Yeni Üyelik
25.
Bölüm

A-bı Hayat ile Taçlanan Vuslat

@orenda

 

Bu bölüm çok tatlı, hayatıma bambaşka bir renk katan o kadına gidiyor. İyiki doğdun ana_gezegenimiz

İyiki varsın💙

 

Oldukça uzun bölümüm için vote ve yorumu hak ettiğimi düşünüyorum. Bol bol satır arası yorum yapıp beni sevindirsenize ikram bisküvimin arasındaki kremalarım🥰😘😘😘😘

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ilık yaşlarını omzunda akıtan kızın rahatlaması için biraz zaman tanıdı adam. Gözlerine bakan bile ne kadar büyük bir hasretin koynunda cebelleştiğini görebilirdi. Alparslan ve Barbaros'un sağ sağlim dönmeleri için kalbi dua etti. Duhan sevdiklerinin acı çekmesine dayanamıyordu, belini büküyordu bu ızdırap onun.

 

"Benim de kaderim buymuş minik. Zamanında anan Serdar diye omzumda ağlardı, şimdi kızı kocam diye sızlanıyor."

 

Şifa kesinlikle sızlanmıyordu. Belki biraz öyle yapıyordu ama dayısının iması gibi mızmızlık yapmıyordu.

 

"Hiç de bile öyle demiyorum. Sadece şey diyorum."

 

"Ne diyorsun kızım?"

 

Şifa cevap vermedi, burnunu seslice çekip kaldırdığı başını geri omzuna yasladı dayısının. Annesi de babasının yollarını gözlerken ağlamıştı demek. Ruhu çok ağır bir şeyin altındaymış gibi bir sıkışıklık içerisindeydi. Zihninin kuytuları 'onu bize getir' diye tıslıyordu sanki. Bunun aralarındaki bağ yüzünden de bu kadar katlanılamaz olduğundan emindi Şifa. Teni yanıyordu resmen. Özlem kalbi ağrıtırdı, beyni uyuştururdu da teni de yakar mıydı hiç?

 

"Ne zaman biter işleri bilmiyor musun dayı?"

 

"Bu konuyla ilgili bana bilgi verilmedi yavrum. Gökay Turan harici kimsenin de bildiğini düşünmüyorum. Alparslan, hırsını almadan bırakmaz."

 

"Peki sen neredeydin kaç gündür?"

 

"Mardinde..."

 

"Orada ne yapıyordun ki?"

 

"Bizim için çok kıymetli birisi var. Üstelik gözümüzü üzerinden ayırmamamız gereken bir avukat, son davası için olmadık birilerine bulaşmış. Hakkında bilgi almam gerekti."

 

"Avukat mı?"

 

"Evet... Çok pervasız davranıyor. Amacının iyi olduğunun farkındayım ama davasında çıkan bir pürüz için asla bulaşmaması gereken adamlardan destek almış. Sicilini kirletmeden nasıl toparlarız onun üzerine çalıştık."

 

Şifa başını kaldırıp, çatılmış kaşlarıyla Duhana baktı.

 

"Senin alakanı hâlâ çözemedim."

 

Duhan parmağının ucuyla burnuna küçük bir fiske attı.

 

"Birlik için çok kıymetli biri. Zamanı gelince senin kadar onun da bize verecekleri büyük kayaları yerinden oynatacak. Şimdilik izleyiciyiz."

 

Şifa yerdeki minik çakıl taşına dikti gözlerini. Aralarında uzayan sessizliği Duhanın bozası yoktu hiç. Şifa ise hiç ağzına almadığı diğer konudaydı. Nikahla ilgili hiç hesap sormayacak mıydı dayısı?

 

"Dayı, şey için bir şey demeyecek misin?"

 

Duhan sırtını banka yaslayıp, başını gökyüzüne çevirdi. Bir kaç nefeslik zamanda Şifanın ne kadar gerildiğini hissedebiliyordu. Dudağı minik bir kıvrımı sakladı ama.

 

"Benden habersiz o zibidiyle kıydığın nikahı mı diyordun?"

 

"Öyle değil, yani bir anda... Bende bilmiyordum."

 

Adam küçük, sevimli bir tebessümle renklendirdi yüzünü. Mahcubiyetle kaçan gözlere bakıp başını iki yana salladı. Sonra elini yaklaştırıp küçük burnunu iki parmağının arasına kıstırdı.

 

"Bu sizle ilgili miniğim. Bu sizin kalbinizle ilgili. Kızmam da kırılmam da merak etme. Ama bunu o hergeleye söylersen bozuşuruz, iki yumruk sallamadan bırakmam."

 

"Ya dayı vuracak mısın gerçekten?"

 

"Ağzıyla, burnunun yerini değiştireceğim. Daha İtalya'daki zevzekliğini ödemedi o puşt. İçimde birike birike sinir hastası olacağım. Bırak biraz kum torbam olsun."

 

Şifa kıkırdadı. Çok tatlı sitemleri vardı adamın. Hiç de kırgınlık emaresi yoktu sesinde. Büyük büyük yükler kalktı kalbinin üstünden. Karışmayacaktı, Alparslan azıcık hırpalansa ne olurdu canım? Ama içinden 'yazık' diyen yanını baskılayamadı.

 

"Çok vurma ama, zaten kim bilir ne hallerde. Çok acıtma."

 

Duhan "anasının kızı" diyerek sımsıkı sardı küçük bedeni. Dua'nın kokusunu andıran kokuyu soludu bir süre. Saat iyice geç olunca Şifayı odasına bırakıp uyuyabilmek için kendi odasına geçti.

 

Asla tam uykuya dalamayan, hep tetikte olan beyni sayesinde hiç rahat uyku çekemezdi. Sadece vücudu ihtiyacı olanı alır asla lüks sayılacak kadar fazlasına uzanmazdı Duhan'ın. Barbaros'a kızıyordu ama asıl yas onun içindeydi. Herkesden sakladığı matemini hiç bitirmiyordu. Kendine haz verecek her şeyi yasaklamıştı sanki beyni ona. Asla fazlazını arzulamıyordu.

Bu da onun kendine biçtiği diyetti işte.

 

************************

 

Kırk yedi gün...

 

Tam kırk yedi gündür yoktu Alparslan. Çıldıracaktı artık Şifa. Bir kere sesini duysa yetecekti. "İyiyim" dese fazlasını asla istemeyecekti. Doğru düzgün yiyemiyor, uyuyamıyordu. Katlanılamaz bir yoksunluk çekiyordu. Kalbi ve beyni aynı şey için delirmenin eşiğine gelmişlerdi artık. İkisi de adamın varlığına hasretti.

 

Son zamanlarda birde baş ağrısı peydah olmuştu. Uğultular hiç susmuyor, onu zıvanadan çıkaran bir sancının içine çekiyordu.

 

Bu his ona Alparslan'ı tanımadığı ama rüyalarında hissettiği o yoğun duyguları hatırlatıyordu. O zamanda bir öfkenin esiri olur, tüm benliği adını koyamadığı bir şeye doğru yol almak için çırpınırdı.

Yapayalnız kalmış gibi hissediyordu kendini. Veronica, Duhan sürekli holding işleriyle uğraşıyorlardı. Sık sık Umut'a gidiyorlardı. Ara ara Umay, yuvaya gelse de itina ile ondan uzak duruyordu sanki.

 

Bazen Şifa'nın bakmadığını düşündüğü anlarda, genç kızı öyle bir inceliyordu ki bakışlarını hissetmemek imkansız hale dönüşüyordu.

 

O kadında adını koyamadığı bir çok his gizliydi. Sinir bozucuydu ama tetikte hissetmesini gerektirecek bir güvensizlik yaymıyordu. Adı gibi emindi o kadın ona çok fazla şey sunacak, onu olmadık karmaşalara sürükleyecekti.

 

Günlerini olmadık uğraşlarla doldurmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Çocukluğundan beri kurulu duran salıncakta saatlerce kitap okuyor, resim yapıyor, Şahinin öğrettiği yöntemlerle yeni kodlar yazıyordu.

 

Havanın ışıltısı, içindeki buhranla dalga geçer gibi çok parlaktı. Kulübesinden çıkardığı malzemeleri çimlerin üzerine yaydı. Şovaleyi istediği alana taşıyınca resim yapmak için her şey hazırdı. Bileğindeki lastik tokayla saçlarını tepesinde dağınık bir topuz yaptı. Üzerinde uçuş uçuş kısacık bir elbise vardı. Minik minik çiçeklerin olduğu yaza çok yakışan bir elbise. Ayağındaki beyaz spor ayakkabıları çıkarıp bir kenara bıraktı. Çıplak ayaklarını huylandıran çimenler, küçüklükten beri en sevdiği şeylerden biriydi.

