Yeni Üyelik
83.
Bölüm

82.BÖLÜM~NAMÜTENAHİ AŞK~

@orenda

 

Tüm finaller içimde bir burukluk oluşturur ama GİRDAP bir başkadır benim için. Bu bölümü ilk yazdığım zamanlar ülkem çok büyük bir acıyla sınanıyordu. 6 Şubat depremiyle parçalandığımız yerden toparlanma derdindeydik. Ben asla bir daha yazamam dediğim anda gelen mesaj sayesinde bilgisayarımın başına oturabilmiştim. O gece çadırdan bana yazan güzel kız, eğer hâlâ benim yazdıklarımı okuyorsan sana çok büyük bir teşekkür borcum var benim. Senin gülen yüzün hatrına çıktı bu bölüm ortaya. Öyle ki iki gün boyunca yerimden bile kalkmadan Girdap finalini yazdım. Eşimin getirdiği yemek ve kahveler olmasa öylece masaya yığılırdım. Sildim en baştan tekrar yazdım. En iyisi olsun ve sen biraz daha gülümse diye yazıldı satırlar.

 

Benim güzel kitap ailem, Gülümseyin ve sayenizde gülmek için sebeplerim olsun diye var oldu bu kitap.

 

Hepinizi çok seviyorum. Diğer kitaplarım sizi bekler. Belki bir başkasının da yüzünde gülümseme açtıracak paragraflar saklıdır💙

 

Zamanın nasıl aktığını anlıyamıyosanız bilin ki güzel şeyler görüyo artık gözleriniz. Çünkü zamanın hiç akmadığı anları bilirim. Saniyelerin saate döndüğü, günlerin ay gibi uzadığı zamanları gördü gözlerim.

 

Çok zorlu bi yedi yıl atlattım. Kıtlık gibi kuraklık gibi yedi yıl! Dayağın, küfürün, yok sayılışın, ezilmenin ne olduğunu en dibine kadar yaşadığım yedi yıl!

 

Şimdi oturup izlerken içimi titreten bi yuvam var. Bi kalbe deli gibi yanılmak nasıl olur öğreten bir kocam, ay parçası gibi bir kızım, fındık gibi minnak bir oğlum, elime doğan, yüzlerini gülerken izlediğim iki kuzum var.

 

Aylar ayları takip ederken Asilin tepemden inmediği tek konu psikolog oldu. Nisa hanım ne vakit çağırsa hepsini aksatmadan götürdü. İlk bi ne gerek var dedim emme ben konuşup, o dinledikçe farkına vardım. Bilmeden bi sandık kurmuşum gönlümde. Ne kadar canımı yakan varsa bir bir içine saklamışım. Üzülür mü, kafasına takar mı, içine dert eder mi demeden anlatacağım tek kişi Nisa Hanımmış meğer. İnsan sevincini anlatırken cömertte derdi anlatırken pek cimri oluyo bazı zamanlarda. Hele ki karşındakinin üzülebilme ihtimali kurt gibi yiyo içini. Bazen öyle bi soru soruyodu ki burnumun direği sızlıyodu. O soru hem belimi kırıyo, hem omzumdaki yüke çare oluyodu.

 

"Her bardak dolar" dedi bi gün. "Sen kendine yük yapmıyosun sanırsın ama damlar mutlaka o su" dedi. Ya hiç olmadık bi yerde dolarsa bardağın Züleyha lafı çıkmadı aklımdan. Mesela Nazlı büyüyüp bi yanlış yaparsa, Asil şaşırıp canını yakarsa, evladın beklediğin gibi olmaz da hayırsız olursa. Bir yerde o bardak dolarda sen sana yakışmayan bi hâlde bulursan kendini diye beynime mıh çaktı sanki.

 

Oradan sonra Asilin gönlü olsun diye değil de şimdiye kadar ben bilmeden bardağımın dolan suyunu boşaltmak için gittim yanına. Bi zamandan sonra isyan etmeye başladım nedense. Olduysa oldu diye geçiştirdiğim her şeye "neden?" diye ağlarken buldum kendimi. Suçlamaya, hırslanmaya, öfkemin tadını hissetmeye başladım. Bu doktor beni iyi edeceğine kötü ediyo diye Asile dert yandım.

 

Benim göremediğimi kocam görmüş meğerse. Ben unuturum geçer dediğim her bi şeyi derimin altına saklıyomuşum. Bütün gece koynunda bunu anlattı bana. Doktorum derimin altında ki cerehatı bulup çıkarıyomuş. Sonra beni kangren etmesin diye hasarlı ne kadar yer varsa ilk irinini akıtacak sonra yaramı kurutacakmış. Asil dediyse doğrudur deyip daha bi istekli gittim artık. Ne dediyse yaptım. Ara ara ödev gibi şeyler veriyodu bana.

 

Bi kere hiç gitmediğim bi parka, boş bi banka oturmamı en mutsuz hissettiğim günü o banka anlatmamı istedi. İlk Asile bu karı benle eğleşiyo dedimse de kocamın dik bakışına uyup dediğini yaptım. Bi süre hiç konuşamadım. Sonra ise bişey oldu. Bomboş parkta kuru bi banka babamın öldüğü ilk gecemi anlattım. Sonra kırkı çıkınca helva kavurmak istediğimde anamın bana bakışını, Hamza’nın "boş işlerle uğraşma" deyişini hazmedemedim. Bizim evimizden kedimiz kaybolmadıydı ki. Babamız öldüydü bizim. Yas tutmamız gerekmez miydi? Gerçi kedisi kaçan insan bile aylarca aramıyo muydu onu? Anam iyice kendine kapandıydı, hiç konuşmaz olduydu zati. Üç beş ay sonra ise Lalezar girdi eve. Ne çok şey de onunla beraber girdi. İlk itiş kakışlar başladı sonra daha fenaları. Babamın varlığında okşanırdı yüzüm, şamarlar doldurdu her yanımı. Tokatlar, tekmeler, elindeki ne varsa fırlatmalar.

 

Ben bomboş, kuru bi banka babamın gittiği yılın sancısını saatlerce anlattım.

 

En son gittiğim seansta benden bu sefer başka bişey istedi. Bi mektup yazmamı. En gücendiğim kimse ona zamanında diyemediğim ne kadar laf varsa karşımdaymış gibi söylememi istedi. Bütün gece kime yazsam dedim durdum. Sonra yine anam düştü aklıma. Bizim hikayemizdeki zehirin membaası anamdı çünkü. O böyle biri olmayaydı belki biz bile olmazdık emme olanlar hak ettikleri gibi mutlu olurlardı. Hamza çoluğuna, çocuğuna, kardeşine zulmeden olmazdı belki.

 

Ama ben mektubu ikiye çıkardım. Babama da sitem edesim tuttu. Zayıflığına, acizliğine gücendim.

 

Adımı Züleyha koymasaydın dedim. Başka bişey olaydı böyle olmazdı anam belki diye yarı haklı, yarı haksız gönül koydum. Sonra gecenin o saatinde Nazlıdan kısık bi gülüş sesi geldi. Kalktım baktım uykusunda uyuyodu hâlâ. Rüyası nasıl tatlıysa güldürmüştü kuzumu.

 

Bi zamanda kızımı izledim.

 

Adı Nazlı olmasa da Esma olsaydı dedim. Asil aslında karısını çok sevseydi de ecele mâni gelemeseydi ne olurduk diye sordum kendime. Sevmez miydi gönlüm Nazlıyı? Yüz çevirir miydim ondan önceki hanımın adı diye? Çeviremezdim işte! Kimse doğdu diye, adı bu diye, kız ya da oğlan diye yüz çevirilmeyi hak etmez ki.

 

Sonra Asil beni böyle kalbine oturtmasaydı ne olurdu halim diye sorguladım?

 

Ben buraya kaçıp gelirken beni sever diye mi gelmiştim sanki? Adına melanet dediğim aşkı mı ummuştum? Huzur değil miydi aradığım? Dayaksız bi geceye göz yummak, yarına pişirecek öğün bulur muyum diye düşünmeden yaşamak değil miydi gayem? Bi bahaneyle Halil’le, Yiğit’e yetecek hayatı düşlememiş miydim sanki? Belki yüreğim aşkı bilmezdi emme severdim yine. Sırf bana saygı duyuyo, kötülük etmiyo diye bile severdim. Hayatının her anında azla sınananlar için bunun ne denli çok bişey olduğunu bilmez insanlar. Benim gibiler için dünyanın sınırı, köyünün kapıları kadar olur. Kağıtların başına döndüğümde bu sefer kıpırdanan Asile değdi gözlerim. Eli yatakta azıcık gezinip yastığımı yakaladı. Sonra da kolunun altına yastığımı çekip, başını yaslayışı içimi titretti. Benim mektup sayıları da bi anda ikiden bilmem kaça çıktı.

 

Türlü oyunlarla otuz küsür yıl önce kaç hayata sebep olanlara tek tek mektup yazdım.

 

Beni geride koyan babama, adımın hakkına düşman olan anama, karısının lafıyla beni zulme atan ağabeyime, bi kıskançlık uğruna canıma göz diken Lalezara...

 

Sonra elim durmadı, kocamın acısına sebep olanlara da yazdım. Asili babasız koyan Hızır’a, gözünü yaşla dolduran Neslişah’a, Kenan’a, Birgül’e, Zeynep’e...

 

Elimde bi tomar mektup oldu. Öyle olmasaydı böyle olmasaydı deyip kin gütmeyecektim. Kalbinde kin olan anaların evlatlarını kendim görüp, yaşadım neticede. Evlatlarıma dolmuş bi bardakla analık etmeyecektim. Ertesi gün hepsini tek tek yaktım. Yaptıklarını da böyle tutuşan kağıtlar gibi bi ateşe attım. Bu yük benim yüküm değildi. Ben sebep olmadığım günahların yüküyle yaşamak mecburiyetinde hiç değildim.

 

Benim inancım adaletin sahibineydi. Ona havale ettim.

 

Sonuçta beni bi rüzgâra takan, aklıma, yüreğime olmadık sevdalar düşüren de o inancın sahibi değil miydi?

 

Bebemi doğuracak, Asilin aklıma soktuğu işi öğrenecektim. Evlat büyüteceksem sapa sağlam durmayı da bilecektim. Yok olmak bi anlıktı! Babamda yaşamışken bu gerçeği göz ardı etmeyecektim. Hayat beni tek kalmayla sınarsa düzenle baş etmeyi bilmeliydim.

 

Ben bi doğurduklarımdan sorumlu değildim ki. Üç tane daha elime bakanım vardı. Kimsenin ettiğinin öfkesini, derdini üstlenmeyecektim. Kimlerin ne acılarla sınandığı hayatı ne kendime ne de sevdiğim kimseye dar etmeye lüzum yoktu.

 

Ölüm vardı! Bir gece uykuya kapattığı gözlerini, gün ışığına açamayan binlerce can vardı...

 

Yaşamamız gereken çok güzel bi ömür varsa dibine kadar yaşardık!

 

Beni bu günüme getiren dündü! Dünde çektiğim her acı bu gündeki güzelliklere misliyle değerdi.

 

Bana Halil’i, Yiğit’i, Asili, Nazlıyı, Gurur Yamanı, Dilber Anamı, bu konağı, bu hayatı getiren acılarımsa eğer şükür ederdim varlıklarına...

 

 

 

*********************

 

 

 

Karnımın büyümesinden kaynaklı sırt üstü yatamıyodum. Bacağımın arasına yastık koymazsam yan da yatamıyodum. Nisan ayı gelir gelmez bastıran sıcaklarla koca eve bile sığamıyodum ya artık.

 

Son doktor kontrolünde bu hafta içinde doğumun olacağını söylemesiyle kocam evden çıkmaz olmuştu. Şimdi de muhtemelen aşağıda çocuklarla ilgileniyodu. Ben ağırlaştıkça çocuklarla Asil daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Komodinin üzerindeki telefonun titremesiyle gelen mesaja baktım, gözlerim iyice açıldı.

 

Birgül yine aklına takılan bi şeyde beni bilir kişi olarak görmüştü demek ki.

 

Hamileydi!

 

Ve bebeğin kıpırdanışlarını hissetmek için çok olup olmadığını soruyodu. 13 haftalık bebenin ne kıpırdanışı olacaksa sanki? Sevindirik oldu iyice başımıza. Sonra Birgül’ün hamileliğini öğrenişleri geldi aklıma. Kıkırtım kahkahaya dönüştü. Zavallı Semiha teyzemin şaşkınlığıyla sevinci birbirine girmişti.

 

Doktorun üç haftalık gebeliği olduğunu dediğinde Murat enişte yanımızda bile yoktu daha. Zaten çarşının ortasında bir anda kendinden geçen Birgül’le elimiz ayağımız dolanmıştı.

 

Semiha teyzenin "kız nasıl olacak, olmaz ki üç haftadır benle yatıyon" dediği anda Birgül’ün kıpkırmızı olan yüzü her şeyi anlatıyodu aslında. Ben zaten o kuduruk eniştenin efendi efendi duracağını hiç sanmamıştım.

 

Zor şer yattığım yerden kalkıp banyoya girdim. Kısa bi duştan sonra hazırlanıp aşağı indim. Sesleri hiç çıkmıyodu, Allah verede yine mutfağa girip olmadık işlere girişmemiş olsalar. Tam tahmin ettiğim gibi Halil okuldaydı ama Yiğit ve Nazlı Asil'i esir almış, oyun oynuyodu. Elleri yüzleri un değildi en azından.

 

"Hayırdır kocam, boncuğun bebeleri sen mi beliyon artık?"

 

Kucağında oyuncak, tombul bi bebek sallayan Asil gülerek yüzüme baktı.

 

"Uyutacakmışım Züleyha. Öyle buyurdu boncuk hanım."

 

"Baba şşşttt bebek ağyıyo!"

 

Nazlının sert çıkan sesiyle dudaklarını dişiyle kıstırdı Asil. Şu an gülerse zilli boncuk başını yerdi. Elini beline koymuş ona diklenen ve bi metre boyuna bakmayan kızını sinirlendirmeyi koca adamın gözü yemiyodu ya.

 

"Enişte! Bu yemek pişmiyo mu daha e ben karıştırıyom ha bire."

 

Yiğit kuzumsa çok başka bi haldeydi. Nazlının mutfak oyuncaklarının içinde pembe bi tencereyi çatalla karıştırıyodu sürekli.

 

"Oğlum ne bileyim ben? Nazlı pişti mi çorba?"

 

Nazlı pıtı pıtı adımlarla Yiğit’in yanına gitti. Elindeki çatalı ağzına alıp başını iki yana sallarken keyifle de mırıldanıyodu.

 

"Ninit mis ommuş."

 

Çatalla çorba içtiğini ve çok beğendiğini iddia eden kızımı ah şimdi yakalayıp ısırmak vardı. İki yaşına yaklaşmıştı boncuk çikolatası.. Tombul yanakları, tepeden şemsiye yapılmış saçları, eğildikçe eteğinin açılması ve çorabının poposundaki kalp desenini göstermesi dişlerimi kamaştırıyodu.

 

"Oy anası yesin. Kız sen bunlara yemek yapmayı mı öğretiyon? "

 

Nazlı ona seslenmemle yüzünü bana döndü, dişlerini göstere göstere güldü.

 

"Anni baaaakkk çobba."

 

"İçim kıyıldı anasının balı. Hadi bi tas bana da verin de içiyim. Yiğit sen nerden öğrendin çorba pişirmeyi?"

 

"Yaaaa yapmayım da ısırsın bu kız beni hemi? Hala siz yokken bak ne etti?"

 

Yiğit’in çipil çipil bakan gözlerine yanaşıp uzattığı koluna baktım. Hafif görünümlü, minik diş izleri vardı. Birden gözlerim ayrıldı.

 

"Kız! Kız Allah bildiği gibi etsin seni! Kız ısırdın mı yine oğlanı? Emme ben sana belledirim! Söküyüm mü o dişleri he?"

 

Nazlı hiç kendine kızılmıyomuş gibi gülerek yine baktı Yiğit’e.

 

"Saat aptım ninit."

 

Asil de yaklaşıp koluna baktı Yiğit’in.

 

"Ne ara olmuş ki bu? Nazlı hanım, seni hizaya sokmak lazım. Bir daha abileri ısırmak yasak!"

 

Nazlı kendine çatık kaşlarla bakan babasıyla duruldu. Gülen yüzü düştü. Gözleri hemen doldu. Hiç de gelemiyo hanım kız azara canım.

 

"Lalil???"

 

Asil derin bir nefes verip başını iki yana salladı. Gerçekten işimiz vardı bu zilliyle.

 

"Halile de saat yapamazsın Nazlı Hanım! Isırmak kötü bir şey! Sakın bir daha yapmıyorsun babacığım. Acımış bak, canı yanmış Yiğit’in. Ya ağlarsa, üzülürse."

 

Nazlı geriden ona bakan, nazlandırıldığı için de süzülen kuzuma baktı. Küçük adımlarla yaklaşıp Yiğit’i ısırdığı yeri tutup öptü.

 

"Ninit öpüm deçti."

 

Yiğit biraz daha nazlanırdı aslında da bu kız ağlayınca susmuyodu ya hiç kıyamıyodu. Hiç ağlatıp, sesini çekemezdi kesin.

 

"He geçti, emme daha ısırma geçmiyo o zaman."

 

Nazlı öpmekten, dokunmaktan ve sarılmaktan hoşlanan bir bebek olduğu için çekinmeden koluna yapışıp sarıldı. Arsız anam bu arsız. Bileğine saat yapılan Yiğit ise sırf ağlamasın diye sarılmasına karşılık verip kiraz gibi kırmızı yüzünü öptü boncuğumun.

 

"Len, nazlanıyon emme şap şap öpüyon boncuğumu da."

 

Pirinç gibi dişlerini göstererek güldü Yiğit.

 

"Huysuz ya hala ondan öpüyom, hemen ona da ağlıyo yoksam. Abim öpmedi diye ağladıydı ya."

 

Asille ikimize serzenişi bi komik gelmişti ki. Bakışı yüzüme dönünce göz kıptı.

 

"Nasıl oldun zümrüt göz? Belin ağrıyor mu?"

 

"Yok yok iyiyim canımın içi. Bütün gece sende benle uyumadın zaten. Ovaladın durdun."

 

"Hadi bir şeyler ye sen. Ben çocuklarla avluda takılırım biraz da. "

 

İçim ezilmişti zaten. Lafını ikilemeden mutfağa yol aldım. Sağ olsun Zarife abla hemen bi sofra kurdu bana. Sultan ablanın da gözünün kenarıyla sürekli beni süzüşü dikkatimden kaçmadı. Akşam yemeğine şimdiden başlamıştı. Sonunda dayanamadı demek ki Zarife ablayı başka bi işi bahane ederek yolladı.

 

"Gel hadi gel. Bi karın ağrın var senin de diyeceğini, kurtul."

 

Hemen elindeki doğradığı patatesleri bırakıp karşıma oturdu.

 

"Züleyha... Dünden beri içim içimi yiyo benim. Bişey duydum ya ben."

 

"Hayır olsun ne oldu?"

 

Kapıyı tekrar kontrol edip başındaki tülbentin uçlarıyla boynunu sildi.

 

"Kenan! Çıkmış hapisten biliyon mu sen?"

 

Bi anda buz gibi oldu içim. Ona ne oldu ne halde hiç haberim yoktu. Adı bi kere bile kimsenin ağzına düşmedi. Bende bi kere bile ne oldu demeye dilimi zorlayamadım.

 

"Gevur tohumu! Kimden duydun?"

 

"Kayınım geldiydi, o dedi. Hapisten çıktığında bi tuhafmış. Aklını oynatmış diyolarmış kızım. Saç sakal birbirine girmiş. "

 

İçime korku düştü. Bize musallat olur muydu ki? Asil biliyo muydu çıktığını? İçim daraldıkça daraldı.

 

"Züleyha, kızım ben analı oğullu onların şerrinden pek korkuyom. Kendi başına sakın ola kapıya çıkma emi? Bi de kocana sorsan mı Züleyha? Hırslanıp bi fenalığın peşine düşmesin. Duyduğumdan beri uyku uyuyamıyom."

 

Az aklımı toparlayıp düşünmeye başladım. Hadi Asil anasına yardım etti diye adını anmıyodu ya bu kızlar niye işin dibini deşmemişlerdi?

 

"Abla! Bunlar Kenan’ı niye hiç sorgulamadı ki? Hadi Asil bana bişey belli etmiyo da susuyo bu Zeynep bile abisi ne ayak hiç ağzına almadı!"

 

Sultan abla gözümün içine bakarken kapı sesini duyduk. Sultan abla "Kâzım market malzemelerini getirmiştir" deyince ayaklanmaya hiç yanaşmadım.

Ama iki dakika olmadan annem girdi içeri.

 

"Mutfak keyfi yapılıyor demek. Sultan bir kahve de bana yapsan da içsem."

 

Annemi görünce ayaklandım işte.

 

"Otur kızım, erken gelesim tuttu. Bende keyif yapayım sizle. Nasılsın Züleyha? Ağrıların azaldı mı?"

 

"İyiyim anne, son zamanları doktor olur böyle dedi ya. Öyle oturuyoduk bizde."

 

Dilber annem bi bana bi kahve koyarken kaçamak bakan Sultan ablaya baktı.

 

"Sizde bir şey var. Anlatın bakalım, ne oldu?"

 

Bilse bi anam bilirdi zaten.

 

"Anne, Kenan çıkmış girdiği delikten. Asil biliyo mu ki?"

 

Gülen yüzü duruldu, kaşları çatıldı. Geçip karşıma oturdu.

 

"Biliyor kızım! Korkma ama sen gitti Kenan. Hapisten çıktığının ertesi günü otogardaydı. Adana’ya giremez artık!"

 

Derdim hiç sorgulamadığım öbür konudaydı esasında. O mıymıntıda bana bi daha bulaşacak kıç neredeydi yoksa.

 

"Anne... Kimse niye Kenan’ın ettiğinin sebebini sormadı bize? Hiç aklıma gelmedi emme canım sıkıldı benim bu işe."

 

Sultan abla kahveyi annemin önüne kor komaz oturup gözlerini dikti.

 

Dilber annem bi iki yudum alıp soluğunu bıraktı.

