Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM~KONAK

@orenda

💙

 

 

 

Lokanta da ki konuşmadan sonra bir daha ne Dilber hala ağzını açtı nede ben. Kalan yolun bitmesi için arabaya geçtik de ikimizde aklımızın fısıldadıklarını dinlemek için yolu seyre daldık.

 

Bi yapraktan farkım yoktu. Rüzgârı bırak yel değse yerim değişecek kadar güçsüz hissediyodum kendimi. Kader bana ne gösterirdi, bu gördüklerimi mumla mı arardım bilmiyorum ama dilim dursa aklım Allah'a dua etmeye devam ediyodu.

 

Üç saat sonra şehrin içine girince her yanı ezberlemek ister gibi taramaya başladı gözlerim. Sonra biraz daha ilerledik ve muhit epey bir değişti. Evler seyrekleşti ama şatafatı, görkemi arttı. Bahçe duvarları çevrili, pek bi bakımlı evlerin önünden geçtik. Sonra araba ağaçlı bir yola saptı. Tıpkı televizyonlardaki o ilginç ağaçlar vardı iki yanda da. Çakıllı taşlarla bezeli yolda ilerlerken hayran hayran bakmadan duramadım.

 

Koca bir demir kapı iki adam tarafından iki yana açıldı da duraklayan araba içeri doğru hareket etti. Görüntü olarak eski yapıları andıran bir ev düştü karşımıza. Balkonunun ahşap oymalı tırabzanları, camlarının kenarını bile ahşap oya gibi çerçeveye alışlarıyla pek bi hoş görünüyodu göze. Ne kadar eskinin yapılarına benzese de ahşap değildi, pek bi görkemliydi. Az buçuk zengin olduklarını anlamıştım ama bu kadar olduğunu görünce az biraz ürktü içim.

 

Bu evin beyine kim bilir kimler gelin gelmek isterken bu kadın benim neyimi getirmişti buraya böyle? Yakışmazdı ki hiç bir şeyciğim benim. Sırıtır, pek pespaye kalırdım. Daha bir içim sıkıldı. Keşke gelin diye değil de bi çalışan olarak alsaydı da getirseydi beni daha güvende hissederdim sanki.

 

Elimin üstüne pat pat iki kere eliyle vurunca daldığım yerden sıçrayarak çıktım.

 

"Hadi kızım, babana yakışır bir evlat ol. Dik dur, eğilip bükülme. Benim yüzümü yer etme olur mu?"

 

Dilber hala bazen öyle bir konuşuyodu ki sanırsın savaşa hazırlıyodu beni. Böyle ettiğinde içimdeki ürkek Züleyha biraz daha pısıp çekiliyodu kabuğuna.

 

Kolumdan tutunca dediğini yapıp öne düşmüş omuzlarımı dikleştirdim. Çekinmekten içe bükülen boynumu eğip bükmedim.

 

Kapıya elindeki mutfak havlusuyla koşturan kısa boylu, tombul bir kadınla dikkatim oraya çekildi. Yüzü sıcaktan mıdır yoksa işten mi nasıl kızarmıştı öyle?

 

"Oh nerdesin kurban olduğum nerde? Geceden bi çıktı dediler gidiş o gidiş."

 

"Geldim Sultan merak etme, biraz işim vardı."

 

"Neslişah Hanım sabahta beri seni soruyodu. E bişeycik diyemedikçe cılkımızı çıkardı."

 

Dilber hala tüm ciddiyetine aksi düşecek kadar güzel bir şekilde kıkırdamıştı.

 

"Uğraşacak insan bulamayınca kırışıklıklarına takıyor kafayı, ondandır sürekli sorması."

 

Göbeği hoplaya hoplaya öyle bir gülüyodu ki adının Sultan olduğunu öğrendiğim kadın, benim de ufak bir tebessümüme sebep verdi bu görüntüsü.

 

"Amanın! Kim ki bu yanında ki? Kız göze bak göze, nasıl da güzel zümrüt gibi."

 

Dilber hala bana edilen övgüyle sanki kendi gururlanmış gibi boydan boya süzüp gülümsedi bana.

 

"Züleyha ile sonra tanışırsın Sultan, sana dediğim odayı hazırladın mı? Züleyha çok yorgun gitsin bir duş alsın, dinlensin sonra niye burada herkesle beraber öğrenirsin."

 

Beni birkaç tur boydan boya inceledi ama daha da bir şey demedi.