 

Kulaklığından zihnine yayılan çellonun duruluk ve hırçınlık arasında dans eden sesiyle kendini kaptırmış bir kadın silüeti çizmeye dalmıştı. Mavinin her tonunu kullanarak oluşturduğu silüet her fırça darbesiyle daha da yoğun duyguları yansıtmaya başlamıştı.

Adını koymak istese 'yüzünde ilmek ilmek işlenmiş bir özlem var' derdi.

 

Sonra bir şey oldu. Gittiği andan beri başlayan, artık dayanılmaz bir hâl alan baş ağrısı sessizce akıp gitti.

Hiç var olmamış gibi...

 

O sıkışmışlık, koybolmuşluk hisside, hissettirmekten korkar gibi çekiliyordu kıyılarından. Eli durdu önce. Nefesi kesildi peşi sıra. Kalp ritmi rutininden sıkılmış gibi hızla atmaya başladı.

 

Biliyordu artık, görmesine bile gerek yoktu. Eksik olan her yanı ona geri dönmüştü. Gerisin geri döndüğünde en az otuz metre gerisindeki üstü başı dağılmış bir adam duruyordu.

 

Eli istemsizce kalbinin üstüne gitti, sakinleştirmek ister gibi. Sonra yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. Yürümeye başlayan adımları bu hızı yetersiz bulmuş olacak ki 'koş' dedi.

 

'O geldi, daha hızlı koş...'

 

Tüm bedenini Alparslanın üstüne atmıştı. Kolları boynunu, bacakları belini bir mengene gibi sarıyordu. Çocuklar anneleri gider diye öyle sıkı yapışır ya paçalarına öyle bir inançla sarıldı hasretinden öldüğü bedeni.

 

Alparslan soluğunu kesen, sol yanını kangren eden özlemin ardından gelen rahatlamayla aynı şekilde sinesine gömdü Şifayı. Konuşacak takat yoktu bedeninde. Azıcık kokusuyla avunup, kendine gelmesi gerekiyordu. Günlerin asırlar gibi geçtiği bir cehennemden çıkıp cennete adımlayan o melun kul gibi hissediyordu kendini. Boynuna gömdüğü burnu sömürürcesine kokusunu hapsediyordu ciğerlerine.

 

Şifa iki eliyle kavradığı yüze derin derin bakıp suratının her yerine minik minik öpücükler bırakmaya başladı. İzin verilse canına sokacaktı. Öyle yoğun bir mutlulukla kuşanmıştı ki ne yaptığının bile farkında olmadığına emindi adam.

 

"Çok pisim güzelim, yapma."

 

Şifa başını çekip adama baktı, ne demişti o aptal? Gözleri Alparslanı süzdüğünde uzun zamandır banyo yapmadığından bahsettiğini anladı. Başka bir anda iğrendiği için ölse yapmayacağı şeyi yaptı. Dudaklarını adamın dudaklarına, çenesine, kaşının kenarına, burnuna bastırarak gezdirdi yüzünün her köşesinde.

 

Pismiş, aptaldı işte aptal.

 

Alparslan mest olmuşcasına bir şevkle tekrar sıktı kucağındaki bedeni. On gündür nerdeyse duş almamıştı ve perisi zerre umursamamıştı. Kendi kokusu bile burnunu yakarken Şifa onu derin derin soluyordu.

 

"Akla zararsın kızım, sen sağlam akla çok büyük zararsın."

 

Şifa yavaşça bacaklarını çözmek istediğinde Alparslan'ın sıkıştırmasıyla tekrar aynı yerinde kaldı. Yüzleri arasında milimler vardı. Alınları birbirlerine yaslı dinleniyor gibiydiler.

 

"Çok geç kaldın pis adam. Meraktan öleyim diye bir kere bile aramadın üstelik."

 

"Yavrum kodumun şerefsizleri girdikleri deliklere baz istasyonu kurdu da ben mi aramadım?"

 

"Niye bu kadar geç kaldın Alparslan?

 

Alparslan yüzündeki her bir noktayı izlerken konsantre olup cevap vermekte ne çok zorlanıyor bilmiyordu tabi Şifa. Yoksunluğunda delirmiş hücreleri kontrolünü kaybetmesi için ne çok zorluyor zerre farkında değildi.

 

"Hesapta olmayan bir çok şey çıktı peri. Barbaros sağ olsun elime öyle şeyler verdi ki o şerefsize tasma tak, diz çök, havla desem itaat edecek artık."

 

"Sen Umut'tan mı geliyorsun?"

 

Başını iki yana salladı.

 

"Hayır, Barbaros geçti ropar vermek için. Brifing işi onda. Beni yol üstü bıraktılar korunun başındaki boşluğa."

 

Alparslan bunu söylerken gülmüştü. Ama gerçekten öyle olmuştu. Onları sınırdan alan helikopter, üç kilometre gerideki açıklığa bırakmıştı Alparslan'ı. Pilotluğunu yapan Yağız Teğmen "Dolmuşcu muamelesi görmediğim kalmıştı" diye söylenmişti bir de.

 

Adamın kucağından kendini geriye atan Şifa, bir süre Alparslan'ı süzmüştü. Zayıflamıştı, uzun süre uyumadığı belliydi. Gözleri kızıl damarlarla dolmuştu.

 

"Çok yorgunsun" diye fısıldadı. Elinden tutup Alparslanı çekiştirdi. Geride kalan boyaları, resimi zerre umurunda değildi. Alparslan'ın odasına girdiler. Etrafı şöyle bir süzdü Şifa. O yokken az mı burada uyumuştu?

 

"Sen duş al, bende yemen için bir şeyler hazırlayayım."

 

Alparslan elini tutup kendine yaklaştırdı. Şu an azıcık uzaklaşsa adım atamaz hâle gelebilirdi. İlgi istiyordu. Çok hasretti deli gibi sevilerek hasretinin dindirilmesi gerekiyordu.

 

"Çok yorgunum, beni yıkar mısın?"

 

Kulağına fısıldadığı kelimelerle donup kalmıştı Şifa. Beraber mi diyordu yani? Şifa da mı girecekti o zaman banyoya? Yıkamak için öyle olması gerekiyordu değil mi? Bu adam yüzünden bazen çok saf bir şeye dönüşüyordu.

 

Ona umutla bakan gözleri görünce dudağını ısırıp vazgeçmemek için odadaki banyoya adımladı. Sonra düşünüp, utanacaktı ama önce kocasını yıkayacaktı.

 

Alparslan öylesine denemek için söylediği isteğine olumsuz yanıt almamış olmasının sarsıntısıyla Şifayı takip etti.

Bildiğin boş atıp dolu tutmuştu. Sesini çıkarıp asla kendi topuğuna sıkmazdı.

 

Banyoya girince bir an ne yapması gerektiğini bilemedi Şifa. İçinden bir ses kocan diyordu. Nikahlı kocan kime ne?

 

"Ben suyu açayım sen çıkar üzerini..."

 

Ortam bu kadar sessiz olmasa asla duyulmayacak bir sesle mırıldanmıştı. Alparslan da üzerinden gömlek hali kalmayan zavallı gömleği çıkardı. Öyle sessiz hareket ediyordu ki su başında dinlenen ceylanı ürkütmeme çabası gibiydi uğraşı. Pantolonunu da bacaklarından sıyırınca daha fazlasında kızın bayılacağına emin olduğu için hiç yeltenmedi. Şifa duşakabinin iki kanadını da açıp giriş alanını genişletti. Geri çekildiğinde çıplak adamla bir an dengesini kaybeder gibi oldu ama hızla toparlandı.

 

"Hadi gel, ben lif sürerim." Suyun altına geçen adam hâlâ dışarıda duran kıza bakıp bir anda elinden çekip onuda suyun altına almıştı. Üstlerinden akan su ikisini de sırılsıklam etmişti.

 

"Öyle zor olurdu uzaktan uzaktan. Yorulma diye,"

 

Şifa sadece gülüp başını sallayarak tepki verdi. Çocuk mu kandırıyordu bu şapşal? Ama umurunda bile değildi, onu mutlu olması sanki her şeyden önemliydi şu anda. Kalbi biraz sıkıntı çıkaracak gibiydi ama. Az uslu durmuyor, tüm organlarına da yerlerini dar ediyordu.

 

Elbisesinin askılarında dolaşan eli omzuna düşürüp geri yerine yerleştirirken mırıldandı.

 

"Bunu çıkaralım mı peri? Islandı hep, rahafsız eder seni."