 

"Züleyha her bildiğimizi söylemek doğru değildir kızım, unutma olur mu? Sen bunun sebebini ne kocana ne kızlara sorma annem. Ama Kenan’ı neden yolladığımı bildiklerini bil."

 

Masada tıkırdayan parmaklarım durdu. Kanım buz kesti. Asil!

 

"Asil de kızlarda biliyo mu?"

 

"Kızlar gelip direkt benle konuşmadılar ama Zeynep Kenan’ı severdi. Şimdi ise öyle çok öfke dolu ki anlamamak mümkün değil. Birgül ise hiçbir şekilde adını ağzına almıyor bile. Bu Birgül’ün yapacağı şey değildi. Neslişah’ın yerini Kenan aracılığıyla öğrendiği zaman mecburen Asille konuşmak zorunda kaldım."

 

"Anne... Ne ettin?"

 

"Bakma öyle kızım. Ben biliyorum seni, Asil incinir diye saklıyordun ama bu öyle bir şey değil. Bilmesi gerekiyordu. Ama senin bildiğini bilmese de olur. Böylesi onu daha rahat hissettiriyorsa öyle kalsın Züleyha. Bir bilet alıp çıktı hayatımızdan tamamen. Asil bundan bu kadar emin olmasa böyle de rahat olmazdı değil mi? Şimdi sen bunları düşünme, torunum nasıl onu söyle."

 

Dilber annem kahvesini içti ama benim de içime dert ekti. Asil biliyodu! O haysiyetsizin bana ne gözle baktığını biliyodu emme bi kere bile dile getirmemişti. Bi kere imâ bile etmemişti. Ben onun kalbini biliyodum zati, benden şüpheye düşmezdi de duyunca canı çok acımış mıdır demeden edemiyodum. Her ihanetin tadı aynı olmazdı ki. Asil analarımız ayrı diye kardeşlerini ayrı görmemişti hiç. Kızları el üstünde tutuyodu hep. İlk geldiğim günlerde Kenan’a da aynı olduğunu biliyodum. Koca adamsın demeden her masrafını üstleniyodu da bi kere şikâyet ederken duymadıydım onu.

 

Halil okuldan geldi. Nazlı iki oğlanın başından inmedi. Tüm gün gizli saklı kocamı izledim. Yüzü bana her çevrilişinde gülen suretine baktım durdum. Gücüne imrendim. Merhametine, adamlığına, insanlığına bi kere daha sevdalandım. Bizim oralarda böyle bişey olsaydı hemen bana yüklenirdi o işin ağırlığı. Kuyruk sallamış kesin derlerdi. Ateş olmasaydı ne işi vardı dumanın derler mutlaka bana da o günahı sürerlerdi.

 

Hiç aklına getirmemişti bile. Benim kendime olan güvenimden daha fazla bi güvenci, inancı vardı bana. Gece uyurken de yüzünü izledim durdum. Asili gördüğüm ilk günü, derdiyle dertlendiğim anları, kalbimin ona akışını, her anı yine gözümde döndürdüm.

 

Sabaha karşı bel ağrım biraz daha arttı. Yatmaya dayanamayınca ayağa kalkıp dolanacaktım aklımca. Ayakta altıma işeyince öylece kalakaldım.

 

"Gözün çıkmaya Züleyha! Şu yaşta südükledin mi kız? Anam bakamıyom da korkuma, of anam! Nazlıya dedim diye mi oldu ki? Çişim bile yoktu iyi de benim."

 

Kendi kendime bacaklarım ayrık, gözlerim kapalı put gibi kaldım öylece. Bi tas suyu bi anda nasıl işedim ben hiç anlamadım ki.

 

"Züleyha!"

 

Asilin sesiyle elim göğsüme gitti. Utanç daha da içime yerleşti. Beni bu hallerde de mi görecektin Asil?

 

"Asil!!! Bi anda oldu Asil..."

 

Ağladım ağlayacak gibi çıkan sesime yattığı yerden kalktı. Hala odayı gece lambası aydınlatıyodu. Işığın ayarını biraz daha açtı.

 

"Züleyha ne oldu?"

 

"Asil ben şey yaptım."

 

Ayağa kalkıp yanıma gelince elimle dur der gibi işaret ettim.

 

"Gelme gelme! Hep battı buralar. Asil ben altıma işedim ya."

 

Sonra utancın yüklediğiyle bi avut tutturdum. Hıçkırığım fırladı ağzımdan. Adamın yüzüne de bakacak halim yoktu.

 

"Zü-Züleyha... Karım korkma... Yok bir şey korkma. İşememişsin güzelim, oğlumuz gelmek istemiş! "

 

Titreyen kısık sesiyle gözlerimi araladım. Bakışları ayırarak öylece kıpırdamadan duran bacaklarımda, ıslanmış geceliğimdeydi.

 

"Züleyha doğuruyoruz!"

 

Birden sesi yükselince sıçradım. O da benim gibi mala döndü iyice. Doğuracak biri varsa bendim o. Sesimize Nazlı da odanın bi başından sıçramış ağlamaya başlamıştı. Sonunda gücümü toplayıp aşağı bakınca öylece kala kaldım. Yere bi tas su dökmüş gibi bişeydi. Az kendimi toplayınca az az hala sızıyomuş gibi bi histe vardı bacak aramda.

 

"Suyum gelmiş..."

 

Asilin ayrılmış gözlerine, başını hızla sallayışına kendimde olsam çok gülerdim. Sonrası bi hengâme koptu ki sormayın. Gecenin üçünde tüm konak ayağa kalktı.

 

Asil beni kucağına alıp merdivenleri hızlı hızlı inerken herkese de iş sıralaması yapıyodu. Minişle Elif çocuklarla kalacaktı. Halime teyzeleri de arayıp eve çağıracaktı. Zarife abla, Sultan abla kendi evlerinde kaldığından yoktular zaten. Dilber annem hastane çantasını aldı, Zeynep ne olduğunu bile anlamadan yanımda oturur haldeydi. Gözünün biri hâlâ uyuyodu mikrobun. Canımın derdine düşmesem kafasını cama yaslayışını burnundan getirirdim.

 

Tek sıkıntı arabada giderken Asilin üstünde hiç bişey olmadığını fark etmemdi.

 

"Asil!"

 

"Ne oldu? Ağrın mı başladı, az kaldı güzel bebeğim dayan! Geldik!"

 

"Herif üstün çıplak!"

 

Ben diyene kadar hiç mi bi insan evladı anlamamıştı ki? Adam altında siyah bi eşofmanla çıkmıştı öylece. Herkes birbirine baktı. Az az belime ağrı giriyodu emme şimdilik çok da dayanılmayacak gibi değildi.

 

"Akıl mı bıraktın Zümrüt göz!"

 

Söylenirken de hastaneye gelmiştik zaten. O ara beni tekerlekli sandalyeye bindirip içeri götürdüler. En korktuğum şeyi yaşamak pek zoruma gitti. İlk bi muayene edilip beş santim açıklık var denilince de odaya aldılar. NST ye bağlayıp bekleneceğini söylediler. Bişeyler öyle hızlı bi o kadar da yavaştı ki kafam çorba gibi olmuştu. Ama belimin ağrısı artmıştı da. Ara ara giren ağrılar daha sıklaşmış bi an nefessiz bırakmıştı beni.

 

Odada beklerken doktor, hemşire, peşi sırada Asil girdi. Üstüne bi tişört giymişti çok şükür!

 

"Doğum başlamış Züleyha Hanım. Biraz bekleyelim sonra sizi oğlunuzla kavuşturalım. Şu an her şey olması gerektiği gibi görünüyor. Ebe arkadaşlarım arada muayene için gelecekler. Hazır olduğunuzda tekrar görüşelim sizle."

 

Gece geldiğimiz için mi ne başka bi doktordu konuşan. Emme pek güleç yüzlü bi adamdı. Zaten o sıra giren sancıdan ne dediğine çok da bakamadım.

 

Asil de annemde yanımdan ayrılmadılar. Ağrım arttıkça yatmak ıstırap oldu sonunda kalkacam ben diye tutturunca yatağın yanına ayakta durmama müsaade ettiler. Asil bi faydası olacakmış gibi belimi ovup durdu. Sürekli nefes al diye de telkinde bulundu. Ne ediyodum ola ben!

 

"Az kaldı güzelim. Derin nefes al Züleyha. Oğlumuz geliyor, sık sık nefes al Züleyha?"

 

"Oy anammmm... Belim ayrılıyo belim ne nefesi. Asil üstündekini nerden buldun?"

 

"Çok mu ağrıyor güzel bebeğim? Hala bir daha mı sorsan doktora?"

 

"Oğlum ebe kontrol etti ya kızı. Doğum için biraz daha beklemek lazımmış. Allah’ım güç ver kızıma, çok mu kötüsün annem?"

 

"Anammmm ölüyom anammmm... Belim kopuyo Asil! Üstündekini nerden aldın ki gece gece sen?"

 

Öne doğru eğilmiş yatak kenarından destek alıyodum. Asil de her dertlenmem de belimi daha hızlı ovalıyodu.

 

"Geçecek bebeğim. Oğlumuz gelecek, dayan güzel karım. Of çok mu uzun sürdü ki? Daha erken doğmuyor muydu bu çocuklar?"

 

"Ne bileyim herif ben, kaç kere doğurdum sanki. Tişörtü nerden aldıydın?"

 

"Züleyha derdin tişört mü şu an? Hasta bakıcının birinden aldım, Allah Allah. Tarzan gibi mi gezseydim?"

 

"Sus çemkirme bana! Doğuruyom zati ben. Anam anam anam! Kurban olduğum bu nasıl bişeyimiş? Oy ayrıldı belim ayrıldı."

 

Söylene söylene iki saat daha geçti. Sonunda ben tuvaletim geldi bırakın beni deyince ebe bi daha muayene etti. Karıya eline işeyecem çek diyom gülüyo. Manyak anam bunlar. Sonunda doktor da geldi de doğuma alıyoz dedi.

 

"Doktorum bu karı derdimi anlamıyo kurban olam ahhhhhh yardım et! Tuvalete gitmem lazım diyom, altıma edecem artık yahu! Anammmmmm anam belimmmm! Biriniz de halden anlayın!"

 

Az bağırarak biraz iniliyerek derdimi söyledim. Rezil rüsva oldum zaten olacağım kadar kocamla anama. Daha neyini zorluyolarsa.

 

"Züleyha Hanım o his bebekten kaynaklı. Siz rahat olun, bırakın kendinizi. Tuvalet isteğiniz varsa da yapın. Olağan şeyler bunlar."

 

"Oy Allah’ım altıma mı işeyim ben bu yaştan sonra? Bi bırakın diyom beni!"

 

O sırada beni sedyeye almışlardı. Gözümü araladığımda gülecek gibi duran hemşire farkında değildi emme saçına elimi dolamam an meselesiydi. Şu kadar adamın içinde bi altıma sıçmadığım kalmıştı, onu da ettireceklerdi bana.

 

"Asil! Kocam sen derdime derman ol. Oy anam ölüyommm! "

 

"Geçecek güzel bebeğim, istiyosan işe Züleyha! Valla bak işe karım."

 

Sancıdan kıvrılıp kalmasam haline gülerdim. Aç avcunu desem açacak haldeydi garibim. Zaten tişörtü de ters giymişti. V yakası ensesinde kalmış, sırta gelecek yüzü de gırtlağına dayanmıştı. Tam gülecekken belimle alt kısmıma giren sancıdan sebep ah çekebildim.

 

Soğukça bi odaya aldılar beni. Asil bende gelecem dediğinde o kadar sancının içinde bi de ona çemkirdim. Götü başı bu kadar dağıttık, ondan da eksik kalsa olurdu. Yarın bir gün bu adam bana nasıl hallenecekse gördüklerinden sonra?

 

"Hadi Züleyha Hanım. Olabildiğine ıkının. Oğlunuz baya sıkılmış içerde."

 

Doktor hem beni gaza getirip hem bacağımın arasında duruyodu ya niyeyse gülesim geldi. Şuncacık şeyimin başına gelmeyen kalmamıştı valla.

 

"Ikınıyom işte, nefes kalmadı ki bende."

 

"Daha güçlü. Hadi kızım başı görünüyo."

 

"Oy anam ölüyom!!! İtiyom işte çıkmıyo bu oğlan!"

 

"Biraz daha güçlü hadi! Bak az kaldı kızım hadi! "

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyom. Yüzüme aşağı akan teri sürekli bi hemşire siliyodu. Acı, ağrı, korku zaten birbirine karışmıştı. Dayanamıyom diye bağırdığım bi anda son gücümü verir gibi ıkındım. Sonra bi ferahlık sardı beni. Bi uyku sardı her yanımı. İnce, tiz bi ses yankılandı soğuk doğumhanede.

 

Tüm acımı, sancımı parmak uçlarımdan çeken bi sesti. Başım geriye düştüğünde doktor yüzü gözü kir içinde, buruşuk suratlı bi bebek tuttu bana. Gözlerim öyle hızlı doldu ki. Ağlayışım nasıl böyle bir anda sardı beni anlamadım.

 

Ben yirmi iki yıllık hayatımda ilk kez fazla mutlulukla baş edemeyip ağladım...

 

"Bu fena! Annesi az kokunu hissetsin sakinleşsin öyle temizlemeye götürür arkadaşlar. Sesiyle inletti buraları bacaksız."

 

Adamın maskenin ardında gülmekten kırışan gözlerine bi an baktım. Yeşil örtüyle sarılı oğlumu yüzüme yaklaştırdılar. Ağlamaktan yüzü kıpkırmızıydı. Essah bilir gibi yüzüme değen yüzüyle yavaşladı ağlayışı. Ama benim yüzüme aşağı akan yaşlar durmadı.

 

"O-oğlum. Geldin mi sen annem? Fındığım kavuştuk mu sana?"

 

Ben konuştum sanki anlayacak gibi. Kalbim yerinden çıkacaktı. Biran evvel Asile, kızıma kavuşmak istedim. Onlarda mucizemizi görsün diye kanatlanıp uçacaktım sanki.

 

Gurur Yaman sakinleşince temizlemek için alıp götürdüler. Sonra beni biraz daha orda tuttular. Artık bi uyuşukluk hissi vardı bedenimde. Ne yaptıklarını bile anlamadım. Gözüm açılıp kapanan kapıda kaldı. Asil görünce ne hissedecekti demekten alamıyodum kendimi.

 

Beni bi hâle yola sokunca alıp odaya götürdüler. Odaya girdiğimizde herkesin orda olduğunu gördüm. Oda masmavi süslenmişti. Kapıda oğlumun adı yazıyodu. Birgül’le Murat enişte bile buradaydı.

 

Gözümü odada döndürdüm küçük şeffaf bi kutunun içinde mavi battaniyeye sarılmış oğlumu, başında hayranlıkla onu izleyen kocamı gördüm. Gözlerim az ağlamışım gibi yine dolup taştı.

 

Asil yüzüme baktığında onunda gözlerinin parlaklığını gördüm. Dişleri alt dudağını kıstırmış mucizeye bakar gibi bi bana bi oğlumuza bakıyodu.

 

"Züleyha... Züleyha’m çok güzel. "

 

Sesinin titreyişi bile kalbimi okşadı. Uyuyan oğlumuzu kucağına aldı. Bu sırada da beni sedyeden yatağıma yatırmışlardı.

 

 

 

"Hayırlı olsun yenge. Oğlan aynı Asil, öylesi bi çirkinlik yani. Tipe bak. Alnında kıl var bunun yenge."

 

"Ay yenge bu çok tatlı ya... Ayrıca hiç merak etme! Abim ve fındık Gururun ilk tanışmasını videoya aldım. Abimin elleri titrediği için hemşire bir süre bırakamadı kucağına, çok komikti."

 

Murat eniştenin tüm dişlerini gösterircesine Asilin omzundan eğilip oğlumuza bakıp konuşması ağlarken güldürdü beni. Zeynep’in dediğiyle de merakım arttı. Essah Asil ilk görünce nasıl hissetmişti ola?

 

"Sen sıfatına bak zevzek. Nerde gördün böyle güzel bebeği?"

 

"Yaptım Asilciğim, kargoda. Yolunu gözlüyoruz öyle. Üzülme be Asil. Sonuçta senden de en fazla bu kadar oluyor. Gözleri bari yengeye benzese."

 

"Lan zibidi kucağımda oğlum var. Tekmeyi yiyeceksin şimdi. Çekil lan! Sana da yazıklar olsun Birgül! Beni şu adama bulaştırdın ya ne diyeyim sana! Ne biçim konuşuyor abinle?"

 

"Yahu o kadar hukukumuz var senle. Bak mesela oğlunun kirvesi de ben olacağım. Bamyasına altın boncuk taktığımda en sevdiği insan ben olacağım bu kıllı yapıncağın."

 

O sırada yatağı az dikleştiren hemşire de kısık sesle kıkırdadı.

 

"Annemizi yalnız bırakalım da oğlunu doyursun lütfen."

 

Kadının uyarısıyla odadaki herkes mırıl mırıl konuşarak oğluma yaklaşıp baktılar sonra da çıktılar.

Kucağıma Asil oğlumu bırakınca öylece kala kaldım.

 

"Asil! Asil nasıl edecem ki? Asil bilmiyom ben!"

 

Asil de bi bana bi hemşireye bakıp durdu. Bi bebek nasıl emzirilir nerden bilecektik ki biz?

 

"Merak etmeyin o emme refleksiyle doğdu zaten. Siz sadece göğsünüzü ağzına yaklaştırın. Evet böyle. Kokunuzu hissedince kendi bulacak zaten."

 

Hemşire hem konuşup hem Gururu mememe iyice yanaştırdı. Essah dediği gibi ağzını açıp kapayan küçük fındık bi anda göğsümün ucunu yakaladı ya sıçradım. Saç diplerimden parmak uçlarıma kadar sarsan bi elektrik geçti içimden.

 

"Bu... Bu nasıl bişey?"

 

Sorum kimseye değildi aslında. Böyle bi hissi kim nasıl anlatsındı bana? İçime oluk oluk akan bi his vardı. Bulutların üstündeymişim gibi. Küçük ağzı göğüs ucuma asıldıkça kalp atışını kalbimde hissediyo gibi oldum.

 

"Allah’ım şükürler olsun. Bana verdiğin güzelliklere şükürler olsun..."

 

Asilin bize bakarak fısıldadıklarıyla Gururdan ayırdım bakışlarımı. Karşımda bizi, eşi benzeri olmayan hazineler gibi izleyen kocama baktım.

 

"Çok güzel ele Asil. Nasıl böyle güzel?"

 

"Yanlış zümrüt göz. Çok güzeliz olacak o. Ben ömrümde böyle bir şey ne gördüm ne duydum."

 

"Asil ipek gibi her bi yanı. Çok güzel kokuyo anasının kuzusu."

 

"Züleyha ben bu fındığı kıskanırım galiba. Şuna bak nasıl yapıştı göğsüne. Eliyle de kıstırıyor sıpa."

 

Kapı sesini duyana kadar hemşirenin çıktığını bile anlamadık. Biz birbirimize, yeni kucağımıza konmuş yavrumuza öyle dalmıştık ki etrafta ne oluyo anlayacak hâl yoktu ikimizde de.Asil bebek yatağı diye kullanılan kutuyu yanıma getirdi. Emmeyi bırakan fındığımızı kucağına aldı.

 

Her hareketini öyle bi dikkatle izliyodum ki. Eline ne güzel yakışıyodu kocamın bebek.

Burnunu başına yaslayıp derin derin soluyuşu, dudaklarını alnına değdirişi kalbimin hızını değiştiriyodu. Sonra pusete yatırıp bi kere daha boynundan cennet kokusunu içine çekti.

Gözleri, onları izleyen gözlerime tutundu. Yüzünde yine kocaman bi gülüş oldu.

 

Yanıma yanaşıp yatağın kenarına oturdu.

Elleri yüzümü kavrayıp, suratımda her bir santimi öpmeye başladı.

 

"Züleyha... Züleyha’m... Allah’ım şükürler olsun. Kalbimi tutamıyorum Züleyha. Sevinçten çıldırdı sanki. Nazlıyı kollarıma alınca da böyle oldu. Şimdi birde sen varsın. Sana bakıyorum, güzelliğine deliriyorum. Oğlumuz çok güzel Züleyha."

 

Yüzümü kavrayan ellerinin üstüne ellerimi koydum.

 

"Güzel ele? Murat enişte çirkin dedi oğluma."

 

"Halt etmiş o zevzek. Kıskanıyor! Onun ki doğmadı ya pislik yapıyor şerefsiz. Hayatı boyunca böyle güzel bir şeyi nerde görmüş acaba? Züleyha çok seviyorum seni ben."

 

Konuştukça dudaklarıma çarpan dudaklarına minicik bi buse koydum.

 

"Benim de sana nasıl yanık olduğumu bilmeyen yok mustur kocam. "

 

Ayran budalası gibi güldü yine.

 

"Biliyorlar değil mi? Herkes Züleyha Asili nasıl çok seviyor biliyor. Asilin aklı, fikri, zikri bir Züleyha olmuş çok iyi biliyorlar."

 

Ağzımı açamadan dudakları dudaklarımı yakaladı. Şefkati içime sıcacık aktı. Öptü, öptü, öptü...

 

Nefessiz kalmasam azıcık bile çekilmezdi.

 

"Ağrın var mı güzel bebeğim? Canın yanmıyor değil mi?"

 

"İyiyim Asil. Biraz sızım var emme dayanamayacak gibi değilim."

 

Kaşları hemen çatıldı daha ne oluyo demeden kalkıp hemşireye karımın ağrısı var, niye bakılmıyor diye çemkirdi. Yaşı geçmiş, olgunluğu yüzüne çökmüş bi hemşire yan yan bakarak gelip bi ağrı kesici yaptı. Çok da dayanamayacak gibi değildim de Asilin gönlü olsun diye bişey demedim.

 

Hemşire yanımdan ayrılırken de "Allah sabır versin, buldumcuk babalardan analar çok çekiyo" deyince kahkahamı avucumla kapattım. Fındığım uyuyodu, hareketlerime dikkat etmem lazımdı artık.

 

Annem de başımdan ayrılmadı hiç. Lohusayım diye suyumu bile ılık içirdi eliyle. Gelip gidip öptükçe, yüzümü hayran hayran izledikçe bi kadının en çok anaya tam bu zamanda lazım olduğunu anladım.

