp hemen pantolonunun içine alışı, burnunun aktığını görünce peçeteyle silişini dudağını ısırarak izledi Züleyha.

 

Akşam yemeği için koca aile sofraya oturduklarında Emin Züleyhanın küçükken yaptığı yaramazlıkları anlatıyor, herkesi güldürüyordu. Asil adamın son söylediğiyle göz kırpıp güldü.

 

"Köy imamından ne istedin zümrüt göz?"

 

"Emin amcam sen bu adama şimdi benim niye fırsatımı veriyon? Aha durup durup eğleşecek benle."

 

"Dur yahu, anlat amcam sen."

 

"Bu yerden bitme beşe gidiyodu o zaman. İlkokulun yanındaki dikiş nakış kursunu anasınıfı etmeye karar vermişler. İlçeden bisürü oyuncak dolap geldi emme halı gelmedi. Züleyha da nerden aklına geldiyse düşmüş imamın peşine. Yazın kuran kursuna gittiğinde depoyu temizlemişler. Bir sürü halı görmüş orda. Tutturmuş illede iki dene ver, çocuklar yerdemi oynasın diye. Adam da onlar bana zimmetli, devlet hesap sorar diye kaça kaça gidiyo. Meydan da bi pınar var. Adam başından atmak için koşturunca bu da geride kalmış. Baktı uslulukla imamı yola getiremeyecek bağıra çağıra herkesi başına toplamış."

 

"Ay yenge şaka gibi ama doğuştan belalı bir tipsin."

 

"Dur Zeynep ya. Sonra ne oldu Emin amca, ver bana ver. Züleyha için bir takım kozlar lazım elime."

 

Birgülün sırıtan suratına kötü kötü bakan Züleyha gözünü kısıp kırıttı.

 

"Bu düğün erken oldu sanki hemi kocam?"

 

Gözleri ayrılan Birgül bir anda susup sandalyesine yaslandı. Allah şerrinden korusun ama baş edilecek insan değildi Züleyha.

 

"Yahu bir susmadınız, anlat amcam. Karımdan daha azını beklemiyorum ben zaten."

 

"Hah çok yaşa! Öyle oldu zati. Bu bağıra çağıra zaten cehennemin kapısını da imamlar açacağımış kıyamatte! diye inletmiyo mu meydanı. El kadar bebelere yüreği acımayan adamdan hoca mı olur? Aha da hakkımı haram ediyom, boşuna kılıyon namazları. Diye yeri göğü inletiyo. Adam bunun çığırarak ettiği laflara döndü baktı, birde sarıca bişeydi nasıl kızardı nasıl? Etrafa da toplanan üç beş kişi cık cıklamaya başlamasın mı? Emme bu yerden bitme aldı bi kere gazı susmuyo. Müslüman dediğin yardım eder, elindekini saklamaz. O çocuklar kışın hasta olunca hep günahı senin üstüne diye ne kadar seyircisi varsa galeyana getiriyo. Milletin hocaya bi bakışı var sorma gitsin. Yıktı attı ortalığı. Zavallı adam alı al moru mor depodan halı taşıyodu en son."

 

Yine masayı gür kahkahalar kapladı. Biri yedisinde neyse yetmişinde odur lafı Züleyha için söylenmişti sanki.

 

Züleyha gülerek masada gözünü gezdirirken Halil de durakladı. Yiğitin çorbasına ekmek doğrayışıyla elindeki kaşık usulca geri düştü aldığı yere. Gözlerini dolduran bu görüntü ömür boyu vicdan azabı olacaktı sanki. Bir zamanlar Züleyha'nın doğradığı ekmekler yalnız kalınca Halilin üstüne vazife olmuştu. Tabağında yarısı duran yemekten çekemedi bakışlarını. Onun Halili ne koysa önüne dibini ekmeğiyle bir güzel siler, tertemiz olacak iştahla yerdi. Bir de Yiğitin çorba kaşığından az döktüğü çorbayı kimseye belli etmek istemez gibi gizli saklı silişi hızla düşün bir damlaya sebep oldu.