 

Cevabı beklemeden etek uçları bacaklarına yapışan elbiseyi yukarı doğru kaldırıp, ellerini havaya kaldıran Şifanın onayıyla çıkarmıştı. Bedenin de sadece iki parça çamaşırla kalan Şifayı daha fazla zorlamanın manası yoktu şimdilik.

 

Şifa life döktüğü duş jelini adamın boynunda, göğsünde dolaştırarak yıkamaya başlamıştı. Sırtınıda temizleyince kabinde duvara monte edilmiş oturma panelini açtı.

 

"Benim boyum göklere uzanmıyor beyefendi, saçlarını yıkayamam otur şuraya."

 

Alparslan sırıtarak gösterdiği yere oturup hayran bakışlarla işine odaklanmış, titizlikle uğraşan kızı izlemeye devam etti. Saçlarına dökülen şampuanla parmakların okşar gibi yıkayışının keyfini sürdü. Suyun tekrar açılmasıyla Şifa da durdu öylece. Alparslan beline kollarını sarıp kendine biraz daha yaklaştırdı. Başını yasladığı karında dinleniyordu sanki.

 

"Çok özledim küçük orman perim. Zordu eskiden ama bu bildiğin cinayet gibiydi. Ölecek gibi olup her seferinde son dönemeçte durmuş gibiydim. Ben kokunun yoksunluk krizlerini atlatmakta çok acizim artık."

 

Şifa da kollarını başının etrafına dolayıp, kafasını göğsüne iyice yasladı. Burnu ıslak saçlarının arasına girdi. Soluklandıkça dinlendi. Öyle iyi anlıyordu ki onu. Ne hastalıklı bir bağın esiriydi ikisi.

 

"Çok zordu Alparslan. Beynimin, kalbimin tek ortak noktası sensin artık. Bir senin için işbirliği yapıyorlar. Gitme bir daha bu kadar."

 

Alparslan daha bir sıktı incecik beli. Dudaklarını Şifanın iki göğüs arasına sertçe bastırıp sesli bir öpücük kondurdu. Ayağa kalkıp elleriyle kavradı yüzü. Hasretiyle yandığı dudakları ,tüm özlemin hırsını çıkarır gibi öpmeye başladı.

 

Söz veremezdi, 'gitmem' diyemezdi. Verilen sözleri, yapılması gereken görevleri vardı. Daha da önemlisi Şifa'nın varlığı ortaya dökülene kadar elinde ne kadar koz olursa o kadar güçlü olurdu. Kuytuya bir sürü maşa biriktirmeliydi.

 

Öperek kırk yedi günün acısını çıkardı sanki. Ona aynı şevkle karşılık vermeye çalışan kızla daha da coştu kalbi. Dudakları aralanmış ağzın sefasını sürdü. Dili hasretten inleyerek o tada doymaya çalıştı. Örselediği dudaklardan kopup, uzaklaşmak öyle zordu ki. Azıcık çekilecek olsa kontrolsüz bir güç geri itiyordu onu. Şifanın kendine eşlik edemeyen dudaklarına bıraktığı ısırıklar tatlı iniltilerle ödüllendiriliyordu.

 

Yavaşça geri çekildi rengi yeşilin en parlak tonunu almış gözleri izledi. Sadece bakarak bile tüm ömrü geçirilecek kadar bir güzelliği vardı.

 

Onun güzeli, karısı, perisi ve ailesi...

 

"Çıkalım mı bebeğim? Koynunda uyut beni peri. Çok yorgunum, çok hasretim, kokuna azıcık da olsa doymam lazım."

 

"Aç değil misim? Bir şeyler yeseydin."

 

"Atıştırdım uçakta. Akşam yeriz, sana sarılıp rüya görmem lazım. Kendime gelemeyeceğim yoksa."

 

"Tamam canımın içi, dinlenelim."

 

Alparslan Şifanın havluyla odasına çıkmasını istemediği için kendi

t-şötlerinden birini ve iç çamaşırı vermişti. Bu biraz utandırmıştı Şifa'yı. Onlar artık en mahrem eşyalarını bile sorgusuzca paylaşabilecek durumdaydılar.

 

Eş olmak iki kişinin bir arada yaşaması değildi aslında. İki yarımın bir tam etmesiydi. Saçlarını üstün körü kurutup odaya girdi. Alparslan eline aldığı yastığı kokluyordu. Gülümsemesine hakim olabilmek için yanağının iç yüzünü ısırmaktan yara yapacaktı Şifa.

 

Alparslan kokusunu içine çektiği yastıktan başını kaldırdığında ışıl ışıl parlayan yıldızları, kara evrende yanmaya başlamıştı bile.

 

"Burda uyumuşsun. Kokun sinmiş yastığa, ben yokken benim yatağımdaymışsın."

 

Şifa adımlarını yatağa yönlendirip, konuşmadan yorganın altına girmişti bile. Yastığı elinden alıp yerine koydu. Adamın kolunu kaldırıp boynundan geçirdi. Üstüne bir şey giyme zahmetine girmeyen adamın çıplak göğsüne başını koydu. Dudaklarını göğsüne bastırıp, kedi gibi kıvrıldı.

 

"Teselli arıyor insan. Uyuduğu yataktan, giydiği kazaktan medet umuyor. Allah aklımı alıp vermeyenden sorsun hesabını."

 

Alparslan ilk öylece kalakaldı. Şifanın böyle tatlı çıkışları vardı da sayısı pek azdı. Şimdi bayram çocuğu gibi hissettirmişti ona olan aşkını dillendirişi.

 

Gür bir kahkaha attı. Küçücük kız diye dalga geçtiği fırlama velet suya götürür, ırmakta üç tur attırır, bir tas su içirmeden getirirdi insanı. Sarıp sarmalayıp kırk yedi gündür doğru düzgün huzuru bulamadığı uykuya, derinlemesine daldı.

 

******************

 

Veronica, Duhan'ın telefon konuşmasının bitmesini sabırla bekliyordu. Adam 'Barbaros' diye açmıştı telefonu. Sonra yanından uzaklaşmıştı.

 

Bir haltlar dönüyordu. Veronica'yı sinir harbine sokacak bir haltlar hemde.

 

Duhan yanına gelip, oturdu. Sanki burda meraktan kudurmuyormuş ve ağzından çıkacak kelimeleri beklemiyormuş gibi dosyadaki sözleşmeyi evirip çeviriyordu. Veronica hızla çekip aldı adamın elindeki kağıtları.

 

"Neler oluyor? Barbaros aradı Duhan, ne söyledi?"

 

"Bir şey olduğu yok, gerilme hemen. Yurda girmişler. Alparslan yuvada, Barbaros Umut'ta şu an."

 

"Bana bak yamuk burunlu düzenbaz! O burnundaki kemere bir kemer daha eklerim. Senin tipinin ayarını ne bozdu onu söyle?"

 

Duhan hızla ayaklanıp sandalyede asılı olan ceketini giymişti.

 

"Bir şey olduğu yok. Olduysada ilgilenmiyorum. Barbaros'a sorarsın. Bana ne lan sizden, yok bir şey. Sorman bana, işim var benim."

 

Veronica ışık hızıyla odayı terk edişine hayretle baktı. Bildiğin kaçmıştı. Utanmadan sıvışmıştı konuşmamak için. Kalbini bir sancı kapladı. Ne olmuş olabilirdi ki?

 

Oda ayaklanıp yuvaya geçme kararı aldı. Duramazdı böyle belki kara serseri bir şeyler söylerdi. Gerçi o Umut'a geçmeye bile dayanamayıp Şifa'ya koştuysa eve gitmese miydi acaba? Minicik yavru kuzusunu kurtlar mı yiyordu yoksa?

 

Yüzünü buruşturdu, bunu düşünmesi ruh sağlığını bozacak gibiydi. Hiç o taraflara doğru dalamazdı. Bir an önce ne olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.

 

Yuvaya girdiğinde onunla beraber giriş yapan araca baktı. Siyah filmlerden kim olduğunu anlayamadı. Kapı açıldığında Hakan, Şahin ve Barbaros'un inmesiyle derin bir soluk aldı. İyi görünüyorlardı. Üçlüye yaklaştığında Hakan kadını tutup etrafında bir tur döndürdü.

 

"Özledin mi beni kızıl kelebeğim? Bir bak yaramış mı bana amelelik? Daha yakışıklıyım değil mi?"

 

Veronica bu büyümemek için her şeyi yapan zevzek adamın alnına bir şaplak atıp, yanağına minik bir buse kondurdu.

 

"Hâlâ giderin var, amelelik tam sana göre demek ki."

 

Adamdan uzaklaşan kadın Şahin'e yaklaştı.