 

Gece sık sık Gururu emzirmek için kalktım. Zaten uykum kuş uykusu olmuştu sanki. Ben başımı yastıktan kaldırdığım an Asil ayağa dikilmiş oluyodu. Yavrumun sarılık olmaması için iki saati geçirmeden emziriyodum hep. Ben emzirip, doyurunca Asil de gazını çıkarıp geri yatırıyodu.

 

Ertesi gün cümbür cemaat hastaneden çıktık. Eve yanaşınca da bir sürü araba dikkatimizi çekti. Daha ne oluyo diyemeden davul zurna çalmaya başladı.

 

Sesten oğlan korkar diye dertlenemedim. Meğerse yeni doğmuş bebeler hem net görmüyomuş, hem de sesi çok iyi duymuyomuş. Doktor demese hayatta inanmazdım!

 

Semiha teyze, Hatice- Amine Yenge. Amcalar, Halime teyzem, evin adamları hepsi kapıda bizi karşıladı. Gören düğün alayı sanırdı emme hepsi hanemize giren meleği karşılamaya gelmişti.

 

Semiha teyze Birgül’e ana olacak sanıyodum ben. Elini üstümden çekmediğinde, kendi torununun haberini bile almadan her çıktığı çarşıdan eli kolu çocuklar için dolu döndüğünde gördüm. Sonra torununun müjdesiyle ona ne alıyosa yanına benim dört evladımı da ekledi.

 

"Oy maşallah! Geçin kızım geçin hemen içeri, yavruyu yel çarpmasın. Dilber bu nasıl güzel ya. Kız anneanne oldun diye yüzünde gül açmış senin de."

 

"Öyle oldu Semiha abla. Allah sana da sağlıkla kavuştursun. Babaannelik tatlı, anneannelik daha bir tatlıymış ya."

 

Semiha teyze, Halime teyze dibine girip battaniyede sarılı yavruma bakıp hemen kapattılar üstüne. Dilber annemde yanımdan bir an ayrılmayıp, elini sırtımdan çekmiyodu.

 

Hastaneden çıkmadan "anneannesi, Gururu tutsana" dediğimden beri yüzü ay gibi parlıyodu. Nazlıma babaanne, Gururuma anneanne oldu. Öksüz kalmış iki garibe da anne olduydu zaten. Kalbi öyle genişti ki herkese bişey olabiliyodu benim anam. Babamın gönlünün yanması, yıllarca sessizce yasını tutması boşa değilmiş.

 

Lohusayım diye şu sıcakta ayağımda patik, sırtımda şal oturttular beni. Süt yapsın diye hazır ettikleri ılık şerbeti bana itelediler kendileri buz gibi olanını içti. Günlerden cuma, bu fırsat kaçmaz diye Birgül’ün kaynatası ezanını da okudu yavrumun kulağına.

 

Herkes pervane oldu sanki etrafımda. Kimsesizliğime ağladığım zamandan sonra bir konak dolusu kimselerim oldu.

 

O sırada sırıta sırıta yanıma yanaşan Zeynep’e baktım.

 

"Ne oldu kız?"

 

"Ağabeyimin videosunu izlemek ister misin?"

 

Dediğiyle unuttuğum merakım aklıma düştü. Gözlerimin parladığına yemin bile ederdim. Zeynep’in sesine Birgül’le Murat enişte de karşı koltuktan kalkıp dibime girdiler.

 

"Yenge valla çok güldük."

 

"Ay evet Züleyha. Ağabeyimi hiç öyle korkak görmemiştim."

 

Onların eğleşmesine kaşlarını çatıp, kısık kısık yan bakan kocama döndüm.

 

"Küçücük bebeden mi korktun kocam?"

 

"Kızım minicik bir şey, ya düşerse?"

 

Herkesin gülüşüne o kaşlar daha bi derin çatıldı. Zeynep’te telefonu çıkarıp elime uzattı. Ben ekrana bakarken üç kafa daha girdi dibime. Onlar canlı görmemişlerdi sanki. Eğlence çıktı diye hiç bi fırsatı kaçırmıyolardı.

 

Videoyu başlattım.

 

Asil kapının ağzında bi sağa bi sola dönüyodu. Tişörtünü düzeltmişti çok şükür. Kim uyardı ki acaba? Eli bi beline konuyo sonra kapasını iki eliyle kavrıyo, sürekli dudakları fısıltıyla kıpırdanıyodu.

 

Arkadan annemin " geç otur, başımızı döndürdü evladım" dediğini duydum. Ben duydum emme Asil duymamış gibi volta atmaya devam etti.

 

Sonra kapılar aralandı, adımları zınk diye durdu. Soluğumu tuttum, sanki karşısında durup o halini izliyodum. Kamera daha bi yaklaştı. Yüzü şimdi daha netti.

 

Hemşirenin "babayla tanışma vakti" demesiyle başındaki elleri iki yana düştü. Üç adımda hemşireye yaklaştı. Medet dilenir gibi ardında bi yere baktı. Dudaklarının hareketinden "hala" dediğini anladım. Medet dileniyodu sanki.

Hemşire "kucağınıza almayacak mısınız?" deyince kollarını uzattı ama öyle bi titriyodu ki elleri buradan bile anlaşılıyodu. Sonra durdu geri çekti kollarını.

 

"Dur! Dur hemen verme ellerim çok titriyor, düşürürüm."

 

Dediğiyle kısıkça güldüm. Gözlerim beni izleyen kocama döndü. Hayranlıkla izleyişi içimi titretti. Sonra yine videoya baktım.

 

Ellerini yüzüne getirip sertçe sıvazladı. "Tamam, hazırım" deyip tekrar uzattı kollarını. Hemşire koluna koydu emme emin olanaca ellerini çekmedi. Asil alıp bağrına basınca gözümden aşağı bi yaşın kaydığını hissettim. Gözlerini kapatmış, göğsündeki oğlumun kokusunu soluyodu. Birkaç nefes sonra kafasını kaldırıp anneme baktığını gördüm. Gözünün parlaklığı dolmuş sulardan kaynaklıydı. Biraz evvel benden kayan damla gibi onunda sol gözünden kaydı.

 

"Hala... Hakkını ödeyemeyeceğim. Bana ettiğin iyiliğin hakkını ödeyemeyeceğim..."

 

Yüzündeki minnetin tarifi yoktu. Sol yanıma baskı kuran hissin tadını hissediyodum dilimde. Mutluluk ne deseler bu derdim. Asilin gözündeki bu ışık benim mutluluğum...

 

Sonra başımı kaldırıp tekrar baktım ona. Telefondaki bakışın bi eşiyle bakıyodu. Göğsünden göğsüme akan aşkın büyüklüğü ruhuma şifa oluyodu...

 

Ev yavaş yavaş tenhalaşınca benim köşede kalmış kuzularım da çıktı meydana. Halil ile Yiğit, Nazlının ellerinden tutup kapı ağzından kafalarını uzatmış bakıyolardı.

 

"Gelsenize halam, niye kaldınız orda?"

 

Halil ne yapacağına karar veremezken Nazlı atılarak girdi içeri. Bu kız yürümeden koşmayı belledi. Gittiği iki adıma bile koşar adım ilerliyodu artık.

 

"Annesinin boncuğu, sen kardeşi gördün mü?"

 

İri gözlerini ayırıp kucağımda sarmalanmış kardeşine baktı. Küçük aklı oyuncak sandı sanki. İtinerek yatağa tırmanıp iyice sokuldu yamacıma. Onun sebebine oğlanlar da geçip oturdular.

 

"Hala bi cimcik bu."

 

 

"Bak hele yerden bitme Yiğit’e. Sen daha bi cimciktin doğduğunda. Bak koca adam oldun."

 

"Hala parmaklarına bakak mı? Eldivenini çıkarsana."

Halile gülümseyip, Gururun minik elindeki eldiveni çıkardım.

 

Nazlı ne olduğunu pek idrak edemediğinden kim konuşsa ona bakıyo sonra hemen kardeşine dönüyodu.

 

O sırada uykuyla uyanıklık arası Gurur azıcık ses çıkardı. O sesle gözleri daha bi açılıp kocaman gülümsedi.

 

"Ayyyyy minav..."

 

"Yok kız! Miyav olur mu bebek o bebek. Kardeşe kedi denmez annem."

 

Dediklerim bi kulağından girdi diğerinden çıktı sanki. İyice dibine yanaştı Gururun. Allah biliyo ya bu çirkef bi anda atılır da olmayacak iş eder diye tetikteydim.

 

O sırada Asil de kapı ağzından girip bize bakındı.

 

"Burada mıydınız siz? Aşağıda arıyorum bende. Kardeşle tanıştınız mı aslan parçaları?"

 

"Enişte cimcik kadar bu."

 

Yiğit iki parmağının aralığını küçücük gösterip gülümsedi. Çekik gözleri gülünce kısılıp, kayboluyodu.

 

Asil de yanaşıp küçük parmaklarını ısırır gibi yakaladı. Yiğit’in kahkahasına sebep oldu.

 

"Yerim o cimcik parmaklarını senin. Beraber büyütmemiz lazım aslanlar. Size yetiştireceğiz bir an önce."

 

Ben onları izlerken Halil'in elinin Nazlı da olduğunu fark ettim. Biraz da ikisine baktım. Boncuk hâlâ bebek mi oyuncak mı anlamaya çalışırken Halil de çirkefi bilmesinden sebep eli üstünde, gözü pür dikkat Nazlıdaydı.

 

"Ay ay ayyy bibik."

 

Gurur esner gibi ağzını aralayıp geri kapatınca heyecanla bağırdı boncuğum. Essahtan bebek olduğuna emin oldu çok şükür.

 

"Anniiii menim oşşun."

 

Asil kızı belinden tutup havalandırdı. Yatağa da serilir gibi uzanıp, Nazlıyı üstüne oturttu.

 

"Öyle her gördüğümüz benim olsun denmez Nazlı Hanım. Ablasın artık sen. Kardeşe şimdilik anne biraz baksın, onu biraz büyütsün sonra dördünüz oyun oynayacaksınız."

 

"Şşşştttt uyuyo..."

 

"Evet babacığım, uyuyor."

 

Halil’le Yiğit Nazlıdan fırsat bulunca Gururun yakınına girdiler. Yiğit küçük parmaklarını incelerken Halil de ayağına bakıyodu. Bi çığlık duyunca üçümüzde dikeldik.

 

"Kaldiş menim!"

 

Kıskançlığı demek ki Gurura olmayacaktı bu zillinin. Gurura yaklaşan kimse ona olacaktı.

 

"Kardeş senin onu anladık Nazlı Hanım da Halil’le Yiğit de abisi. Hiç çemkirme bana yerim o duduşlarını."

 

Öne doğru büzdüğü dudakları bi Halile bi Gurura değdi bu seferde.

 

"Lalil menim."

 

"He anam he. Hepsi senin, asıl sen benimsin onu ne yapacaz?"

 

Dediğim hoşuna gitti ki güldü fittirik. Boncuklarını açıp çikolatalarını daha da parlattı

 

Asil yattığı yerden uzanıp Gururun başını kokladı. Sonra Nazlı, Halil, Yiğit de aynı Asil gibi koklayıp çekildiler. Oğlanlar zaten Asil ne yapsa taklidini ediyodu.

 

"Hala mis gibi kokuyo ele? Hep böyle koksa keşke."

 

"Hep böyle kokmaz ki abi, altına yapınca kötü kokar."

 

Halil Yiğit’in dediğine hak vermiş gibi durakladı.

Asille tipine bakıp göz göze geldik. Titiz sıpam bu ihtimalle bile uzaklaştı oğlumdan. Hiç gelemiyodu kire pasağa. Üstüne bişey sıçrasa değişir, değişemiyosa ıslanmayı göze alıp orayı yıkardı. Nazlı'yla Yiğit ne kadar pasaklıysa Halil bi o kadar titizdi. Veli toplantısında milletin kırış kırış defterlerini birde Halil’in ütülü gibi duran kenarlarını görünce daha bi emin oldum. Allah pasaklı karı yazmazdı inşallah nasibine.

 

Bi zaman da çocuklar başında bekledi kuzumun. Her kıpırdanışını keyifle izlediler. Bende, beni göğsüne yaslayan kocamın kokusunda dört mucizeme baktım.

 

"Yoruldun..."

 

Kulağıma kısıkça gelen fısıltıyla daldığım yerden irkilir gibi çıktım.

 

"Keyifleri pek yerinde bozasım gelmiyo."

 

"Ama çok yoruldun güzel bebeğim. Gece de azıcık uyudun. Gurur birazdan miyavlar. Emzirip uyursun. Ben çocuklarla ilgilenirim."

 

"Yok Asil, beraber uyutalım çocukları. Bizde öyle yatalım. Ben sen sarılmayınca uykuya dalamıyom."

 

Boynumu dolu dolu üç kere öptü. Sonra da ayaklanıp çocukları uykuya hazırladık. Sürekli koşturduklarından yatağa kondukları gibi rüyaya dalıyolardı.

 

Gururu da emzirip, altını temizleyince gazını babası aldı. Eli her bi işe yakışıyo anam. Bu adama bi kaç çocuk daha doğurmak, soyunu çoğaltmak lazım.

 

"Gel bakalım en tatlı bebeğim. Sıra sende, seni de uyutalım."

 

Başım göğsünde, kolları belimde gülümseyerek yattık.

 

"Züleyha..."

 

"Hmm..."

 

"Sana da rüyanın içindeymişsin gibi geliyor mu? Kesin dalga geçeceksin ama. Rüyada olduğumuzu bildiğimiz anlar oluyor ya ben o andayım sanki."

 

"Ben bu eve girdiğim günden beri ha uyandım ha uyanacam diye ödüm kopuyo kocam."

 

"Bu eve girdiğin gün... Halama karşı çıkmıştım birde!"

 

"Sen o zaman az safçanaydın kocam. Aklın pek yerinde değildi, ben hoş görüyom yani. İçine dert etme gelip bana diklendiğini hatırlayıp."

 

"Tamam tamam! Sen söyleme. Allah da beni ıslah etsin gelmiş yatağıma süs istemem demiştim. Haklısın karım, salakmışım ben baya."

 

"Estağfurullah evimin direği. Salak demeyek biz ona yine de. Ne de olsa kocamsın, bildiğimiz her doğruyu söylemeye hacet yok."

 

Yüzüme uzanıp burnumu kıstırdı dişlerinin arasına.

 

"Çok kindarsın çok. Hırsla bekliyorsun bir laf gelse de o gün yediğim boku bi daha iade etsen diye."

 

"Çok günlüm kırıldıydı çokkk. Garip Züleyha’m. Bebem olacak, evim, kocam olacak diye sevinecek gibi olduydu da nasıl burnunun üstüne dikildiydi. Oy benim yüzünün güzelliğinin hakkı kaderinden sorulan Züleyha’m."

 

Ben onla eğleşirken kahkahasını boynuma kapanarak örttü.

 

"Şu kafanın içinde durmadan konuşan sesle keşke direk bende muhatap olabilsem. Ağzını burnunu yemeden uyu hadi. Gurur acıkır hemen."

 

Dediğine uydum bende. Yatağa girince fark ettim nasıl azelerimin sızladığını.

 

Zamanın güzel anlarda kuşun kanadında olduğundan emin oldum iyice. Günler günleri hızla kovaladı. Çocukların en büyük eğlencesi Gururu izlemek oldu.

 

İşin tuhafı biz Nazlı kıskanır, bi iş açar başımıza derken herkesten sakınan Nazlı oldu. Öyle ki Gurur ağlasa boncuk gözleri doluyodu. "Kaldişim ayyıyo" diye hepimizi hizaya sokuyodu. Gerçi bizde her işimizde Nazlı hanımın desteğini alıp, sensiz beceremek derken götünü pek kaldırdık hanım kızın.

 

 

Altı değişecekse ıslak mendilini Nazlı verecekti. Başka türlü mümkünü yok o göt arınmazdı. Banyo ettirilecekse havluyu hanım kız tutacaktı. Yoksa çocuğumun yaptığı banyodan hayır mı gelirdi. Bi de Allah günah yazmasın Sultan abla söylerken ninni duymuş, cırt sesiyle gelip ninni söylüyodu ki anam anam anam evlere şenlik. İnsan dilini döndürebildiği her lafı şarkı diye kardeşine kakalar mı canım?

 

Halil’le Yiğit ise tam abiydi vesselam. Gözümün içine bakıyolardı bi iş buyurayım diye. Asil bunlara "halanıza iyi bakmamız lazım, her işine yardım etmemiz gerek evin erkekleri olarak" demiş. Bunlarda o gazı almışlar tabi peşimde ördek gibi dolaşıyolardı. İş buyuracam da evin erkekliğine yaraşır şanda hizmet edecekler diye deliriyolardı. Bi de akşam Asil gelince sıralamayı ne yaptılarsa anlatmıyolarmı al diyo insanın içi. Al şunları çıtır çıtır ye.

 

Bu zamanın içinde Birgül’ün bebişinin de cinsiyetini öğrendik. Bebeğin cinsiyetini öğrenene kadar enişte aynı türküyü söyledi durdu. Sırf Asil sinir olsun diye Murat enişte "erkek adamın erkek evladı olur" diyodu. Kızı olacağını duyunca "erkek adamın erkek damadı olura" döndü laf.

 

Dilber annem de eskisi gibi çok gitmiyodu işe. Gözünü üstümüzden ayırmıyodu hiç. Böyle çocuk büyütmeye ne vardı anam? Yoruldun sen diyen kucağımdan kapıyo, uyu dinlen biz bakarız deyip yatmalara yollanılıyo. Ben bu rahata Allah vere de iki üç taneyle doyaydım.

 

Gururun kırkının çıktığı gün adetten deyip bir güzel yıkadılar oğlumu. Sonra bende abdestimi alıp lohusalığımın sancısından arınmış gibi çıktım banyodan. Birde kırk uçurması dediler, Semiha teyzelere misafirlik için yola çıkardılar beni. Bunu gerçi bizim oralarda da yapıyolardı.

 

"Anne bizim hiç misafirliğimiz çekilmiyo valla. Şuna bak bi ordu adam arabadan indik. Bu Semiha teyzede saf da değil iki günün biri bizi çağırıyo."

 

Dilber annem peşimiz sıra gelen ördek cücüklerine bakıp güldü.

 

"Kadın kalabalık seviyor ne yapsın yavrum? Hem çok düşkün sana, az kaldı kızımı kıskanacağım."

 

Gülüşüm daha da arttı.

 

"Oy kurban olurum seni verene. Hepsini çok seviyom yalan yok da dünya bi yana annem bi yana."

 

Eli sırtımı okşayıp omzumu öptü. Kokusu buram buram biraz daha doldu içime. Tam anne kokuyodu valla. Anında uyutup, rüyaya daldıracak kadar huzurluydu ondan bana gelen miski.

 

"Kız durman daha kapıda, oğlanın kulağından yel girecek."

 

Semiha teyzenin bağırtısıyla hızlı hızlı içeri girdik. Sultan ablayla Miniş de bizle gelmişti. Çocuklara göz kulak oluyo diye hiç yanımızdan ayırmıyoduk kuzumu. Aklım çıkıyodu evlenip gidecek diye. Evin içinden oğlan bulmak lazımdı bu Minişe. Yakınımızdan uzaklaşmadan, helal süt emmiş bi oğlana gönlünün düşmesi gerekiyodu.

 

Akşama kadar keyifle oturduk. Kalkalım desek de bırakmayıp Asili de çağırdılar yemeğe. Toplu halde yenen yemeklerin keyfine asla doyamayacaktım. Yemek sonrası oğlanı beş dakika emzirip geri döndüm. Daha ben bişey demeden Asil Gururu kaptı elimden. Omzuna elimdeki mendili yerleştirip gazını almak için yavaş yavaş sırtını sıvazlamaya başladı.

 

"Asil kayınçom, ders verecek misin bana da? Bak yeğeninin gelmesine çok bir şey kalmadı. Dört ay sonra seni aramayalım bu gazı nasıl çıkarıyorduk diye."

 

Asil yavaş yavaş bi sağa bi sola giderken yan yan baktı enişteye.

 

"Diline yaptığın yatırımı bir takım işe yarar bilgilere de yaparsan hiç sıkıntı çekmezsiniz damat."

 

Başladılar yine. Eniştenin niyeyse Asil'e bulaşmadığı anı yoktu. Bazen sırf Asile dalaşmak için mi Birgül’le evlendi ola demeden edemiyodum. Gurur doğdu doğalı evden de çıkmıyodu zaten. Oğlumu kendi bebesine hazırlık kursu gibi kullanıyodu adam. Çok düşkündü ama. Yiğiti Halili de pek seviyodu Allah var ama Gurura bi başka ilgiliydi.

 

"Yahu valla diyorum. Oğlum eline çok yakışıyor lan. Dünyaya baba olmak için gelmişsin resmen."

 

Asil kafasını kaldırıp az sağa sola bakınan sonra da hemen yorulup başını babasının omzuna yaslayan fındığımın boynunu koklayarak öptü.

 

"İnşallah dayısının kıymetlisi gece gündüz süründürür lan seni. Bir dakika oturtturmaz."

 

"Ya ağabey tövbe der misin lütfen? Sen Murat’a kızıp niye beni de harcıyorsun şimdi?"

 

"Bilmem Birgül, niye yapıyorum acaba ben bunu kardeşime? Çok düşünme olur mu gonca gülüm. Cevap pek uzakta değil."

 

Semiha teyze elindeki tatlıyı yerken kıkır kıkır da güldü dalaşmalarına.

 

Bir zaman daha oturunca Asil kalkalım diye sürekli telefona mesaj atmaya başladı.

 

Geç oldu de, Çocuklar uyuyacak de hadi."

 

Herif ayıp, millet oturuyo daha.

 

Gurur durmuyor de. Nazlının da uslu durası tuttu bugün. Kalkalım artık Züleyha!

 

Asil derdin ne? Ne güzel oturuyoz işte.

 

Sen benle dalga mı geçiyorsun zümrüt göz! Ayrıca hani gündüz gelip sonra eve dönecektiniz. Kızım yeter artık ya kalk beni zıvanadan çıkarma!

 

Ben ne deyim şimdi bi anda insanlara?

 

Kocam azmış de Züleyha! Yıl oldu içime giremiyor de! Biraz daha durursa kim var kim yok demeden ÜSTÜME ATLAYACAK DE!