 

Oradan sonra pek konuşamadı. İçindeki yangın zerre hafiflemeden sürekli yeğenlerine sarılıp okşadı. Karısının duygusal geçişlerine yetişemeyen Asil ise ne yapacağına karar vermiyordu. Biraz önce dolu dolu gülerken şimdi yeşil dallarına çiğ damlaları konmuştu.

 

Gece olmasıyla yorgun karı kocaya kalacakları oda gösterildi. Züleyha ona dikkatle bakan yeğenlerinin boyuna eşit olmak için yine önlerinde diz çöktü.

 

"Bu gün beraber uyuyak mı halam? Eskisi gibi koyun koyuna yatak olur mu? Ben hiç doyamadım daha size."

 

Halil çekingen bir şekilde Asile bakarken Yiğit kocamam gülüp başını sallamıştı.

 

"Uyuyak hala. Uyuyak ele abi, aynı eski gibin."

 

Halilin kendine attığı bakışlarla Asilin müdahale etmesi gerekti duruma.

 

"Evet aslan parçaları, hep beraber yatıyoruz bu gece. Siz yukarı odayı gördünüz mü? Gelin bakalım."

 

Yiğitin sevinciyle konuşacak olsa da geri sustu Halil.

 

Bir saat önce kucağında uyuyup kalan kızı beşiğindeydi. Çocuklar uyuyan Nazlıyı görünce iyice sessizleştiler. Züleyha Halimeden aldığı çantayla pijamalarını giydirdi. Öpe okşaya yatağın ortasına uzanmalarını sağladı. Asil banyoda değiştiği üstüyle odaya girdiğinde eli dirseğinde iki yeğenine bakan karısını süzdü.

 

"Hala şimdi senin karnında da mı bebek var?"

 

"He halam, bak burda. Daha küçük emme."

 

Yiğit meraklı gözlerini halasının karnındaki küçük tepeciğe değdirdi. Çekinerek de olsa elini uzatıp dokundu.

 

"Anam! Vallada var abi."

 

Züleyha bakıp duran ama dokunma cesareti gösteremeyen Halilin elini kavrayıp karnına koydu. Gözlerinin bir eşi olan küçük gözlere sevgiyle baktı.

 

"Doğsun da abileri çok sevecek benim fındığımı. Ne şanslı ele Halil? İki tane abisi olacak bi de ablası."

 

"Abi der mi ki o da bize?"

 

"Der tabi. Abisisiniz siz onun. Her bişeyi siz öğreteceniz küçük fındığa."

 

Yatağın diğer ucuna gelip aynı karısı gibi uzandı Asil. Elini yan yatan Halilin beline koymuştu.

 

"Bir de kız olursa yandık çocuklar. Ailenin erkekleri olarak çok iş düşer bize."

 

"Kız olmasın oğlan olsun. Kız var."

 

Yiğitin başını Halilin üstünden kaldırıp eniştesine bakışı küçük mirketleri andırıyordu.

 

"Ben bilmem, kız olursa da oğlan olursa da yardım etmeniz lazım. Sonuçta abilerisiniz. Ben nasıl baş edeyim hem halanızla hem iki kızla?"

 

"Koruruz tabi de ele abi? Biz büyüdük bi kerem, her bişeyi kendimiz yapıyoz dimi abi?"

 

Yiğitin her lafının sonunda ağabeyinden izin alışı, gözlerinde gördüğü onayla heyecanlı söylemlerine devam edişi karı kocanın gözlerinin kesişmesine neden oldu. Züleyhanın gözlerinin neden sık sık dolduğunu anladı Asil. Yedi yaşında bir çocuk, beş yaşındaki diğerine her şey olmuştu bir kaç ayda.

 

"Boncuk kız az yaramaz emme büyüyünce akıllanır gibi. Koruruz tabi. Ben zaten polis olacam büyüyünce hepsini korurum."

 

Halilin laflarıyla başını usulca salladı kardeşi.

