Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.BÖLÜM~BEBEK~

@orenda

Açlığımı giderecek kadar yediğimde gözümün feri gelmişti. Ondan sonra zaten yemeğimi getiren çitlenbikle tanıştım. Adı Münire'ymiş ama konakta Miniş diye kısaltmışlar. El kadar boyundan mı ne pek bi yakıştırdım Minişi ona. Her bişeyi pek küçücüktü. Boyu, eli, yüzü, burnu, badem gözleri bile oyuncak bebek gibiydi.

 

On sekizine girmesine üç ayı varmış, nasıl heyecanla anlattı gülesim geldi. Sanki ne olacaksa hayatında onsekiz olunca olacakmış gibi bi hal vardı sesinde. Onun hali tavrı bi dokundu niyeyse bana. Aramızda hepi topu üç yaş vardı. Uzun yıllar yoktu aramızda emme nerde ondaki gençlik heyecanı nerde bendeki ölü toprağı. İçime sorsan fazla fazla bi otuz yılım var derdim belki de.

 

Hiç gidesi yoktu yanımdan. Ayağı iki geri bi ileri, bi cümle, bi gülüşle hareket ediyodu. Bekleyen işleri varmış, teyzesi etlerini morartmadan gitseymiş, Neslişah hanımı da yüzünü asar hevesini kırarmış. Hem gitmek için bahaneleri sıralayıp hem gidemeyişi yine yüzümü güldürdü.

 

Ardından kapanan kapıya az biraz daha baktım da sonra üstüme çöken ağırlıkla ardımdaki yatağa devriliverdim.

 

Ağabeyim gittiğimi anlayınca ne yapmıştır acaba? Lalezar ölmüştür hırsından. O sapık domuzun koynuna itemedi ya beni ince hastalığa tutulur yosma! Kuzularım ne etti ki uyanınca? Ağladılar kesin ardımdan. Burnumun direği sızladı. Ağlamışlardır ya, analarından çok benim kokumla uyudular ikisi de ağlamışlardır epeyce.

 

Sonra dedim kendime iyi oldu Züleyha. Başka türlü o sabiler de senle beraber telef olurlardı. Şimdi anneanneleri sahip çıkar da ev gibi ev de büyürler. Halil'im bi kepçe fazla yemek için kırılıp bükülmez. Yiğit'im elma şekeri isterken utanıp ezilmez. Çocuk olurlar işte.

 

Emin amca da Halime teyzede Allah var çok iyi insanlardı. Allah hayırlı evlat vermemiş ne edeyim? Ağabeyimin peşine takılıp anayı atayı silen Lalezar'a her şey müstahaktı artık.

 

Akılsız Lalezar! Benim başımda babam olacak, gözümün içine bakan anam olacak da padişah soylusu gelse çıkıp kaçacam o kapıdan! Ezerim o aklı, elimdeki taşınan ezerim.

 

Kaç kere alıp götürmeye kalktılar da bana mısın demedi o sümsük. Evlatlarıyla kabul ettiler dönüp bakmadı ya bu ne saflık bi anlayamadım ben. Yakışıklı koca bulunca böylesi yoldan mı çıkılıyomuş ki?

 

Ne kadar daha da öyle kızımız yok deseler de kaç bayram çocuklar bayramlıksız kalmasın diye her bişeylerini düzüp elime vermişti Emin amca. Zor şer avucuma para sıkıştırıp heveslendiğini al demişti.

 

Burnumun direği sızladı kuzularım yetmezmiş gibi şimdi de Emin amcayla Halime teyzeyi özledim. Dünya gözüyle görürmüydüm ki bi daha hepsini?

 

Uyurum diye yattığım yatakta döndüm de döndüm. Sonra aklıma bebek Nazlı düşünce içim bi hoş oldu. Dudaklarım gülmek ister gibi gerildiler. İki oğlan büyüttüm de kız nasıl büyütülür hiç görmedim.

 

Anası mı olacaktım ben şimdi onun? Tüllü çiçekli giydirip, saçlarını mı bağlayacaktım? Düşündükçe içim daha bi sıcacık oldu. Kışın ayazından sobalı odaya geçmişim gibi bi huzur doldum. Pek bi küçüktü, anası bilirdi belki beni. Şu televizyonda gördüğüm ana-kızlar gibi giyinirdik.

 

Ben düşündükçe bi kıkırtı aldı deli gibi. Hiç oğlanlar da böyle düşlere dalmamıştım, kız başkaydı canım. Hayali bile bi başkaydı. Hem nasıl tatlı dilli oluyolardı, insanın içine sokası gelirdi.

 

Allah'ım içim çıkacak meraktan. Şu Dilber hala gelse de bebenin yanına az götürse ya beni. Kaldım burada böylece, az yüzünü görsem de öyle hayaline dalsam. Gözümde canlandıramıyom ki şeklini şemalini.

 

Kaç saati geçirdim bilmeden kapı tıklatıldı. Görmüş geçirmiş insanların hali işte böyle oluyodu. Ağabeyimin evinde kim adam yerine koyup kapımı tıklatacaktı ya? İçeri giren Dilber halayla oturduğum vaziyetten de çıkıp ayaklandım.

 

"Dinlendin mi kızım?"

 

"Dinlendim hala."

 

"Sıkıldın değil mi böyle beklemekten? Asil'le görüşmeden seni çıkarasım yok. Neslişah darlar ha darlar."

 

"Yok sıkılmadım da işte şeyi merak ettiydim ben."

 

"Neyi Züleyha?"