 

Etrafı gözünün altından süzüp bana mesaj yazdıkça yanağımı ısırarak höykürmemi zapt ettim. Zavallı kocam aylardır beklediği güne ulaştı ya duramıyo yerinde. Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim. Hele şu kırk günde oğlanın düzenini oturtacaz derken asker arkadaşına döndük iyice. Kedi gibi bakışına daha da dayanamadım. Koca adam az kalsın yalvaracaktı ya.

 

"Anne kalksak mı artık? Gururun bezi de kalmadı çantada."

 

Hatice yengeyle sohbet eden annem bi an bana baktı sonra da gözleri kısılası gülerek kucağımda öylece duran oğluma bakındı.

 

"Kalkalım yavrum. Uykusu da gelmiş zaten. Beşiğinde rahat uyusun."

 

Bir anda zengin kalkışıyla ayaklandık. Bi dahakine bizde toplanmayı sözleyerek ayrıldık. Sürekli aynadan arabayı kullanan kocamla göz göze gelişim, dudağını ısıra ısıra bana bakışı kanımı kaynattıkça kaynattı. Sanki hiç birbirimizi bilmezmişiz gibi, sanki tenini hiç görmemişim gibi bi heyecan sardı her yanımı.

 

Kısa sürede eve ulaşıp oğlanları yatırması için Minişi tembihledim. Nazlının odası bizim katta, oturma alanı olarak kullandığımız yer olmuştu. Hamileliğimde orayı Nazlıya uygun oda ettik. Gurur büyüyene kadar bizle aynı odada kalacaktı.

Tüm günün yorgunluğuna sebep kızım pijamalarını giyer giymez uykuya daldı. Asil'i, Kemal abi aramıştı. O hâlâ aşağıda telefonla konuşuyodu. Hızla Gururu emzirip onu da uyuttum da beşiğine yatırdım. En azından vücudumu yıkayım diye banyoya daldım. Anam azıttım ya iyice. Herifin tadını nasıl özlediysem elim ayağım birbirine dolaşıyodu. Kıkır kıkır bi de bu yeni yetme halime güldüm. Birgüllerle alışverişe çıktığımız bi zamanda rengini pek beğendiğim geceliğimi de hemen arka askılardan çekip aldım. Süt dolan göğüslerim az biraz daha büyümüştü ama vücudum toparlamıştı kendini.

 

Yatağa geçip kuruldum. Sonra hiç koku sürmediğim düştü aklıma koşturarak banyoya gittim yağımdan azıcık kulak arkama, gerdanıma sürüp geri yatağa fırladım. Ana olduk, doğum yaptık, şaftımız kaydı diye nerdeyse kadın olduğumu unutacak hâle gelmiştim sanki.

 

 

Sessizce aralanan kapıyla yattığım yerden dirseklerimden güç alarak az dikeldim.

 

Asil sadece odanın yatak tarafından ışık geldiğini fark edince beşiğin oraya hiç bakmayıp içeri usul adımlarla girdi. Oda loş olsa da yüzünü net görebiliyodum.

 

Yavaş yavaş kahve gözleri ayaklarımda, çıplak bacaklarımda, gerdanımda, omzumda emanet duran askıda, boynumda dolaştı. Sanki bir yeri gözü az görse günaha girecekmiş gibi bi nizamda ilerledi.

 

Gözünü üstümden ayırmadan eli gömleğinin düğmelerine gitti. Yüzüme ne zaman bakacak diye sabırla bekledim ama o inatla vücudumu ateşe salan bakışlarını çekmedi.

 

"İki yüz yirmi dört gün! Tam iki yüz yirmi dört gündür hasretim sana."

 

Sesi içimi ürperten bi toklukla çıktı.

 

"Sürekli öpüp okşamanın asla yetmediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Bu kadar günün acısını ben bir gecede nasıl çıkaracağım Züleyha?"

 

Derince yutkundum. Allah’ım sen bana sabır ver, üstüne atlayacam ben şimdi koca herifin.

 

"Bi yerden başlamak lazım tahsilat için kocam. Emme sen böyle yavaş yavaş açarsan o düğmeleri Gurur acıkır babası."

 

Dudağı sağa doğru kıvrıldı. Başkasında görsem korkacağım bi gülüş yerleşti suratına.

 

"Gurur acıkırsa emzirir geri gelirsin Züleyha. Sabaha kadar yolu var nasılsa. Bir benim bir fındığın gönlünü görürsün sen. Aylardır hasretinden kafayı yemiş kocan seni bir kere de bırakacak değil biliyorsun değil mi?"

 

Geriye doğru çıkarıp yere bıraktığı gömleğinden sonra eli kemere uzanacakken yattığım yerden doğrulup, yatağın ucuna doğru kaydım. Gözlerimi alttan ona dikerken elim de kemerinde, onun yarım bıraktığı işe koyuldu.

 

"Bi sen mi hasretlik çekiyon? Onca gün sensizim, ben ne haldeyim hiç mi beni düşünmüyon? Bu kadın aylardır eksik, tamamlamam gerek deyip niye çabucak almıyon beni?"

 

Lafım ağzımda kaldı. Yatakta olmamdan sebep oldukça aşağıdaydım ondan. Sol eli saçlarımın ardını tutarken sağ eli boğazımı kavrayıp dudaklarıma yapıştı. Alt dudağımı yakalayıp emmeye, ısırıklar bırakmaya başladı. Araladığım kemerinde asılı kalan elim omzuna uzanıp onu kendime daha da çok çekti. Ağırlığını üstüme bıraktığında bu hissi nasıl özlediğim daha bi çok hissettirdi kendini sanki.

 

"Bunu hiç görmedim, yeni mi?"

 

Dumanlanan aklım dudaklarıma çarpan kelimeleri ilk çok anlamasa da sonra gecelikten bahsettiğini fark ettim. Asil bi kere mor sana çok yakışır demişti. Onun için bu rengi seçtiğimi hemen anlamıştır kesin.

 

"Senin için almıştım zamanında, kısmet bu güneymiş."

 

Tekrar ağzıma kapanan dudaklarıyla sustum. Eli bacağıma kayıp kısa geceliğin eteğinden içeri daldı. Kalçamı usul usul okşarken duraksadı.

Başını çekip gözlerime alev gibi yanan harelerini sapladı.

 

"Tanga gitmişsin. Sevmiyordun."

 

"Sen seviyon diye..."

 

Dişlerini sıkar gibi çenesini kastı. Göğüslerime kayan gözleri yine yeşillerime tutundu. Ne olduğunu anlamadan bi anda yüz üstü döndürdü beni.

 

"Görmek istiyorum."

 

Fısıltısına diyecek tek kelamım yoktu. Bacaklarımın arasının bu kadar hızlı ıslanması uzun zamandır olmayan münasebetimizden miydi yoksa kanımı kaynatan bakışlarından mıydı bilemedim.

 

Elinin sırtıyla etek ucunu yavaşça belime doğru kaydırdı. Kalçalarımın arasındaki ince dantel parçasını parmağına takıp genişlettiğini hissettim. Utanırdım belki başka zaman ama şimdi öyle çok onun olmak için yanıyodum ki zerre utanç uğramadı kıyılarıma. Parmağına takıp genişlettiği dantel kısmı bir anda bırakınca istemsiz bir inleme kaçtı ağzımdan. Sonra sağ tarafımda dudaklarının ıslaklığını hissettim. Küçük küçük ısırarak dolaştı tenimde ağzı.

 

"Asil... Ben ah ben dayanamıyom."

 

"Çok uzun zamandır bu ziyafeti bekliyorum güzel bebeğim. Aceleye getiremem. Tadını hissede hissede içine gireceğim."

 

Kalçamı okşayan dudaklarının söyledikleri kasıklarıma şiddetli bi sancı olarak çarptı. Sonra tekrar sırtım yatağa gelecek şekilde döndürdü beni. Geceliğin üzerinde ısırır gibi göbeğimde oradan sonra da göğüslerimde durakladı.

 

İstemsiz süt dolu göğüslerim çekinmeme neden oldu.

 

"Asil... Rahatsız olun belki. Şey ya süt kokar..."

 

Ben merakla yüzünü izlerken o bana bakmadı. Gözü memelerimde hafif gülümsedi.

 

"Uzun zamandır merak ediyordum tadını. Sonunda merakım dinecek."

 

Dur diyemeden geceliğin dantel kısmıyla beraber göğüs ucumu dudaklarının arasına kıstırdı. Geri az çekilip burnunu süre süre kokladı.

 

"Çok... Çok güzel. Tenindeki gardenya, memelerindeki süt kokusuyla nasıl güzel olmuş bebeğim."

 

İki göğsümün arasına daha çok sürttü burnunu. Daha derin soludu benim rahatsız olursa diye korktuğum kokumu. Eli omzumdaki askıyı iyice aşağı indirip üst kısmımı çıplak bıraktı.

Dilini göğsümün üstünde kaydırarak dolaştırdı. Karnımı zorlayan zonklama hissi, kasıklarımda çarpan nabız nefes aldırmıyodu sanki bana.

 

"Asil... Yanıyom ne olur?"

 

"Şşştttt daha yeni başladık karım. Tadını çıkarmak istiyorum."

 

Hiç ben ne haldeyim zerre umursamadan göğüslerime sataşmaya, bazen de dişlerini kıstırıp çekiştirerek inlememi duymaya devam etti. Ben artık isyan edeceğim zaman da geceliğim tamamen kayıp çıktı bedenimden. Gözlerimi aralayıp ona baktığımda pantolonu üzerindeydi. İki dizinin üstüne bana üstten bakıyodu. Eli göbeğimden aşağı kayıp altımdaki çamaşırın üzerinde dolaştı.

 

"Islanmışsın..."

 

Kendi kendine konuşup işaret parmağını kadınlığımın katmanlarında dolaşmaya devam etti. Sağ bacağımı bileğimden tutup omzuna yerleştirdiğinde tenimden bi titreyiş geçti sanki. Aynısını sol bacağıma da yaptı. Sonra başı sola dönüp bacağımın iç kısımlarını öpmeye başladı.

 

Beklenti öldürecekti sanki beni. İki bacağımın arasına yaklaşan başı çığlık attıracaktı bana. Tatlı, zevkli bi kıvranıştı bu.

Bacaklarım omzunda dururken iki eliyle kalçalarımdan kavrayıp sırtım yatakta kalacak şekilde havalandırdı kalçalarımı. Iyice başı yaklaştı. Çamaşırın üzerinden dilinin ucunu hissettiğimde dudaklarımı ısırarak susturduğum minik çığlığım firar etti.

 

"Tadını çok özledim... Sende beni özledin mi Züleyha? Dilimin içine girip çıkmasını, etrafında kayarak ateşini artırmasını özledin mi?"

 

Usul usul ettiği laflara elbet cevap verirdim emme o dili kelimelerini tüketince beni de tüketmek için tepemde ileri geri hareket etmeye başlamasaydı. İniltilerimi elimin tersiyle hapsetmeye çalıştım ağzıma. Dili git gide şiddetini artırdı. Girişime çarptıkça o zevkli sızı daha bi arttı. Dudakları, dişleri, dili canıma kast ediyodu sanki.

 

"Asil! Asil ne olur bitir artık! Dayanamıyom bitir!"

 

Benim yalvarmalarıma insafa geldi sanki daha çok hızlandı. Uzun zamandır kasıklarımda sızı olarak duran şehvet istediğine ulaşmanın hırsıyla kısa sürede doyuma ulaştırdı beni. Kasılıp, titreyen bacaklarım onun desteği olmasa omuzlarından kayıp iki yana düşerdi. Titremelerim kesilmeden bi anda tekrar yüz üstü dönmüş buldum kendimi. Arkadan gelen hışırtılarla pantolonundan kurtulduğunu anladım. Yüzüm yataktayken elleri karnımı kavrayıp kalçalarımı dikmemi sağladı. Karnımın altına iki yastığı üst üste koyup yerleştirdi.

 

"Biraz daha belini eğ güzelim."

 

Yüzümü kaldırmadım ama dediğini edip kalçalarımı daha kaldırıp belimi eğdim. Zevkle sızlayışı devam eden kalçalarımın arasında erkekliğini hissettiğimde ondan da hırıltılı bir ses geldi.

 

"Cennetime kavuştum, sonunda kavuştum."

 

Islanmış kadınlığıma erkekliğini santim santim soktu. Uzun zamanın yokluğundan mı nedir acı gibi bi his yayıldı. Ama biraz evvelki düştüğüm zevk deryasının kalıntıları kısa sürede o acıyı yok etti. Asil de halimi bilirmiş gibi çok usul hareket ediyodu. Erkekliğinin tamamını içime yerleştiremedi emme küçük küçük girip çıktıkça inleyişi sıktığım kaslarımı gevşetti.

 

"Offf... Çok daralmışsın. Hareket edemiyorum nerdeyse. Kendini biraz daha gevşet güzelim."

 

Dediğine uymaya çalıştım. İstemsiz sıkıyo muydum ki kendim? Sonra karnımın altına doğru varlığını hissettiğimde kısık bir inilti daha kaydı boğazımdan.

 

"Asil..."

 

"Çok... Çok özlemişim... Ayır bacaklarını."

 

Yavaş yavaş girip çıktıkça kaslarım kendini saldı. Ben rahatladıkça Asil daha hızlı hareket etmeye başladı. Kalçamı yoğuran eli, karnımdan tutup kendine sabitleyen kolu mengene gibiydi. Bedenin bedene çarpma sesi bile insanı azdırıyodu sanki.

 

"Bir süre... Yoracağım seni güzel bebeğim. Çocuklardan bulduğun her anda kocanı bacaklarının arasına alman gerekecek."

 

Sonra içimdeki doluluk boşaldı. Ne olduğunu, niye durduğunu anlamadım. Yastıkların üstünde yüzümü kendine bakacak şekilde çevirdi.

Gözlerindeki girdap kül edip, kaybedecekti beni.

 

Üzerime uzanıp dudaklarımı kavradı ıslak ağzı. Isırıklarına dilinin sataşması da eklendi. Canıma kastı vardı sanki. Bedeninde hafif bir nemlilik oluşmaya başlamıştı. Tenime değdikçe ve çekildikçe azıcık ürperten bi his yayıyodu içime. Dili ağzımın içinde dolaşırken eli ikimizin arasına kayıp kadınlığımda dolaşmaya başladı. Parmağını içime doğru ittiğinde ağzına doğru kısık bir çığlık bıraktım.

Dudakları hala dudaklarımda durakladı.

 

"Acırsa söyle olur mu karım, hızlı hareket etmek istiyorum."

 

Kelimelerine sadece başımı onaylar gibi sallayarak cevap verdim. Dizlerinin üstünde dik bi hale geldiğinde heybeti dudaklarımı ısırtacak gibi karşımda kaldı. Gözlerimi damarları bile belli olan erkekliğinden ayıramadım. Avucuna uzunluğunu alıp iki eliyle ileri geri sıvazladı. Sonra belimden kaymış olan yastıkları tekrar düzeltip kalçamı yataktan yükseltti. Hali kalmayan bacaklarımı iki yana ayırıp beline doladı. Tek eliyle kavradığı erkekliğini tekrar kadınlığımın girişine yerleştirip biraz evvelki yavaşlığının aksine daha hızlı içime kaydı. Kısık bi inilti çıkardım ama durması için de hiç bişey demedim. Beni tekrar o uçuruma çıkartacaksa azıcık acıya göz yumardım. Bi eli kalçamı diğeri baldırımı kavrayıp kendine doğru ileri geri hareket etmemi sağladı. Varlığının her santimi duvarlarıma çarptığında çığlık atasım geliyodu. Elimi ağzımın üstünde tutmasam oynayan aklım uyuyan çocuğumu düşünemezdi muhtemelen.

 

Girip çıktıkça, benimde gevşeyen kaslarımı hissettikçe daha hızlı hareket etti. Hafif bir sızı ama çokça zevkin içinde nefes alamadan titremeler tüm bedenimi sardı. Nefesimin hızı, kalbimin atışıyla yarışır haldeydi. Benim kıvranışım bitmeden Asil içimden çıktı göbeğimin üstüne doğru bir sıcaklık hissetmeme neden oldu. Yorgunluktan hali kalmadığından sebep üstüme öylece yığıldı. Biraz nefesi düzene girene kadar kalkmadı üstümden. Benim de kararmış dünyam tekrar ışığına erişene kadar sesimi çıkarmadım.

 

Ses etmeden üstümden kalkıp banyoya doğru gitti. Az biraz zaman sonra da elinde bi havluyla geldi. Önce göbeğimi sonra bacaklarımın arasını temizledi. Dikkatle benimle ilgilenişini izledim. Her bişeyi pek güzel anam.

 

"Korunmak gerekecek. Kahretsin Züleyha ben nasıl o plastiklerin içinde hissedeceğim seni."

 

Hâlâ kadınlığımı temizlerken öyle konuşmayaydı kıkırtımı tutardım emme hali pek komikti. İşi bitince yarı oturur bi hâl aldım. O da ardıma daha çok yanaştı.

 

"Nankörlük etme kocam, düne kadar bu bile yoktu. İki yüz kaç gün dediydin sen?"

 

Benim gülerek onunla eğleşmeme o da dudağının ucunu kıvırarak eşlik etti.

 

"İki yüz yirmi dört! Sabırla imtihan oldum resmen. Ama çok gülmeyelim bence ay parçam. Hapisten çıkmış mahkûmu dört duvar arasında uyutamazsın artık. "

 

"Nerde uyuyacakmış o mahkûm?"

 

Bi cilvenesim bi nazlanasım geldi ki. İki seferde tüm derdimi kederimi alan adamla saatlerce öpe okşaya konuşasım vardı.

 

"Ay ışığında güzel bebeğim ay ışığında."

 

Üstüme uzanır gibi edip yandan boynumu öpücüklerle bezemeye başladı. Kapanan gözlerim yeniden tenime karışacak olmasının şevkiyle rüyaya dalıyodu nerdeyse. Odanın bi ucundan çıkan miyavlamayla dudakları duraksadı. Üç kere küçük küçük ısırık bıraktı.

 

"Bu kadar dayanmış olmasına şükür etmek lazım. Karnı acıktı fındığın karım."

 

"Hiii e Asil ben abdestsizim. Anam haram olacak oğlana ne edecem şimdi?"

 

"Ben baktım buna, yok öyle bir şey. Hadi göğsünü banyoda yıka öyle emzirilebiliyormuş. Hem henüz ben sana doymadım. Gurur uyusun o bacaklarını bir kere daha açacaksın bana."

 

Dedikleriyle baka kaldım ama biraz evvel kısık çıkan miyavlama kükremeye dönüşecek gibiydi. Hızla yerde sürünen güzelim geceliğimi üstüme geçirip banyoya girdim. Göğüs ucumu suyla temizleyip ağlaması artmış fındığıma koşturdum. Asil kucağına almış bi sağa bi sola sallıyodu.

 

Kollarından kapar kapmaz göğsümü ağzına verdim de bağırtısı durdu. Öyle bi hırs bürümüştü ki çektiği sütün şiddetinde genzine kaçırdı sıpa. Önünden kaçıran varmış gibi birde hımıl hımıl ediyodu. Ben yatağın kenarında dövüşerek süt içişini izlerken Asilde sırtımı göğsüne yaslayıp boynuma, omzuma minik minik öpücükler bırakıyodu. Karnı doyan fındık açlığının hırsına uyandığı uykusuna geri döndü. Gül yüzüne bakıp kaldık bi süre.

 

"Yatağına bırakayım güzelim. Hazır uyudu şansımızı zorlamayalım."

 

Asilin fısıltısıyla kollarımdaki miniği uzattım. Hemen alıp başını kokladı. Sonrada beşiğine dikkatle bıraktı. Bi kaç saniye üstten üstten uyuyan oğlunu izledi. Yorgunluğun yanına uyku mahmurluğu da çöktü bedenime. Geriye doğru yığılır gibi yattım. Gelen hışırtılardan Asilin yatağa uzandığını anladım ama gözlerimi açmadım. Sarılsın az diye yan dönüp yer açtım ona. Bedenime iyice yaklaşıp koluyla karnımdan sarıldı. Omzumdaki çıplaklığı minik minik öpmeye devam ettikçe kedi gibi mırıldadım. Çok özlemiştim essahtan onunla böyle olmayı. Sonra kalçamın üzerinde ben buradayım diyen ejderhasını hissettim.

 

"Asil?"

 

"Bir kere daha? Söz hiç yormayacağım seni. Sen böyle yatacaksın. Bir kere daha içine gireyim mi güzel karım?"

 

Benim vereceğim cevabı beklemedi bile mustur. Kalçamın altında kalan geceliğin eteğini kaldırıp zaten harı ağzında bekleyen ejderhasını kadınlığımdan içeri kaydırdı. Biraz evvelin aksine daha sakin, tadını çıkarmak istermiş gibi usul usul devam etti gelgitlerine. Dudakları kulağımın ardını ıslak ıslak mühürlerken eli de göğsümü okşayarak aldığı kadar keyif vermeye çalıştı.

 

Asilin beni sevişlerini seviyodum en çok. Sadece zevkinin derdine değil aşkının verdiği bi hissiyatla da dokunuyodu tenime. Bi tenime değil ruhuma da...

 

Sabaha karşı tükenmiş bi halde banyodan çıkıp Gururu bi kere daha doyurup çok şükür yatağa girdik. Uyumak için!

 

"Züleyha..."

 

"Hmm..."

 

Yastıktaki başımı kaldırıp kolunun üstüne yatırdı. Sımsıkı sardı göğsünün üstüne beni.

 

"Yanımdasın ama özlüyorum seni biliyor musun?"

 

"O nasıl oluyo kocam?"

 

"Ah bir bilsem zümrüt göz. Bu nasıl akıl oynattırır his bir çözebilsem."

 

"Bazen gün içinde bişey oluyo. Nazlı bi başka gülüyo ya da Yiğit dilinin dönmeyeceği laflar ediyo. Ne bileyim Halil koca adam gibi bi halin içine giriyo. Aklıma ilk gelen keşke Asil görseydi oluyo. Güzel bişey görür görmez aklıma ilk uğrayan o güzelliği senin de görmeni istemem oluyo. Senin dediğin şey de böyle bişey mi?"