Yiğitin kapanmaya meyillenen gözlerini görünce Asil üstlerindeki ince yorganı omuzlarına kadar çekti. Züleyha hala bir eli başında, dirseği yatağa yaslı yeğenlerine bakıyordu.

 

"Uyku vakti gençler. Sabah daha çok konuşacağız."

 

Yüzü ağabeyine dönük olan Yiğit bu lafla sırtını dönüp iyice kıvrıldı. Halil de bu sözsüz uyarıyla kardeşine iyice yaklaşıp kolunu karnına sardı. Küçük bedenlerinin bir dişlinin çarkları gibi birbirine girişine Züleyha donmuş gözlerle bakıyordu. Yolun vermiş olduğu yorgunlukla kısa sürede iki kardeş de uykuya daldılar.

 

Züleyha kilitlenip kalmış olan bakışlarını çekemiyordu önündeki manzaradan. Sıra sıra akan yaşlar sağanak kadar hızlıydı. Bir anda dolup taşmış gözlere bakan Asil ise ne yapacağını şaşırdı.

 

"Züleyham..."

 

Fısıltısı çok korkaktı, çok endişeli.

 

"Güzel bebeğim neyin var?"

 

Hıçkırığı ağzından kaçacakken eliyle dudaklarına set çekti. Önünde birbirine sıkıca sarılmış küçüklerden ayrılmıyordu bakışları.

 

Sonra puslu gözleri kocasına değdi.

 

"Ben... Ben ne yaptım Asil? Ben ne ettim böyle?"

 

"Züleyham... Korkuyorum güzel karım ne oldu?"

 

"Ben... Yiğiti hep böyle uyutuyodum ya. Sırtını göğsüme yaslayıp sıkıca sarıyodum da öyle ısınıp, uyuyodu. Ben gittim yavrumu Halil uyutur olmuş. Ben canımın derdine düşüp gittim, ben ne ettim?"

 

"Züleyha ne olur yapma böyle. Bak bebeğimiz de çok üzülüyor, geçti hepsi. Bitti gitti."

 

"Altı ay... Altı ayda yedi yaşındaki yavrum ana, baba, hala olmuş kardeşine. El kadar sabimin gülüşü solmuş. Lokmalarının sayısı azalmış. Gül açan yüzüne hüzün konmuş benim yavrumun."

 

Asil hiç bir şey diyemedi. Saatlerce göz yaşı dökerek yeğenlerini izleyen karısının elini tutmaktan başka hiç bir şey gelmedi elinden. Çok ağlamanın verdiği bir rehavetle uykuya dalan karısını sabah ezanı semayı doldurana kadar izledi.

 

Sessizce kalkıp mutfağa su almaya indi. Bir şeyler yapması lazımdı. Züleyha çocukların ondan uzaklaşmasını kaldıramazdı. Bir şeyler düşünmeli ve hiç kimseyi incitmeden bu işi düzene sokmalıydı. Elinde bardakla yukarı çıkarken orta katta Emin'i gördü.

 

"Yerini mi yadırgadın amca?"

 

"Yok evladım namaza kalktıydım. Senin halin ne?"

 

Asil elini ensesine atıp bir yukarı çıkan merdivenlere bir de karşısında ona bakan adama döndü yüzünü.

 

"Amca uykun yoksa az konuşalım mı?"

 

"Hayır olsun, konuşak evladım."

 

İki adam ses çıkarmadan mutfağa indiler. Masaya geçip oturunca Asil karşısındaki adamdan medet dilenir bakışlarını esirgemedi.

 

"Amca yardımın lazım."

 

"Evladım hele bi de derdini. Ne oldu?"

 

"Züleyha iyi değil amca. Çocukları görünce çok sevindi ama gideceklerini düşündükçe kahroluyor. Daha yeni uykuya daldı. Bu saate kadar bakıp bakıp ağladı. Aklımı kaçıracağım, bir şey olacak karıma."

 

Emin lafın gittiği yeri anladı da hüzün çöktü gözlerine.

 

"Evladım ben seni anladım da nasıl burda koyup gideyim iki öksüz yetim yavrumu? Etme bize bunu, Halime hanım daha da kaldıramaz bunca alışmışken."