 

"Hiç sesinde çıkmadı, bende sana sinirlenince arabesk albümlerinden çıkardım hıncımı kusura bakma."

 

Şahin ciddiyetle kurulmuş cümleyi analiz ederken onu mu kekliyor emin olamadı. Yüzündeki o zafer gülümsemesi kaşlarını çatmasına neden oldu ama.

 

"Lannnnn!!! Dinime imanıma elini sürdüysen Şifa'nın yarım bıraktığını devam ettirir o oda dolusu kıyafetini pazarda üçe beşe okuturum lan!"

 

Veronica bayılıyordu bu adamı sinir etmeye, kıkırdadı.

 

"Şerefsiz misin Şahin? Kaç bin dolar var orda. Ellemedim bir şeyine. Cimri adam, bir atkı için yaptıklarını unutmadım henüz merak etme."

 

Rahatlayan adam yamuk bir sırıtışla yaklaştı.

Şahin kadının alnının kenarına bir öpücük bırakıp yanından geçti. Giderkende söylenmeden edemiyordu.

 

"Saçları da kırmızı aynı Ferhunde. O kadın Şevket'in hayatını bitirdi, bu benimkini bitirecek. Müslüm Baba'nın atkısını hiç etmiş hâlâ bir atkı diyor."

 

Veronica küçük çocuklarını izleyen bir anne gibi ikilinin ardından baktı. Sonra üzerindeki bakışlara daha fazla kayıtsız kalamayıp beklediğine, yıllardır usanmadan yolunu gözlediğine döndü. Başını sağ omzuna yatırıp adamı süzdü.

Barbaros iki yana açtığı kollarıyla beklemeye başladı. Veronica da ağır aksak o kolların arasına girdi.

 

Bir kaç saniye sarılı kaldıklarında kaşları çatıldı.

Barbaros da bir koku vardı. Böyle kesif, ilaç gibi bir koku. Aslında tanıyordu ama çıkaramıyordu kokuyu. Birden başını kaldırıp adamın gözlerine bakarken biraz fazla sıktı belini. O anda Barbaros'un yüzünde bir ekşime gördü.

Bir adım geri çekildiğinde adamın ince, uzun kollu tişörtünün karın kısmını açığa çıkardı. Barbaros ellerine atılsa da geç kalmıştı.

 

Sağ boşluğunda bandaj vardı. Dehşete kapılan gözleri yuvalarından fırlayacak gibi açılmıştı.

 

"Bu ne? Ne oldu sana?"

 

Çığlık gibi bir soruydu bu. Cevap vermesine bile müsade etmedi adamın.

 

"Sana demedim mi? Tek bir çizikte ben daha çok yakarım canını demedim mi?"

 

Barbaros suç işleyen bir çocuk bakışıyla başını soluna yatırdı.

 

"Ne diyebilirim ki altın kürem? Ben sözlerini tutamayan bir adamım."

 

"Nasıl oldu bu?"

 

"İş kazası diyelim middilemist. Çok önemli bir şey yok, bıçak sıyırdı."

 

Veronicanın kızıl saçları kabarmaya başlamıştı bile. Gözlerindeki altın ışıltısı kızgın lava dönüşüyordu öfkelendiğinde.

 

"Nasıl oldu Barbaros?"

 

"Sözümü tutmaya çalışıyorum Veronica. Şifa'yı ve ona zarar verecek her şeyi ondan uzak tutmaya çalışıyorum. Şifa'ya lazım olacak o kanın akmaması gerekiyordu araya girdim."

 

Parmağı korka korka bandajın üzerine değdi. Sonra da eli yanmış gibi geri çekildi. Saniyeler içinde öfkeyle kaynayan irisleri durgunlaştı.

 

"Alparslan'a gelen bıçak darbesini kendin karşıladın öyle mi?"

 

Barbaros ağırca başını salladı sadece.

 

"Öyle olması gerekti. Biliyorsun Şifa herkesin can suyu ama onun bedenine lazım olursa, bulacağımız tek kan Alparslan'ın damarlarında. Bir damlası bile ziyan edilemez."

 

Veronica acıtmaktan korkar gibi tekrar sarıldı.

 

"Zarar görmeden koruyamadın mı embesil herif? İlla sağına soluna yara mı açacaksın sen hep böyle?"

 

Barbaros kızıl saçlardan genzine yayılan enfes çiçek kokusunu doldurdu ciğerlerine.

 

"Estetik işimle ilgilenecektin middlemist, buraya da el atsınlar. Gerçi dikişi estetik atın benim hatun beğenmiyor dedim ama ne kadar becerdiler bilmiyorum?"

 

Veronica, Şifa için Alparslan'ın ne kadar önemli bir yeri olduğunu biliyordu. Alparslan sadece onun savunulup saklaması için yer almıyordu bu projede. Şifa dünyadaki beşinci kan gurubuydu, aklına bile getirmek istemese de yaralanabilirdi. Hiç bir insanın kanı, dokuları Şifa'ya uyum gösteremeyeceği için deva olsun diye doğan kız kendi çaresiz kalabilirdi. Her şeyi düşünen bu projenin beyni, bunu da es geçmemişti tabi. Alparslanın kanını, Şifa için hazırlamıştı.

 

"Bir daha o kara zibidinin önüne atlarken başka seçeneklerin de olsun. İlla yaralanman gerekmiyor beceriksiz aptal. Çok acıyor mu?"

 

Barbaros tebessüm edip alnından öptü kadını. Çok özlemişti bu süreçte. Yüzü gözünün önünden gitmemişti.

 

"Denerim middlemist, denerim. Acımıyor ayrıca. Sıyrık."

 

Akşam için çok özenli bir sofra hazırlanmıştı. Veronica'nın en sevdiği takımlar çıkarılmış, özenle yemekler sunum için yerlerini almıştı. Herkes toplandığında masa da coşkulu bir şamata hakimdi. Hakan, Şahin'in Umay'la olan imtihanını anlatıp dalga geçiyordu.

 

"Hatun hiç acımamış bu garibe, oyuncak etmiş. Lan Şahin, doğru söyle Başkanı ayar edecek ne yaptın da kadından seni sorumlu tuttu."

 

Şahin koca bir ekmek parçasını ağzına tıktı. Hırsla çiğnenen lokma masadaki kahkahayı daha da büyüttü.

 

"Kes zevzekliği, tüm hırsımı senden alırım. Kurban olayım lan ben Irak'taki kamplardan adam kaldırmaya. Manyağın birini başıma saldılar, imanım gevredi sinirden. Hayır kadın Macaristan üssünü yönetiyor. Rütbe farkı da var hiç bir şey diyemiyorum anasını satayım!"

 

Şifa çocuk gibi her konuşulana gülüyor, maç seyreder gibi keyifle atışmalarını izliyordu.

 

"Ne yaptı sana Şahin? Anlatırsan söz aşk-ı memnuyu izleyeceğim seninle."

 

Derdini bir tek o anlayacakmış gibi kedi bakışlarını Şifaya çevirdi.

 

"Ne yapmadı ki çekirge? Kaşla göz arasında Umut'ta ki arşive girmiş. Utanmadan gizlimiz saklımız mı var diyor haspam. Başkan, tüm sülalemi yaad etti onun yüzünden. Sözünü unutma bu arada. Firdevs Hanım'ın kumar masasında basıldığı bölümü izleyelim.'Ben Adnan Ziyagil'in kayınvalidesiyim' dediği sahneyi çok seviyorum lan."

 

Duhan dahil hepsi kahkaha atmıştı.

Adam Türk dizilerinin en entrikalılarının fanatiğiydi resmen. Duhan boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekti. Alparslan gelecek olanı bildiğinden piç bir sırıtışla izliyordu karşısında ona gözlerini kısarak bakan adamı.

 

"Konuş bakalım Alparslan efendi. Ben yokken meydanı boş bulmuşsun, kızıma nikah kıymışsın. Ne iş?"

 

Alparslan sol kolunu sandalyenin arkasına atarak lakayt bir tavıra bürünmenin daha doğru olacağına karar vermişti. Dayıcığının sinirlerini azıcık daha gerse ne olurdu sanki? En azından kırk yedi günde bir kere iletişim imkanı sağlamadığı için ne yapsa hakkı vardı.

 

"Duhan, hadi yine iyisin, nur topu gibi bir damadın oldu. Benden iyisini mi bulacaktın dayıcım? "

 

Duhan bir yudum aldığı suyunu Alparslana şerefe der gibi kaldırdı. Oldukça sakindi üstelik. Alparslanın tek kaşını kaldırıp, sorgulayacağı kadar sakin .