 

"Tam da böyle bir şey güzel bebeğim. Ucu bucağı görünmeyen bir aşkın içinde ne güzel buldu ruhumuz birbirini. Sen bizi ne güzel buldun su perisi Züleyha. Depderin bir kuyudan sen bizi nasıl güzel çıkardın. Ben seni su damlası sandım, sen ummanmışsın. Nazlıya dal olur mu derken orman oldun. Bana ışığından verir misin diyecekken güneşi bıraktın karanlığımın ortasına. İyi ki Züleyha... İyi ki..."

 

"İyi ki canımın içi... "

 

 

 

**************************

 

Günlerde aylar da su gibi akmaya başladı. Dedim ya huzurun içindeki hayat akarken insan pek yakalayamıyor bişeyleri. Gurur biraz ele avuca gelemeye başlayınca verdim ev adamının kucağına, ben iş öğrenecem diye çıktım kapıdan. Asilin beni kaydettirdiği kursa altı ay gittim hiç aksatmadan. Sonra peşine takılıp restoranın içinde de dolaşmaya başladım. Ama iş hiç dışardan göründüğü gibi değil ki anam. Pek zahmetli. Hesabı kitabı, geliri gideri var. Bunları adam akıllı zihinde tutmak lazım derken de Dilber annem yetişti imdadıma.

 

Allah biliyo ya pek de sevdim bu işi. Ben oldum olası çalışmayı severdim de burada yaptığın işi övenin de çok olunca daha bi şevke geliyodu insan. Ama bilgi derya, bendeki damla…

 

Yetemiyom ki hiç bi şeye. Bu sefer de Asil Yüreğir’e gittikçe ben, beni eve götürecek adam yolu gözler oldum. Bu böyle olmaz dediği bi vakitte de Asil aldı beni ehliyet kursunun kapısına dikti. Ben yapamam diyecek oldum ki kurstan çıkan elli yaşındaki teyzeyle dilim bağlandı. Niye yapamıyo muşum? Herkes yapıyosa bal gibi de yaparım.

 

Bi zamanım da onunla geçti. Bu vakitte de başka bişey öğrendim. Kocadan hoca olmazmış anam. Az daha Asil bana ders verse adamı kilerde yatıracak hale gelecektim. Öyle böyle derken ehliyetimi de kaptım şükür. Mikrop görümcelerim ehliyete bakıp bakıp bütün akşam güldüm diye dalga geçtiler benle. Halbuki ne kıymetliydi elimde tutuğum, bilmiyolardı.

 

Yavrularımı büyütürken, işi öğrenirken, bir de kendi arabamla restorana giderken hayat bu işte dedim hep. Bak Züleyha, köyün birinde ineklerden üç litre fazla süt sağıp, yeğenlerinin karnına iki lokma fazla sokmanın derdindeyken Allah seni nerelere getirdi.

 

Gururun beşinci yaşına kadar her zamanımız pek güzel geçti. Öyle ki liseye bile kaydolup, bitirdim. Sonra gecenin bi vakti çalan telefonla fırladık yerimizden. Kaynatamın beş buçuk yılı geçen ezası bitmişti. Ödüm koptu Asil kötü olacak da iyileşemeyecek diye.

 

Mezarlıktan geldiğimiz gün hiç konuşmadı. İki gün odamızdan bile çıkmadı neredeyse. Sonra topladım çocukları kucağıma, daldım odaya. Özledik dedim. Biz babamızı çok özledik…

 

Nazlı geçip boynuna sarıldı. Gurur kucağına kuruldu. Yiğit bir kenarına, Halil bir kenarına yaslanarak oturdu. Hepsinin başını öpüp öylece durdu bi zaman. Sonra da hadi gezmeye gidiyoz diye derledi topladı bizi çocukların hep sevdiği o at çiftliğine götürdü.

 

İçim Asilden sebep pek durgundu. Varlığı yokluğu belirsiz adam öldü diye değil de Asil üzüldü diye ağlayacak gibiydim ama Sultan abla hem ağlayıp hem de öyle bi konuştu ki vicdanımda ki son damla da buhar olup uçtu. Nergis annemin hastalıkla geçen zamanına denk yatak ömrü çekmiş Hızır Bey. Onun sancılarını kendine sakladığı zaman kadar fersiz, fessiz çile doldurmuş.

 

İlahi adalete pek inanırım ben. Hiç bişey sebepsiz değil işte. Mazlum diye ezersen, seni de ezecek bi güç çıkıyor karşına. Bunu da atlattık çok şükür.

 

Çocuklarım sağlıklıydı. Yuvam sıcacıktı. Kocam yanı başımdaydı. Mutluydum. Essah çok mutluydum ama insanız ya…

 

İlla bir yerde o huzura gölge düşüyo. Annemin bi anda zayıflamaya başlayan bedeni, güçten düşen hali korkudan mahvetti bizi. Kurtulduk sandığımız hastalık kemiklerinde yeniden baş göstermiş, sinsi sinsi ilerlemiş. Derman aramadığımız yer kalmadı. Ama olmadı işte. Ben kollarımda, sabahın bi vakti son nefesini verişini izledim. Öksüzlüğümü belki en çok hissettiğim andı orası. Dilber annemin tebessümle kapanan gözleri gitmedi günlerce gözlerimin önünden.

 

Acım öyle çoktu ki kayboldum. Tıpkı babamı gömdüğüm o zamanlar gibi ben yine kayboldum. Kendimi bulamadım, uyuyamadım, uyusam uyanamadım. Ev adamı, çocuklar, Asil pervane oldu etrafımda da bu acıyı sinemden nasıl söküp atarım bir yolunu bulamadım.

 

Asil de benimle beraber mahvolmuştu. Ama benim acizliğim onun yasına bile müsaade etmemişti ki. Benim derdime koşmaktan kendinin sızılarını görmezden gelmişti.

 

O yıl bi kere daha yandı canım ama bu Dilber anneminkiyle ölçüşecek kadar güçlü değildi ne yalan söyleyeyim. Hatice abam aradı. Züleyha kalk gel gömülecek bi cenaze var burada dedi. Gömülecek cenaze olan Zahide Hanımın, gömecek kimsesi kalmamış meğerse. Hamza nerelere kaybolduysa yıllar evvelinde kaybolup gitmiş köyden. Adını bile duyan olmamış o zamandan sonra.

 

Bir daha şeytan görsün yollarını dediğim köye kendi isteğimle ayak bastım. Dilber annemle arasına kırk günlük bi ömür sığdırmış Zahide Hanım. Öleli hayli vakit olmuş ki kokusuna millet kapısını çalmış. Öldüğü değil ama bu ağlattı işte beni. Kokmasa öldüğü bile anlaşılmayacak hale getirdi ya bizi, bu zırıl zırıl ağlattı.

 

 

 

Duramadım orda, mezarının başını beklemek zoruma gitti. Toprağı kapanır kapanmaz yıllarımı verdiğim baba evime girdim. Emanetim, ineklerimi Hatice abama verdim. O iyi bakardı. Babamdan kalan ama kaçarken alamadığım üç beş hatırayı toplayıp, kapısına kilidi vurup bir daha dönmemek üzere çıktım o köyden. Anamı gömmüş gibi değildim. Ben anamı kırk gün önce gömmüştüm zira.

 

 

 

Evime girdiğimde ilk işim en son kırkında babama yaptığım gibi helvasını kavurmak istedim. O gün gözümün yaşı aka aka kavurduğum helva zehir oldu. Göğsümdeki acıyı örtermiş gibi yumruklarım sinemi döverken Nazlımın kucağıma oturuşu, ellerimin berelediği göğsüme dudaklarını yaslayışı durdurdu beni. Hıçkırıklarımın içinde gözümü araladığımda dört evladım acıyla bana bakıyodu. Kucağımdaki Nazlıyı sıkı sıkı sararak bi zaman da öyle ağladım. Şifa olsun diye bu sefer Gurur geldi yapıştı boynuma. Halil, Yiğit sarmaladı yara bere içinde kalmış ruhumu.

 

Zamanında bi çok derdime derman olan Nisa hanımın bana dediği lafları aklıma getirdim ki aklımı başımda tutayım. Her acı zamanını hak eder. Ötelemeden, sakınıp, saklamadan tam vaktinde acının yasını tutacak insan. Tutacak ki olmadık yerde bir açıklık bulup dermansız bırakmasın canını.

 

Anneydim ben. Benim annem melek olsa da elime bakan yavrularım vardı benim. Ayağa kalkmam, iyileşmem lazımdı. Dilber annemin kırkıncı gecesinde rüyam şifa oldu bana. Kırk gün bir kere yüzünü göstermeyen annem, babamın elini tutmuş rüyama getirmişti. Yıllar yıllardır görmediğim babam, Dilber annemin elini kavramış gülümsedi yüzüme.

 

Saatler sürmüş gibi bi rüyadan Dilber annemin acım bitti Züleyha dediği tek bi an kaldı hafızamda. Sahi bitmişti ele annemin acısı? Kavuşmuştu sevdasına. Dünyada yaşayamadığı ne varsa cennette doya kana yaşayacaklardı.

 

Göğsümde yanan kırk mumun otuz dokuzunu bu rüya söndürdü. Gözümün içine bakan, yüzüm gülsün diye didinen kocamı öperek uyandırdım o sabah. Çocuklarım ne seviyosa kahvaltıda ellerimle yapıp, ellerimle yedirdim. Gülerek uğurladım okullarına.

 

Asilin sıkı sıkı sarılmasına fersiz kollarla değil, tüm gücümle karşılık verdim. Aklı çıkmış iyileşemem diye. Halasını, anasını, yol arkadaşını kaybeden oyken, benim yasım onun önüne geçti diye içime dert oldu. Ama adını üstünde taşıyan asil kocam yine büyüklük edip, nazımı çekti. Çok yanmış içi ama halasının beklediğine kavuşmasına bi yandan da seviniyomuş. Daha rüyamdan bile bahsetmeden böyle deyince boncuk boncuk yaşlar kaydı yine gözlerimden. Sensiz yaşayacağım ömrü ne yapayım dedi bana. O yüzden halamın bekleyenine kavuşmasına kalbim seviniyor Züleyha deyişi yolumu açtı. Rüyamdan ne kadar yer kaldıysa hafızamda anlattım Asile. Yüzü gülümser gibi uzun uzun baktı gözlerime.

 

Bir vakit sonra annemin emeğinin çok olduğu restorana el attım. Asil Seyhan’dakiyle uğraşırken ben Yüreğir’de annemin elinin izleri duran restoranı büyüttüm. Ara ara şöyle mi yapsak, böyle mi etsek dediği her şeyi bir bir hizaya sokup, gerçekleştirdim. Yanındaki dükkânı da alıp bi tadilat işine daha girdik. Restoran değil kafe niyetine de kullanılacak alanımız oldu.

 

Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyo lafı doğruymuş, sağ olsun onu da yaşayarak öğrendik. Nazlıma, onu kimin doğurduğunu anlatmak biraz zoruma gitti. Ödüm koptu öz annesi olmadığımı öğrenince düşkünlüğü azalır diye ama boncuk kızım zerre kadar yüzünü çevirmedi bize. Nazı, niyazı hep yüzümüz gülerkendi onun. Korkumuzu nasıl gördüyse sıkı sıkı sarılmış, annem sensin demişti bana. Olur olmadık bir laf duyar diye yaşı müsait olana kadar korkusunu yaşadık Asille. Ama Nazlı hep yüzümüzü güldürenimizdi.

 

Halil’im hep efendi, hep ağırbaşlıydı. Eniştesinin tornasından çıktığını, attığı adımda bile görüyoduk. Yiğit’im ise az fırlamaydı ama bi kere utandıracak hale sokmadı bizi. Belanın büyüğünü Gurur okula başlayınca gördük. Fındık diye diye büyüttüğümüz sıpa malamat etti bizi. Okul yollarını arşınlarken diğer çocuklarımın derdi dert değilmiş anladım. Kavgası da bitmedi, çekişmesi de. Büyük sınıflardan çocuğun biri bunu sıkıştırınca müdürün odasına dalmış, zerre utanmadan senin okulun değil mi bura, beni dövüyolar, niye korumuyon beni diye de koca adamı kalaylamış. Rehber hocasıyla ayrı, müdürüyle ayrı ahbap oldum sayesinde.

 

Bu nasıl bişeyimiş anam? Ben Nazlının nazlarını laf diye söylediğime bu kadar utanacağımı hiç aklıma getirmediydim. Yavrumun nazı da en çok Halil’eydi gerçi. Halil’in anlatmadığı dersi öğrenemiyodu bile hanım kızım. Varı yoğu Halil’di. Yiğit’e de pek düşkündü ama en büyükleri diye mi, bebekliğinden beri her nazını çekiyo diye mi Halil bi başkaydı Nazlıda.

 

Ama büyüdüler…

 

Her annenin içinde bi yer keşke hiç büyümeseler diyodur kesin. Benim de hep böyle bi yanım vardı. Kucağıma sığamaz olacak kadar büyüyünce hepsi bitim kanlanmaya başladı. Evimize bi bebe sesi diye bi kaç kere Asilin ağzını yokladıydım ama adam Nuh dedi peygamber demedi. Böbreğimin biri yokmuş da hamilelik yorar, bünyemi zayıflatırmış da bilmem neymiş.

 

O zamanlar iş, güç, çocuklar derken pek sesim çıkmadı ama otuz iki yaşımda nasıl güzel çocuk doğururdum ben. Fıstık içi gibi bi kızım daha olsa fena mı olurdu? Evdeki koca danaların ortasına koyacağım, sesi duvarlarımızı şenlendirecek, kokusu evin her bi yanını saracak bebek istemek hakkım değil miydi canım? Valla da hakkımdı. Asil efendiden oyunla, dümenle çocuk çalmaya çalışacağım bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Şimdi de banyoda sıra sıra işediğim üç test çubuğundan hayırlı haberi bekliyodum.

 

Geçen ay pek baştan çıkarıp olmadık yerde avlayamadım adamı. Çok umutlu değildim ama yine de üç gün geçen adetimin müjdesini görürüm diye heveslenemeden edemiyodum.

 

Beklenilecek zaman dolunca dua için açılan ağzım, banyoda neyin duası diye geri kapandı. Gözlerim korka korka testlere bakındı. Çığlık atmak için aralanan dudaklarımı ellerimle kapattım.

 

“Kız! Kız olmuş ya. Anam üçü de çift çizgi valla.”

 

Testleri görmemişim gibi elime alıp bi de yakından inceledim.

 

“Valla çift çizgi. Gördün mü Asil Efendi, kırk yaşından sonra ne çocuğu dediğin lafı yedirecem sana. Tek sefer banyoda kıstırdım, nasıl da kapmışım çocuğu ama. Valla da gebeyim billa da gebeyim. Bi de kız olursan var ya. Oy anası yesin bunu. Annesi sevsin su damlasını.”

 

Karnımı okşaya okşaya çıktım odadan. İçim şenlik yerine döndü bir anda. Asilin gelmesine daha vardı. Ben nasıl içimde tutacaksam bu haberi? Yatağa kendimi bırakacakken tık diye durdum.

 

“Haline dikkat et Züleyha! Bu sefer akıllı, uslu doğuracaz şu çocuğu. Anam yesin annesi fıstığını. Mustur baban az surat asar annem ama sen ona bakma. Dediği olmadı diye onun huysuzluğu. Yoksa ne çocuk düşkünü ben biliyom.”

 

Karnımı seve seve konuştum daha kaç günlük olduğu belirsiz yavrumla. Hanemizin neşesi artacaktı. Oğlanlar ergenliğe girdiklerinden adam akıllı yüzümüze bakmıyodu. Nazlı desek kimi zaman cıvıl cıvılken kimi zamanlar aklımızı alacak gibi sessizliğe gömülüyodu. Gurur zaten Allah’ın, Murat enişteyi kınadım diye bana imtihanıydı. Oğlan burada efendi babası varken zıpçıktı eniştesine çekti ya. Hem zaten canım nasıl bebek istiyodu. Kokusunu soluyacağım, yakamda çiçek gibi dolaştıracağım, koynumda uyutacağım çocuk düşlüyodum kaç zamandır. Sonunda muradıma erdim ama bu Asil olmadık laf ederse diye de bi aklım durulmuyo değildi. Birkaç ay evvel belki heves ettiririm diye az bebek düşü göreyim yanında dedim dört çocuğumuz bize yeter diye kesti önümü. Yetiyosa sana yetiyo mustur herif. Bana bi bile yetmiyo!

 

 

 

Akşamını keyiflendireyim diye en sevdiği yemekleri hazırladım. Güzel güzel giyindim. Müjde verecektim nihayetinde. Kurt kaynayan halim tabi ki Sultan ablanın gözünden kaçmadı.

 

“Allah için söyle gelin hanım. Vallahi çatlayacam artık!”

 

Karakuş tatlısını dolaba kaldırırken omzumun birini silktim.

 

“Olmaz kocama diyecem.”

 

Elindeki son tabağı da makinaya atar gibi koyup, kapağı kapattı. Gözleri iri iri açılmıştı bile bodur tavuğun.

 

“Aha da bildim! Vallahi billahi bildim. Bebe geliyor!”

 

Kahkaha attım. Tabi de anlayacağını biliyodum. Bunca yılda en yakın sırdaşım, yoldaşım, akıl hocam Sultan abla oldu benim. Annem gittiğinde daha bi sarıldı bana. Göğsünde uyutup, teselli ettiği gün sayısını bilmem.

 

“Kız vallahi mi? Anam Asil Bey istemiyo diyodun. Essah gebe misin Züleyha?”

 

Yüzümden keyfim aka aka başımı sallayıp, geçip kendi meclis divanıma yani mutfak masasına yerleştim.

 

“Test yaptım abla. Üçü de çift çizgi. Valla hamileyim.”

 

Hemen geçip oturdu karşıma. Yüzü benim ki gibi en güzel gülümsemesini yerleştirmişti bile yerine.

 

“Allah’ım çok şükür. Hasret kaldık bebek kokusuna. İyi de kızım Asil istemiyo deyip dertleniyodun.”

 

Kıkırtımla kaşının biri kalkmıştı.

 

“Valla ona da sürpriz olacak abla. Şu yaşımda adamdan zorla çocuk aşırdım ya. Az utanması lazım beni düşürdüğü hale de kesin laf söyler.”

 

“Kız! Kız Allah ne etmesin seni! Adamı…”

 

Kaşımı çatıp öne doğru eğildim hemen.

 

“Ne yapayım abla? Ben bebek diyom, adam böbrek diyo. Yok bişeyim diyom, olmasın diye deyip önümü kesiyo. Ben sordum doktoruma. Allah’ın izniyle bile bile canımı tehlikeye atmıyom ya. Çocuk istiyom canım ben. Bi Gururu emzirdim, o da yaşını geçer geçmez bıraktı pis! En güzel yaşımda bi çocuk daha doğurmayım mı?”

 

Kıkır kıkır güldü dediğime.

 

“Hah böyle de Asil Beye de adam ağzını açmasın. Bakma sen ona. O daha çok istiyodur da aklı çıkıyo adamın bişey olur diye. Altı aydan altı aya doktor arşınlatıyor adam sana. Kaybetmenin korkusunu yaşadı yavrum, ihtimaline müsaade etmez.”

 

Dediğini bende biliyodum. Geçirdiğimiz kapkara günler gönlünün kuytusunda kalsa da tetikte bekletiyodu Asili. Düzenli zamanlarda hastaneye götürüp her bişeyi mi baştan aşağı baktırıyor, doktor da iyi diyene kadar rahat nefes alamıyodu.

 

Asilin bana olan düşkünlüğü zaman içinde eksilmediği gibi artmıştı da. Gerçi benim için de öyleydi. Asilsiz sofraya oturamayacak kadar birdi her şeyim onla. İnsanın diğer yarısını bulması böyle bişeydi işte. Onsuz içtiğin suyun tadını bile alamayacak kadar dolanıyodu ruhun ruhuna.

 

Oradan sonra azıcık kuşku düştü gönlüme. Sevinmez miydi essah yavrumuza? Sevinirdi ele? Sevinmesi, Gururun haberini aldığı gün gibi gözlerinin parlaması lazımdı. Bu kadar zamanda bir çocuğumuzun diğerinden tek fazlası olmasın diye emek vermişken benim fıstık içim, sevinçle karşılanmayı hak ediyodu.

 

Akşam olunca kapıda karşıladım kocamı. Keyifle öpüp, buyur ettim.

 

“Özlenmişiz bugün.”

 

Boydan boya süzdü her yanımı. Bende daha bi işve daha cilveyle kıkırdadım.

 

“Sabah erkenden çıktım kocam, kahvaltı bile yapamadık ki. Hasret kaldım yoluna.”

 

Tek kaşı kalkmış biraz daha süzdü her yanımı.

 

“Elbise yeni. Daha önce görsem unutmam. Gözler daha bir güzelleşmiş, makyaj var. Saçlar açık bırakılmış, sıcak denmemiş yani. Yok yok bir şey istenecek benden.”

 

Durdu, kaşları çatılacak gibi oldu. Ardımda kalan salon kapısına baktı geri yüzüme çevirdi bakışlarını.

 

“Zümrüt göz Allah aşkına Gurur bu seferde başka hocasının arabasını çizdi deme. Onun için sakinleşeyim diye mi bu kadar hazırlık? Bak daha müdüre olan mahcubiyetim üstümde.”

 

Dudağımı sarkıtıp sanki omuzlarında toz varmış gibi iki elimle silkeledim. İyice sırnaştım.

 

“Akıllı uslu dersini yaptı babası. Hiç bi yaramazlığı yok fındık oğlumun. Sizde üç beş bişeyi oldu diye hemen çocuğuma laf ediyonuz canım. Gönlü kırılacak.”

 

Elleri belime dolanıp üstten üstten baktı benim sitemime.

 

“Adamın arabasının farını kırdı Züleyha. Geçip avluda dövüne dövüne kimin ahını aldım diye ağıt yaktın.”

 

“Canım olmuş bi kaza. Bak yaptırdık, eskisi gitti yenisi geldi valla sevinmesi lazım adamın. Ben zaten ona çok kızdım ya akıllandı o babası. Sen deme bişey, üzülüyor oğluşum.”

 

“Zümrüt göz bu çocuğa, sen istediğini deyip bana gelince bir şey deme arsızlığını ne zaman yeneceğiz?”