 

Asil hızla iki yana salladı başını.

 

"Amca ben sizi geride bırakıp hasretleriyle sınamam. Allah aşkına yardım et bana. Derleyip toplayalım buraya getirelim sizi.Ev kocaman, ha olmaz dersen yakından ev ayarlarız bir hane gibi yaşarız. Bak benim karımı iki ay önce ben öyle bir halde buldum ki ölüyorum sandım. Güçlü olacağım diye parçalıyor kendini ama bir anda mahvolacak diye aklımı oynataağım. Çocukları gördü, ayrılırsa karımı iyileştiremem. Ne istersen yapmaya hazırım. Hangi evi dersen alırım, ne olur Züleyham kaldıramaz."

 

Emin karşısında çaresizlikle ona yalvaran adama ne diyeceğini bilemedi. Sonra ömrünü geçirdiği topraklardan göçüp gitmenin ağırlığını taşıyabilir mi emin olamadı.

 

"Oğlum evim barkım orada, az buçuk tarlam orada. Hem hepisini geç anamın babamın mezarı orada."

 

"Aynısını iste aynısını yaparım ordaki evinin. Burda dededen kalma üç beş tarlamız var nasıl istersen eker biçersin. Hem ben ilgilenemiyorum, destek olursun bana da. Ha ananın babanın mezarın dersen, iki evladımın üstüne yemin olsun ne zaman dersen ben götürüp getireceğim sizi. Züleyha için psikolojik yardım alacağım ama Halilin de çok ihtiyacı var gibi. Çocukları pedagoğa götürürüz, yönlendirir bizi. Az şey yaşamadı onlarda. Büyüyünce yara kalmasın kalplerinde."

 

Asilin sözleri, hali, tavrı, en önemlisi çaresizce çare dilenişiyle ne yapacağını bilemedi Emin. Alıp onları ilçeye yerleştirince, ellerine çocuklar için kart verince, telefonda uzun uzun yeğenlerimin tüm eksikleri benim boynumun borcu diye ikna edince ne sağlam adam olduğunu anlamıştı zaten. Kimseye başını eğmeyecek güçteki adam karısı, yeğenleri için dil döküyordu ona.

 

"Evladım ne diyem ben şimdi sana? Diyecek laf koymadın ki..."

 

"Ne olur kestirip atma. Bak sen şahit oldun nasıl bir hayattan çıkıp geldiğine. Sen benden bile daha fazla gördün çektiği zulümü. Kaç gece uykusunda adlarını sayıkladı karım. Geldiği andan beri benim kızımı kendi doğurmuş gibi sevdi, korudu. Hak ettikleri gibi bir babaları olacağım onlara. Bende daha fazla onun üzgün gözlerine bakacak mecal yok. Sen yeterki iste benden. Şunu yap olur de. Sabaha ne istersen yapacağım, söz veriyorum."

 

"Ne isteyim evladım. Üç evladım var benim iki oğlum yurt dışına gitti gidiş o gidiş. Kızım desen insan içine çıkılacak yüz komadı bizde. Züleyha sayesinde çocukları çekip alamadık biz onca sene. Şimdi karşıma geçip, öz evladımın demediği lafları diyon. Aklıma gelmeyecek şeyleri sen düşünüyon. Konuşurum ben Halime hanımla. Allahın izniyle üzmeyiz Züleyhamızı. "

 

Geceden beri karanlık kışa dönen yüreği rahatladı Asilin. Züleyha bu haberi duyunca çok sevinecekti. Belki yine ağlayacaktı ama mutluluktan olacaktı bunlar. Asil aklına biran önce Birgül ve Muratın nikah işini aradan çıkarmayı, sonrada Züleyha için iyi bir terapist bulmayı kazıdı. Sonra çocuklar için de iyi bir pedagog şarttı. Halilin yaşından olgun tavırları onun da dikkatini çekmişti. Züleyhanın anlattığı şen şakrak çocuktan eser bile yoktu.