 

"Dayıcığın o ağzına yeni bir şekil verdiğinde de böyle yayılarak konuşabilecek misin bakalım?"

 

Alparslan sıkıntılı bir soluk aldı. Boynunu rahatlatmak için iki yana hareket ettirdi. Biliyordu başına geleceği, direnmenin manası yoktu boşuna.

 

"Çok eskitmeyeceğine söz verirsen karşılık vermem."

 

Duhan -cık diye bir ses çıkardı. Alparslanın oturuşunu taklit ederek sandalyesine yayıldı biraz daha.

 

"Niye, yoksa uf olursun da dayıcığına mı hırlarsın puşt?"

 

"Ne kindar çıktın sende. Kötü mü ettim, kızının nikahına gireyimde günahtan koruyayım dedim!"

 

Duhan elindeki su kadehini ses getirecek bir şekilde masaya bıraktı.

 

"Senin o ağzına sıçarım ayarsız it! Günahına girmeyecekmiş. Seni öyle yerlere sokarım gün yüzü göremezsin."

 

Şifa da yavaştan sinirleniyordu. Pislik yapmasa ölürdü zaten. Biliyordu dayak yiyecek, kaçışı yok, diliyle hırsını alıyordu kara serseri. Karşılık da veremeyeceği için pislik yapıyordu oturduğu yerde.

 

Asla araya girmeyecekti yesin dayağını otursundu aşağı.

 

"Kalk bakalım. Çık dışarı, Veronicanın çok sevdiği bir şeye zarar vermek istemiyorum."

 

Duhan ayaklanıp kalktığında Alparslan ikiletmedi bile. Şifa da kuzu kuzu peşine takıldı ikisinin.

Bahçeye çıktıklarında Duhan gömleğinin kollarını kıvırmaya başlamıştı.

 

Veronica çakmak çakmak açtığı gözleriyle sevinçli bir çığlık attı.

 

"Tanrım, sana şükürler olsun. Bu hayatımın en güzel on gününde, ilk üçte yer alacak kadar mükemmel bir an. Şahin kayıt edelim, her canımız sıkıldığında izleriz."

 

"Kaçar mı Vero? Uykudan önce izlenilen kısa film listeme ekliyorum hemen."

 

Alparslan başını çevirip ters bir bakış attığında gerçekten elinde telefonla sırıtan Şahine baktı.

Bunların hepsi şerefsizdi. Açmışlar ellerini, Duhan'ın atacağı dayağı bekliyorlardı. Ama Alparslan da kendine yapılanı unutacak adam değildi. İade için gününü bekleyecekti. Bu saftiriklere biri, kurdun kinini unutmaması gerektiğini hatırlatmalıydı.

 

"Size çok sevdiğim bir atasözünü söyleyeceğim. Kurt kışı atlatır da yediği ayazı unutmaz. Yazın bir yere lazım olacak."

 

Belindeki kemeri düzeltti. E biraz da hak veriyordu şimdi adama. Apar topar kimseye söylemeden evlenmişlerdi, taze gelini için üç beş yumruğun lafını edecek değildi. Panayır alanında gösteri izleyen ahali gibi bahçede ikiliyi izliyordu herkes. Korumalar bile gözlerinin altından olayı takip ediyorlardı.

 

"Duhan, lan yüzüme çalışma la. Kendimi düşünüyorsam şerefsizim. Senin kız yüzüme çok hayran."

 

Cümlesini tamamlamasıyla çenesine sert bir darbe alması aynı ana tekabül ediyordu. Çok fena girmişti bu. Gevura çalar gibi çalacaktı sopayı, belli olmuştu artık. Çıtırdayan çenesini eliyle hareket ettirip, sızıyı hafifletmeye çalıştı.

 

"Dayı dedik lan insafsız, çenem çıkıyordu."

 

Duhan etrafında ağır adımlarla dolaşırken birini dövmekten ziyade kokteylde içkisiyle dolaşır gibi bir havaya sahipti.

 

"İyi ya, yerli yersiz açılmaz artık o çenen" der demez elmacık kemiğine de hatırı sayılır bir acı konmuştu.

Alparslan yüzünü silkeleyip kendine gelmeye çalıştı. Sendelemiş bedenini bir iki esnetip, kendini toparladı.

 

"Senden yakışıklıyım diye bütün bu hırsın, bilmiyorum sanma."

 

"Çok mu acıdı yavrum, öperim geçer?"

 

Duhan bir anda zıplayarak attığı döner tekme ile adamın göğsüne iz bırakacak bir hareket daha sergiledi. Gerisin geri çimlere devrilen Alparslan kısa öksürüklerle kendine gelmeye çalışıyordu. Elini çimenlere yaslayıp soluklandı. Bu gerçekten sağlam acıtmıştı.

 

Şifa bir adım öne çıksada kendine hakim olmaya çalıştı. Aralarına girmek istemiyordu ama canı çok yanmış mıydı acaba?

 

"Benden öğrendiğini bana mı satıyorsun lan ? Ciğerimi deştin ciğerimi. Yaşlı başlı adama yakışıyor mu şu hareketler?"

 

Duhan tekme sırasında dağılan saçını aynı imtizamlı duruşuna geri kavuştururken kısa bir kahkaha attı.

 

"Daha yeni ısınıyorum bebek kurt. Fatura kabarık malum, ödemede peşin olunca biraz ağır gelmiş olabilir."

 

"Elime düşme lan Duhan, Allah yarattı demeyeceğim."

 

Duhan tüm sinirlerinden arınmış, muhteşem bir rahatlamanın içindeydi. Alparslan'ın her zaman kendine yönelttiği o piçimsi sırıtışlar bu sefer kendi yüzündeydi. Yerdeki adama elini uzatıp kaldırdığında aynı sıçrayışla havaya yükselmiş, sol dirseğini sırtına geçirip yüz üstü tekrar devrilmesini sağlamıştı.

 

"Zamanında yediğin hurmaların, tırmaladığını sana öğretmediler mi hırsız kurt? Cüzdanımı yürüttüğün günden beri liste tutuyorum."

 

Ellerini yere dayayarak kendini biraz yukarı kaldırdı Alparslan. Bir kaç öksürük sonrasında ciğerini yakan nefesi kontrol etmeye çalışıyordu. Bu biraz sarsmıştı, soluğunu toplamak için en az iki dakikaya ihtiyacı vardı. Adam yaşına göre felaket ağır hamlelere sahipti.

 

"Beni harama teşvik ettin diye cehennemde yanacaksın dayı bozuntusu. Perim görüyorsun değil mi kocan senin için ne dayaklar yiyor?"

 

Şifa hem dayağını yiyen, hem de çenesinden hiç bir şey eksilmeyen adamı hayretle izliyordu. Allah aşkına daha fazla kışkırtmanın alemi neydi? Sussa da bitseydi ya gösteri.

 

"Duhan, yamuk burnunu sevdiğim hadi benim içinde şöyle ses getiren bir şeyler yap."

 

Barbaros alkışla tempo tutan coşkulu kadını kolunun altına kıstırıp "Benden başkasına sevgi içerikli laf söyleme ısırırım o dilini" diye tısladı. Veronica kahkahalarını, duyduklarıyla öksürük olarak çıkarmaya başlamıştı. Beyaz tenide bir ısınmıştı niyeyse. Adam da bunu fırsat bilip saldırıya devam etmişti.

 

"Kızardın middlemist, sesinde kesildi. Hoşuna gittiğini düşünüyorum fikirlerimin."

 

"Kes sesini" dese de gerçekten sesi istediği kuvvette çıkmamış, gereken etkiyi oluşturmamıştı. Barbaros da bunun bilincinde sessizce gülmeye devam etmişti.

 

Şifa ne kadar karışmayacağım dese de içi el vermiyordu. Haşat olmuştu kocası, daha ne kadar dövecekti sevdiği adamı?

 

"Dayı ya..." diyebildi, anlardı heralde ne istediğini.

Duhan kıza şöyle bir bakıp başını salladı sağa sola. Yeşil gözlerini medet dilenir gibi kendine dikişi, dudağını büzüşü yere oturmuş, soluklanan adama ters bir bakış atmasına neden oldu.

 

"Hadi yine iyisin sokak serserisi, kızıma dua et sen."

 

Alparslan dünya dayak yememiş gibi sırıtışını büyüttü.

 

"Ben ona hep dua ediyorum dayıcım. Ateistler görse imana gelir, öylesi bir şükür sebebi. İyi ki nikahıma almışımda akraba ilişkilerimizi geliştirmişim değil mi?"

 

Duhan Şifa'ya bakıp öfkeyle hırladı.