 

Yine omzumu silktim. Ne yapayım anneyim ben. Ben derim ama benden başka kim bişey dese bana laf ediyomuşun gibi gücüme gidiyo. Bu laf söyleyen Asil olunca daha çok içim üzülüyor. Gerçi bu huyumu da bildiğinden pek lafı olmuyo kocamın. İki saat tatlı tatlı yaptığı yanlışı anlatıyo efendi kocam.

 

Akşamımız keyifle geçti. Yemeklerimizi tatlı tatlı yedik. Çocuklar bütün gün ne yapmışlar okulda hepsini dinledik. Her akşam gibi bu akşamımız da aynı geçti. Ama odaya geçince bende ziller çalmaya başladı. Dilimi tutacağım diye ağzımda şişmişti o dil.

 

Güzel geceliklerimden giyindim ki belki kocam yeni bebeği kutlamak isterse gözüne hoş görüneyim. Asil banyodan çıkınca şöyle boydan boya beni süzdü. Kısacık eteğimde gözleri biraz fazla dolandı.

 

“Yok yok! Kesin sende var bir şeyler. Nasıl olsa hemen çıkarıyorum diye iyice bıraktıydın sen bu gecelikleri. Neyse acı çektirmeden söyle Züleyha.”

Valla şu bebenin haberini verirken suyuna gitmek için uğraşmasam şarlayıp, gösterirdim o ettiği lafları ben ona. Mecbur yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan yaklaşıp, iyice dibine girdim.

 

“Kocam sana da bi yaranamadım ben bugün. Gönlünü hoş tutayım, az evimin direğiyle ilgileneyim diyom hemen bişey arıyon altında.”

 

Hem giydiğime laf edip hem belime dolanmayı biliyon ama mustur! Elleri sıkı sıkı kavradı. Burnumun ucuna da bi öpücük bıraktı hemen.

 

“Karımı tanıyorum çünkü. Var bunun altında bir şey. Hadi süründürme de söyle.”

 

Ciğerime sakladığım soluğu bırakıp pes ettim. Sanki kötü haber verecektim canım! Öpsün de başına koysun benim gibi kadını! Ne güzel yumak gibi bebek verecektim kollarına. Yine de cilveyi elden bırakmamak lazım diye bende kollarımı iyice doladım boynuna.

 

“Kocam…”

 

“Sözle zümrüt gözüm.”

 

“Hani dediydim ya ben.”

 

“Ne dedin sen?”

 

“Böyle bi bebeğimiz daha olsa dedim. Evimizin içinde bebek sesleri duyulsa dedim. Şöyle tatlı mı tatlı bi kızımız daha olsa dedim…”

 

Git gide kaşlar çatılmaya başladı. Orada da içime bi kurt düştü. Essah sevinmez miydi bu adam?

 

“Züleyha! Bak ben anlıyorum seni ama senin canının kendinde kıymeti yok. Hamilelik bu. Zorlar bedenini. Zaten… Dört çocuğumuz var güzel karım. Hepsi birbirinden güzel. Neyimize yetmiyor, ben başka çocuk istemiyorum Züleyha? “

 

Gözlerim ağır ağır dolmaya başlayınca yüzü düştü. İçim üşüdü sanki. Sevinmeyecekti! Benim müjde dediğime Asil dert gözüyle bakacaktı. Ellerim omuzlarından düşüp de geri geri gittim. Onun da yüzü gölgelendi. Sağ güzümden kayan yaşı elimle silip ardımı döndüm. Yatağa girene kadar hiç sesi çıkmadı. Ardımı dönüp, yatağın en ucuna çekildim. Karnımdaki olanı bilmesin diye saklayacakmışım gibi iyice sakındım evladımı.

 

“Züleyha’m…”

 

Sesi fısıltı gibi çıktı ama küstüm ona ben. Müjdemi kursağımda koydu, gönül koydum ben de.

 

“Güzel karım bir bak bana.”

 

Hiç kıpırdamadım bile.

 

“Hadi güzel bebeğim, böyle küs küs mü uyuyacağız?”

 

Burnum akınca sesli sesli çektim ama yine dönmedim ardımı.

 

“Züleyha ne olur yapma böyle. Ben senin canın için bu kadar korkarken sen boşu boşuna üzüyorsun kendini.”

 

Susacaktım ama dayanamadım da. Ağzım laf doldu, nasıl uyuyayım bu kadar laf varken içimde? Hırsla kalkıp oturdum. Gözümden akanı da hızla sildim.

 

“Nazlının haberini alınca nasıl sevindiğini kendin anlattın bana! Gururun müjdesinde hastaneyi inletir gibi bağırdın! Yazık değil mi benim yavruma? Babasından ilk duyduğu onu istemiyor oluşu mu olacaktı? Ne günahı var su damlası gibi bebemin?”

 

Asilin ağzı açılmış bi ettiğim lafa bi de karnımı okşayan elime bakıp durdu. Sonra hiç şaşkınlığını umursamıyor muşum gibi kalktım yataktan. Giyinme odasına doğru gidip, pis asil için giydiğimi çıkardım da günlük giydiklerimden birini geçirdim üstüme. Odaya geri döndüğümde Asil hâlâ bıraktığım gibi duruyodu.

 

“Ben kızımın yanında yatacam bugün. Nazlım, babasının aksine sevinir kardeşinin olacağına. O gönlümü görür, güzel laflar eder. Gir yat sen de!”

 

Ardımı dönüp kapının kolunu tutacakken elimin üstüne eli kapandı.

 

“Züleyha?”

 

“Uykum var benim Asil Efendi! Müsaade edersen kızıma gidicem.”

 

“Züleyha sen? Sen gerçekten hamile misin?”

 

Küskünken konuşmadığımı unutmuş herhalde ki soru sorup duruyodu. Yine omzumu silktim.

 

“Züleyham… Bak bir karım. Hadi güzel bebeğim. “

 

Asil omuzlarımı tutup ona çevirse bile bakmadım yüzüne. Karnımdaki sabim bile küstü ona.

 

“Gerçekten mi Züleyha? Ama biz korunuyoruz.”

 

“Yeterince koruyamamışın kendini Asil Efendi! Sus! Daha konuşma çocuğumun yanında. Gönlünü kırdın kıracağın kadar.”

 

Şaşkın yüzü iyice sarardı. Bi yüzüme bi karnıma bakmaktan gözleri kayacaktı adamın.

 

“Züleyham ben…”

 

“Ne olurdu hevesimi içimde koymasaydın? Ben sabahtan beri yolunu gözlüyom, müjde verecem diye.”

 

Asil omuzlarımdan tuta tuta yatağa doğru çekiştirdi beni. Oturtup, o da iyice dibime girdi.

 

“Züleyha emin misin? Yani doktora gittin mi?”

 

“Asil ilk kez hamile kalmıyom. Üç tane test yaptım, üçü demi yanlış? Zaten günüm de geçtiydi. Hem ne dedim ben? Konuşma çocuğumun yanında daha. Gücüne gitti duydukları zaten.”

 

Asil yüzümü iki eliyle kavrayıp alnını alnıma yasladı. Ne düşünüyosa bi zaman ses gelemdi hiç.

 

“Beni banyoda baştan çıkardın. Bilerek yaptın değil mi zümrüt göz?”

 

Hiç de kusurum yoktu bi kere.

 

“Irzına mı geçtim zorla? Geldim yanına, beni de yıka dedim. Ellemeseydin!”

 

Arsızlığıma düz yüzü daha dayanamadı. Dudakları gülmek ister gibi kıvrıldı.

 

“Utanmıyorsun da! Kocanı kandırıp, bildiğin hamile kalmışsın.”

 

“Kanmayaydın!”

 

“Yeni reglinin bittiğini söylemedin mi? Bir şey olmaz dedin sen.”

 

“Oluyomuş demek ki. Müneccim miyim Asil?”

 

“Ama ya hamilelik ağır gelirse bedenine? Ya hastalanırsan? Geçen kış üşüttün, haftalarca iyileşemedin. Bağışıklığın zayıflarsa?”

 

“Hiç de bişey olmaz. Hem ben doktoruma dediydim zaten. Olurda bi çocuğum olsa bi sıkıntı çıkar mı ki diye sorduydum. İlaçlarını düzenli kullan bide tansiyon yükselmesine dikkat etmek için tuzu kes sıkıntı olmaz dedi. Bile isteye canıma zarar mı getirecem sanki?”

 

Geriye çekilip, essah mı diyom diye gözlerini kısa kısa baktı. Başını da sanki beni kınıyomuş gibi iki yana salladı.

 

“Sen yapmışsın planı maşallah. Ama ben doktorun ağzından kendim duymadan inanmam Züleyha Hanım!”

 

“Hııı götürürüm ben seni daha o doktora. Çocuğumun her bişeyine ben yeterim çok şükür. Sen de öteden izle bizi.”

 

Böyle kinayeli kinayeli konuşunca duruldu. Gözleri yine karnıma düştü. Tam o an bi pişmanlık kondu bakışlarına.

 

“Züleyha… Ben öyle demek istemedim, sende çok iyi biliyorsun. En çok ben sevinirim ama sen…”

 

Böyle de suçlu çocuk gibi konuşunca hiç kıyamadım kocama. Ben bilmiyo muydum onun derdini? Ara ara çıkan tansiyonumdu onu böyle derde sokan.

 

“Asil… Bak sen sanıyon ki ben çocuk aklımla bi iş yapıyom. Ama kocam ben doktora sormadan, hiç akıl almadan bebek sevdası güder miyim? Kendimi geçtim, onun canına gelecek derdi omuzlar mıyım? Yememe içmeme azıcık dikkat ederim, verdiği ilaçları da alırım olur biter. Hani kalabalık olacaktı evimiz? Demedin mi sen bana vakti zamanın da bi oğlumuz, kızımız olsa diye. Belki bi kızımız daha olur. Hanemiz şenlenir. Bebek kokusu özledim ben Asil.”

 

Elime uzanıp, bileğimden kavradı. Sonra pıtı pıtı yatağa doğru yürüttü beni. Çocuk gibi yatırıp, yanıma girdi hemen. Eli titreye titreye karnımın üstüne gidince içim rahatladı. Az içi ferahlasın benden bile çok sevinirdi canım kocam zaten.

 

“Yarın gidelim doktora Züleyha. Kontrol etsin ikinizi de. Doktorun ağzından duyayım olur mu güzel karım?”

 

Başımı salladım. Kolunu boynumdan geçirip, göğsüne yasladı Asil. Sıkı sıkı sarıldı bütün gece. Sabah uykum dağılırken karnımın üstünde bi kıpırtı hissettim. Gözümü aralayacak gibi olduğumda fısıltı gibi çıkan sesiyle geri kapattım hemen.

 

“Senin varlığına sevinmez miyim hiç? İnan çok sevindim ama korkuyorum da. Anne bizim her şeyimiz miniğim. Canına bir şey olursa biz yapayalnız kalırız diye korkum. Yoksa hayal etmesi bile o kadar güzel ki. Annen, bebek kokusu özledim diyor. Ben de özledim. Öbür danalar büyüdüler, göğsüme yatırıp uyuyamıyorum artık. Göğsümün üstünde minik bir ağırlıkla uyumak ne kadar keyifliydi. Ben istemem mi yakama bir zümrüt takayım? Yada şöyle yağız bir oğlanın güzel kokusunu soluyayım. Çok istiyorum seni. Ne olur sen de annen de iyi olun bebeğim ."

 

Mırıl mırıl bebeğimizle konuştuğunu anlayınca hemen boğazıma düğüm gibi oturdu lafları. Başladık yine benim ota boka ağlama hallerime demek ki. Asili alıp, sağını solunu sıkarak kucaklamamak için sıktım iyice dişimi. Bebesiyle muhabbetinin ortasına dalmayacak kadar aklı başında bi anaydım ben.

 

“Abilerinle, ablan da çok sevinir üstelik seni öğrendiklerinde. Nazlı pervane olur önünde. Halil’i ve Yiğit’i söylemiyorum bile. Ama Gurura dikkat küçük fıstık. Tahtı sallanacak diye iş karıştırabilir. Kendisi annenin kopyası oldu başımıza.”

 

Son dediğine kadar gülmek için kıvranan dudaklarımı sıkmaktan ağzım ağrımıştı. Ama o en son ettiği laf var ya! Yedirirdim ben o lafı Asil efendiye!

 

“Nerden bana benziyomuş! Asıl Murat enişteye benziyo! Adamı kınaya kınaya oğlanın huyunu, suyunu bozdun. Allah her ettiğine sokranıyon diye başımıza verdi işte!”

 

Asilin kıkırtısıyla yattığım yerden hızla kalkıp, kaşlarımı çattım.

 

“Ne gülüyon? Yalan mı diyom sanki? Sen ettin pamuk gibi oğlumun huyunu böyle!”

 

“Bende ne zamana kadar dayanacaksın konuşmadan diye merak ediyordum zümrüt göz. Ama baya ilerleme var gibi. İlk cümlede tutamazdın kendini eskiden.”

 

Tam kavgaya hazırlanırken dediğiyle bi duruldum. Uyandığımı anlamışta bana oyun ediyomuş mustur. Eli de hala karnımı okşar gibi sıvazladığından sinirim hemen uçup gitti. Küçük fıstığımla nasıl güzel sohbet ediyodu asil kocam. Korkusunun üstüne uyku çektiğinden herhalde yavruma dert gözüyle bakmıyodu.

 

“Yavrumu üzmeden, tatlı tatlı konuşuyon diye araya girmeyim dedim Asil efendi. İki tatlı söz duysun babasından, kırık gönlü düzelsin diye uyuyomuş gibi bekledim.”

 

Dediğimle az yüzü düştü. Sonra eğilip karnıma bi öpücük kondurdu.

 

“Ben konuştum prensesimle. O anladı babasını. Neden böyle davrandığımı biliyor kızım. Onun için ne kadar mutlu olduğumu ama korkumun mutluluğumu engellediğini kesin hissetmiştir. Yoksa babası şimdiden ona alacağı elbiselerin düşünü kurmaya başladı.”

 

Çok laf sokasım vardı da doktora görünüp, iyice gerilen yayları gevşemeden elleşmeyecektim. Bir de kızım olur belki dedim diye hemen prenses etmişti su damlası kadar bebeyi. Tahlil ne isterler diye kahvaltı yapmadan çıktık evden. Asilin direksiyonu sıkan elleri bile ne kadar sıkıntıda gösteriyodu halini. Sıramızın gelmesini bekleyene kadar hop oturup hop kalktı.

 

“Kendim test yaptım doktor hanım. Üçü de iki çizgiydi.”

 

“Muhtemelen sonucunuz pozitif çıkacaktır Züleyha Hanım. Son regli tarihinizi hatırlıyor musunuz?”

 

“Eylül’ün ikisiydi.”

 

Başını ağır ağır salladı doktor.

 

“Kan tahlillerinizi bir görelim, ultrason kontrolüne öyle geçeriz.”

 

“Züleyha!”

 

Asilin beni uyaran sesiyle derin bir nefes aldım. Girmeden sıkı sıkı tembihledim ben soracam, sen sakın sesini çıkarma diye. Ondan adımı sesledi hadi der gibi.

 

“Doktor Hanım, benim durumumdan dolayı bi sıkıntı çıkmaz ele? Daha önce kontrole gelince ben sorduydum size de kocam da duysa… İçi rahat etse.”

 

Doktor Asile anlayışla bakıp, geri bana döndürdü yüzünü.

 

“Kan sonuçlarına bakalım biz sonra bu konu hakkında da konuşuruz.”

 

Başımızı sallayıp çıktık odasından. Kan verip de bekleme zamanı hop oturup hop kalktı Asil. Yangın var diye bağırmama ramak kaldığında adamın zaten bu konuda vukuatı olduğu aklıma geldi de sesimi kestim. Essah diyom sanırdı bu millet. Başımıza durup dururken iş açmaya lüzum yoktu.

 

Tahlil saati dolunca hızlı hızlı çekiştirdi elimden. Sanki dün bebemiz olmasın diyen kendi değilmiş gibi bi hale girdi. Odaya girdiğimizde doktor da bize gülümseyip yine karşısındaki koltuklara buyur etti.

 

“Buyurun lütfen, bende sonuçları kontrol edeyim.”

 

Sessiz iki çocuk gibi geçip karşısında oturduk. Kadın ne gördüyse kaşları kalkmış bi zaman ekrana bakmıştı. İlk bana sonra Asile gülümseyip ayaklandı.

 

“Ultrasona alalım sizi Züleyha Hanım.”

 

“Şey, hamileyim ele? Bişey demediniz.”

 

Kadın yüzüme yine gülümseyerek baktı.

 

“Değerlerinizde bir şey dikkatimi çekti, emin olalım öyle konuşuruz.”

 

Geçip hazırlandım. Gururdan biliyodum zaten karnımdan bakamayacak kadar bebemin küçük olduğunu. Geçip uzanınca doktor da muayene için yanımdaki sandalyeye oturdu. Bir iki dakika hiç sesi çıkmadan ekrana baktı.

 

“Ailenizde ikiz gebelikler var mı Züleyha Hanım?”

 

Ekrana bakarak ettiği lafla başımı yatırdığım yerden hızla kaldırdım. Asilin de elimi tutan eli iyice sıkılaşmıştı.

 

“Nasıl?”

 

“İkiz gebelik yaşandı mı ailenizde?”

 

“Anneannem… Yani onlarda vardı.”

 

Yüzü daha bi gülümsedi.

 

“Burada da iki kese görünüyor. İki hafta sonra tekrar muayeneye bekliyorum sizi. Keseleri kontrol edelim.”

 

“Keseler?”

 

Asilin sesiyle kadın bu kez yüzünü kocama çevirdi.

 

“Hayırlı olsun. İki bebeğiniz olacak gibi görünüyor. Çift yumurta ikizleri.”

 

Doktor muayeneyi bitirip, toparlanayım diye yanımızdan gittiğinde bile bi süre öylece yattığım yerde kaldım. İkiz… İki bebek demek yani.

 

“Züleyha?”

 

Asilin de benim gibi şaşkınlık sarmış aklı anca kendine gelip sesini çıkardı.

 

“Züleyha ikiz diyor!”

 

“Öyle diyo valla kocam.”

 

“Züleyha…”

 

“Maşallah kocam, daha geçenlerde kırkımdan sonra ne bebeği dediydin. Gün doğunca, çifter çifter yerleştirmişin ya. Sana da fırsat vermeye gelmiyomuş hiç Asil.”

 

“Züleyha ne diyorsun Allah aşkına?”

 

“Kırk yaş pek tehlikeliymiş, ayarı yok demek ki. Kırkıma gelince mukayyet olayım kendime.”

 

“Züleyha! Kalk karım. Kalk bende kayış koptu kopacak. İkiz diyor!”

 

Kendimi az toparlayıp, üstümü giyinene kadar bişey demedim. Sonra çatılmış kaşımla beni izleyen adama baktım.

 

“Hiç bana öyle bakma Asil Efendi! O kadar ara vermeyeydik tek olurdu. Yıllardır besleyip, büyütmüşün içinde. Bana verince aha böyle ne bulduysa yapışmış!”

 

“Züleyha yeminle bende durum fena. Devrelerimi daha da yakmak için kafamı karıştırma. Kalk doktora soralım, ne yapmamız lazım öğrenelim. İkiz diyor Züleyha!”

 

Üç beş daha tekrar etse idrak edecek gibiydi. Ses etmedim şimdi. Bi bebeye o kadar korktuysa, ikinciye yüreğine inerdi evimin direğinin. Suyuna gitmem lazım herifin. Bişey yok diye teselli etmem lazım.

 

Doktorun karşısına oturunca Asilin kıçındaki kurtlar kaynamaya başladı.

 

“Doktor Hanım emin misiniz ikiz olduğuna? Yani… Bu durum eşim için riskli olur mu? Züleyha bir organ kaybetti. Tansiyon yükselmeleri yaşıyor ara ara. İkiz hamilelik onu zorlamaz mı?”

 

“Beta HCG düzeyi çoklu gebelik olduğunu gösteriyordu zaten kan sonuçlarında. Ultrasonda da iki kese net bir şekilde görünüyor. Sizin endişelerinizde ise anneye büyük bir rol düşüyor. Hamilelik döneminde aksatmamamız gereken ilaçlar ve beslenmesinde dikkat edeceği liste sonucunda sorunsuz bir gebelik geçirebiliriz. Birçok hastamız bu şekilde sağlıklı doğumlar gerçekleştirdi Asil Bey.”

 

Asil benim bişey olmazlarımı hep kulak ardı etmişti ama doktor der demez hemen ikna oldu. Doktor anlattıkça bi karnıma bi yüzüme baktı. Bebekleriniz dedikçe de yüzündeki o şaşkınlık dağılıp, sevinci yer etmeye başladı. Sırf kadının yanında ayıp olmasın diye kahkaha atmıyosa bende Züleyha değildim. Yazılan ilaçlar ve yeni muayene tarihini de öğrenip çıktık hastaneden. İşin aslı ben hala pek kendimde değil gibiydim. Bildiğin bi bebenin yolunu gözlerken yumurtadan ikincisi çıkmıştı. Araba da sessiz sessiz giderken kıkırtımı tutamadım. Git gide büyüdü, kahkahaya dönüştü. Asil yan yan bakıp arabayı sürmeye devam ediyodu.

 

“Dediğini yaptırıp, üstüne cila çektiğin için mi bu keyif?”

 

Gülmem hafifleyince gözümün kenarına doğru akan yaşları silip yana doğru döndüm.

 

“-cık! Benle inatlaştığın ne varsa misliyle iade ediyom sana ya… Hoşuma gidiyo. Hadi hadi bakmıyom ben, gül. Bu yaştan sonra deyip deyip sonra da ikiz bebe yolu gözler hale düştük ya hoşuna gitmiştir senin mustur! Şanın yürüsün bi zaman da böyle Adana’da.”

 

Kısa bi kahkaha attı. Başını da keyifle iki yana salladı.

 

“Tek seferde bebek özlemini fazlasıyla dindirecek bir kocaya sahipsin Züleyha Hanım. Şimdi ne desem çok kibirli çıkar ağzımdan.”

 

Yine dediği hoşuma gittiğinden kıkırdadım. Sonra aklıma başka bişey gelince hemen çantamdan telefonu çıkarıp aradığımı buldum. Asil ne ediyom diye bakınıp duruyodu. Telefondan gelen sesle yüzüm güldü hemen.