 

Saatin erkenliğini zerre umursamadan Cemili aradı.

 

"Ağabey!"

 

"Uyuyor muydun?"

 

"Soru mu bu şimdi?"

 

"Zevzekliği bırak. Uyuyorsan da uyandın. Kalk hemen Kütahya da Emin amcaların evine yol al! Özel eşyaları paketlet buraya yollat. Çocuklar için acil okul lazım. Yiğit kreşe gidiyor ama Halil birinci sınıf. Daha fazla geri kalmasın çocuk. Burdan bize yakın çok iyi bir ev bulmak lazım. Yarın tüm bu işlerin hallolması gerekiyor. Ha çocuklar için pedagog da şart. Korhan bilir kim işinin ehlidir, ondan öğren. "

 

"Ağabey?"

 

"Ne?"

 

"Sabah beş!"

 

"Ne olmuş yani?"

 

"Hepsini bir güne mi yapayım?"

 

"Aynen öyle Cemil. Hepsi bu gün içinde olması lazım. Züleyham daha fazla üzülmeyecek benim! Ne kadar ayrıntı varsa düşün, bir çıkıntı olmasın."

 

"Ceyda haklı yemin ederim. Anamızın karnındayken kesin beynimi yedi o kız. Yoksa onun bu kadar akıllı benim bu kadar mal olmam normal değil. Kapat ağabey! Sen bana sövmeden kapat. Hallederim ben ne gerekiyorsa."

 

Asil duyduklarıyla memnun bir şekilde telefonu kapattı. Sonra sabahın beş olmasını yine umursamayarak Muratı aradı.

 

"Lannn!!! Lan noluyor, bu saatte niye arıyorsun Asil erkeğim?"

 

"Zevzekliği bırak. Kalk hazırlıklara başla, en geç bir haftaya evlenin bitsin şu işkence."

 

"Nasıl ya? Ulan uyanamadım mı ben? Kimsin sen lan, kayınçomu niye taklit ediyorsun yavşak?"

 

"Murat zerre uyumadım, kafam duman. Sikerim belanı, ne diyorsam yap işte! Bir haftaya şu düğün tantanası bitsin de düş yakamızdan."

 

Telefonun öbür ucundan güçlü bir kahkaha duyuldu. Gevşek herif insanları uyandıracaktı bu vakitte.

 

"Asil lan! Yemin ediyorum otuz yaşıma kadar duyduğum ve en zevk aldığım küfür bu olabilir. Bir hafta diyorsun yani. "

 

Yine bir kahkaha duyuldu. Telefona yansıyan hışırtılardan yataktan kalktığı ve giyinmeye çalıştığı anlaşılıyordu.

 

"Tamam en sevdiğim kayınçom. O iş bende. Akıllara zarar bir nikah ayarlıyorum hemen. Ulan ettiğim dualar mı kabul oldu, gece uykunda mı göründüler ne oldu lan? Aman neyse iyi olmuş iyi. Tutma beni Asil anamı kaldıracam daha. Bu saat oldu yatıyor kadın. Düğün evinde bu kadar yatılır mı lan?"

 

Şak diye kapanan telefona dik dik baktı Asil. Dişlerinin arasında tıslayarak "ah Birgül başımıza sadığın belaya bak" deyip odasına doğru yol aldı.

 

Bir an önce sabah olmalı ve Züleyha'ya yeni durumu anlatmalıydı. İçi içine sığmadı. İyi olacaktı iyi. Züleyha çocukların gitmeyeceğini öğrenince üzülmeyecekti artık.

 

Sabah yanındaki kıpırtılarla Züleyha uyandı ama ses çıkarmadı.

"Halamı gıdıklayak mı abi?"

 

"Hişştt! Sessiz ol, hem olmaz artık."

 

"Niye ki? Eskiden hep gıdıklıyodu ya o bizi, şimdide biz yapak."

 

"Kocası var artık. Kızar belkim. Hem bebek de var, uyuyodur şimdi. Ses etmeyek kızmasınlar bize."