 

"Gel kızım gidek odana. Beni bildin mi? Sultan adım. Sultan abla dersin teyze neyim deme tepem atıyo benim. Karnın aç mı, açtır. Kızlara derim odana tepsi getirirler. Emmede zayıfsın, kız memen var mı bu kadar zayıflığa, yoktur nasıl olsun? Et yiyene dert girmezmiş, Et yediririm ben sana. Gerçi üstündeki urba pek bi bol, anlamıyom ki var mı bişey. Anam siz nasıl böyle incecik oluyonuz, ben anamdan bile toparlak doğmuşum?"

 

Kendi soran kendi cevaplayan, hızlı hızlı konuşmasından başını sonunu yakalayamadığım kadına koca koca gözlerle bakmanın ötesine gidemedim. Eli pat pat sırtıma çarptı. Acıtmak ister gibi değildi ama okşamak denilmeyecek kadar sertti.

 

“Abla, niye öyle ettin ki bana?”

 

"Anam nasıl nazenin. Sese bak kız, kırılıp dökülecek neredeysem. Zayıf karı gördüm mü dayanamıyom anacım. Hiç mi memesi, götü yok bunun diye derde düşüyom. Bana ne hacetse, huy işte."

 

Kendi söyleyip, kıkır kıkır gülüşüyle bende dayanamadım güldüm. Hiç onun gibi biriyle tanışmamıştım. Bu nasıl bir haldi böyle. İnsan böyle yaşarken dert mi tutardı hiç içinde, yaşlanır mıydı hiç?

 

Gülen yüzüme süze süze bakınca anladım derdini. Mahzun duruşumu kendine yük edip yüzüm gülsün diyeymiş girdiği hal. İnsan çokça kötüyle yatıp kalkınca iyinin iyiliğini ilk anlamıyo tabi, böyle ben gibi şaşalayıp kalıyo.

 

"Gir kızım, aha burayı dedi Dilber hanımım. Temiz havlun da var sıcak suyla, şampuanında. Bi yıkan çık da karnını doyur. Görende acından kırılacak beli der. Kız az yanların et tutaymış bu ne, kemik değiyo ya elime."

 

Yine istemsiz gülerken buldum kendimi. Ağzı sanki kötü laf ediyo gibiydi ama öyle bir neşeyle söylüyodu ki her bi yanımı övse böyle hoşuma gitmezdi. Bir de diliyle dişinin arasında ha bire maşallah çekmesi nasıl tatlıydı.

 

Dediği gibi bir güzel yıkandım da çıktım. Çantam kapının ağzında duruyodu. Gidip insan içine en yakışacak yeşil, üstünde küçücük çiçekleri olan elbisemi geçirdim üstüme. Saçlarımı fırçalaya fırçalaya kuruttum. Bakıp uğraşması zor diye göğsüme kadar anca uzatabiliyodum saçlarımı. Birde gürdü ki canımı nasıl darlıyodu yaz gelince. Ama en çok babam seviyo diye ne kadar istesemde daha da kısaltmaya elim varmazdı. Salık bırakırsam pek bi önüme düşer, paspal gösterir korkusuyla iki yanımdan aldığım tutamları ardımdan küçük bir tokayla birleştirdim.

 

Tam oyalanacak başka bişeyim kalmadı derken kapı iki kere tıkladı. Içeri on sekizinde var yok bi kız girdi. Elinde büyükçe bi sini vardı. Gelip ortadaki sehpaya bıraktı ama amacı yemek getirmek değil de her yanımı incelemekmiş gibi geldi bana. Boncuk gözleri fıldır fıldır tur atıyodu her bi yanımda. Neyimi böyle inceler demeye kalmadan konuştu.

 

"Abla kız... Sultan ablam az bile demiş. Nasıl güzelsin öyle. Ocak batırır ya sendeki gözler."

 

Hayatım da hiç böyle övgü almadığımdan mı ne yüzümü bi sıcak bastı ki. Ne denirdi ki şimdi usturuplu olsun. Çıtı pıtı küçücük bi kızcağızdı ama utançtan yüzüne bakamadım az biraz.

 

"Sağolasın."

 

Zor bela bulduğum sesimle de anca bu kadarını diyebildim.

 

"Hemi... sesinde güzelmiş. Kurban olduğum her bişeyini mi böyle güzel yaratmış?"

 

O konuştukça ben girecek delik aradım sanki. Avuçlarıma kadar ter bastı. Kötü söze nasıl şarlanır bilirdim de güzel kelama ne denir hiç öğretenim olmamıştı ya. Şaşırıp kalmam ondandı hep.

 

Ben daha ne öğrenecektim acep yeni dünyamda? Bu konak neleri neleri gösterecekti övüp durdukları gözlerime?

 

Loading...
0%