 

“Alo… Nasılsın canım görümcem.”

 

“…”

 

“Kız ne olacak? Sana da iyilik yaramıyo, illa yılan mı deyim? Özledim de bi arayayım dedim.”

 

“…”

 

“Tövbe Allah’ım. Birgül essah alışmış kudurmuştan beter oluyo! Kötü lafa alışmışın bacım sen, tatlı dilimi kabul edemiyon. Hem onu bunu bırak ben ne dicem sana.”

 

“…”

 

“He… Akşam bize gelsenize. Hayırlı bişeyler kutlarız belki.”

 

“…”

 

“Yeniden hala oluyon görümcem, müjdesini veriyim dedim. Şimdi çıktık doktordan hem de ikizmiş Birgül.”

 

“…”

 

“Kız ne bağırıyon, vallahi bak. Niye yalan deyim? İkiz yavrularım olacak Birgül.”

 

“Dur kız biz de yoldayız eve geçiyoz şimdi.”

 

“…”

 

“Ben zaten lafta akşam dediydim, duramayacağını bilmiyom mu? Hadi gel.”

 

Telefonu kapatıp yine kıkırdadım.

 

“Ne geçiyor yine senin aklından? Bu gülüşü tanıyorum ben.”

 

Asili rahat görüyüm diye iyice yan dönüp, dişlerimi göstere göstere güldüm.

 

“Günahımı alıyon kocam. Ne ettim ben şimdi? Bebelerimizin müjdesini verdim halalarına.”

 

“Züleyha!”

 

“Of tamam! Hani Murat enişte iki yılda sana yetiştim diye hava attıydı ya Asil. İkizlerin haberini alınca yüzünü görmek istedim. Zavallı kardeşin…”

 

Asil yan yan baksa da gülmek isteyen dudaklarını tutamadı. Pek hoşuna gitti bu dediğim. Sanki görmüyodum ben. Sırf laf olsun diye ağzını aramaya başladım bu sefer.

 

“Sen bi taneyi de istemiyodun ya iki çok gelmez ele Asil? Ben yük etmem gerçi sana. Bakarım yavrularıma.”

 

Kırmızı ışıkta durunca, eteğimin üstünde duran elimi kavrayıp öptü. Öpmek yetmemiş olcak ki bi de baş parmağımın kenarını ısırdı.

 

“Ben yine düştüm aynı kuyuya. Bunu da on yıl başıma kakarsın artık kesin. Ama güzel bebeğim ben senin sağlığın için dedim. Yoksa iki tane bebeğimiz olacak. Bayram bugün benim için. Lütfen Züleyha. Gönül koyma sakın bana. Ben hiç istemez miyim yoksa onları?”

 

“Az süründüreyim de sonra demem. Gururun haberini alınca sevinçten aklını oynattıydın, bunlarda pek sessiz sedasız kaldın ya az kinlendim sana.”

 

Başını iki yana sallayıp yola devam etti. Eve varana kadar dudağında küçük bi tebessümle öylece araba sürdü. Bana diyodu ama aklında o da çok konuşuyodu. Kim bilir ne hayallere dalmıştı bile canım kocam?

 

“Züleyha benim az işim var, çocuklara beraber söyleyelim olur mu kardeşleri olacağını? Ben iki saate gelirim.”

 

Kaşlarım çatıldı. Bugün işe gitmeyecez diye konuştuyduk. Nerden çıkmıştı ki şimdi bu?

 

“Asil, nereye gidecen ki? Bi şey demedin bana.”

 

“Az işim var karım.”

 

“Ama ben kafama takarım şimdi. Nereye gidecen söyle hadi.”

 

Gözleri baygın baygın bana baktı. Peşini bırakmayacağımı anlayınca da nefesini verip pes etti hemen.

 

“Bebeklerin müjdesini aldık, hayırlarını yapalım hemen. Kemal abiyle konuşayım da aş evlerine kurbanları gitsin güzelim.”

 

Yüzüm hemen yumuşadı. Asilin en sevdiğim huyu buydu. Bişeye çok seviniyosa sevindirmek de lazım geliyor diye hemen bi hayır yapası tutuyodu. Gururda yaptığında bebek için sandım. Ama zaman ilerleyip çocukların müjdeli bi halleri olduğunda da yaptığını gördüm kocamın. En son Halil fen lisesini kazandı diye okuyan çocuklara burs yardımında bulunduydu. Asilin sevinçleri hep böyle oluyodu aslında.

 

“Canım kocam benim. Allah kabul etsin evimin direği.”

 

“Sağlıkla gelsin evimize neşelerimiz, güzel karım.”

 

Asil gittikten sonra hemen mutfağa dalıp, güzel haberi Sultan ablama verdim. Miniş de yanındaydı ya nasıl sevindi kuzum. Onun oğlanda büyümüştü artık. Asilin restorana gidip gelirken Minişe bi güzel kısmet düşürdüm ki aralarını yapacam diye kaç dümen çevirdim. Serkan pek efendi çocuktu. Az baş başa kalsalar gönülleri birbirine ısınır mı diye deneyim dedim. Gururu yanımda götürürken Minişi de taktım peşime. İşlerim var siz çocuğumla ilgilenin diye baş başa bıraktım ikisini üç beş sefer.

 

Sonra bi baktım efendi uslu Serkan, kuytuda kıstırmış Minişimin elini öpüyo. Az sırnaşıp, ağzını aradım Minişin, oğlanı pek beğeniyomuş. Hah dedim işte aradığım fırsat. Miniş hep evimizin kızı kalacak böylece. Kısa zamanda da nişan yüzüklerini taktık. Elif evlenip gitmişti. Zarife ablam da kızının okulu için taşınmıştı buradan. Biz bize kaldık böylece.

Eve gireli yarım saat olmadan Birgül damladı. Koştura koştura gelmekten yüzü kıpkırmızı olmuş garibin. Arabası da yokmuş bugün yanında, az biraz yollarda uğraşmış.

 

“Züleyha! Vallahi dalga geçiyorsan da kusura bakma ama ben Murat’a söyledim. İkiz hamile kalman gerekecek.”

 

Sarılıp soluklansın diye beklerken o da yediği naneleri döküyodu.

 

“Kız hemen mi söyledin?”

 

“Vallahi takside aramak geldi aklıma. Annemleri alıp gelecek o da. Nasılsın Sultan abla? Zeynep’i aradım ama derste galiba açmadı. O da gelir hafta sonu kesin. Doktor ne dedi Züleyha? Ay asıl abim ne dedi? Hani çocuk istemiyor diyordun?”

 

Geçip soluk soluğa oturunca kalkıp bi soğuk su koydum önüne. Konuşmaktan nefessiz kaldı garibim.

 

“Az yavaş ol yavaş! Nefes al önce. Abin bebeği benden ötürü istemiyodu. Doktor bişey olmaz, karına iyi bak dedi de yüzü güldü kocamın. Koştur koştur kurban bağışlamaya gitti. Çocuğu iyi kafaya taktıydım da ikiz valla bana da bi sürpriz oldu. İkisini nasıl büyüteceksem? Kanaatsizlik mi ettim de böyle oldu anam?”

 

Sultan abla da el yapımı limonata bıraktı önüme.

 

“Hiç bişey olmaz. Beraber büyütürüz ikisini de. Minişin ki de kocaman oldu zaten. Çocuklar bile ellerinden düşürmezler.”

 

Böyle de söyleyince gözümün önünde hemen hayalleri canlanıyodu. Hepsi kucaktan kucağa dolaştırırdı. Bize bile hasret ederlerdi. Nazlım zaten pek düşkündü bebeklere. Küçük aklıyla Gurura ablalık yapmıştı ta o zamanlar. Halil’le, Yiğit desen eşi benzeri yoktu yavrularımın. Gurur az surat asardı ama o da dayanamazdı.

 

Çocukların okuldan gelme vakti Asil de geldi eve. Dördünü topladık etrafımıza. Halil’in boyu bu sene iyice bi atmıştı. Neredeyse eniştesine yaklaşacaktı. Yiğit’im daha ben kadar olamadı ama o da uzardı herhâlde. Nazlıyla, Gurur daha birbirlerine denkti. Nazlı on yaşında olsa da pek çıtı pıtıydı. Gurur onu yakalamıştı sanki.

 

“Bir şey mi oldu enişte? Gergin görünüyorsunuz.”

 

Halil’in sesiyle yüzlerine daldığımı fark ettim. Asile baktım o mu der diye o da bana bakıyodu.

 

“Bizim bi haberimiz var size de onu diyecez halam.”

 

Yeşil gözleri yüzüme bakıp geri eniştesine döndü. Yiğit de kaşlarını kaldırmış, çipil çipil bakıyodu.

 

“İyi bir şey mi annecim?”

 

Nazlının tatlı diliyle gülümsemem yüzüme yayıldı. Boncuğumun tatlı dili hiç eksilmedi. Bazen dilinin alışkanlığıyla hala annii diyodu ya içime sokasım geliyodu boncuk çikolatamı.

 

“Biz güzel bişey öğrendik de sevinirsiniz diye size de söylemek istiyoz boncuğum.”

 

Gurur hiç biz ne konuşuyoz bakmadan pantolonundaki model diye koydukları yırtık kısmı büyütüyodu.

 

“Lan bıraksana pantolonu! Bişey anlatıyoz şurada!”

 

Kahve-yeşil gözleri yüzüme baktı. Hey yavrum hey kim kızıyo sıpaya? Hiç umuru değil. Neyse deyip beni bekleyen üçlüye döndüm yine.

 

“Allah nasip ederse size kardeşler gelecek kuzularım.”

 

Yiğit’in gözler iyice kısıldı. Halil de ağzını açtı açtı kapattı. İlk tepki havaya sıçrayıp, alkış yapan boncuğumdan geldi ama.

 

“Ayyy! Kardeşimiz mi olacak? Yaaaa çok güzel.”

 

“Tebrik ederim hala. Çok sevindim enişte.”

 

“Ooo yeni bir Sulhan daha. Çok mutlu oldum hala. Tebrik ederim enişte.”

 

“Kardeşler ne demek?”

 

Nazlının, Halil’in, Yiğit’in laflarının peşine de bunu diyecek tek kişi Gururdu zaten. Asil geçip yanlarına oturdu.

 

“Şöyle ki çocuklar, kardeşler demek ikiz olacaklar demek.”

 

Halil efendiliğin ardına sığınıp başını eğerek gülüşünü saklasa da Yiğit kahkahasını attı. Nazlı da onun gibi güzel karşıladı bu haberi. Bi Gurur efendinin surat asıktı.

 

“Annem… Fındık oğlum, sevinmedin mi sen?”

 

Yan yan bana baktı mustur sıpa. Suyuna gitmem icap etmese ben o bakışı anneye atmayı gösterirdim ona.

 

“Ne gerek vardı ki?”

 

“Nasıl ne gerek vardı babam?”

 

“Odamı falan vermem baba anlaşalım. Hep de ağlıyor bu bebekler, Miniş ablanınki bile yeni sustu daha. Bir de iki taneymiş. Madem bebek alacaktınız bir tane alsanız olmaz mıydı?”

 

Ağzım açıldı açıldı kapandı. Halil eliyle iyice sıkmıştı ağzını. Yiğit de Halil’in ardına yüzünü saklayıp kıs kıs gülüyodu. Akılları her şeye eriyo ya artık madaraları olmuştuk iyice. Nazlım hâlâ az biraz saftı.

 

“Ama annem kardeşlerin duyarsa üzülürler. Sen sevmeyecen mi onları? Gönülleri kırılırsa ya.”

 

Gurur bi bana bi elimin olduğu karnıma baktı. Çok da umuru değildi belli ki de ben üzülürüm diye az süngüsünü indirdi.

 

“İyi bari, gelsinler. Çok ağlamasınlar ama zaten hiçbir şey kafama girmiyor, ödevlerimi yapamazsam kızmayın bana.”

 

Çakalında önde gideniydi beyefendi. Hemen el kadar bebelerimi bahane edip, dersten kaçacaktı belli ki. Kaşımı kaldırıp dik dik aktım yüzüne.

 

“O karne bi güzel gelmesin görüşürüz annem. Hadi elinizi yüzünüzü yıkayın da aşağı gelin. Semiha teyzeler gelecek.”

 

İlk Halil gelip başımın üstünden öptü. “Çok sevindim hala, özlemiştik bebek sesini” deyip gönlümü şenlendirdi. Aynı şekilde gidip eniştesini de tebrik etti. Koca adam gibiydi artık. Nasıl böyle büyüdü, nasıl boyumu geçti anlayamadım. Yiğit’im de gelip sıkı sıkı sarıldı. Halil’in eniştesiyle tokalaşıp, başlarını birbirlerine değdirmelerinden ziyade gidip sıkıca beline sarıldı. “İkisi de erkek olur inşallah enişte.” Asilin kahkahası salonu doldurdu. Gurur için de böyle dua etmişti. Bilerek mi bilmeyerek mi bu lafı söyledi anlamadım ama Asil de o anı hatırladı kesin.

 

“Biri kız olsun aslan parçası, Nazlımız yalnız kaldı.”

 

Saçlarını dağıtıp, başının üstüne öpücük bıraktı hep yaptığı gibi. Sonra da Nazlı gelip girdi koynuma hemen. “Çok mutlu oldum ben anne. Okulda herkesin minik kardeşi vardı zaten. Benim iki kardeşim olacak. İnşallah ikisi de kız olur da Yiğit görür gününü.” Ettiği laf beni de güldürmüştü.

 

“Sağ ol bal kızım. Şöyle sana benzeyen iki kız olsa tadından da yenmez essahtan. Züleyha’yla kızları da nasıl güzelmiş der herkesler. “

 

Göğsüme başını yaslaya yaslaya sarmaladım boncuğumu. Sonra da gözümü diktim fındık Gurura. Gelip iki hoş laf etsin diye bekliyodum. Anladı tabi düşürdü süngüsünü. Kalkıp geldi yanıma. Belime sardı kollarımı.

 

“Tamam bende sevindim ama çok ağlamasınlar. En azından sırayla ağlasınlar anne.”

 

Yapacak bişey yoktu, bu model de böyle olmuştu işte. Evlat sonuçta. Atsan atılmıyor satsam Gururu alacağı bulamam. Babasına da gidip sarıldı hemen. O arada da zil sesini duyduk. Murat enişteler geldi diye ayaklanıp, çıktık kapıdan. Birgül kapıyı açtığında “hayır Murat!” diye bi bağırdı ne olduğunu anlamayıp iyice yanaştık yanlarına.

 

Murat enişte elindekiyle içeri girince ağzım bi karış açık kaldı. Koca bi çelenk yaptırmıştı. Üstüne de Sulhan ailesine başarılarının devamını dileriz yazdırmıştı. Anam bu adam yaş aldıkça hiç ayarı kalmadı ya. Hayrullah amca tövbe çekerek girdi içeri. Semiha teyze kıkır kıkır ediyodu. Murat eniştenin de ağzı kulaklarındaydı.

 

“Murat!”

 

Kollarını açıp Asile doğru yürüdü.

 

“Ne var oğlum, fakir gibi küçük bir çiçekle kutlamayacaktık herhâlde müjdeyi.”

 

Durdu durdu bir kahkaha attı.

 

“Oğlum düzeltsene beni. Müjde değil müjdeler desene. Koçum benim ya. İşte kayınçomdan beklediğim hareketler.”

 

“Kapat o çeneni zevzek herif!”

 

Murat enişte hiç laf yememiş gibi gidip Asile sarıldı.

 

“Lan tebrik ediyoruz şurada bozma havamı. Maşallah aslanıma, Allah nazarlardan korusun.”

 

Eniştenin neye böyle laf attığını hepimiz bildiğimizden yüzümü iyice sıcak bastı. Düştük diline ki daha ömür billah bırakmaz yakamızı. Asilden çekilince sırıtık yüzü bana döndü.

 

“Züleyha…”

 

“Enişte…”

 

“Murat valla olmadık bir laf edersen atarım seni evden!”

 

Murat eniştenin en çok bu huyunu seviyodum. Asil ne derse desin hiç gönül koymuyodu. Gerçi Asil de bunu bildiğinden böyle rahat laf sokuyordu.

 

“Bir dur oğlum ya tebrik edeceğim yengemi. Hayırlı uğurlu olsun bebekleriniz! Çok sevindim bebeklerinizi duyunca. Maşallah dedim bebeklerin haberini alır almaz. Sağlıkla kucağınıza alın bebekleriniz!”

 

Bile isteye bebekler dedikçe benim de gülmem geliyodu. Asile bakıp bi de kaşlarını oynatmıyo mu karnıma karnıma gülmekten içim acımıştı.

 

“Az sus edepsiz, çekil kenara. Fırsat buldun diye önümüzü de kestin kaldık kapı ağzında. Züleyha! Kız nasıl sevindim ya ben? Oy maşallah güzel kızıma. Hayırlısıyla doğsunlar yavrum.”

 

“Çok sağ ol Semiha teyzem, ne iyi ettiniz de geldiniz.”

 

“Gelmem mi kızkızım? Yeni torunlar dedi ya Birgül hopladım kalktım yerimden.”

 

Hepimizi güldürdü neşesi. Dilber annem gittiğinden beri ne çok dizine yatırmıştı beni. Hiçbirinin hakkını ödeyemezdim. Az sohbet edip masaya geçtik. Bütün akşam Murat enişte durup durup bebekler dedi. Bizim duymadığımızı sandığı bi zamanda da ben de istiyom Birgül diye karısını darlıyodu. Gerçi o garibim de ben gibi çocuk sevdası güdüyodu da Birgül’ün doğumu biraz zor oluyodu. Gözü korktu artık doğumdan. Ama bende enişteyi tanıdıysam kesin bi bebe daha doğurturdu görümceme.

 

Günler geçti, bizim muayene günü çattı. Bu sefer iyice emin olduk bebeklerden. Keselerin ikisinden de kalp atışı alınınca başladı Asilin asker talimi. Araya on yıl girmiş ama adamın ben hamileyken bozulan ayarlarına hiç zeval gelmemiş. Şimdi ikiz diye restoran yollarını haram etti bana.

 

Gururun aksine mide bulantılarım da dördüncü aya kadar pek zorladı zaten. Bulantılar geçer geçmez de kıtlıktan çıkmış gibi verdiğim kiloları almaya başladım. Gecenin üçünde ekmeğime soğan dürüp yiyecek kadar midemin esiri olmuştum.

 

Cinsiyetlerini de öğrendik. Daha doktora sormadan Asil, Zümrüt gözlü kızlar istiyorum diye çok dua etmişti. Bende içten içe kocamın huyunu, suyunu almış bi oğlan çocuğu daha dedim o duymadan. Kabul oldu yürekten ettiğimiz istek. Doktor biri kız, biri oğlan dediğinde ikimizin de sevinci içimize sığmıyodu.

 

Kızım adını hemen bulmuştu ama oğluma bi ad layık görüp de konduramıyoduk. Asil bu sefer senin istediğin olacak diye direttiğinden her gün başka adın güzelliğine kapılıyodum. Bi zaman Eren dedim sonra vazgeçtim. Sonra Umut mu olsa diyecek oldum ona da kanım çok ısınmadı. Doğuma yakın kontrolümde doktorum “kızın çok çıtı pıtı ama oğlun yağız olacak gibi” dediğinde hah dedim. Bak bu da kendi buldu layığını. Zaten Asil de ilk haberlerini aldığı günün sabahı ya zümrüt gibi bi kız yada yağız bi oğlan diye sevmişidi yavrularımı. Yağız bi oğlan doğuracağım diye gecesine Asile söyledim. Onun da pek hoşuna gitti. Son haftamda doktorum sezeryan doğum olacak dediğinde hiç niye bile demedik. Madem o uygun, bebeklerimin sağlığı öyle iyi olacaksa tamam deyip, kabullendik.

 

Gururun aksine doğacakları gün belli olduğundan her şeyimiz tamdı. Sabah gidecek, yavrularımı doğuracak, iki gün hastanede kalıp, evimize dönecektik. Ertesi gün çocuklarımı kollarıma alma sevinciyle pek uykuya dalamadım. Ama sabaha karşı kapanan gözlerim çok güzel bi rüyaya görmüştü. Uyandığımda ne gördüm hiç hatırlamıyodum ama hatırlamak için deli gibi aklımı zorluyodum. Sanki hissi içimde saklı kalmış gibi bi arayış vardı gönlümde.

 

Hazırlanıp kapıdan çıkışımız pek kalabalık oldu. Çocuklar da bizle gelmek için tutturunca ses etmedik. Tam Asil arabayı kapıya getirdiğinde nerden uçtuğunu anlamadığım bi takvim yaprağı tekerin kenarına kondu. Üstünde mübarek bi isim vardır belki diye eğilip aldım. Asil çocuklar için arabanın arka kapılarını açmıştı. Hoplaya hoplaya gelen Nazlının başına bi öpücük kondurdu. Sonra yanındaki Gurura da aynı öpücük değdi. Oğlanlar büyüdü diye biraz geri duruyolardı sanki artık. Ama Asil hala bu kapıdan ilk girdikleri yaşlarındalarmış gibi Yiğit’in saçlarını karıştırıp, tepesine dudaklarını yasladı. En sona kalan Halil’in de omzunu sıkıp öylece baktı yüzüne. Halil ne istiyo anladığından başını iki yana sallayıp kafasını eğdi. Boyu eniştesine yaklaşsa ne olurdu ki? Benim kocam, onlara baba olmuştu. İster yedi olsun ister on yedi. Asilin gözünde hala hepsi omuzlarına ilk aldığı yaştaydı. Halil’in kumral saçları da nasiplendi.

 

Dilim yine Asil gibi bi evlat diye duaya durdu. Sonra elimdeki kâğıdı koyacak yer bakınırken bi yazı gözüme takıldı. Bugünün çocuk isimleri yazılıydı takvim yaprağında. Bera yazmışlar oğlan çocuğuna. Bi tanıdık geldi bu ad. Kimde duydum diye aklımı yoklayacak oldum, bulamadım. Sonra takvim yaprağının yanına bugün doğan Bera’lar… Adınızın anlamı gibi asil, olgun, fazilet sahibi seçkin kimseler olun yazmışlar. O anda işte sabaha karşı rüyamda kaybettiğimi buldum. Ben bu adı kendi ağzımla dillendirmiştim. Nereye olduğunu bilmediğim bi şekilde Bera diye bağırmıştım. Yüzümdeki gülümseme büyürken dudaklarım Bera diye fısıldadı. Tam da o anda kaburgamın altında güçlü bi tekme hissettim. Kıkırtım kahkahaya dönüştü. Yağız Bera Sulhan, adını duyunca buradayım demek istemişti belli ki.