 

Züleyhanın dişlerini sıkmasına sebepti bu kelimeler. Nasıl atlatacaktı, nasıl iyileştirecekti yavrularını? Ya hemen giderlerse diye düşündükçe kanı çekiliyordu. Korkusuna akşam soramamıştı bile.

Ama şimdi yeğenlerinin hiç bir şeyin değişmediğini görmeleri gerekiyordu.

 

Sessiz ve yavaş hareketlerle üstlerine uzanıp iki elini de kullanarak gıdıklamaya başladı. Bir anda halalarının eline düşen çocuklar ise kahkahayla gülseler bile kaçmak için uğraşmıyorladı.

 

Bazı özlenilmişliklere doymak istiyordu ruh.

 

Nazlını yüzünü yıkayıp banyodan çıkan Asil ise yataktaki sarmaş dolaş kahkaha atan üçlüye bakıp tebessüm etti.

 

Nazlı annesinin başka çocuklarla fingirdeyişini görünce ince kaşlarını çatıp babasının kucağından sıyrılmaya çalıştı. Kızının ne yapacağını anlayınca Asil gülmesini eksiltmeden bıraktı Nazlıyı.

 

Eller havada, koşturan adımlarla yatağa yaklaşıp, örtüyü avuçladı Nazlı. Zor şer yatağa tırmanıp çığlıklarıyla odayı inletmeye başladı.

 

Annesinin ve "abi" olduğu iddia edilen çocukların arasına poposunu ittire ittire girdi.

 

Kızının tipinin şekline ve aralarına dalışına bakıp kaldı Züleyha. Sonra da yeğenleriyle göz göze gelip aynı anda kahkaha attılar.

 

"Hala boncuk kız kıskançmış."

 

"Öyleymiş Halilim. Ne yapacaz kız zilli biz senle? Koca oğlanlara bile hasetleniyon küçük fındığıma neler eden ya sen?"

 

Halil koca bir adam gibi Nazlının burnunun dibine iyice yaklaşıp azıcık saçlarını sevmeye başladı.

 

"Olmaz boncuk kız. Kardeşleri korumak lazım, yoksa çok ağlarlar. Ablalar da kardeşi korur."

 

Nazlı karşısında akıllı akıllı konuşan oğlanın ne dediğine hiç bakmadan elini gözüne attı. Aynı andada kocaman bir çığlık fırladı ağzından.

 

"Menim oşun!"

 

Züleyha atılıp hemen Nazlıyı Halilden uzaklaştırdı.

 

"Kızz!! Bırak çocuğu, anam iki seferdir ne ediyon oğluma öyle? Asil bu kız bizi malamat edecek."

 

Nazlı hiç ona kızılmıyormuş gibi bu kez de annesine derdini anlatmaya çalıştı.

 

"Menim oşun!!!"

 

"Ne diyon ne? Ney senin olsun?"

 

Züleyha öyle söylese de Halilin gözünü gösteren parmakla alık alık baktı bir süre .

 

"Asil!!!"

 

"Efendim karım."

 

"Asil bu yırtık kız çocuğun gözünü istiyo ya!"

 

"Valla istiyor karım."

 

"Anam Asil biz bu fındığı ablası olacak şirretten nasıl koruyacaz Asil? Asil bu koca oğlanlara kök söktürüyo el kadar bebenin haşatını çıkarır."

 

Züleyhanın korku dolu gözleri bir Halile bir Yiğite ama en çok Nazlıya bakıp bakıp duruyordu. Hali o kadar tatlı göründü ki gözüne yaklaşıp başını tuttu ve şap diye ses getirecek bir öpücük kondurdu yanağına.

 

"Sen ne diyordun böyle durumlarda karım? Hah buldum, anası ne ki danası ne olsun muydu o?"

 

Asilin kahkahası hayran hayran onu izleyen Yiğiti, dolayısıyla da kardeşinin gülüşünü takip eden Halili gülümsetti.

 

"Amma size belledirim ben. Siz büyüdünüzde halanızla mı eğleşiyonuz lan?"