 

" Görüyorsun değil mi? Rahat durmuyor hergele, akıllanmıyor. Sonra bana boncuk boncuk bakıp gözlerini büyütüyorsun!"

 

Şifa adama yaklaşı parmaklarının üzerine kalktı. Yanağına sıkı bir öpücük bıraktı.

 

"Boş ver dayım sen onu. Medzup işte, yazık. Bi delinin lafına bakıpta beyefendiliğini bozma sen."

 

Veronica 'cık-cık' diye sesler çıkarmıştı. Gösterinin bu kadar erken bitmesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı besbelli.

 

"Hadi gidip film falan izleyelim, yeterli verimi alamadım. Kırık kemik sesi bile duymadım. Okşasaydın Duhan! "

 

Afrası tafrası kahkaha attırır bir şekilde saçlarını savurup kolundaki adamla ilerlemeye başladı.

 

Hakan ve Şahin gülmelerine ara vermeden bir birlerini ite- kaka malikanenin içerisine doğru adımladılar. Duhan da onları takip etmişti. Şifa yerdeki adama yaklaşıp kalkması için hem yardım ediyor, hem söyleniyordu.

 

"Çenen bu dünyadaki en büyük düşmanın Alparslan. Şu haline bak!"

 

Elini kızarmaya başlamış elmacık kemiğine değdirip geri çekti. Saçı başı dağılmış ama hâlâ sırıtan serseriye bir de o mu çaksaydı acaba?

 

"Hayatımda yediğim en lezzetli dayaktı peri. Adam haklı şimdi. Biri benim kızıma kimseye söylemeden nikah kıysa kerhaneye hediye ederim onu. Yine insaflı lan bu Duhan."

 

Vallahi aklıyla oynamaya çalışıyordu bu adam. Deliydi, onu da delirtmek için tüm sistemiyle oynuyordu.

 

"Allah'tan akıl diliyorum senin için canımın içi. Bol bol akıl diliyorum."

 

"Canımın içi diyen ağzını yerim lan. Yavaş kızım, çekme öyle kaburgama sert çaktı ihtiyar dayın. Nefes alsam batıyor."

 

"Oh olsun sana."

 

Alparslan kolunun altına girip, kendine destek olan Şifaya pis bir sırıtışla baktı.

 

"Ama hiç önemli değil biliyor musun bebeğim?"

 

Şifa kolunu beline dolayıp, biraz daha ağırlığını üzerine çekerken ters bir bakış daha yollamıştı.

 

"O niyeymiş?"

 

Alparslan kısık bir kahkahayla işaret parmağını burnuna değdirdi.

 

"Çünkü karım gece benimle uzun uzun ilgilenir. Öper, okşar, acımı unutturur. Ağrıyan her yerime şifa olur."

 

Alparslanın sesindeki erotizmi hissetmemek için aptal olmak lazımdı. Bir şey mi ima ediyordu o? Niye gece diye altını çiziyordu ki sanki? Kesin ima vardı kesin. Yutkunmasına engel olamadı.

 

"Sözde evliyiz ama daha doya kana koynuna giremedik hatunun. Bir yakından da bakalım bu güzellik daha ne kadar aklımı alacak."

 

Valla ima falan değil düpe düz bu adam gece planı kuruyordu. Allah yardım etsin ama bekleyen o kaçınılmaz sonun ışığıydı bu. Ne yapacaktı şimdi? Keşke Veronica 'gel sana temel bilgileri öğreteceğim' dediğinde suratına yastık atmasaydı.

 

Kolunun altından sıvışmak için çekilecek gibi olunca Alparslan iyice kendine yapıştırdı bedenini. Adımları da sıklaştı bir anda.

 

Arabanın kapılarının açıldığını gösteren tık sesiyle derin bir uykudan uyanır gibi oldu. Bir yere mi gideceklerdi ki?

 

"Nereye gidiyoruz?"diye bir miyavlama sesi çıktı.

 

Alparslan yandan bir bakış ararak dudağını yana doğru kıvırdı. Bir süre kimseyi görmek istemiyordu. Bir süre Şifa hariç hiç bir canlıyla muhatap olmayacaktı. Şifa'yla olan muhataplığı da olabildiğine yoğun olacaktı.

 

"Evimize gidiyoruz bebeğim. Bu ev Japonya'da ki metro duraklarından bile kalabalık."

 

"Niye gidiyoruz ki? Kalsaydık ya burda."

 

Şifa sanki hiç bir imayı anlamamış gibi öyle boş bir çabanın içerisindeydi. İstemediği bir şey değildi ama ne yapması gerektiğini bilmeyince rezilliği kaçınılmaz oluyordu genelde. Teoride bilgisiz değildi, pratikte tecrübesizliği biraz ürkütüyordu. Rezil olacak bir duruma düşmezdi İnşallah.

 

"Benim için sorun yok peri de sen utanırsın şimdi. Malum yıllardır beklediğim bir gün var. Artık uçsanda kaçsanda kurtulamayacaksın."

 

Pislik yapmasa zaten ölürdü. Bilerek yapıyordu işte. Gerildiğini görmüş, üzerine oynuyordu. Araba ilerlerken sesi çıkmadı hiç. Şehre gideceğini düşündüğü yol İstanbul'un daha da dışına doğru uzanıyordu. Evimiz demişti üstelik neredeydi acaba ev?

 

Bir saati deviren bir sessizlikten sonra dağ evi yapısında ama çok daha küçük görünümlü bir evin önünde durdular. Bahçe duvarları ve üzerine kondurulmuş ferforjeler sevimli görünüyordu.

 

Şifa evi izlerken ardından iki kol bedenine dolanıp, onu göğsüne yasladı.

 

"Burası bizim kaçık noktamız olsun mu peri? Biraz değişiklikler yaptırdım, bizim küçük yuvamız da bura olur. Senin istediğin değişiklikleri de hallederiz."

 

Şifa görebildiği kadarıyla her bir detayı inceledi.

 

"Çok güzel görünüyor Alparslan. İçini görmek istiyorum."

 

İçeriye adımladıklarında çok büyük olmayan şık bir salon karşıladı onları. Mutfakta bu kattaydı. Yuva'nın gösterişli havasından sonra küçücük oldukça sade duruyordu ama çok güzel bir huzur vardı içeride. Merdivenlerden yukarı çıktığında şok oldu. Tamamen yatak odası olarak tasarlanmıştı kat. Daha çok dağ evlerini andıran, hafif de bohem bir yanı vardı. Ama asıl bakıp kaldığı detay zincirlerin tuttuğu yataktı. Salıncaktan yatak ilk kez gördüğü bir türdü.

 

 

İstemsizce sağlamlığı düştü aklına. Odanın sağ kanadında cam bir bölme, banyo olarak ayrılmıştı ve oldukça büyük bir jakuji ona göz kırpıyordu. Karşı kısmında ise dağınık raflara yerleştirilmiş kitaplar ve önünde iki kişinin sığabileceği boyutta bir okuma koltuğu vardı. Ama Şifanın kalbine ılık ılık hisler yayan can alıcı detay, ormanı ayaklarına seren camın önündeki şövale ve kullandığı markalardan boyalardı. Kendileri için muhteşem bir yaşam alanı oluşturmuştu Alparslan.

 

Yatağa tekrar dönüp, dudağını ısırdı. "Düşecekmiş gibi duruyor" demeden alamadı kendisini.

 

"Bu gece bunu denemek için muhteşem bir fırsatımız var bebeğim."

 

Kulağına efsunlanma ayini gibi dökülen kelimelerle bacakları titremeye başladı. Saçlarını sağ omzuna atan adam boynuna minik minik öpücükler kondurmaya başlamıştı. Öpücükler artık minikliği es geçip biraz daha ıslak bir hâl alınca karnına dolanan kollara asılarak yükünü verdi Şifa. Bedenini arkasındaki adama yaslayıp başını geri atmaktan alıkoyamamıştı kendini.

 

Alparslan ürkütmekten korkar gibi kızın gömleğinin düğmelerini yavaş yavaş açmaya başladı. Tamamen açılan düğmelerle pantolonun içine verilen uçlarını çıkarıp açılmış önünde elinin içini gezdirdi. Avucunda hissettiği o hafif titreme çok hoşuna gidiyordu. Eli biraz daha yukarı çıkıp gömleği omuzlarından aşağı indirmişti. Omuz başlarına yayılan öpücüklerle Şifa kendinden geçmeye başlamıştı artık.

 

"Sıra sende peri. Gömleğimi sen çıkaracaksın."

 

Şifa yutkunarak Alparslana doğru döndü. Ellerinde ince bir titreme vardı ama kontrol edebiliyordu. Yavaş yavaş düğmeleri açmaya başladı. Adamın kendine yaptığı gibi gömleği bedeninden sıyırdı. Üst bedenleri çıplaklığına kavuşmuştu.