 

"Bebeyi... Hala yanına gitsek mi ki? Uyuyo mudur? Az bakıp çıksak."

 

Ağzımdan dökülenlerle dimdik duruşu hafif kırıldı, dudakları seğirdi. Gülecek gibi oldu da geri bi toparlandı sanki.

 

"Nazlı'yı merak ediyorsun demek. Hadi gidelim, Miniş yanındaydı."

 

Valla hoppa gibi olmayayım diye nasıl sıktım kendimi Allah bilir ama gülüp zıplayasım geldi. İçime yerleşen merakı doyuracam diye nasıl keyiflendim nasıl.

 

Beni koydukları odadan çıkıp sağa doğru yürüyünce peşine takıldım. İki taraftan çıkan merdivenlerden yine sağdakini adımladı. Yirmi iki basamak çıkıp az daha ilerledik de Minişin sesini bir de bebek uğuldaması duyunca ayaklarıma kadar titredim. Rabbim nasıl histi bu içimdeki? Vallahi bayılmadan odaya varsam şükür edecektim.

 

İçeri girdik de gözüm cennetten bi bahçeye girmiş gibi ışıldadı. Zenginlik nasıl bişeydi böyle. Nasıl güzel bebek odası kurmuşlardı? Sallanan koltuğu bile vardı. Sıra sıra dizilmiş peluştan oyuncakları Yiğitim görse nasıl heveslenirdi? Halil ellemeye utanırdı emme ben müsaade etsem o bile seve seve oynardı.

 

Ben odaya dalmış ayak üstü rüya görürken çığlık gibi gülme sesiyle nefesim bile kesildi. Adımlarım beyaz beşiğe yanaştı. Miniş elinde çıngırakla yatağın içindekini eğlendiriyodu. Az daha yanaştım da Rabbimin gücünün sınırsızlığıyla bir daha yüzleştim.

 

Bu nasıl güzellikti, nasıl bir büyüydü böyle? Çikolata gibi gözleri iri iriydi. O kafasına ne takmışlardı onun öyle? Yüzüstü yatmış Minişe gülüyodu küçücük boyuyla birde.

 

Allah'ım insanın ağzı sulanır mı bi bebek gördü diye? Vallahi sulanıyodu ya. Ordan sonra bi sihire tutulmuş gibi adımlarım yanaştı da yanaştı. Titreyen parmaklarım yüzüne uzandığın da anca fark edebildi beni. Boncuk çikolataları gözüme değince içimden kopup gelen har gözümden kayıp düştü.

 

"Rabbim bu nasıl bir güzellik?"

 

Dilim hâla inanmaz gibi sorguluyodu. Oldum olası hep sevdim insan yavrularını. Ben doğurmamıştım halbuki bu içime düşen neydi o zaman. Şu âna kadar bir kere aklıma düşmeyen adam geldi hatrıma. Kalbim duaya durdu. Rabbim kabul etsin beni, kabul etsin de canıma yoldaş olsun şu yavru. Tüm dertlerime deva sanki iki boncuk çikolata gibi gözdeydi. Tüm acılarımı silmeye gönderilmiş melaike vardı karşımda...

 

Parmaklarım uzanıp elinin serçe parmağına değince dudaklarımda tutamadığım kıkırtı kaçtı. O da bana farklı bi dünyadan gelmişim gibi bakıyodu. Ürker ağlar sanırken öylece gözünü bile kırpmadan içime görür gibi seyrediyodu.

 

Ben dünyada tutunacağım tüm dalım o diye mi böyle oldum yoksa yoktan var eden gönlüme aşk diye mi düşürdü bilemedim. Ama her şeyden çok boncuk çikolatayı kızım diye istedim. Şu zamana kadar kendim için hayale hiç dalmadım ama Nazlı gündüz düşüm oldu bir anda.

 

Sonra işaret parmağımı kavradı o beyaz tombul eliyle nefesim kesildi. Hay Allah'ım ben neyin içine düştüm böyle? Nasıl bişey bu kalp çarpıntısı? Küçücük bebek aldı ya aklımı.

 

"Hala bu ney böyle? Nurdan mı yaratılmış, ney bu böyle?"

 

Konuştuğumu bile hayal meyal anımsarken Minişin kıkırtısıyla düşümden ayıldım. Bi ona bi Dilber Halaya baktım. Yüzlerinde öyle bi bakış vardı ki yanaklarımda bi sıcaklık peydah oldu.

 

"Züleyha... Ah Züleyha! Merhametin nasıl da aynı. Kalbin nasıl da aynı senin."

 

Niye öyle dedi anlamadım ama bana öyle bi baktı ki kendi anamda görmedim o bakışın güzelliğini, derinliğini. Gözleri dolu dolu, yüzü gördüğümden beri en güzel gülüşle parlamış... Öyle bi baktı ki kendimden geçtim.

 

"Allah razı olsun Hatice'den Züleyha. Yine bir derdime deva oldu."

 

Aşağıdan gelen seslerle kendimize gelir gibi olduk. Önce kapıya sonra bana baktı Dilber Hala.

 

"Asil geldi! Sen burada Nazlı'yla kal Züleyha ben onunla konuşacağım."

 

İçime nasıl bi korku oturdu. Rabbim istemezse, gönderirse ne yaparım ben? Daha dakikası dolmamış içime yerleştirdiğin bu histen nasıl ayrılırım? Yönümü yine ay parçası Nazlı'ya döndüm, dilime duamı doladım...

 

Loading...
0%