 

Güle eğlene yapılan yatak keyfinden sonra aşağı kahvaltı masasına geçildi.

 

Onlar indikten sonra da tüm ev halkı masaya geçti. Halime ve Eminin bıyık altından gülüşmelerinin sebebini çok anlayamadı Züleyha.

 

Asil ise biran önce konuyu açmak, Züleyhanın kalbinin duymak istediklerini ona vermek istiyordu.

 

Gözleri Emin'in üstünden bir an bile ayrılmadı. Adam karşısında kıvranan genç adama babacan sıcak bir gülüş atıp ağarmış sakallarını sıvazladı. Tebessüm edip başını onaylar gibi salladı.

 

Tedirgin bakışların yerini kaplayan memnuniyetle ne kadar doğru bir karar verdiklerine bir kere daha emin oldu yaşlı adam.

 

Asil önündeki ekmek dilimlerine sırayla tereyağ ve bal sürüp ilk Yiğite sonra Halile ve en son da Züleyhaya vererek öylesine konuşurmuş gibi "Eee Halil, okula gitmeyecek misin?" dedi.

 

Kocasının ağzından çıkanlarla ağzına götürdüğü ballı ekmek öylece kaldı Züleyhanın. Gözleri hemen Emin amcasına ve Halime teyzesine korkarak baktı. Niye öyle demişti ki sanki kocası? Ya hemen okulu var diye gitmeye kalkarlarsa diye düşündükçe içi daraldı.

 

Asil'in yaptığını anlayan Emin de eşlik etti Asil'e.

 

"Birinci sınıf bide nasıl zor bi bilsen oğlum. Geri kalmaması lazım, hemen gitmek icap eder okula."

 

Gözleri anında dolan kıza bakınca dayanamadı, başını iki yana salladı.

 

"Etme yazık evladım. Kızın gülen yüzünün rengi gitti."

 

Asil ise kimsenin varlığını umursamadan yaklaşıp alnını öptü karısının.

 

"Bu gün beraber gidip çocukların yeni okulunu görelim mi güzelim? "

 

Kafası durdu sanki Züleyhanın. Ne dediğini anlayamıyordu. Okula gideceklerdi de Kütahya çok uzaktı buraya.

 

"Ben... Anlamadım ki."

 

"Güzelim gidelim de okullarını inceleyelim çocukların. Hem Emin amcamla Halime teyzemin evini de kontrol etmek lazım. Hala sen ilgilenirsin değil mi? Cemil Kütahyadaki eşyaları gönderecek ama evin tutulması, bir güzel temizlenmesi eksiklerin biran önce tamamlanması lazım."

 

Dilber gece boyu uyuyamadığından şişmiş gözlerini kısarak tebessüm etti. Züleyhanın aksine o ne olduğunu anlamıştı.

 

"Ben hallederim oğlum, aklın kalmasın. Siz çocukların işini halledin. Yiğit hemen başlamasın isterseniz ama Halil geri kalmasın derslerinden."

 

Alık alık konuşan herkese baktı Züleyha. Haline gülecekti nerdeyse ama gerçekten hiç bir şey anlayamıyordu.

 

"Asil... Ne diyonuz ki siz?"

 

"E güzelim Emin amcalar buraya taşınıyor ya. Çocuklar yanımızda büyüyecekler, düzenlerini hemen oturtmak lazım."

 

Asilin dediklerini kafasında bir kaç kere tekrar etti. Sonunda duran algıları canlanıp da olanı anlayınca yüzündeki kış çekilip yerini ilkbaharın çiçeklerine bıraktı.

 

"Asil! Asil valla mı Asil essah mı diyon valla mı diyon Asil!"

 

Evi inleten bağrışı, kahkahası, ayağa kalkıp ellerini birbirine vurarak sevinişi bakan herkesin keyfine keyif kattı.

 

Asil ayağa kalkıp kıpır kıpır hareket eden karısına kolunu sarıp göğsüne yasladı.

Züleyha ise biraz önce kahkaha atan o değilmiş gibi ağlamaya başladı.