 

Alparslan Şifanın önünde diz çökerek burnunu kemer tokasının üzerine sürttü. Tokayı açınca, kemerin sıktığı yerlere de minik buseler kondurdu. Şifanın gözlerini ayırmadan kendini izleyişi içinde yavaşlatmaya çalıştığı yanlarına balta indiriyordu sanki.

 

Açılan kemer ve bacaklarından sıyırılan pantolonu dudağını ısırarak izledi. Elleri dengeyi korumak için adamın omuzlarını tuttu. Ayağa kalkan Alparslan gözleriyle kendi pantolonunu işaret etti.

 

O ne yaptıysa aynısını Şifadan bekleyecekti anlaşılan. Bu gecenin onlar için özel olmasını kendi de istiyordu. Sadece şaşkın tarafının gazabından korkuyordu. Ama adamı ona ayna olacak gibiydi. Buna güvenerek onu taklit etti. Dizlerinin üzerine çöküp kemerin tokasını gevşetti. İstemsizce alt dudağını tekrar ısırmış, sık soluklar almaya başlamıştı.

 

Uzun bacaklarından sıyrılan pantolon da odanın bilinmeyen bir yerine fırlatıldı. Biraz önce Alparslanın yaptığı gibi göbek deliğinin alt kısmına dudaklarını bastırdı. Alparslan, ıslık sesi gibi bir soluk alıp Şifayı tutup kaldırdığında dudaklarına eğildi.

 

İlk şevkatli görünen öpücükler tenlerini saran şehvetle daha ıslak ve sesli hâle gelmeye başlamıştı. Geriye çekildiğinde dantelle kaplı sütyenden uçları belli olan göğsüne elinin tersini sürttü. Bununla beraber meme uçları daha çok kendilerini hissettirir olmuştu.

 

"Çok güzeller..."

 

Kendine söylediği söz Şifanın yutkunmasına neden oldu. Göğsünde sürtünen parmakları bu kez hareket eden boynuna doğru ilerledi. Eli ensesine doğru kayıp, saçlarını kavradığında hızlı bir hareketle tek koluyla kavradığı bedeni kucağına doğru yükseltmişti. Şifanın çığlığını beklemediği öpücük kapattı.

 

Çıplak tenlerinin birbirlerine değmesi muazzam bir his veriyordu ikisine de. Şifa parmaklarını omuzlarına geçirip kendini biraz daha yükselterek bacaklarını Alparslanın beline sardı.

 

Aşk ve tutku yan yana geldiğinde kuzey ışıkları gibi büyüleyici renkler yayıyordu etrafa. Sadece aşık olanın görebileceği sihir gibi bir ışık...

 

Alparslanın adımları salıncaktan yatağa yöneldi. Ağzı hayvani bir hırpanilikle Şifanın ağzını talan ediyordu.

 

Kucağındaki karısını, sereserpe bıraktığı yatakta ellerini başının iki yanına koyarak biraz izlemek için izin verdi kendine. Kar gibi beyaz teninde siyah çamaşırlar çok güzel duruyordu. Özellikle hiç bir şeyi saklamayan sütyenin cömertliğine minnettardı.

Hatları kalemle çizilmiş kadar muntazam ve güzeldi. Baktıkça doyamamak gibi kontrolsüz bir hisle baş etmek, kendi şehvetine Şifanın arzusunu karıştırmak, aralarındaki bağın onlara her duyguyu en üst seviyede bahşedişi tutkudan kavrulmalarını sağlıyordu.

 

Şifanın gözlerine bakarak dilini çıkarıp, kabarmış meme ucunu sütyenin üzerinden yaladı.

 

"Çok güzelsin yeşil orman perim. Ben çok şanslı bir hergeleyim."

 

Şifa kıkırdayarak ellerini adamın yüzünde dolaştırmaya başladı. Avuçlarının içindeki yüzü kendine çekerek bu sefer öpüşmeyi o başlattı. Teninden burnuna dolan kahve ve hafif çikolata kokusu öyle güzel hissettiriyordu ki dilini teninde gezdirse tatlarını hissedeceğine yemin edebilirdi.

 

Alparslan, Şifanın attığı adımla zapt etmek için zorlandığı hormonlarının esaretine girmişti artık. Çok da nazik bir aşık olamayacaktı. Küçük ısırıklar boynundan göğüslerine yol aldı. Elleri nereye dokunmasa hatırı kalırmış gibi her yeri işgal ediyordu. Sırtına giden eli kopçayı bağlandıkları yerden ayırdı. Şifanın gözlerinden bir an bakışlarını çekmeden sütyeni çıkarıp geriye fırlattı. Şifa ateş topu yutsa bu kadar sıcaklamış hissetmezdi heralde. Alparslanın değdiği her yere, lav dökülüyormuş gibi bir yanma esir ediyordu onu.

 

Alparslan geriye çekilip sağ eliyle göğsünü kavramış, acı verici bir sıkıştırmayla okşamaya başlamıştı. Baş parmağı pembe halkanın etrafında dolaşıp, boncuk gibi kabarmış ucu acı ve zevk karışımı bir hisle ezdi. Sonra uzanıp o ucu dişleriyle kıstırdığında gecenin ilk zevk çığlığı kulaklarını şenlendirdi.

 

Şifa aklının hakimiyetini kaybedecekti neredeyse. Alparslanın arzusu karnını kasıp kavururken kendi arzusu bacaklarının arasında hiç tatmadığı, tarifini yapamayacağı sancı ve zevk arası o hisle mahvediyordu.

 

Teninde gezen dudakların ona hissettirdiği çok özel bir duyguydu. Bu adamın kadını, karısı olmak ruhuna, tenine şifaydı.

 

Göğsünü ısıran adamla bir çığlık daha fırladı dudaklarından. Alparslanın kendini kaybetmişcesine göğsünü emip, ısırmaları canını acıtmıştı.

 

"Acıttın eşek."

 

Dişleriyle kıstırdığı memesini bırakıp, dilinin ucuyla acıyan kısmını okşadı.

 

"Öperim geçer bebeğim. Çok öperim."

 

Şifa göğsünden beline doğru kayan elin kalçasını kavraması ve bir anda yer değiştirmeleriyle kısık bir kahkahayla güldü. Bir anda Alparslan altta, kendi ise onun üstünde oturur hâle gelmişti. Saçları göğüslerinin bir kısmını kapatacak şekilde önüne dağıldı. Alparslan manzarasını kapatan saçları omuzlarının ardına doğru eliyle savurdu.

 

"Ellerini üzerimde gezdir."

 

Şifa yumruk şeklinde öylece duran ellerini açıp, gözlerini Alparslandan ayırmadan avuç içlerini göğsünde dolaştırmaya başladı.

 

"O sıcak ağzın tenimde dolaşacak mı peri?"

 

Ne istiyorsa çekinmeden alışı Şifayı hem ürkütüyor hem de heyecanlandırıyordu.

Öne doğru eğilip omuzlarına öpücükler bırakmaya başladı. Daha ne yaptığını bile anlamadan tıpkı Alparslan gibi dilini kullanarak teninden kokusunu aldığı kahve ve çikolata aromasını aramaya başladı. İçindeki o tutkulu kadının yönlendirmesiyle bedenini biraz daha aşağı kaydırıp, dudaklarını göğsünde gezdirmeye başladığında kalçalarına iki iri el yapıştı. Alparslan altında hareket edip kendini bacaklarının arasına sürtmeye başladığında başı geriye düşmüş, kasıklarındaki tatlı sızının tadını çıkarmıştı. Çamaşırın içerisinde olsa bile sertliği ve sıcaklığı kadınlığını yakıyordu. Bir kez daha sürtündüğünde keyifli bir inilti dudaklarının arasından kaydı.

 

"Şifa..."

 

Alparslanın da kendinden geçmiş sesiyle kapalı gözleri aralandı.

Bakışları çarpıştığında zift gibi gözler içine çekiyordu sanki.

 

"Bacaklarını biraz daha arala ve lütfen bana izin ver."

 

Şifa ne demek istediğini anlamadığında Alparslan göğsündeki eli, kendi büyük eliyle kavradı ve parmaklarının ucuna öpücükler bıraktı. Sonra yatağı tutan zinciri tutmasını tembihler gibi elini zincirin üzerine yerleştirdi. Sadece dediğini yapması için başını sallamıştı.

Şifa zincirden tuttuğu an bedenini üstündeki bedenin altından kaydırıp Şifayı dehşetle bakmaya sürükleyen bir pozisyona geçti.