 

Asilin bana seslenmesiyle arabaya geçip, hastane için yola düştük. Hiç susmadan konuşan çocukların aksine ben pek sessizdim. Kıpır kıpır eden bebeklerime iki elim dokunmuş, sarmalama zamanımızı bekliyodum. Kısa zamanda vardık. Kısacık bi zamanda da hazırlanıp doğum için aldılar beni içeri. Uyanık olduğumdan her anlarını kaçırmadan izledim. Gurur da olduğu gibi yine mutluluktan aktı gözümün yaşları.

 

Zeynep’le, Birgül odamı süslemiş, bizim için hazırlanmış halde bekliyolardı. Bebeklerimle beraber götürüldüm bu kez odaya. Asil benden daha çok doğurmuş gibi görünüyodu ama. Saçı başı darmadağın haline ilk gülesim geldi. Bebeklere bakmadan gelip ilk benim alnımı öptü. Sonra çocuklarımızı kucağına alıp şükür diye mırıldanışlarını duydum. Zümrüt kızım diye kokladı kızımızı. Yağız oğlum diye aynı şefkati gösterdi oğlumuza. Bera diye seslendim. “Onun adı Yağız Bera. Babası gibi asil olsun inşallah” diye gözlerine baka baka konuştum. Asilin sulanmış gözleri ayrılmadı hiç gözlerimden. Annesinin duasını dillendirdim. Asil bir evlat için konuşmuştu ismi kocamın. Şimdi de ben Nergis annem gibi Asil bir evlat duasıyla Bera’ya bu adı verdim. Kocama, annesinin duasının kabul oluşunu böyle anlattım. Öyle içli baktı, öyle içime aktı ki harelerinden sızanlar kalbim Nergis annemi de andı o an. Böyle bi adamı doğurup, beni dünyadaki cennete kavuşturdu ya cennet bahçelerinden seyretsin bizi istedim.

 

Yavrularımı yakınıma getirdi. Bebeklerim öyle güzellerdi ki baktıkça gözlerim yaşarıyodu. Kokuları eşsiz, benzersizdi. Asile ben bebek kokusu özledim diye şarladığım zamanlar düştü aklıma. Ben aslında kendi bebeklerimin kokusuna biran evvel kavuşmanın derdindeymişim. Minişin oğlunu da kucağımdan indirmedim hiç. Birgül’ün kızları da. Ne yalan söyleyim hiçbiri böyle eşi, benzeri olmayacak bi esans yaymıyodu sanki etrafa. Şimdi oda bile yavrularımın kokularıyla dolup, taşmıştı.

 

Halil geldi ilk yanıma. Elimi kavrayıp, üstüne öpücük bıraktı.

 

“Çok güzeller halam.”

 

Onu koynuma bıraktıkları an canlandı hemen gözlerimin önünde. Adını bile ben koydum yavrumun. Eş olsun bana, yarenim olsun diye Halil dedim. Dertli ömrüme bi yol arkadaşıydı.

 

Sonra kolunun altından Yiğit başını uzatıp, yanağıma bastırdı dudaklarını. Küçük, çekik gözleri yüzünün güzelliğine öyle bi sevimlilik katıyodu ki ne kadar büyüse de bebeğimdi işte. Onun da koynuma konuşu düştü aklıma. Çabuk hasta olan bünyesi ne çok korkuturdu beni. Yanlarına gelen Nazlıma değdi bu sefer gözüm. Cehennemden kaçarken cennete düşüşüm ilk Nazlının boncuk gözlerinde olduydu. Evimi, toprağımı, çocuklarımı bıraktım diye kahırdan ölecek gibiyken derman olduydu bana. Gelin geldiğim evde ilk aşk diye o düştüydü yüreğime.

 

Ben yangından kaçıyom sandıydım halbuki. Mazlum bi bebeğin ağıdının beni savurup getirişini çok sonra anladım. Kızımı öptüm koklaya koklaya. Gururum tırmandı yatağıma. Daha su damlası kadarken kaybetme korkusuyla köz gibi yanmıştı kalbim. Bir sokak aralığında kanım, toprağa akarken beni bıraktı mı diye gözlerimi yummuştum. Şimdi güzel yüzü bebeklerin varlığıyla az asılmıştı. Benden gördüğü sevgiyle hemen yüzü güldü yavrumun.

 

Otuz ikinci yaşımı, altı evlada ana olarak bitiriyodum. Canı gibi beni sakınan bir koca, gözümün içine bakan dört yavru ve iki süt kuzusuyla bu yaşımı da tamamlıyodum. Allaha ne kadar şükür etsem azdı işte. Her anlarını yanımda yaşadığım çocuklarımın gözlerine doya kana bakıyodum.

 

Nazlı daralmayım diye geriye çekildiğinde Halil alışmışlıkla hemen kolunun altına aldı boncuğumu. Yiğit uzanıp saçlarını karıştırdı eliyle. Bu da öyle alışılmış bi hareketti ki Nazlı kızmıyodu bile. Birbirlerine çok bağlılardı. Her adımları, her anları beraberdi. Onlara baktığımda aklımdan geçen tek şey hepsinin güzel günlerini görme isteğiydi. Çünkü biliyodum. Ben dünyadan isteyeceğim her şeye sahip olmuş bi kadındım. Şimdi de evlatlarımın isteklerini yaşarken izlemek istiyodum.

 

Her anne gibi bencilce bir yanım, tüm ömürleri yanı başımda geçse keşke demeden edemiyodu. Allah’ım onlara güzel yazılar, güzel nasipler verse ama benim gözümün hep onları göreceği kadar da yakınımda tutsa demeden yapamıyodum işte.

 

Asil elimi tutup, alnıma öpücük bırakana kadar karşımda dikilen çocuklarıma baktım.

 

“Züleyha’m…”

 

“Kocam…”

 

“Ne geçiriyorsun yine aklından?”

 

Dediğiyle dudaklarım kıvrıldı. İlk Asilin bana tebessümle bakan yüzüne sonra ise çocuklarıma baktım.

 

“Altı evladıma düğümlenmiş kalbim, altısı da bana düğümlü yaşasalar diye dua ediyom Asil. Hepsi kendi hayatlarında çok mutlu olsa ama o hayatlarında hep bi yanları bana düğümlü kalsa diye içten içe Allaha yalvarıyom…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YILLAR SONRA…

 

 

 

Yaz aylarının son günleri olsa da Adana sıcağı katmerlendikçe katmerleniyordu. Nazlı bahçede, elindeki limonatasını yudumladığı sırada mutfak kapısından fırlayan Gururu ve terliğinin biri elinde diğeri ayağında aksayarak koşturan annesini gördü. Dudakları keyifle kıvrıldı.

 

"Yahu anne hani terliklemek yoktu artık?"

 

"Onu dershanenin sınavına girmek yerine itle kopukla gezmeden önce düşünecektin ayağı yanmış it Gurur Efendi. Emme sen dur. O baban akşam gelmeyecek mi eve? Demeyecem mi ben yediğin haltı? Dur sen dur, belledecem ben sana!"

 

Tehditin büyüklüğüyle çiçekliğe doğru koşturan kardeşi duraksadı. O anda da annesinin fırlattığı terlik kafasına çarpıp yeri boyladı.

 

"Ahhh... Kadın sen de niye diğer anneler gibi en az acıyacak yeri nişan almıyorsun?"

 

"Sen diğer evlatlar gibi akıllı uslu ol beni de bu yaştan sonra peşinde koşturma terliği kafana yemen Gurur Efendi."

 

Gurur sinsi bir sırtlan gibi yavaş yavaş yaklaştı eli belindeki annesine. Nazlı büyük bir keyifle izliyordu ikisinin bu hallerini.

 

"Züleyha’m... Saçları sırma, gözleri zümrüt annem. Babamı karıştırmasak mı? İki medeni anne oğul gibi aramız da mı halletsek? Senin kocan sinirlenince çok fena oluyor be kadın."

 

"Onu sokaklarda sürtmeden düşünecektin!"

 

"Anne gençliğime, cahilliğime ver, valla alacak telefonu elimden. Bir de diktatör ki sorma."

 

"Sen kimin kocasına diyon o lafı eşek sıpası! Söyle bakıyım biz evimizden barkımızdan kısıp seni adam etsinler diye gönderdiğimiz yere gitmeyip nerelerde sürttün?"

 

"Bak alınıyorum ama. Kız ben yanlış bir şey yapar mıyım? Bizimkilerle Hasan abi için asker uğurlaması gibi bir şey yaptık. Valla başka bir şey değil annem. Baba mevzusunu kapatalım, ağzımızın tadı kaçmasın."

 

"Hocanın dediği kadar soru çözer adama atarsan, o adam da bana senin bu oğlandan çok ümitli olma da yine de bişeyler olur gibi derse susarım çocuğum. Ana yüreği atsak atılmıyon satsak üstüne para versek ederin yok."

 

Annesi ve Gururun çekişmesini izlerken içerden bir çığlık sesi daha duyuldu. Pencereden Zümrüt sarkmış annesine bağırıyordu.

 

"Anneeeee!!!!! Yağız Bera benim barbimin saçını kesmiş! "

 

Nazlı hala onun farkında olmayan ailesini kıkırdayarak izledi. Zümrüt hanım kim bilir ne yapıp zıvanadan çıkarmıştı çocuğu? Gururun aksine Yağız Bera çok sakin, çok efendi bir yapıya sahipti. Zümrütle ikiz olmalarına karşın Yağızın sakinliğine tezat Zümrüt ele avuca sığmıyordu. Annesinin bir kopyası yüzü ve yeşil gözleri yer yüzünde yaşayan her canlıya istediğini yaptıracak masumiyete sahipti. Zavallı babası hep oyuna geliyor, haksızken bir anda haklı konuma düşüyordu bu küçük cadı.

 

Üstelik bunun için çok uğraşmasına bile gerek yoktu. Yedi yaşında bir kızın gözlerini doldurup, dudaklarını bükmesi bütün kapıları açmamalıydı.

 

"Kız gir içeri gir! Yarı beline kadar sarkmış. Anam siz beni aklımla mı sınıyonuz? Hem nettin çocuğuma da zıvanadan çıktı?"

 

Yağızın, Zümrüt’ün gerisinden sesi duyuldu.

 

"Anne en sevdiğim kitaplarımın her yerine sticker yapıştırmış!"

 

Nazlı annesinin bir eli belinde diğeri alnında bir pencereye bir de sırıtarak onları izleyen Gurura bakışını gördü.

 

"Çabuk içeri gir çırpı bacaklı fırlama. Yağızdan özür dile. Adam gibi yapıştırdıklarını kaldır. Sende düş önüme, ver elindekini de! Gir ne çözülecekse çöz. Adamcağız, akıllı ama çalışmıyo diye yalan söylemekten dilinden çıban çıkacak. Utanma belasına senin bu oğlun ipsizin teki, sanayiye verin bunu diyemiyo. Okumuş etmiş adam tabi, ne desin?"

 

Gurur hiç laf duymamış gibi kolunu ondan kısa kalan annesinin omzuna atıp içeri doğru yürümeye başladı. Telefonu da annesine uzattığı Nazlının gözünden kaçmamıştı.

 

Nazlı ailesini çok seviyordu. Diğer insanların varlığı onun için hiçbir şey ifade etmese de bu konağın içindeki herkese apayrı bir bağlılığı vardı.

 

Çocukluğunda okulda ya da sosyal hayatında güzel denebilecek hiçbir şeyi yoktu. Güzele dair ne varsa bu kapıların içindeydi.

 

İlkokulda onu üzmek isteyen Esma annesinin ölümünden vuruyordu onu. Herhangi bir sebepten canını yakmak isteyen babasına iftira atıyor, onun hakkında çok kötü şeyler söylüyorlardı. Bunu hiç çekinmeden herkesin içerisinde yapıp, Nazlıyı saatlerce ağlatıyorlardı. Zamanla insanların varlığından nefret ederken buldu kendini. Kimseyi selam verecek kadar yanına yaklaştırmadı. Nazlı ailesinin, annesinin, babasının ne kadar muhteşem insanlar olduğundan emindi. İlk zamanlar neden babası hakkında çok kötü şeyler söylediklerini anlayamamıştı ama Halil insanların hırsları uğruna birbirlerinin canını yakmayı sevdiklerini söylemişti.

 

Evinin dışında kalan herkes onun canını yakmak için sıraya girmişti sanki. Sonra arkadaş istemedi hiç yanında. Halil, Yiğit, Gurur varken kimseye ihtiyacı olmadı. Üç tane kuzeni de vardı üstelik. Açelyayla aralarında iki buçuk yaş vardı, zaman zaman arkadaşlarının dolduruşuyla kalbini kıracak şeyler söylemiş olsa da Defne hiç incitmemişti onu. Toprak zaten küçük olduğu için onu sevme kısmıyla yetiniyordu.

 

Zeynep halası da çok fazla insan sevmiyordu. Ona benzemiş olabileceğini düşündü. Halası hayatını tek başına idame ettiriyordu. Üniversitede öğretim görevlisiydi ve annesi ne kadar takılsa da asla evlenme planları içinde değildi. Nazlı bunu anlayabiliyordu. Bir keresinde annesine bir evliliğin ağırlığını, bir çocuğun sorumluluğunu üstlenemeyecek kadar rahatına düşkün olduğunu dile getirmişti. Bu konuda halasına katılıyordu. Bu tür sorumlulukları yerine getiremeyecek kimseler asla toplum baskısıyla böylesi bir yükün altına girmemeliydi.

 

İnsanların onu soğuk olarak etiketlemesine de takılmıyordu artık. Ailesi onun nasıl biri olduğunu biliyordu. İlkokuldayken annesi çok üzülüyordu yalnız oluşuna ama Nazlı üzülmeyi bırakmıştı. Bir kaç kere onu pedagoga da götürmüşlerdi. Ama Nazlı iyileştirilmesi gereken bir hastalığı olduğunu düşünmüyordu aslında.

 

İnsanlarla iletişim kurmamak onun isteğiydi ve bu şekilde de gayet mutluydu.

 

Üstelik yepyeni bir hayata başlayacaktı. Üç hafta sonra Bursa'ya gidecek ve hep istediği gibi Okul öncesi öğretmeni olacaktı. Annesi kadar azimli bir kadın olmak istiyordu.

 

Annesini düşünürken dudakları kıvrıldı. Hayatı boyunca onun gibi kimseyle karşılaşmamıştı. Korka korka ona, Nazlıyı kendinin doğurmadığını anlattıkları zaman geldi aklına. İlkokula başlayacaktı ve insanlar onu incitmeden kendileri söylemek istemişlerdi.

 

Halâ "seni karnımda taşımadım ama kalbimde büyüttüm" dediği yerdeydi Nazlı. Esma annesi öldüğünde babası tekrar evlenmişti ve Nazlı bu gerçeği onların dilinden öğrenene kadar hiç böyle bir şey hissetmemişti. Üstelik annesi kesin kes annesi olduğunu ve bunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini defalarca söylemişti. Çocuk aklı birçok şeyi algılayamasa da o zaman onu doğuran annesini Allah’ın çağırdığını ve Nazlıya baksın diye de Züleyha annesini gönderdiğini düşünmüştü. Dilber babaannesi "Allah çocukları korumak için melek gönderir sana da Züleyha anneni gönderdi. Senin sayende de Gurur, Halil, Yiğit geldi evimize" demişti. O zaman kendini çok büyük bir şey başarmış gibi hissetmişti çocuk Nazlı. O olmasaydı böyle güzel bir aileleri olamayacaktı çünkü.

 

Babası da bu düşüncesini desteklemek ister gibi şu an sahip olduğu bu güzel aile Nazlının varlığıyla mümkün kılınmış, kızı sayesinde çok mutlu bir hayatı olduğu için teşekkür etmişti.

 

Zaman zaman kalbi kırılsa da umursamamayı, insanları duymamayı, onları görmemeyi ve en önemlisi ona yaklaşmalarına izin vermemeyi öğrenmişti.

 

Bu ne kadar ailesini üzse de...

 

Annesi onun idolüydü. Hayatı boyunca onu sadece iki kere çok mutsuz görmüştü. Nazlı sekiz yaşındayken Dilber babaannesi hastalanmıştı ve Allah onu da yanına almıştı. Annesinin göğsüne elini vurarak ağladığını gördüğünde kucağına oturmuş, acıyan göğsünün her yerini öpmüştü. Babası ve annesi o zaman çok üzülmüşlerdi. Sultan teyzesi babaannesinin cennete gittiğini söylemişti. Çocuk Nazlıya anlatılan cennet o kadar güzeldi ki babaannesinin neden gittiğini anlayabiliyordu. Bunu babasına da söylediğinde babası sadece onu çok özleyecekleri için üzgün olduklarını ama gerçekten babaannesinin cennette çok mutlu olacağını anlatmıştı Nazlıya.

 

Halil de ona babaannesinin çok sevdiği biri olduğunu ve artık cennete gidip onunla yaşamak istediğini söylemişti. Uzun zamandır o kişi babaannesini bekliyormuş ve artık kavuşmuşlardı. Nazlı da babaannesini çok özleyecekti, onu göremeyeceği aklına gelince hemen ağlaması geliyordu ama özlediği kişiye kavuştuğunu duyunca mutlu da oluyordu onun için. Annesi, babaannesi gittikten sonra bir süre hep hasta olmuştu. Sonra ne olduysa apar topar babasıyla bir yere gitmişlerdi ve üç gün gelmemişlerdi.

 

Eve döndüklerinde ise annesi çok daha kötü bir haldeydi. Bu Nazlıyı çok korkutmuştu. Annesinin iyileşemediğini ve hep böyle ağlayacağını sanıp geceleri hep ağlamıştı. Halil, Yiğit gece herkes uyuyup onun odasına gelip Nazlının ağlamalarını geçirmeye çalışmışlardı. Annesinin iyileşeceğini Halil söylemese inanmazdı ama Nazlı Halil’in hiç yalan söylemediğini bildiği için inandı.

 

Sonra annesini mutfakta Sultan teyzesine sarılıp ağlarken görünce saklanmıştı. Kütahya’da biri ölmüştü. Annesinin "öleli bir hafta olmuş, kokmasa kimse bilmeyecekmiş bile" dediğini duymuştu.

 

Koşturarak bunu Halile anlatmıştı ve Halil’in yaşlarla ıslanan yeşillerine bakıp o da ağlamıştı. Halil sadece Nazlıya sarılmış hiçbir şey söylememişti.

 

Babası annesi iyileşene kadar hiç yanından ayrılmamıştı. Sonra bir sabah annesi onlara çok güzel bir kahvaltı hazırlamış, onlarla gülmüş ve şakalaşmıştı.

 

Nazlının kalbinin üstünde, canını yakan ağrı o gün kaybolup gitmişti. Annesinin hastalığı geçmişti.

 

Önceleri ara ara restorana giden annesi her gün gitmeye, babaannesinden kalan işlerini de yapmaya başlamıştı. Nazlı küçükken dışardan liseyi bitiren annesi farklı farklı şeyler de öğrenmişti.

 

Nazlı dönüp şimdiki kadına baktığında onunla gurur duyuyordu. Orta okul mezunuyken evlendim diye pes etmemiş ve liseyi bitirmişti. Gastronomi kursunda eğitim alıp bir de restoran için muhasebe öğrenmişti. Babaannesinden kalan restoranı büyütüp Adana da parmakla gösterilen bir yer haline getirmişti.

 

İkizler doğduğunda bir süre ara verse bile hiç elini çekmemişti o restorandan. Hatta babasının yardımlarını bile kabul etmeden kendi başına idare edip bu günlere getirmişti.

 

Her şeyiyle örnek aldığı bir anneye sahip olmak Nazlının göğsünü gururla dolduruyordu.

 

Bildirim gelen telefona kaydı bakışları. Yiğitten gelen mesajla dudakları kıvrıldı. Haberci güvercini beklediğinin yaklaştığını mesajla bildiriyordu.

 

Kalp atışı çok hızlanmıştı. Gönlünün düştüğü bir ateş vardı. Ne zaman o ateşin gönlüne düştüğünü bilmiyordu ama on altı yaşında harlandığı anı çok iyi hatırlıyordu.

 

Kainattaki her rengi seven Nazlıya yeşilin aşk olduğunu öğretmişti o ateş. Her nefesine bir düğümle bağlanmıştı o yeşil.

 

Ruhunun kayıp bir zamanın içinde başka bir ruha düğümlendiğini biliyordu. Bu kör bir düğümdü. Vazgeçemediği, öyle bir şeyin ihtimalinin bile düşünemediği, kabullendiği ve göğsündeki varlığına şükür ettiği bir düğüm...

 

Birazdan kapı çalacak ve düğümün sahibinin hasretiyle yandığı yeşillerine kavuşacaktı. O bilmese de olurdu! Nazlı ne için yaşadığını biliyordu.

 

Evden bir hareketlenme sesleri taştı tekrar bahçeye. Dudakları keyifle kıvrıldı. Annesine bunun için de minnettardı. Hiç Nazlıyı bulamasa göğsünü sancılandıran bu hissi belki de hiç tadamayacaktı. Annesi onlara gelmese babası mutsuzluğun içinde çürüyecekti.

 

Hayattan onlar için bir hikâye diledi. Bir ihtimal...

 

Sonuçta hiçbir yara sonsuza kadar acımıyordu. Babası bunun en canlı kanıtıydı. Hiçbir gece sonsuza kadar sürmüyor, hiçbir kış baharsız bir iklime tutsak etmiyordu dünyayı.

 

Bir Züleyha gelir, kuyuda kısılmış olana el uzatırdı. Bir Züleyha kararmış ışıkları açar, kurak bahçelere çiçek ekerdi.

 

Yeter ki sabırla beklenilsin...

 

Bir Züleyha kanayan yaraya deva, bin acıya şifa olur.

 

           

 

               

                                                                  SON

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%