 

"Asil gitmiyolar. Bırakmıyolar beni, burda kalıyolar kuzularım. Hiç gitmiyolar Asil!"

 

"Gitmiyorlar güzel bebeğim. Hep yanımızda olacaklar. Biz büyüteceğiz çocuklarımızı."

 

"Asil... Ayrılmıcam bi daha hiç ayrılmıyacam. Onlarsız kalmayacam hiç."

 

Sımsıkı sarılıp, sırtını okşadı içli içli ağlayan karısının. Duygusal yıpranmaları ve hamilelik hormonları birleşince aynı anda dört mevsim yaşayan bir kadına dönüştürmüştü zümrüt gözlü karısını.

 

"Gel sen gel. Şu yüzünü bir yıkayalım, burnun akmış resmen."

 

Gülümseyerek karısının elini tutup yukarı odalarına çıkardı. Biraz rahatlaması, kendine gelmesi gerekiyordu. Odaya girdiklerinde ise ne olduğunu anlayamadan Züleyha dudaklarına yapışmış onu öpüyordu.

 

"Sen var ya sen..."

 

Züleyha omzuna asılarak dudaklarını, çenesini, yüzünü defalarca öptü. Asile ise keyifle bu anın tadını çıkarmak düştü.

 

Züleyha boyuna yetişmek için asılıp durduğu adamın öylece durmasına sinir olmuştu. Elinden çekip yatağa sürükledi. Omzundan bastırarak oturduğu kocasının kucağına bir anda geçip oturdu. Biraz önce yarım kalan öpücüklerine daha seri devam etti.

 

"Ağzını burnunu yediğim, sen ne ettin öyle?"

 

"Ne yapmışım öyle?"

 

Yüzüne gülerek bakan kocası onun en büyük şansıydı. Bu hayattaki sahip olabileceği en yüksek değerdi. Hayalini bile kuramayacağı bir aşkı göğsünde büyütmüş sonra da o aşka Züleyhayı ortak etmişti. Kanayan yerlerine o daha yardım çığlığı atmadan şifa oluyordu.

 

"Asil sen nasıl bi adamsın? Nasıl bi kalbin var? Asil ölürüm yoluna, çok seviyom seni kocam. Canımdan çok seviyom."

 

Yatağa yasladığı elleriyle karısının çocuk neşesini izlemek çok güzeldi. Az doğrulup avuçlarının arasına yüzünü aldı. Yanakları sıkışınca dudakları öne doğru büzülmüştü. Biraz önce Züleyhanın masum öpüşlerine tezat oldukça şehvetli bir öpücük bıraktı dudaklarına.

 

Dişlerini alt dudağına geçirip yavaşca çekiştirdi. Dili tadına müptela olduğu ağzın içerisine sızdı. Dünden beri en sahici tebessümleri şimdi görüyordu. Ve o tebessümlerden kana kana içmekten başka bir arzusu yoktu. Züleyha gülüyor Asil doyuyordu, Züleyha bir bakıyor Asilin dünyasındaki tüm renkler daha parlak hale geliyordu.

 

"Sen bana böyle gül, böyle bak dünyayı sererim önüne. Bir daha da öyle çok ağlamak yok. Bütün gece harap ettin kendini."

 

Sımsıkı sarıldı boynuna kocasının. Kokusunu doya kana soludu. Ne annesinin söylediği sözler, ne Lalezarın delirmiş çığlıkları ne de ağabeyinin gözüne bakamayan gözleri kaldı hafızasında.

 

Asil vardı her şeyinde. Nazlısını ona veren Asil. Fındığına baba olacak olan Asil. Halil ve Yiğite kavuşturan Asil.

Tüm dertlere deva, her ağrıya şifa bir Asil'i vardı...

 

 

Zaten nezleyim🥹 göz yaşım ve burnumbirbirine karıştı. Benim gibi sulu gözlü olanlar göz yaşınızı israf etmeyin sakın. Doğal serum onlar hep, göz altlarınıza yanaklarınıza bir güzel yedirin.

 

Loading...
0%