 

"Alparslan!"

 

Çığlıkla adını seslenmesiyle kalçalarını yoğurur gibi sıkan eller biraz daha yaklaştırdı yüzüne bedenini.

 

"Sana ilk dokunduğum anı hatırlıyor musun?"

 

Şifa cevap vermese de Ankarada, o odada birbirlerini ilk keşfedişleri asla aklından çıkmamıştı.

 

"Hatırlıyorsun tabiki."

 

Şifa ölesiye utanç veren, bunun yanı sıra alev alev yakan bir pozisyonda sohbet ettiklerine inanamadı. Bacaklarının arasındaki yüze bakamadığı için gözlerini sıkı sıkı kapattı. Elinin biri zincirden diğeri karşı duvardan destek almasa yığılıp kalacaktı.

 

"Tek istediğim tadına bakmaktı."

 

"Alparslan lütfen..."

 

Alparslan burnunu kaydırıp çamaşırına sürttü.

 

"Seninle hayalimde yüzlerce farklı pozisyonda seviştim. Yüzlerce kez içine girdim. Ama şimdi..."

 

Dudaklarını kadınlığının üstüne bastırdı.

 

"Sana istediğini vermeden her şeyini alacağım peri. Öz'ün de buna dahil..."

 

Kalçasındaki el, küçük çamaşırı kavrayıp kalça kemiğinde asılı duran ince ipi kopardı. Açığa çıkan kadınlığına Şifaya zerre merhamet etmeden dudaklarını bastırdı.

 

"Alparslannn!!!"

 

Şifanın çığlığı Alparslanın dilini kırbaç gibi kullanması için bir emirdi sanki. Asla naif değildi. Asla merhamet yoktu. Sabit tutmak için kalçalarına parmaklarını saplamasında zerre acıma yoktu. Yüzünü bacaklarının arasına gömerken, Şifanın dermansız kalan dizlerini düşünemezdi. Dili en hassas noktalarına elektrik akımları yollarken kulakları sadece adını söyleyebilen, daha fazlasını dile getiremeyen karısının aldığı zevkin, karnında şekillenişiyle mest oluyordu.

 

Şifa zevk aldıkça henüz çamaşırını çıkarmadığı erkekliği seğirdi. Onun hissettiği her şey Alparslanın kendini tutması için çok çaba sarfetmesine neden oluyordu. Şifanın dayanamayacağını anladığında zinciri kavramış elini kavrayıp olduğu yerden ayırdı ve geriye doğru düşmesini sağladı. Bir anlık bir ayrılış sonrasında başı tekrar iki bacağının arasına girdi. Yaklaşan orgazmın şiddetini artırmak için parmaklarını da kullanmaya başladı. Buna karşı aldığı tek karşılık tekrar derinden gelen bir çığlıktı.

 

Şifanın kendinden geçişi, dilinin saldırısıyla titremeye dönüştü. İç çekişleri, hızlı solukları, çarşafa saplanmış parmakları onu o son noktadan aşağı atılışında güç arama çabasıydı sadece.

Şifa orgazmın sardığı bedenini kontrol edemezken Alparslan da neredeyse Şifanın aldığı zevkle çamaşırına boşalacak gibi oldu. Geriye çekildiğinde parçaladığı çamaşırı Şifanın bacağından sıyırıp attı.

 

"Daha fazla dayanamam! Bacaklarını aç!"

 

Şifa komut bekleyen bir asker gibi iki bacağınıda genişçe açtı. Alparslanın çamaşırını sıyırdığını fark ettiğinde gözlerini tekrar sıkıca yumdu.

 

"Kasma perim kendini. Canın yanmasın diye sabırlı olacağım söz veriyorum."

 

Şifa onaylar gibi başını sallasa da hissettiğini söylemeden yapamadı.

 

"Biraz korkuyorum sanırım."

 

Alparslan masumiyetine yanıyordu en çok. Nasıl temizdi. İpeklere sarılmayı, gökyüzünde ağırlanmayı hak eden bir karısı vardı. Şifa hissettiği bedenin çıplaklığıyla ölecek gibi oldu. Çok yoğundu hissettikleri. Henüz bedeninin kıyılarından çekilen o tatlı işkencenin bile girdabından kurtulamamışken Alparslanın sıcak erkekliği soluğunu tutmasına neden oldu.

 

"İzin ver güzelim, yuvama kavuşayım."

 

Adamın fısıldayışıyla bacaklarını biraz daha araladı istemsizce. Dudaklarını hapseden dudakların tadını çıkardı. O dudakların biraz evvel dolaştığı yerleri düşündükçe bu yoldan çıkmış kadının kim olduğunu bile algılayamıyordu. Çünkü mantıklı yanı uzaklaşmasını isterdi esasında ama o sadece o dudakları daha çok öpmenin peşindeydi.

 

Ağzını istila eden dille nefes alamayacak gibi hissediyordu. Alparslan ağzına, ağzını dayamasa kalbi fırlayıp çıkacaktı.

Alparslan'ın bedenleri arasında kayar gibi gezen eli kadınlığında duraklayıp bir parmağını içine doğru ittiğinde başı geriye düştü. Onu genişletmeye çalışan parmaklar yüzünden karnı tekrar yanmaya başladı.

 

"Of kızım, karımla birlikte olurken ölüp gideceğim. Rezil rüsva olacağım."

 

"Kapa çeneni!"

 

Alparslan dilini çıkarıp boynuna boylu boyunca sürttü. Parmağını biraz daha derinlerde kaydırmaya çalıştı. Islaklık onu içine çekiyordu.

 

"İşine bak diyorsun ha peri?"

 

Arsızlığına söylemek istediği bir kaç şey vardı ama çok çaresiz bir zamanın içindeydi. Sık soluklar ve göğsünü yarıp çıkmaya çalışan iki nabızla baş etmesi gerekiyordu .

 

"Şşşşşş sakin ol, bana bırak kendini. Seni doya kana sevmeme izin ver."

 

Parmağı kadınlığının girişinden ayrılınca bir boşluğa doğru sürüklendi. Ama daha sonra sıcak, kavuran bir sertlik girişini zorlamaya başladı.

Yavaş yavaş bir sızı hakim olmaya başlamıştı, rahatsız ediyordu bu his. Yanar gibi bir acı vardı sanki.

 

"Özür dilerim sevgilim."

 

Bir anda tüm bedenini saran acıyla güçlü bir çığlık yankılandı odada. Gözlerini aralamaya çalıştığında Alparslanın damarları şişmiş boynuyla bakıştı. Kendini sıkmaktan derisinin dışına taşmışlardı sanki.

 

"Kıpırdama kızım, zaten duramıyorum. Of acı çekiyorsun affet ama burası çok güzel be peri. Ömür billah çıkmam ben burdan."

 

Şifa alamadığı soluğu zor şer ciğerine hapsetti. Gerizekalı, kendi altta canından can verirken keyiften dört köşeydi. Saklama gereksinimi bari duysaydı. Pişmiş kelle gibi sırıtıyordu adi köpek.

 

"Seni" deyip soluklandı. "Mahvedeceğim."

 

Alparslan gözlerini kapatıp, boynunu geriye ittiğinde erkekliğini biraz daha Şifanın içine itti.

 

"Mahvediyorsun zaten peri, ben hiç böyle güzel mahvolmamıştım..."

 

Anın hazzından sıyrılıp gözlerini geri açtı ve altında onu büyülenmiş gözlerle izleyen karısına baktı

 

"Hafifledi mi acı bebeğim? İrademin amına koydun da."

 

Şifa kara serserinin ağzına bir şaplak attı. Sancı hafiflemeye başlamıştı. Bu doluluk hissi çok farklıydı, yaşadığı hiç bir şeye benzemiyordu. "İyiyim" diye bir inilti çıkarabildi sadece.

 

Duyduğu kelimeyle tüm kasları sıkmaktan patlayacak duruma gelen adam hareket etmeye başladı. Her gece hayal ettiğini yaşıyordu ama bu hayalin bile ötesinde bir duyguydu. Bu her kula nasip olmayacak kadar eşsiz bir hediyeydi.

 

Gelgitleri hızlandı. Bedenin bedene çarpma sesleri odada yankılandı. Alparslanın sert solukları, Şifanın inleyişleri dakikalarca sürdü.

 

Beraber çıktıkları gök yüzünden yine beraber indiler salıncaktan yataklarına. Aşkın aklı, kalbi ve teni mühürlemesiydi bu gece onlar için. Bu bir yokoluşun aşkla varoluşuna adımlamasıydı.

 

Akla zarar bir sevdaya tanık olmaktı...

 

Loading...
0%